SAYI 23 – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sun, 25 Jan 2015 21:59:59 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Termik Santral Direnişine Hapis Cezası https://meydan1.org/2015/01/25/termik-santral-direnisine-hapis-cezasi/ https://meydan1.org/2015/01/25/termik-santral-direnisine-hapis-cezasi/#respond Sun, 25 Jan 2015 21:59:59 +0000 https://test.meydan.org/2015/01/25/termik-santral-direnisine-hapis-cezasi/ Anadolu Grubu’nun inşa etmek istediği termik santral projesine 4 yıl boyunca direnen Gerzelilerin yargılandığı 4 ayrı dava, hapis cezalarıyla sonuçlandı. ÇED süreci dahilinde yapılmak istenen toplantıda çıkan arbede sonrası, ses sistemi sebebiyle şirket yetkililerinin konuşmalarını anlayamayan Gerze halkı, “işi oldu bittiye getirmek istiyorsunuz” diye şirkete itiraz etmişti. Halkın itirazı sonrası polis salonda barikat kurmuş, şirket […]

The post Termik Santral Direnişine Hapis Cezası appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Anadolu Grubu’nun inşa etmek istediği termik santral projesine 4 yıl boyunca direnen Gerzelilerin yargılandığı 4 ayrı dava, hapis cezalarıyla sonuçlandı.

ÇED süreci dahilinde yapılmak istenen toplantıda çıkan arbede sonrası, ses sistemi sebebiyle şirket yetkililerinin konuşmalarını anlayamayan Gerze halkı, “işi oldu bittiye getirmek istiyorsunuz” diye şirkete itiraz etmişti. Halkın itirazı sonrası polis salonda barikat kurmuş, şirket yetkililerine tepki gösteren bölge halkına saldırmıştı. Yakın zamanda sonuçlanan davada, halka saldıran polise “görevini yaptırmamak için direndiği” gerekçesiyle 3 Gerzeli, 8 ay 10 gün hapis cezasına çarptırıldı. Diğer iki davanın sonraki duruşmalarıysa 11 Şubat 2015’te görülecek. Öte yandan, 5 Eylül 2011’de jandarma ve polisin halka yaptığı sert saldırı ardından 5 Gerzelinin tutuklanmasını protesto edenlerin yargılandığı davada da karar verildi. 28 Ekim 2011’de, 5 Gerzelinin tutuklanması üzerine Gerzeliler, adliye binası önüne gelerek karara tepki göstermiş, 18 kişi hakkında “hakim ve savcıya hakaret” ile “yasaya muhalefet” iddiasıyla dava açılmıştı. Davanın karar duruşmasında ceza alan tek isimse, oğlu Murat Akgöz’ün tutuklanması sebebiyle protestoya katılan Anne Melek Akgöz oldu. 1 yıl 7 ay hapis cezası alan Akgöz’ün cezası ertelendi.

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.

The post Termik Santral Direnişine Hapis Cezası appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/01/25/termik-santral-direnisine-hapis-cezasi/feed/ 0
Erkek- Devlet Şiddetine Karşı Kadınlar Sokakta https://meydan1.org/2015/01/25/erkek-devlet-siddetine-karsi-kadinlar-sokakta/ https://meydan1.org/2015/01/25/erkek-devlet-siddetine-karsi-kadinlar-sokakta/#respond Sun, 25 Jan 2015 20:50:11 +0000 https://test.meydan.org/2015/01/25/erkek-devlet-siddetine-karsi-kadinlar-sokakta/ Her 25 Kasım’da olduğu gibi, kadınlar şiddete, tacize tecavüze karşı sokaklardaydı. Bu yıl 13.’sü gerçekleştirilen gece yürüyüşü kapsamında kadınlar, şiddete karşı Tünel’de buluştu. 25 Kasım Kadın Platformu’nun çağrısıyla bir araya gelen kadın, feminist ve LGBTİ örgütlerinden yüzlerce kadın, şiddetli yağmura rağmen, bir yürüyüş gerçekleştirdi. “Erkek, Devlet, IŞİD Şiddetine Karşı İsyandayız” pankartıyla yürüyen kadınların önü, Galatasaray […]

The post Erkek- Devlet Şiddetine Karşı Kadınlar Sokakta appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Her 25 Kasım’da olduğu gibi, kadınlar şiddete, tacize tecavüze karşı sokaklardaydı. Bu yıl 13.’sü gerçekleştirilen gece yürüyüşü kapsamında kadınlar, şiddete karşı Tünel’de buluştu.

25 Kasım Kadın Platformu’nun çağrısıyla bir araya gelen kadın, feminist ve LGBTİ örgütlerinden yüzlerce kadın, şiddetli yağmura rağmen, bir yürüyüş gerçekleştirdi. “Erkek, Devlet, IŞİD Şiddetine Karşı İsyandayız” pankartıyla yürüyen kadınların önü, Galatasaray Meydanı’na gelindiğinde polis tarafından kesildi. Burada polis barikatları önünde Kürtçe ve Türkçe bir basın açıklaması gerçekleştirdi.

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.

The post Erkek- Devlet Şiddetine Karşı Kadınlar Sokakta appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/01/25/erkek-devlet-siddetine-karsi-kadinlar-sokakta/feed/ 0
Bologna’da Evsiz kalan Aileler Bir Binayı İşgal Etti https://meydan1.org/2015/01/19/bolognada-evsiz-kalan-aileler-bir-binayi-isgal-etti/ https://meydan1.org/2015/01/19/bolognada-evsiz-kalan-aileler-bir-binayi-isgal-etti/#respond Mon, 19 Jan 2015 10:10:44 +0000 https://test.meydan.org/2015/01/19/bolognada-evsiz-kalan-aileler-bir-binayi-isgal-etti/ İtalya’nın Bologna şehrinde, belediyenin yakınındaki büyük bir bina, aralarında 76 ailenin ve 100 çocuğun bulunduğu 280 kişi tarafından işgal edildi. Öncesinde bir telefon şirketinin merkezi olarak kullanılan bina, bundan 12 sene önce terk edilmişti. İşgali gerçekleştirenlerin büyük çoğunluğunun, ekonomik kriz sırasında evlerinden ve işlerinden olan ailelerin oluşturması dikkat çekiyor. İtalya’daki ekonomik krizle beraber birçok insan […]

The post Bologna’da Evsiz kalan Aileler Bir Binayı İşgal Etti appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

İtalya’nın Bologna şehrinde, belediyenin yakınındaki büyük bir bina, aralarında 76 ailenin ve 100 çocuğun bulunduğu 280 kişi tarafından işgal edildi.

Öncesinde bir telefon şirketinin merkezi olarak kullanılan bina, bundan 12 sene önce terk edilmişti. İşgali gerçekleştirenlerin büyük çoğunluğunun, ekonomik kriz sırasında evlerinden ve işlerinden olan ailelerin oluşturması dikkat çekiyor.

İtalya’daki ekonomik krizle beraber birçok insan evini ve işini kaybetmiş, sokakta ya da tren istasyonlarında yaşamaya zorlanmıştı.

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.

The post Bologna’da Evsiz kalan Aileler Bir Binayı İşgal Etti appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/01/19/bolognada-evsiz-kalan-aileler-bir-binayi-isgal-etti/feed/ 0
Efendileri Korkutan Güney Amerikalı Çizer CARLOS LATUFF – Gizem Şahin https://meydan1.org/2014/12/31/efendileri-korkutan-guney-amerikali-cizer-carlos-latuff-gizem-sahin/ https://meydan1.org/2014/12/31/efendileri-korkutan-guney-amerikali-cizer-carlos-latuff-gizem-sahin/#respond Wed, 31 Dec 2014 14:49:18 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/31/efendileri-korkutan-guney-amerikali-cizer-carlos-latuff-gizem-sahin/ Özgün ve abartılı tiplerle gülmecenin kullanılmasının tarihi, karikatürden öncesine kadar gider bu coğrafyada. Karagöz oyunlarında kullanılan karakterlerden, Nasreddin Hoca hikâyelerine, hatta Ortaoyunu’na varıncaya kadar abartılı gülmece, izleyicinin/dinleyicinin gözüne sokmak ister meramını. İzleyicinin/dinleyicinin önyargısını da kırmaya yarayan bu alaycı dil, kimi zaman bir devletlûyu kimi zaman bir zengini hedef eder kendisine… Aslında abartılı gülmeceyi politik yapan biraz da budur. Gündelik […]

The post Efendileri Korkutan Güney Amerikalı Çizer CARLOS LATUFF – Gizem Şahin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Özgün ve abartılı tiplerle gülmecenin kullanılmasının tarihi, karikatürden öncesine kadar gider bu coğrafyada. Karagöz oyunlarında kullanılan karakterlerden, Nasreddin Hoca hikâyelerine, hatta Ortaoyunu’na varıncaya kadar abartılı gülmece,
izleyicinin/dinleyicinin gözüne sokmak ister meramını. İzleyicinin/dinleyicinin önyargısını da kırmaya yarayan bu alaycı dil, kimi zaman bir devletlûyu kimi zaman bir zengini hedef eder kendisine…

Aslında abartılı gülmeceyi politik yapan biraz da budur. Gündelik yaşam içerisinde konu edilemeyen, eleştirilemeyen kişi ya da durumlar, abartılı gülmeceyle konuşulur, tartışılır kimi zaman toplumsal bir mesele haline getirilir.

Gazete ve dergilerin çoğalması, baskı tekniklerindeki gelişmeler, karikatürle beraber abartılı gülmecenin bu versiyonunun daha da toplumsallaşmasına yol açacaktır. Tabi “doğal olarak” sansürlenecek, toplatılacak ve yasaklanacaktır da.

Anlam yüklenmiş resim yani karikatür; “derdi olanlar”ın 17. yüzyılın başından bu yana sosyal ve siyasi eleştiri yapmak için kullandığı ifade biçimlerinden biri, bir kültür. Yaşadığımız coğrafyada Osmanlı’dan günümüze, eleştiri amaçlı gülmecenin toplumsallaştığ en büyük mecralardan biri olan karikatür, toplumsal sorunların da küreselleştiği bir ortamda bazen “ortak” bir dil işlevi görüyor. Bu enternasyonal dilin usta isimlerinden biri Carlos Latuff. Özellikle İsrail’in işgal politikası ve Filistin’in direnişini konu edindiği karikatürleriyle tanınan Latuff, karikatürün politik geleneğini taşıyan sanatçılardan biri. ABD politikalarından küresel kapitalizme, Brezilya’da hükümetin iç politikalarına direnen halkların mücadelesine varıncaya geniş bir coğrafi yelpazede
ayrıntılı çizimleriyle tanınan Latuff’un yaşadığımız coğrafyaya ilişkin de çizimleri mevcut. TMK mağduru çocuklar, Berkin Elvan, Soma Katliamı ve TC’nin iç ve dış politikalarını kendi üslubuyla resmeden Latuff, yakın zamanda Kobanê Direnişi’ni de çizimlerine yansıttı. IŞİD’i, bölge devletlerini, küresel güçleri ola- ğanlığıyla deşifre eden çizgileri, karikatürün aslında ne olduğunu ne olması gerektiğini en açık şekliyle ortaya koyuyor.

 

Gizem Şahin
[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.

