SAYI 5 – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Wed, 25 Dec 2019 14:27:07 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Koşuyolu Hastanesi’nde Ziya İncedere’nin Direnişi Sürüyor https://meydan1.org/2012/12/14/kosuyolu-hastanesinde-ziya-incederenin-direnisi-suruyor/ https://meydan1.org/2012/12/14/kosuyolu-hastanesinde-ziya-incederenin-direnisi-suruyor/#respond Fri, 14 Dec 2012 10:48:33 +0000 https://test.meydan.org/2012/12/14/kosuyolu-hastanesinde-ziya-incederenin-direnisi-suruyor/ Koşuyolu Hastanesi’nde Ziya İncedere mücadelesine devam ediyor. Koşuyolu Hastanesi’nde sendikalı olduğu için, taşeron şirket tarafından Avrupa yakasında başka bir hastaneye sürgün edilmek istenen Ziya İncedere hastanede tekrar işe başlamak ve sendikal faaliyetlerine devam etmek için direniş çadırı kurdu. Biz de Meydan Gazetesi olarak ,kendisi ile direniş çadırında sohbet ettik. Ziya İncedere’ye direniş sürecini anlatmasını istediğimizde, […]

The post Koşuyolu Hastanesi’nde Ziya İncedere’nin Direnişi Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Koşuyolu Hastanesi’nde Ziya İncedere mücadelesine devam ediyor.

Koşuyolu Hastanesi’nde sendikalı olduğu için, taşeron şirket tarafından Avrupa yakasında başka bir hastaneye sürgün edilmek istenen Ziya İncedere hastanede tekrar işe başlamak ve sendikal faaliyetlerine devam etmek için direniş çadırı kurdu. Biz de Meydan Gazetesi olarak ,kendisi ile direniş çadırında sohbet ettik.
Ziya İncedere’ye direniş sürecini anlatmasını istediğimizde, “Hangisinden başlayayım 31 gün öncekinden mi yoksa 2,5 yıl öncekinden mi?” diyerek 4 yıldan beri Dev-Sağlık İş temsilciliğiyle birlikte Koşuyolu Hastanesi’nde temizlik işçisi olarak çalışmakta olduğunu, Ekim ayının 1’inden itibaren işbaşı yaptırılmadığını ve Bayrampaşa Hastanesi’ne sürgün edilmek istendiğini anlattı. Bunun üzerine hastanedeki tüm birimlerin taşeron işçilerin iş bırakma eylemiyle kendisine destek verdiğini söyledi. İncedere, yapılan bu adaletsizliğin kendisine değil; sendikaya, işçi sınıfına, çalışan tüm işçilere karşı yapıldığını belirtti.

2010 yılında da Tekel işçilerine desteğinden dolayı işine son verilen İncedere, tüm işçilerin desteğiyle 34 gün boyunca direndiğini ve sonunda işe geri alındığını söyledi. 2010 yılında 7 aylık bir sendikal örgütlülük varken büyük bir direniş ile karşılaşan yönetim, İncedere’nin kendisini işe almak zorunda kalmış ve Toplu iş Sözleşmesi (TİS) imzalamak zorunda kalmıştı. 2010 yılında fiili olarak imzalanan TİS ile işçilerin sendikal hakları ve çalışma koşullarında iyileşme olmuş ancak DEV-Sağlık İş yetkisiz olarak örgütlenmeye devam etmişti.

2012’de değiştirilen sendika yasası ile DEV-Sağlık İş sendikal yetki kazandı. Bunun ardından yönetim ve işveren taşeron şirket ortaklığında, sendikalı işçilere karşı yeni bir saldırı başladı. Sendikalı işçiler örgütlemelerinin en başından itibaren yönetim ve taşeron şirketler tarafından farklı yollarla tehdit edilmektedir.

“4 yıllık örgütlülük deneyimi ile işçiler artık fazla mesai ücreti ya da yıllık izin gibi faydalardan yararlanmak istemiyorlar, onlar sendikal faaliyet yürüterek taşeronlaştırmaya, güvencesiz çalıştırılmaya karşı direnerek iyi koşullarda çalışmak istiyorlar” diyen Ziya İncedere, direnişi kırmaya yönelik tüm çabaların boşa çıkacağını da ekledi.

Koşuyolu Hastanesi’nde 385 taşeron işçisinin ve bununla birlikte 5 taşeron şirketin faaliyet gösterdiğini belirten İncedere, DİSK’in çağrısı ile barajsız, yasaksız sendika için meclise yapılan yürüyüşe katıldığını ve polisin attığı gaz bombası fişeği ile kafatasında kırık oluştuğunu ve kafasına dikiş atıldığını söyledi. İncedere, bu yıldırma, yıpratmalara karşı yine de direnişe ve mücadeleye devam edeceğini de sözlerine ekledi.

The post Koşuyolu Hastanesi’nde Ziya İncedere’nin Direnişi Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/12/14/kosuyolu-hastanesinde-ziya-incederenin-direnisi-suruyor/feed/ 0
Açlık Grevleriyle Dayanışmayı Engellemek İçin Diyarbakır’da Olağanüstü Hal İlan Edildi https://meydan1.org/2012/12/14/aclik-grevleriyle-dayanismayi-engellemek-icin-diyarbakirda-olaganustu-hal-ilan-edildi/ https://meydan1.org/2012/12/14/aclik-grevleriyle-dayanismayi-engellemek-icin-diyarbakirda-olaganustu-hal-ilan-edildi/#respond Fri, 14 Dec 2012 10:35:42 +0000 https://test.meydan.org/2012/12/14/aclik-grevleriyle-dayanismayi-engellemek-icin-diyarbakirda-olaganustu-hal-ilan-edildi/ 3 Kasım günü Diyarbakır’da açlık grevlerine destek çekmek için BDP’nin İstasyon Meydanı’nda yapacağı miting yasaklandı. Valilik tarafından mitingin yasaklanmasıyla, şehirde adeta OHAL ilan edildi. Birçok meydana TOMA ve çevik kuvvet polislerinin yığılmasının ardından, Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nin çevresi de polis bariyerleriyle kapatılarak, cezaevinin olduğu alana giriş çıkış yasaklandı. Hayatın durduğu şehirde polisin yığınakları devam ederken, […]

The post Açlık Grevleriyle Dayanışmayı Engellemek İçin Diyarbakır’da Olağanüstü Hal İlan Edildi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
3 Kasım günü Diyarbakır’da açlık grevlerine destek çekmek için BDP’nin İstasyon Meydanı’nda yapacağı miting yasaklandı. Valilik tarafından mitingin yasaklanmasıyla, şehirde adeta OHAL ilan edildi. Birçok meydana TOMA ve çevik kuvvet polislerinin yığılmasının ardından, Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nin çevresi de polis bariyerleriyle kapatılarak, cezaevinin olduğu alana giriş çıkış yasaklandı. Hayatın durduğu şehirde polisin yığınakları devam ederken, BDP il binası da polis tarafından abluka altına alındı.

The post Açlık Grevleriyle Dayanışmayı Engellemek İçin Diyarbakır’da Olağanüstü Hal İlan Edildi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/12/14/aclik-grevleriyle-dayanismayi-engellemek-icin-diyarbakirda-olaganustu-hal-ilan-edildi/feed/ 0
Garanti Bankası’nın Sorumluluklu Yüzü: Toplum Gönüllüleri Vakfı https://meydan1.org/2012/11/21/garanti-bankasinin-sorumluluklu-yuzu-toplum-gonulluleri-vakfi/ https://meydan1.org/2012/11/21/garanti-bankasinin-sorumluluklu-yuzu-toplum-gonulluleri-vakfi/#respond Wed, 21 Nov 2012 13:39:57 +0000 https://test.meydan.org/2012/11/21/garanti-bankasinin-sorumluluklu-yuzu-toplum-gonulluleri-vakfi/ Şirketlerin bugüne kadar daha fazla kar elde etmek için yaptığı onca sömürü, katliam ortadayken nasıl oluyor da patronlar; farklılıklara, insan haklarına saygı duymayı amaçlayan “sosyal sorumluluk projeleri”ne milyarlar yatırıyorlar? “Gençsiniz… Gönüllüsünüz… Sadece durup olanlara bakmak değil, inisiyatif almak, bir şeyleri değiştirmek istiyorsunuz… Kendinize ve çevrenizdekilere güvenmeyi ve güven vermeyi biliyorsunuz… Toplum Gönüllüsü olmak mı istiyorsunuz?” […]

The post Garanti Bankası’nın Sorumluluklu Yüzü: Toplum Gönüllüleri Vakfı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Şirketlerin bugüne kadar daha fazla kar elde etmek için yaptığı onca sömürü, katliam ortadayken nasıl oluyor da patronlar; farklılıklara, insan haklarına saygı duymayı amaçlayan “sosyal sorumluluk projeleri”ne milyarlar yatırıyorlar?

“Gençsiniz… Gönüllüsünüz… Sadece durup olanlara bakmak değil, inisiyatif almak, bir şeyleri değiştirmek istiyorsunuz… Kendinize ve çevrenizdekilere güvenmeyi ve güven vermeyi biliyorsunuz… Toplum Gönüllüsü olmak mı istiyorsunuz?” Bu cümlelerin olduğu bildirileri özellikle gençlerin birçoğu okumuştur. Ya da TOG yazılı tişörtlü gönüllülerden sosyal duyarlılıklarımızı okşayan buna benzer cümleler duymuşuzdur. Televizyonlarda kamu spotu vari reklamlarını izlemişizdir. Peki bu “ayaklı kamu spotu” toplum kuruluşunun amacı nedir? Toplum Gönüllüleri Vakfı hangi şirketin iz düşümüdür? Oluşturmaya çalıştığı “sosyal sorumlulukla” neyi hedeflemektedir? Bu soruların cevabı vakfın sponsoru olan ya da ortak projeler geliştirdiği şirket ve kurumlarda gizlidir.

