SAYI 6 – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Wed, 02 Jan 2013 23:06:07 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Soğuk İklimlerin Çocukları – Gizem Şahin https://meydan1.org/2013/01/03/soguk-iklimlerin-cocuklari-gizem-sahin/ https://meydan1.org/2013/01/03/soguk-iklimlerin-cocuklari-gizem-sahin/#respond Wed, 02 Jan 2013 23:06:07 +0000 https://test.meydan.org/2013/01/03/soguk-iklimlerin-cocuklari-gizem-sahin/ Yalınayak yürümek çok zordur. Yerin soğukluğunu bütün vücudunda hissedersin. Biraz daha ısınabilmek için tüm gücünü eve varmaya adarsın. Üstelik bunu her gün tekrarlıyor olduğunu bile bile. Yine böyle bir günün ardından eve vardım. Aynı yemekleri, aynı kurumuş ekmekleri ve sarısının tadını asla bilemediğim yumurtamı buldum. Öyle acıkmıştım ki hemen yemeğe koyuldum. Ben yemek yerken annem […]

The post Soğuk İklimlerin Çocukları – Gizem Şahin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Yalınayak yürümek çok zordur. Yerin soğukluğunu bütün vücudunda hissedersin. Biraz daha ısınabilmek için tüm gücünü eve varmaya adarsın. Üstelik bunu her gün tekrarlıyor olduğunu bile bile.

Yine böyle bir günün ardından eve vardım. Aynı yemekleri, aynı kurumuş ekmekleri ve sarısının tadını asla bilemediğim yumurtamı buldum. Öyle acıkmıştım ki hemen yemeğe koyuldum. Ben yemek yerken annem ve babam anlayamadığım şeyler konuşuyorlardı. Grev diyordu babam. Ne anlama geldiğini bir türlü anlamlandıramıyordum grevin. Her gün yarı ölü bir halde eve gelişlerinin, patronunu sevmeyişlerinin, bana ayakkabı alamamasının ve kuru ekmeklerimizin bir alakası olmalıydı bu sözcükle. Bugün babamın anneme sıraladığı cümleleri daha sonraki günlerde de sıkça duymaya başladım. Artık kafamda yavaş yavaş anlamını buluyordu.

Babam çok çalışıyordu, biliyordum. Arkadaşları da öyleydi. Fakat patronları hem daha çok çalıştırmak istiyor, hem de daha az insanlık gösteriyordu. Babamı makineye dönüştürmek istiyordu, diğerlerini de. Hepsi aynı olacaktı. Hepsi onun olacaktı. Hepsini ezecekti ve hepsi de susacaktı. Ben sürekli hayal kuruyordum ve öğretmenim önce beni sarsıyor, sonra kızıyordu. Babam ya da arkadaşları çalışırken hayal kurmak istese patronu da kızardı. Çünkü çok çalışmalarını, sadece çalışmaya konsantre olmalarını istiyordu. Gözümün önüne fabrikada babamın bir makinenin başında durmaksızın çalışmasını, küçücük bir hayalin sonucunda patronunun başında belirip onu azarlayıp, işten atmasıyla sonuçlanacağını getiriyordum. Fabrikalardaki makineler ve patron hayal kurmuyordu, kurulmasına da izin vermiyordu. Hayal gücü güzeldi, bundan yoksun olanlar kötüydü. Ben küçüktüm ama anlıyordum hepsini. Babam artık yeter diyordu. Ama benim kurguladığım gibi sadece hayal kurmasına izin vermedikleri için değildi onun isyanı. Ne yapacak, ne söyleyecek merakla bekliyordum ve beklerken görüyordum ki babam üzgün değil öfkeliydi.

Bir gün babamın öfkesi büyüdü, büyüdü, büyüdü ve diğer arkadaşlarının büyümüş öfkelerine dokundu. ‘Grev patladı!’ diyordu babam. Şalterleri indirmiş, sessizce oturdukları yerlerden bir bir kalkmış, fabrikanın önünde toplanmışlardı. Annemde oradaydı. Bazı çocuklarda oradaydı. Ben gizlice gitmiş, uzaktan izliyordum. Babamın ve arkadaşlarının yüzüne öfkeli bir gülümseme çizilmişti sanki.

Okula geç kaldığımı fark ettim ve her ne kadar burada kalmak istesem de yola koyuldum. Okula vardığımda soluk soluğa kalmıştım ve gördüğüm şeyler beni çok öfkelendirmişti. Okula vardığımda öğretmen bir çocuğu dövüyordu. Çocuğu tanımıyordum. Öğretmenin hiddetli bağırışlarından çocuğun bir daha okula geç gelmemesini emrettiği duyuluyordu. O’da benim gibi soğuk rüzgarlarla boğuşarak çok uzaktan yalınayak geliyordu. Yol; bizi sadece yormuyor, bizden bir şeyler daha alıyordu. Az yol yürüyen çocuklar üşüdük dediğinde ben onlardan daha çok yorulduğumu biliyordum. O da biliyordu. Ama susuyordu. Bu susuşların bir anlamı vardı. Ama öğretmen bunu göremiyor ve dövüyordu. Nasıl da öfkelenmiştim, çünkü aynısını ezilmişliğin tahammülsüz sancısını bende çekmiştim, öğretmenden bende nefret etmiştim ve bir başkasının da bunu yaşamasını istemiyordum. Öğretmen yanından ayrılınca göz göze geldik tanımadığım üşümüş gözlerle. Konuşmadık. Konuşmak anlamını yitirmişti çünkü. Ama öyle uzun konuştu ki gözlerimiz, o an bu üşümüş gözlerle yolumuzun tekrar kesişeceğinden emin, sınıfıma doğru yürüdüm.

Sınıfa vardığımda başka bir öfke yığınının beni beklediğini gördüm. Sanki artık kimse katlanmak istemiyor, isyan ediyordu. Okulda gördüklerim az evvel fabrikada gördüklerime çok benziyordu. Kişiler, sıkıntılar farklıydı belki ama aynı olan bir şeyin her yerde aynı olduğunu fark etmiştim; ezenler ve ezilenler…

Babamlar yan yanaydı. Ve gülümsüyorlardı. Bizde yan yana olmalıydık. İstediklerimizi bağırmalıydık…

Farkında olmadan düşündüğüm bu fikirlerin arkadaşlarımın da kafasında dolaştığını fark etmem zaman almadı. Sınıftan tebeşir kutularını aldık ve okuldan dışarıya çıktık. Öfkemiz ellerimizdeki tebeşirlerle duvarlarda, kaldırımlarda yankısını bulmuştu. Kötüydü el yazmalarımız, yamuktu ama okunuyordu hissettiklerimiz, öfkemiz. Ne olduğunu anlayamadan sokaklarda binlerce oluvermiştik.

O an anladım, yalınayak okula gelmek zorunda olan, öğretmenine, onun yanlış kararlarına kafa tutan, ezilen bir tek ben değildim, biz binlerceydik ve başkaldırmıştık. Ve bu başkaldırışların en güzel yanı neydi biliyor musunuz? Bizim başkaldırışımız; isyan ve özgürlük kokuyordu.

The post Soğuk İklimlerin Çocukları – Gizem Şahin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/01/03/soguk-iklimlerin-cocuklari-gizem-sahin/feed/ 0
Ekmeğin, Adaletin ve Özgürlüğün Şarkısı – A Las Barricadas https://meydan1.org/2013/01/03/ekmegin-adaletin-ve-ozgurlugun-sarkisi-a-las-barricadas-2/ https://meydan1.org/2013/01/03/ekmegin-adaletin-ve-ozgurlugun-sarkisi-a-las-barricadas-2/#respond Wed, 02 Jan 2013 22:58:25 +0000 https://test.meydan.org/2013/01/03/ekmegin-adaletin-ve-ozgurlugun-sarkisi-a-las-barricadas-2/ İspanya’da 1930’lardan itibaren, faşizme karşı mücadele eden ve özgürlük isteyen anarşistler, kimi kez Zaragoza’nın tepelerinde, kimi kez Barselona’nın meydanlarında, dillerinde hep bu şarkıyla herkesi barikata çağırdılar. “Kara fırtınalar sarsıyor göğü kara bulutlar kör eder gözleri ölüm ve acı beklese de bizleri onları yenmek için yürümeliyiz ve en değerli varlığımız özgürlük cesaret ve inançla savunmalıyız” Takvimler […]

The post Ekmeğin, Adaletin ve Özgürlüğün Şarkısı – A Las Barricadas appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

İspanya’da 1930’lardan itibaren, faşizme karşı mücadele eden ve özgürlük isteyen anarşistler, kimi kez Zaragoza’nın tepelerinde, kimi kez Barselona’nın meydanlarında, dillerinde hep bu şarkıyla herkesi barikata çağırdılar.

“Kara fırtınalar sarsıyor göğü
kara bulutlar kör eder gözleri
ölüm ve acı beklese de bizleri
onları yenmek için yürümeliyiz ve
en değerli varlığımız özgürlük
cesaret ve inançla savunmalıyız”

Takvimler 1936 yılını gösterdiğinde, anarşizm bugüne kadarki deneyimlerinden en büyüğünü yaşamaya başladı. Toplumsal bir devrim, İberya Yarımadası’nda, halkın kendi iradesiyle filizlenmeye başlamıştı. İberya’nın en büyük sendikası CNT-FAI(Confederación Nacional Del Trabajo/Ulusal Emek Konfederasyonu), toprağı ve fabrikaları kapitalist toprak sahibi ve patronlardan geri alarak, kolektifleştirmişti. CNT-FAI paylaşma ve dayanışmaya dayalı yeni bir yaşamı örgütlüyordu.

Şehirlerde insanlar fabrikalarda bir yandan kendi yaşamları için, diğer yandan da köylerde yaşayanlar için üretimi kolektif bir şekilde gerçekleştirirken; köydeki yoldaşları da toprakta yetiştirdiklerini şehirlere yolluyorlardı. Toplumsal dayanışmayla beraber, patronsuz, efendisiz bir dünya örgütleneniyordu. İspanya’da halk, kendi toplumsal adalet ve özgürlük düşüncelerine dayanacak yeni bir dünyayı mümkün olan her yolla yaratıyordu.

Şehirlerde ve köylerde öz-örgütlülüğün en büyük deneyimi gerçekleşirken, cephede insanlar yarattıkları bu dünya için, İberya’dan faşizmi defetmek için Franco’nun ordularına karşı savaşıyorlardı. Kadın-erkek, yaşlı-genç barikatlarda gönüllü birlikler oluşturuyorladı. Barikatlardaki yoldaşları yine CNT-FAI örgütlüyordu. Herkes barikatlara gidiyordu. Konfederasyonun zaferi için, herkes barikatlara gidiyordu.

