The post Sinema: “Korkunç İvan” – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
İşgal ve savaş politikalarıyla topraklarını genişletti, kendini Çar ilan ettirdi, tek millet tek devlet söylemini kullandı, dini de iktidarı için kullanmaktan çekinmedi, kendisine karşı gelenleri ortadan kaldırmak için özel bir teşkilat oluşturdu, kendi iktidarı için oğlunu bile öldürttü: “İnsan olarak günahkâr olabilirim, ama Çar olarak doğru yoldayım.”
Rus yönetmenlerden Sergey Eisenstein, ilk Rus Çarı olan İvan Vasiliyeviç, yani Korkunç İvan ile ilgili bir film yapmak isteğini Stalin’e açtığında, Stalin, İvan Vasiliyeviç’in karakterini kendine yakın bulduğundan ve onu ulusal bir kahraman olarak gördüğünden desteklemeye karar verir. 3 bölüm olarak düşünülen filmin ilki 1944 yılında tamamlanır. Stalin ilk filmi çok beğenir ve Eisenstein’ı Stalin nişanıyla ödüllendirir. Ama ikincisi 1946 yılında tamamlandığında filmi izleyen Stalin, filmde İvan’ın bir kahramandan çok paranoyak bir karakter olarak anlatıldığına karar verip filmin gösterimine izin vermez.
İvan Vasiliyeviç’in yaşamıyla filmde anlatılanlar kıyaslandığında, Eisenstein’ın gerçekçi bir film yaptığı söylenebilir. Ama bu yalın gerçeklik Stalin’i rahatsız etmeye yetmiş de artmıştır bile.
Günümüzde, benzer biçimde, eski padişahlarla, örneğin Kanuni ile ilgili filmler ya da diziler yapılıyor olsa da, burada anlatılan katliamlar, kardeşin kardeşi öldürmesi, şimdiki yöneticileri çok da rahatsız etmediği gibi o günlere imrenerek bakıldığı gizlenmiyor.
Korkunç İvan, henüz üç yaşında başına geçtiği Moskova Dükası ünvanını 17’sinde Rus Çarı’na dönüştürecek kadar büyük hırsları olan birisiydi. Ezeli düşmanı olarak gördüğü Tatarlar üzerine sayısız sefer yaparak çevresine korku salan bir karakter olarak belirginleşti.
Filmde, bu hırsları yüzünden tek lider olma hikayesine de yer verilen İvan, Bizans İmparatoru tarafından III. Ivan’a gönderilen Vladimir tacını bütün Rusya’nın Çar’ı olarak giyer ve böylece yeni bir yönetim biçimi olarak Çarlık Rusyasının fiili ilk çarı olarak kendisini ilan eder. Ucunda çift başlı kartal simgesi bulunan asayı sağ eline, küreyi sol eline alıyor. Biri dini otoriteyi diğeri de dünyevi otoriteyi temsil etmektedir.
Çar olarak yaptığı ilk konuşmada: “Şu andan itibaren tüm Ruslar tek bir devlet oluşturacaklar. Rus topraklarının birliğine karşı çıkanları ezerek güçlü ve bölünmemiş bir devlet. Atalarımızın toprakları bizden kopartıldı. İşte bu yüzden, bu taç giyme gününde işgal edilmiş Rus topraklarını geri almak için yola çıkacağız” sözleriyle yapacağı savaşların işaretini verir.
Dışarılara seferler yaparak topraklarını genişleten İvan, içte de kendisine tehdit olarak gördüğü herkesle mücadele etmek üzere de günümüzde siyasi polise benzer biçimde Opriçniki denen bir teşkilat oluşturur. Bunların tek görevi Çar’ın düşman olarak gösterdiği kim varsa yok etmek ve mallarına el koymaktır. Emri de bizzat Korkunç İvan veriyordu: “Demir kardeşliği oluşturacağız. Kardeşliğin dışında kimseye inanmayacağız.’’
Çar, bir başka sahnede sorar “Bir yanağına vurulmuşsa diğerini çevirmek bir Çar için uygun mudur?” Bu söz, yaptığı katliamların, acımasızlıklarının, zorbalıklarının bir itirafı gibidir. “İnsan olarak günahkâr olabilirim, ama Çar olarak doğru yoldayım.”
Film Korkunç İvan’ın “Büyük Rus ülkesinin hatırı için bir Çar her zaman iyilere karşı iyi ve yumuşak kötülere karşı zalim ve acımasız olmalıdır. Eğer ki Çar bu konuda tereddüt ederse, asla gerçek bir Çar olamaz! Bugün Moskova’da, Rus Birliği’nin düşmanlarını yok ettik. Bundan böyle adaletin kılıcı, Rus gücünün yüceliğini baltalamaya çalışanların tepesinde sallanacak. Rusya’ya el ve dil uzatılmasına göz yummayacağız.’’ sözleriyle biter.
İktidarı için kendi oğlunu bile öldürmekten çekinmeyen, Moskova’da kendisi için yapılan Kızıl Meydan’daki ünlü yapının mimarının gözlerini benzerini bir başkası için yapamasın diye oydurtan Korkunç İvan’ın hikayesi burada bitiyor. Ancak devletler, iktidarlar yeni yeni Korkunç İvan’lar var etmeye devam ediyor.
Gürşat Özdamar
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.
The post Sinema: “Korkunç İvan” – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Faşizme Karşı MUAY THAi” – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Tek başına düştüğümüz faşist bir pusuda, yasaklı yürüyüşlerde polis kalkanlarını tekmelerken, 7 kişilik sivil polis ekibi karşısında pankartımızla direnirken ya da elli metre dağılmış bir gaz bulutunda nefesimizi tutup koşarken, bayrağımızı dalgalandırdığımızda; Muay Thai dövüş tekniklerinin ve kondisyon antrenmanlarının ne kadar yararlı olduğunu kesinlikle anlarız. Bu deneyimi yaşamadan da anlamanız için, Muay Thai dövüş sistemini biraz inceleyip, eldivenlerinizi ve kaval koruyucularınızı hazırlayıp kondisyonunuzu arttırmak için hemen antrenmanlara da başlayabilirsiniz.
Günümüzde Tayland’daki dövüş sistemlerinin tümünün genel adı olan Muay Thai, “tayların boksu” anlamına gelmektedir. Muay Thai, yakın bölgelerdeki dövüş sistemleriyle de yakınlık gösterir. Mesela Myan Mar’daki Bando ve Lethwai, Kamboçya’da yapılan Khmer Boksu ile büyük benzerlikleri vardır.
Muay Thai’nin tam olarak nasıl ortaya çıktığı bilinmemekle birlikte, mitolojik olarak Çin’den güneye doğru inen Tay halkının kendilerini, halklarını ve topraklarını gelen saldırılara karşı korumak için oluşturdukları dövüş sistemi olduğu bilinmektedir. Krallıklar ise savaşlarda daha üstün olabilmek için savaşçılarına, mızrak, kılıç ve bıçak kullanarak, Muay Thai ile savaşmayı öğretmişlerdir. Gitgide yaygınlaşan bu dövüş sistemi, köy meydanlarında tay halkının kendini güçlendirmek ve dayanıklı tutmak için uğraştığı bir spor haline gelmişti.
Tarihi 1300’lere kadar dayanan Muay Thai, 1930’larda modernleştirilirken, ellerdeki sargı ve ip yerine, boks eldivenlerine geçilmiştir. Modern hale geçmeyen geleneksel Muay Thai sistemlerinin tümü ise “Muay Boran” şemsiyesi altında toplanmıştır. Muay Boran altında, Muay Lopburi (günümüzdeki Muay Thai’nin öncüsü), Muay Chaiyuth, Muay Korat, Muay Kochasarn, Muay Nakorn sistemleri bulunur. Geleneksel dövüş sistemleri günümüzde hala Myanmar, Tayland ve Kamboçya’da eldiven kullanılmadan yapılmaktadır.
Geleneksel Muay Chaiyuth teknikleri daha çok, bize saldıranın vuruşlarını engellemek üzerine kurulu olsa da, diğer geleneksel sistemler ve Muay Thai’nin teknikleri, gelen darbeleri kabullenip hemen karşılık vererek bize saldıranı etkisiz hale getirmeye yöneliktir. Bu yüzden özsavunmada kullanabileceğimiz en iyi dövüş sistemlerinden biridir.
Nefes, Güç ve Hız
Muay Thai, sokaklarda faşizme karşı koymak için kullanabileceğimiz etkili bir dövüş sistemidir. Kısa süreli Muay Thai antrenmanlarıyla bile, seri şekilde yumruk, tekme, diz ve dirsek kombinasyonlarını uygulayabilir; kondisyona dayalı antrenmanlarıyla da vücudumuzu daha güçlü hale getirebiliriz. Diğer dövüş sporlarından ayırt edici olarak, diz ve dirsek vuruşları, sokakta kendimizi savunmamız için bize gerekli olan üstünlüğü de sağlayacaktır.
Muay Thai’de bir boksör gibi sağ, sol, sağ direkler çıktığımızda, karşımızdaki işi biraz biliyorsa sıradan bir gard ile yüzünü savunabilir iken; Muay Thaici boksör gibi girip karaciğere kroşe, yüze aparkat ve saldırganın sağ baldırına sert kavalı ile low kick’i oturttuğunda, karşımızdakinin ayakta durma şansı çok kalmaz. Bu yüzden bir mızrak gibi fırlayan sivri dizler, baltayı andıran dirsekler, Muay Thai yapan birini, bir boksörden fazlasıyla ayırıyor.
