SAYI 25 – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Tue, 05 May 2015 12:32:31 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Tokat’ta Asker ‘İntihar’ Etti https://meydan1.org/2015/05/05/tokatta-asker-intihar-etti/ https://meydan1.org/2015/05/05/tokatta-asker-intihar-etti/#respond Tue, 05 May 2015 12:32:31 +0000 https://test.meydan.org/2015/05/05/tokatta-asker-intihar-etti/   Gelibolu’da askerlik yapan Gökhan Akbörü, memleketi Almus’a geldi. Av tüfeğini alarak avlanmak için evinden çıkan Gökhan Akbörü akşam saatlerinde eve dönmedi. Akbörü’ye ulaşamayan babası Ahmet Akbörü, durumu polise ve jandarmaya bildirdi, ilçede başlatılan aramada bulunamadı. Ancak Tokat- Almus Karayolunda Gevrek Mahallesi girişinde hareketsiz bir şekilde yatan kişiyi fark edenler durumu polise bildirdi. Olay yerinde […]

The post Tokat’ta Asker ‘İntihar’ Etti appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Gökhan Akbörüğ

 

Gelibolu’da askerlik yapan Gökhan Akbörü, memleketi Almus’a geldi. Av tüfeğini alarak avlanmak için evinden çıkan Gökhan Akbörü akşam saatlerinde eve dönmedi. Akbörü’ye ulaşamayan babası Ahmet Akbörü, durumu polise ve jandarmaya bildirdi, ilçede başlatılan aramada bulunamadı. Ancak Tokat- Almus Karayolunda Gevrek Mahallesi girişinde hareketsiz bir şekilde yatan kişiyi fark edenler durumu polise bildirdi. Olay yerinde yapılan incelemede silahla kalbine ateş etmesi sonucu öldüğü belirtildi. Cumhuriyet Savcısının incelemesinin ardından ceset otopsi yapılmak üzere Ankara Adli Tıp Kurumu’na gönderildi.

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.

The post Tokat’ta Asker ‘İntihar’ Etti appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/05/05/tokatta-asker-intihar-etti/feed/ 0
Yalınayak : ” ‘Kadın Başına’ Devlete Başkaldıranlar ” – Seza Mis Horuz https://meydan1.org/2015/03/18/yalinayak-kadin-basina-devlete-baskaldiranlar-seza-mis-horuz/ https://meydan1.org/2015/03/18/yalinayak-kadin-basina-devlete-baskaldiranlar-seza-mis-horuz/#respond Wed, 18 Mar 2015 14:05:03 +0000 https://test.meydan.org/2015/03/18/yalinayak-kadin-basina-devlete-baskaldiranlar-seza-mis-horuz/   Gazetemizin bu sayısının Yalınayak köşesinde, onlarca yılını tutsaklıkla geçirmiş, şimdi de görüşçü olarak hapishanelere gitmeyi sürdüren eski bir kadın tutsağın mektubuna yer verdik. Seza Mis Horuz gazetemize yazdığı mektubunda tutsaklık dönemini, devletin kadın tutsaklara yönelik sistematik saldırılarını ve kadınların tüm bunlara rağmen büyüttükleri direnişlerini yazdı. Horuz’un gazetemize gönderdiği mektubu, siz okuyucularımızla paylaşıyoruz. Ben ilk […]

The post Yalınayak : ” ‘Kadın Başına’ Devlete Başkaldıranlar ” – Seza Mis Horuz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

 

Gazetemizin bu sayısının Yalınayak köşesinde, onlarca yılını tutsaklıkla geçirmiş, şimdi de görüşçü olarak hapishanelere gitmeyi sürdüren eski bir kadın tutsağın mektubuna yer verdik. Seza Mis Horuz gazetemize yazdığı mektubunda tutsaklık dönemini, devletin kadın tutsaklara yönelik sistematik saldırılarını ve kadınların tüm bunlara rağmen büyüttükleri direnişlerini yazdı. Horuz’un gazetemize gönderdiği mektubu, siz okuyucularımızla paylaşıyoruz.

Ben ilk olarak 12 eylül askeri faşist darbenin hemen sonrasında, 30 Ekim 1980’de Elazığ’da gözaltına alındım ve tutuklandım. 1,5 yıl Mamak ve Erzincan Askeri Cezaevi’nde yattıktan sonra, çıktım. Daha sonra 1984 Mart’ında İstanbul’da gözaltına alındım ve 7 yıl Metris, Çanakkale ve Bartın’da mahpus yattım. 1998’de yeniden tutuklandım; 6 ay Bakırköy ve Kütahya Kadın Cezaevinde kaldım.

Askeri cunta rejiminin ilk yıllarından 85’li yıllara kadar, oldukça kötü koşullarda yaşadık. Gözaltı süreçlerinin 90 gün olduğu, en ağır işkencelerin hem gözaltındayken hem de cezaevindeyken yaşandığı dönemlerdi. İlk tutuklandığımda Elazığ 1800 Evler’de, Ankara DAL’da ve İstanbul Gayrettepe’de toplam 105 gün işkencede gözaltında kaldım. 84’deki tutuklanmamda da 1,5 ay gözaltında kaldım.

Mamak ve Metris cezaevlerinde geçen yıllarım, işkencenin en yoğun olduğu yıllardı.

Devletin devrimci, siyasi, muhaliflere tahammülü yoktur; kadın devrimci siyasi muhaliflere ise hiç yoktur. Gözaltında ve cezaevlerindeki tüm uygulamalarda bunu derinden yaşadık. “Kadın başına devlete baş mı kaldırıyorsun? diye başlayan işkence ve aşağılanmalar hep devam etti. Saldırılar hem siyasal kimliğimize, hem de kadın kimliğimize yönelikti. Yıllarca, mahkemelere her gidişimizde, giysilerimizi tümden soyarak çıplak arama dayattılar. Direnince de kadın gardiyanlar grup olarak saldırılarına ve işkencelerine devam ettiler. Bazen zorla çıkardıkları sutyenlerimizi, ellerimizi kelepçeledikten sonra başımıza bağlayarak askerlerin arasında yürüttüler. Bırakalım hapishane dışına çıkarken yapılan işkenceli aramaları, bir dönem koğuştan havalandırmaya çıkarken de dayattılar. “Arama bahane, amaç işkence” diyerek aylarca soyunmayı kabul etmediğimiz için havalandırmaya çıkamadık. Havasız, kalabalık, nem kokan koğuşlarda ikişer-üçer kişi aynı ranzada yatmak zorunda bırakıldık. Bir maşrapa suyla, banyo yapmaya zorlandık. Regl dönemlerinde pamuk alamadığımız dönemler oldu.

Koğuş aramaları diyerek, yaşadığımız mekanı alt üst ediyorlardı. Giysileri, yiyecekleri birbirine karıştırıyor; üzerine de sıvı yağı döküyorlardı. Kimi aramalarda bizi havalandırmaya çıkarıyorlar, arama süresince de elimizi ve ağzımızı (slogan atmayalım diye) bantla bağlayıp soğukta bekletiyorlardı.

Gazetelerden kesip duvara yapıştırdığımız çocuk ve doğa resimlerini her gün askerler yırtardı; biz de yeniden diş macunu ile yapıştırırdık.

Gözaltında ve cezaevlerinde cinsel küfür ve tacize uğramayan tek bir kadının olduğunu düşünmüyorum. Tecavüze uğrayanlarımızın bazıları da yıllar sonra ancak dillendirebildi. Uzun ve işkenceli sorgular sonunda, yarı ölü bir şekilde, sürüklenerek hücreme götürülürken orta yaşlı, uzatmalı bir asker elle taciz yapıyor, memelerimi sıkmaya çalışıyordu. Ölü seviciydiler. İğrençtiler… Fiziksel gücümün sıfırlandığı bu durum

Kusma ihtiyacı ve öfkemin harmanlandığı anlardı.

Ankara DAL’dayken yaşlı bir anne getirdiler. Zengin bir eve temizliğe gidiyormuş. Evin kadını “altın küpemi çaldı” diye polise teslim etmiş. Onlarda kadına kabul ettirmek için vajinasından elektrik vermişlerdi. Kadın günlerce travmasını yaşadı. “Oğlum yaşındaydılar, ya yakınlarım duyarsa ne yaparım, ben çalmadım” deyip durdu.

İstanbul Gayrettepe’deyken hamile siyasi bir kadın vardı hücremizde. “Bize istediğimiz sayıda isim vermezsen seni bırakmayız. Bebeğin zarar görür” diye işkenceci polisler tehdit etmişti. Kadın bebeğimi düşüreceğim ya da bu koşullarda sakat doğar diye çok büyük korkuya kapıldı. Önceleri isimleri vermek istemedi. Sonra verdi ama buna rağmen gözaltında tuttular. Vicdan azabı ve bebeğini kaybetme korkusuyla sürekli başını duvarlara vurmaya çalışıyor ve çığlık çığlığa bağırıyordu. Kendine zarar vermemesi için sürekli tetikte duruyorduk. Bunlar yaşadığımız binlerce dehşetten sadece ikisi.