Şirketlerin Yeni Dönem Etiği; Sosyal Sorumluluk

Sosyal sorumluluk özellikle son dönemde şirketlerin kullandığı yeni bir reklam modeli. Bu model sayesinde şirketler, yaşamın her alanındaki sömürülerini sürdürürken; çevreye, tüketiciye, çalışanlarına, toplumlara ve kamusal alana ilişkin kaygılar da güttüğü izlenimi vermektedirler. Bu sözde kaygı ile yapılanlar, şirketlerin sömürülerini gizlemek için iyi bir kamuflaj olanağı sağlar. Yani bir şirketin yaptığı sömürüler, bu sosyal kaygıların geri planında bırakılarak meşrulaştırılır.

Çevre sorunları, artan nüfus gibi tüm insanlığın sorunları olarak görülen problemlere karşı, “gelecek nesillere bırakılacak yaşanabilir bir dünya için hükümetler, yerel yönetimler ve halkın el ele vererek gerçekleştireceği” çalışmalarda, şirketler bu projelere STK görünümleriyle katılıp paydaşların arasından halk temsilcisi olarak devletlerle pazarlığa otururlar. Bahsi geçen problemlerin belirlenmesinden, bu problemlerin çözüm aşamasına, hem devlet hem de STK aracılığıyla şirket eliyle adaletsizlik yaratan uygulamalara ahlaki ve yasal bir kılıf uydurulur.
Bu yeni modelin, son dönemlerde sıklıkla gözümüze çarpmasının nedeni ise bu coğrafyada şimdilerde uygulamaya geçmesidir. Bu şekilde bireylerin varolan adaletsizliklere karşı olası tepkilerini ortaya koyarak bir çeşit sanal muhalif hareket yaratılmış oluyor. Mücadeleler arasına bir truva atı gibi sızan STK’lar, mücadeleleri manipüle edip etkisizleştirmeye, yapılan reformlar aracılığıyla sisteme entegre etmeye çalışırlar.

Toplum Gönüllüleri Vakfı da bahsi geçen STK’lar arasında son dönemde en popüler olanlardan. 2002 yılında kurulan vakıf, o günden bugüne “taşıdığı sosyal sorumluluk” bilinciyle hareket ediyor. Gençlerin, özellikle de üniversite öğrencisi gençlerin “kişisel gelişimlerine katkıda bulunarak” toplumsal arenada “sosyal sorumluluk” duygusunun artırılmasını hedeflediğini söylüyor. Her yıl 101’i aşkın üniversite kulübü dâhilinde, yaklaşık 36.000 genci 844’ü aşkın proje ve etkinle vakfın amaçlarına “gönüllü” bir şekilde hizmet ettiriyor. Bu amaçlar doğrultusunda çeşitli eğitim programları gerçekleştiriyor, özellikle ekonomik durumu kötü olan gençlere verdiği burslar sayesinde “genç gönüllüler” yaratıyor. Böylelikle oluşturmaya çalıştığı “toplum gönüllüleri ağı”nı her geçen gün daha da genişletiyor.

Çalışmalarını “farklılıklara saygı, şeffaflık ve hesap verilebilirlik, yerel katılım, ekip çalışması, yaşam boyu eğitim ve girişimcilik” sözde demokrasi ilkeleri doğrultusunda gerçekleştiren ve böylelikle “daha demokratik bir toplumun devamına katkıda bulunmayı amaçlayan vakfın” çalışma alanları, örgütlenme yöntemleri, işbirliği yaptığı şirketler, toplumsal arenada üstlendiği misyonun arka planı ve “sosyal sorumluluklu” bu vakfın asıl amacı bir hayli dikkat çekiyor. Vakıf, yardım yapan kapitalistleri tüm yayın organlarında görünür kılarak, bu kapitalistlerin topluma “sosyal sorumluluklu” insanlar gibi nüfuz etmesine olanak sağlıyor.

Sosyal Sorumluluğa Destek, Şirketlere Yatırım

Toplum Gönüllüleri Vakfı’nın ana sponsorluğunu Garanti Bankası yapıyor. Vakfın, öğrenci bursları üzerinden faaliyet alanını ve gönüllü sayısını arttırdığı bilinen bir gerçek. Bu burslara yönelik fonları sağlayan destekçiler arasında; Akbank, Deniz Bank, Finans Bank, Yapı Kredi gibi bankalar; Borusan Holding, Karadeniz Holding gibi holding kuruluşları, Ülker, Migros, Turkcell gibi şirketler de yer alıyor. TOG’un faaliyetlerinden dolayı, düzenli olarak her ay AB Danışmanlık ve Yatırım Hizmetleri, KVK, İpragaz, Nurteks ve MUDO gibi şirketler bağışta bulunuyor. Vakıf bünyesinde oluşturulan ve uygulanan bir projeyi  uzun süredir destekleyen kurumlar arasında; Sabancı Vakfı, Charles Stewart Mott Vakfı, Turkish Philanthropy Vakfı da yer alıyor.

Toplumsal sorunları ilaçla yatıştırmaya çalışan, tüm zararlarına rağmen üretimi ve tüketimi serbestçe devam eden psikiyatrik ilaçları üreten Pfizer, yan etkilerini gizlediği ilaçlarını piyasaya süren Bayer, kot taşlama atölyelerinde onlarca işçinin silikozis hastalığı ile ölmesine, yüzlercesinin yatağa mahkûm olmasına yol açan Mavi Jeans, Ruanda soykırımına neden olan Belçika Krallığı ve birçok hidroelektrik santralle vadilerde yaşamı yok eden Doğuş Holding’in bankası Garanti ve saymakla tükenmeyen onca şirket de TOG destekçileri arasında. Bütün bu destekçiler dışında, TOG’a her yıl binlerce bireysel destekçi de bağışta bulunuyor.

Türkiye’de sosyal sorumluluk projelerinin ulaştığı boyut resmi olarak bilinmese de tahminler 750 milyon ile 1 milyar dolar civarında olduğu yönünde.

Toplum Gönüllüleri Neye Gönüllü?

2002’nin Aralık ayında üniversitelileri ve “yetişkin”leri Boğaziçi Üniversite’sinde bir araya getirerek fikir alışverişi yapan vakıf aynı ay içerisinde resmen kuruldu ve Garanti Bankası’nın ana sponsorluğunda çalışmalarına başladı. Kurulduğu günden bu güne, bireysel bağışlardan, kurumsal sponsorluklardan, yurt iç ve yurt dışı fon sağlayıcı kuruluşlardan, AB hibelerinden ve büyükelçilik fonlarından yararlanan vakıf hem yerel hem de küresel alanda birçok “sosyal sorumluluklu çalışmalar” gerçekleştirdi. Temmuz ayından bu yana sürdürdüğü Genç Bank projesi ise Toplum Gönüllüleri Vakfı’nın aslından neyden “sorumlu” olduğunu göstermede açıklayıcı örneklerden biri oluyor.

İlk defa 1999 yılında Kuzey İrlanda’da uygulanan benzer bir modelden alınan ilhamla başlatılan Genç Bank projesiyle genç bireylerin yaşadıkları çevrede (mahalle, ilçe, köy) yerel katılımlarını artırmak amaçlanıyor. Proje dâhilinde kısaca eğitim alan 5-7 kişilik genç grup, çevrelerindeki gençlerin fikirlerini ya da yeni deyişle projelerini maddi ve manevi olarak destekliyor. Bu destek onları proje yazmaya teşvik etmek, çevrelerine etki etmelerini sağlamak, yerel yönetim ve yerelin ileri gelenleri ile işbirliği yapmalarını sağlamak, sanatsal ve sosyal katılımlarını ve becerilerini geliştirmek için “küçük maddi” destekler ve “eğitim” gibi “manevi” destekleri kapsıyor.

Vakıf, 2012 Temmuz’unda başlatılan ve 2013 Temmuz’unda sonlanacak olan Genç Bank projesinin amacını “Yerelde gençlerin katılımı için bir model yaratırken, geleneksel hayırseverlik anlayışının değiştirilmesi” olarak belirtirken, detaylar öğrenildikçe bu “sosyal sorumluluklu genç girişimciler projesi”ne dair şüpheler de artıyor. 250.000 TL’nin hibe edildiği, Sabancı Vakfı ve Charles Stewart Mott Vakfı tarafından da desteklenmekte olan bu projenin gerçekte amaçladığı ne olabilir? Genç Bank dâhilinde çalışmakta olan “genç gönüllüler”in yaptığı çalışma, vakıf ana sponsoru olan Garanti Bankası için ucuz yollu bir deneyim edinme çalışması mıdır yoksa projenin gerçekleştirildiği pilot alanlardaki sosyo-ekonomik yapıya ilişkin bir verileme sistemi çalışması mıdır? Sermaye STK’sı olan WWF ile işbirliği yaparak 21. yüzyılın etik kodu “yeşil” politikaya vurgu yaparken ironik bir şekilde Hasankeyf’i yok edecek Ilısu Barajı’na da finansal destek sağlayan Garanti Bankası’nın Genç Bank çalışmasına verdiği “destek” de iyi bir şirket stratejisidir.

Etik mi yoksa sürdürülebilirlik mi?