Tüm bunlar, 1936 İspanya’sının köylerinde ve şehirlerinde yaşanırken “a las barricadas” sadece notalara dökülmedi. İspanya’daki tüm yoldaşların dillerinde ve yüreklerinde hayat buldu. Yaşamlarını, yüreklerindeki dünyayı büyütmek için feda etmekten korkmayan yoldaşlar ardından söylendi “a las barricadas”.

Devrim bayrağını yükseltmek için, Konfederasyonun zaferi için herkes barikatlara…
İspanya’da bu büyük deneyimi yaşamak için, herkes barikatta devrim bayrağını yükseltti. Ve “a las barricadas” ezgisi ödünç kaldı sonradan barikatları dolduracaklara. İspanya’nın barikatlarına sığmadı “a las barricadas”. Nasıl ki bu marş, İspanya barikatlarında ekmek, adalet ve özgürlük için mücadele edenlerce söylendi; aynı şekilde farklı coğrafyalarda iktidarlara karşı mücadele veren halkların yüreklerinde yer etti. O coğrafyaların dillerinde varlığını devam ettirdi, o coğrafyaların ödünç bırakacağı deneyimler üretmek için.

Ve şimdi bu türkü bizim dilimizde;
Patronsuz efendisiz dünya için
Devrim coşkusuyla bu hayat senin
İsyanın seli tüm sokaklarda aksın
Gözü kara yüreklerle meydanlar taşsın
Yüreğimizde şimdi, şu anda
Cesaretle büyüyor anarşi
Herkes barikata, herkes barikata
Ekmek, Adalet ve Özgürlük için…

The post Ekmeğin, Adaletin ve Özgürlüğün Şarkısı – A Las Barricadas appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/01/03/ekmegin-adaletin-ve-ozgurlugun-sarkisi-a-las-barricadas-2/feed/ 0
Teferruat Fanzin https://meydan1.org/2013/01/03/teferruat-fanzin/ https://meydan1.org/2013/01/03/teferruat-fanzin/#respond Wed, 02 Jan 2013 22:52:32 +0000 https://test.meydan.org/2013/01/03/teferruat-fanzin/   Sarıyer Behçet Kemal Çağlar Lisesi öğrencilerinin çıkarmış olduğu edebiyat ve felsefe üzerine dikkat çekici bir fanzin. “Tek düze ilerleyen hayatlarımız var. Herkesin değer verdiği, önemsediği şeylerin artık sabit olduğu bir toplum haline geliyoruz. Düşünmek, tartışmak, sorgulamak toplumun çoğunluğunun unuttuğu ve ayrıntı olarak gördüğü bir mesele.” diyor Teferruat Fanzin’i yayınlayan liseliler. İşte bu yüzden “hepimiz […]

The post Teferruat Fanzin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Sarıyer Behçet Kemal Çağlar Lisesi öğrencilerinin çıkarmış olduğu edebiyat ve felsefe üzerine dikkat çekici bir fanzin.

“Tek düze ilerleyen hayatlarımız var. Herkesin değer verdiği, önemsediği şeylerin artık sabit olduğu bir toplum haline geliyoruz. Düşünmek, tartışmak, sorgulamak toplumun çoğunluğunun unuttuğu ve ayrıntı olarak gördüğü bir mesele.” diyor Teferruat Fanzin’i yayınlayan liseliler. İşte bu yüzden “hepimiz teferruatız” diyerek, toplumda teferruat olarak görülen düşünmeyi, sorgulamayı ve tartışmayı yükseltiyorlar.

Fanzinin genel inisiyatifini, Behçet Kemal Çağlar Lisesi öğrencileri oluşturuyor. Fanzinde yazılanlar ise hem kendi okullarında hem de başka birçok lisede gündem oluyor, tartışılıyor. Teferruat Fanzin aperiyodik olarak çıkartılsa da 15-20 günde bir yeni sayılarla karşımıza çıkıyor.

Farklı liselerden birçok liselinin gönüllü bir şekilde fanzine yazı yazarak dayanışma göstermesi, Teferruat Fanzin inisiyatifinin sinerjisini oluşturmakta büyük öneme sahip.

Fanzinin 1. sayısında William Blake’in Ancient of Days resminin kapak olması, içeriğini merak uyandırıcı kılıyor. Fanzin, “Aristoteles’in Erk Felsefesi”, “İdealar Dünyasında Uyanan Fani”, “Devletçi Platon mu? Anarşist Zenon mu?” yazıları ile felsefeyi farklı bir perspektiften ele alarak, liselerde tartışma kültürünü var edebilmeyi amaçlıyor. İlk sayıda ayrıca Küçük Prens kitabı ve American History X film tanıtımını da yapılıyor.

2. sayıda ise The Wall filminden bir görüntüyü kapağına taşıyarak, politik ve eleştirel yönünü açığa çıkartıyor Teferruat Fanzin. “Kinizm”, “İlk Çağ Maddecileri” gibi yazıların olduğu sayıda ayrıca Descart’ın “Cogito ergo sum” sözünden yola çıkarak yazılmış “Düşünemiyorum Öyleyse?” başlıklı bir yazı bulunuyor. Tezer Özlü’den bir alıntının da olduğu sayıda George Orwell’in Hayvan Çiftliği romanının, Agora filminin ve Rolling Stones grubunun tanıtımı da yapılıyor.
Teferruat Fanzin’in son olarak çıkarılan 3. sayısında ise Beat kuşağı ele alınıyor. Fanzin “İnsanlık Yürüyüşü” başlıklı bir şiirsel deneme, “Çoluk Çocuk” kitabının tanıtımı ve Noviembre filminin tanıtımıyla akılda kalan bir sayı oluyor.

Liseliler tarafından hazırlanan ve yer verdiği yazılarla, insanı düşünmeye-sorgulamaya-tartışmaya çağıran Teferruat Fanzin’i Taksim 26A Kafe’den, Kadıköy 26A Sahaf’tan ve Beşiktaş Kupa Kızı Kafe’den temin edebilirsiniz. Ayrca [email protected] mail adresinden de Teferruat Fanzin ile ilgili görüşlerinizi iletebilir ve fanzin inisiyatifi ile görüşebilirsiniz.

The post Teferruat Fanzin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/01/03/teferruat-fanzin/feed/ 0
Anarşizm Neyi Savunur? Emma Goldman https://meydan1.org/2013/01/03/anarsizm-neyi-savunur-emma-goldman/ https://meydan1.org/2013/01/03/anarsizm-neyi-savunur-emma-goldman/#respond Wed, 02 Jan 2013 22:31:01 +0000 https://test.meydan.org/2013/01/03/anarsizm-neyi-savunur-emma-goldman/  Yaşamını kadının özgürlük mücadelesine adamış ve bunun ancak anarşizmle mümkün olacağına inanan Emma Goldman, Amerika’dan Rusya’ya, Rusya’dan İspanya’ya devrim mücadelesindeki anarşistlere yoldaş, dünyanın dört bir yanındaki kadınlara da ilham kaynağı olmuştur. Ve dünyanın tüm iktidarlarınca ‘fevkalade tehlikeli’ bir kadın olarak ilan edilmiştir. Emma iktidarların korkulu kabusu, bizler içinse neşeyle dans, öfkeyle kavgadır. Chicago şehitlerinin ölümü, […]

The post Anarşizm Neyi Savunur? Emma Goldman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

 Yaşamını kadının özgürlük mücadelesine adamış ve bunun ancak anarşizmle mümkün olacağına inanan Emma Goldman, Amerika’dan Rusya’ya, Rusya’dan İspanya’ya devrim mücadelesindeki anarşistlere yoldaş, dünyanın dört bir yanındaki kadınlara da ilham kaynağı olmuştur. Ve dünyanın tüm iktidarlarınca ‘fevkalade tehlikeli’ bir kadın olarak ilan edilmiştir. Emma iktidarların korkulu kabusu, bizler içinse neşeyle dans, öfkeyle kavgadır.


Chicago şehitlerinin ölümü, benim manevi doğumumdu; onların ömürleri boyunca yüksek tuttukları idealleri, bütün hayatımın itici gücü oldu; diyerek yaşamını tarihsel bir kavganın parçası, devamı haline getiren Emma Goldman tarafından yazılan “Anarşizm Neyi Savunur?” kitabı, içinde olunan döneme ait ancak günümüze de ışık tutan çözümleri-cevapları bulunduran, anarşizmin tariflendiği kısa metinlerden oluşmaktadır.

Kitap, bir “Ne yapmalı?” iddiası taşımadan ‘geçmişin yükünü’ yeni nesillere yıkmadan, insanlığın büyük macerasına giden yegâne kurtuluşu ve onun yolu olduğunu bildiğimiz anarşizmin savunularını kendince tariflemektedir.

Günümüzde de hâla yakıcı ve uzlaşmaz bir problem olarak önümüze getirilen “bireysel-toplumsal” çatışmasının ne kadar suni bir tartışma olduğunu E.Goldman “bireysel ve toplumsal içgüdüler arasında, kalp ve akciğerler arasında olanın ötesinde bir çelişki yoktur: Biri, kıymetli hayat özünün deposu; öteki, o özü saf ve güçlü kılan unsurun kaynağıdır. Birey, toplumun kalbidir ve toplumsal hayatın özünü muhafaza eder; toplum, hayat özünü –yani, bireyi- saf ve güçlü kılan unsuru sağlayan akciğerdir.” değerlendirmesiyle gözler önüne sermekte.

Suç adı verilen kavramın ‘yanlış yönlendirilmiş bir enerji’ olduğunun vurgusu suç-ceza tartışmalarına getirilen dönemin eleştirel fikirlerindendir. Ve gerekçe olarak insan doğasının karşısındaki üç temele; aklı tahakküme alan dine, bedeni tahakküme alan mülkiyete ve ete kemiğe bürünmüş tahakküm olan devlete işaret ediyor.

Goldman, bu kitabında, yüzyıllardır anarşistlere ‘anarşizmin doğru ama uygulanamaz olduğu’ çıkışını yapanlara “İnsanlar ya kendi tarihlerine aşina değiller ya da devrimin yalnızca öğretilmediğini, aynı zamanda hayata geçirildiğini henüz öğrenememişlerdir.” savıyla net bir cevap veriyor.

Kitapta, militarizmden şiddet eylemlerine, hapishanelerden eğitime, kiliseden evliliğe ve aşka, hükümetlerden basın ve ifade özgürlüğüne dair birçok konuya dair anarşist yaklaşımı sade ve doğrudan bulmak mümkün.