İki kişilik hücrede, 10 kadındık. Biraz daha iyi nefes alabilmek için sırayla küçücük mazgalın önüne geliyorduk. Uzanabilecek tek bir sedir vardı. Hijyen koşullarının sıfırlandığı ortamda bitler, vücudumuzda sürüler halinde gezinti yapıyorlardı.

Uzun soluklu direnişler sonucu, 85’lerden sonra koşullar biraz daha düzeldi. Ziyaret koşulları, iletişim hakkı, koğuşlar arası görüşme, vb. haklar daha iyi kullanıldı. Eğitime, üretime, spora daha çok zaman ayırabildik…

Ama 19 Aralık 2000 katliamıyla makara tekrar geri sarıldı. F Tipi (hücre) cezaevleriyle birlikte tecrit, izolasyon ve hak gaspları tavan yaptı. Fiziksel ve psikolojik yıpratmanın bin bir türlüsü dayatıldı; dayatılmaya da devam ediliyor. Görüş saatleri haftada bir saatle sınırlandırıldı, her itiraz, her talep disiplin suçuna sokulup çeşitli yaptırımlar getiriliyordu. Görüş yasağı, iletişim yasağı, ortak alan kullanma yasağı, infaz yakmalar sıradan vakalar oldu. En büyük ve en yaygın sorun da, yaşanan ciddi sağlık sorunlarıdır… 600’ün üzerinde hasta mahpus var, 250’ye yakını ölümün sınırında. Kadın tutsaklar asker yanında muayene olmak istemedikleri için tedavi olamıyorlar.

Koğuş sistemindeyken dışarıdan her türlü yiyecek alınabiliyordu. Giysi çeşitliliği, çarşaf nevresim ya da el işi yapabileceğimiz malzemeler alınabiliyordu. Daha çok insan bir aradaydık. Sevinçlerimizi acılarımızı paylaşabiliyorduk; birbirimizi daha fazla koruyup gözetebiliyorduk; ziyaretlerde diğer arkadaşlarımızın ailelerini görebiliyorduk. Kendimizi, kendi dışımızdaki insanlarla yeniden üretebiliyorduk.

F tipine geçeli beri, koğuş sisteminde yaşadıklarımızın çoğu mümkün değil. Şimdi yalnızlaştırmanın yanı sıra, her şeyi çok fahiş fiyatlarla kantinden alınmaya zorlanıyor tutsaklar. Büyük çoğunluk yetersiz beslenmeden, tecrit koşullarında yaşamalarından dolayı bir dizi sağlık sorunu yaşayabiliyor.

Devlet aklı, taciz, tecavüz ve kadın cinayetleri işleyenleri hasta, psikopat, tahrik olmuş (!!) vb. diyerek salıveriyor. Siyasi tutsaklara da “Hastalar rehabilite edilmeleri gerekir” diyerek, her türlü fiziksel ve psikolojik zorbalığı dayatabiliyor.

Son 12 yıldır bu ülke torba yasalarla yönetiliyor. 12 Eylül askeri faşist cunta döneminde insanlar kedilerle aynı çuvala konulup ağzı bağlanır ve çuvala sopalarla vurulurdu. Her sopada, kedi can havliyle çuvaldaki insani tırmalardı. İşte torba yasalar da içerdeki ve dışarıdaki hayatımızı böyle etkiliyor. Bir tane görece iyi yasa konulsa dahi onlarcasının yaşamı yaşam olmaktan çıkarıyor. Torba yasalar, yaşamı iktidarın çıkarına uygun dizayn etmeye yarıyor. En son örneği de İç Güvenlik Yasa Tasarıları… Onlar her güvenlik dediklerinde biliyoruz ki biz ezilenlerin, biz muhaliflerin güvenliği risk altındadır.

Şu anda cezaevleri ağırlaştırılmış müebbet, müebbet ve uzun yılları bulan cezaları olan kadın tutsaklarla doludur. Ve tecrit insan soyuna dayatılan en büyük zorbalıktır.

Tüm bu zorbalığa rağmen, bu halkın onurlu oğulları ve kızları direniyor. Bu zorbalık koşullarında bile, yaşama gülümseyerek bakmaya çalışıyorlar. Ve yürekleri hep dışarıyla birlikte çarpıyor. Bu çarpıntıya omuz vermek, onların dışarıdaki eli, kulağı, gözü, sesi olabilmek biz dışarıdakilerin görevidir. Onlar için ne yapılabilir diye sorulacak olunursa, çok şeyler yapılabilir diyebilirim. Ağırlaştırılmış müebbet alanların dışındakilere arkadaş görüşçüsü olunabilir; zira her tutsağın aile dışında üç kişilik arkadaş görüş hakkı vardır. Sıklıkla mektup ve kitap yollanabilir, sağlık ve hukuki ihtiyaçları takip edilebilir. Aileleri ziyaret edilebilir. Hapishanelerde yaşananları deşifre etmek ve koşulların düzeltilmesini sağlamak için yapılan demokratik eylemlere omuz verilebilir vb. Yeter ki tüm bunların gerekliliğini yüreğimizde hissedelim.

Geçmişte mahpusta yatarken çoğu zaman dilimize dolanan bir söz vardı; “Çıkacağız, şapkaları yana yıkacağız” diye ya da “Gün Olur Alır Başımı Giderim” melodisini mırıldanırdık. Umut etmek ama aynı zamanda koşullara direnmek; o zaman da bu zaman da mahpusluğun yoldaşıdır. Gün gelir ülkemizin hapishanelerini dolaşma yerine, güzelliklerini dolaşırız neden olmasın?

Madem ki Meydan Gazetesi hapishaneleri dolaşıyor, o zaman ta Metris Cezaevi’nden beri kadim dostum olan, 26 yıldır mahpus yatan ziyaretçisi olduğum Güneş Arduç Eliuygun’a ve ziyaretçisi olduğum ölüm orucu direnişçisi, 15 yıldır mahpus yatan müebbetlik Taylan’ıma sevgi ve selamlarımı yolluyorum. Ayrıca mektuplaştığım ve mektuplaşamadığım tüm kadın ve erkek arkadaşlarıma umut, sevgi ve direnç yüklü hasret ve özlemimi yolluyorum. Tüm hasretliklerin son bulması dileğimle…

 Seza Mis Horuz

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post Yalınayak : ” ‘Kadın Başına’ Devlete Başkaldıranlar ” – Seza Mis Horuz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/03/18/yalinayak-kadin-basina-devlete-baskaldiranlar-seza-mis-horuz/feed/ 0
“Erkekn Mizahın Üstünü Çizen Kadın” -Gizem Şahin https://meydan1.org/2015/03/18/erkekn-mizahin-ustunu-cizen-kadin-gizem-sahin/ https://meydan1.org/2015/03/18/erkekn-mizahin-ustunu-cizen-kadin-gizem-sahin/#respond Wed, 18 Mar 2015 12:08:28 +0000 https://test.meydan.org/2015/03/18/erkekn-mizahin-ustunu-cizen-kadin-gizem-sahin/ Meydan: Karikatürle ilk nasıl tanıştın ve ne zaman başladın? Semra Can: Marmara Üniversitesi’nde öğrenciyken bir dergi çıkartılıyordu. Ben de dergiye komik şiirler yazıyordum. Dergiye çizim de koymak istedik, öyle başladım çizmeye. Daha sonra cesaretlendim ve dergilere gitmeye başladım. İlk karikatürümü Avni’ye çizdim. Sonra -o zaman Limon’du- şimdiki Leman’a çizdim. Çarşaf, Deli gibi dergilerde de çalıştım. […]

The post “Erkekn Mizahın Üstünü Çizen Kadın” -Gizem Şahin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
asd

Meydan: Karikatürle ilk nasıl tanıştın ve ne zaman başladın?

Semra Can: Marmara Üniversitesi’nde öğrenciyken bir dergi çıkartılıyordu. Ben de dergiye komik şiirler yazıyordum. Dergiye çizim de koymak istedik, öyle başladım çizmeye. Daha sonra cesaretlendim ve dergilere gitmeye başladım. İlk karikatürümü Avni’ye çizdim. Sonra -o zaman Limon’du- şimdiki Leman’a çizdim. Çarşaf, Deli gibi dergilerde de çalıştım. En uzun Leman’da çizdim diyebilirim. Profesyonelleştiğim çalışmalarımı Öküz dergisinde verdim. Pazartesi adında feminist bir dergi vardı, orada da çalıştım. Penguen’den ayrılan bir grup çizer Fermuar adında bir dergi çıkartıyordu, orada devam ettim çizmeye. “Böyleyken Böyle” adında bir köşem vardı. Sonra tekrar Penguen’de çizmeye başladım aynı köşeyle. 8 senedir Penguen’deyim.

karikatür2

Köşendeki kadın karakterinden bahsedebilir misin?

Gerçek yaşamdan kopuk bir karakter değil. Ben evliyim ama bekar bir kadını çiziyorum. Kendi dünyasında yaşayan bir kadının hikayelerini anlatıyorum. Bütün kadınlara dokunmaya çalışıyorum. Ayrıca köşeye özellikle bir erkek karakteri dahil etmek istemedim, bu beni kısıtlardı.