Toplum Gönüllüleri Vakfı, yürüttüğü projelerde şiddete, etnik ayrımcılığa karşı durmayı, farklılıklara, insan haklarına saygı duymayı amaçlıyor. Peki, şirketlerin bugüne kadar daha fazla kar elde etmek için yaptığı onca sömürü, katliam ortadayken nasıl oluyor da patronlar böylesi “sosyal sorumluluk projeleri”ne milyarlar yatırıyorlar?

1960 sonrasında Avrupa’da birçok şirket, açığa çıkardıkları muazzam zararlara karşı muhakkak bir toplumsal direncin geleceğini öngörerek kendi politikalarına karşıymış gibi görünen “kendi muhaliflerini” yarattılar. Şirketler, yarattıkları bu Sivil Toplum Kuruluşları(STK) ile sistemin aksaklıklarını “uygun eylemlerle” protesto ederek kendi işleyişlerindeki çatlakları sıvama fırsatı buldular. Adeta bir Truva atı işlevi gören bu STK’lar sadece olası muhalefetleri biçimlendirme ve sindirme işlevini değil, aynı zamanda bu “merhametli” şirketlerin meşruluk ve masumiyet sertifikası görevini de üstlendi.

Bugün, başta Birleşmiş Milletler (BM) olmak üzere Avrupa Birliği (AB), Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar tarafından yayımlanan bildirilerde (OECD Guidelines, EU Principles Brussels, UN Global Compact) sık sık sosyal sorumluluğun öneminden bahsediliyor. Ancak firmaların gerçekleştirdiği sosyal sorumluluk projelerine yönelik “şirketler kepçeyle aldıklarını kaşıkla veriyor” ya da “günah çıkarıyorlar” eleştirileri de mevcut. Sosyal sorumluluk projelerinin topluma sağlayacağı faydadan öte hayata geçirilirken markaya neler kazandıracağı, satışları ne kadar artıracağı da hesaplananlar arasında.

 

Toplum Gönüllüleri Vakfı’nın algısı “farklılıklarımızla birarada, kendi aramızda mutlu, biraradalığımızla huzurlu, çevreye karşı sorumlu” diye özetlenebilecek sığ bir duyarlılıkla sınırlıdır. Tog üyeleri dış dünyaya üzüntüyle bakmakla yetinmeyip neşeli karşı çıkışlarla olan bitene sessiz kalmamaya çalışmaktadır. “Çember şeklinde dizilerek yalnızca görüntüde demokratikleştirilmiş” toplantılar, çalışmalarda kullanılan araç ve yöntemler bu vakfın gönüllülerinin TACSO (Avrupa Birliği tarafından finanse edilen “Sivil Toplum Kuruluşları İçin Teknik Destek”) tarafından “profesyonel” destek aldığını açıkça ortaya koymaktadır.

Yoğunlukla üniversite öğrencilerinden oluşan bu toplulukta tüm çalışmalar elişi dersi havasında geçerken, yapılanlar “bütün dünya buna inansa, birlik olsak” tadında bir hobi çalışmasını andırmaktadır.

Yapılan her etkinklikle birlikte daha fazla sosyalleşilirken yapılan etkinliklerin gerçek hayata yansıması dijital fotoğraf makineleriyle çekilen fotoğrafların facebookta paylaşılmasından daha öteye toplumsallaşamamaktadır. Zira bu etkinliklerin asıl amacının dünyadaki adaletsizliklere çare olmak için toplumsallaşmaktan ziyade, şirketlerin duyarlılıklarını gösterecekleri bu etkinliklere akıtılan fonların ne denli işe yaradığını belgeleyen fotoğrafları çekmek olduğu da ortadadır.

Çamaşır iplerine mandalla asılan kağıtlara pastel boyalarla yazılmış ve post-itlerle yapıştırılmış “doğa candır”, “sen de bir adım at”, “çevremizi yeşile boyayalım” sloganlarıyla kendilerince işin bir ucundan tutarak toplumsal dönüşümde çok önemli ilerlemeler kaydediyorlar. Oysa bütün bunların bir ilüzyon olduğunu anlamak için kahin olmaya gerek yok. Çünkü yaptıkları herhangi bir projede insanlar neye gönüllü olduklarının farkında bile değillerdir. Vakit iyi geçerken toplumla ne denli özdeşleşmek akla gelmemektedir. Belki de CNBC-E dizilerinde Amerikan gençlik sinemasındaki kolej partilerindekilere çok benzeyen ortamlarda fonda bir duyarlılık, çekilen fotoğraflara “derinlikli” imajlar katarak nispeten daha anlamlı bir poz oluşturacaktır.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 5. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post Garanti Bankası’nın Sorumluluklu Yüzü: Toplum Gönüllüleri Vakfı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/11/21/garanti-bankasinin-sorumluluklu-yuzu-toplum-gonulluleri-vakfi/feed/ 0
‘Hastalanıyoruz’- Mine Selin Sayarı https://meydan1.org/2012/11/20/hastalaniyoruz-mine-selin-sayari/ https://meydan1.org/2012/11/20/hastalaniyoruz-mine-selin-sayari/#respond Tue, 20 Nov 2012 15:51:48 +0000 https://test.meydan.org/2012/11/20/hastalaniyoruz-mine-selin-sayari/ Tıp, bir insan sağlığı meselesi olduğu kadar, ahlaki, kültürel ve politik de bir anlama sahip. Eskiden hastalık yaşam için bir istisnaydı. Artık sağlıklı olduğu ispatlanana kadar herkes hasta. Üstelik kimin hasta olup olmadığı da ‘tıp profesyonelleri’ tarafından kapalı kapılar arkasında, ilaç şirketlerinin finansmanıyla belirleniyor. Silah sektöründen sonra en büyüğü olan sağlık sektörü, bunca harcamaya rağmen […]

The post ‘Hastalanıyoruz’- Mine Selin Sayarı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Tıp, bir insan sağlığı meselesi olduğu kadar, ahlaki, kültürel ve politik de bir anlama sahip. Eskiden hastalık yaşam için bir istisnaydı. Artık sağlıklı olduğu ispatlanana kadar herkes hasta. Üstelik kimin hasta olup olmadığı da ‘tıp profesyonelleri’ tarafından kapalı kapılar arkasında, ilaç şirketlerinin finansmanıyla belirleniyor. Silah sektöründen sonra en büyüğü olan sağlık sektörü, bunca harcamaya rağmen sağlık getirmiyor.

Tıp ile yaşarken ölmeyi öğreniyoruz

Bugün ilaç şirketleri, ilaçlarının tanıtımı için en yüksek miktarda yatırımı reklam masrafları için değil, halkla ilişkiler uzmanları ve doktorlara harcıyor. İlaç şirketleri kendilerini meşrulaştıran doktorları kendi elleriyle yetiştirirken, doktorlar bilim adı altında insanlara zehir yazıyor. Üstelik sadece ilaç değil, sağlıklı beslenme piyasası da, yan sektör olarak devreye giriyor.

Kardiyolog dernekleri uluslararası şirket tekellerinin ‘kalp dostu’ gıda ürünlerinin tanıtımını yaparken, kolestrolün kalp krizinin nedeni olmadığı, bu ilaçların ticari bir rant aracı olduğu, kolestrol ilaçlarının asıl hastalık nedenini sakladığı başkaca doktorlar tarafından bas bas bağırılıyor. Kötü beslenmeden, hareketsizlikten ve şehir yaşamından kaynaklanan kalp rahatsızlıkları, insanın yaşamını bütünlüklü bir şekilde değiştirmesi ile önlenebilecekken, hastalığın nedeni değil sonucu olan kolestrolü düşürmek için üretilen ilaçlar, dünyanın en çok satanlarında birinci sıraya oturuyor. Aslında tıp, zehirlenen insanın sararmaya başlayan suratına makyaj yapmakla görevlendiriliyor. Bu şekilde insanlara zehrin kendisiyle, kirli havayla, fast foodla, aşırı şekerli ürünlerle, ağır çalışma koşullarıyla, yalnızlık, bencillik, stres ve rekabetle yaşamak öğretiliyor. Bir insanın sağlıklı olması için yapabileceği en iyi şey, hastalık hiç oluşmadan onu önlemek iken, bugün doktorlar hastalığın devamlılığı üzerinden kar ederek var olabiliyor. Çünkü hastalığı önlemek adına yaşamı dönüştürmek, tanı koyarak ilaç yazmaktan çok daha ‘masrafsız’ oluyor. Ve aslında bu gerçek, kimilerinin hiç ‘işine’ gelmiyor..

Tıp yalnızca tıp değil..

Sadece hastalanmıyoruz. Toplumsal roller de tıp tarafından belirleniyor. Örneğin yapmaktan nefret ettiği bir işi yapmak zorunda kalan bir kimse kronik mutsuzluğa sahip ise, bu durum depresyon tanısının ardından kişiye yazılan anti depresanlar ile geçiştiriliyor. Adına tedavi denilen bu yöntemle kişi ilk olarak ‘uyumsuz’, ‘karşıt’ vb. tanımlarla karşılaşmadan, politik sorumluluklarından kurtuluyor.

Doktor ise hastasının sorununun sistemden kaynaklanmadığı, meselenin tamamen biyolojik olduğu yönündeki ‘tanısı’ ile hastanın ve sistemin suç ortağı oluyor. Üstelik kişinin yaşam koşulları değişmediği takdirde anti depresanın hastayı tedavi başarısı istatistiklerde ‘yok’ kabul edilmesine rağmen, kişileri yaşam boyu kendine bağımlı kılan ilacın kullanımı hiç durmadan artıyor.
Aynı şey kolestrol ilaçları, kalp rahatsızlıkları, obezite, hipertansiyon, ağrı kesiciler söz konusu olduğunda da aynı şekilde işliyor. Ve dünyanın en çok satan bu ilaçları, kişinin hastalığını önlemeyi değil, tedavi adı altında hastalığının sürdürülebilir kılınmasını amaçlıyor.