Kitap aslında Emma Goldman gibi dersek teşbihte hata etmemiş oluruz. Bir anarşist, kadın, militan, propagandist kısacası düzen için gereğinden fazla tehlikeli olan Emma Goldman neyse, anarşizmin kısaca tariflenişi olan bu kitap da aynı minvalde.
Kitap gayet yalın bir anlatıma sahip ve bundan dolayı anarşizmin neyi savunduğunu merak edenler için ideal ve doyurucu bir kaynak.

The post Anarşizm Neyi Savunur? Emma Goldman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/01/03/anarsizm-neyi-savunur-emma-goldman/feed/ 0
“Kapitalizm Stres, Stres Sedef Yapıyor” – Özlem Arkun https://meydan1.org/2013/01/03/kapitalizm-stres-stres-sedef-yapiyor-ozlem-arkun/ https://meydan1.org/2013/01/03/kapitalizm-stres-stres-sedef-yapiyor-ozlem-arkun/#respond Wed, 02 Jan 2013 22:16:45 +0000 https://test.meydan.org/2013/01/03/kapitalizm-stres-stres-sedef-yapiyor-ozlem-arkun/ Sedef hastalığı, derinin normalden daha hızlı yenilenmesi yüzünden ciltte kuruma, pullanma ve kaşıntı ile kendini gösterir. Her bünyede farklı bir karakteristik özellik taşıyan sedef hastalığı kimi bünyeler de lokal kimilerinde ise cilt yüzeyinin neredeyse tamamını kaplayacak şekilde yaygındır. Bu hastalık kalıtsal özellikler taşır, bakteri ya da virüsle oluşmaz, bulaşıcı değildir. Kaynağı tam olarak belirlenememiş olan […]

The post “Kapitalizm Stres, Stres Sedef Yapıyor” – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Sedef hastalığı, derinin normalden daha hızlı yenilenmesi yüzünden ciltte kuruma, pullanma ve kaşıntı ile kendini gösterir. Her bünyede farklı bir karakteristik özellik taşıyan sedef hastalığı kimi bünyeler de lokal kimilerinde ise cilt yüzeyinin neredeyse tamamını kaplayacak şekilde yaygındır. Bu hastalık kalıtsal özellikler taşır, bakteri ya da virüsle oluşmaz, bulaşıcı değildir. Kaynağı tam olarak belirlenememiş olan hastalık, zamanla kronikleşir ve hiçbir zaman tamamen tedavi edilemez diye bilinir. Oysa dünya nüfusuna oranladığımız da sayısı 140.000.000’u bulan sedef hastaları bilindiği kadar çaresiz değiller.

Sedef hastalığının bilinen en önemli nedeni STRES’ tir. Her yaşta görülebilen hastalık genellikle hayatınızda önemli değişiklikler yaşadığınız dönemlerde, sıkıntılı ya da mutsuz olduğunuz zamanlarda tetiklenir. Örneğin, çocukluktan ergenliğe geçilen yaşlarda, okul – dershane – ev üçgeninde, sınav stresiyle harmanlanmış bir dönem de bu hastalıkla tanışmanız oldukça olası. Saçınızın içinde sedef çıkar, kaşınırsınız, doktora gidersiniz doktor teşhis koyar, “Ne sıkıntın var evladım, kafana tokadan başka bir şey takmıycaksın şu hayatta” der, gönderir. Bu dönemi atlatırsınız sedefiniz geçer, geçmese bile hafifler ama kendinizi şanslı hissetmek için henüz erken. Çünkü sedef yaşta değil başta.

Sınavı kazansanız bile, üniversitede sizi bekleyen şey, yine sınav, yine rekabet, yine stres… Siz büyüdükçe dertler büyür, hoca size takar, arkadaşlarınız sizi satar, yalnızlaştıkça bencilleşir, bencilleştikçe çaresizleşirsiniz. Saçınızdaki sedef gün geçtikçe kudurur, o da yetmez, nereden yara alırsanız oranızda çıkar, okul sıraların da çürüyen dirsekleriniz başlar pul pul dökülmeye, kaşındıkça kaşınırsınız. Tekrar doktora gidersiniz krem yazar, losyon verir, “Kafanı takma her şeye der” gönderir…

Sınavı kazanamadıysanız, sizi bekleyen şey yine stressiz bir hayat değil. Bu kez siz evden işe, işten eve mekik dokurken, hayatınıza asgari ücretle paha biçilir… Kıt kanaat hayatta kalmaya çalışırken vardiya şefi, bölüm amiri, departman müdürü, müdürünün müdürü tarafından azarlanır, itilir kakılır ezilirsiniz… Sabah 8 akşam 5’te, fazla mesailerin de, ücretsiz izinlerin de stresin dibine vurursunuz. Saçınızdaki, dirseklerinizdeki yaralar yayılır, nasırlaşan ellerinizde, tutmayan dizlerinizde yaralar çıkar, kaşınır kaşınır kanatırsınız, doktora gidersiniz, ilaç yazar, psikolojik desteğe ihtiyacınız olduğunu söyler, gönderir. Ama siz bilirsiniz ki, aldığınız ilaçlar derdinize derman olmayacak, bir – iki hafta kullandıktan sonra hiç bir işe yaramayacak… Çünkü her gün aynı dertler tepenize bindikçe yaralarınız azdıkça azacak…

Ve bununla da kalmayacak… Yaralarınız azdıkça, vücudunuzun görünen yerlerine yayıldıkça, derdiniz daha da büyüyecek. Çünkü insanlar görecek, kimi “Ayy burana ne oldu?!” diyecek, kimi “Iıyy bu ne be!” diyecek! Ve hepsinin yüzüne acıma ile karışık bir tiksinti ifadesi oturacak, ya bulaşırsa diye ne elinizi sıkmak, ne birlikte yemek ne de yakınınızda olmak isteyecekler. Görüntünüz kötüleştikçe yalnızlaşacaksınız, kendinize olan güveninizi kaybedeceksiniz. Böylece stres içinden çıkılmaz bir hal alacak sizin için ve siz bir ucubeye benzediğinizi düşündükçe daha çok kaşınacak ve yaralarınızı daha da azdıracak ve kanatacaksınız… Çünkü aslında, size ucube gibi hissettiren şey sedefiniz değil, yaralarınıza bir “çirkine” bir “şişmana” bir “engelliye”, baktığı gibi bakan, tüm diğer ezilenler gibi sizi de ötekileştiren bakışlar.

Hal böyleyken belki de yapmak gereken şey, hayatınızı saran strese ve sedefinize sarılıp derinizi yani kendinizi parçalamak değil, sizi çaresizleştiren, yalnızlaştıran, ötekileştiren kapitalizme karşı, öfkenize sarılıp, hayatınızı saran stresi parçalamaktır.

Özlem Arkun  [email protected]

The post “Kapitalizm Stres, Stres Sedef Yapıyor” – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/01/03/kapitalizm-stres-stres-sedef-yapiyor-ozlem-arkun/feed/ 0
“Ayda 12.000 Liraya Güzellik Ayda 1.000 Liraya Yaşamak” – Didem Erbak https://meydan1.org/2013/01/03/ayda-12-000-liraya-guzellik-ayda-1-000-liraya-yasamak-didem-erbak/ https://meydan1.org/2013/01/03/ayda-12-000-liraya-guzellik-ayda-1-000-liraya-yasamak-didem-erbak/#respond Wed, 02 Jan 2013 22:02:34 +0000 https://test.meydan.org/2013/01/03/ayda-12-000-liraya-guzellik-ayda-1-000-liraya-yasamak-didem-erbak/ “Ünlü zenginlerden Derin Mermerci, güzelleşmek için oldukça çaba sarf ediyor. Haftada 3-4 kez yogaya, 3 kez pilatese gidiyor. Ayda bir kese yaptırıyor. Haftada 2 kez manikür, pedikür ve el ayak masajını ihmal etmiyor. Yine 15 günde bir saçını boyatıyor, her gün fön çektiriyor. Ve tüm bunlara ayda sadece 12 bin lira harcıyor.” Evet, sadece 12 […]

The post “Ayda 12.000 Liraya Güzellik Ayda 1.000 Liraya Yaşamak” – Didem Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
“Ünlü zenginlerden Derin Mermerci, güzelleşmek için oldukça çaba sarf ediyor. Haftada 3-4 kez yogaya, 3 kez pilatese gidiyor. Ayda bir kese yaptırıyor. Haftada 2 kez manikür, pedikür ve el ayak masajını ihmal etmiyor. Yine 15 günde bir saçını boyatıyor, her gün fön çektiriyor. Ve tüm bunlara ayda sadece 12 bin lira harcıyor.”
Evet, sadece 12 bin lira!
Kadıköy – Bostancı hattında şoförlük yapan Mehmet ise bu coğrafyada yaşayan ve çoğunluğu oluşturan birçok insan gibi, aylık 550 lira kiraya, 60 lira su faturasına, 70 lira elektrik faturasına, aylık en az 200 lira ısınmaya, 200 lira ulaşıma (tabi varsa karısı ve çocuklarının ulaşım parası da eklenmeli) harcıyor; günde en az 3 ekmek aldığını düşünürsek de aylık en az 90 lira ekmeğe veriyor. Günlük ev ihtiyaçları( yemek, su vs.), varsa çocukların okul masrafları da en az 300 lirayı buluyor olsa gerek. Ve tüm bunlara ayda sadece 1000 lira harcıyor.
Evet, sadece 1000 lira!
Fakat 1000 lira harcamasına rağmen tüm bu ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Güzelleşmek uğruna çaba harcayan Derin Mermercinin aksine; Mehmet ve onun gibi binlercesi yaşamak uğruna çaba harcıyor.
Evet, sadece yaşamak uğruna…

Didem Erbak [email protected]

The post “Ayda 12.000 Liraya Güzellik Ayda 1.000 Liraya Yaşamak” – Didem Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/01/03/ayda-12-000-liraya-guzellik-ayda-1-000-liraya-yasamak-didem-erbak/feed/ 0
Sosyete Mezarlıkları Çok Pahalı https://meydan1.org/2013/01/02/sosyete-mezarliklari-cok-pahali/ https://meydan1.org/2013/01/02/sosyete-mezarliklari-cok-pahali/#respond Wed, 02 Jan 2013 21:48:26 +0000 https://test.meydan.org/2013/01/02/sosyete-mezarliklari-cok-pahali/ Her şeyin alınıp satıldığı günümüzde, artık yaşamak bir yana, ölmek bile ateş pahası. Çünkü artık Zincirlikuyu, Karacaahmet ya da Çengelköy gibi mezarlıklarda, mezar yerleri ortalama 18 bin TL. Yaklaşık 2 milyon mezarın olduğu İstanbul’da, nüfus yoğunluğu sebebiyle mezarlıkların dolduğu iddia ediliyor. Bu durumu da bir fırsata çevirmeyi bilen mezar yeri tüccarları, önceden satın alınmış mezar […]