Muay Thai antrenmanlarında vuruşlarımızı güçlendirmemizin yanı sıra nefesimizi daha iyi kontrol etmeyi de öğrenmemiz gerekir. Bu da bizlere sokakta karşılaşacağımız kavgaların yanı sıra polisle yaşanan çatışmalarda da daha dayanıklı olmamızı sağlayacaktır. Kadınların da rahatlıkla yapabileceği Muay Thai, özsavunma yöntemleri arasında görülmekte, Avrupa’da da birçok anarşist örgütlenme tarafından yaygın bir şekilde yapılmaktadır. Muay Thai’nin vücudun bütün eklem yerlerini düşmana karşı bir silaha çevirmesi, diz, dirsek, tekme, yumruk tekniklerinin çok çeşitli olması, anarşistler arasında yaygınlaşmasını sağlamıştır.
Almanya, Rusya, İtalya ve Yunanistan’da Muay Thai ve Muay Thai’den çıkan ama daha sınırlandırılmış olan kick boks’un anti-faşist turnuvaları düzenlenmekte, bu turnuvalara hazırlanmak için de, özellikle gençlik örgütlenmeleri sürekli olarak Muay Thai antremanları yapmaktadır. Bu turnuvalarda kazanmak veya kaybetmek değil; yoldaşları faşizme karşı daha dinç ve dayanaklı hale getirmek amaç edinilmiştir.
Faşizme karşı mücadele ederken, özellikle sokak ayağında bizler için çokça katkısı olan Muay Thai, devletlerin kolluk kuvvetlerince de tabi ki kullanılmaktadır. Birçok devletin kolluk kuvveti, yakın dövüş sistemi olarak Muay Thai ve benzeri dövüş tekniklerini çalışmaktadır.
Tayland’ın Bangkok şehrinde, en büyük hapishanelerde, tutsaklara Muay Thai yaptırılmakta; tutsakların kazandığı maçlardan para almaları sağlanmaktadır. Devlet, bu projesiyle tutsakların da “rehabilite” edilmesini amaçlamaktadır.
Kısaca, çok etkili bir dövüş sistemi olan Muay Thai’yi devlet ya da çeşitli faşist yapılanmalar kullanıyor olsa da, bu spor dalı devrimciler için söz konusu olduğunda, Muay Thai’nin faşizme ve kolluk kuvvetlerinin türlü biçimine karşı bir direniş yöntemi olarak karşımıza çıktığı da aşikârdır.
Low kicklerle zindanları, yumruklarla faşizmi parçalamaya hazır mısınız?
Furkan Çelik
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Faşizme Karşı MUAY THAi” – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kullan-at Kılavuz : “Sıkça Sorulan, Cevap Vermek Zorunda Olmadığımız Sorular” – Davut Erkan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kapitalist işleyiş içerisinde zaman zaman kullanılabilecek ama paylaşma ve dayanışmayla örülü özgür dünyada hiçbir şeye yaramayacak bilgiler…
Adaletsizliklere karşı mücadele eden, örgütlenen ve eyleyen herkesin yolu sık sık karakollardan, adliyelerden geçer. Uluslararası insan hakları hukukunun ayrılmaz bir parçası ve temeli olan ifade özgürlüğü hakkını veya örgütlenme hakkını kullanan insanlar, devlet tarafından hukuk araç kılınarak, hukuk ihlal edilerek veya bazen hukuk askıya alınarak baskı altına alınmaya, sindirilmeye, hapsedilmeye çalışılır.
İşte bu süreçlerde; polisin, jandarmanın, savcının veya hakimin değişik kategorilerdeki sorularıyla karşı karşıya kalabiliriz. Bu soruların çok azına yasal olarak cevap verme zorunluluğumuz olsa da, çoğunlukla cevap vermek zorunda olmadığımız sorularla karşı karşıya kalırız. En sık karşılaştığımız birkaç örneği bu yazıda inceleyeceğiz.
DURDURMA-YAKALAMA ESNASINDA: Polis ya da jandarma, sizi yolda durdurduğunda ya da bir suç iddiasıyla yakaladığında, kimliğinizi ibraz etmek dışında hiçbir soruya cevap vermek zorunda değilsiniz. Çoğu zaman sarf ettiğiniz sözler çarpıtılarak ya da aleyhinize yorumlanarak yakalama tutanağında geçirilir ve bu da ilerde aleyhinize sonuçlar yaratabilir. Bu yüzden avukatınızla görüşmeden, onun hukuki yardımından faydalanmadan hiçbir soruya cevap vermemek yerinde olacaktır.
EMNİYETTE/POLİS-JANDARMA KARAKOLUNDA: Karakollarda en sık rastlanan durum, Terörle Mücadele polisinin ya da İstihbarat elemanlarının kişiyi bir odaya alarak mülakat adı altında yasadışı bir görüşme yapmasıdır. Bu görüşmeye avukatınız çağrılmaz ve değişik psikolojik ya da fiziki baskı yöntemleriyle karşılaşabilirsiniz. Gerçek dışı bilgiler verilerek itiraf alınmaya çalışılabilir ya da kendinize veya başkalarına dair bilgi vermeniz istenir. Bu görüşmeye kesinlikle gitmek zorunda değilsiniz, gitmemelisiniz. Rızanız dışında bu sorguya muhatap kaldığınız takdirde ise hiçbir soruya cevap vermeyiniz. Avukatınızla görüşmeden ve avukatınız yanınızda olmadan sorulan hiçbir soruya cevap vermeyiniz ve tek kelime konuşmayacağınızı beyan ederek yasadışı sorgunun derhal sonlandırılmasını talep ediniz.
İFADE SIRASINDA: Avukatınızla birlikte ifadeye girdiğinizde kimliğinize ilişkin sorulara doğru cevap vermeniz gerektiği ifade edilir. Yasal olarak sadece kimliğe yani kim olduğunuza dair sorulara cevap vermeniz gerekir: Bunlar ad-soyad, anne-baba adı, doğum yeri ve doğum tarihi gibi temel bilgilerdir. Mail adresi, telefon numarası, sosyal medya hesapları, özgeçmiş ve benzer sorular bunun kapsamında değildir, bunlara cevap verme zorunluluğunuz yoktur.
Bu başlıkta bahsedilmesi gereken bir husus da, en önemli haklardan olan susma hakkıdır. Karakolda, savcılıkta ya da mahkemede tarafınıza suçlamayla ilgili olarak yöneltilen sorulara cevap vermek zorunda değilsiniz. Susma hakkınızı isterseniz bazı sorular yönünden isterseniz de ifadenin tamamı bakımından kullanabilirsiniz. Tüm ifade bakımından susma hakkınızı kullandığınızı belirttikten sonra soru sormaya devam edilmesi, bir baskı yöntemidir ve başka soru duymak istemediğiniz takdirde bunu belirterek ifadenin sonlandırılmasını talep edin.
SOSYAL-EKONOMİK DURUM ARAŞTIRMASI: Hakkınızda bir ceza davası açıldığında ya da tazminat davası gibi bir davada taraf olduğunuzda mahkeme; polis ya da jandarmaya bir yazı göndererek Sosyal ve Ekonomik Durumunuzun araştırılmasını ister. Buna kısaca SED denilmektedir. Normalde bu araştırmanın, size sorularak değil, bağımsız kaynaklardan araştırılması gerekirken, hemen her zaman memurlar, bütün soruları size sorup kağıda yazarak bu işi bitirmeye çalışırlar. Üstelik bunun için evinizin ya da ailenizin evinin kapısı sürekli aşındırılır. Kimi zamansa defalarca telefonla arayarak karakola gitmenizi isterler. Belirtmek gerekir ki bu usul, yasaya aykırıdır ve bu durumda hiçbir şekilde karakola gitmek veya sorulara cevap vermek zorunda değilsiniz. Ancak siz cevap vermediğinizde, ailenizden ya da komşularınızdan bu bilgileri almaya çalışacaklardır, ki bu da bazen aleyhinize sonuçlar doğurabilir. Bu hususları da göz önünde bulundurarak bir tavır geliştirmeli ve her halükarda sadece ekonomik durumunuzu aydınlatacak gelir ve giderlere dair sorulara cevap vererek, bunun dışına çıkan sorular sorulmasını engellemelisiniz.
Sonuç olarak; akılda tutulması gereken devletin bir bütün olarak aleyhinize çalıştığıdır. Söylediğiniz her kelime ve özellikle atacağınız her imza aleyhinize delil olarak kullanılabilecektir. Bu nedenle sizin hak ve menfaatlerinizi koruyacağından emin olduğunuz profesyonel bir hukukçunun yani avukatınızın hukuki yardımından faydalanmadan hiçbir belgeye imza atmamanız, hiçbir soruya cevap vermemeniz önem taşımaktadır.
Av. Davut Erkan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.
The post Kullan-at Kılavuz : “Sıkça Sorulan, Cevap Vermek Zorunda Olmadığımız Sorular” – Davut Erkan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Yalınayak: “Faşizm Paketinin Bir Uygulaması Olarak Çift Kelepçe İşkencesi” – Abdülmelik Yalçın appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yaşadığımız coğrafyada devlet, sokak muhalefetini bastırmak adına geçtiğimiz aylarda iç güvenlik paketi adı altında bir faşizm yasası çıkardı. Buna paralel olarak ise, hapishanelerde de benzer bir paket hazırlandı. Gazetemizin 26.Sayısında Yalınayak köşesinde [Cezaevlerine Faşizm Paketi] başlığıyla hapishanelere yönelik olarak hazırlanmakta olan bu paketi anlatan bir yazı yayınlamıştık. Yayınladığımız bu yazıda iç güvenlik adı altındaki faşizm yasasının benzeri olan, söz konusu paketin hapishanedeki uygulamalarından bahsetmiştik. Bu paketin hayata geçirilmesini ise cezaevlerindeki devrimci tutsaklara yönelik uygulamalar ve dayatmalarla görmeye başladık.