Hastaneler hiç bu kadar yaşam merkezi olmamıştı…

Evet sistem artık herkesi muayene etmek, yüksek teknolojideki makinelerini kullanarak bunlar üzerinden kar etmek, her eve en az iki reçete yazmak, kutu kutu ilaçlarla ecza dolaplarını doldurmak ve bir velinimet olarak müşterisini her daim kendisine bağımlı kılmak istiyor. Anlayacağınız, bir yaşam merkezi olarak hastaneler alışveriş merkezleri kadar cazip hale getirilmek isteniyor. Geçtiğimiz yıllarda AKP’nin hastanelere ulaşımı kolaylaştırma politikası ile içinde AVM’lerin de olduğu devasa şehir hastaneleri projesi, bu anlayışı temsil ediyor. Hasta insan, bir tüketici olarak hastane şirketlerinden mümkün olan en yüksek oranda ‘alışverişe’ teşvik ediliyor. Tabi bu alışverişten, herkes ancak ‘nasibine’ düşeni alabiliyor.

‘Herkese eşit eziyet hakkı’ mı?

Günümüzde sağlık meselesi iktidarın gündelik politikaları ve onların karşıtlığı üzerinden öyle sıkışmış bir tablo içerisinde tartışılıyor ki, tıbbın sorgulanamaz olma durumu tarihte hiç bu kadar keskin olmamıştı. Sağlığı toplumun her kesimine eşit şekilde dağıtma talebi üzerinden yapılan muhalefet politikaları, yalnızca sıkışmış bir siyaset biçimini değil, aynı zamanda iktidarların ve sağlığın ortağı şirketlerin de ağzını sulandırıyor. Kar mantığı üzerinden şekillenen tıbbın eşit dağıtılmasını istemek, aslında büyük bir kör dövüşüne işaret ediyor. Bu taleple birlikte toplumun tüm dikkati, bu yıkıcı sistemin devamını sağlayan iktidarın ve doktorların verdiği zarardan, iktidarların tüketim toplumunun devamlılığını sağlamak için üzerine düşeni yeterince yapmadığına kayıyor.

Böyle bir düzende hizmetlerin daha eşit dağıtılmasını istemek, insanların hasta edici yaşam ve çalışma koşullarına devam etmesini meşru kılıyor. Eğer tıp, bizleri hasta eden sistemin bir devamcısı ve uygulayıcısı haline gelmişse, aslında ilk önce tıbbın kendisini sorgulamamız gerekiyor.

Bildiğin gibi değil..

Yeşilçam filmlerinde bir sahne vardır belki hatırlarsınız, mahallenin doktoru hastanın evinde, yatağının başında ona bir arkadaş olarak nasihatlarda bulunur. Doktor hastasına nasıl yaşaması gerektiği, nelere dikkat etmesi gerektiğini söyler. Doktor olmak, ilaç yazmak değildir aslında. Ve aslında ‘doktor olmak’ da değildir; karşındakinin yaşamını dert edinebilmek, sahip olduğun bilgiyi ihtiyacı olanla paylaşmaktır. Artık sağlık bilgisi hastanelere ve tıp ‘profesörlerinin’ tekellerine öyle bir kapatılmıştır ki, en basit sağlık bilgilerini bile yıllar yılı kaybetmiş buluruz kendimizi. Artık her müdahale yüksek teknolojilerle hastanelerde yapılmaktadır. Halbuki bugün herhangi bir krize müdahalenin hastane merkezli olmasından dolayı ölen insan sayısı, hastanelerin sağladığı üstün teknikler sayesinde kurtulan insan sayısından fazladır. Ve bütün yaşamsal bilgiler, hastanelere muhtaç olmamız için bizden uzaklaştırılır. Onlarca yan etkisi olan ilaçları kullanmadan önce bir zamanlar evde kullanılan tedavi yöntemleri ‘koca karı’ işi olarak çoktan bir kenara atılmıştır.

Yaşamak, ama nasıl?…

Acaba tarihte hiç olmadığı kadar kitlesel hale gelen bu hastalıklar mı teknolojiyi geliştiriyor? Yoksa bu kadar büyük endüstrinin, yapay gıdaların, hızlı üretim ve tüketim yaşantısının, şehirlere kapatılarak yalnızlaştırılan insanların olduğu bir toplum mu hastalığın kendisi? Hastalık dediğimiz nedir? Örneğin insanların doğal gelişiminin bir sonucu olan menopoz, östropoz önlenmesi gereken bir hastalık mıdır? Bütün bir yaşamı boyunca ‘hastalıklı’ bir şekilde ölümsüzlüğü kovalayan insanlar mı olduk? Yoksa mutlu, sağlıklı, bizim ve özgür olan bir yaşam mı istiyoruz? Bu yazı böylesi önemli bir mesele için yalnızca bir başlangıç niteliği taşıyabilir ancak: Büyüyünce ne olmak istersiniz demiyorum, nasıl yaşamayı düşlerdiniz?

Mine Selin Sayarı
[email protected]

The post ‘Hastalanıyoruz’- Mine Selin Sayarı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/11/20/hastalaniyoruz-mine-selin-sayari/feed/ 0
Devlet Devlettir https://meydan1.org/2012/11/20/devlet-devlettir/ https://meydan1.org/2012/11/20/devlet-devlettir/#respond Tue, 20 Nov 2012 10:44:20 +0000 https://test.meydan.org/2012/11/20/devlet-devlettir/ Açlık Grevinde bir kişi var. O’da şov yapıyorlar. Yiyecek stokları var. Kontrol bizde, gizli gizli yiyorlar. Sahte açlık grevindeler, yemek yiyorlardır.  Korku böyle bir şey işte saçmaladıkça saçmalatıp salaklaştırıyor. 1984’den 2012’ye Devletin dili aynı dil. 12 Eylül, sokaklarda insanların avlandığı, cezaevlerindeki tutsakların teslim alınmaya çalışıldığı yıllardı. Tek tip elbise giyme dayatması darbecilerin geliştirdiği kişiliksizleştirme politikalarından […]

The post Devlet Devlettir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Açlık Grevinde bir kişi var. O’da şov yapıyorlar. Yiyecek stokları var. Kontrol bizde, gizli gizli yiyorlar. Sahte açlık grevindeler, yemek yiyorlardır. 

Korku böyle bir şey işte saçmaladıkça saçmalatıp salaklaştırıyor.

1984’den 2012’ye Devletin dili aynı dil.
12 Eylül, sokaklarda insanların avlandığı, cezaevlerindeki tutsakların teslim alınmaya çalışıldığı yıllardı. Tek tip elbise giyme dayatması darbecilerin geliştirdiği kişiliksizleştirme politikalarından sadece biriydi. Devrimci tutsakların, özellikle Diyarbakır, Mamak, Metris gibi cezaevlerine adımlarını ilk attıklarında karşılaştıkları cümle, ‘burası bir cezaevi değil, askeri okuldur ve sizler de bu okulun öğrencilerisiniz” oluyordu. İşte askeri cunta, cezaevlerine doldurduğu tutsakları, sözünü ettiğimiz bu militarist sistem içerisinde “hizaya sokmayı” kafasına koymuştu.Tutsaklara spor yaptırma adı altında uygun adım ırkçı marşlar ezberletmek, cezaevlerinin iç güvenliğinden sorumlu, rütbeli rütbesiz tüm askerlere “komutanım” diye hitap etmeye zorlamak gibi baskı uygulamaları ise burada sayabileceğimiz diğer birkaçıydı. İşte tek tip elbise dayatması da darbecilerin “asker mahkum” haline getirdiği tutsaklara giydirmek istediği askeri üniformaydı.
Cuntanın yukarıda bazılarını saydığımız bu uygulamalarına karşı çıkmanın bedeli ise bazen yaşamların kendisi oluyordu.
1984’ün Nisan ayı sonlarında, devletin kendilerine giydirmek istediği o soluk lacivert renkteki üniformayı giymek istemeyen tutsaklardan bazıları önce süresiz açlık grevi, sonrasında da ölüm orucu direnişi başlattılar. Darbenin şefi olan Cumhurbaşkanı Kenan Evren aynı günlerde ölüm orucu direnişçileri için, ”gizli gizli yemek yiyorlar” ifadesini kullandı. Direnişin 64, 66 ve 73. günlerinde dört tutsağın ölümü sonrası devlet geri adım atarak, tek tip elbise uygulamasından vazgeçti.
1996 yılına gelindiğinde ise devlet tutsaklara yönelik bu kez “F Tipi cezaevi” adı altında yeni bir saldırı hattı oluşturmuştu. Tek kişilik hücre tipi cezaevleriyle istenilen, tutsakların yaşamlarının tamamen tecrit altına alınmasıydı. F tipi cezaevlerine yönelik Türkiye’nin tüm cezaevlerinde bulunan tutsakların büyük bölümünün katıldığı direnişe ise devletin karalama amaçlı saldırısı da gecikmedi. Dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan, direnişi kamuoyu nezdinde aklısıra mahkum edebilmek için, ”kantinden stoklamış oldukları yiyecekleri yiyorlar” demişti. On iki tutsağın yaşamını yitirdiği direniş sonrası F tipi hapishanelerin açılması gündemden kalktı.
2000 yılı sonlarına doğru F tipi cezaevlerinin “hizmete girmesi için” yeni bir saldırı daha başlatıldı. Tutsakların yanıtı bu kez ölüm orucu direnişi oldu. Yine Türkiye’nin birçok cezaevinden yüzlerce tutsak önce süresiz açlık grevi, sonrasında da ölüm orucuna girdiler.O dönemde İçişleri Bakanı olan Sadettin Tantan, Milliyet gazetesine verdiği demeçte ölüm orucu direnişinin “sahte” olduğunu iddia etmişti. Milliyet gazetesi ise, bakanın demeciyle, durumdan vazife çıkarmayı ihmal etmedi. 19 Aralık 2000 tarihinde gece sabaha karşı, devletin ağır silahlar ve bombalar kullanarak başlattığı ve otuz iki tutsağın yaşamını yitirdiği kanlı operasyonu okurlarına “Sahte Oruç, Kanlı İftar” manşetiyle duyuruyordu.
Ve yıl 2012… On dört ayı aşkın bir süredir ağır tecrit altında bulunan Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması, anadilde eğitim ve kendilerini anadillerinde savunmak isteyen Kürt tutsaklar, 12 Eylül 2012 tarihinde açlık grevi direnişi başlattılar. İlerleyen günlerde yeni katılımlarla 700 civarındaki tutsağın eylemi 50’li günlere geldi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan eylemin 48. Gününde katıldığı bir davette, fiilen ölüm orucuna dönüşen açlık grevi eylemleriyle ilgili olarak gazetecilerin yönelttiği soruya verdiği cevapla, kendisinden önceki iktidarların benzer direnişlerle alakalı yaklaşımlarını da aratmadı. ”Aç kalan falan yok, herkes bir şekilde her şeyi yiyor” cevabı, devletin dilinin, iktidarlar değişse bile aynı olacağını gösteriyor. Açlık grevinde artık kritik günlere gelindi. 1982 Diyarbakır Cezaevi’ndeki ölüm orucu direnişinde ölümlerin 53. günde başladığını düşünürsek, devletin uzlaşma adımı atmaması halinde bu direnişte de ölümler olması kaçınılmaz hale gelecek. Devlet yetkililerinin yakın tarihin çeşitli dönemlerindeki ölüm orucu direnişlerine dair birbirine benzer açıklamaları bu anlamda devlet açısından bizce şaşırtıcı olamayan bir biçimde tarihin tekerrür ettiğini bir kez daha göstermiş oluyor. Fakat aynı zamanda bu manipülatif “açıklamaların” aksine, bedenlerini ölüme yatıran insanlar ödedikleri bedelle verilen mücadelenin haklılığını da ortaya koymuş oluyor.