The post Efendileri Korkutan Güney Amerikalı Çizer CARLOS LATUFF – Gizem Şahin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/31/efendileri-korkutan-guney-amerikali-cizer-carlos-latuff-gizem-sahin/feed/ 0
“Geri Dönüşüm’ün Başlangıcı ve Sonucu” – Özgür Oktay https://meydan1.org/2014/12/26/geri-donusumun-baslangici-ve-sonucu-ozgur-oktay/ https://meydan1.org/2014/12/26/geri-donusumun-baslangici-ve-sonucu-ozgur-oktay/#respond Fri, 26 Dec 2014 20:32:48 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/26/geri-donusumun-baslangici-ve-sonucu-ozgur-oktay/ Şişelerden önce kaplar vardı: tas, güğüm, kâse, kova, küp, testi, bakraç… Yiyip içtiklerimizi taşıdığımız kaplar, çok uzun yollar gidemiyordu ya da buna zaten ihtiyaç yoktu. “Geri” teknolojiydi bunlar ya da “geri dönüşüme” zaten ihtiyaç yoktu. Şişelerin yarattığı çöp, 1940’lara kadar çok büyük bir sorun yaratmadı. İkinci Dünya Savaşı öncesinde gazlı içecek ve bira şişeleri, ortalama […]

The post “Geri Dönüşüm’ün Başlangıcı ve Sonucu” – Özgür Oktay appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Şişelerden önce kaplar vardı: tas, güğüm, kâse, kova, küp, testi, bakraç… Yiyip içtiklerimizi taşıdığımız kaplar, çok uzun yollar gidemiyordu ya da buna zaten ihtiyaç yoktu. “Geri” teknolojiydi bunlar ya da “geri dönüşüme” zaten ihtiyaç yoktu.

Şişelerin yarattığı çöp, 1940’lara kadar çok büyük bir sorun yaratmadı. İkinci Dünya Savaşı öncesinde gazlı içecek ve bira şişeleri, ortalama 30 kez kullanılıyordu. Çöp sorunu, yerel üreticiler tarafından çözülüyordu. Ancak İkinci Dünya Savaşı’nda, deniz aşırı ülkelerdeki askerlere yiyecek ve içecek göndermek için kullanılan teneke kutular ve tek kullanımlık şişeler, savaş sonrasında bir kapasite fazlası yarattı. Yine kapasitesi artan cam, teneke kutu ve çelik sanayilerinin teşvikleri ile savaş döneminde yaratılan bu tüketici alışkanlığı arttı. Büyük şirketler, bu dayanıklı ve tek içimlik şişeleri ülke çapına göndererek daha da büyüdüler. Büyüyen hacimle birlikte maliyetleri iyice azaltan şirketler, uzun süre çöp sorunuyla da uğraşmak zorunda kalmadılar. 1970’e gelindiğinde, biranın %76’sı ve gazlı içeceklerin %40’ı bu tip şişelerde satılıyordu.

Tek kullanımlık şişelere karşı ilk mücadeleyi, 1953’te Vermont eyaletindeki çiftçiler başlattı. Çayırlara atılan şişeleri yiyen inekler ölüyordu. Örgütlenen çiftçiler, bu şişelerin satışının yasaklanmasını sağladılar. Buna karşılık, Amerikan Kutu Şirketi (ACC) ve Owens-İllinois Cam Şirketi, “Amerika Güzel Kalsın” adıyla lobi faaliyetine başladılar. Bunlara Coca-Cola, PepsiCo ve ABD Bira Üreticileri Birliği de katıldı ve grup, “çevreyi kirletenlere” karşı bir medya kampanyası başlattı. ACC genel müdürü Stolk, çöpü yere atmayı “ulusal utanç” olarak tanımlayıp kendi şişelerine getirilen yasağa karşı çıktı. Okullar, kiliseler ve kulüplerden üye toplayan lobi, çöp atmaya karşı para ve hapis cezalarını savunuyordu. Lobi, en sonunda 1957’de yasağı kaldırtmayı başardı.

Yine 1971’de Oregon eyaleti, yükselen atık yığınlarını durdurabilmek için, bira ve gazoz şişelerine zorunlu 0.05 $ depozito ücreti getirdi. Amaç, insanların şişeleri geri dönüşüme vermeleri için maddi bir teşvik yaratmaktı. Arkasından Vermont ve diğer eyaletler de, bu soruna aynı çözümle, hatta daha kuvvetli yaptırımlarla çare aradılar. Ancak şirketler, mevcut büyüklüklerini bu şişelere borçluydular ve bu şişelerden vazgeçmek, onlar için yok olmak demekti.

Şirketler bu dönüm noktasında, atık kavramını STK’lar aracılığıyla tekrar işlemden geçirerek geri dönüşüm furyasını başlattılar. O yıllarda çevrecilik tepe noktasındayken, Amerika Güzel Kalsın kampanyaları kapsamında 1971’de çekilen bir reklamda, bir Kızılderili’yi canlandıran ünlü aktör Cody, yolda gördüğü her çöp için ağlıyordu. Reklam “Kirliliği insanlar başlatıyor. İnsanlar durdurabilir.” diyerek, çöp sorununu olduğu gibi bireylerin üzerine yüklüyordu. Siyaset sahnesine şirket lobisi, tüketicilere “istedikleri şişeyi kullanma özgürlüğünü” verdiği için, bu özgürlükle birlikte gelen “çevrecilik” sorumluluğunu, yine tüketicilere yüklemeyi başardı. Şirketlerin yerleştirdikleri algı, 1993 yılında Amerikan Plastik Konsülü’nün bu açıklamasında çok net görülüyor: “Bir ürünü satın alırsam, kirleten benimdir. Atığından da ben sorumlu olmalıyım.”

“Çevrecilik” sorumluluğunu bireylere yüklerken, ne yapılması gerektiğini de yine şirketler söylüyordu. Bu dönemde, ACC halkla ilişkiler direktörü McGoldrick, “atık ürünlere gerçek çözüm, kaynakların yeniden kullanımı ve katı-atık yönetimidir.” diyerek, ilk çevre politikalarının tanıtımını yapıyordu. Önerdiği karmaşık sistem, sorumlu tüketicilerin kutuları ayrı çöplere atması ve kamu kuruluşlarının geri dönüşüm yatırımları yapmasını kapsıyordu. Bu “çevreci” sorumluluğun şirketlere düşen kısmı ise, örnek olmak için kurulan birkaç küçük geri dönüşüm tesisi hariç, bu dâhiyane sistemi önermekti.

Basit bir şekilde eski tip şişe üretmek yerine, tek kullanımlık şişelerin toplanıp tekrar kullanıma sokulması için karmaşık bir sistem öneriliyordu. Fakat birçok şehirli ve aktivist, “çevrecilik” bilincini bir nişan olarak kabul ettiler ve aslında sadece büyük şirketlerin varlığına hizmet eden bu algıyı yaygınlaştırdılar. Onları teşvik etmek için, maaşla çalışabilecekleri CEO’ları olan STK’lar bile kuruldu. Bu algı, kapitalizmin küreselleşmesine paralel olarak bütün dünyaya yayıldı.

Bu sistemde ilk bakışta net görülmeyen ve uygulamalar arasında en çok çeşitlilik gösteren kısım, şişelerin toplanmasıydı. Şişeler, bazı coğrafyalarda yasa gereği zorunlu olarak ayrı çöplere atılıp belediye tarafından toplanırken; başka coğrafyalarda ezilen kesimler tarafından atıldıkları ilk çöp kutusundan toplanarak inanılmaz düşük fiyatlara geri dönüşüm tesislerine satılıyordu. Her durumda toplama maliyetini üstlenmeyen Anheuser-Busch, Coca-Cola, PepsiCo gibi şirketler, geri dönüşüm yapan yan şirketler kurarak daha da fazla kar etmeye başladılar.

Geri dönüşümün kısa tarihinde tekrardan gördüğümüz döngü, kapitalizmin bir ekolojik tahribat yaratması, tahribattan etkilenenlerin bir direniş başlatması, kapitalizmin yeni bir algı yaratarak direnişi etkisiz hale getirmesi, kapitalizmin tahribatı sürdürmesi ve bu yeni algı sayesinde yeni bir endüstri yaratıp bundan kar elde etmesidir. Kyoto gaz borsasında, yeşil ürünlerde vs. aynı döngüyü görebiliriz.

Sistemin bu tahribata karşı duyarlılıklarımızı törpülemek ve tüketimini meşrulaştırmak için kullandığı “geri dönüşüm”, aslında bencilliğin ve bireyciliğin örgütlenmesidir. Geri dönüşüm kutusunda rahatlayan vicdanlar, yeniden tüketmeye hazırdırlar. Duyarlılığına karşılık bulanlar, artık daha fazla sorgulamak zorunda değillerdir. Çünkü üzerlerine düşeni yapmışlardır. Atıkları hızlıca ortadan kaldırarak çevresini temiz tutanlar, toplumsal sorumluluğunu yerine getirmiş olmanın verdiği rehavetle; ne suların kapaklanmasına, ne de bir yudum su için bu kadar plastiğin üretilmesine laf etmeye fırsat bulamazlar.

Yükselen ve patlayan çöp yığınlarının, çöp toplamak zorunda kalanların ve ekolojik katliamların sorumlusu, bu sistemdir. Sistem, kar odaklı ve merkezi olduğu sürece bu katliamı durdurmak mümkün değildir.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.

Özgür Oktay

[email protected]

The post “Geri Dönüşüm’ün Başlangıcı ve Sonucu” – Özgür Oktay appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/26/geri-donusumun-baslangici-ve-sonucu-ozgur-oktay/feed/ 0
Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (12) : “Özgürlüğün Birikimi” – Iain McKay https://meydan1.org/2014/12/26/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-12-ozgurlugun-birikimi-iain-mckay/ https://meydan1.org/2014/12/26/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-12-ozgurlugun-birikimi-iain-mckay/#respond Fri, 26 Dec 2014 19:30:30 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/26/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-12-ozgurlugun-birikimi-iain-mckay/ Giriş Ekonomi, haklı olarak, çoğunlukla aşağılanan bir konudur. Malatesta’nın unutulmaz bir şekilde ifade ettiği gibi: “Papaz seni uysal ve itaatkâr tutmak için her şeyin Tanrı’nın iradesi olduğunu söyler; ekonomist ise doğa kanunu der.” Yani ekonomist “yoksulluğun bir sorumlusu yoktur, bu yüzden ona karşı isyanın da bir anlamı yoktur. “ demeye getirir. Proudhon’un doğru şekilde ifade […]

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (12) : “Özgürlüğün Birikimi” – Iain McKay appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 Meydan Gazetesi’nin Anarşist Ekonomi Tartışmaları yazı dizisini, yine anarşist ekonomi üzerine yapılan bir panel konuşmasının metni ile sürdürüyoruz. 2012 Londra Anarşist Kitap fuarında yapılan bu panel, daha önce içinden iki yazı alıntıladığımız “Özgürlüğün Birikimi-Anarşist Ekonomi” adlı derlemenin gördüğü ilgi üzerine düzenlenmiş. Iain McKay, paneldeki konuşması için hazırladığı metinde, bir yandan günümüzdeki anarşist ekonomi anlayışının anarşizm tarihi ile bağlantılarını kurarken, bir yandan da anarşist yoldaşların günümüzde haklılığı ortada olan öngörüleri üzerinden sosyalist ekonomi anlayışına bir eleştiri getiriyor.

Giriş

Ekonomi, haklı olarak, çoğunlukla aşağılanan bir konudur. Malatesta’nın unutulmaz bir şekilde ifade ettiği gibi: “Papaz seni uysal ve itaatkâr tutmak için her şeyin Tanrı’nın iradesi olduğunu söyler; ekonomist ise doğa kanunu der.” Yani ekonomist “yoksulluğun bir sorumlusu yoktur, bu yüzden ona karşı isyanın da bir anlamı yoktur. “ demeye getirir. Proudhon’un doğru şekilde ifade ettiği gibi, “ekonomi-politik… sadece mülklülerin ekonomisidir, uygulaması da doğası gereği, kaçınılmaz olarak halkın sefaletine yol açar.” Dünyanın her yerinde, tasarruf tedbirlerinin acısını çekenler onunla aynı fikirdedir: “Ekonomistler halkın düşmanıdır.”