Ataerkil sistemde kadın ve bedeni birçok konuda sömürülürken esprilerden, karikatürlerden de nasibini alıyor. Özellikle erkek çizerler çoğunluktayken karikatürlere erkek algı sence nasıl yansıyor?

En basitinden birçok çizimde görmüşüzdür poposu büyük, beli ince kadın karakterleri. Çünkü birçok erkeğin kadına baktığında gördüğü şey bu. Bütün kadınlar kendi meziyetlerince bu durumun karşısında durup, eleştirmeliler. Eleştiriyorlar da. Ben kurguladığım hikayelerde, erkek karakter varsa bile kadına dönüştürüyorum. En azından benim köşemde kadınlar olsun istiyorum, çünkü derginin birçok sayfasında hep erkekler var. Dengelensin diye değil, içimden geldiği için.

Kadın karikatüristler sence neden bu kadar az?

Kadınlara biçilen rollerle alakalı olabilir. Küçüklüğümüzden beri “Kadın dediğin saygı duyulacak, temiz olacak, ağırbaşlı olacak” deyip durdular. Karikatürde ise gözlerin şişer, yorgun olursun, pis olursun, bazen kavga edersin bir şeylerle.

Bize anlattıkları kadın figüründen farklı bir şey çizer olmak. Komik birini kimse umursamaz, ama somurtkan birinin önünde ceketler iliklenir. Kısacası gülme eylemini de erkeklere bırakmışız, her şeyde olduğu gibi.

Çizmeye başladığın günden bu güne hiç kadın olduğun için zorlandığın oldu mu?

Bir keresinde “Sen sadece kadınlarla ilgili çiz.” yönlendirilmesi olmuştu…

Yaşadığımız coğrafyada erkek sistem her gün kadınları katlediyor. Yakın zamanda Özgecan’la beraber öfkemiz daha da arttı. Sen hem karikatürist kimliğinle hem kadın kimliğinle ne düşünüyorsun bu konu hakkında?

Çizer Semra olarak; köşemde çizmek istiyorum ama yapamıyorum. Bazen üzüntümle öfkemin karışıklığından yapamıyorum, bazen de bu meselenin gülünerek hafifletilecek bir şey olmaması gerektiğine inanıyorum. Semra olarak ise diyebilirim ki, korkunç bir zamanda yaşıyoruz. Faşizm yükselmeye çalışıyor. Çok öfkeleniyorum, bu yüzden de sokaklardaki kadınlara destek veriyorum.

karikatür1

The post “Erkekn Mizahın Üstünü Çizen Kadın” -Gizem Şahin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/03/18/erkekn-mizahin-ustunu-cizen-kadin-gizem-sahin/feed/ 0
Spor : Kadınlara Her Yer Deplasman https://meydan1.org/2015/03/18/spor-kadinlara-her-yer-deplasman/ https://meydan1.org/2015/03/18/spor-kadinlara-her-yer-deplasman/#respond Wed, 18 Mar 2015 12:02:58 +0000 https://test.meydan.org/2015/03/18/spor-kadinlara-her-yer-deplasman/ Futbola erkek oyunu diyen bir anlayış, taraftarının da erkek olmasını sağlar. Ancak her yerde her oyunda olduğu gibi sahalarda da, tribünlerde de sadece erkekler yok, kadınlar da var. Meydan Gazetesi olarak Fenerbahçe taraftar grubu Vamos Bien’den Simge Çelik ve Beşiktaş taraftar grubu Beleştepe’den Nurbanu Turan ile futbol ve tribünler üzerine konuştuk. Futbol kelimesi; etrafımızdaki her […]

The post Spor : Kadınlara Her Yer Deplasman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Spor Kadına Her Yer Deplasman

Futbola erkek oyunu diyen bir anlayış, taraftarının da erkek olmasını sağlar. Ancak her yerde her oyunda olduğu gibi sahalarda da, tribünlerde de sadece erkekler yok, kadınlar da var. Meydan Gazetesi olarak Fenerbahçe taraftar grubu Vamos Bien’den Simge Çelik ve Beşiktaş taraftar grubu Beleştepe’den Nurbanu Turan ile futbol ve tribünler üzerine konuştuk.

Futbol kelimesi; etrafımızdaki her şey hızla endüstriyelleştiğinden beri, kelime kökeni itibariyle ata ve erk kelimelerinin bir araya gelmesiyle oluşur. Oyun, “erkek”lerin kafa veya ayak vuruşlarıyla topu karşı kaleye sokma kuralına dayanır. On bir “erkek” ten oluşan iki takım arasında oynanır ve dört “erkek” hakem tarafından yönetilir. Futbolda temel amaç, kaleye topu göndermektir ve buna da “koyduk” denir.

Futbol endüstriyelleştikçe erkekleşmiş, erkekleştikçe kapitalistleşmiş bir oyuna dönüştü. Mahallede boş arazilerde bazen yırtık topla, lisansını değil sadece renklerini önemsediğimiz formamızla, ya da bazen formasızlığımızla, kadınmış erkekmiş önemsemeden futbol oynardık. Yenenin, yenilenin önemi yoktu, sonraki gün kaçta bir araya geleceğimizin önemi vardı. Çünkü en sevdiğimiz oyundu futbol. En birlikte olduğumuz, en samimi olduğumuz oyundu. Şimdi meslekleşmişken, reklamsız hiçbir şey yapılmıyorken, kadınlar yok olmuşken futbol, bizim eskiden oyun olarak oynadığımız futbolu ne kadar anımsatıyor bize? Oyun; bencillik yoksa güzeldir, ölümcül rekabet yoksa uzun ömürlüdür. Bencillik varsa, kanayan dizine yapışmaz hiçbir zaman yara bandı. Kıskançlık varsa, uzanmaz eline bir el, düştüğün yerden kalkman için. Oyun ekip işidir, dayanışma ve uyum gerektirir. Aynı defans oyuncusuyla kalecinin uyumu gibi, aynı saha ile tribün gibi.

Tribünler; taraftarın seyirci kalamadığı yerlerdir. Ne maçtaki heyecanlı bir ana, ne de bir haksızlığa. Endüstriyel futbol yok etmeye çalışsa da e-biletiyle, paso ligiyle, tribün; tribündür. Sevdiğin rengin seyircisi değil taraftarı olmayı deneyimlediğin, polisin ve özel güvenliğin baskısına, şiddetine kol kola direndiğin yerdir. Peki kadın tribünde nerededir?

Çoğu zaman futboldan anlamayan, oynamayı bilmeyen, tribünde yeri olmayanlar oldu kadınlar. Erkeklerle aynı renkleri aynı takımları tutsalar da, erkekler taraftar, kadınlar seyirciydi birçoklarının gözünde. Tezahüratlardan, kaçan pozisyonlara kadar erkek taraftarların dilindeki ataerkil küfürler sarmıştır stadın her yerini. Tribünler bu kadar erkekleşmişken bizde kadın taraftarlarla sohbet ettik:

“Futbolu seveceksen erkek gibi sevmek zorundasın.”

Fenerbahçe taraftar grubu Vamos Bien’den Simge Çelik; Futbol, “erkek” gibi oynanan erkek sporu. Eğer futbolu seveceksen erkek gibi sevmek zorundasın. Erkek gibi küfür etmeli, onlar gibi desteklemelisin takımını. Endüstriyel futbola karşı duruyorken, tribündeki erkek algınında karşısında mücadele etmek gerekiyor.”

“Futbolla ilgili tüm şakalar kadının ofsaytı bilmemesi üzerinden yapılıyor.”

Beşiktaş taraftar grubu Beleştepe’den Nurbanu Turan; Ataerkil toplumda erkek işi diye bir ayrım var, şoförlük gibi. Futbolda mesleğe dönüşmüş durumda, tabiki erkek mesleğine. Nasıl ki erkek algı kadın şoför olmaz diyorsa kadından taraftar da olmaz diyorlar.Tribünler zaten erkeğe göre tasarlanmış, kadınların orada olduğunu unutuyorlar. Küfür ediliyor, arkasından pardon deniliyor. Mesele erkek algısına karşı durmak gerektiği.

TFF’nin kararına göre cezalı maçlarda sadece kadınlar ve çocuk “seyirci” stada giriş yapabiliyor. Bu durum birçok kadın taraftarın tepkisini görmüş durumda. “Kadından taraftar değil seyirci olur” algısıyla tribünlerden yeni bir yer yaratılmaya çalışılıyor ve bu kadının üzerinden gerçekleşiyor. Kadın taraftarlar bu durumu hakaret olarak görüp cezalı maçlara gitmiyorlar.

“Kapitalizm erkektir”

“Kadın bedenine uygun forma yoktu bir yıla kadar. Yapıldığında da bir kez daha gördük kapitalizmi. Ya dekolteydi formalar ya da pırlantalı, “süslü-püslü”ydü. Kadın denildiğinde akıllarına dekoltenin gelmesine şaşırmadık çünkü kapitalizm erkektir ve kadını meta olarak görür.” diyor Vamos Bien’den Simge. “Kapitalizm, kadını metalaştırmaya devam ediyor ve kesinlikle hem sokakta hem tribünde bunun karşısında mücadele etmeliyiz.” diye ekliyor Nurbanu Turan.