The post Sosyete Mezarlıkları Çok Pahalı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Her şeyin alınıp satıldığı günümüzde, artık yaşamak bir yana, ölmek bile ateş pahası. Çünkü artık Zincirlikuyu, Karacaahmet ya da Çengelköy gibi mezarlıklarda, mezar yerleri ortalama 18 bin TL.
Yaklaşık 2 milyon mezarın olduğu İstanbul’da, nüfus yoğunluğu sebebiyle mezarlıkların dolduğu iddia ediliyor. Bu durumu da bir fırsata çevirmeyi bilen mezar yeri tüccarları, önceden satın alınmış mezar yerlerini farklı gerekçeler göstererek internet üzerinden satışa çıkardı. Zincirlikuyu, Karacaahmet ya da Çengelköy’de “manzaraya nazır lüks” kabirlerin fiyatları konumlarına göre 150 bin TL’ye kadar çıkabiliyor. Mezar yeri tüccarları, ev veya otomobil fiyatına sattıkları mezar yerlerinin ilanlarında “Sakıp Sabancı’nın kabrine yakın 2 adet boş mezar yeri, araç ya da evle takas yapılır. Mezar, mermerlerine kadar yapılmış hazırdır. Tek olarak da verilir. Tek fiyatı 160 bin TL’dir.“ gibi ibarelerle mezar arayanlara Sabancı, Koç gibi komşular da vadediliyor.
Mezar yeri ilanlarının tartışmalar yaratması üzerine İstanbul Büyükşehir Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü bir açıklama yaparak, İstanbul’da şu anda mezar yeri sıkıntısı yaşanmadığını belirtirken mezar yeri konusunda İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 10 yıllık stoku olduğuna dikkat çekti.
“Mezarlık devri yasal değildir. Buna asla müsaade etmiyoruz. Yıllar önce ölmüş babasının mezarını bile satılığa çıkaran var.” diyen Mezarlıklar Müdürü Adem Avcı, bir yandan da şehir içinde gömülecek alanların neredeyse tamamen dolduğunu da söyleyerek akıllarda soru işaretleri bıraktı.
Fakirlerin mezarları ise şehrin dışında bir mezarlığa gönderilecek.
Günde 250 kişinin defin işlemini yaptıklarını belirten Avcı, bunun yıllık 300 dönüm alana denk geldiğini ifade ediyor. Adem Avcı bu fiyatlardaki mezar yerlerini satın alamayan yani sosyete olmayan, Sabancı’nın Koç’un mezarına komşu olmayı da çok önemsemeyen fakirlerin, memleketlerine gömülmesini teşvik ettiklerini şu sözlerle belirtiyor: “Hem doğdukları yere gömülsünler hem de İstanbul’daki yoğunluk hafiflesin diye bunu teşvik ediyoruz. 50 cenaze aracını Anadolu’ya ayırdık. Bu şekilde tüm masrafları karşılayarak günde 25 cenaze gönderiyoruz.“ Binbir yoksullukla büyük şehirlere gelenlerin ölüleri bile artık büyükşehirlere fazla geliyor olacak ki memleketine zengin olarak dönme hayali kuranlar, imamın kayığı ile memleketine gönderilmek isteniyor.

The post Sosyete Mezarlıkları Çok Pahalı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/01/02/sosyete-mezarliklari-cok-pahali/feed/ 0
Ne izlediğimizi biliyor muyuz? https://meydan1.org/2013/01/02/ne-izledigimizi-biliyor-muyuz/ https://meydan1.org/2013/01/02/ne-izledigimizi-biliyor-muyuz/#respond Wed, 02 Jan 2013 21:43:43 +0000 https://test.meydan.org/2013/01/02/ne-izledigimizi-biliyor-muyuz/ Bazen onlar izlediğimiz bir film ya da dizide baş kahramanın kullandığı bir telefon ya da bilgisayar olarak karşımıza çıkıyor, bazen de oturdukları bir restoranda içtikleri bir kahve ya da yedikleri pizza olarak. Kimi zaman da yolda yürürken karşı kaldırımda duvarda asılmış minik bir afiş. Aslında reklamlardan söz ediyoruz, bazı örneklerine yukarıda yer verilen ve gittikçe […]

The post Ne izlediğimizi biliyor muyuz? appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Bazen onlar izlediğimiz bir film ya da dizide baş kahramanın kullandığı bir telefon ya da bilgisayar olarak karşımıza çıkıyor, bazen de oturdukları bir restoranda içtikleri bir kahve ya da yedikleri pizza olarak. Kimi zaman da yolda yürürken karşı kaldırımda duvarda asılmış minik bir afiş. Aslında reklamlardan söz ediyoruz, bazı örneklerine yukarıda yer verilen ve gittikçe yaygınlaşan farklı bir uygulama taktiği olan ürün yerleştirmeden. Çünkü artık geleneksel reklamcılık, biçimiyle beraber sınırlarını da değiştirmiş durumda.

Ürün yerleştirme olarak tabir edilen bu uygulamayla, ürünün görseli ya da sloganı, dizinin yayını ya da filmin gösterimi kesilmeden izleyiciye ulaştırılmış oluyor. Televizyonlarda reklam sürelerinin belli bir sürenin üzerine çıkarılmaması kuralı var. Bu nedenle reklam verenlerin artık daha sıklıkla başvurdukları bu uygulamayla, ilk başlarda ürünün görseli herhangi bir yere yerleştiriliyorken artık senaryonun bu ürüne göre yazılması da sağlanıyor. Hatta bu uygulama, oyuncuların replikleriyle de desteklenerek neredeyse fark edilmez bir hale geliyor.

Her ne kadar reklamcılıkta 50. yıl yaklaşıyor dediysek de, benzer örneklerine baktığımızda Jules Verne’nin “80 Günde Devri Alem” romanı, o bölgedeki balıkçılık mağazalarının isim ya da sembollerine kitapta çokça yer verdiği için, ürün yerleştirme uygulamasının eski bir örneği olarak sayılabilir.

Reklam kuşaklarının uzun tutulmasıyla birlikte televizyon izleyicisinin reklam sırasında başka bir kanala zaplaması “riski” de bulunduğundan, şirketler alışılmış kuşak yerine dizi ya da film sırasında yerleştirilmiş reklam vermeyi daha uygun görüyorlar. Bunda da haksız sayılmazlar. Yapılan araştırmalar bu uygulamanın “geleneksel” reklamdan kat be kat daha fazla akılda kalıcı olduğu ve dolayısıyla daha çok satış ve kar sağladığını ortaya koymuş durumda. Haliyle kapitalizmin “doğası” gereği, bu uygulamanın diğerine göre daha pahalı olması kimseyi şaşırtmıyor olsa gerek.

Daha çok satış istiyorsan daha çok ödemelisin!
Başta ABD olmak üzere bir çok ülkede 50 yıla yakın süredir uygulanan bu uygulama, sinemada en başarılı ürün yerleştirme uygulamalarından biri E.T. filmindeki “Reese’s Pieces” çikolata/şekerleme ürünüdür. Filmdeki bu gizli reklamın ardından bu ürünün satışları neredeyse iki katına varmıştır.

Herkesin bildiği James Bond film serilerinin neredeyse ürün yerleştirme üzerine kurulu olduğunu söyleyebiliriz. Hatta daha da ileri gidip, James Bond filmleri bu ürünlerin reklamı için çevriliyor dersek, emin olun, abartmış olmayız. Hangi ürünler yok ki bu filmde: BMW, Aston Martin, Alfa Romeo gibi otomobil markalarından, Bond’un kullandığı telefon Sony’e, yudumladığı Jack Daniels viskisine, kullandığı Ace marka tarağa, koluna taktığı Omega saatine, seyahat ettiği British Airways uçak firmasına kadar bir çok ürün itinayla yerleştirilmiştir.

İngiltere’de bir programda ürün yerleştirme olduğunu yayınlanacak programın başında iç içe geçmiş P harfiyle anlatıyorlar. Türkiye’de de epeydir uygulanan ama 3 Mart 2011’de yürürlüğe giren RTÜK yasasındaki değişikliğin ardından “yasallık” kazanan bu uygulama, en muhalif gibi addedilen Behzat Ç. dizisinde de sıklıkla başvurulan bir uygulama. En sık olarak da bölüm geçişlerinde gündüz ya da gece Ankara trafiğinin gösterildiği planda, arka yolda duran bir billboardda, dizinin anlaştığı ürünün reklamıyla kendini gösteriyor.

Bu ürün yerleştirme uygulaması o kadar ciddiye alınan bir duruma geldi ki, 17-18 Mayıs 2012 tarihlerinde İstanbul Kadir Has Üniversitesi’nde Ürün Yerleştirme Sempozyumu düzenlendi. Büyük firmaların satış temsilcileri ve Holywood’da reklam yönetmenliği görevlerinde çalışmış kişiler gelip bu sempozyumda, bu işin inceliklerini anlattılar. Yalnızca bu işi yapan ajansların olduğunu söylemek, işin ciddiyeti hakkında bilgi verebilir.

Reklamın sloganı, senaryoların içinde gizli!
Son günlerde öne çıkan bir ürün yerleştirme ise oldukça dikkat çekici. Coca cola verdiği onca ilanla yetinmemiş olacak ki, ATV de yayınlanan ve reytingi yüksek olan Karadayı dizisinde oyunculara kendi sloganı olan “mutlu olmak için bi milyon neden” sözünü milyon kez söyletiverdi. Nasıl mı? İzleyici kurmaca sanıp kimi zaman rahatlamak, kimi zaman başka nedenlerle diziye teslim olduğu bir anda baş karakterlerin “bi milyon neden” sözünü işitince, zaten diziden önceki reklam kuşağında muhakkak verilmiş olan aynı ürünün reklamı ile müthiş derecede bir bağ kuruyor. Bir anlamda zaten baştan beri “izleyici” konumunu sürdüren izleyici, dikkatini ayırmadığı “doktor”u tarafından adeta hipnotize ediliyor. Böylece karşısındaki kahraman rolden çıkıyor, artık Coca cola şirketinin satış temsilcisi konumuna terfi ediyor. Ancak izleyici bunu kavrayana dek rol yeniden başlıyor.

Her ne kadar senaryolar belli bir olay örgüsünü aktarmak için yazılmış olsalar da, günümüzde artık en iyi rolleri şirketler kapmış durumda.