Hiçbir şey değişmedi, sadece her zamanki alternatifin daha kötü olduğu görüldü. Ancak işçi olmayan biri Lenin’in vizyonunu ortaya atabilirdi: “Bütün vatandaşlar devletin maaşlı işçilerine dönüştürülecek… Toplumun tamamı tek bir ofis ve tek bir fabrika olacak”. Diğer bir açıklamasında ise “Bütün ekonomiyi posta servisi gibi örgütlememiz” gerektiğini söylüyor oluşu, bu sosyalizm anlayışının kıtlığını özetliyor.

Kropotkin’in uzun zaman önce belirttiği gibi, Marksistler “Sosyalist Devlet düşüncesinin, herkesin devlet memuru olduğu bir çeşit Devlet kapitalizminden ne farkı olduğunu açıklama zahmetine girmiyorlar.”

Kapitalistlerin yerine bürokratları koymak… bundan daha iyi bir vizyona ihtiyacımız var.

Alternatif ihtiyacı

Anarşistler uzun zamandır (her iki taraftaki) sınırlı vizyona karşı mücadele ediyorlar. Örneğin, Emma Goldman “gerçek zenginliğin yararlı ve güzel şeylerden, sağlam, güzel cisimleri ve çevreyi yaratmaya yarayan şeylerden oluştuğunu” savunur. Bunu ekonomi ders kitaplarında bulmazsınız! Kropotkin şurada iyi anlatmış:

“Ekonomistler, kar, kira, kapital faizi adları altında… toprak ya da kapital sahiplerinin… düşük-ücretli-emekçilerin yaptığı işten elde edebileceği çıkarları… hevesle tartışırken, … en önemli soru olan ‘Ne üreteceğiz ve nasıl üreteceğiz?’ mecburen arka planda kaldı… Bu nedenle, toplumsal ekonominin ana konusu -yani, insani ihtiyaçları karşılamak için gereken enerjinin ekonomisi- bu ekonomi tezlerinde incelenmesi beklenen en son konudur.”

Bunlar, burjuva ekonomisinin bir bilim değil, kapitalizmi ve zenginleri koruyan bir ideolojinin biraz fazlası olduğunu ve ancak bu sona erdiği zaman ekonominin gerçek bir bilim olarak doğacağını gösterir.

Anarşist ekonomi nedir?

O zaman, Anarşist ekonomi nedir? Bence, iki şey demektir. Birincisi kapitalizmin anarşist analizi ve kritiği, ikincisi ise anarşist ekonominin nasıl çalışacağı hakkında düşüncelerdir. Bu ikisi şüphesiz birbiriyle ilişkilidir. Kapitalizmde karşı olduğumuz şey, anarşist ekonomi vizyonumuza yansıyacaktır. Aynı anda, özgür toplum tahayyülümüz de yaptığımız analize ilham verecektir.

Fakat anarşist ekonomiyi tartışmaya başlamadan önce hızlıca, özgürlükçü olmayan alternatiflerden bahsetmem gerekiyor. Tarihte, sosyalist ekonomi problemini ele alan iki bakış açısı görülür ve her ikisi de yanlıştır. Birincisi gelecekteki toplumun detaylı tasvirlerini sunmak; ikincisi sosyalizm üzerine kısa yorumlarla sınırlanmaktır.

Geleceğin yemekhaneleri için tarifler…

İlk sosyalistler, Fourier ve Saint-Simon gibiler, detaylı planlar sundular ve iki şey açıkça ortaya çıktı. Birincisi, tasarladıkları mükemmel toplulukların imkânsızlığı; ikincisi elitist nitelikleri – gerçekten de en doğrusunu kendilerinin bildiklerini düşünüyorlardı ve bu yüzden “sosyalizm” vizyonlarında demokrasi ve özgürlük önemli değildi. Proudhon bu sistemleri tiranlık olarak eleştirdi.

Bu vizyonların ne kadar istenir ya da pratik oldukları tartışması bir yana, bunların altında yatan, detaylı tasvirler oluşturabileceğimiz düşüncesi yanlıştır. Örneğin Adam Smith kapitalizmin nasıl çalışması gerektiği hakkında detaylı bir model sunmamıştır; hâlihazırda nasıl çalıştığını tarif etmiştir. Soyut modeller ise daha sonra, neo-klasik ekonomi ile birlikte, mevcut sistemi savunmak için ortaya çıkmıştır. Bunlar, ekonomistlerin imkânsız varsayımlara dayalı, olmayacak modeller ürettiği savaş-sonrası ekonomi döneminde zirveye ulaşmıştır. Maalesef bunlar gerçek ekonomilerde, gerçek insanlara korkunç koşulları dayatmak için kullanıldı ve hala kullanılıyor.

Bir imkânsızlık olarak (en iyi durumda) ya da devlet kapitalizmi olarak (en kötü durumda) Marksizm

Sosyalist ekonomiye ikinci bakış açısı Marx’la birlikte anılır. Şüphesiz Ütopyacı sosyalistlere ve onların detaylı planlarına tepki olarak, sosyalizm hakkında çok az yazmıştır. Maalesef, bir kaç yazıda planlama hakkında yaptığı yorumlar sosyalizmin felaketine yol açmıştır.

Problem, Proudhon’un pazar sosyalizmine karşı alternatif olarak yazdığı Felsefenin Sefaletinde, üç cümleyle özetlenebilecek eleştiride görülebilir. Marx burada terkip hatasının en basit örneklerinden birini yapar: öne sürülenler, iki kişi (Peter ve Paul) arasındaki ekonomik ilişkiyi tartışırken mümkün gözükür, ama milyonlarca insanı, ürünü ve çalışma yerini kapsayan bir ekonomi için kesinlikle mümkün değildir. Eleştiride önerdiklerinin böyle şartlarda ütopik olduğu, Marx nasıl işleyeceğini açıklamaya çalışsaydı açıkça görülürdü.

Marx Felsefenin Sefaletinde öne sürdüğü dolaysız (merkezi) komünizmden kolayca vazgeçti ve Komünist Manifestoda geçiş dönemi olarak devlet kapitalizmini savundu. Kapitalist yapılar üzerine kurulan ve merkezileşmenin damgasını vurduğu sosyalizm, bu temelde yavaş yavaş uygulamaya konacaktı. Fakat bu merkezi planlama savunusu bir yanılgıya dayanıyordu: kapitalist şirketlerin büyüdükleri zaman pazardan daha bağımsız, geniş çapta bilinçli karar alabilmeleri. Ancak kapitalizm altında dar bir karar oluşturma kriteri vardı ve Marks şunu sorgulamadı: büyük şirketlerin planlamalarını mümkün kılan şey planlamalarının sadece tek bir etkene dayanmasıydı – kar. İşte bu indirgemeci yaklaşım, merkezi planlamanın işleyebileceği yanılsamasını yaratır.

Ayrıca mutlu bir tesadüf eseri, yöneten azınlığın karını ve gücünü artırmaya yarayan kriterin biçimlendirdiği bir endüstriyel-ekonomik yapının, kapitalizmin bizi mahrum bıraktığı ihtiyaçları karşılama iddiasında olan sosyalizm için mükemmel olması ilginçtir.

Neo-klasik ekonomide olduğu gibi, yanlış düşüncelerin ciddi sonuçları vardır. Bu düşünceler, Rus Devrimi sırasında Bolşeviklerin fabrika komiteleri yıkıp yerine kapitalizmden miras kalan merkezi endüstriyel yapıları (Çarlık Glavki) koymaları için gerekli ideolojik altyapıyı sağlamıştır – sonuç hem ekonomi, hem de toplum için felaket olmuştur.

 

 

Iain McKay

Britanya’nın önemli (ve en eski) anarşist dergisi Black Flag (Kara Bayrak)’ın yayın kolektifi üyesi olan Iain McKay, Black Flag’in yanı sıra Freedom dergisinde ve Anarchist Writers sitesinde yazardır. 1996’da internette yayımlanan ve daha sonra iki cilt olarak kitaplaştırılan “An Anarchist FAQ” (Anarşist bir Sıkça Sorulan Sorular)’ın ana yazarlarından olup, AK Press’ten yayınlanan ve Kropotkin’in “Karşılıklı Yardımlaşma” düşüncesine bir giriş ve değerlendirmenin yazarıdır.

Bugünü analiz ederek geleceğin taslağını çizmek

Yani Marksist perspektif kusurludur: birkaç cümle yeterli değildir. Geleceğin taslağı, modern toplumun ve eğilimlerinin analizine dayanmalıdır.

Anarşistlerin, kapitalizm ve mükemmel bir model arasında soyut karşılaştırmalar yapmadığını vurgulamalıyım. Proudhon’ın 1846’da (Ekonomik Çelişkiler Sistemi’nde) açıkladığı gibi, emeğin örgütlenmesinin “bugünkü biçimi yetersiz ve geçicidir.” Bu konuda Utopyacı Sosyalistlerle aynı fikirde olsa da, onların vizyon oluşturma tarzını reddederek, kendi sosyalizm anlayışını kapitalizm içindeki eğilimlerin ve çelişkilerin analizine dayandırmayı tercih etmiştir: “ekonomik gerçeklerin ve pratiklerin anlamlarını keşfeden ve felsefelerini ortaya çıkaran araştırmaları başlatmalıyız… Sosyalizmin şimdiye kadarki hataları, onu ezen gerçekliği kavramak yerine fantastik bir geleceğe atılarak hayali inançları sürdürmesi yüzünden olmuştur.” Bu analiz ve kapitalizm eleştirisi olumlu vizyonları besler.

Örneğin Proudhon, işçilerin, emeklerini kontrol ederek ürettikleri “kolektif güce” el koyan patrona “kollarını satıp özgürlüklerinden vazgeçtiklerini” savunur. Fakat “kolektif gücün prensibi, işçiler ve liderlerin eşit ve ortak olmasıdır.” Ancak “bu ortaklığın gerçekleşmesi için, katılanların eşitliğine dayalı bir mecliste, bilinçli birer ses ve aktif birer etken olmaları gerekir.” Bu, özgür erişimi ve toplumsallaşmayı gerektirir ve işçiler bir çalışmaya katıldıklarında “iş arkadaşlarının ve hatta yöneticilerin hak ve imtiyazlarına derhal” sahip olmalıdır. Bu yüzden “eşitliğe dayalı bir çözüm, diğer bir deyişle, ekonomi-politiğin reddini ve mülkiyetin -devletinki dâhil- kaldırılmasını içeren bir emek örgütlenmesi” yaratılmalıdır.

Bugün kavga vererek geleceği yaratmak

Bugün sadece kapitalizmi analiz ediyoruz, dinamiklerini anlıyor ve geleceğini belirleyen unsurlarını tespit ediyoruz. İki yapı var: Kapitalizm içinde, geniş-çaplı üretim gibi amaca yönelik eğilimler ve buna karşı gelen eğilimler (örneğin sendikalar, direnişler, grevler).

İkincisi kilit önem taşır ve anarşizmi genelde ilkini vurgulayan Marksizm den ayırır. Bu yüzden, Proudhon 1848 devriminde oluşturulan kooperatif işyerlerine ve kredilere işaret ederken, Bakunin ve Kropotkin gibi devrimci anarşistler emek hareketlerine önem vermişlerdir. Örneğin Kropotkin, “sendikalarda örgütlenen işçilerin… endüstrinin tüm dallarını ele geçirip… bunları toplum yararına işletmelerini” savunmuştur. Ve bugün kapitalist ezilmeye ve sömürüye karşı kavga veren grev meclislerinin, komitelerin ve federasyonların, geleceğin özgür toplumcu ekonomisinin meclislerine, komitelere ve federasyonlara dönüşebileceğini kolayca görebiliriz.