Kadınlar hem futbolun endüstriyelleşmesine, hem de futboldaki ataerki’ye karşı mücadeleyi bırakmıyorlar. “biz ne erkeklerle eşit olmak istiyoruz ne de onlardan fazla. Bizi tribünde bir arada tutan şey renklerimizdir ve bu uyumu istiyoruz. Deplasmana giderken otobüste yer verilsin istemiyoruz, turnikeden kol kola atlayalım istiyoruz ve bunu başarıyoruz da.

Tribün çok değerli, ne polisin ne kapitalizmin bir çırpıda yok edebileceği kadar güçlü. Çünkü biz varız, kadınlar ve erkekler var ..

The post Spor : Kadınlara Her Yer Deplasman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/03/18/spor-kadinlara-her-yer-deplasman/feed/ 0
“Kadınların Jinekoloji Kliniği Comandanta Ramona” – Ece Uzun https://meydan1.org/2015/03/17/kadinlarin-jinekoloji-klinigi-comandanta-ramona-ece-uzun/ https://meydan1.org/2015/03/17/kadinlarin-jinekoloji-klinigi-comandanta-ramona-ece-uzun/#respond Tue, 17 Mar 2015 17:53:04 +0000 https://test.meydan.org/2015/03/17/kadinlarin-jinekoloji-klinigi-comandanta-ramona-ece-uzun/ Meksika’nın Chiapas eyaletinde uzun yıllardır devletin-kapitalizmin sömürüsünden ve dayattığı tüm ilişki biçimlerinden uzak bir şekilde, paylaşma ve dayanışma esasına dayalı bir kültür örgütleyen Zapatistler, bulundukları her alanda yaşamı yeniden yaratıyorlar. Zapatistlerin inşa ettiği kolektif yaşam ve öz-örgütlülük, sadece ekonomik alana değil, toplumun ihtiyaçlarının söz konusu olduğu her yere yansıyor. Bu kolektif örgütlülük hali, iktidarın tekeline […]

The post “Kadınların Jinekoloji Kliniği Comandanta Ramona” – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Kadınların Jinekoloji Kliniği Ece Uzun

Meksika’nın Chiapas eyaletinde uzun yıllardır devletin-kapitalizmin sömürüsünden ve dayattığı tüm ilişki biçimlerinden uzak bir şekilde, paylaşma ve dayanışma esasına dayalı bir kültür örgütleyen Zapatistler, bulundukları her alanda yaşamı yeniden yaratıyorlar. Zapatistlerin inşa ettiği kolektif yaşam ve öz-örgütlülük, sadece ekonomik alana değil, toplumun ihtiyaçlarının söz konusu olduğu her yere yansıyor. Bu kolektif örgütlülük hali, iktidarın tekeline alarak halkın erişimini daha da zorlaştırdığı sağlık alanında ise, belki de en hayati ihtiyaçların da bu yeni kültürle karşılanmasının zeminini yaratıyor.

Zapatistlerin kolektif bir şekilde inşa ettiği ve hizmetlerin de kolektif bir şekilde sağlandığı hastaneler, özellikle son 20 yıldır, bölge halkının en yaşamsal ihtiyaçlarının karşılandığı alanda, bu kültürün devamlılığı sağlanıyor. Bölgede giderek büyüyen ilaç kıtlığı, devletin özellikle cinsellik ve cinsel hastalıklar konusundaki muhafazakar tutumu sebebiyle Zapatistler, devletin “erişilemez” sağlık kurumlarına karşı kendi sağlık örgütlenmelerini kurdular. Sağlık hizmetleri, kolektif bir kültürle açılan bu hastanelerde, hem Zapatistlerin hem de tüm toplumun erişimine açık bir şekilde yürütülmeye başlandı. Hastanelerin giderleri ve ihtiyaçları, toplanan dayanışmalarla giderilirken; bu ihtiyacın kolektif bir şekilde karşılanabiliyor olması gerçeği de toplumsal alandaki dayanışma ilişkisini büyütüyor.

Cerrahi operasyonlardan diş tedavilerine kadar birçok sağlık hizmetinin sağlandığı bu hastanelerde doktorlar da gönüllü olarak çalışıyor ve aslında bunun içinde yaşadıkları topluma karşı sorumlulukları olduğunu söylüyorlar. Ayrıca bu hastanelerde çocukların difteri, tetanos ve çeşitli bulaşıcı hastalıklardan korunması için de ayrı bir çalışma yürütüyor. İnşa edilen bu hastanelerle, halkın, kendi sağlık ihtiyaçlarını kendi çözümleriyle karşılamasında önemli bir adım atan Zapatistler, devletten talep etmenin karşısına da bu kolektif öz-örgütlülük deneyimini koyuyor ve inşa edilen yeni kültürü sağlık gibi çok yaşamsal olan bir alanda da giderek büyütüyor.

Meksika devletinin muhafazakar tutumları sebebiyle, kadınların erişmesinin neredeyse imkansız kılındığı kadın sağlığı alanı da, Zapatistlerin inşaa ettiği bu hastanelerle yeni bir anlam kazanıyor. Kadınlar, kurulan hastanelerde ve kliniklerde, özellikle kadın hastalıkları alanında, sağlık hizmetine erişim sağlayabiliyorlar. 8 Mart 2008’de açılan Comandanta Ramona Kadın Kliniği, bu kadın kliniklerinden yalnızca birisi.

Kadın hastalıklarının görünmez kılındığı ve tedavisinin olanaksızlaştırıldığı Meksika’da, Zapatist kadınlarının inşaa ettiği Comandanta Ramona Kadın Kliniği, kadınların öz-örgütlülüğüyle işleyen bir sağlık kliniği. Cinsel yolla bulaşan hastalıkların tedavisinden, risk taşıyan doğumların gerçekleştirilmesine kadar birçok noktada hizmet sağlayan klinikte kadınların tedavisi, yine burada gönüllü olarak çalışan kadın doktorların çalışmasıyla sağlanıyor. Kadın cinselliğini ve iradesini yok sayan devlet politikalarına karşı inşa edilen klinik, Zapatist kadınları arasındaki dayanışmayı daha da büyütürken, bir yandan da iktidarların “görünmez” kıldığı bedenlerini yeniden tanımasında ve anlamlandırmasında da büyük rol oynuyor.

Meksika devletinin kadının varlığını görünmez kılmasına, kadın hastalıklarının tedavisine ve cinsel sağlık bilgilendirmesine olan tüm erişimi zorlaştırmasına karşı Zapatist kadınları Comandanta Ramona Kliniği’nde doğum kontrolü, güvenli cinsel ilişki, cinsel yolla bulaşan hastalıklar, anne-çocuk sağlığı gibi konularda bilgi ve deneyim paylaşımını büyütüyor, kadınların ortak sorunlarına karşın kolektif çözümler üretiyor.

Klinik bünyesinde, kadınlara diğer kadınlarla empati kurabilme imkanını yaratırken, var olan sorunları da ortaklaştırarak, öznesi oldukları alanda hemcinsleriyle birlikte beraberce çözüm üretiyor, öz-örgütlülüğü daha da büyütüyor.

Kadın, hemcinslerine ve kendine giderek yabancılaşmaya mahkum bırakılırken, Comandanta Ramona Kliniği’nde örgütlenen deneyim, kadınların var olan problemlerin üstesinden kolektif bir şekilde gelebildiğini göstermesi açısından önem taşıyor. İktidarların kadının kimliğini de, bedenini de, varlığını da görünmez kıldığı ataerkil kültüre karşı, Zapatist kadınlarının ürettiği bu deneyim, dünyanın farklı coğrafyalarındaki kadınlar için de umut oluyor.

Ece Uzun

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Kadınların Jinekoloji Kliniği Comandanta Ramona” – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/03/17/kadinlarin-jinekoloji-klinigi-comandanta-ramona-ece-uzun/feed/ 0
Akkuyu’da Katliam Gerçek İmza Sahte https://meydan1.org/2015/03/16/akkuyuda-katliam-gercek-imza-sahte/ https://meydan1.org/2015/03/16/akkuyuda-katliam-gercek-imza-sahte/#respond Mon, 16 Mar 2015 10:36:20 +0000 https://test.meydan.org/2015/03/16/akkuyuda-katliam-gercek-imza-sahte/ Geçtiğimiz günlerde, Mersin’de kurulması planlanan Akkuyu Nükleer Güç Santrali’ne (NGS) ait ÇED raporlarında, sorumlu nükleer enerji mühendislerinin imzalarının taklit edildiği, raporların yatırımcı firma ve ÇED firması tarafından revize edildiği sırada hiçbir nükleer enerji mühendisi tarafından görülmediği öne sürülmüştü. TMMOB’un yaptırdığı kriminal incelemeyle imzaların sahteliği ortaya çıkmıştı. Yaptıkları idari başvuruyla da, ÇED raporunu hazırlayan ÇED mühendislik […]

The post Akkuyu’da Katliam Gerçek İmza Sahte appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Akkuyu'da Katliam Gerçek İmza Sahte

Geçtiğimiz günlerde, Mersin’de kurulması planlanan Akkuyu Nükleer Güç Santrali’ne (NGS) ait ÇED raporlarında, sorumlu nükleer enerji mühendislerinin imzalarının taklit edildiği, raporların yatırımcı firma ve ÇED firması tarafından revize edildiği sırada hiçbir nükleer enerji mühendisi tarafından görülmediği öne sürülmüştü.