The post Devlet Devlettir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/11/20/devlet-devlettir/feed/ 0
Bursa’da Açlık Greviyle Dayanışma Eyleminde Çıkan Gerginlikler Sürüyor https://meydan1.org/2012/11/20/bursada-aclik-greviyle-dayanisma-eyleminde-cikan-gerginlikler-suruyor/ https://meydan1.org/2012/11/20/bursada-aclik-greviyle-dayanisma-eyleminde-cikan-gerginlikler-suruyor/#respond Tue, 20 Nov 2012 10:43:07 +0000 https://test.meydan.org/2012/11/20/bursada-aclik-greviyle-dayanisma-eyleminde-cikan-gerginlikler-suruyor/ Bursa’da, cezaevlerinde sürmekte olan açlık grevleriyle dayanışma için 28 Ekim günü BDP tarafından yapılan basın açıklamasına, faşist grupların başlattığı saldırılar artarak sürüyor. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Yavuz Selim ve Yıldırım mahallerinde belirginleşen saldırılarda bir kişi silahla ağır yaralandı. Çevik Kuvvet, Özel Harekat ve Terörle Mücadele Şubesi polislerinin de desteğini arkasına alan sivil faşistler, özellikle havanın […]

The post Bursa’da Açlık Greviyle Dayanışma Eyleminde Çıkan Gerginlikler Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Bursa’da, cezaevlerinde sürmekte olan açlık grevleriyle dayanışma için 28 Ekim günü BDP tarafından yapılan basın açıklamasına, faşist grupların başlattığı saldırılar artarak sürüyor. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Yavuz Selim ve Yıldırım mahallerinde belirginleşen saldırılarda bir kişi silahla ağır yaralandı.
Çevik Kuvvet, Özel Harekat ve Terörle Mücadele Şubesi polislerinin de desteğini arkasına alan sivil faşistler, özellikle havanın karardığı akşam saatlerinde Kürt mahallelerine saldırarak, evlere ve işyerlerine zarar verdi, grup BDP temsilciliğini ateşe vermek istedi.
Olaylarda, daha önce futbol maçlarındaki ırkçı ve cinsiyetçi tezahüratlarıyla kamuoyu gündemine gelen Bursaspor taraftar grubu “Teksas”’ yandaşlarının da aktif olarak yer aldığı görüldü. Faşist saldırılar karşısında kendilerini savunmak durumunda kalan Kürt gençlerinden yaklaşık 20’si gözaltına alındı.

The post Bursa’da Açlık Greviyle Dayanışma Eyleminde Çıkan Gerginlikler Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/11/20/bursada-aclik-greviyle-dayanisma-eyleminde-cikan-gerginlikler-suruyor/feed/ 0
Bogaziçi Üniversitesinde Açlık Grevleriyle Dayanışma https://meydan1.org/2012/11/20/bogazici-universitesinde-aclik-grevleriyle-dayanisma/ https://meydan1.org/2012/11/20/bogazici-universitesinde-aclik-grevleriyle-dayanisma/#respond Tue, 20 Nov 2012 10:36:48 +0000 https://test.meydan.org/2012/11/20/bogazici-universitesinde-aclik-grevleriyle-dayanisma/ Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri, Dayanışma için Açlık Grevindeydi Süresiz dönüşümsüz açlık grevinde olan siyasi tutsaklara destek vermek amacıyla, öğrenciler, açlık grevinin 50. gününde 2 günlük dönüşümlü açlık grevi yaptı. Kürtçe-Türkçe pankartlar ve açıklamalarla, 700’ü aşkın tutsağın an meselesi olan ölümleri ve geri dönüşümü olmayan fiziksel tahribatlarına dikkat çeken öğrenciler “Ölüm değil, çözüm” dediler.

The post Bogaziçi Üniversitesinde Açlık Grevleriyle Dayanışma appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri, Dayanışma için Açlık Grevindeydi
Süresiz dönüşümsüz açlık grevinde olan siyasi tutsaklara destek vermek amacıyla, öğrenciler, açlık grevinin 50. gününde 2 günlük dönüşümlü açlık grevi yaptı. Kürtçe-Türkçe pankartlar ve açıklamalarla, 700’ü aşkın tutsağın an meselesi olan ölümleri ve geri dönüşümü olmayan fiziksel tahribatlarına dikkat çeken öğrenciler “Ölüm değil, çözüm” dediler.

The post Bogaziçi Üniversitesinde Açlık Grevleriyle Dayanışma appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/11/20/bogazici-universitesinde-aclik-grevleriyle-dayanisma/feed/ 0
Edirne’de Açlık Grevleriyle Dayanışma Eylemine Polis Saldırısı https://meydan1.org/2012/11/20/edirnede-aclik-grevleriyle-dayanisma-eylemine-polis-saldirisi/ https://meydan1.org/2012/11/20/edirnede-aclik-grevleriyle-dayanisma-eylemine-polis-saldirisi/#respond Tue, 20 Nov 2012 10:26:49 +0000 https://test.meydan.org/2012/11/20/edirnede-aclik-grevleriyle-dayanisma-eylemine-polis-saldirisi/ 50’li günlerine giren açlık grevlerine destek vermek amacıyla, 2 Kasım Cuma günü AKP Edirne İl Binası önünde gerçekleştirilmek istenen basın açıklamasına polis saldırdı. HDK Edirne Gençlik Meclisi üyesi yaklaşık 100 kişi, basın açıklamasının yapılacağı AKP İl Başkanlığı’na doğru yürürken, grubun etrafı çok sayıda çevik kuvvet polisi tarafından kuşatıldı. Ayrıca civarda toplanan faşistler, ellerinde sopalarla HDK’li […]

The post Edirne’de Açlık Grevleriyle Dayanışma Eylemine Polis Saldırısı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
50’li günlerine giren açlık grevlerine destek vermek amacıyla, 2 Kasım Cuma günü AKP Edirne İl Binası önünde gerçekleştirilmek istenen basın açıklamasına polis saldırdı. HDK Edirne Gençlik Meclisi üyesi yaklaşık 100 kişi, basın açıklamasının yapılacağı AKP İl Başkanlığı’na doğru yürürken, grubun etrafı çok sayıda çevik kuvvet polisi tarafından kuşatıldı. Ayrıca civarda toplanan faşistler, ellerinde sopalarla HDK’li gruba müdahale etmek için hazırlığa geçti. Polisin biber gazını çok yoğun bir şekilde kullandığı saldırı sonrası, HDK’li gençler basın açıklamasını gerçekleştiremeden dağıldı.