Bu perspektif, devrimin tabanda, ezilenlerin kendi özgürlükleri için verdikleri kavgada yaratılacağını gösterir. Bu da gösterir ki, özgürlükçü sosyalizmin temel yapıları, işçi sınıfının sömürüye ve ezilmeye karşı verdiği mücadele içinde, işçi sınıfı tarafından yaratılacaktır.

Ve zaman alacaktır. Kropotkin’in vurguladığı gibi, anarşistler “Devrimin, bazı sosyalistlerin hayal ettiği gibi, göz açıp kapayıncaya kadar, bir vuruşla elde edilebileceğine inanmazlar.” Yine onun doğru tahmin ettiği gibi, toplumsal devrimin karşılaştığı ekonomik problemleri çözmek özellikle zaman alacaktır. Bu yüzden, “Devrimin, isyanlarla birlikte başladığı anda açıkça komünist ya da gerçekten kolektivist bir karaktere sahip olmasını bekleseydik, Devrim fikrini ilk ve son kez denize atmış olurduk.” savunusu doğrudur. Ve bu her devrimde görülebilir – 1936 İspanya devriminde bile CNT üyelerinin yarattıkları kolektifler anarşistlerin planlaması ya da önerisiyle değil, o zamanın koşulları gerektiği için yaratılmıştır (Marksistler bunun pek farkında değiller).

Anarşist Ekonominin Yapı Taşları

Anarşist ekonomi bilimi devrimden sonra, anarşist ekonomi evrilirken gelişecek. Ancak anlatılanlara dayanarak temelde bir taslak çizebiliriz.

Anarşizmin her akımında ortak olan birçok şey vardır. Proudhon’un “toplumun toprağa ve emeğin araçlarına sahip olduğu, çok geniş bir federasyonda birleşmiş, demokratik, örgütlü işçi birlikleri” savunusu temeldeki vizyonu özetler.

Böyle bir ekonomide, özel ve devlet mülkiyeti kalmayacak, kullanım hakkı, elde tutma ve toplumsallaştırma ile birlikte üretimde öz-yönetim görülecektir (çünkü Kropotkin’in sürekli vurguladığı gibi, işçiler “endüstrilerin gerçek yöneticileri olmalıdır”). Endüstri, tarım ve komün seviyelerinde sosyo-ekonomik federalizmin yanı sıra kullanıcı grupları ve ilgi grupları olacaktır.

Bu merkezsiz bir ekonomi olmalıdır. Kropotkin’in doğruca belirttiği gibi, “toplumsal devrimin getireceği ekonomik değişiklikler o kadar büyük ve o kadar temelden olacak ki… [yeni] toplumsal biçimleri tanımlamak bir ya da birkaç kişinin yapması imkânsız bir iş olacak… [Bu] ancak kitlelerin kolektif çalışmasıyla olabilir.” Bu ise, ekonomik birlikler arasında, gerçek otonomi ve yatay bağlantılarla yapılan serbest anlaşmaları gerektirir.

Basitçe, üretimin merkezsiz yapılanmasına ve bu yüzden birlikler arasında anlaşmalara ihtiyacı vardır. Merkezi bir kuruluş, doğası gereği kendine özgü olan ihtiyaçların tüm koşullarını bilemez. İhtiyaçların karşılanması için gerekli kriterleri ya da kabul edilebilir maliyetleri bilemez. Bunların ne zaman ya da nerede gerekeceğini de bilemez. Bilmeyi denese bile, (ne soracağını bildiğini ve tüm verileri toplayabildiğini varsayalım) verilerin içinde boğulur.

Bu, bireyler için olduğu gibi, çalışma yerleri ve topluluklar için de böyledir. Kropotkin’in doğruca tahmin ettiği gibi, “önceden belirli miktarda malzemenin belirli bir günde, belirli bir yere gönderilmesini kumanda eden güçlü merkezi hükümet” düşüncesi “istenen bir şey değildir” ve “çılgın bir ütopyadır.” Gerçekçi ve cazip bir sistem, halkın “birlikte uyumlu çalışmasını, hevesini ve yerel bilgisini” gerektirir.

Böyle bir sistem uygun teknolojilere dayanır. Burada vurgulamam gerekir, anarşistler geniş çaplı endüstriye tümüyle karşı değildir ve bunu Proudhon’dan beri açıkça belirtmişlerdir. Örneğin Kropotkin “modern endüstrileri analiz edersek, bazıları için, aynı yerde toplanan yüzlerce, hatta binlerce işçinin gerekli olduğunu görürüz. Dev demir-çelik ve maden işletmeleri kesinlikle bu türdendir; okyanusu geçen gemiler, köydeki fabrikalarda yapılamaz.” Özgür bir toplumda, endüstrinin çapını nesnel ihtiyaçlar belirler. Kapitalizmde ise, bu çap, karı artırmak için, teknolojinin gerektirdiğinden çok daha fazla genişler.

Ayrıca, üretim bölünmeye değil entegrasyona dayalı olmalıdır. El emeği ve düşünce emeğinin birleşmesi ve endüstri ve tarım emeğinin birleşmesi sayesinde iş (emek) bölümü yerine iş miktarının bölünmesi gelecektir. Özgür komünitelerde, tarım ve endüstri bir arada bulunur ve işlerin çeşitliliğini artırarak çoğunluğun sağlıksız ortamlarda sıkıcı işlerle uğraştığı, emir-veren ve emir-alanlar şeklindeki bölünmeyi yok eder.

Bunun anlamı tabii ki işyerlerinin, çevresinin ve işin kendisinin dönüştürülmesidir. Maalesef birçokları endüstriyel yapının ve çalışma biçimlerinin kapitalizmde olduğu şekliyle, değişmeden kalacağını düşünüyorlar, sanki bir toplumsal devrimden sonra işçiler işleri aynı şekilde yapacakmış gibi!

Özgürlükçü Komünizm

Tekrar edelim, bütün bunlar anarşizmin bütün akımlarında neredeyse aynıdır. Kilit fark dağıtımdır: tüketimin emeğe dayalı olması (eski sözleşme) ya da komünizm (tartışmak gerek).

Çoğu anarşist komünisttir – Sovyetler Birliği’nin anlamında değil (akıllı görünen insanların bunun söylediklerine tanık oldum), “herkesten kabiliyetine göre, herkese ihtiyacına göre” anlamında. Etik olarak, Kropotkin’in çok iyi belirttiği burada özetlemeyeceğim nedenlerle, çoğu anarşist bunun en iyi sistem olduğu konusunda hem fikir olacaktır.

Böyle bir sisteme ne kadar çabuk ulaşılabileceği ve tam olarak nasıl işleyeceği anarşist çevrelerde tartışma konusudur. Şimdilik, bir özgürlükçü komünist toplumun, onu yaratanların arzularına ve bulundukları koşullara göre gelişeceğini söylemek yeterli olacaktır. Ancak bugünden açıkça görülen bazı sorunları tartışabiliriz.

Mesela mutualizmden farklı olarak fiyat yoktur. Kapitalizm altında kar ihtiyacı ekonomik krizlere ve belirsizliğe yol açar, ama pazarlar kapitalist olmasa bile problemlidir. Pazar fiyatları ekonomik kararları yönlendirir çünkü emek, hammadde, zaman, vb. gerçek maliyetleri yansıtır (ama birçok başkasını yok sayar, ya da en iyi ihtimalle gizler) ve bir yandan da (her ne kadar kapitalizm altında tekeller, kar vb. ile çarpıtılsa da) değişen üretim koşullarını yansıtır.

Peki, fiyatlar olmadan kaynakları en iyi nasıl paylaştırabiliriz? Bu çok açık değildir. Örneğin altın ve kurşunun benzer kullanım değerleri varsa neden birini ya da diğerini kullanalım? Pazarlar (kötü de olsa) bunu yapar (altının kilosu 100£ ve kurşunun 10£ olduğu için seçmek basittir, ama fazla basittir). Bunun için özgürlükçü komünist ekonominin, pazarların yarattığı bozucu etki olmadan, insanları üretimin gerçek maliyetleri ve koşulları hakkında bilgilendirmesi gerekir. Kropotkin’in önerdiği gibi, “fiyat dediğimiz bu bileşik sonucu, davranışlarımızın yüce ve kör yöneticisi olarak kabul etmek yerine analiz etmemiz gerekmez mi?” Bu yüzden fiyatı analiz etmemiz ve ekonomik ve sosyal karar alma sürecini bilgilendirmek için “farklı bileşenlerini ayrı tutmalıyız”.

Kaynakları paylaştırmak için kullanacağımız prensipleri, özgür toplumun federal yapıları dâhilinde anlaşarak belirlememiz gerekir. Örneğin, karar alma sürecinde kullanılmak üzere, bir ürünün yaratılmasındaki her aşamada bir maliyet-fayda analizi yapmak için çeşitli etkenler (daha önce hesaplanan maliyetlerin ve verilen kararların doğruluğuna dayanarak) bir katsayı oluşturacak şekilde önem dereceleriyle çarpılarak toplanır. Böylece nesnel maliyetler yansıtılabilir (zaman, enerji, kaynaklar), ama arz ve talep değişimleri ne olacak? Bu önemli bir sorundur çünkü özgürlükçü komünist toplum, ürünleri ihtiyaca cevap verecek şekilde üretmelidir. Öncelikle, her işyerinin üretimde ya da talepte oluşacak beklenmedik değişimler için bir stok tutması mantıklı olacaktır. Ayrıca, her işyerinin talep ve/veya üretimdeki göreli değişikleri tanımlayan bir az bulunurluk ölçüsü olabilir ve diğer işyerleri bunları kullanarak alternatifler arayabilirler – yani bir ürün tedarik edilemiyorsa bu değer artar ve bu ürünü kullananlar başka işyerleri ile iletişime geçerler ya da farklı seçenekleri araştırırlar.

İşyerleri federasyonları bütün bu değişimleri takip eder, ilgi grupları, kullanıcı grupları ve diğer toplumsal örgütler ve federasyonlar ile diyalog halinde, geniş-çaplı projeleri ve büyük girişimleri ve kapanışları örgütler. Bu girişimler farklı seviyelerde olabilir. Örneğin tek bir işyeri, çalışanlara daha fazla serbest zaman tanımak için üretim zamanını kısaltmaya çalışabilir: işte süreçler ve üretkenlik konusunda yenilikçilik için gerçek bir teşvik. Federalizm ihtiyacı tam olarak şu gerçeğe dayanır: Farklı kararlar, farklı (uygun) seviyelerde alınmalıdır.

Fakat üretim, ürünleri üretmenin ötesinde bir şeydir. Ucuzluk ve mekanik yapılabilirlik sorularından çok daha önemli olan bir insan meselesi vardır. Bu yüzden tek tek hedefleri ya da (karı artırma ya da zamanı kısaltma gibi) kriterleri reddetmeli ve resmin bütününe bakmalıyız. Kapitalizmin temelinde “ucuz mu?” sorusu varken, özgürlükçü bir ekonominin temeli “doğru mu?” olacaktır.

Sonuçlar

Sonuçta, kendi çıkarımız ekonomik özgürlük yönündedir. Bir patrona kölelik yapmanın bencillik örneği olarak verilmesini hiç anlayamadım ama burjuva ekonomisinin söylediği bu.