TMMOB’un yaptırdığı kriminal incelemeyle imzaların sahteliği ortaya çıkmıştı. Yaptıkları idari başvuruyla da, ÇED raporunu hazırlayan ÇED mühendislik firmasının yetki belgesinin iptali, Akkuyu NGS projesi için verilen ÇED olumlu kararının geri çekilmesi ve firma ile bakanlık görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunulması istenmişti.

Bakanlığın yolladığı 4 sayfalık yanıtta imzalara ilişkin hiçbir resmi açıklama, yalanlama ve yorum bulunmazken; ÇED raporunu hazırlayan Dokay ÇED Çevre Mühendisliği şirketinin iki farklı basın açıklamasını ekte yollayan Bakanlık, topu şirkete attı. Yaptığı idari başvuru hakkında hiçbir işlem yapılmayan TMMOB’un, sahte imza skandalını ilerleyen günlerde yargıya taşıması bekleniyor.

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.

The post Akkuyu’da Katliam Gerçek İmza Sahte appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/03/16/akkuyuda-katliam-gercek-imza-sahte/feed/ 0
Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (14) : Sınıfsızlık Anarşizmle Mümkündür Anarşist Komünist Ekonomi Pratiği – 2 https://meydan1.org/2015/03/15/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-14-sinifsizlik-anarsizmle-mumkundur-anarsist-komunist-ekonomi-pratigi-2/ https://meydan1.org/2015/03/15/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-14-sinifsizlik-anarsizmle-mumkundur-anarsist-komunist-ekonomi-pratigi-2/#respond Sun, 15 Mar 2015 20:21:25 +0000 https://test.meydan.org/2015/03/15/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-14-sinifsizlik-anarsizmle-mumkundur-anarsist-komunist-ekonomi-pratigi-2/ Özgürlükçü Komünizm, Mücadele Eden Sınıfların Özlemi (2) Ekonominin iki ana alanı vardır: nasıl üretildiği ve nasıl paylaşıldığı. Komünist paylaşımın nasıl işleyebileceği konusunda birkaç farklı alternatif önerildi. İnsanların genelde kabul ettiği yaklaşım, atölyelerden fabrikalara kadar meclis demokrasisi ile, bölgesel ve küresel düzeyde ise meclislerin federasyonu ile örgütlenmektir. Doğrudan demokratik meclisler, kimsenin kimseyi temsil etmediği demokratik organlardır. […]

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (14) : Sınıfsızlık Anarşizmle Mümkündür Anarşist Komünist Ekonomi Pratiği – 2 appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları 14

Meydan gazetesinin Anarşist Ekonomi Tartışmaları dizisine, Kuzey Amerika IWW üyesi, Scott Nappalos’un yazısının ikinci bölümüyle devam ediyoruz. Yazının odağında güncelliğini koruyan bir tartışma olan teorinin pratikte somutlaşması ve teorinin pratikten üretilmesi yer alıyor. Yazının bu bölümünde, anarşist komünist ekonomi teorisi içindeki iki ana akım, planlı ve plansız modeller, günümüzde popüler olan Katılımcı Ekonomi ile karşılaştırılarak inceleniyor ve önceki bölümde verilen pratikler, teorik tartışma içinde değerlendiriliyor. Uzunluğu nedeniyle üç bölümde yayınlayacağımız yazı, libcom’un dışında birçok uluslararası anarşist sitede yayınlanmış olma ve daha önceki yazı dizilerimizde içerisinden yazılarına yer verdiğimiz The Accumulation of Freedom: Writings on Anarchist Economics kitabındaki bölümlerden biri olma niteliği taşıyor.

Özgürlükçü Komünizm, Mücadele Eden Sınıfların Özlemi (2)

Ekonominin iki ana alanı vardır: nasıl üretildiği ve nasıl paylaşıldığı. Komünist paylaşımın nasıl işleyebileceği konusunda birkaç farklı alternatif önerildi. İnsanların genelde kabul ettiği yaklaşım, atölyelerden fabrikalara kadar meclis demokrasisi ile, bölgesel ve küresel düzeyde ise meclislerin federasyonu ile örgütlenmektir. Doğrudan demokratik meclisler, kimsenin kimseyi temsil etmediği demokratik organlardır. İşçiler ve toplum üyeleri bütün kararlarını doğrudan, açık toplantılarda alırlar. Halk meclislerinin ötesinde, işyerleri ve mahalleler arasındaki koordinasyonu komiteler ve temsilci heyetleri sağlar. Meclis, temsilcilere talimatlar verir ve temsilcinin meclisin iradesini uygulamasını bekler. Benzer şekilde, sınırlarını aşan temsilcilerin yetkileri anında geri alınabilir ve kararları meclisin onayına bağlıdır. Bunun tam olarak nasıl çalışacağı, temsilcilerin görevleri, vb. bence politik kararlardır ve en iyisini pratik belirler.

Neyin ne kadar üretileceğine karar vermek için mahalle meclisleri benzer şekilde yukarı doğru federe edilir. İşçiler nasıl çalışacaklarına karar verirken ilgili topluluklar atık ve kirlilik gibi konuları ele alarak en güvenli ve en adil nasıl üretileceğine karar verirler. Mevcut ekonominin içinde birçok değersiz endüstri ve ürün olmasının yanı sıra bazılarının nükleer silahlar gibi yok edici potansiyelleri olduğu için bu endüstrileri kolektifleştirmek yetmez, tasfiye edilmeleri gerekir. Ani yükselişler ve düşüşlerle örgütlenen, kar etmeye dayalı bir ekonomiyi, toplumun ihtiyaçlarını kullanıma dayalı olarak karşılayan bir ekonomiye dönüştürme süreci zaman alacaktır. İş sınıflarını yok etmek ve kötü işleri yeniden örgütleyerek adil paylaşmak gerekir. Toplumun ürettiklerinden faydalanmak için engeli olmayanlar en azından asgari miktarda emekle katkıda bulunmalıdır.[xi]

Paylaşımı ele alırsak, komünist ekonomik pratik ve düşünce içinde toplumun zenginliklerini paylaşmak için birkaç örgütlenme stratejisi önerilmiştir. Komünist ekonomik gelenek içerisinde iki ana çerçeve vardır: Planlı strateji ve kendiliğinden ortaya çıkan denilebilecek strateji. Teorilerin sayısı, mevcut düşüncedeki kutuplaşmaların sayısından azdır.

Planlı komünist ekonomi, genel olarak, paylaşımın halk meclislerinin federasyonu ile oluşturulan konseylerde yapılan üretim planına göre yapılmasını savunur. Bölgenin halkı düzenli olarak bir araya gelip hazırdaki malzeme ve emek miktarına göre ne üretileceğine karar verirken üretilenlerin paylaşılmasını bireylerin ve ailelerin ihtiyaçlarına göre düzenler (ücrete göre değil). Böyle bir komünist toplumda üretim iki faaliyet üzerine kurulur: insanların neyi ne kadar istediğini ölçmek ve bunları hem kolektif olarak, hem de sorumluluğu belli olacak biçimde üretmek.

Teknolojinin bugün geldiği seviye düşünüldüğünde insanların günlük tüketimini ölçmek çok basittir. Komünist bir toplumda, hem tüketim hem de üretim istatistiklerini otomatik olarak kaydetmek kolay olacaktır. Böylece neyin ne kadar gerektiğini tahmin edebilmek için tüketim örüntüleri (dönemsel ya da belli durumlarda gerçekleşen azalmalar ve çoğalmalar) hakkında anlık veri üretilebilir ve toplum, insanların istekleri için gereken kaynakları tahsis edebilir. Bu yolla kaynaklar durmadan değişen üreticilere demokratik olarak tahsis edilebilir.

Üretimin gelişmesini planlamak amacıyla, bilgi merkezlerinde çalışmalar yapılarak bu veriler bir araya getirilip istatistikler düzenlenebilir. Bu tip bilgi merkezleri yerel, bölgesel ve küresel düzeylerde olabilir. En küçük yerel ölçekte, bilgi merkezleri yerel ihtiyaçları karşılamak için stok durumlarını ve üretim kapasitesini takip edebilir. Bölgesel bilgi merkezleri bu istatistikleri düzenleyerek bölge çapındaki durum tablosunu görebilir. Bunu görmenin bir yolu da bölgesel üretim birimlerinin stok durumlarını, üretim kapasitelerini ve ihtiyaçlarını anında izlemektir. Küresel bir bilgi merkezi benzer şekilde bölgesel istatistikleri düzenler. Bu küresel bilgi sistemi merkezsiz olarak birbirine bağlanabilir ve insanlara gereken her tür raporu sağlayabilir.[xii]

Bu, sadece günlük tüketim için üreteceğimiz anlamına gelmiyor. Komünizm, karı ve ekonomik eşitsizliği kaldırarak kapitalizmin aşırı-tüketici ihtiyaçları için yaratılan yapay ihtiyaçları tasfiye ederken, gelip geçici hevesler için değil, daha iyi bir dünya için arzumuzu yansıtan bir ekonomiyi ve toplumu inşa edebilmek isteriz. O zaman, toplumsal dönüşümle ilgili bu kararları ve güncel eğilimleri birbirine bağlayan bir mekanizmanın olması gerekir.