The post Edirne’de Açlık Grevleriyle Dayanışma Eylemine Polis Saldırısı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/11/20/edirnede-aclik-grevleriyle-dayanisma-eylemine-polis-saldirisi/feed/ 0
Maslak Kuşatması https://meydan1.org/2012/11/20/maslak-kusatmasi/ https://meydan1.org/2012/11/20/maslak-kusatmasi/#respond Tue, 20 Nov 2012 00:28:25 +0000 https://test.meydan.org/2012/11/20/maslak-kusatmasi/ “İşte orman” sözü, bu binaların yanıbaşındaki ormandan çok ormanın ortasına yerleştirilen beton yığınını belirtiyor. Ali Ağaoğlu son reklamında masadaki tüm projeleri elinin tersiyle itip “beni anlamıyorsunuz, istediğim başka bir şey” diyor. Deniz kumundan yaptım, oldu! Bundan çok evvel, daha Ağaoğlu, ağa olmadan önce çıktığı bir tv kanalında depremle ilgili konuşurken nasıl da “samimiydi”. Kelimeler ağzından […]

The post Maslak Kuşatması appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

“İşte orman” sözü, bu binaların yanıbaşındaki ormandan çok ormanın ortasına yerleştirilen beton yığınını belirtiyor.

Ali Ağaoğlu son reklamında masadaki tüm projeleri elinin tersiyle itip “beni anlamıyorsunuz, istediğim başka bir şey” diyor.

Deniz kumundan yaptım, oldu!
Bundan çok evvel, daha Ağaoğlu, ağa olmadan önce çıktığı bir tv kanalında depremle ilgili konuşurken nasıl da “samimiydi”. Kelimeler ağzından bir çırpıda nasılda akıvermişti de müteahhitlerin nasıl kolay para kazanma uğruna insan yaşamını hiçe saymalarını itiraf etmişti: “İstanbul’da binaların yüzde 70i güvenli değil… Çoğunun inşaat malzemesini ben sattım. Kumları Marmara’dan çektik, demirleri hurdacıdan aldık. O devir öyleydi. Binalar iman kuvvetliyle ayakta duruyor. Deprem olursa ölen şanslı sayılır.”
Oysa kendisinin baş aktör olarak göründüğü reklam filmlerinde bu tür acemilikler yapmıyor. Her söz özenle seçilmiş, her görüntü üzerinde çalışılmış. Ama, kendi reklamında oynayan acemi bir ağa görünümünü vermek Sinan Çetin için çok da zor olmasa gerek. Ali Ağaoğlu daha piyasada yokken hatta herkesten evvel Cihangir semtinde pek çok bina satın alan bir tacir Sinan Çetin. Belli ki bu iki rantçı, kafa kafaya vermiş, hummalı bir çalışma yürütmüşler. Neticede, Ali Ağaoğlu’nu bu kadar bilinir kıldığı için de Sinan Çetin “işini iyi yapmış”a benziyor.
Yalnızca reklamı gören birisi, o tüm binaları Ağaoğlu çizdi, temelini o attı, betonunu o döktü, sıvasını o yaptı sanır. Gerçi arkasında az da olsa işçiler görünmekte ama, yüzleri güleç, neşeli, yüzleri al al bu figürleri hiçbir inşaatta bulamazsınız. “Yapı yeri, bayram yeri değil. Türkü söyler gibi yapılmıyor yapılar.”
Kentin en eski semtlerinin yıkılarak yeni rant alanlarının açılacak olması Ağaoğlu gibilerinin ceplerini ve gözlerini doyurmaya yetmiyor olsa gerek ki, bu kez de, kentin oksijen kaynaği orman arazilerinin de imara açılmasının startı verildi. Ağaoğlu’nun reklamında dolaştığı ağaçlık alanlar da muhtemelen yapmayı planladığı sitelere kurban verilecek.

Neyin mimarı?
Zaten ucuza elde ettiği arazilerden büyük büyük rantlar elde eden Ali Ağaoğlu son reklamında masadaki tüm projeleri elinin tersiyle itip “beni anlamıyorsunuz” diyerek yakınıyor. Seni çok iyi anlıyoruz Ağaoğlu. Paranın ve sermayenin mimarı Ağaoğlu, kendine has üslubu, özgüveni, rahatlığı ile yeni zenginliğin iyi bir temsilcisidir. Yeni reklamında at sırtında bir ormanda gördüğümüz Ağaoğlu, bu projesini tamamlamak için yüzlerce ağacın kesilmesine neden olacak. Maslak 1453 ismini verdiği bu projenin o bölgenin Şişli belediye sınırlarından çıkarılıp Sarıyer belediye sınırlarına dahil edilme planlarının hemen ertesinde açıklanması da ne kadar da tesadüf. Üstelik geçtiğimiz günlerde, bir önceki inşaat projesinde yaptığı evlere daha düşük vergi ödemek için fatura sahteciliği yaptığı, mahkemece ortaya çıkan Ali Ağaoğlu’nun, hesap vermek yerine daha da aymaz projelerle yeniden karşımıza çıkmış olması, Ağaoğlu’nun yukarılardan bir yerlerden kayırıldığı bir gerçek. Bu yönüyle, arzulanan yüksek tüketimin baştacı edildiği bir yaşamın mimarı olduğu çok açık.

The post Maslak Kuşatması appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/11/20/maslak-kusatmasi/feed/ 0
Kullan at Kılavuz: İşçinin İzin Hakları https://meydan1.org/2012/11/20/kullan-at-kilavuz-iscinin-izin-haklari/ https://meydan1.org/2012/11/20/kullan-at-kilavuz-iscinin-izin-haklari/#respond Tue, 20 Nov 2012 00:22:49 +0000 https://test.meydan.org/2012/11/20/kullan-at-kilavuz-iscinin-izin-haklari/ Kapitalist işleyiş içerisinde zaman zaman kullanılabilecek ama paylaşma ve dayanışmayla örülü özgür dünyada hiçbir şeye yaramayacak bilgiler… Yıllık İzin: İşçi-işveren ilişkisinde en sık yaşanan sorunlardan birisi de yıllık izin kullanımında yapılan haksızlıklardır. Çoğunlukla güvencesiz çalışma koşulları ve taşeronlaşmanın yoğun yaşandığı sektörlerde görülen bu ihlal, şikayet edilmesi halinde ceza yaptırımıyla karşı karşıya kalır. Yıllık izni kimler […]

The post Kullan at Kılavuz: İşçinin İzin Hakları appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Kapitalist işleyiş içerisinde zaman zaman kullanılabilecek ama paylaşma ve dayanışmayla örülü özgür dünyada hiçbir şeye yaramayacak bilgiler…

Yıllık İzin:

İşçi-işveren ilişkisinde en sık yaşanan sorunlardan birisi de yıllık izin kullanımında yapılan haksızlıklardır. Çoğunlukla güvencesiz çalışma koşulları ve taşeronlaşmanın yoğun yaşandığı sektörlerde görülen bu ihlal, şikayet edilmesi halinde ceza yaptırımıyla karşı karşıya kalır.
Yıllık izni kimler kullanabilir?
İşyerinde işe başladığı günden itibaren, deneme süresi de içinde olmak üzere, en az bir yıl çalışmış olan işçilere yıllık ücretli izin verilir. Bir yıldan az süren kampyanya işlerinde çalışan ya da mevsimlik işçilerde ücretli izinlere ilişkin hüküm uygulanmaz.
Yıllık ücretli izine hak kazanmak için gerekli olan bir yıllık çalışma süresinin hesabında işçilerin, aynı işverenin bir veya çeşitli işyerlerinde çalıştıkları süreler birleştirilerek göz önüne alınır.

Yıllık İzin Süreleri Ne Kadardır?
Bir yıldan beş yıla kadar çalışanlar on dört günden; beş yıldan fazla, on beş yıldan az olanlara yirmi günden; on beş yıl (dahil) ve daha fazla olanlara ise yirmi altı günden az olmamak kaydıyla, ücretli izin kullanma hakkı vardır. Bununla birlikte 18 yaşından küçükler ve 50 yaşından büyükler, 20 günden az yıllık izin süresine sahip olamaz.
İşçinin yıllık ücretli izni, patron tarafından üçer beşer bölünebilir mi?
Yıllık ücretli izin süresi patron tarafından bölünemez. İşçinin kıdemine göre hak etmiş olduğu izin sürelerinin sürekli bir biçimde verilmesi zorunludur. Ancak hak edilen izin süreleri tarafların anlaşması suretiyle, bir bölümü on günden aşağı olmamak üzere en çok üçe bölünebilir.
İzin esnasında raporlu hastalık, izin içerisine mi dahil edilir?
İş Kanunu’nda yıllık ücretli iznini kullanan işçinin hastalanması ve istirahat alması durumunda geçen sürenin yıllık izinden sayılıp sayılmayacağı konusunda bir düzenleme yok. İşçinin yıllık izin kullanmasındaki asıl amacın dinlenmesi olduğunu kabul ettiğimize göre, izinde hastalanan işçinin istirahatli olduğu sürenin yıllık izin süresinden sayılmaz. Daha sonra, uygun bir zamanda izinde raporlu olarak geçirdiği süre kadar izin kullanma talebinde bulunabilir. Dinlenme ve hastalık izinleri yıllık izine mahsup edilemez. İzinde çalışma yasağı ve izinin bölünemezliği kuralları bunu destekler. Yani yıllık izinden amaç anayasada da belirtildiği üzere, işçinin tam olarak dinlenmesinin sağlanmasıdır.
İzin ücretimi ne zaman alabilirim?
İşveren, yıllık ücretli iznini kullanan her işçiye, yıllık izin dönemine ilişkin ücretini, ilgili işçinin izne başlamasından önce peşin olarak ödemek veya avans olarak vermek durumundadır. Yıllık ücretli izin hakkını kazanan işçinin iznini kullanmadan iş akdinin sona ermesi durumunda, hak edip de kullanmadığı izin ücreti işçiye ödenir. Hizmet akdinin işçi veya işveren tarafından feshedilmesinin önemi yoktur. Hatta sözleşmenin işveren tarafından feshedilmesinin haklı bir nedene dayanmasının da izin ücretinin ödenmesine etkisi yoktur. Eğer sözleşme sona ermeden önce işçi yıllık ücretli izin hakkını kazandı ve kullanmadıysa, ücretini alacaktır.
İşçi haklarından doğan alacakların zaman aşımı süresi nedir?
Kıdem tazminatı dışındaki işçilik hakları, 5 yıllık zaman aşımına, kıdem tazminatı ise iş sözleşmesinin feshinden itibaren on yıllık zaman aşımına tabidir. Bu dava için İş Mahkemesi’ne başvurmak gerekir. Fazla çalışma, genel tatil, bayram ve yıllık ücretli izin paraları beş yıllık zamanaşımına bağlı işçilik haklarındandır. Bununla birlikte dava aşamasında zorluk çıkarmaması açısından işten ayrılıken ‘ibraname’ adı altında işçinin tek tek hak ve alacakların sayıldığı ibra sözleşmesini, hiçbir şekilde imzalamamak gerekmektedir.