Kropotkin’in vurguladığı gibi, “üretim, insanın ihtiyaçlarını gözden kaybetti ve tamamen yanlış bir yöne saptı ve bunun sorumlusu hatalı örgütlenme yapısıdır… gelin… üretimi gerçekten bütün ihtiyaçları karşılayacak şekilde yeniden örgütleyelim.” Ve bu ihtiyaçlar, bütün bir insanın ihtiyaçlarıdır, bir kullanıcı, bir üretici, topluluğun bir üyesi ve ekosistemin bir parçası olan eşsiz bireyin. Kapitalizmin esirgediği ya da hayatlarımızın eşit derecede önemli diğer yönleri pahasına kısmen karşıladığı ihtiyaçlar.

Marksistlerden farklı olarak, sınıf hiyerarşisi ve kar güdüsünün mevcut ekonomik yapıda yarattığı kusurların farkındayız. Bu yüzden kısa vadeli amacımız kapitale el koymak ve onu insan ihtiyaçlarını karşılar hale dönüştürmektir. Uzun vadeli amacımızsa endüstriyel yapıyı dönüştürmektir. Bunun nedeni tam olarak, kapitalizm altında “verimli” olanın, Lenin ne derse desin, insanlar için iyi olmadığıdır.

Daha önce söylediğim gibi, anarşist ekonomi biliminin gelişmesi, devrimden sonra, anarşist ekonomi evrilirken olacaktır. Varılacak noktayı tahmin edemeyiz, çünkü görüşümüz kapitalizm tarafından zayıflatılmıştır. Bugünden yapabileceğimiz tek şey, sınıf ve hiyerarşiyi yok ederken ortaya çıkan özgürlükçü toplumun eskizidir. Bu eskizin temeli kapitalizm analizimiz ve eleştirimiz, ona karşı mücadelemiz ve umutlarımız ve hayallerimizdir.

Çeviri : Özgür Oktay

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (12) : “Özgürlüğün Birikimi” – Iain McKay appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/26/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-12-ozgurlugun-birikimi-iain-mckay/feed/ 0
“Homofobiye Kırmızı Kart” – Gürşat Özdamar https://meydan1.org/2014/12/26/homofobiye-kirmizi-kart-gursat-ozdamar/ https://meydan1.org/2014/12/26/homofobiye-kirmizi-kart-gursat-ozdamar/#respond Fri, 26 Dec 2014 16:30:01 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/26/homofobiye-kirmizi-kart-gursat-ozdamar/ Trabzon’da hakemlik yapmaktayken eşcinsel olduğunun öğrenilmesi üzerine görevine son verilen hakem Halil İbrahim Dinçdağ’ın, Futbol Federasyonu’na karşı açtığı davanın 14. duruşması geçtiğimiz günlerde görüldü. Mahkemesi, Passolig tartışmaları arasında çok gündeme gelemese de, Dinçdağ, geçtiğimiz günlerde Almanya’da, homofobiye karşı anlamlı bir ödülün sahibi oldu. Alternatif liglerde hakemlik yapmayı sürdüren Halil İbrahim Dinçdağ’la, mahkeme süreci ve futboldaki […]

The post “Homofobiye Kırmızı Kart” – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Trabzon’da hakemlik yapmaktayken eşcinsel olduğunun öğrenilmesi üzerine görevine son verilen hakem Halil İbrahim Dinçdağ’ın, Futbol Federasyonu’na karşı açtığı davanın 14. duruşması geçtiğimiz günlerde görüldü. Mahkemesi, Passolig tartışmaları arasında çok gündeme gelemese de, Dinçdağ, geçtiğimiz günlerde Almanya’da, homofobiye karşı anlamlı bir ödülün sahibi oldu. Alternatif liglerde hakemlik yapmayı sürdüren Halil İbrahim Dinçdağ’la, mahkeme süreci ve futboldaki ayrımcılık üzerine yaptığımız söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz.

Merhaba, hakemlik yaparken eşcinsel olduğunun ortaya çıkmasının ardından TFF’ye karşı açtığın dava 2010 yılından bu yana sürüyor. Son duruşmada, yine, bilirkişi raporunun gelmediği söylendi ve bir sonraki duruşma 10 Mart 2015 tarihine ertelendi. Bu mahkeme sürecinden biraz söz eder misin?

Askerlik durum bilgisinde benim eşcinsel olduğumdan ötürü askerlik yapmadığımın ortaya çıkmasıyla beraber süreç başladı. Merkez Hakem Kurulu, bir yönetmelikte bulunan “Sağlık problemleri nedeniyle askerlikten muaf tutulanlar hakemlik yapamazlar” hükmü nedeniyle, maçlarda bana görev verilemeyeceğine dair bir karar verdi. Bunun üzerine TFF’ye yazdığım ve haklarımın iadesini talep eden dilekçem basına servis yapıldı. Sonrasında ben de Futbol Federasyonu’na karşı dava açtım.

Aslında bir önceki bilirkişi, beni haklı buldu. “Cinsel yönelim” nedeniyle ayrımcılık yapılamayacağını belirten raporunda “günümüz spor endüstrisinde, profesyonel olarak spor yapan ‘eşcinsel’ sporcular ile hakemlere sıkça rastlanılmaktadır” denildi. Bu, TFF’nin homofobik olduğunun göstergesiydi. Ayrıca İstanbul Valiliği İnsan Hakları Komisyonu da beni haklı buldu. TFF hakkında suç duyurusunda bulundu. Bunlar benim ne kadar haklı bir mücadele verdiğimi gösteriyor.

Kazanılmış bitmiş bir dava aslında. Davayı uzatmak için ellerinden geleni yapıyorlar ama nafile. Bu son duruşmada da bilirkişi rahatsızmış falan deyip uzattılar ama 10 yıl da sürse bu dava bırakılmayacak, sonuna kadar devam edeceğim.

Hakemlik yaparken eşcinsel olduğunun ortaya çıkmasında askerlikle ilgili kağıtlar rol oynadı. Eşcinsellik, askerlik kurumuna göre “çürüklük” sayılıyor, bu zaten belli. Ama sen federasyonun da böyle bir tepki vereceğini düşünüyor muydun?

Trabzon’da 14 yıl hakemlik yaptım ve benim özel hayatımı kimse bilmiyordu. Ayrıca 17 yıl radyo TV programcılığı yaptım. Bunları yaparken eşcinsel olduğum bilinmiyordu. Ve çok sevilen, beğenilen, işini başarı ile yapan biriydim. Askerlik yapmadığım için yaşanan sorun, hakemlik yaptırılmaması ve sonrasında eşcinsel olduğumun öğrenilmesi ile süreç başladı.

Askeriye eşcinselliği hastalık olarak görüyor. TFF de bunu hastalık olarak görüyor ki bana hakemlik yaptırmadı. Bu süreç 5 yıldır devam ediyor. Futbolda homofobi dünyanın her yerinde var.

Düşünsenize, futbolcuya “ne o kız gibi oynuyorsun” demek bile bir ayrımcılık. Çünkü futbol hep erkek uğraşı olarak düşünülür, öyle kabullenilir. Ve maalesef hep cinsel uzuvlar öne çıkarılır.

Burada da futbol federasyonu, benim durumumu basına servis etti. Habertürk gazetesinde Fatih Altaylı’nın köşe yazısında H.İ.D. kısaltmasıyla yer aldım ve bunun ben olduğum çok belliydi. Tabii ki benim isim olarak basın anlamında deşifre edilmemin sebebidir bu yazı. Bu anlamda, benim bilerek teşhir edildiğimi söyleyebiliriz.

Hakemliğin yanında yaptığın radyo programına da elveda demek durumunda kaldın. Ama şimdi Gazoz Ligi gibi alternatif liglerde seni hakem olarak görüyoruz. Buralarda sana ilgi nasıl?

Evet, 17 yıl yapmış olduğun radyo programcılığını da yapamıyorum. Şu anda İstanbul’da Efendi Lig ve Gazoz Ligi’nde maçlar yönetiyorum. Bu iki lig de, endüstriyel futbola karşı kurulmuş liglerdir. İlgi ve alaka çok iyi, çünkü oradakiler cinsel uzuvları ile değil beyinleri ile düşünüyorlar.

Geçtiğimiz günlerde Almanya’daydın ve orada çok anlamlı bir de ödül aldın. Burada eşcinsel olduğun için yaşadığın sorunları düşündüğünde, yürütülen mücadeleleri nasıl değerlendiriyorsun?

Evet, Berlin’de homofobi ile mücadelede “Saygı Ödülü” aldım. Üstelik ödülü eşcinsel olduğunu yıllar önce deklare eden Berlin Eyalet Başbakanı Klaus Wowereit verdi. Bu ödül, bu mücadelenin taçlandırılmasıdır. Bana manevi olarak daha da güç verdi. Almanya’da bu davanın benimsenmesi ve aşırı ilginin olması çok önemli. Ama burada ilgi ve alaka maalesef yok denecek kadar az. Homofobi yalnızca futbolda değil, yalnızca askerlikte değil, hayatın her alanında olduğu için; evde, okulda, sokakta, işyerinde hatta mecliste bile homofobi olduğu için, buna karşı hep birlikte bir mücadele yürütülmesi gerekiyor. Bu anlamda mücadeleleri ortaklaştırmaktan başka şansımız da yok.

Ben bu davamın kazanımla sonuçlanacağını düşünüyorum. Elbette ligleri de özlüyorum. Ama sonrasında, artık eşcinsel olduğum biliniyorken onların tutumunun daha da farklı olacağı ortada.

İnsanların korkmaması gerekir. Çünkü neyden korkarsanız, o korkunuz bir gün gelir esir alır; kaçarsanız sizin peşinizi asla bırakmaz. Ama üzerine güçlü bir şekilde giderseniz ve neyin mücadelesini verdiğinizi bilirseniz, korkunuzu yenersiniz. Ve mücadele uzun da sürse sonunda insanlığın, onurun kazanacağından emin olursunuz.

 

Röportaj : Gürşat Özdamar

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Homofobiye Kırmızı Kart” – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/26/homofobiye-kirmizi-kart-gursat-ozdamar/feed/ 0
Yoldaş Direniyor Mücadele Sürüyor https://meydan1.org/2014/12/26/yoldas-direniyor-mucadele-suruyor/ https://meydan1.org/2014/12/26/yoldas-direniyor-mucadele-suruyor/#respond Fri, 26 Dec 2014 15:54:51 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/26/yoldas-direniyor-mucadele-suruyor/ Alexis’in Yunanistan Devleti tarafından katledilişinin 6. yılında, Devrimci Anarşist Faaliyet Alexis’i anmak ve yine Yunanistan hapishanelerinde açlık grevinde olan anarşist tutsak Nikos Romanos ile dayanışmak için bir yürüyüş gerçekleştirdi. Taksim Tünel’den Yunanistan Konsolosluğu’na gerçekleştirilen yürüyüşe, Galatasaray Meydanı’nda polis saldırdı. Saldırı karşısından geri çekilmeyen DAF, basın açıklamasını burada gerçekleştirdi. Taksim Tünel’de bir araya gelen onlarca DAF’lı, […]

The post Yoldaş Direniyor Mücadele Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Alexis’in Yunanistan Devleti tarafından katledilişinin 6. yılında, Devrimci Anarşist Faaliyet Alexis’i anmak ve yine Yunanistan hapishanelerinde açlık grevinde olan anarşist tutsak Nikos Romanos ile dayanışmak için bir yürüyüş gerçekleştirdi. Taksim Tünel’den Yunanistan Konsolosluğu’na gerçekleştirilen yürüyüşe, Galatasaray Meydanı’nda polis saldırdı. Saldırı karşısından geri çekilmeyen DAF, basın açıklamasını burada gerçekleştirdi.