Zaten kurdukları pembe dünyalarla izleyiciyi gerçek dünyadan uzaklaştırma işlevini gören bu diziler, öne çıkardıkları yaşam biçimleriyle şimdiye değin kapitalizmin bütün bir algısını bölümlerine yerleştiriyorlardı. Yani ürün yerleştirme olmadan çok önce kapitalizm yerleştirilmesi vardı zaten. Şimdi değişen yegane şey, ekranlarda gösterilen bu sahte ve yapmacık yaşamın elde edilmesi için belli bir ürünü işaret etmek.

Gerçekten ne izlediğimizi biliyor muyuz?

The post Ne izlediğimizi biliyor muyuz? appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/01/02/ne-izledigimizi-biliyor-muyuz/feed/ 0
“Young Guru Academy: Kapitalizmin Tuzu Guruları Burada Yetişiyor” – Merve Arkun https://meydan1.org/2013/01/02/young-guru-academy-kapitalizmin-tuzu-gurulari-burada-yetisiyor-merve-arkun/ https://meydan1.org/2013/01/02/young-guru-academy-kapitalizmin-tuzu-gurulari-burada-yetisiyor-merve-arkun/#respond Wed, 02 Jan 2013 21:16:19 +0000 https://test.meydan.org/2013/01/02/young-guru-academy-kapitalizmin-tuzu-gurulari-burada-yetisiyor-merve-arkun/ Dünyanın en büyük liderlik okulu olan Young Guru Academy (YGA) 2000 yılında kurulan bir sivil toplum kuruluşu. Aynı zamanda dünya çapında en çok başvuru alan bu liderlik okulu, her yıl düzenlediği liderlik zirveleriyle adını sıkça duyuruyor. YGA’nın düzenlediği zirveye internet üzerinden yaklaşık 50 bin başvuru yapılıyor ve bu 50 bin kişi arasından seçilen 2000 kişi […]

The post “Young Guru Academy: Kapitalizmin Tuzu Guruları Burada Yetişiyor” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Dünyanın en büyük liderlik okulu olan Young Guru Academy (YGA) 2000 yılında kurulan bir sivil toplum kuruluşu. Aynı zamanda dünya çapında en çok başvuru alan bu liderlik okulu, her yıl düzenlediği liderlik zirveleriyle adını sıkça duyuruyor. YGA’nın düzenlediği zirveye internet üzerinden yaklaşık 50 bin başvuru yapılıyor ve bu 50 bin kişi arasından seçilen 2000 kişi zirveye katılma hakkı kazanıyor. Zirveye katılan adaylar, sonrasında birer başvuru formu dolduruyor ve “küresel şirketlerin üst düzey yöneticilerinden oluşan danışman kurul”un değerlendirmelerinden sonra seçilen 750 aday farklı illerdeki YGA Bölgesel Merkez’lerinde mülakatlara katılıyor. Nihayetinde keşfedilen 250 YGA’lı lider 50 farklı ildeki ilköğretim okulunda kurulan YGA Kütüphaneleri’nde gönüllü olarak çalışıyor ve YGA bu yöntemle geleceğin liderlerini arıyor. YGA son olarak 24 Kasım’da, İstanbul Kongre Merkezi’nde düzenlediği liderlik zirvesinde de aynı kaygılarla yola çıkmış binlerce genci “daha iyi bir dünya için hayaller kurmaya davet” ederek, geleceğin bilinçli kapitalistlerini oluşturmaya bir adım daha attı.

Peki nedir bu liderlik okulu?

Daha önce Nokia, BSH, Coca Cola, Roche gibi küresel şirketlerin de danışmanlığını yapmış bir kapitalist olan Sinan Yaman’ın kurucusu olduğu Young Guru Academy, sosyal sorumlu liderler yetiştirme çabasına girişmiş bir eğitim programı. Aslına bakıldığında ise bu programın; iş dünyasındaki pozisyonunu patronlara verdiği liderlik dersleriyle iyice pekiştiren Yaman’ın, üniversiteli ve liseli gençleri de dahil ettiği beyaz yakalılar için taşeronluk programı olduğu açıkça görülüyor.

Tüm projelerini Microsoft, Turkcell, Unilever, BSH, Yapı Kredi gibi 50 stratejik iş ortağının desteğiyle gerçekleştiren ve çalışma amaçlarının daha iyi bir dünya yaratmak olduğunu söyleyen Young Guru Academy’nin, gerçekte liderliğini üstlendiği alanın ise kapitalizmin liderliğini ve sürdürülebilirliğini üstlenmek olduğunu gözden kaçırmak mümkün değil.

Değişen Dünyada Değişen Liderlik

Lider, dinsel, ekonomik, otoriter nedenlere dayanarak toplumla ilgili ya da toplumsal gidişatı etkileyecek kararların verilmesinde nihai bir merciidir. Verdiği kararlar, lideri olduğu toplumu belirler. Liderler sahip oldukları yönetim iktidarına dayanarak kendi çıkarları doğrultusunda karar verebilir ve bu doğrultuda hareket edebilir. Lider olma ve liderlik konumu, küreselleşmeyle birlikte bir değişime uğramıştır. Küreselleşmenin getirdiği hızlı değişimlerle, lider olabilme kıstasları ve liderlik kavramı farklılaşmıştır.

Eskisinin aksine değişimi bir tehdit olarak değil, küreselleşen kapitalizmle bir fırsat olarak değerlendiren yeni liderlik anlayışı, bu noktada sürekli değişimi de varlığını devam ettirebilmenin vazgeçilmez ön koşulu olarak görmektedir. Bugüne dek liderlik rolü üstlenenlerde çoğunlukla güç ilişkilerinde belirleyici rol oynayabilme, belirlenen stratejiler doğrultusunda nihai hedefe ulaşma ve her ne şekilde olursa olsun toplum üzerindeki iktidarını kaybetmeme niteliği aranırken; değişen liderlikte ihtiyaç duyulanlar arasında bir durum çok belirginleşmiştir: Yönetilecek kitlelerle uyumlu, yönetme aşamalarında ikna kabiliyeti yüksek liderlik. Küresel kapitalizmin önüne geçilemez hızının hakim olduğu zamanlarda, artık liderler de bu hıza ayak uydurmak ve bunu yaparken de ikna edici yöntemler kullanmak zorundalar.

Liderliğe Yatırım, Kapitalizme Yatırım

YGA aynı zamanda liderlik okulunu başarıyla tamamlayan “genç gurular”a New York, Washington ve Research Triangle’da gerçekleştirilen iki haftalık YGA Amerika Liderlik Kampı’na göndermeyi vadederek sınırsız liderlikte sınırsız rekabet durumunu yaratıyor.

Yarattığı rekabetle gençlere bir gün Muhtar Kent, Güler Sabancı, Hüsnü Özyeğin gibi liderler olabilecekleri hayalini pazarlayan YGA, yaptığı seminerler, konferanslar ve toplantılarla kapitalist lider olma durumunu toplumun, özellikle gençlerin gözünde, meşru kılmayı hedefliyor. Vicdanlarını, cüzdanlarının iç cebinde unutan bu kapitalistler, toplumun gözünde yüce kişilikler olarak sunulurken, Sinan Yaman efendilerinin ona biçtiği rolü gönülden inanmış bir şekilde oynuyor.

Yönetici profilinin değiştirildiği, liderlik kavramının yükseltildiği ve bu kavrama yeni nitelikler kazandırıldığı bu zirvelerde, küreselleşen dünyanın yeni aktörleri aranıyor. Büyüyen küreselleşme oyununa ayak uydurabilecek kadar hızlı, oyunun kurallarını bozmayacak kadar uyumlu ve gerektiğinde oyunu kendi çıkarları doğrultusunda değiştirebilecek kadar ikna gücü yüksek olacak olan bugünün genç guruları, YGA zirvelerinde bir araya geliyor. Oyunun eski katılımcılarından oyunun kurallarını birer birer öğrenen geleceğin liderleri, hayatlarımızda oynanacak büyük oyunların kurucuları olmaya hazırlanıyor.

Merve Arkun
[email protected]

 

The post “Young Guru Academy: Kapitalizmin Tuzu Guruları Burada Yetişiyor” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/01/02/young-guru-academy-kapitalizmin-tuzu-gurulari-burada-yetisiyor-merve-arkun/feed/ 0
“Çünkü Çocuklar Korkunçtur!” – Erdinç Yücel https://meydan1.org/2013/01/02/cunku-cocuklar-korkunctur-erdinc-yucel/ https://meydan1.org/2013/01/02/cunku-cocuklar-korkunctur-erdinc-yucel/#respond Wed, 02 Jan 2013 20:41:04 +0000 https://test.meydan.org/2013/01/02/cunku-cocuklar-korkunctur-erdinc-yucel/ İyi niyet gösterileri, umut dolu temenniler, naif dilekler… Yeni yılı karşılamanın o tarifsiz heyecanı… Bir de eski yıl güle güle yeni yıla merhaba ninnileri. İhtiyar eski yıla el sallayan sevimli yeni yıl bebeği… Döne dolaşa aynı yollardan geçse de farklı yerlere ulaşabileceğini zannetmenin hafifliği… Pek naif, pek nazif, pek eğlenceli… Kendini geriye çekip gözlerini kapatınca […]

The post “Çünkü Çocuklar Korkunçtur!” – Erdinç Yücel appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
İyi niyet gösterileri, umut dolu temenniler, naif dilekler… Yeni yılı karşılamanın o tarifsiz heyecanı… Bir de eski yıl güle güle yeni yıla merhaba ninnileri. İhtiyar eski yıla el sallayan sevimli yeni yıl bebeği… Döne dolaşa aynı yollardan geçse de farklı yerlere ulaşabileceğini zannetmenin hafifliği…
Pek naif, pek nazif, pek eğlenceli… Kendini geriye çekip gözlerini kapatınca ortalığa yayılan leş kokusunu duymuyormuş gibi yapmak elbette olası. İçinde debelendiğimiz bataklığa gözlerimizi kapatırız ve o yok oluverir…

26 koca adamın tecavüzüne uğrayan N.Ç.’yi görmezden gelirsin olur biter… Aralarında devletlüler olsa ne yazar? Yargı organları rıza dediyse rıza vardır elbette… 15 yaşındaki kızına tecavüz eden babayı çocuğun bekâreti bozulmadı diyerek aklayan yargı organları… Zeka geriliğinden müzdarip çocuğa tecavüz ettiği Adli Tıp Kurumu’nun yüzde 99’luk raporuyla sabit olan adamı beraat ettiren yargı organları… 14 yaşındaki sağır ve dilsiz çocuğa tecavüz eden 11 kişiye ilişmeyen yargı organları… Sakarya’da 14 yaşındaki çocuğa tecavüz eden iki polis şefini serbest bırakan yargı organları… Ve yalnızca son bir yılda 3. sayfalarda ufacık göründükten sonra ışık hızıyla unutulan onlarca haber…