 

The post Kullan at Kılavuz: İşçinin İzin Hakları appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/11/20/kullan-at-kilavuz-iscinin-izin-haklari/feed/ 0
Hastaneler Şirketleşti https://meydan1.org/2012/11/20/hastaneler-sirketlesti/ https://meydan1.org/2012/11/20/hastaneler-sirketlesti/#respond Mon, 19 Nov 2012 23:53:38 +0000 https://test.meydan.org/2012/11/20/hastaneler-sirketlesti/ Hastaneler 2 Kasım İtibariyle Tam Anlamıyla Şirketleştiler. Hastanelerin şirketleşmesiyle acil hasta tanımı da değişti;  yani rahatsızlanıp acile gittiğimizde iki durumla karşılacağız. Birinci durumda rahatsızlığımızın acil olduğuna karar verilecek ve tedavimiz SGK kapsamında olacak. İkinci durumda ise rahatsızlığımızın acil olmadığı teşhisi konulacak ve tedavimiz ücretli olacak. Şirketleşen hastanelerde ücretli hastanın veli nimet olacağı kesin.  İki Kasım’da […]

The post Hastaneler Şirketleşti appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Hastaneler 2 Kasım İtibariyle Tam Anlamıyla Şirketleştiler.

Hastanelerin şirketleşmesiyle acil hasta tanımı da değişti;  yani rahatsızlanıp acile gittiğimizde iki durumla karşılacağız. Birinci durumda rahatsızlığımızın acil olduğuna karar verilecek ve tedavimiz SGK kapsamında olacak. İkinci durumda ise rahatsızlığımızın acil olmadığı teşhisi konulacak ve tedavimiz ücretli olacak. Şirketleşen hastanelerde ücretli hastanın veli nimet olacağı kesin. 

İki Kasım’da yürürlüğe giren Kamu Hastaneleri Birliği Yasası ile birlikte hükümetin sağlığı piyasalaştırma projesinin en önemli adımı atılmış oldu. Bu yasa ile birlikte her ildeki hastane, şehrin nüfusuna ve hastanelerin büyüklüklerine göre ‘birlikler’ aracılığıyla yönetilecek. Örneğin İstanbul’da 5, İzmir ve Ankara’da 2’şer birlik olacak. Bu birliklerin başına ise şirket CEO’su niteliğinde genel sekreterler atanacak. Kendi birliği içerisindeki bütün hastanelerinin yönetimi bu CEO’da olacak. Yaklaşık 40 milyar liralık sağlık bütçesinin yönetimi, bu Kamu Hastane Birlikleri’nin bünyesinde yapılacak. Yani Türkiye’nin en büyük şirketi olacak Kamu Hastane Birlikleri’nin denetimi ve yönetimi, bu CEO’ların elinde olacak. Bu CEO’ların yetkilerinin arasında, içinde milyar dolarların döndüğü ilaç ihalelerinin yönetimi, devlet ve üniversite hastanelerinin satılması, kiraya verilmesi ya da işletmesinin devredilmesi var. Bu CEO’ların ise tek bir görevi var, hastaneye daha fazla ve daha fazla kar ettirmek. Eğer kar ettiremezlerse mi? Altı aylık denetimler sonucunda başarısız bulunan genel sekreter ve ekibinin sözleşmesi, sürenin bitmesi beklenmeden feshedilecek.

Neydi, ne oldu?
Aslında basit. Eskiden Sağlık Bakanlığı’nın ve SGK’nın elinde bulunan hizmet üretim yapısı, SSK Hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na devredilmesi ve Sağlık Bakanlığının hastaneleri işletmelere çevirmesiyle birlikte bölündü. Artık tek finansman organı SGK olurken, tedavi hizmeti hastanelerin kendi başlarına halletmesi gereken bir ‘iş’ haline geldi. Öyle ki, devlet doktorların parasını dahi ancak 5 yıl daha ödemeyi garanti ettiğini, 5 yıl sonra hekimlerin ücretinin, çalıştığı hastanenin kendi döner sermaye ve performansıyla ödeneceğini belirtti. Kamu Hastaneleri Birlikleri de, bu kendi haline işletilecek hastanelerin yönetimini yapacak yapılar haline geldi.
Sermaye güvende, herkes birbirine rakip
Finans tekelini artık tek başına elinde bulunduran SGK, özel hastanelere ve diğer yatırımcılara ‘bu işte çok para var’ güvencesini verdi. İlaç sektörü Türkiye’de çok iş var diyerek akın akın yatırım yaparken, özel hastane sayısı hiç durmadan arttı. Bu şekilde son yılların en fazla oranda artan yabancı sermayesi Türkiye’ye sağlık üzerinden giriverdi. (En basit örneğiyle Türkiye’nin en büyük sağlık şirketlerinden birisi Acıbadem grubu, Malezyalı kamu yatırım fonu Khazanah’lara %75 oranında satıldı.
Aslında işin içine yerli-yabancı sermayenin girmesi ve kamu hastanelerinin de bütün kamusal özelliklerini yitirerek işletmelere çevrilmesi ile birlikte ilk önce tüm hastaneler birbirine rakip haline getirilirken, ardından SGK ile hizmet sektörü birbirine rakip kılındı. Türkiye koşullarında çok bilindik uygulamalar, işin kanuni gereği olarak karşımıza çıkacak şekilde organize edildi.
Örneğin SGK kendi gelir ve gider dengesini tutturmak için hizmet başı fiyatları düşük tutmaya ve gönderilen faturalarda kesinti yapma yoluna gidecek. Hastaneler ise bunun üzerine kendisinden fatura kesintisi yapan SGK’ya karşı, gereksiz işlem, tedavi ya da harcama yaparak ya da kalitesiz mal kullanımını yükseltip hizmet maliyetini düşürerek, ya da hiç yapmadığı hizmetleri varmış gibi faturalandırarak rakibini alt etmeye çalışacak. Hasta mı dediniz?
Hasta değil müşteri, hastane değil şirket
İçinde bir çok farklı uygulaması olan ‘Sağlıkta Dönüşüm’ün temel 4 ana yöntemi var. İlk olarak tek bir satın alıcı olan SGK’nın tekelleştirilmesi, ikinci olarak sağlık hizmeti sunan yapıların işletmeleştirilmesi, üçüncüsü Sağlık Bakanlığı’nın çoğu sorumluluklarından çekilmesiyle ‘düzenleyici’ rolünü sahiplenerek Kamu Hastaneleri Birlikleri yoluyla işletmenin politik üssü olması ve son olarak da doktoru robotlaştıran hastayı müşteri haline getiren sistemin tam rekabet verimiyle devam etmesi. Aslında ilk 3 yöntem, Kamu Hastane Birlikleri politikası ile kabaca anlaşılıyor. Doktorlara getirilen performans sistemiyle birlikte, “ne kadar çok muayene, ameliyat, reçete o kadar para’ deniliyor. Yani ne kadar ekmek, o kadar köfte politikası hastalar üzerinden uygulanıyor. Doktor, kapının üstünde yanıp sönen numaratörlerle-üstüne bir de acilden sevkleri ile ‘ahbap kontenjanını’ da eklersek bir hastaya ortalama iki dakika harcıyor. Hasta artık doktor için insan değil, bir bilgisayar görüntüsünü ifade ediyor. Hasta giriyor, röntgen çekiliyor, reçetesi çarçabuk yazılıyor. Sağlık Ceo’larının görevlendirdiği ‘hastane yöneticileri’ yoluyla, doktorların performansı, hastaneye ne kadar kar ettirdiği üzerinden ölçülüyor. Eğer bir doktor hastaneye yeteri kadar kar ettirmezse, nakil işlemi başlatılabiliyor. Ya da mesela bütün bir hastanenin Birliğe yararı, zararından fazla hale gelirse, hastane hemen onu daha iyi işletecek şirketlere kiralanıyor ya da satılıyor. Piyasanın aklı, hastanede kurulan ilişkiyi, hekim hasta ilişkisinden, müşteri, hizmet sunucusu ilişkisine çeviriyor. Ne kadar hasta o kadar para, yani aslında hastayı iyileştirmek de uzun vadede para etmiyor.