Taksim Tünel’de bir araya gelen onlarca DAF’lı, “Romanos’a Özgürlük Yaşasın Anarşizm – Devrimci Anarşist Faaliyet” yazılı pankart açtı. Buradan yürüyüşe başlayan DAF, yürüyüş boyunca sık sık “Romanos Yoldaş Yalnız Değildir”, “Devrimci Yürekler Yıkılacak Hücreler”, “Yaşasın Özgürlük Yaşasın Anarşizm”, “İsyan Devrim Anarşi”, “Serhildan Şoreş Anarşi”, “Yaşasın Devrimci Anarşist Faaliyetimiz” sloganları attı. Yunanistan Konsolosluğu’na yürüyen onlarca devrimci anarşist, Galatasaray Meydanı’na geldiğinde polis barikatlarıyla karşılaştı. Barikatlara rağmen yürüyüşünü sürdüren DAF’lılara çevik kuvvet polisleri plastik mermi ve biber gazları ile saldırarak yürüyüşü dağıtmak istedi. DAF’lılar ise saldırıya “Katil Polis Hesap Verecek”, “Katil Devlet Yıkacağız Elbet”, “Bijî Azadî Bijî Anarşi” sloganları atarak, bayrak sopaları ile karşılık verdi. Yaşanan arbedenin ardından geri çekilmeyen DAF’lılar, basın açıklamasını burada okudu. DAF adına açıklamayı Aslı Newroz okudu.

Newroz açıklamada, “Bugün Yunanistan Devleti tarafından 6 yıl önce katledilen anarşist yoldaşımız Alexis için, aynı devletin tecridine karşı 26 gündür açlık greviyle direnen anarşist yoldaşımız Nikos Romanos için sokaklardayız. Bugün yaşadığımız topraklarda, Yunanistan’da, Kürdistan’da, Meksika’da, Ferguson’da, birçok yerde direnirken katledilen tüm kardeşlerimiz için sokaklardayız. Bugün Uğur için, Ceylan için, Berkin için, Ali İsmail için, Ethem için, Medeni için, Arin için, Paramaz için, Kader için sokaklardayız.” dedi. Newroz, iktidarların katliamlarla, tutsaklıklarla yıldırma politikalarına karşı, “Bir yandan yükselen özgürlük çığlığı, dört bir yandan yankılanıyor. Atina’nın hücrelerinden Meksika’ya, Ferguson’un sokaklarından İstanbul’a, Kobanê’nin ve tüm Rojava’nın özgürleşen topraklarına; yeni bir dünyaya olan inanç dalga dalga yayılıyor. Şimdi, özgürlüğe olan bu tutku giderek büyüyor; katledilenlerin öfkesi, yüreklerdeki isyan ateşini daha da harlıyor.” dedi.

Anarşist Kadınlar, Lise Anarşist Faaliyet, Anarşist Gençlik, MAKİ ve Taçanka Anarşist Komünist Kolektif’in de katıldığı eylem, okunan basın açıklamasının ardından “Yaşasın Özgürlük Yaşasın Anarşizm”, “Serhildan Şoreş Anarşi”, “Bijî Azadî Bijî Anarşi”, “Yaşasın Devrimci Anarşist Faaliyetimiz” sloganlarıyla sonlandırıldı.

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.

The post Yoldaş Direniyor Mücadele Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/26/yoldas-direniyor-mucadele-suruyor/feed/ 0
” Cuntaya Karşı Direniş Politeknik İşgali ” – Mercan Doğan https://meydan1.org/2014/12/26/cuntaya-karsi-direnis-politeknik-isgali-mercan-dogan/ https://meydan1.org/2014/12/26/cuntaya-karsi-direnis-politeknik-isgali-mercan-dogan/#respond Fri, 26 Dec 2014 14:47:20 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/26/cuntaya-karsi-direnis-politeknik-isgali-mercan-dogan/ Tam 41 yıl önce, 17 Kasım 1973 günü, Yunanistan’da cunta yönetimine bağlı askerler, 14 Kasım gününden beri işgal altındaki Politeknik Üniversitesi’ne kanlı bir baskın yapmış, 34 devrimci öğrenciyi katletmişti. Askeri cunta yönetiminin bu katliamını hazırlayan süreç, aslında 1967 yılının Nisan ayında gerçekleştirilen ve “Albaylar Cuntası” olarak bilinen darbe dönemine dayandırılabilir. 1973 yılında, CIA’in “Prometheus Planı” […]

The post ” Cuntaya Karşı Direniş Politeknik İşgali ” – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Tam 41 yıl önce, 17 Kasım 1973 günü, Yunanistan’da cunta yönetimine bağlı askerler, 14 Kasım gününden beri işgal altındaki Politeknik Üniversitesi’ne kanlı bir baskın yapmış, 34 devrimci öğrenciyi katletmişti. Askeri cunta yönetiminin bu katliamını hazırlayan süreç, aslında 1967 yılının Nisan ayında gerçekleştirilen ve “Albaylar Cuntası” olarak bilinen darbe dönemine dayandırılabilir.

1973 yılında, CIA’in “Prometheus Planı” adı vererek açıkça planladığı ve desteklediği cunta ile iki albay ve bir generalden oluşan askeri konsey, Yunanistan’da yönetimi ele geçirdi. Darbe sonrası askeri yönetimin atadığı yeni hükümet, Kral Konstantinos’un önünde yemin ederken, ”her şeyden önce” anti-komünist ve partiler üstü olacağını belirtirken; yeni hükümet göreve başlar başlamaz komünistler başta olmak üzere muhalif kesime yönelik geniş çaplı tutuklamalar yapıldı, aynı şekilde muhalif basına yönelik ağır bir sansür uygulamaya kondu. Tutuklanmayan muhalifler ise, sürgüne gönderildi. Darbeci albaylardan Yorgo Papadopulos, 1 Haziran 1973’te monarşiye son verip, cumhuriyet ilan ettikten sonra, kendisini de cumhurbaşkanı olarak ”atadı”. Aslında cuntacı albayı böylesi bir “açılıma” zorlayan aynı yılın başlarında ortaya çıkan sokak muhalefeti ve direnişlerdi. Şubat 1973 yılında gerçekleşen Atina Üniversitesi Hukuk Fakültesi işgali, aynı yılın Kasım ayında gerçekleşecek Politeknik Direnişi’nin habercisi ve cuntaya karşı yükseltilen direniş barikatının bir göstergesiydi.

Kasım ayının 14’üne gelindiğinde, “illegal” faaliyet göstermekte olan Yunanistan Üniversiteli Öğrenciler Birliği(EEFE) çağrısıyla binlerce üniversite öğrencisi Atina Politeknik Üniversitesi’ni işgal etti ve Yunanistan çapında, darbe yönetimine karşı topyekun direniş çağrısı yapıldı. Direnişçiler, 24 saat boyunca, ele geçirdikleri üniversite radyosu aracılığıyla ve “Özgür Savaşçı” adıyla, cuntanın zulmünü teşhir eden yayınlar yaptı. Politeknik direnişçilerinin bu çağrısına halktan yanıt gecikmedi. 15 Kasım günü on binlerce kişi alanlara çıktı. 16 Kasım’da ise askeri yönetimin kalbi olan Genelkurmay binasına yürüyen 50 bini aşkın insana asker tarafından ateş açıldı ve insanların üzerine tanklar yürütüldü, 4 saat kadar süren sokak çatışmaları sonrası 23 kişi direniş barikatlarında katledildi. Fakat bu katliam Politeknik’te başlayan direnişi sönümlendirmek bir tarafa, yükseltti. Kasım’ın 16’sını 17’sine bağlayan gece yarısına gelindiğinde barikatların başında ve alanlarda 100 binden fazla kişi vardı. Tankların da içinde bulunduğu askeri birlikler ise Politeknik Üniversitesi’ne yönelerek, üniversite bahçesindeki ilk barikatın başında bulunan 16 direnişçiyi katletti. Tanklarla üniversite duvarlarının yıkılması sonucu binaların içinde bulunan 20 kişi daha Politeknik’te üçüncü gününe giren direnişin diğer barikatlarında yaşamını yitirdi. Tüm bu katliamlar yaşanırken ise, direnişçilerin ele geçirdiği radyoda, “Özgür Savaşçı”nın cunta karşıtı mücadele çağrısı yapan yayını, direnişin sonuna dek kesilmedi. Politeknik’te cuntaya karşı direnirken yaşamını yitiren “Özgür Savaşçı”lardan biri askerlerce vurulurken, mikrofonu bir diğeri aldı. Üç gün süren Politeknik Direnişi sonucu toplam 75 kişi Yunan devletinin cunta yönetimince katledildi. Cunta yönetimi ise bu büyük direniş sonucu gitgide zayıfladı ve 23 Temmuz 1973’te, yönetimi sivillerden oluşan geçici hükümete bıraktı.

Politeknik Direnişi ile albaylar cuntasının iktidardan düşmesi, Avrupa’da hayatta kalabilen son askeri diktatörlüklerinin de çözülüşü sürecini tetikleyerek bir anlamda domino etkisi yarattı. 1974’te Portekiz’de Salazar ve 1975’te İspanya’da Franco diktatörlükleri tarihe gömüldü.

1973 Kasım ayında yaşanan Politeknik Direnişi, Yunanistan’daki sokak muhalefetinin de ileriki yıllarda, mücadelesinde esin kaynağı oldu. Direnişten 35 yıl sonra 2008 Aralık ayında anarşist genç Alexis’in polis tarafından katledilmesi sonucu devlet terörüne karşı direnmek için alanlara çıkanlar Politeknik Üniversitesi’ni “Vitrinlere Değil, Gökyüzüne Bak” sloganıyla bir kez daha işgal ettiler ve yaklaşık bir ay sürecek isyan hareketini buradan başlattılar.

Mercan Doğan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” Cuntaya Karşı Direniş Politeknik İşgali ” – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/26/cuntaya-karsi-direnis-politeknik-isgali-mercan-dogan/feed/ 0
ABD’de Polis Katletmeyi Sürdürüyor https://meydan1.org/2014/12/25/abdde-polis-katletmeyi-surduruyor/ https://meydan1.org/2014/12/25/abdde-polis-katletmeyi-surduruyor/#respond Thu, 25 Dec 2014 18:24:53 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/25/abdde-polis-katletmeyi-surduruyor/ ABD’de siyahilere yönelik polis ve devlet şiddeti olanca hızıyla sürerken, sokaklar da durulmuyor. Ülkenin bir çok yerinde sokağa dökülen halk, polisle çatışıyor. Her ne kadar ABD’de siyahilere uygulanan ayrımcılık ülkenin tarihi kadar eski olsa da, meseleyi güncel hale getiren polis ve devletin son zamanlarda yaptığı saldırılar oldu. Darren Wilson isimli polisin silahsız Mike Brown’ı katletmesinin […]

The post ABD’de Polis Katletmeyi Sürdürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
ABD’de siyahilere yönelik polis ve devlet şiddeti olanca hızıyla sürerken, sokaklar da durulmuyor. Ülkenin bir çok yerinde sokağa dökülen halk, polisle çatışıyor. Her ne kadar ABD’de siyahilere uygulanan ayrımcılık ülkenin tarihi kadar eski olsa da, meseleyi güncel hale getiren polis ve devletin son zamanlarda yaptığı saldırılar oldu. Darren Wilson isimli polisin silahsız Mike Brown’ı katletmesinin ardından, polisin aralarında John Crawford III, Eric Garner, Tamir Rice, Akai Gurley, Israel Hernandez, Oscar Grant, Ezell Ford ve Ramarley Graham gibi siyahilerin olduğu 14 genci katletmesi ve sorumluların Büyük Jüri (Grand Jury) tarafından aklanması; işlenen cinayetlerin münferit vakalar olmaktan ne kadar uzak olduğunu ve aslında tam olarak bir devlet geleneği -politikası- olduğunu gösterdi.