Devletin hapishanelerde devrimcilere yönelik işlettiği bu uygulamalardan biri de Çift Kelepçe İşkencesi. Çift kelepçe işkencesi İzmir’de bulunan Kırıklar 1 ve 2 No’lu Hapishaneleri ile Menemen T Tipi hapishanelerinde hayata geçiriliyor ve bu işkenceyi kabul etmeyen tutsakların tedavileri engelleniyor. Bu engellemelerin yanı sıra tutsaklara fiziksel ve psikolojik olarak da işkence edilerek hapishane idaresi tarafından disiplin cezaları veriliyor. Kırıklar F tipi Hapishanesi’nde tutsak bulunan Serkan Kocakaplan, gazetemize yolladığı mektupla çift kelepçe işkencesini anlattı:
“Kırıklar 1 ve 2 No’lu hapishanelerinde uzun zamandır uygulanan çift kelepçe işkencesini biz tutsaklar olarak kabul etmiyoruz ve karşı çıkıyoruz. Daha öncesinde böyle bir “uygulama” yoktu. Amacın “güvenlik” olduğunu söylüyorlar askerler. Nereden baksan ele tutulur bir yanı olmayan bu yöntem biz tutsakların tedavi olma hakkını gasp etmekte. Peki nedir bu çift kelepçe?
Daha öncesinde hastaneye gidişlerde tek kelepçeli olarak tedavi olmaya gidiliyordu. Şimdi ise cezaevinden hastaneye kadar yine tek kelepçeli gidiliyor. Ama hastanede tedavi olmak için yukarı katlara çıkarken kolumuza iki asker giriyor, önde silahlı bir asker ve rütbeli asker bulunuyor. Bu yetmezmiş gibi bir de fazladan bir kelepçe kolumuza giren askere kelepçeleniyoruz. Bunu kabul etmediğimizi söylediğimiz zaman ise hiçbir şekilde tedavi olmadan geri dönmek zorunda kalıyoruz. Aşağıda beklerken yukarı katlara çıkmak için ve bu uygulamayı insanların da duyup görmesi için çift kelepçeyi takmalarına rağmen yukarıda slogan atarak bu uygulamayı protesto ediyoruz. Doktora muayene esnasında bu uygulamayı kabul etmediğimizi ve kelepçeyi çıkarttırmasını söylüyoruz ama değişen bir şey olmuyor. Dosyaya da böyle geçilmesini söylüyoruz. ‘Kelepçe uygulamasından dolayı tedavi olmamıştır’ diye. Yoksa onlar kendi kafalarına göre yazıyorlar : ‘Gelmek istemedi, tedavi olmayı kabul etmedi!’ Peki sebep? Onu belirtmiyorlar. Biz de bunu önlemek için böyle yapıyoruz. Gerekli yerlere suç duyurularında bulundu, idare ile görüşme yapıldı ama askeri rütbeliler bu konuda geri adım atmıyor. Hapishane idaresi ‘Benim dışımda olan bir durum’ diyor. Sonuç olarak tutsakların tedavisi engelleniyor.
Tutsakların randevu alarak gittikleri tedavileri yapılamıyor. 3-4 ay sonrasına gün veriyorlar ama o gün geldiğinde bu kelepçe işkencesi olduğu için sonuç alamadan geri dönüyorlar tutsaklar. Bir dahaki randevuya kadar beklemek zorunda kalınıyor, tabi randevu alınabilirse!”
Serkan Kocakaplan’ın aktardığı çift kelepçe işkencesinin diğer hapishanelerde de örneklerini görmekteyiz. Faşizm paketinin bu uygulamasıyla hapishanelerdeki devrimci tutsaklar iradelerine sahip çıkarak bu dayatmayı kabul etmediklerinde ise tedavi hakları gasp edilerek sistematik bir şekilde işkence görüyorlar:
İzmir 1 ve 2 No’lu F Tipi Kırıklar Hapishanesiyle Menemen T Tipi Hapishanesinde 14 Eylül’de Sadık Çelik, aynı günlerde Çetin Güven, 17 Eylül’de Fikret Kara, 20 Ekim’de Erdal Bek çeşitli sağlık sorunları nedeniyle hastaneye sevk edildiler. Ancak bu tutsaklar hastaneye götürüldükten sonra kendilerine dayatılan çift kelepçe işkencesini kabul etmedikleri için askerler tarafından saldırıya uğradılar. Darp edilerek ring aracına götürüldüler ve buradan hapishaneye geri götürülene kadar yolda askerler tarafından işkence edildiler. Hapishane idaresinin tüm bu saldırıları karşısında devrimci irade koyan tutsaklar tedavi haklarının gasp edilmesinin yanı sıra hapishane idaresi tarafından da “mukavemet” suçlamasıyla bir de disiplin soruşturmasına uğruyorlar.
Yaşadığımız coğrafyada devletin adaletsizliklerinin ve baskısının arttığı çeşitli dönemlerde, hapishanelere kapattığı devrimci tutsakların iradesini teslim almaya çalışarak onların kazanımlarını gasp etmeye yönelik çeşitli uygulamalar hayata geçmiştir. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrası, devletin hapishanelerde dayattığı tek tip elbise uygulaması da bugünlerde tutsakların yaşadığı işkence türlerinin bir benzeriydi. O dönemde hapishanelerde tek tip elbise giymeyen tutsaklar duruşma günlerinde iç çamaşırlarıyla mahkemeye götürülüyor, ancak duruşma heyetine ve mahkemeye “saygısızlık” ettikleri gerekçesiyle duruşmaya giremeden hapishaneye geri götürüyorlardı. Tutsaklar ise devletin bu dayatmasına karşı örgütlü bir şekilde durarak tek tip elbise dayatmasını boşa çıkarttılar.
Devletin hapishanelere kapatarak etkisiz hale getirmeye çalıştığı devrimcilere yönelik saldırıları her dönem sürmektedir. Günümüzde de 12 Eylül döneminin tek tip elbise dayatmasının benzeri bir uygulama olarak tutsaklara çift kelepçe işkencesi yapılıyor. Ancak devlet baskısı ve terörü sürdükçe buna karşı direnenler daima kazanacaktır. Dayatılan tüm bu işkence uygulamalarına karşı tutsaklar örgütlü bir şekilde durup mücadele ederek devletin bu dayatmasını da boşa çıkartacaktır.
Abdülmelik Yalçın
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.
The post Yalınayak: “Faşizm Paketinin Bir Uygulaması Olarak Çift Kelepçe İşkencesi” – Abdülmelik Yalçın appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Alternative Libertaire appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Meydan: Alternative Libertaire (AL) Fransa’daki devrimci anarşist mücadelenin önemli örgütlerinden biri. AL’nin yayın organı Alternative Libertaire ne zaman ve nerede basılmaya başlandı? Ve ne sıklıkla basılıyor?
Alternative Libertaire gazetesinin ilk sayısı Paris’te, Mart 1991’de, örgütün kurulmasından üç ay önce basıldı.
Aslında AL’in kuruluşu iki yıl kadar süren, farklı anarşist-komünist eğilimlerden onlarca devrimcinin katıldığı bir süreçti. Gazeteyi ilk olarak “özgürlükçü bir alternatif için kolektifler” (CAL) olarak bir araya gelenler yayınladılar.
Haziran 1991’de bir meclis toplantısında CAL, gazeteyle aynı adla, Alternative Libertaire adıyla bir örgüt kurma kararı aldı.
Diğer anarşist süreli yayınlar arasında Alternative Libertaire’i ayıran özelliği nedir?
Aylık Alternative Libertaire, eski işçi hareketi ve sendikalizminde olduğu gibi “proleter gazeteciliği” iddiasındadır. Bu ne demektir?
Devrimci gazetelerde dört farklı biçim görebilirsiniz:
Açık Forum Biçimi: Editörler içeriği planlamaz, gelen yazıları sıralamadan, bazen kesmeden, değiştirmeden ve düzeltmeden yayınlar. Bu tip gazetelerde bazı makalelerin birbirleriyle çelişmesi bir sorun olarak düşünülmez.
Resmi Bülten Biçimi: Editörler örgüte bağlı grupların yayınladıklarını arka arkaya kopyalayıp-yapıştırırlar. Çok sıkıcı olma riski vardır.
Kaliteli İnceleme Biçimi: Editörler sadece üst seviyede yazarla çalışırlar. Sonuç çok temiz olur ama eylemcilerin, işçilerin sesini duyuramaz.
Proleterya Gazeteciliği Biçimi: Bir giriş yazısı ve seçilmiş konu başlıkları vardır; editörler, sürekli aynı kişilerin yazmaması için, yazı yazmaya alışık olmayan yoldaşları yazılarının güzelce düzeltileceğine ve yazılarıyla gurur duyacaklarına ikna ederek onları yüreklendirmek zorundadır. Amaç eylemcilere yönelik bir eylemci fanzini yayınlamak değil, eylemci olmayan okurlar için anlaşılır bir dil, ilgi çekici fotoğraflar ve başlıklar bulmaktır. Editörler çalışmalarında bağımsızdır ama örgütün kontrolu altındadır. Sonuçta gazete AL’nin politik prensiplerine uygun olmak zorundadır. Azınlıktaki görüşler de yayınlanabilir ama “bir görüş” olarak belirtilir.