Kullanım tabloları, komün meclislerinde tartışılabilecek verileri sağlar ve meclisler bu verilere dayanarak, mevcut endüstrilere ve gelecekteki üretimi geliştirecek faaliyetle kaynakların nasıl tahsis edileceğine, yeni üretim birimlerinin kurulmasına ya da mevcut olanların büyütülmesine karar verir. Büyük olasılıkla yeni endüstriler ve ürünler yaratmak isteyen işçiler tekliflerini meclise sunarlar ve meclis eski emek ve malzeme kullanımı ile yenisi arasında karar verir. Bu kısmi planlama denebilecek süreçte, kaynaklar kolektif olarak tahsis edilirken düşünüp taşınılır, tartışılır ve kolektifin önceliklerine dayalı bir plan oluşturulur. Bu plan yukarı doğru ilerlerken meclislerin federasyonunda tartışılır ve değiştirilir. Mevcut endüstriler ve ürünlerse günlük kullanıma uyum sağlayacak esnekliğe sahip olurlar. Buna benzeyen bir sosyal bütçeleme biçiminde komünün zenginliği halkın önerilerine göre tahsis edilir. Federasyonlar bu kararları koordine etmek için verileri paylaşır, önerileri gözden geçirir ve etkilenen toplulukların gözden geçirmeleri için gönderir.[xiii]

Üretim çizelgeleri, doğrudan demokratik konseylerde belirlenen ve yukarı doğru federe edilen önceliklere dayanarak hazırlanır. Bu yolla ücretlere, fiyatlara ve sınıf eşitsizliğine dayanmayan birçok endüstrinin planları ve koordinasyonu yapılır. Neyin ne kadar üretileceğini belirleyen şey fiyat değil komünün önceliklerdir. Tüketim, ücrete değil ihtiyaca dayalıdır. Toplumsal üretimle ilgili kararlar kapitalizmin bireyci, ne-olursa-olsun-satılıyorsa-üret mantığıyla değil, bilinçli ve kolektif olacaktır. Kropotkin’in Ekmeğin Fethi ‘de bahsettiği komünist belediyeler muhtemelen böyledir. Katılımcı ekonominin önerdiği entegre, küresel bir ekonomi için planlama konseyleri teoride komünist olacak şekilde değiştirilebilir.[xiv]

Başka bir görüş, kendiliğinden ortaya çıkan ve uyum sağlayan bir ekonomiyi savunur. [xv] Komünist paylaşım hakkındaki bu görüş sezgilere güvenir ve toplumu birbirine bağımlı, yaşayan ve karmaşık bir organizma olarak görür. Bu görüşe teşvik eden iki kök sebep vardır. Birincisi burada bütün bir ekonomiyi başarılı, bilinçli ve net olarak planlama yeteneğimiz şüphelidir; ikincisi, komünist bir toplumda dinamik ve evrilen bir öz-planlama biçiminin hem savunucuları, hem de tarihsel öncülleri vardır. Macar ve İspanya devrimleri sırasında, halk ekonomiyi kendi eline alıp kar amaçlı üretimi kolektifleştirerek ortak kullanım amaçlı bir ekonomiye dönüştürmüş ve bazı durumlarda bunu çok kısa bir zamanda başarmıştır. Bu dönüşüm başlangıçta hiçbir birleşmiş planlama aygıtı olmadan gerçekleşmiştir. Bireylerin ve grupların sayısız inisiyatiflerinden evrilerek ortaya çıkan paylaşım, zamanla birlik olmuş, örgütlenmesi toplulukların ve savaşların yarattığı talepleri karşılamak için evrilmiştir. Burada söylenmek istenen, o dönemde örgütlülüğün olmadığı değil, iki modelin arasındaki farktır: biri yapısal ve tarihsel olarak açık görüşlü bir örgütlenme, yani kendiliğinden ortaya çıkan ve evrilen bir yapıyı ortaya çıkarabilecek bir örgütlenmedir; diğeri geniş çapta planlanmış, öngörülebilir ve oldukça durağan bir örgütlenmedir. Faaliyetlerini böyle programlara bağlı kalarak yönlendiren ve buna uygun koşullarda yaşayanlara sunacak çok az delil vardır. Birçok seviyede ortaya çıkan problemleri çözerken ortaya çıkan bir ekonomik faaliyeti ve dengeye ulaşabildiği anda bu faaliyetin kararlı duruma gelmesini anlayabiliyoruz. Maalesef bu tartışmalarda saklı kalan bir problem var; devrimci bir durumda dengenin nasıl sağlanacağı problemi, birçok açıdan, olası geleceklerin soyut modellerinden daha önemli bir problemdir. Elbette, sadece sağlam ve uyum sağlayan bir ekonomik biçimin ötesinde, (devrimci ve özgürlükçü) prensipler ve pratikler, çözümün bir parçasıdır.

Gelecekte ne isteyeceğimizi öngörme yeteneğimizi sorgulamanın haklı sebepler vardır.[xvi] Kapitalizm altında arzular; yaratılır, değiştirilir ve sömürülür. Kar ortadan kalktığında ihtiyaçlar kolektif ve organik hale gelir. Yine de ihtiyaçlar sabit değildir ve tahmin edilemez. Bilakis, insanların yaşamı dalgalanmalar ve öngörülemez değişimlerle doludur. Üstelik kendi tüketimimiz ve arzularımız hakkındaki algılarımızın hatasız olduğunu kesin olarak söyleyemeyiz. İnsanlar genellikle kendilerini yanlış nitelerler çünkü nasıl davrandıklarına göre değil, kendilerini nasıl görmek istediklerine göre düşünürler. Durumu politize edin ve milyonlarca insana genişletin ve işte karşınızda ben-yansımalarına dayalı bir ekonomiyi yaratırken görülen ciddi yapısal zayıflıklar. Cornelius Castoriadis 1960’lar ve 1970’lerde benzer itirazlarda bulunmuştur.[xvii] Castoriadis benzer gerekçelerle sıkı planlamayı reddeder.

Bir plan, tüketim mallarının eksiksiz bir listesini ya da bunların hangi oranlarda üretilmesi gerektiğini nihai bir hedef olarak öneremez. Böylesi bir öneri iki nedenle demokratik olmaz: Birincisi bu önerini hiçbir zaman “ilgili gerçeklerin tüm bilgisine”, yani herkesin tercihlerinin tüm bilgisine dayalı olamaz. İkicisi, bu yöntem çoğunluğun azınlık üstünde gereksiz bir tiranlığına eşdeğer olacaktır. Nüfusun %40’ı belli bir maddeyi tüketmek istiyorsa, kalan %60’ın başka bir şeyi tercih etmesi bahanesiyle bundan mahrum bırakılmaları için bir gerekçe yoktur. Hiçbir tercih ya da zevk diğerinden daha mantıklı değildir. Dahası, tüketici istekleri çoğu zaman birbirleriyle uyumlu değildir. Bu konuda çoğunluk oylaması yapmak karne vermeye denk düşer ve bu problemi çözmenin en anlamsız yoludur. Bu yüzden planlama kararları belli maddelere değil, genel yaşam standardına (toplam tüketim hacmi) yöneliktir. Bu tüketimin içeriğine detaylı olarak girilmez.[xviii]

Scott Nappalos

Çeviri : Özlem Arkun

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.

The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (14) : Sınıfsızlık Anarşizmle Mümkündür Anarşist Komünist Ekonomi Pratiği – 2 appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/03/15/anarsistlerin-ekonomi-tartismalari-14-sinifsizlik-anarsizmle-mumkundur-anarsist-komunist-ekonomi-pratigi-2/feed/ 0
Polisin Vur Emrinin Sekiz Yıllık Faturası Ağır Oldu https://meydan1.org/2015/03/15/polisin-vur-emrinin-sekiz-yillik-faturasi-agir-oldu/ https://meydan1.org/2015/03/15/polisin-vur-emrinin-sekiz-yillik-faturasi-agir-oldu/#respond Sun, 15 Mar 2015 15:23:15 +0000 https://test.meydan.org/2015/03/15/polisin-vur-emrinin-sekiz-yillik-faturasi-agir-oldu/ Türkiye’de son 8 yılda 183 kişi polis kurşunuyla katledildi. AKP’nin muhalif sesleri susturmak için hazırladığı, TBMM’de görüşülen “İç Güvenlik Paketi” yasalaşırsa, bu sayı katlanarak artacak. Tıpkı Haziran 2007’de, 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’nda (PVSK) yapılan değişiklikte olduğu gibi… Polis, bebekler, çocuklar dahil çok sayıda yargısız infaz davasının faili oldu. PVSK’deki değişiklik polise “kendi […]

The post Polisin Vur Emrinin Sekiz Yıllık Faturası Ağır Oldu appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

meydan Gazetesi- 8 yıllık vur emri

Türkiye’de son 8 yılda 183 kişi polis kurşunuyla katledildi. AKP’nin muhalif sesleri susturmak için hazırladığı, TBMM’de görüşülen “İç Güvenlik Paketi” yasalaşırsa, bu sayı katlanarak artacak. Tıpkı Haziran 2007’de, 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’nda (PVSK) yapılan değişiklikte olduğu gibi… Polis, bebekler, çocuklar dahil çok sayıda yargısız infaz davasının faili oldu.