Öte yandan, polis cinayetleri ve sokak eylemleri devam ederken, polis biri yine siyahi iki kişiyi daha katletti. ABD’nin Los Angeles kentinde, kesici alet taşıdığı ve etrafa tehditler savurduğu iddia edilen kişi, sokak ortasında vurularak öldürüldü. Diğer cinayet ise Arizona’da gerçekleşti. 34 yaşındaki Rumain Brisbon adlı siyahi Amerikalı, 2 ve 9 yaşlarındaki çocuklarına yemek götürdüğü sırada, beyaz bir polis tarafından vurularak öldürüldü. Brisbon’un silahsız olduğu belirtildi.

Bu son olaylarla beraber daha da büyüyen sokak eylemleri, ülkenin dört bir yanına yayıldı. Washington, New Haven, New Jersey, Colorado, Denver, Los Angeles, Boston, Chicago ve Miami’de protestolar gerçekleştirildi. Eylemciler birçok yerde otoyolları trafiğe kapattı. Yüzlerce eylemci ise New York’ta Columbus Circle’daki iki mağazayı bastı. Polisin, başından beri eylemcilere karşı takındığı sert tavır ise, ABD’de polisin katliamlarının son bulmayacağını gösteriyor.

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.

The post ABD’de Polis Katletmeyi Sürdürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/25/abdde-polis-katletmeyi-surduruyor/feed/ 0
” DAF; Selanik, Gümülcine ve Atina’da Kobanê Direnişi’ni Anlattı ” – Alp Temiz https://meydan1.org/2014/12/25/daf-selanik-gumulcine-ve-atinada-kobane-direnisini-anlatti-alp-temiz/ https://meydan1.org/2014/12/25/daf-selanik-gumulcine-ve-atinada-kobane-direnisini-anlatti-alp-temiz/#respond Thu, 25 Dec 2014 15:31:48 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/25/daf-selanik-gumulcine-ve-atinada-kobane-direnisini-anlatti-alp-temiz/ Devrimci Anarşist Faaliyet ve Anarşist Kadınlar, Kobanê direnişi ile dayanışma için gerçekleştirilen, Yunanistan’da 3 farklı şehirde düzenlenen etkinliklerde konuşma yaptı. Gerçekleştirilen her 3 etkinlikte de, Devrimci Anarşist Faaliyet adına Alp Temiz, Anarşist Kadınlar adına Mercan Doğan ve RoarMag editörü Joris van Eyck konuşma yaptı. İlk konuşmayı yapan Joris van Eyck, Kobanê direnişinin başlıca sosyo-politik koşullarından […]

The post ” DAF; Selanik, Gümülcine ve Atina’da Kobanê Direnişi’ni Anlattı ” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Devrimci Anarşist Faaliyet ve Anarşist Kadınlar, Kobanê direnişi ile dayanışma için gerçekleştirilen, Yunanistan’da 3 farklı şehirde düzenlenen etkinliklerde konuşma yaptı.

Gerçekleştirilen her 3 etkinlikte de, Devrimci Anarşist Faaliyet adına Alp Temiz, Anarşist Kadınlar adına Mercan Doğan ve RoarMag editörü Joris van Eyck konuşma yaptı.

İlk konuşmayı yapan Joris van Eyck, Kobanê direnişinin başlıca sosyo-politik koşullarından bahsetti. Kürt halkının özgürlük mücadelesi ve Rojava devriminin tarihsel gelişim süreci hakkındaki temel bilgilerin aktarımını yaptı. TC sınırları içerisinde yaşayan Kürt halkının Rojava devrimi ile bağlantısını ise, üç temel unsura bağladı: “Birincisi, devletlerin çizdiği sınırlar, yapay yapılardır. Bu sınırlar, TC içinde yaşayan Kürt halkının Rojava ile bağlantısını koparamamıştır. İkinci olarak, TC devletinin IŞİD’e sağladığı destek, TC sokaklarında Rojava ile dayanışmak ve TC’nin bu tavrını protesto etmek için yapılan eylemleri meşrulaştırıyor. Üçüncüsü, Rojava’da gerçekleşen devrim, Türkiye’deki demokratik özerklik süreci ile aynı ilkelere dayanıyor.”

Ardından konuşan Alp Temiz, Devrimci Anarşist Faaliyet’in Rojava Devrimi ve Kobanê Direnişi’ni destekleyişinin haklı gerekçelerini açıklarken, kendini anarşist olarak adlandıran ya da toplumsal devrim mücadelesi veren örgütlenmelerin de bu direnişi desteklemek zorunda olduğunu şu sözlerle belirtti:

“Rojava’da oluşan durum, ne Esad’ın bölgeyi bırakmasıyla; ne de küresel güçlerle yapıldığı iddia edilen anlaşmalarla oluşmuştur. Rojava’da iki buçuk yıl öncesinde gerçekleşen büyük dönüşüm; siyasal hareketliliğin Ortadoğu’yu iki zıt kutuptan (cuntacı sekülerler-muhafazakar demokratlar) birinin iktidarını seçmeye zorladığı bir konjonktürde gerçekleşmiştir. Rojava ortadoğu coğrafyasındaki “baharların” kışa döndüğü bir dönemde, halkın bu iki kutuba sığmayıp kendi çözümünü yaratmasıdır. 


Rojava’da yaşam yeniden yapılandırılırken, yaratılmaya çalışılan toplumsal mekanizmaların merkeziyetçi olmayan yapısı, devletsizliğe yapılan ısrarlı vurgu, üretim-tüketim-dağıtım ilişkilerinin kapitalizmden olabildiğince uzak bir şekilde örgütleniyor oluşu, öz-örgütlenmenin toplumsal işleyişin sürdürülmesinde garantör olması, üç kantondaki komünlerin ayrı ayrı karar süreçleriyle komünlerin işleyişini şekillendiriyor oluşunun önemini, yaşadığımız çağda kimse inkar edemez.

Yakın coğrafyada toplumsal mücadele veren devrimciler olarak bize sadece umut vermeyen, mücadele verdiğimiz coğrafyalarda mücadelemizi besleyen bu toplumsal dönüşümün; olumsuz ya da daha olumlu bir yola gireceğini bilemeyiz. Ancak bizler, devrimci anarşistleriz. Bir kenarda oturup olanları izleyip, sadece yorum yapamayız; toplumsal mücadelelerin içerisinde yer alır, anarşist bir devrim için mücadele ederiz.”

Son olarak, Anarşist Kadınlar adına konuşma yapan Mercan Doğan ise, Kobanê direnişinde kadınların rolünü, kadın mücadelesinin cephede ve aynı zamanda cephe gerisinde nasıl gerçekleştiğini anlattı. Kadın Savunma Birlikleri YPJ’nin Kobane direnişindeki rolünün, 1936’da İberya’da anarşist devrim mücadelesindeki Mujeres Libres (Özgür Kadınlar) birliklerininki ile taşıdığı benzerliklere vurgu yaptı.

Türkiye, Suriye, Irak ve İran devletlerinin sınırlarla bölmeye çalıştığı Kürt halkının özgürlük mücadelesine gösterilen dayanışmada “Li Dijî Dehaqan, Em Hemû Kawane” söyleminin önemini Kürt mitolojisindeki Ezen Dehaq’a karşı Ezilenlerin, Kawa’nın mücadelesi üzerinden anlattı. Son olarak sınırda yaşanılan deneyimleri aktaran Mercan Doğan, konuşmaların ardından, sınırdaki deneyimleriyle ilgili soruları yanıtlayarak konuşmasını detaylandırdı.

Gümülcine (Komotini)’de yer alan Adelante Özgür Sosyal Merkezi’nde, bu yıl 10’uncusu düzenlenen Antiotoriter Festival kapsamında 13 Kasım akşamı “Modern Totaliterliğe Direnmek: Kobane Savaşı” başlıklı panel gerçekleştirildi. Dinleyicilerin sosyal merkezi tümüyle doldurduğu etkinlikte, gerçekleştirilen konuşmalardan sonra sorulan sorular, kadın mücadelesinde yoğunlaştı. Bir kadın dinleyicinin “Genç yaşta kadınların savaşta aktif yer aldığını görüyoruz. Bu şekilde savaşmak kadının doğasına aykırı değil mi?” şeklindeki sorusunu Anarşist Kadınlar’dan Mercan Doğan şu şekilde yanıtladı: “…bunca katliam ve tecavüz karşısında buna direnmemek, bununla mücadele etmemek kadının doğasına aykırı olurdu.” Saat 20:00’de başlayan etkinlik, gece 01:00’de sonlandı.

14 Kasım akşamı Selanik’te yer alan Mikropolis Özgür Sosyal Merkezi’nde gerçekleştirilen etkinlik, saat 19:30’da başladı. Mikropolis konferans salonunun tümüyle dolduğu etkinlik gece 12:00’de sonlandı.

16 Kasım akşamı Atina’da Excharia mahallesinde yer alan Nosotros Özgür Sosyal Merkezi’nde gerçekleştirilen etkinlik ise, saat 20:00’de başladı. 5 saatten fazla süren etkinlikte, Türkiye’deki devrimci mücadelelerinde yasal engellerle karşılaşarak Avrupa’da siyasi sürgün olarak yaşamlarını sürdüren çeşitli devrimci kurumlardan bireylerin de dinleyici olarak katılımları gözlemlendi. Konuşmaların sonlanmasının ardından söz alarak Kobane direnişini ve Devrimci Anarşist Faaliyet’in mücadelesini selamladıklarını ifade eden sürgündeki devrimciler, panelistlerin dayanışma çağrılarını tekrarladılar.

18 Kasım akşamı Ioannina şehrinde gerçekleştirilmesi planlanan etkinlik ise, program yoğunluğu nedeniyle iptal edildi.

Alp Temiz

[email protected]

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” DAF; Selanik, Gümülcine ve Atina’da Kobanê Direnişi’ni Anlattı ” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/25/daf-selanik-gumulcine-ve-atinada-kobane-direnisini-anlatti-alp-temiz/feed/ 0
Osmanlı’da Anarşizm – Sarayın Kapısına Dayanan Anarşistler: İtalyan İşçi Birliği https://meydan1.org/2014/12/24/osmanlida-anarsizm-sarayin-kapisina-dayanan-anarsistler-italyan-isci-birligi/ https://meydan1.org/2014/12/24/osmanlida-anarsizm-sarayin-kapisina-dayanan-anarsistler-italyan-isci-birligi/#respond Wed, 24 Dec 2014 19:25:33 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/24/osmanlida-anarsizm-sarayin-kapisina-dayanan-anarsistler-italyan-isci-birligi/ Osmanlı’da Anarşizm Anarşizmin bu topraklarda toplumsal bir etki yaratabilmesi, çok da uzak olmayan bir geçmişe sahip olsa da, anarşizm, bu coğrafyadaki başkaldırı ve mücadele geleneğiyle bağını kurabildiği oranda “sadece bir entelektüel çaba” olmaktan çıkabilmiştir. Bu coğrafyada, kökleri 19. yüzyılın sonlarına kadar ulaşan anarşizmin, dönemin bütün dünyada ses getiren anarşist yönelimlerinden etkilenmemesi imkansızdı. “Eylemle propaganda” döneminin […]

The post Osmanlı’da Anarşizm – Sarayın Kapısına Dayanan Anarşistler: İtalyan İşçi Birliği appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Bu topraklar üzerinde yaşayan anarşizmi incelemek, üzerine yorum geliştirmek tabi ki kolay bir iş değil. Özellikle son dönemde dünya üzerinde yaşanan toplumsal hareketlerle beraber düşünüldüğünde, anarşizmin toplumsal hareketler üzerindeki etkisinin giderek artmakta olduğu söylenebilir. Bu artan etki, kendini sadece anarşizmin doğrudan etkisi olarak göstermemekte. Anarşizmin siyaset arenasına soktuğu ve tartıştırdığı meselelerin ve kavramların, toplumsal hareketler üzerinde bıraktığı etkisi, hareketlerin mücadele hattı, yöntemi ve mücadelenin dayanağını oluşturan noktaları bütünüyle değiştirerek kendini göstermektedir. Bu değişimi, bu coğrafya üzerindeki toplumsal hareketlerde de gözlemlemek mümkündür.