Tabiki bunu yapmak çok kolay değil çünkü her şey profesyonel olmayan gönüllüler tarafından gerçekleştiriliyor, ama bu aylık gazete 20 yıldır böyle ortaya çıkıyor ve çıkmaya devam ediyor.
Mücadelenizin ve yayınlarınızın tarihinden ve ezilenlerin mücadelesine olan etkilerinden bahseder misiniz?
Tabi Alternative Libertaire ağırlıklı olarak Fransa’daki toplumsal mücadele hakkında aktif olsa da, aynı zamanda ezilenlerin sesini duyuruyoruz ve Alternative Libertaire bunun en iyi aracı.
Zapatistaların Chiapas’taki mücadelesine, Filistin Intifada’sına ya da devrimci Rojava’ya tutkulu bir dayanışmanın oluşmasını sağladık. Aylık Alternative Libertaire’de çözümlemeli makaleler yayınlayarak bu desteğin kör değil net olmasını sağlıyoruz.
Alternative Libertaire aynı zamanda Antiller ve Afrika’daki (Rwanda, Mali, Niger, Fildişi Sahili…) Fransız emperyalizmi hakkında da çokça yazar.
Uluslarası dayanışmanın parçası olarak, Rojava Devrimi ve Suruç Katliamı üzerine makaleleriniz bu topraklardaki mücadele için çok önemliydi. Farklı coğrafyalarda devam eden halkların özgürlük mücadelesine yaklaşımınız nedir?
Öncelikle bu mücadeleleri vurgulamalıyız. Fransa halkı bu mücadeleleri bizim çözümlediğimiz gibi, kapitalizm karşıtı ve kolonyalizm karşıtı bakışla anlaması gerekir.
AL, Fransa’daki Filistin’le dayanışma eylemlerine çoğu zaman katılır. Bu mesele burada çok bilinir ve çoğu zaman politik değil, duygusal bir yaklaşımla binlerce insan sokağa dökülebilir. Bazı Yahudi karşıtı ya da İslamcı akımlar bunu, kendi fikirlerini sızdırmak için fırsat olarak görürler. AL’in düşüncesine göre, devrimcilerin görevi bu akımlara karşı sokaklarda olmak ve Filistin halkıyla dayanışmanın herhangi bir ırkçı bakış olmaksızın %100 kolonyalizm karşıtı olduğunu ilan etmektir.
Kürt eylemlerinde böyle bir sorun yok. 2014 Kasım’ında AL’den bir yoldaş, Mehdi Kabar, suriye sınırındaki anarşist, sol ve feminist eylemcilerle buluşmak için Suruç’taki Fransa’dan giden temsilcilere katıldı. Daha sonra, Rojava’daki ve Türkiye’deki durumu anlatmak için AL birçok açık toplantı düzenledi. Ayrıca Rojava’daki devrimci süreci ve tabi sınırlarını açıklayan kısa bir video yayınladık.
Fransa ordusu emperyalist bir operasyon yaptığında – en son Mali’de oldu – Fransa devletinin gerçek amaçlarını açıklamaya çalışıyoruz. Kolay olmasa da. Örneğin 2013 Ocak’ta Mali’ye yapılan müdahale (Serval Operasyonu) sırasında AL, iki Troçkist örgütle beraber sembolik bir protesto örgütledik. Fakat bu oldukça zordu çünkü Serval, François Hollande’ı alkışlamayı tercih eden Malili işçiler arasında çok revaçtaydı.
AL, dünya çapında, farklı anarşist örgütleri içeren enternasyonal anarşist-komünist Anarkismo ağının da parçasıdır. Anarkismo’nun amacı, küresel anarşist hareketin içindeki iletişim, araştırma ve tartışmayı geliştirmektir.
Devletler tarih boyunca anarşistleri susturmaya çalışmıştır. Alternative Libertaire, yayın hayatı boyunca hangi zorluklarla karşılaştı?
2006’daki baskı dönemi dışında Fransa devleti AL’yi susturmaya çalışmadı. Medya makinesi bunu yeterince yapıyor. Bugün gazetemizin yapısal bir sorunu var: Fransa’daki basın endüstrisi krizde ve dolayısıyla basın dağıtım sistemi de. Büfe ve gazete bayilerinin sayısı gittikçe azalıyor ve küçük ve parasız bir gazete olduğunuzda dağıtım gittikçe pahalılaşıyor. Sokaklarda ya da eylemlerde yapılan militan dağıtım açığı kapatmaktan uzak. Şu anda Fransa’da, büfeden alınabilen (ve tabii ki her büfe değil) devrimci gazetelerden son kalan ikisi, aylık Alternative Libertaire ve Troçkist haftalık gazete Lutte Ouvrière.
Arayı kapatmak için herkesin yaptığı gibi internet ve sosyal medyadaki varlığımızı artırmaya çalışıyoruz.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Devrimci anarşistleri ve anarşist mücadelenizi selamlıyoruz! Ayrıca Rojava’daki devrimci sürecin bize önemli şeyler öğreteceğini ümit ediyoruz. Kürt özgürlük hareketi ve Türkiye’deki politik gelişmeler hakkındaki perspektifinize, size ve eleştirel düşüncenize güveniyoruz!
Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.
The post Alternative Libertaire appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşist Yayınlar Dizisi (4) : Çin’de Anarşist Yayınlar – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Anarşizmin, bir düşünce ve hareket olarak kendini var ettiği dünyanın bütün topraklarındaki yayıncılık faaliyetlerini bölge bölge incelediğimiz ve söz konusu topraklardaki mücadelenin tarihi paralelinde bir anarşist yayınlar külliyatı çıkardığımız yazı dizimizin dördüncü bölümüne geldik. Geçtiğimiz aylarda yayınladığımız diğer dosyalarda örgütlendikleri topraklardaki halkların özgürlük mücadelesinde edindikleri rolle görece diğer coğrafyalara göre daha belirgin gelenekleri incelemiştik. Bu sayıda ise iktidarların sansürlediği, görmezden geldiği, üzerini örttüğü ama uzun yıllar Çin’deki ezilenlerin sözü ve eylemi olan anarşizmin yayıncılık tarihini inceledik.
Dört yıl süren ve yüz binlerce insanın yaşamını yitirdiği birinci dünya savaşından sonra devrimle yıkılan Çarlık Rusyası İmparatorluğu’nun yerine yeni bir güç geçti. Bu yeni iktidarın adı Bolşevik Partiydi. Partinin ideolojisi olan Bolşevizm, dünya devrimci hareketinde ve özelde Çin devrimci hareketinde bir kırılma yarattı. İşçilerin özgürlük mücadelesinin söylemleriyle hareket eden bu iktidarı daha önce teorik düzlemden öte ayrılıklar yaşamamış anarşist hareket de ezilenlerin tiranlarını yıkmasının verdiği coşkuyla selamlamıştı. Ancak Çin devrimci hareketindeki kırılma yaşanmadan önce, kökeni Uzak Doğu uygarlıklarının doğuşuna varan kadim düşüncelere kadar uzanan ve yirminci yüzyılın başlarında örgütlü bir hareket olmuş anarşizmin etkisi büyük oranda hissediliyordu. Öyle ki Çin’de “toplumsal devrim” denilince akla anarşistler geliyordu.
Sonradan Çin Komünist Partisi’nin kurucusu olarak tanınacak Mao Zedong dahi anarşist Yeni Halkın Araştırmaları Derneği’nin çalışmalarına dahil olmuştu.
1920’li yıllara kadar anarşistler ve az sayıdaki marksist, sosyalist gruplar birbirlerinin aynı mücadeleyi veren fakat farklı araçlar kullanan devrimciler olarak aynı safta görüyorlardı.
Çin anarşizmine kaynaklık eden iki temel eğilim vardı. Bir grup anarşist Shūsui Kōtoku’nun Japonya’da verdiği anarşist devrim mücadelesinden etkilenerek onun anarşizm ile doğu halklarının kadim kültürleri arasında köprü kuran görüşlerini benimsiyorken diğer grup Paris’te geliştirdikleri düşünceleri doğrultusunda kurulan bu bağlantıya itiraz ediyor, bunun geleneğin üstesinden gelmesi gerektiğine inandıkları anarşizme katkı sağlamayacak bir düşünce olduğuna inanıyorlardı.
TAOİZMİN ETKİSİ
Dünyanın dört bir yanında devletler tarafından yeri geldiğinde yalan, hile, illüzyon gibi “ılımlı” yeri geldiğinde ise şimdilerde yaşadığımız topraklarda tekrardan deneyimlediğimiz gibi organize bir şiddet dalgasıyla baskılanan halkların özgür yaşam arzuları, farklı coğrafyalarda farklı isimler/akımlar çerçevesinde haykırıldı. Uzak doğu topraklarında ise doğayla uyum içerisindeki, devletsiz özgür bir dünya tasvirine ilk olarak Taoizm düşüncesinde rastlarız. Taoistler evreni sürekli bir akış olarak tasvir etmişler ve en erdemli yaşama şeklinin bu ilkeler doğrultusunda süren bir yaşam olduğuna inanmışlardı. Buna karşılık Konfüçyüsçüler ve Legalistler ise güçlü, merkezi bir devlet iktidarını ve bürokrasiyi savunmuşlardı.