Polislerin, mülki amirlerin, ordu mensuplarının, öğretmenlerin, babaların, dayıların… Yani akla gelebilecek her türden otorite figürünün tecavüzüne uğrayan çocuklar ve her seferinde “rıza”dan bahseden yargı organları… Gözlerimizi kapatırsak, kendimizi geriye çekersek yok sayabileceğimiz yüzlerce çocuk… Kendimizi iyi hissetmemek için nasıl bir sebebimiz olabilir ki?
Kurguların, ritüellerin, basmakalıp haber cümlelerinin, polis bültenlerinin, mahkeme zabıtlarının o soğuk kusursuzluğuna kapılıp gitmemek için nasıl bir sebebimiz olabilir; gerçekler bize kendini duyurana kadar çığlık çığlığa bağırmasa… Gerçeklerin böyle kötü bir huyu var işte: Biz tam tatlı hülyalara dalmak üzereyken bir bakmışsın taş olup patlamış suratımızda… On yıllar içinde tepeden tırnağa çürütülen bu toplum kendisini çocukların üzerine kusarken, çıldırmış bir topluluğun içine doğan bu çocuklar yakamıza yapışıp o hülyalı bakışlarımızı kendilerine çevirtmeyecekler mi sanıyordunuz? Huzurumuzu kaçırmayacaklar mı? Onlara yasak ettiğimiz tatlı uykulardan uyandırmayacaklar mıydı bizleri? Kimi taş atar, kimi tiner çeker, kimi karanlık bir arka sokakta çıkıverir karşımıza. Tepeden tırnağa çürümüş bu dünyada gerçeklerin suratımızda nasıl patlayacağını kim bilebilir ki?

Çünkü çocuklar korkunçtur… Bütün o çocuklar… Taş atanlar, tiner çekenler, ölesiye sömürülenler, zorla gelin edilenler, tecavüze uğrayanlar, zindanlara tıkılıverenler o sevimli yüzlerine bakıp kendimizi iyi hissetmemizi sağlayabilen şirin yaşam formları değillerdir artık…

Sonra medya tinerci çocukların saçtığı dehşetten dem vurmaya başlar… Sonra devletin valileri taş atan çocuklar tehlikesine dikkat çeker… Sonra devletin Adalet Bakanı çocuk suçlulardaki akıl almaz artışı kamuoyuyla paylaşıverir… 2005 yılına oranla 2012 yılında çocuk tutuklu ve hükümlü sayısı yüzde 42 oranında artmıştır… Çocukların tutuklanmasını güçleştiren onca yasal düzenlemeye rağmen olmuştur bu!

Sonra gelsin polis, gelsin zindan, gelsin cop…

Kameraların önünde dipçiklenen çocuklar, hapishanelerde işkenceden bahsederek intihar notu bırakanlar, toplu halde tecavüze uğrayan çocuk tutuklular… Yüzsüzlüğün ya da ikiyüzlülüğün âlemi yok, o çocuklar çığlık çığlığa uykularımızı bölmeseler umurumuzda değildir elbette… Hapishanelerden dumanlar yükselir. Çocuk mahkûmlar isyan üstüne isyan çıkarırlar… Zaman Gazetesinin 2009’da öve öve bitiremediği “çocuk tutuklular için tatil köyü gibi hapishane” lerden öyle sesler yükselir ki en azından bazılarımız artık onları duymak mecburiyetinde hisseder kendini… Sonra seslerine ucundan kulak verilen çocuklar teker teker ortaya çıkar ve “Pozantı” derler… Kimse duymuyorsa sorun yoktur ama duyulmaktadır işte. “Öyle bir şey söz konusu olmuşsa elbette gereği yapılacaktır” der hükümet yetkilileri ve gereği yapılır çabucak…
Sonra… Sonra ne olmasını bekliyorsunuz ki? Gelsin polis, gelsin zindan, gelsin cop…
Halen içerde olan tecavüz mağdurları Pozantı’dan Sincan’a sevk edilir… Tahliye edildikten sonra hapishanedeyken tecavüze uğradığını açıklayan çocuklar, davaları alelacele bitirilip onlarca yıllık hapis cezalarına çarptırılır ve yeniden içeri tıkılıverir… Her fırsatta tecavüzcüleri “rıza” gerekçesiyle aklayıveren yargı organları aynı esnekliği hapishanede tecavüze uğrayan bu çocuklar için göstermeyecektir… Ama biz yine de onların bir bildiği olduğuna inanmalıyızdır… Adalete güvenmeliyizdir… Zaten tek kişilik hücrelerde çocuklar artık tecavüze uğramayacaklardır…
Şimdi hep birlikte derin bir nefes almak… Ah şu çığlık çığlığa gerçekler olmasa mümkündür elbette. Ama ne kadar bastırılmak istenirse istensin gerçekler her zaman inatçıdır… Yeniden tutuklanan tecavüz mağduru çocukların intihar haberleri duyulur bu kez…

Sonra… Sonrası hiç bitmeyecek bir hikâyedir bu… Devlet devletliğini yapar her seferinde, devletin valileri, anne babaları çocukları üstünden tehdit etmekten geri durmaz… Yeşil kartlarınızı iptal ederiz denir, çocukları elinizden alırız denir… Şu denir bu denir… Ama yetmez… Gerçekler ne zaman midemize bir yumruk gibi otursa çocukların çığlıklarını boğmak üzere harekete geçer düzenek… Açık oturumlar mı dersiniz, tefrika dosyalar mı, akademik tartışmalar mı? “Çocukları böyle şiddete meyilli kılan sosyo-psikolojik etmenler” filan diye laflar gevelenir. Her şey konuşulur… Her şey konuşulur… Üstüne basa basa… Tekrar tekrar… Her… Şey… Konuşulur… Da… 12 yaşında 13 kurşunla katledilen Uğur Kaymazlardan bahis açılmaz bunca laf salatasının arasında… Devletin cephane artığıyla parçalara ayrılan Ceylan Önkol’lar anlatılmaz… F16 bombardımanıyla yok edilen Uludereli çocuklardan söz edilmez… Taksim’de şurda burada sokaklarda dövülen, sövülen, tecavüze uğrayan ve tutup bir ara sokakta biz “masum yurttaşlar”dan birinin ciğerine bıçağı sokmadıkları sürece görmezden gelinen sokak çocuklarının adı anılmaz… Son on yılda taciz ve tecavüze uğrayan 250 bin çocuk sadece birer istatistikten ibarettir zaten. Çocuk gelinler hayatımızın dışında bir yerde, çok uzaklarda bir takım kötü insanların mağduru olan bahtsız insancıklardır… Merdivenaltı atölyelerde ölesiye çalıştırılan çocukların vebali de yine aynı birkaç kötü adamın başındadır… Çok sıkıştıklarında bir takım kısaltmalar yetişir imdada: N.Ç. der geçiverirler mesela. Çünkü yaşayan, soluk alıp veren, bu dehşetli zulüm makinesinin acısını çeken bir insanı akla getirmez kısaltmalar… Senin adına benzemez, benimkine benzemez, ona buna benzemez…

Hâsılı hakkında konuşulanı görünmez kılmak için ne gerekiyorsa yapılır da sistem içi hayatına huzur içinde çekiliverir “masum yurttaş”lar…

Ve sonra ortalık azıcık durulduğunda yeni yıl gelmiş olur “yepyeni umutlar”la…

Ve sonra gerçekler çığlık çığlığa üzerimize gelene kadar iyi niyet gösterileri, umut dolu temenniler, naif dilekler… Yeni yılı karşılamanın o tarifsiz heyecanı… Bir de eski yıl güle güle yeni yıla merhaba ninnileri. İhtiyar eski yıla el sallayan sevimli yeni yıl bebeği… Döne dolaşa aynı yollardan geçse de farklı yerlere ulaşabileceğini zannetmenin hafifliği…

Ve saire ve saire… Ve yine de gerçekler inatçı, çocuklarsa korkunçtur!

The post “Çünkü Çocuklar Korkunçtur!” – Erdinç Yücel appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/01/02/cunku-cocuklar-korkunctur-erdinc-yucel/feed/ 0
Anarşist Kadınlarla Röportaj: “Hayatlarımız Çalınmadan Hayallerimiz Buluşmalı” https://meydan1.org/2013/01/02/anarsist-kadinlarla-roportaj-hayatlarimiz-calinmadan-hayallerimiz-bulusmali-2/ https://meydan1.org/2013/01/02/anarsist-kadinlarla-roportaj-hayatlarimiz-calinmadan-hayallerimiz-bulusmali-2/#respond Wed, 02 Jan 2013 19:43:35 +0000 https://test.meydan.org/2013/01/02/anarsist-kadinlarla-roportaj-hayatlarimiz-calinmadan-hayallerimiz-bulusmali-2/ Sokakları kara mora boyayan Anarşist Kadınlarla mücadeleleri üzerine bir röportaj gerçekleştirdik. Saliha Gündüz: Öncelikle merhaba. Anarşist kadınlara aynı gibi görünen farklı iki türlü soracağım, iki türlü de cevabını merak ediyorum. Öncelikle bir kadın olarak neden bir kadın mücadelesi yaratma gereği hissetiniz ve bu mücadeleyi neden anarşist sıfatıyla bezediniz? Canan: Bizler öncelikle kadınız. Ve kadın olmanın […]

The post Anarşist Kadınlarla Röportaj: “Hayatlarımız Çalınmadan Hayallerimiz Buluşmalı” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Sokakları kara mora boyayan Anarşist Kadınlarla mücadeleleri üzerine bir röportaj gerçekleştirdik.

Saliha Gündüz: Öncelikle merhaba. Anarşist kadınlara aynı gibi görünen farklı iki türlü soracağım, iki türlü de cevabını merak ediyorum. Öncelikle bir kadın olarak neden bir kadın mücadelesi yaratma gereği hissetiniz ve bu mücadeleyi neden anarşist sıfatıyla bezediniz?