PVSK’deki değişiklik polise “kendi öngörüsü ve takdiri ile zor ve silah kullanma” serbestliğisi getirmişti. Yapılan değişiklik, toplumla mücadele yasası olarak hayatımıza yansıdı. Bireylerin hak ve özgürlükleri sık sık askıya alındı. Keyfi uygulamaların önü açılırken, polisler de çok sayıda yargısız infaz davasında, bebekler, çocuklar dahil çok sayıda olayın faili olarak hâkim önüne çıktı. Davalar, sembolik veya “ertelenen cezalarla” sonuçlanırken, katleden polislerin çoğu görevlerine devam etti. Cinayet delili olan silahları bile mahkeme eliyle polislere iade edildi.

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.

The post Polisin Vur Emrinin Sekiz Yıllık Faturası Ağır Oldu appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/03/15/polisin-vur-emrinin-sekiz-yillik-faturasi-agir-oldu/feed/ 0
Rize, Fındıklı HES’e Direniyor https://meydan1.org/2015/03/15/rize-findikli-hese-direniyor/ https://meydan1.org/2015/03/15/rize-findikli-hese-direniyor/#respond Sun, 15 Mar 2015 14:28:17 +0000 https://test.meydan.org/2015/03/15/rize-findikli-hese-direniyor/ Rize, Fındıklı Taşdibi’nde yapılmak istenen HES’e karşı direnen köylüler ve yaşam savunucuları, HES ile ilgili yapılacak olan ÇED toplantısının iptal edilmesine rağmen; 17 Şubat günü, bir yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüş boyunca “HES Yapma Boşuna Yıkacağız Başına” sloganları atıldı. Bu haber Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.

The post Rize, Fındıklı HES’e Direniyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi-Rize Fındıklı Hes Direniyor

Rize, Fındıklı Taşdibi’nde yapılmak istenen HES’e karşı direnen köylüler ve yaşam savunucuları, HES ile ilgili yapılacak olan ÇED toplantısının iptal edilmesine rağmen; 17 Şubat günü, bir yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüş boyunca “HES Yapma Boşuna Yıkacağız Başına” sloganları atıldı.

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.

The post Rize, Fındıklı HES’e Direniyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/03/15/rize-findikli-hese-direniyor/feed/ 0
Mardin’de Şüpheli Asker Ölümü https://meydan1.org/2015/03/15/mardinde-supheli-asker-olumu/ https://meydan1.org/2015/03/15/mardinde-supheli-asker-olumu/#respond Sun, 15 Mar 2015 13:23:19 +0000 https://test.meydan.org/2015/03/15/mardinde-supheli-asker-olumu/ Derik Merkez Jandarma Komutanlığı’nda askerlik görevini yapan 21 yaşındaki Eray Akgöz, arkadaşları tarafından saat 01.30 sıralarında yemekhane kapısı önünde baygın halde bulundu. Sağlık ekipleri tarafından hastaneye kaldırılan Akgöz, buradaki doktorların tüm müdahalesine rağmen kurtarılamadı. Savcılık tarafından yapılan ön otopside ’Kardiyak Arrest’ ön ölüm raporu verilen Akgöz’ün cenazesi, kesin ölüm sebebinin belirlenmesi için Diyarbakır Adli Tıp […]

The post Mardin’de Şüpheli Asker Ölümü appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetes,- Mardin Derik Şüpheli Asker Ölümü

Derik Merkez Jandarma Komutanlığı’nda askerlik görevini yapan 21 yaşındaki Eray Akgöz, arkadaşları tarafından saat 01.30 sıralarında yemekhane kapısı önünde baygın halde bulundu. Sağlık ekipleri tarafından hastaneye kaldırılan Akgöz, buradaki doktorların tüm müdahalesine rağmen kurtarılamadı. Savcılık tarafından yapılan ön otopside ’Kardiyak Arrest’ ön ölüm raporu verilen Akgöz’ün cenazesi, kesin ölüm sebebinin belirlenmesi için Diyarbakır Adli Tıp Kurumu’na sevk edildi. Ölümü ile ilgili başlatılan askeri soruşturma devam ediyor.

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.

The post Mardin’de Şüpheli Asker Ölümü appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/03/15/mardinde-supheli-asker-olumu/feed/ 0
“Taşeron İşçisine Önce Şirket Sonra Devlet Vuruyor”- Yağmur D. https://meydan1.org/2015/03/14/taseron-iscisine-once-sirket-sonra-devlet-vuruyor-yagmur-d/ https://meydan1.org/2015/03/14/taseron-iscisine-once-sirket-sonra-devlet-vuruyor-yagmur-d/#respond Sat, 14 Mar 2015 08:46:17 +0000 https://test.meydan.org/2015/03/14/taseron-iscisine-once-sirket-sonra-devlet-vuruyor-yagmur-d/ 2011 yılında Güner İnşaat Mühendislik Şirketi’nde taşeron inşaat işçisi olarak çalışan Nejdet Tetik, yaşadığı “iş kazası” sonucu şans eseri yaşamını yitirmemiş, ancak “ömür boyu iş göremez” hale gelmişti. Ankara’nın Polatlı ilçesinde kirasını ödeyemediği bir bodrum katında yaşayan Nejdet Tetik, 2011’den bu yana hem şirket hem devlet tarafından mağdur edilmiş ve mağduriyeti hala sürüyor. Tetik, Antalya’da […]

The post “Taşeron İşçisine Önce Şirket Sonra Devlet Vuruyor”- Yağmur D. appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
ankarainşaat

2011 yılında Güner İnşaat Mühendislik Şirketi’nde taşeron inşaat işçisi olarak çalışan Nejdet Tetik, yaşadığı “iş kazası” sonucu şans eseri yaşamını yitirmemiş, ancak “ömür boyu iş göremez” hale gelmişti.
Ankara’nın Polatlı ilçesinde kirasını ödeyemediği bir bodrum katında yaşayan Nejdet Tetik, 2011’den bu yana hem şirket hem devlet tarafından mağdur edilmiş ve mağduriyeti hala sürüyor. Tetik, Antalya’da Cevdet Güner adlı patronun inşaat şirketinde taşeron işçi olarak çalışırken 28 Ekim 2011 tarihinde aynı şirketin taşeron patronu olan Oktay Ayvalı ve soyadını hatırlayamadığı Ali adlı taşeron patronlarının “hataları” yüzünden bir “iş kazası” geçirdiğini belirtiyor. Üzerine inşaat iskelesi düşen Tetik, olay anında müteahhit İsmail Kılıçarslan ve oğlu Volkan Kılıçarslan tarafından öldü sanılarak bir hastanenin acil servisinin önüne atıldığını vurguluyor.

Şirket patronu Cevdet Güner, kaza sonucu kalıcı hasar gören ve “ömür boyu iş göremez” hale gelen Nejdet Tetik’e, hastaneye gelip dava açmaması halinde aylık 1000 tl ödeyip mağduriyetini gidereceğini ve bütün masrafları karşılayacağını söyleyerek kendini ve şirketini bu durumdan kurtarmaya çalışmış. Hastane masraflarını ödeyemeyecek durumda olan Nejdet Tetik ise bu teklifi kabul etmek zorunda kaldığını ve o dönemde şirkete dair herhangi bir şikayette bulunmadığını belirtiyor.

ANkara inşaat

Bu süre içinde hastaneden %25 iş göremez olduğunu belirten sağlık raporu alarak SGK’ya aylık maaş için başvuru yapan Tetik, bu tip durumlarda %10 ve üzeri iş göremez raporu olanlara aylık maaş bağlayan SGK’dan henüz bir geri dönüş almış değil. Daha sonra şirket patronu verdiği sözü yerine getirmeyince, Tetik dava açmaya karar vermiş ve gönüllü avukat aracılığıyla taşeron şirket patronlarına ve Güner İnşaat patronuna maddi manevi tazminat davası açarak mücadelesine hukuk alanında bir başlangıç yapmış. Öte yandan Güner İnşaat patronu Cevdet Güner, Tetik’e 5000 lira teklif ederek davadan vazgeçmesini istemiş. Patronun sahtekarlığını daha önceden bilen Nejdet Tetik bu teklifi reddettiğini ancak mahkeme sürerken gönüllü avukat Özkan Ertekin’in davadan feragat etmesiyle maddi tazminat alma olasılığının kalmadığını düşünüyor.