İşte bu akımların ortaya çıkışının üzerinden yıllar geçtikten sonra yaşadıkları topraklarda verdikleri mücadelede kendi kültürlerinden izler bulan anarşistler, Tien-i Pao adlı gazete etrafında birleşmişlerdi. 1907 yılında yayın hayatına başlayan gazete, Japonya’da 12 anarşist yoldaşıyla birlikte devlet terörüyle katledilen Shūsui Kōtoku’dan etkilenmiş bir grup genç anarşist tarafından kurulmuştu. Tien-i Pao’da yayınlanan yazılar köylü isyanları geleneğine ve vaktiyle kurulan özyönetim topluluklarına göndermeler yapıyordu. Malatesta’nın “Anarşi” kitabını Çince’ye çeviren Chang Chi de bu grubun bir parçasıydı.
Buna karşılık kendilerine Paris grubu adını veren Hsin Shih-Chi (Yeni Yüzyıl) dergisi etrafında birleşen anarşistler, anarşizmi Çin’i modernleştirecek ve geleneğin üstesinden gelmesine yardımcı olacak bir düşünce olarak görüyorlardı. Yoğunluklu olarak Mihail Bakunin ile Pyotr Kropotkin’in düşüncelerinden etkilenmişlerdi. Li Shih-tseng, Chang Ching-Chiang, Wu Chin-hui isimli anarşistlerin yazar kadrosunda yer aldığı Hsin Shih-Chi de Tien-i Pao gibi 1907 yılında yayın hayatına başladı. Üç yıl boyunca aralıksız yayınlandı. Özellikle Paris grubundaki anarşistlerin yakın ilişkide olduğu Kropotkin ve onun merkeziyetçiliğe karşı, federalist düşünceleri Çin devrimci hareketinde derin izler bıraktı.
Çin’de anarşizmin erken dönem tartışmalarının etkisinde hareket gitgide büyümeye ve toplumsallaşmaya devam etti. 1900’lü yılların ilk çeyreğiyle birlikte Hsin Shih-Chi’yi okuyarak anarşist harekete katılan Liu Szufu (Shin-fu), Hui-Ming Lu(Halkın Sesi) isimli gazeteyi yayınlamaya başladı. 1919 yılında Emma Goldman’ın bir makalesinden derinden etkilenerek anarşizmi benimsediğini açıklayan ünlü edebiyatçı Ba Jin’in (Pa Chin) yazıları, Halkın Çanı isimli dergide anarşist teori ve pratik hakkında yazıları yayınlandı. Yine bunların yanında hararetli tartışmaların ve kurulmaya başlanan Çince anarşist külliyatın devamı olarak farklı yayınlar raflarda yerini almaya başladı. 1930’lı yılların sonlarında yayınlanan ve Çin radikal siyasetindeki kırılmadan önceki son büyük anarşist yayın organı olma özelliğindeki Jingzhe ve Fukien’deki öğrenciler tarafından çıkarılan Tzu Chin’den de burada bahsetme gerekliliği hissetmekteyiz.
Uzun yıllar sosyalist iktidarlar tarafından baskılanan devlet karşıtı düşünceler irili ufaklı bir çok yayın organıyla ve deneyimlenen yaşam pratikleriyle hala yaşamaya devam ediyor.
Zeynel Çuhadar
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.
The post Anarşist Yayınlar Dizisi (4) : Çin’de Anarşist Yayınlar – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Ortadoğu’da Devletler Rant Halklar Özgürlük İstiyor” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Ortadoğu, yıllardır devletlerin siyasi ve ekonomik açıdan çıkarlarını koruyup hakimiyetlerini güçlendirmek için savaştıkları bir coğrafya. Barındırdığı enerji potansiyeli ve jeopolitik konumu nedeniyle her dönem devletlerin ilgisine “mazhar olan” Ortadoğu’da sıklıkla değişen dengelerle birlikte, çok bilinmeyenli denklemler oluşabiliyor.
Devletlerin enerji politikalarından askeri ve siyasi stratejik üstünlük hesaplarına, yerel güçlerin bölgede yürüttükleri politikalara kadar pek çok farklı faktörün etken olduğu Ortadoğu siyaseti, yine çetin ve çetrefilli bir süreçten geçiyorsa da, bu kez var olan etkenlerin hepsi bölge üzerinde etkili olmak isteyen devletlerin hamlelerini büyük oranda değiştiriyor.
Politikalar Değişiyor
Petrol ve doğalgaz gibi enerjiler ekseninde oluşan ekonomik politikalar; Başur Kürdistan, Suriye, Irak, İran gibi yerel enerji sahiplerinin uluslararası güçlerle oluşturacağı siyasetle doğrudan ilişkili. Ayrıca Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz gibi enerjilerin paylaşımı ve ticareti için Ortadoğu coğrafyasına verilen önem artıyor.
Ekonomik üstünlüğün yanı sıra Ortadoğu siyaseti üzerinde kurulmak istenen askeri ve politik hakimiyet, küresel güçlerin birbirine üstünlük yarışında önemli bir alanı oluşturuyor.
Devletlerin bu bölgede çıkarları uğruna yarattıkları veya destekledikleri çatışma ortamı, şimdilerde aynı bölgede kendi politikalarına zarar veriyor. Bu noktada 2011’den bu yana Suriye’de başlayan savaşta muhalif gruplara destek veren başta ABD olmak üzere AB ve müttefikleri, gerek gönderdikleri silahların cihatçı örgütlerin eline geçmesi, gerekse Esad’a karşı savaşan örgütlerin başarısızlığı nedeniyle politikalarında değişikliğe gitmek zorunda kaldı.
ABD ve müttefiklerinin Esad’a karşı savaşta başarısızlığa uğraması, Batı ile girişilen siyasi ve ekonomik üstünlük mücadelesi kapsamında Rusya için büyük bir fırsat oluşturdu. Rusya da Suriye Devleti’nin “davetiyle” bir meşruluk kazandığı iddiasıyla bölgede askeri güçleri ve silahlarıyla varlık göstermeye başladı.
Tüm bu gelişmeler, IŞİD’e karşı savaş ve PYD ile zorunlu olarak yakınlaşma durumu devletlerin yeni Ortadoğu denkleminde yürüteceği politikaları ortaya koydu. Bölge üzerindeki politikalarında adeta iflas eden devletler, oluşan yeni dengelerle birlikte politikalarını değiştiriyor.
Ortadoğu’daki Aktörler ve Hamleleri
Ortadoğu’daki siyasete, coğrafi yakınlığının bulunmasının yanı sıra, tarihsel bağlama vurgu yaparak kendisini bölgenin hamisi ilan etmesiyle aktif olarak dahil olan TC, yeni süreçte politikalarını değiştirmek zorunda kalan devletlerden biri.
TC 2011’de Suriye’de başlayan savaşla birlikte bölgede giriştiği aktif role rağmen, gelişen durumlardaki öngörüsüzlüğüyle oyun dışı kaldı. 2010 Aralık ayında Tunus’ta başlayarak Libya ve Mısır’ı içine alan ve Suriye’ye dayanan bir “hilal” çizen Arap isyanlarında ise “İhvancılık” üzerinden bölgenin “büyük abisi” olmaya soyundu. Ancak 2013 Temmuzunda Mısır’da gerçekleşen darbe ile İhvancıların iktidardan düşürülmesi, dahası bu darbeyi ABD, Suudi Arabistan gibi ülkelerin desteklemesi ile bu politikanın iflas belirtileri de ortaya çıkmaya başladı. Mısır başta olmak üzere çevre ülkelerde “illegal” konuma düşen İhvancılar ise, Suriye’deki savaşa selefi örgütler saflarında cihatçı olarak katıldı. Böylece TC’nin Suriye’de İhvancılığa desteği, bölgede zamanla belirginleşen ve küresel devletlerin destek vermeye çekindiği selefi-cihatçı örgütlere desteğe dönüştü.
İç siyasette ise özellikle 7 Haziran sonrası Kürtlere yönelik başlattığı savaşı Rojava’da PYD-YPG üzerinden dış siyasette de uygulaması, kendisini büyük bir yalnızlığa itti. Ayrıca Esad’a karşı savaşan muhalif gruplara verdiği koşulsuz destek, IŞİD’le olan ilişkisi ve kuşkusuz bu nedenlerden dolayı IŞİD’e karşı politikasını isteksizce değiştirmesi, onu Ortadoğu’da istenmeyen aktör durumuna getirdi. TC Cumhurbaşkanı da şüphesiz TC’nin yaşadığı yalnızlığın farkında olacak ki, bu durumu kurtarma çabası olarak Moskova dönüşü “Esed’li geçiş gibi bir şey olabilir” cümlesini kurma zorunluluğunda kaldı.
Ortadoğu’ya yönelik politikalarıyla bölgede varlığını ağırlıklı olarak hissettiren ABD; Suriye’de desteklediği “ılımlı” muhalif grupların başarısızlığı, bu grupların cihatçı Selefi örgütlerle ilişkisi, yine Esad’a karşı TC ile birlikte oluşturulan “eğit-donat”ın başarısızlığı ile bu gruplara verilen silahların El-Kaide bağlantılı An-Nusra’nın eline geçmesi nedenleriyle bölgedeki siyasi ağırlığını korumak için politikalarını değiştirmek zorunda kaldı. Bu zorunlulukla birlikte ABD, bölgede aktif olarak IŞİD’le mücadele eden ve bu nedenle bir denge unsuru olan YPG’yi destekleme hamlesini yaptı. Bununla beraber, Rakka ve Cerablus’un IŞİD’den geri alınması için askeri ve politik adımlar atmaya başladı. Eylül ayı sonlarında çoğunluğu YPG’lilerden ve Arap aşiretlerinden oluşan, IŞİD’e karşı birlikte savaşan askeri güce silah yardımında bulundu. Yine bu askeri güçlere cephe gerisi-lojistik yardımı sağlayacak olan Başur Kürdistanı’ndaki Barzani yönetimi ise bu desteği kuşkusuz iç siyasette yaşadığı ekonomik ve siyasi krizlerin üstesinden gelebilmek için sağlıyordu.