Canan: Bizler öncelikle kadınız. Ve kadın olmanın zorluklarını küçük yaşlardan itibaren yaşamaya başladık. Ellerimize verilen oyuncaklarla, okul süreci boyunca, iş hayatında, sokakta her daim susturulmak istenen ve ezilen biz kadınlar olduk. Ve bu sorunları sadece bir iki kadın yaşamıyor, yaşadığımız coğrafyadaki bütün kadınlar sadece kadın olduğu için birçok farklı alanda eziliyorlar. Bizler bunun farkındalığını yaşayan kadınlar olarak bir araya geldik, bizleri baskılayan iktidara ve erkek egemen kültüre karşı bir kadın çalışması örgütledik. Ama sizin de sorduğunuz gibi bu kadın çalışmasını aynı zamanda anarşist sıfatıyla bezedik. Çünkü bizler kadının özgürleşmesinin anarşizm ile mümkün olduğunu düşünüyoruz.

Saliha Gündüz: Bu kısmı biraz daha açar mısın?

Çiğdem: Kadının yaşadığımız toplumda ezilmesi yalnızca erkek ile kadının eşit olmaması sorunuyla alakalı değil, iktidarın varoluşuyla alakalıdır. Her daim iktidarı elinde bulunduran erkek, ne koşulda olursa olsun bunu kadına karşı kullanmıştır. Bu yalnız erkeğin biçimsel iktidarı değildir, erkeğin yaşadığımız toplumdaki ona biçilmiş rollerinin getirisi olarak ortaya çıkar. Kadının ezilmesi toplumsal cinsiyet rollerinin bir görünüşüdür ve iktidar da bu şekilde kendini kadının üstünde gösterir.

Saliha Gündüz: Biçimsel iktidar tam olarak neye denk düşüyor, biraz anlatabilir misiniz?

Canan: Erkeğin iktidarı sadece biyolojik olarak erkek olması ile alakalı değil aslında. Çünkü erkeğin iktidarını yaratan şey, toplumun içerisinde ona biçilen erkeklik algısıyla gelişiyor. İktidarı elinde bulunduran bir kadın olabilir ve bu iktidarı bir başkası üstünde kullanabilir. Bu şekilde kadın erkeğin iktidarını ele geçirerek erkekleşir. Yani diyebilirim ki eğer ortada bir kadın mücadelesi var ise bu iktidara karşı olmalıdır ve yalnızca erkeği değil tüm iktidarı sorgulamalıdır. Biz sadece ataerkiye değil tüm hiyerarşi biçimlerine karşıyız. Emir vermekten haz duyan kadın en az yönetme arzusuyla tutuşan erkek kadar bizim düşmanımızdır. Derdimiz erkek ve kadın eşitlensin, ya da kadın kurtulsun bu ezilmişlikten gibi kısıtlı bir mücadele değil. Biz kurtulmak değil, özgürleşmek istiyoruz. Bunun için de hayatlarımızdaki tüm iktidar biçimlerini yıkmak ve yerine özgür bir yaşamı yaratmak gerektiğini söylüyoruz. Kadın mücadelemizi anarşist sıfatıyla bezememizin en önemli nedeni bu.

Saliha Gündüz: Sorumun ikinci kısmını sorayım. Peki bir anarşist olarak kadın mücadelesi vermeyi niçin gerekli gördünüz?

Çiğdem: Reflekslere kadar inmiş olan ataerkilliğin toplumda dönüşmesi o kadar kolay değil. Bir devrim mücadelesi içerisinde, ataerkilliğin bir anda yok olacağına inanmıyoruz. Çünkü hiçbir iktidar “erkeklik” kadar kılcallaşmış bir şekilde hayatlara böyle kolayca sızmaz. İktidarın tüm bir yaşamı boyunca reflekslere kadar inmiş biçimidir aslında erkeklik. Bu durumu yıldan yıla kanıksayan kadınlar için iktidarsız bir algının yaratılması için kadınların tahakküme karşı duyarlılığını arttırmak gerekir. Bu alanın kadınlar tarafından ayrıca örgütlenmesi yaşamsal bir gerekliliktir bu yüzden. Bizler de buradan yola çıkarak kadın kadına, kadınlardan doğan ve onların aracı olduğu bir dönüşümü yaratma peşine düştük. Bu bizim ihtiyacımız olan şey.

Canan: Biz anarşist kadınlar örgütlenmesini, hareketin başlangıcından itibaren, içinde kadınların hareket ettiği ama sadece kadınlara ilişkin söz söyleyemeyen bir şekilde tanımladık. Toplumsal olan her şeye dair söz söylüyor ve eyliyoruz.

Saliha Gündüz: Anarşist olmanızın ataerkil sorunları cevaplamanızda size ne gibi bir katkısı var?

Canan: Anarşist olmak yalnızca soruların cevabını aramaz, aynı zamanda pratiğini bugünden deneyimlemek için devrimi şimdi şu anda başlatır. Yani esasında düşündüklerimizi eylemeye yönelik enerjimizi anarşizmden alıyoruz. Çünkü ataerkil baskının altında ezilen kadının sorunlarının çözülmesi ancak düşünsel ve fiziksel örgütlenmesinin kadınlar tarafından yapıldığı deneyimlerin çoğaltılmasıyla aşılabilir. Anarşist olmamızın bu deneyime katkısı büyük.

Saliha Gündüz: Yani siz düşünüyor siz eyliyorsunuz. Peki bugüne kadar neler düşlediniz, neler eylediniz?

Çiğdem: Öncelikle örgütlü bir kadın mücadelesi her anlamda bizi güçlü kılıyor. Bu güç paylaşma ve dayanışmanın ve yan yana durabilmenin gücü. Kadına yönelik şiddet, toplumsal şiddet, tecavüz, taciz konularında birçok açıklamamız ve sokak eylemlerimiz oldu. İstanbul’un çeşitli semtlerinde kadınların farkındalığını arttırmak adına çok sayıda bildiri dağıttık. Kamusal alanlarda birçok teatral eylem yaptık. Dilinde şiddet barındıranlara karşı sokağa çıktık, anında sözümüzü söyledik. Ayrıca kadınların toplumsal meseleler üzerindeki farkındalıklarını yaratacak konular hakkında toplantılar düzenledik. Bu toplantıların her birinin sonrasında düşündüklerimizi ve eylediklerimizi dökümanlaştırdık, Fevkelade Tehlikeli Fanzin’i çıkardık. Toplumda şiddetin ve militarizmin insan hayatına doğduğu andan itibaren girdiğini vurgulamak gayretinde olan bizler yıllardır kendi coğrafyamızda sürmekte olan savaşın ve militarizmin karşısında vicdani retçi kadınlar olarak bir araya geldik. Devletin Kürt kadınlarına yönelik sürdürdüğü savaşın sona ermesi noktasında bir adım olarak gördüğümüz vicdani ret mücadelesi ile birlikte arkadaşlarımızla olan dayanışmamızı yükselttik. Diyarbakır’dan İstanbul’a savaş karşıtı yürüyüşlerde bir araya geldik. Biz sokakları mümkün olduğu kadar eylem alanlarına çevirmeyi istedik. “Kadınlar Sokakta” adıyla yürüttüğümüz kampanyanın en temel amacı da bu. Kadınları evlerinden, fabrikalarından çıkartıp, sokaklara çağırmak.

Canan: Kadına yönelik sömürüye karşı direnen kadınlarla dayanışma adına orada olmaya çalıştık hep. Mahkeme saraylarında, fabrika önlerinde, cezaevi kapılarında, mağaza önlerinde, meydanlarda elimizin uzandığı her yerde olmaya çalıştık. Olacağız da.

Saliha Gündüz: Anarşist kadınların birçok farklı kadın sorunsalını gündem ettiğini gördüm. Fakat, gündemleştirdiğiniz bir çok konuda kapitalizm vurgusunun yükseltildiği dikkatimi çekti. Anarşist kadınların kapitalizmle alıp veremediği ne?

Çiğdem: İktidar ve kapitalizm denklemi içerisinde kadın hem ekonomik hem de sosyal olarak sömürülmekte. Bu yüzden bütünlüklü gördüğümüz mücadelemizde bu ikisinin birbirinden ayrılamayacağını düşünüyoruz. Bu sebeple anti kapitalist olmayan bir kadın mücadelesi bireysel farkındalıkların ötesine geçemez, kadınların yaşadığı sorunlara bütünlüklü bir cevap olamaz diyoruz. Kapitalizm bir sömürü sistemidir, bu sömürü sisteminde de en çok ezilen zaten kadınlardır.

Saliha Gündüz: En çok sömürülen kadınlardır derken, ne demek istiyorsunuz?

Çiğdem: Şöyle düşünün, bir erkek de işyerine gidip çalışıyor, patrondan azar işitiyor elbet. Ancak kadın emeğini satarken bedensel olarak sömürülmekle birlikte aynı zamanda psikolojik olarak da sömürülüyor. Daha farklı hakaretlere ve uygulamalara maruz kalıyor. Çalıştığı her yerde birer cinsel obje olarak algılanıyor. Tüm bunların yanında emeği dahi erkeklerinkin den çok daha değersiz. Bazen bu düşük ücret, bazen ise görünmeyen emek olarak çıkıyor karşımıza. İşyerinde erkekle eşit derecede ezilse de eve geldiğinde aynı zamanda ev işi yapmak zorunda kalan kadın, patronundan yediği azarın üstüne bir de eve gelen kocasından evi toplamadığı, kötü yemek yaptığı için azar işitiyor. Aslında bu sarmal kadını çevreleyen bir sarmaşık gibi.

Saliha Gündüz: Bugünlerde hükümet ve muhalefet tarafından bir kadın politikası yükseltiliyor. Siz kadına yönelik yapılan bu çalışmaları nasıl buluyorsunuz?

Canan: Devlet zaten şiddetin kendisidir, bunu birçok farklı mecrada afişe ettik. Hükümet ve muhalefet ise birbirleriyle danışıklı dövüş içerisine girmekteler. Kadını sadece bir oy potansiyeli olarak görmekte ve buna uygun çalışmalar yapmaktalar. Toplumdaki kadın muhalefeti ise kadın meselesini çoğu zaman taciz ve tecavüz vakaları üzerinden belirginleştirip, şiddeti sadece burada konumlandırıyor. Aslına bakarsan bu da hastalıklı bir yaklaşım. Halbuki şiddet yalnızca maddi değil, manevi olarak da yaşanıyor.

Çiğdem: Suçluyu devlet olarak gösterseler dahi bu sorunun çözüm yolunu devletin adalet saraylarında arayarak kısır bir döngünün içerisinde sıkışan bir kadın muhalefeti var. Mücadele sadece talepkar bir alana çekilmek isteniyor. 40 yıl ceza almış adam, çıkayım yine öldüreceğim o kadını diyor. Mahkeme saraylarında kadınlara yalnız olmadıklarını söylemek önemli. Ama “ağır cezalar” gibi talepleri dillendirerek bu talepler üzerinden kadın mücadelesini şekillendirmek oldukça sıkıntılı. Bu talepler asıl sorunu ve çözümü örtükleştiren bir anlayışı temsil ediyor.