Tüm bu dolaylı etkilerin yanında, anarşizmin doğrudan toplumsal hareketlere etki eden yanını içinde bulunduğumuz on senelik süreçte yaşamaktayız. Anarşist bir mücadelenin gelenek haline geldiği topraklardaki deneyimler, mücadelenin kendini yeni göstermeye başladığı diğer coğrafyalar açısından yardımcı olma niteliği taşıyor. Öte yandan anarşizmin yerelliklere özgü mücadele anlayışını savunan doğasıyla, bu deneyimlerin farklı özgün koşullarda nasıl daha da farklılaştırılabileceğini gözler önüne seriyor.

Bu topraklardaki anarşizmin, belki de taşıması gereken en önemli özelliği bu. Kendi özgün koşullarında kendini yaratan, kendi coğrafyasındaki mücadelelerin geleneğini bünyesinde barındıran, daha örgütlü, devrimci ve iktidarın bütün yeni biçimlerine karşı yaratıcı ve kalıcı faaliyetler ve söylemler geliştirebilen bir anarşizm.

Tüm bu kaygıları barındıran bir bakış açısıyla, özellikle Osmanlı’nın son dönemlerinde faaliyet yürüten, yürüttükleri faaliyetlerle mevcut siyasete etki eden anarşist hareketleri, örgütlenmeleri ve anarşistleri Meydan Gazetesi’nin bu sayısıyla birlikte irdelemeye başlıyoruz. Bu bölümünde çok derine inmeden Osmanlı’daki anarşizme genel hatlarıyla değinerek bir giriş yapmaya çalıştık. Şu ana kadar, Osmanlı’nın son dönemlerinde anarşist harekete ilişkin yazılanların yetersizliğini göz önünde tutarak hazırlayacağımız bu yeni bölümle, aynı zamanda boşluk gördüğümüz bu literatüre katkı yapmayı umuyoruz. Yine aynı bölüm kapsamında, Dario Antonelli’nin Meydan Gazetesi için kaleme aldığı İtalyan İşçileri Birliği’yle ilgili köşe yazısını da yayınlıyoruz.

 

Osmanlı’da Anarşizm

Anarşizmin bu topraklarda toplumsal bir etki yaratabilmesi, çok da uzak olmayan bir geçmişe sahip olsa da, anarşizm, bu coğrafyadaki başkaldırı ve mücadele geleneğiyle bağını kurabildiği oranda “sadece bir entelektüel çaba” olmaktan çıkabilmiştir.

Bu coğrafyada, kökleri 19. yüzyılın sonlarına kadar ulaşan anarşizmin, dönemin bütün dünyada ses getiren anarşist yönelimlerinden etkilenmemesi imkansızdı. “Eylemle propaganda” döneminin en etkili olduğu yıllarda, Osmanlı Devleti’nde anarşizmin kök salmaya başlaması rastlantı olmasa gerek. Osmanlı Devleti içindeki farklı etnik unsurların (özellikle Ermenilerin), özgürlükleri için girişmiş olduğu bir dizi “eylemle propaganda” sadece yöntemsel bir tercih değildi. Anarşizm, Osmanlı Devleti içerisinde Ermenilerin bir dizi örgütlenmesinde ideolojik olarak da yer bulmuştu.

Aleksander Atabekyan Aleksander Atabekyan

Bu ideolojik örgütlenmede, Kropotkin’e yakın isimlerden biri olan Aleksandr Atabekyan’ın rolü büyüktür. 1891’e kadar birçok Batılı anarşistle iletişim halinde olan Atabekyan, dönemin tüm Ermeni devrimci hareketlerinde önemli bir kişiliktir. 1891’de, Londra’da aralarında Kropotkin’in de bulunduğu bir toplantıda Rusça makaleleri basmayı ve yaşadığı coğrafyaya ulaştırmayı üstlenir. Bu niyetle 1895’te Hamanykh’yi (komün) basar. Dergide sadece anarşizm ve Ermeni Devrimci Hareket’e ilişkin makaleler yoktur. Aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin yürüttüğü Ermeni katliamı da derginin önem verdiği konular arasındadır.

Atabekyan, Ermeni Devrimci Federasyon’un içinde de önemli bir yere sahiptir. Bu federasyonun II. Abdülhamit’e girişeceği suikastler, bu eylem biçiminin Osmanlı Devleti’nde giderek artan bir siyasal ifade biçimi kazanmasına neden olacaktır.

Atabekyan’la hemen hemen aynı döneme denk düşen, anarşist yazının ilk eserini Kıbrısizade Osman Bey’in Fransızca yazdığı “Socialisme et Anarchie” oluşturur. Kitap, Sofya’da 1895’te basılmıştır. Bu kitap, anarşizm üzerine basılmış ilk kitaptır. Kitabın, anarşizm tarihinde çok sönük kalmış, ancak anarşist hareket açısından bir o kadar da zengin bir tarihe sahip Bulgaristan’da çıkması gayet anlamlıdır.

Bu dönemin politik zenginliğinin içinde, özellikle Ermenilerin ve Yahudilerin anarşist girişimleri dikkat çekmiştir. Osmanlı içindeki bu anarşist çevrelerin faaliyetleri, modernleşmeye çalışan Osmanlı içerisindeki, modern Batıya daha yakın (hem düşünsel, hem mekânsal) konumları olabilir. Ancak akıldan çıkarılmaması gereken bir nokta da, özellikle Batı dışı anarşizmlerin bu çevrelere etki edebileceği olasılığıdır. Nitekim bu girişimlerin Sofya ve Selanik menşeili girişimler olması dikkat çekicidir.

1910’da, yani Haydar Rıfat Beynelmilel İthal Fırkalar içindeki “Anarşist Fırkalar; Proudhon-Bakunin”e yer verdiği tarihte, bu coğrafyadaki birçok ideolojiye kaynaklık eden İştirak ilk sayısını çıkarttı.

İştirak’ta anarşizm ve anarko-sendikalizmle ilgili de birçok makale yayımlanmıştı. Sosyalist bir çizgiye daha yakın olan gazetede, bu makalelerin yayınlanmasında Baha Tevfik’in etkisi göze çarpmaktadır. Baha Tevfik, 1914’te ölene kadar, İştirak içinde, anarşizmin kendine yer bulmasını sağlamıştı. Materyalizm, Nietzsche, birey vb. konularda yazılarıyla Baha Tevfik, Abdullah Cevdet, Hüseyin Hilmi gibi önemli karakterlerin arasında kendine özgün bir yer edinebilmiştir. Yazdığı “Felsefei Ferd” kitabıyla, liberal olduğu tartışmalarına net bir cevap vermiştir.

İştirak içerisindeki “anarşist çevreler”in, Atabekyan ya da Selanik’te faaliyette olan “anarşist çevrelerle” ilişkisine dair hiçbir veri bulunmamasına rağmen, İştirak’ı hazırlayan düşünsel süreçlerde, özellikle Selanik’te faaliyette bulunanların etkisi göz ardı edilemez. Müslüman olmayan tebaada anarşizm, Osmanlı Devleti karşısında radikal bir tutuma bürünerek radikal eylemleri de içeren bir harekete dönüşmüş, modernleşmeyle birlikte ortaya çıkan aydın çevre içerisinde anarşizm aynı zamanda entelektüel bir birikimin oluşmaya başladığı bir düşünce de olmuştur.

 

Sarayın Kapısına Dayanan Anarşistler : İtalyan İşçi Birliği

Ondokuzuncu yüzyılın 70’li ve 80’li yılları arası, Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme dönemine girdiği, hükümetin zayıfladığı, Mısır üzerindeki hâkimiyetin zayıfladığı, Balkanlar’da savaşların ve ayaklanmaların yoğunlaştığı bir dönemdir. Bu durum, Akdeniz’in doğu havzasının, enternasyonalistlerin ve devrimcilerin dikkatlerini yönelttiği bir coğrafya olmasına yol açmıştı.

Aynı dönemler, bahsi geçen bütün bu bölgelerde enternasyonalistlerin ve devrimcilerin, İtalyan göçmen işçiler ve sınırdışı edilen siyasi işçilerin oluşturduğu grupları örgütlediği dönemlerdi. 1870’de aralarında anarşistlerin de olduğu kalabalık İtalyan topluluklarının yaşadığı Mısır-İskenderiye’de ilk anarşist örgütlenmeler oluştu. Bu örgütlenmelerden biri, 1877’de Verviers’teki (Belçika) AIT kongresinde temsil edildi.

Aynı süreçte İstanbul’da, İtalyan İşçi Birliği (La Società Operaia Italiana di Mutuo Soccorso) 1863’ten beri faaliyet gösteriyordu. Bu birlik, sürgündeki 14 İtalyan işçi tarafından kurulmuştu. Radikal düşüncelerden etkilenen bu birliğe sadece işçiler üye olabiliyordu.

Osmanlı'da Anarşizm3

30 Nisan 1876’da, AIT’in İsviçre seksiyonunun çıkardığı “Jura Federasyonu Bülteni”nde bir makale, Türkiye’deki duruma adandı. “Türk hükümeti sıkıntıda… Hersek’teki savaş İstanbul’da bir devrime yol açabilir” başlığıyla verilen haberde, altı aydır ücretleri ödenmeyen tersane işçilerinin Donanma Bakanlığı’na gittiği, burada bakanın işçilerin delegesini yumrukladığı, sonrasında Veziriazam’a gittiğini, buradan da kötü bir şekilde kovulduğunu, son olarak da padişahla görüşmeye saraya gittikleri, ancak saraya girmeden iki birlik asker tarafından etraflarının sarıldığı yazıldı.

Selanikli Gemiciler Selanikli Gemiciler

1878 Eylül’ünde İtalyan anarşist Errico Malatesta İskenderiye’dedir. Kasım’da İtalyan Konsolosluğu’nun önünde gerçekleştirilen bir eyleme katılan diğer anarşist eylemcilerle beraber, Fransız gemisiyle doğrudan Suriye’ye sürgün edilir. 1881’de, Londra’da düzenlenen anarşist kongrede, hem Osmanlı hem de Mısır temsil edilmiştir. Errico Malatesta, sadece Mısır Federasyonu değil, aynı zamanda İstanbul’daki anarşist örgütlerin de delegesi konumundadır.

Bu birkaç veri bile tarihin bu belirli kesitinin tam anlamıyla keşfedilmeye ve tekrar değerlendirmeye ihtiyacı olduğunu gösteriyor. Özellikle Avrupa anarşizmi ve enternasyonalist hareketi ile genelinde Akdeniz havzasında, özelinde Türkiye’de anarşizmin ve işçi hareketlerinin arasındaki ilişkiye odaklanan çalışmaları devam ettirmeye daha fazla ihtiyacımız var.

İtalya Anarşist Federasyonu’ndan Dario Antonelli

 

       

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.                            

 

 

The post Osmanlı’da Anarşizm – Sarayın Kapısına Dayanan Anarşistler: İtalyan İşçi Birliği appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/24/osmanlida-anarsizm-sarayin-kapisina-dayanan-anarsistler-italyan-isci-birligi/feed/ 0