ABD’nin bölgede başarısız olan politikalarının ardından Rusya, ekonomik ve siyasi çıkarları ve de ABD’ye üstünlük kurma amaçlarıyla bölgeye yönelik bir atağa geçti. Spesifik olarak ise Suriye’de var olan, içlerinde Çeçenlerin de bulunduğu cihatçı örgütlerden duyduğu rahatsızlık ve Suriye’deki çıkarları doğrultusunda bölgeye askeri güçlerini sevk etti, cihatçı örgütleri ve IŞİD mevzilerini bombalamaya başladı. Bu bombalamalar sırasında Rus uçaklarının TC hava sahasını ihlal etmesi; TC devletinin dönemsel ve bölgesel koşulları ve Rusya’ya olan enerji bağımlılığı düşünüldüğünde iki devlet arasında şimdilik büyük bir kriz oluşturmadı. Rusya’nın coğrafyadaki bir diğer önemli hamlesi ise, ABD’nin, İncirlik Üssü üzerinden bölgeyi kontrol etmesine karşı olarak Suriye’de Lazkiye’de bir hava üssü oluşturmasıydı. Ayrıca, ABD’nin yeni oluşan dengeler gereği YPG’yi desteklemesiyle ilgili olarak Rusya da YPG’nin bölgedeki mücadelesine destek sunacağını açıkladı.
ABD’nin bölgede varlığını sürdürmedeki en önemli nedenlerinden, Rusya’nın da önem atfettiği IŞİD’e karşı savaş ve YPG’ye bu noktada sunulan destek bu iki devletin bölgede görünürdeki varlık nedeni olarak ortaya çıkıyor. Fakat Rusya’nın bölgede ABD tarafından desteklenen “ılımlı” muhalif gruplar dahil olmak üzere Esad karşıtı bütün gruplara yaptığı hava saldırıları; “ılımlı” muhalifleri destekleyen ABD, TC ve bazı batılı devletlerce kınandı.
ABD ve Rusya gibi küresel güçlerin bölgede giriştiği çıkar savaşları kuşkusuz iki devletle sınırlı değil. Yapılan nükleer anlaşmayla Batı ile buzları eriten İran, bölgede güçlü bir statü kazanabilmek amacıyla aktif bir rol üstlenme adına IŞİD’e karşı Hizbullah’a desteğini arttırıyor. Uluslararası siyasetin yapıldığı bir alana dönüşen Ortadoğu’da aynı siyasi ve ekonomik amaçlarla Çin göndereceğini vaad ettiği savaş gemileriyle, Suudi Arabistan da cihatçı örgütlere sunduğu yardımla aktif rol oynamaya çalışıyor. Ayrıca “Arap Baharı” ve darbe sonrası iç ve dış siyasetinde tekrar tekrar değişimler yaşayan Mısır da iç siyasetinde ve bölgede iyileşme ve güçlenme arayışında. Bu nedenle Ortadoğu’da meydana gelen yeni gelişmeler ve bu gelişmeler doğrultusunda oluşturulan yeni politikalarla yakından ilişkili olarak Fransa’dan 5,2 milyar avro tutarında 24 savaş uçağı ve bir fırkateyn alımı için anlaşma yaptı. Fransa, Mısır’ın dışında Kuveyt ile 1,5 milyar avroluk, Katar’la ise 6,3 milyar avroluk silah anlaşması yapmıştı.
Gözardı Edilemez Bir Denge Unsuru Olarak YPG
Bölgeye çıkar ve hakimiyet kurma amaçlarıyla müdahil olan tüm bu devletlerin haricinde, ancak bu devletlerin göz önünde bulundurma durumunda kaldığı, en önemli dinamik ise kuşkusuz yıllardır devletsiz özgür bir yaşamı kurma amacıyla mücadele veren Kürt halkının özgürlük mücadelesidir.
YPG, IŞİD’e karşı verdiği özgürlük ve yaşam mücadelesinde kazandığı zaferlerle bölgeye gelen küresel devletlere kendisini siyasi bir özne olarak kabul ettirdi. Ayrıca bölgede IŞİD’e karşı savaşan Arap gruplarıyla oluşturulan “Demokratik Suriye Güçleri” adlı birlikle beraber IŞİD’in elinde bulunan Rakka ve Cerablus’un alınması için ortak bir harekata hazırlanılıyor. Bu nedenlerle de devletler Ortadoğu’da var olan siyasette güçlü olabilmek için YPG ile ilişkileri iyi tutmak, stratejik anlamda birbirlerine karşı önemli bir koz oluşturmak istiyor.
Devletler siyasi ve ekonomik kazanç doğrultusunda Ortadoğu’da hamleler yapıp yaşamı tehdit eden politikalar üretseler de, halklar tüm bu politikalara karşı direniyor. Bölgede ve tüm coğrafyalardaki ezilen halklar, Rojava ve Filistin’de olduğu gibi kararlılıkla, özgürlük ve yaşam için mücadele ederek direnişi sürdürecektir.
The post “Ortadoğu’da Devletler Rant Halklar Özgürlük İstiyor” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Valiler Konuşuyor Göçmenler Ölüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Macaristan’ın ırkçı sınır valisi, göçmenlere hitaben bir video mesajı yayımladı. Sanalt.org’un çevirisini yaptığı bu mesajda, göçmenleri hapisle ve silahlı kuvvetlerle tehdit eden vali, göçmenlerin Hırvatistan ve Slovenya yolunu kullanmalarını “tavsiye etti”. Bu yoldan giden göçmenlerin Avusturya sınırından kaçak geçmek için, soğuk hava deposu olan kamyonlarda, balık istifi halinde, boğulma tehlikesi ile karşı karşıya olduğu bilgisi ise videoda yer almıyor.
Mesaj videosunda, valinin tehditlerine, devletlerin propaganda filmlerinden tanıdığımız tarzda militarist görüntüler ve müzikler eşlik ediyor. Benzer biçimde Edirne Valisi de göçmenlere seslenerek, geri dönmeleri konusunda uyarıyor.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.
The post Valiler Konuşuyor Göçmenler Ölüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Sahil Güvenlik: Ege Geçilmez appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yüzlerce göçmenin, geçerken yaşamını yitirdiği Ege Denizi’nde, TC ve Yunanistan devletlerinin silahlı kuvvetleri, sürekli devriye geziyorlar. TC sahil güvenliğinin raporlarına göre son bir ayda 5048 kaçak göçmen “kurtarıldı”, 25’inin ise cansız bedenine ulaşıldı. 15 Ekim günü, Ege’de devriye gezen Yunan Sahil Güvenlik Komutanlığı’na ait bir teknenin, içinde mültecilerin bulunduğu bota çarpması sonucu 8 kişi kayboldu. 20 Eylül’de ise, Yunanistan’ın Midilli adasına gitmeye çalışan göçmenleri taşıyan şişme bota, Türkiye bandıralı ticari bir geminin çarpması sonucu 13 göçmen hayatını kaybetti, 13 göçmen de kayboldu.
Alan Kurdi’nin Türkiye ve Avrupa gündeminde geniş yankı bulmasından sonra, Ege’de değişen bir şey yok.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.
The post Sahil Güvenlik: Ege Geçilmez appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Kapıkulu” – Özgür Oktay appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Suriye’de evini kaybeden 8 milyon insan var ve savaşın şiddeti, uzun bir süre daha azalacağa benzemiyor. Lübnan’da yaşayan her dört kişiden biri Suriye göçmeni, ancak Mayıs ayında yeni alımlar durduruldu. Halen iki milyon Suriyeli göçmenin bulunduğu TC sınırlarına, yüz binlercesi Avrupa’ya, en çok da Almanya’ya gitmek isteyen en az bir milyon göçmenin daha gelmesi bekleniyor.
Avrupa devletleri, şu anda bile tümüyle kontrol altına alamadığı göçmenleri sınırlarının ötesinde durdurmadığı sürece istediği rahatlığa kavuşamayacak. Almanya şansölyesi Angela Merkel, elinden geldiğince cazip kılmaya çalıştığı ahlaksız teklifi, TC devletine sunmaya geldi.
Genişletilmiş Sınır Polisliği
Merkel, TC’den göçmenleri Avrupa sınırında, özellikle de Yunanistan deniz sınırında durdurmasını istiyor. Savaşla yaşamları yok edilen göçmenler, yaşamlarını tümüyle kaybetmek pahasına sınırlardan geçerken, onları durdurmak için yapılacak insanlık dışı uygulamaların faili olmak, Avrupa’nın “insancıllık” karizmasına ciddi zararlar verecektir. Şimdi ise bu işi, zorbalığını gizlemeye gerek duymayan bir taşerona verecek.
Sınır polisliği, Tc’nin mevcut kolluk kuvvetlerine ek bağlantılar ve kaynaklar sağlayacağı için de ayrıca cazip gelecektir. AB’nin kendi içinde tartışma yaratan fişleme önerileri burada hayata geçirilebilir. Göçmenlerin Avrupa’ya çıkışı konusunda söz sahibi olmak, iktidarın politik olarak da kullanabileceği bir olanaktır. Örneğin Alan Kürdi’nin ailesinin Kanada’ya yaptığı iltica başvurusu, kısmen TC’nin mülteci statüsüve çıkış vizesi vermemesi nedeniyle reddedilmişti.
Bu taşeronluk yerli savaş ekonomisini de canlandırarak iktidarın yakın dönemdeki baskıcı politikalarına destek verecektir. Yeni TOMA’lar belki de artık AB fonuyla alınacak.