Canan: Ayrıca hükümetin uygulamakta olduğu kadın sorunuyla mücadeleyi yükseltme manevrası da devletler arasında ki toplantılarda alınan bir karar. Mesela yakın zamanda yapılan Rio +20 zirvesi bu noktada hükümet için önemli bir dönüm noktası olmuştur. Burada alınan kararlar içerisinde kadın mücadelesinin içerisindeki STK’ların yükseltilmesi argümanı da çok dikkat çekici. Mesele sadece AKP hükümetinin uygulamaları değil, küresel manada ortaya çıkan bir algının ürünü birçok gelişme. Buradan da anlıyoruz ki kapitalizm kadını fazlasıyla “önemsiyor”.

Saliha Gündüz: Yaklaşık 5 yıllık bir mücadelenizin olduğundan bahsettiniz. Birçok farklı süreç örgütlemişsiniz. Peki anarşist kadınlar nasıl işliyor?

Çiğdem: Bizler anarşist kadınlar olarak kurduğumuz ilişkilerde iktidarı, mülkiyeti, hiyerarşiyi ilk önce tanımaya çalışarak ardından yok etmek ve yeni bir yaşamı örgütlemek amacıyla yol alıyoruz. Paylaşma ve dayanışmayı önemsiyor ve bunu tüm ilişki ağlarımız içerisinde gerçekleştiriyoruz. Kolektif bir birliktelik yaratmak amacıyla gönüllü olarak bulunduğumuz, aynı zamanda da kolektif olarak kuruculuğunu yaptığımız 26A Sahaf’ta bunları pratiklediğimiz alanlardan biridir. Bizler kolektif birlikteliğimizi içerisinde her kadının bütün kararların ve işleyişin bir parçası olduğu ikna süreciyle işletiyoruz. Gönüllük temelinde zeminler yaratıyoruz. Gönüllüğün getirdiği yaratıcı ve yapıcı sorumluluk anlayışıyla bir aradayız.

Canan: Sözcükler bazen yaşananları anlatmada yetersizleşebiliyor. Gelip, görmek belki de içinde olmak gerekir. Deneyimlerimiz bizlere çok şey öğretti. Özellikle de kadın kadına bir şeyleri deneyimlemek kendimizi yeniden keşfetmemize olanak sağladı. Gördük ki kadınlar iktidarsız alanları yaratmada pek de bir zorluk çekmiyor, işler daha kolay yürüyor.

Saliha Gündüz: Son olarak eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Canan: Teşekkür ediyoruz. Ve kadınları mücadele etmeye ve örgütlenmeye çağırıyoruz.

Çiğdem: Aynı şekilde düşünmekle birlikte ben de çoğu kez pankartlarımızda kullandığımız bir sloganla bitireyim o zaman, “ Hayatlarımız çalınmadan, hayallerimiz buluşmalı”.

Saliha Gündüz: Meydan gazetesi olarak ben de çalışmalarınızda başarılar diliyorum ve yaşasın kadın dayanışması diyerek sizleri dayanışmayla selamlıyorum.

The post Anarşist Kadınlarla Röportaj: “Hayatlarımız Çalınmadan Hayallerimiz Buluşmalı” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/01/02/anarsist-kadinlarla-roportaj-hayatlarimiz-calinmadan-hayallerimiz-bulusmali-2/feed/ 0
Üç “Deli” Kadın https://meydan1.org/2013/01/02/uc-deli-kadin/ https://meydan1.org/2013/01/02/uc-deli-kadin/#respond Wed, 02 Jan 2013 19:23:03 +0000 https://test.meydan.org/2013/01/02/uc-deli-kadin/ İktidar psikolojiyi bir silah gibi kullanarak kimin akıllı, kimin deli olduğunu söyler. Sigmund Freud Sürekli öksürük ve sık baş ağrısı nedeniyle terapiste giden genç bir kadın, babasına arkadaş ziyaretlerinde eşlik ettiği sırada babasının arkadaşlarından birinin ona cinsel tacizde bulunduğunu söyler. Bu söylediklerine kimse inanmaz. Babası onu terapiste götürür ve ona Dora’yı kendine getirmesini söyler. Terapist, […]

The post Üç “Deli” Kadın appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

İktidar psikolojiyi bir silah gibi kullanarak kimin akıllı, kimin deli olduğunu söyler.

Sigmund Freud

Sürekli öksürük ve sık baş ağrısı nedeniyle terapiste giden genç bir kadın, babasına arkadaş ziyaretlerinde eşlik ettiği sırada babasının arkadaşlarından birinin ona cinsel tacizde bulunduğunu söyler. Bu söylediklerine kimse inanmaz. Babası onu terapiste götürür ve ona Dora’yı kendine getirmesini söyler. Terapist, psikanalizin kurucusu olan Freud; vaka ise, Dora’dır. Bu vaka psikanaliz literatüründe en sık atıfta bulunulan vakalardan biridir.

Babası sık sık Dora’yı K.’nin evine götürür, orada Bayan K. ile gizli bir ilişki yaşamaktadır. Bayan K.’nin eşi olan Bay K., anlaşıldığı kadarıyla Dora’nın babasından cesaret olarak Dora’ya 14 yaşından beri cinsel tacizde bulunmaktadır. Dora’nın annesi ise, o zaman Viyanalı ev kadınlarından beklenen görevleri yerine getirmektedir.

Freud, Dora’nın annesiyle hiç tanışmamış olmasına rağmen ona “ev hanımı psikozu” gibi standart kategorilere dahil olmayan bir tanıyı koymaktan geri durmamıştır. Ataerkil bakış açısıyla Freud, her genç kadının Bay K. gibi bir adamın ilgisinden hoşlanacağını ve bunu kabul edeceğini varsayar. Bu sebeple Freud, Dora’nın sorununu, onun uyarılmış ve gizlediği cinsel arzusundan kaynaklanan histeri semptomları olarak yorumlar. Dora’ya bu düşüncelerini ısrarla kabul ettirmeye çalışınca Dora’yı yalnızca ‘rahatsız’ değil, aynı zaman ‘aksi’, ‘sahtekar’ ve ‘kindar’ olmakla da suçlamasına sebep olur. Olayın içindeki yetişkinler, bir süre sonra Dora’nın Bay K. hakkındaki iddialarının gerçek olduğunu kabul ederler.

Charles Dickens

Bundan yaklaşık yüz yıl önce, ünlü ve yaşça büyük bir adam, genç bir kadın oyuncuya aşık olmuştu; ancak adam evliydi ve on çocuğu vardı. Adamın bu genç kadınla birlikte olabilmek için bulduğu çözüm, insanlara eşinin deli olduğuna inandırarak çocuklarını almak ve kadını akıl hastanesine kapattırmaktı. Yaşadığı dönemde, neredeyse her evin ve kalbin şampiyonu olan bu adam Charles Dickens’tı. Aynı dönemde pek çok kadın, ki bu gruba bazı sosyal reformistler ve yazarlar da dahildir, nevrasteni denilen ve günümüzde kronik yorgunluk sendromu, premenstürel sendrom(PMS), ve depresyon gibi bozuklukların bazı semptomlarıyla örtüşen bir akıl hastalığına sahip olmakla itham edilmişti. Charles Perkins Gilman (1899/1973) Sarı Duvarkağıdı adlı otobiyografik kısa romanında, o dönemde kadın nevrastenisinde kullanılan favori bir tedavi yönteminden bahseder. Bu tedavi, zorunlu yatak istiharatini, bu istiharat süresince ziyaretçi kabul etmemeyi ve 22 kilo ya da daha fazlasının alınmasına yol açan ağır bir diyet uygulamayı içerir. Gillman’ın kadın kahramanı iyileşmek yerine deliliğe sürüklenir.

Auguste Rodin

1864’te bir ailenin ikinci çocuğu olarak Fransa’nın küçük bir köyünde doğan Camille Claudel, çocukluğunda taş ve çamur gibi malzemelerin içinde büyümüş ve ilk heykel sergisini 1903 yılında açmıştı. 19. yüzyıl Fransa’sında, bir erkek mesleği olan heykeltıraşlığı seçerek kadınların neredeyse ‘yok’ sayıldığı bir dönemde heykeltraşlığa soyunan Claudel, yaratıcılığı ile herkesi büyülemişti. Yaşamının en verimli dönemlerinden birinde, 17 yaşında, 41 yaşındaki bir başka heykeltraşla tanıştıktan sonra ona delicesine aşık olmuş ve kendi yaratıcılığı ile bu adama ilham kaynağı olmuştu. Ancak Claudel’in bu adam tarafından uğradığı şiddet ve hakaret yıllar yılı Claudel’i ‘deli etmeye’ etmeye başlamıştı. Bir gün geçirdiği cinnet sonrasında bütün heykellerini parçalayan Claudel, bu olayın ardından abisinin de onayıyla akıl hastanesine kapatılmıştı. Kendisine konulan şizofreni tanısının en büyük destekçilerinden birisi de bir zamanlar delicesine aşık olduğu o adamdır. Bu adam, yıllar sonra Claudel’in tekniğini çalarak yaratıcılığı ile dünyaya nam salacak olan, ünlü ‘düşünen adam’ heykelinin sahibi Rodin idi.

Akıl hastanesinde yıllarca heykel bile yapılmasına izin verilmeden yaşayan Claudel, ölmeden önce kardeşine şöyle bir mektup yazar: “Akıl hastanesi! Evim diyebileceğim bir yere sahip olma hakkım bile yok! Onların keyfine kalmış işim! Bu, kadının sömürülmesi, sanatçının ölesiye ezilmesi… Bilmiyorum, kaç yıl oldu buraya kapatılalı, ama tüm hayatım boyunca ürettiğim eserlere sahip çıktıktan sonra şimdi de kendilerinin hak ettikleri hapishane hayatını bana yaşatıyorlar… Bütün bunlar Rodin şeytanının başının altından çıkıyor… Yaşarken olduğu gibi ölümünden sonra da ben hep mutsuz kalmalıydım… Her bakımdan başarıya ulaştı işte! Bu esaretten çok sıkılıyorum… Eve hiç dönemeyecek miyim?” Bu son mektubunun ardından 19 Ekim 1943’te akıl hastanesinde hayatını kaybeden Camille’in feryadı hiçbir zaman akıllardan silinmeyecektir: “Rodin! Kapitalist!”

The post Üç “Deli” Kadın appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/01/02/uc-deli-kadin/feed/ 0