Artık Cebimizden Daha Fazla Para Çıkacak

SGK bugün sağlık harcamalarının ancak yarısını primler yoluyla finanse edebiliyor. Devlet geçmişte SGK’dan geriye kalan %50 gideri kendisi finanse ederken, artık bu ödemeden elini eteğini çektiğini, yalnızca çok gerekirse müdahale edeceğini ilan etti. Yani geriye kalan %50’lik kısım yine SGK tarafından ödenmesi gereken payın içinde. Bunun finansmanı da hastanelerin ‘verimliliklerini’ arttırması yoluyla yapılacak deniliyor. Hastanelerin para kazanmak için 40 takla atacağı gerçeği bir yana, bu açık bundan sonra giderlerin azaltılması-yani hekim ücretlerinin düşürülmesi, görevden alınması ya da primlerin zamanla daha da arttırılması- ya da ‘fark’ adı altındaki hastanelere verilmiş ek ücret alma opsiyonunun genişletilmesi yöntemiyle olacaktır.
Örneğin eskiden bedava olan muayene ücreti, 15 TL’ye kadar varan sabit ücretlerle belirlendi. Bununla birlikte acil kabul ettikleri haller dışında hiç kimse hastaneye direk gidip hastane tarafından tedavi edilmeyecek.
Acil durumlarda artık yalnızca ölmek üzere olmak ya da yaralanmak söz konusu olduğunda kabul ediliyor. Bunun dışında acile herhangi bir durum için muayeneye gidildiğinde eğer ölmek üzere değilsen muayene ücreti 75 kuruştan 15 tl + tedavi ücretine yükseltildi. Eskiden özel hastanelerde bedavaya yapılacak denilen bypass işlemlerinde, bugün 10.000 tl’nin 9000 tl’sinin geri ödeme zorunluluğuyla geri geliyor. Diş sağlığı ise sağlık sigortasının genel kapsamının neredeyse tamamen dışına çıkartılıyor.

Üstelik genel sağlık sigortasına sahip hastalar, yalnızca prim değil, aynı zamanda katılım payları ve ilave ücretler ile hastanelerin koyduğu farkları da ödeyecek. Sigortalı kimselere verilecek tüm hizmetlerin miktarı, kapsamı ve süresi SGK tarafından sınırlandırılabilecek. Temel teminat paketi dışında kalan hizmetler için ‘tamamlayıcı’ sigorta yapılması istenecek, dolayısıyla bunun için de ayrıca cepten ödeme yapmak gerekecek.Örneğin robotik cerrahi yöntem ile yapılan işlemlerde prostat lazer tedavisi veya plazmakinetik tedavisi için devletin belirlediği fiyat bin 300 TL. Ancak sağlık kuruluşu hastaneden türlü kılıflarla 3 bin 900 liraya kadar ücret talep edebilecek. Bu şekilde arada açılan ‘fark’ kapanacak. Yani aslında buz dağının görünmeyen yüzü yavaş yavaş ortaya çıkacak..

Ahlaksız Doktorun Bıçak Parası gitti “Kanuni Fark” Geldi
Sağlıkta Dönüşüm programunın en önemli propagandalarından birisi “bıçak parası gitti, artık hekimlerin açgözlülüğüne dur diyeceğiz” şelinde tezahür etmişti. Elbette toplumun her kesiminde ‘bıçak parası’ mağdurları bu durumun sağlıkta iyiye işaret olduğunu yorumladı. (gerçekten de güzel bir hayaldi) Eskiden bir tıp fakültesinde profesör veya doçent tarafından ameliyat edilecekseniz, döner sermayenin kestiği ameliyat ücreti bıçak parası olarak adlandırılıyordu. 29 Eylül 2012`de yayımlanan Sağlıkta Uygulama Tebliği (SUT) ile eskiye dönüşün işaretleri, hem de bu sefer ‘kanuni bıçak parası’ şeklinde kanunlaştırıldı. Artık ‘öğretim üyesi muayenelerinde ücreti arttırma ve farklılaştırma uygulamalarında kurum kendisi yetkilidir` ibaresi ile hastane devlet tarafından kanuni bir yetki ile donatılarak ‘bıçak parası’ almaya muktedir kılındı. Bıçak parası artık ahlaksız değil kanuni oluyor.
Eczane: Devletin Yeni Tahsildarı
Devlet hasta neleri, Eğitim Araştırma Hastaneleri, Üniversite Hastaneleri, Özel Dal Hastaneleri’nde muayene olduğunuzda, randevu aldığınızda, tahlil yaptırdığınız, röntgen çektirdiğinizde vs. hastaneye herhangi bir ücret ödemezsiniz. Çünkü ödemeniz gereken meblağ, kimlik numaranıza borç olarak kaydedilir. İlaçlarınızı almak için eczaneye gittiğinizde ise sizden tahsil edilir. Emeklilik varsa bu borç maaştan kesilir, sigortalı çalışanlarda elden tahsil edilir. Emekli olmayanlarda %20, emeklilerde %10 katılım payı, buna ek olarak hastane muayene ücreti ve devletin ilaçtan aldığı ayrıca fiyat farkı, eczanelerde şişkin bir faturayla karşılaşmanıza sebep olacaktır. Dolayısıyla, parayı ödememek için de iş işten geçmiştir. Üstelik son zamanlarda emeklilerin maaşlarından yapılan sağlık kesintileri, uçuk rakamlara varabilmektedir.
Artık Hastanede Rehin Alınmayacağız: Doğru Hapishaneye
Hastane parasını ödeyemediği için hastanede rehin alma politikasını bitireceğiz, artık rehin alma yok dediler. Ancak uygulamalardan anlıyoruz ki, devlet artık işi daha temiz halletmek istiyor. Faturayı ödemeyen hastalar evet rehin alınmıyor. Çünkü kendilerine hastaneden çıkış almadan senet imzalatılıyor. Süre geçiminin akabinde ise icra takibi başlıyor. Takipte de ödeme alınmazsa, doğru hapishaneye.

Sağlık Kötüye Gidiyor, Harcama Kat ve Kat Artıyor
Üstelik bunca özelleştirmeye, ilaca, sağlık harcamalarındaki olağanüstü artışa rağmen bir türlü ‘iyileşemiyoruz.’ 2007-2009 yılları arasında reçetelerin fatura tutarı %43.6 oranında arttı. Son 10 yıl içerisinde kutu ilaç tüketiminde korkunç derecede bir artış mevcut. Tedavi için hastaneye başvuranların sayısı ise, hiç durmadan artıyor. Paranın, artan teknolojinin ve hekime ulaşımın daha kolay olduğunun iddia edildiği ve cebimizden kat ve katıyla çıkan paraya rağmen, bir türlü iyileşemiyoruz. Üstelik bu artış, nüfus artış oranının da çok çok üstünde. Toplumda 10 kişiden 8’i hastayım diyor. Sağlık sistemi hastanın hastalığının sürdürülebilir bir şekilde devam etmesinden kar ediyor. İlaç şirketleri, Türkiye’deki hasta profilinden ve kendilerine muhtaç olmasından ise, son derece memnun görünüyor. Hastaneler ise anlaşılan o ki, hastayı ‘iyi’ etmek istemiyor.. Halimizin iyiye gitmediği kesin.. Belki de şöyle sormak gerekiyor, tüm bu harcamalar bize yaramıyorsa, kime yarıyor?

The post Hastaneler Şirketleşti appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/11/20/hastaneler-sirketlesti/feed/ 0
CNT’den Zara İşçileriyle Dayanışma İçin Zarar https://meydan1.org/2012/11/20/cntden-zara-iscileriyle-dayanisma-icin-zarar/ https://meydan1.org/2012/11/20/cntden-zara-iscileriyle-dayanisma-icin-zarar/#respond Mon, 19 Nov 2012 23:49:38 +0000 https://test.meydan.org/2012/11/20/cntden-zara-iscileriyle-dayanisma-icin-zarar/ CNT ve CGT bu eylemi, özellikle Brezilya, Çin ve Hindistan’daki üretim fabrikalarında kötü koşullarda çalıştırdığı işçiler için yaptıklarını açıkladılar. Geçtiğimiz ay Texim direnişindeki işçiler İspanyol tekstil markası Zara önünde bir eylem gerçekleştirmişti. İstanbul, Maraş ve Kırklareli’nde Zara’ya üretim yapan tekstil firmalarının pek çok işçiyi işten atmasına tepki gösteren işçiler, bu şirketin özellikle işçileri kötü koşullarda […]

The post CNT’den Zara İşçileriyle Dayanışma İçin Zarar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
CNT ve CGT bu eylemi, özellikle Brezilya, Çin ve Hindistan’daki üretim fabrikalarında kötü koşullarda çalıştırdığı işçiler için yaptıklarını açıkladılar.

Geçtiğimiz ay Texim direnişindeki işçiler İspanyol tekstil markası Zara önünde bir eylem gerçekleştirmişti. İstanbul, Maraş ve Kırklareli’nde Zara’ya üretim yapan tekstil firmalarının pek çok işçiyi işten atmasına tepki gösteren işçiler, bu şirketin özellikle işçileri kötü koşullarda ve uzun saatlerde çalıştırıldığını da vurgulamışlardı. Bu kez de İspanya’ da binlerce üyesi bulunan anarşist sendika CNT ve CGT, Zara şirketinin Barselona’da bulunan mağazasına bir eylem gerçekleştirdiler. Eylem sırasında mağazada bulunan rafları dağıtıp, boşaltan sendika üyeleri ellerindeki boyalarla giysilerin üzerlerine yazılar yazarak giysileri kullanılamayacak hale getirdiler. Sendika üyeleri bu eylemi, özellikle Brezilya, Çin ve Hindistan’daki üretim fabrikalarında çalıştırdığı işçileri uzun ve kötü çalışma koşullarıyla sömüren, sendikalaşmaya izin vermeyen Zara şirketini deşifre etmek için gerçekleştirdiklerini vurguladılar.

The post CNT’den Zara İşçileriyle Dayanışma İçin Zarar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/11/20/cntden-zara-iscileriyle-dayanisma-icin-zarar/feed/ 0