Başvurular Göçmen Kamplarında
Merkel’le birlikte gelen Almanya İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere, Avrupa Birliği’nin (AB) iltica taleplerinin değerlendirileceği mülteci kamplarını Türkiye’de kurması gerektiğini söyledi. Şu anda 25 kampta 280 bin göçmen kalıyor ama bu mevcut göçmen nüfusunun bile ancak %15ini oluşturuyor.
Daha önce bu işi Yunanistan yapıyordu. Bu kamplar yıllarca skandal düzeyinde kötü koşullar ve ölümler olduktan sonra bu yıl içinde kapatıldı. Yunanistan’la sorunlu ilişkileri olan Almanya, göçmenler konusunda başka adres aramak zorundaydı. Ulusal baş müteahhit AB’den bu işi alırsa, TC ekonomisinin motoru olan inşaat sektörünü de canlandıracak.
Pazarlık Maddeleri
Merkel’in en güçlü pazarlık maddesi, 3 milyar avroluk nakit yardım. Diğer fon yardımları da düşünüldüğünde, bu haberle borsanın, son iki ayın en yüksek düzeyine çıkması şaşırtıcı değil.
Avrupa bürokrasisi düşünüldüğünde yakın zamanda vizesiz dolaşım hakkı çok gerçekçi gözükmese de, Merkel, sürecin hızlandırılacağını söyledi. Merkel ayrıca, TC’nin AB üyeliğine kabul edilmesi için bloke edilen maddelerinin açılmasında destek olacağını belirtti. Bu maddelerden en kritiği olan “demokratikleşmeye” ilişkin, “Seçimlerden sonra da özellikle, Kürtlerle yeniden barışma konusunun ön plana çıkarılmasını da diliyoruz” dedikten sonra, “Tabiki her ülke kendi demokratikleşmesini kendi iç kuvvetleriyle sağlayacaktır. Türkiye de bu konuda birçok önlem aldı” diyerek, bahsettiğinin nasıl bir barış olduğunu anlatmış oldu.
İç Politika Kaygıları
Bu görüşme, anlaşmanın tarafları olan iki iktidar için de iyi iç politika malzemesi sundu. Merkel’in bu çözümü gerçekleşirse, göçmen alımını artırması nedeniyle oyları düşen Hristiyan Demokratların pozisyonunu güçlendirecektir. TC tarafında ise, seçimlere iki hafta kala, daha yeni, TC’nin AB üyeliğini onaylamayan Merkel’in yardım istemek için İstanbul’a gelmesi, propagandasını güçlü gözükmek üzerine kuran Erdoğan’a eşsiz bir hediye oldu. Bu hediyeyi alırken AB’ye tam üyelik koşulunu öne sürmesini, sadece bu gösterinin parçası olarak değerlendirmek gerekir.
Sonuç
Göçmenlerin yaşamlarını yok eden savaşın sorumluları olan bu devletler; bir tarafta sınırlarda tekrar karşılarına dikilen Avrupa, diğer tarafta yükümlülükten kurtulmak için “misafirlerine” mülteci statüsü bile tanımayan TC, altın kaplamalı tahtların üzerinde anlaşmaya oturdular. Bu anlaşmayla Almanya, mülteci başvurularını, göçmen politikası bile olmayan bir devlete teslim ederken, TC göçmen katliamlarının doğrudan faili olacaktır. Bu anlaşma, devletlerin her anlaşması gibi, ezilenlerin yaşamlarını yok ederken iki devletin de çıkarına olacaktır.
The post “Kapıkulu” – Özgür Oktay appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Avrupa Sınırları Göçmenlere Kapalı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kameralar karşısında, 14 yaşında Filistinli bir kıza ailesinin sınır dışı edilebileceğini açıklayıp “hepinize gelin diyemeyiz” diyerek kızı ağlattığı için “kalpsiz” unvanını alan Almanya şansölyesi Merkel, nasıl oldu da birkaç hafta sonra üç yaşındaki Alan Kürdi’nin Bodrum sahiline vuran cansız bedeni karşısında bir vicdan sorunu yaşadı? Avrupa Devletlerinin göçmenlere karşı tutumundaki değişimleri açıklamak için daha gerçekçi bir yaklaşıma ihtiyacımız var.
Avrupa Devletleri, kendi sınırları içinde fazla yabancı bulunmasını hiçbir zaman istemedi, istemiyor. Avrupa’nın kara sınırları dikenli teller, yüksek teknoloji takip sistemleri ve askeri sınır polisi tarafından tutulurken, deniz trafiği ise sahil güvenliğin sürekli devriye gezen askeri botları tarafından kontrol ediliyor. Ancak yüz binlerce Suriyeli göçmen, yaşamları pahasına bu sınırlardan geçmeyi sürdürüyor. Eylül ayında 170 bin göçmen daha, kontrolleri atlatarak bu sınırlardan geçti.
Buna karşılık Almanya ve ardından bütün AB devletleri, acil olarak, serbest dolaşıma izin veren Schengen uygulamasını askıya aldı. Macaristan, Sırbistan sınırını tekrar kapattı. Avrupa Birliği de geçen hafta, sınır kontrollerini sıkılaştırmayı ve Türkiye, Lübnan ve Ürdün’e toplam 1.12 milyar avroluk yardımı öngören planı onayladı. Diğer yandan AB sınır polis örgütü Frontex’in 2016 bütçesi, bu yıl aldığı ek ödenekten ayrı olarak, %54 artırılarak 176 milyon avroya çıkartıldı. Balkanlardaki BM Mülteci Dairesi Sözcüsü Babar Baloch’ün “Şu anda gördüğümüz… buz dağının görünen kısmı” açıklaması ise Avrupa’nın sınırlarını daha da sıkı kapatacağını gösteriyor.
Almanya bir yandan 800 bin mülteci alacağını açıklarken, diğer yandan kaçak gelen on binlerce göçmeni kolayca sınır dışı etmenin yollarını arıyor. Merkel’in Türkiye’ye olan son ziyaretinde belirttiği ana taleplerden birinin de AB’nin reddettiği mültecilerin geri alınması olduğuna dikkat etmek gerekir. Çünkü Avrupa devletleri, gelen her göçmeni değil, sadece kendi seçtiği göçmenleri almak ister. Göçmen başvurularını, göçmenlerin ihtiyacına göre değil, devletin ihtiyacına göre değerlendirir ve bu da tabii ki kapitalist sömürü temelinde bir değerlendirmedir.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.
The post Avrupa Sınırları Göçmenlere Kapalı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” Akdeniz Anarşist Toplantısı ve Ankara Değerlendirmesi” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Şubat 2015’te başlayan (IFA) Uluslararası Anarşist Federasyonları tarafından da desteklenen uluslararası anarşist dayanışma kampanyası “3 Gefires” (3 Köprü) projesi, 9-18 Ekim arasında Yunanistan’ın farklı şehirlerinde düzenlenen bir dizi etkinlik ile sona erdi.
Yunanistan’ın çeşitli kentlerinde mücadele veren anarşist örgütlenmelerin birbirleriyle uyumlu; ortak ya da bağımsız olarak yürüttükleri eylemlikler şu üç başlık altında örgütleniyordu:
Güney Avrupa’da dayanışma köprüsü
Doğu Akdeniz yayında dayanışma köprüsü
Balkanlar’da dayanışma köprüsü
Bu köprüler aracılığıyla proje yürütücüsü örgütlenmeler proje başlangıcından itibaren dünyanın pek çok farklı bölgesindeki anarşist örgütlenme ve federasyonla iletişime geçmişlerdi.
Devrimci Anarşist Faaliyet’i temsilen katıldığımız CRIFA (Anarşist Federasyonlar Uluslararası İlişkiler Komisyonu) son toplantısına katılan “Liberter Komünistler Grubu” içinde bulundukları projeyi detaylarıyla açıklamış ve DAF’ın da dayanışma göstermesini istemişti.
Akdeniz Anarşist Toplantısı
Atina, Selanik, Patra, Larissa, Heraklio, Rethimno ve Hanya kentlerinde toplamda 10 gün süren eylemler, açık ve kapalı toplantılar, sunumlar, kitap fuarı, kolektif yemekler ve konserler gerçekleştirildi.
9 Ekim günü Atina Ekonomi Üniversitesi’nde gerçekleştirilen Balkan Yarımadası’nda Uluslararası Dayanışma başlıklı etkinlikte devletlerin milliyetçilik politikaları ve toplumsal yansımaları tartışıldı. Panel ve tartışmaların ardından 17 Kasım direnişinin mekanı olan Politeknik bahçesinde, anarşist tutsaklarla dayanışma konseri düzenlendi.
10 Ekim günü Atina Manastır Meydanı’nda savaşa, milliyetçiliğe ve faşizme karşı bildiri dağıtımı gerçekleşti. Bu esnada Ankara Katliamı’na ilişkin gelen haberler doğrultusunda Yunanistan Parlementosu önündeki Syntagma Meydanı’na eylem çağrısı yapıldı. Syntagma Meydanı’nda başlayan yürüyüş TC Büyükelçiliği önünde son buldu. Yürüyüşte Yunanca ve Türkçe “Unutulamaz Affedilemez” yazılı DAF imzalı pankart taşındı. Gerçekleştirilen protestoların ardından oldukça geç başlayan, “Günümüzde anarşist örgütlenmelerin yapıları ve faaliyet alanları” başlıklı panel gerçekleştirildi. Panelde DAF, CNT, Francophone Anarşist Federasyon, FAI İtalya ve 3 Gefires temsilcisi konuşmacılar kendi örgütlenmelerinin yapısını ve işleyişini anlatarak faaliyet alanlarına değindiler. Sunumların ardından karar alma süreçleri hakkında oldukça verimli tartışmalar gerçekleştirildi.