ankara inşaat2

Nejdet Tetik kaymakamlıktan 3 ayda bir aldığı 250 tl “sadakayla” geçinmeye çalıştığını, yaşadığı kiralık evinden tehdit yoluyla çıkarılmak istendiğini, faturalarını ödeyemediği için de suyunun kesildiğini belirtiyor. Güner İnşaat Mühendislik Şirketi ve Muratpaşa Sosyal Güvenlik Kurumu’nun sorumsuzluğuyla mağdur edilen, Av. Özkan Ertekin’in ikiyüzlülüğü ve TC mahkemelerinin adaletsizliğiyle tek başına bırakılan ve hala mücadelesini sürdüren Nejdet Tetik, tüm duyarlı kesimlere dayanışma çağrısı yaparken maddi anlamda dayanışma gösterecek olanlar için hesap numarasını veriyor. Hesap Numarası : İş Bankası : 45002308630

Yağmur D.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Taşeron İşçisine Önce Şirket Sonra Devlet Vuruyor”- Yağmur D. appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/03/14/taseron-iscisine-once-sirket-sonra-devlet-vuruyor-yagmur-d/feed/ 0
“Li Dijî Dehaqan Serhildana Jinan” – Didem Deniz Erbak https://meydan1.org/2015/03/13/li-diji-dehaqan-serhildana-jinan-didem-deniz-erbak/ https://meydan1.org/2015/03/13/li-diji-dehaqan-serhildana-jinan-didem-deniz-erbak/#respond Fri, 13 Mar 2015 19:00:48 +0000 https://test.meydan.org/2015/03/13/li-diji-dehaqan-serhildana-jinan-didem-deniz-erbak/ Zalim Dehaklara karşı direnen Kawaların hikayesini çoğumuz biliriz. Bilenlerimiz bilmeyenlerimize anlatır. Direnen Kawaların hikayesi destan olur dilden dile. Yine de biz bir kez daha hatırlayalım Kawaların yaktığı Newroz ateşini.Bundan bin yıllar önce, Mezopotamya’da Dehak isimli zalim bir kral varmış. Dehak’ın bildiği tek şey kötülük etmekmiş. Halkına sürekli zulmeden zalim Dehak ölümcül bir hastalığın pençesine düşmüş. […]

The post “Li Dijî Dehaqan Serhildana Jinan” – Didem Deniz Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

newroz2

Zalim Dehaklara karşı direnen Kawaların hikayesini çoğumuz biliriz. Bilenlerimiz bilmeyenlerimize anlatır. Direnen Kawaların hikayesi destan olur dilden dile. Yine de biz bir kez daha hatırlayalım Kawaların yaktığı Newroz ateşini.Bundan bin yıllar önce, Mezopotamya’da Dehak isimli zalim bir kral varmış. Dehak’ın bildiği tek şey kötülük etmekmiş. Halkına sürekli zulmeden zalim Dehak ölümcül bir hastalığın pençesine düşmüş. Dehak acılar içinde kıvranarak yataklara düştüğünde, ne yapılıp edildiyse de bu hastalığa bir çare bulunamamış. Dönemin doktorları ise acılarının dinmesi, yarasının kapanması ve hastalığının iyileşmesi için yaraya genç ve çocukların beyinlerinin sürülmesini önermişler. Böylece Mezopotamya coğrafyasında aylarca hatta yıllarca süren bir katliam başlamış; her gün zorla anne babalarından alınan iki gencin kafası kesilip beyinleri merhem olarak Dehak’ın yarasına sürülmüş. Gençler sürekli katledilirken, halk büyük bir acı içindeymiş. Bu defa daha önce aynı şekilde 12 oğlunu kaybetmiş olan Kawa adındaki demircinin en küçük oğluna gelmiş sıra.

Her gün gençler Dehak’ın askerleri tarafından başları kesilmek üzere götürülürken, Kawa’nın aklına başkaldırı gelmiş ve bu konuyu etrafında güvendiği birkaç kişiyle paylaşmış. Kawa, demirci dükkânında savaş malzemesi olarak adlandırılan Gürz-ü Kember, Kér gibi araçlar yapmış ve bir taraftan da başkaldırıyı halkla beraber örgütlemeye başlamış. Bu isyan yavaş yavaş yayılmaya başlamış. 21 Mart sabahı, gün doğarken, Kawa oğlunu kendi eliyle Dehak’a teslim edecekmiş gibi yapıp zulmün ve kötülüğün kalesi olan Dehak’ın sarayına girmiş. Oğlunu Dehak’ın huzuruna çıkardığında, yanında getirdiği çekicini Dehak’ın kafasına vurmuş. Dehak’ın ölü bedeni Demirci Kawa’nın önüne düştüğü anda, kötülüğün alevi sönmüş. Kısa sürede bütün bölge halkı isyan etmiş ve ateşler yakarak saraya yürümüş. Zulme karşı isyanı başlatan Kawa, demir ocağında çalışırken giydiği yeşil sarı kırmızı önlüğünü isyanın bayrağı, ocağındaki ateşi ise özgürlük meşalesi yapmış. Ateşler cayır cayır yanarken meşaleler elden ele dolaşmış, dağ başlarında yükselen ateşle, halkın zaferi kutlanmış.

Newroz Halkların Direniş Günüdür

Dehak’tan kurtulan halklar, 21 Mart’ı özgürlüğün, kurtuluşun ve halkların direnişinin günü olarak kutlamaya başlamışlar. Newroz; direnişin ve başkaldırının günü, Demirci Kawa ise başkaldırının simgelerinden biri olmuştur. M.Ö 612 yılından itibaren kutlanmaya başlayan Newroz, M.S 1940’lara kadar bir direniş geleneği olarak sürer. Fakat yaşadığımız topraklarda bu dönemin Dehakları “türkleştirme” politikasıyla kendi dilini konuşan, kültürünü yaşatan Kürt halkının bu direniş geleneğini kırmak ister ve Newroz yasaklanır. Fakat tüm yasaklara rağmen Newroz geleneği yaşatılmaya devam eder. Dehakların ise tüm yasaklara karşı direnenlere geri dönüşü ağır olur.

Newroz “Serhildan” Olur Sokaklarda

Yasaklı Newrozlardan günümüze, birçok kişi katıldığı Newrozlarda gözaltına alınmış, polis şiddetiyle karşılaşmış ve katledilmiştir. 1991 yılında gerçekleşen Newroz’da 31 kişi, 1992 yılındaki Newroz’da ise 100’ü aşkın kişi devlet saldırısı sonucu yaşamını yitirmiştir. 1996 yılına gelindiğinde devlet “Newroz”daki “w” ve “o” harflerini değiştirerek Mesut Yılmaz’ların da katıldığı “Nevruz” kutlamalarına başlamıştır. Nevruz’a karşı Newroz’u kutlayanlara ise, devlet ve onun kolluk kuvvetleri yine saldırmıştır. 1999 Newroz’unda ise devlet tarafında bir rekor kırılmış ve 8 bin 174 kişi gözaltına alınmıştır. Her geçen gün “Newroz” geleneği örgütlenmiş ve sadece Kürt halkı değil, özgür yaşama inanan herkes sokakları doldurmuştur. Örgütlenen bu direniş geleneğine karşı korkusu büyüyen Dehaklar, 2000’li yılların başında da can almayı sürdürmüştür. 2012’de ise yasak kalkmış fakat devlet yine durmamış, bir kişiyi daha katletmiştir.

“Newroz”la Atılan Tohum, Rojava’da Yeşeriyor

Yüzyıllardır Dehaklara karşı direnen, direnişi Newroz’la büyüten halklar; zulme, sömürüye, katliamlara karşı özgür bir yaşamı şimdiden, bugünden yaratmak için önemli bir adım attı. Devlet ve kapitalizmin ürettiği, insanların kafasını kesen, kadınlara defalarca tecavüz eden, katliamcı şiddet aygıtı IŞİD’e karşı örgütlendi. Sınırların, devletlerin ve kapitalizmin yok sayıldığı bir deneyimi başlattı. M.Ö 612’de zalim Dehak’a karşı yakılan ateş, bugün Rojava’da Dehak’ların hüküm süremeyeceği bir yaşamı yarattı.

Mezopotamya halklarının dilinde yaşam anlamını taşıyan kelime “Jin”dir. Kelimenin dildeki bir diğer karşılığı ise kadındır. Yaşamı doğuran, üreten, yaratan kadındır. Mezopotamya halklarının tarihinde bu hep bu şekilde süre gelmiştir. İktidarlar veya zalim Dehaklar yaşamı her yok etmek istediğinde kadını da yok etmiştir. Yaşam her direndiğinde ise kadın da direnmiştir. Kadın direnişle gelen her yıkımın ardından yaşamı tekrardan yaratmıştır. Bugün Rojava’nın yaratılmasının en önemli etkilerinden biri de budur. Zalim Dehak’a karşı verilen mücadelede bugün bizlere sadece Demirci Kawa’nın direnişi anlatılsa da, Rojava’da görüyoruz ki kadın olmadan devrim olmaz. Dehaklara karşı yakılan ateş, bu nedenle sadece Kawa’nın değil; “Jîn”lerin de yaktığı ateştir. Bu ateş, zalimler zulmetmeyi sürdürdükçe büyüyecektir…


Didem Deniz Erbak
[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Li Dijî Dehaqan Serhildana Jinan” – Didem Deniz Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/03/13/li-diji-dehaqan-serhildana-jinan-didem-deniz-erbak/feed/ 0