11 Ekim günü ise Atina’daki son etkinlik olan “Günümüz dünyasına anarşist bakış ve incelemeler” başlıklı panel ve tartışmalar gerçekleştirildi.
11-14 Ekim tarihleri arasında Selanik Aristoteles Üniversitesi fizik bölümünde ve anarşist sosyal merkez SABOT’ta “Balkan Anarşist Toplantısı” kapsamında çeşitli bölgelerden katılımcı grup, örgüt ve federasyonlar bir araya geldi. 12 Ekim günü, Ankara Katliamı’nı protesto etmek için Kamara Meydanından başlayan bir yürüyüş gerçekleştirildi. Yürüyüşte Türkçe ve Yunanca “Unutmak Yok Affetmek Yok” yazılı DAF imzalı pankart taşındı. Binlerce kişi Selanik’teki TC konsolosluğuna yöneldi. Burada polis otobüslerinin tampon tampona yapışarak büyükelçiliği koruma altına aldığı görüldü.
“Antimilitarizm, Antifaşizm, Antinasyonalizm” başlıklı panelde Ioannina’dan “Barefoot Battalion”, Selanik’ten “Ruthless Critique”, Bulgaristan’dan “Antifa Action”, Sırbistan’dan “Antifa Action Nis”, Makedonya’dan “Bitola” gruplarından katılımcılar sunumlar yaptı.
“Sermaye kendi çıkarları için göçmenleri yaratır ve onları kullanır. Balkanlarda dayanışmayı örgütleyelim!” başlıklı panelde ise “No Border Sırbistan”, “No Border Zagreb” ve “No Border Bulgaristan”, Kilkis’ten Otonom Mekan, Selanik’ten No Lager, Lesvos Adası’ndan ise Musaferat grupları konuştu.
“Sosyal direniş ve öz örgütlenme” başlıklı panelde de Romanya’daki “Barınma Hakkı Cephesi” tahliyelere karşı mücadele hakkında deneyim aktardı. Ljubljana “A-infoshop”tan konuşmacılar Slovenya’daki 2013 ayaklanmasını anlattı. Belgrad’dan “Infoshop Furija”, “Koko Lepo” otonom kreş deneyiminden bahsetti. Selanik’teki öz yönetimli VIOME fabrikasından işçiler bilgilendirme yaptılar. Ve son olarak “3 köprü” ittifakından yoldaşlar 2008-2015 sürecindeki sosyal mücadeleleri, seçim kandırmacasını ve öz örgütlülüğü tartıştılar.
14 Ekim günü Heraklio kentinde Ekoloji gündemli bir panel gerçekleştirildi. Evagelismos işgal evi gönüllülerinden bir yoldaşımız petrol boru hatları ve Kıbrıs çevresi kıta sahanlığındaki petrol yataklarının hangi şirketlerce paylaşıldığı, deniz alanlarının nasıl ticarileştirildiği hakkında bir sunum yaptı. Biz de Patika Ekoloji Kolektifi olarak mücadele alanlarımızdan ve deneyimlerimizden bahsettik. Bölgede kurulu olan ve kurulması planlanan rüzgar tribünleri nedeniyle yoğun bir RES karşıtı mücadelelerini aktaran yoldaşlarımız en çok yerellerle kurulan iletişimin öneminden bahsettiler.
15 Ekim günü Rethymno kentinde gündüz saatlerinde Ankara Katliamı’nı protesto yürüyüşü gerçekleştirildi. Yürüyüşte Türkçe ve Yunanca “Unutmak Yok Affetmek Yok” yazılı DAF imzalı pankartın yanı sıra “3 Gefires” den yoldaşlarımız da Türkçe “Bütün Devletler Katildir” yazılı pankart taşıdı. Gerçekleşen eylemin ardından Üniversite Kültür Merkezi’nde “Hareket, örgütlenme ve direniş” başlıklı bir panel gerçekleştirildi. Etkinlikte Rethymno ve Kıbrıs’tan yoldaşlarımız mücadele deneyimlerini aktardılar. Biz de DAF olarak mücadele alanlarımız ve perspektifimiz hakkında kısa bir tanıtım yaptıktan sonra Pirsus ve Kobanê’deki dayanışmanın örgütlenişini konuştuk ve Rojava Devrim sürecini tartıştık.
16-18 Ekim günlerinde Hanya’da Akdeniz Anarşist Toplantısı ve yeni süreçlerin örgütlenmesi hakkında toplantılar gerçekleştirildi. 16 Ekim günü “Savaşa, sınırlara ve Ankara Katliamına Karşı” bir protesto yürüyüşü gerçekleşti.
17 Ekim günü “Kürt Coğrafyasında Demokratik Özerklik” başlıklı bir panel gerçekleştirildi. Demokratik özerklik üzerine çalışmaları bulunan Ercan Ayboğa, demokratik özerklik fikrinin altyapısı ve uygulama alanları hakkında bir konuşma gerçekleştirdi. Ardından DAF adına gerçekleştirdiğim, “Rojava Devrimi ve Kobane Direnişi” başlıklı sunumda; Osmanlı döneminden bugüne Pirsus ve Kobanê’nin ortak geçmişinden başlayarak devletlerin yapay sınırlarıyla parçaladığı bölgenin yapısından bahsettim. 2012 yılından itibaren Rojava Devriminde çeşitli alanlarda ve ölçeklerde gerçekleşen toplumsal dönüşümü özetledim. Kobane Direnişindeki TC ve IŞİD arasındaki organik bağın kanıtlarını ortaya koyarak bu bağın gerekçelerini analiz ettim. Bölgedeki yoğun devlet terörüne karşı yerel halkın özsavunma güçleri ile direnişini ve sınırın her iki tarafındaki dayanışma ilişkisini anlattım. TC, Esad, ÖSO, ABD, Koalisyon Güçleri, Rusya arasındaki anlaşmaları ve pazarlığı, tampon bölge senaryolarını, güncel değişimlerle aktarıp bu eksende bir tartışma zemini oluşturmaya çalıştım. Son olarak da Avukat Deniz Gedik, Nusaybin Ablukasını, son günlerdeki sokağa çıkma yasaklarını anlatarak bölgedeki deneyimlerinden bahsetti. Etkinlik çok sayıda soru ve uzun süreli tartışmalarla son buldu.
18 Ekim günü “Kırım’daki dayanışma ve uluslararası dayanışmanın önemi” başlıklı son panel gerçekleştirildi. Kırım bölgesinde etkinliği giderek artan Neonazilerin ve faşist toplulukların saldırıları ve toplumda yarattığı etkiler konuşuldu.
Ankara Katliamı’nın Dünya Gündemine Etkisi
Atina’ya vardığım ilk gün olan cuma günü akşamında yediğimiz yemekte İtalya Anarşist Federasyonu’ndan Bolonya’lı bir yoldaşımın “Türkiye’deki durum şu anda nasıl?” sorusuna verdiğim, vermek zorunda kaldığım cevap ertesi günkü felaketin kehaneti gibiydi: “Seçim dönemi Türkiye’de sadece sandıktan ve oylardan ibaret değil, geçtiğimiz seçimde Amed’de bir katliam yaşandı, yine sonrasında Suruç katliamı gerçekleşti. Rusya’nın füzeleri Esad’ı güçlendiriyor. Şu an çok gergin bir ortam var her an bir yerlerde bir bomba patlayabilir…”
10 Ekim öğle saatlerinde bildiri dağıtırken Liberter Komünistler Grubu’ndan bir yoldaşın yüzünde endişeyle yaklaşıp “Ankara’da ne olmuş?” sorusuna “Ne zaman ne olmuş?” diye cevap verdim şaşkınlıkla. Yoldaşın yüz ifadesinin ürkütücülüğüyle bildiri dağıttığımız meydanın köşesindeki kahve dükkanına girdim internet şifresi alabilmek için. Anarşi Haber’de gördüğüm ilk haber “Bu meydan kanlı meydan videosu” idi.
İçinde bulunduğumuz koşulların aktif savaştan başka bir şey olmadığını bir kez daha hissettim. Ama belki de hissettiğim en çirkin duygu da bu durumun olağanlaşmasıydı. Üzüntüm, öfkem, çaresizliğim ile uzakta ve yapayalnızdım. Yalnızlığım uzun sürmedi. Sağolsun yoldaşlar hemen yanıma geldiler, biraz sonra eyleme son verdiler ve Excarhia mahallesine döndük. Hemen akşamına Syntagma’da bir protestoya hazırlandık.
Sonraki günlerde gittiğim Selanik’te, Rethymno’da, Hanya’da tıpkı Atina’daki gibi Yunanistan sokaklarında “Katil Devlet Hesap Verecek”, “Faşizme Karşı Omuz Omuza”, “Bütün Devletler Katildir” sloganları yankılandı. Sadece Türkler ve Kürtler değil Yunanlılar, İtalyanlar, Slovenyalılar, herkes çat pat söyleyebildiği kadar…
Gün geçtikçe daha fazla maruz kaldığımız devlet terörünün dünyanın başka bölgelerindeki yoldaşlarımızca nasıl tepki bulduğunu gördüm. Yoldaşlarımız sadece pankartlarında değil gözlerinde, yüreklerinde de gösteriyorlardı:
DAYANIŞMA SİLAHIMIZDIR!
The post ” Akdeniz Anarşist Toplantısı ve Ankara Değerlendirmesi” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>