sayı53 – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Mon, 18 May 2020 18:43:49 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Savaşın Kozu Salgında Unutuldu: Göçmenler https://meydan1.org/2020/05/03/savasin-kozu-salginda-unutuldugocmenler/ https://meydan1.org/2020/05/03/savasin-kozu-salginda-unutuldugocmenler/#respond Sun, 03 May 2020 14:42:08 +0000 https://meydan.org/?p=57867 Mart ayı başında TC’nin İdlip savaşı konusunda AB ile yaptığı pazarlıklarda elindeki kozu arttırmak için araçsallaştırdığı göçmenler, sadece yaşadığımız coğrafyanın değil dünyanın da gündemi haline gelmişti. Bahsi geçen pazarlık çerçevesinde göçmenlerin Yunanistan sınırına, yani AB sınırına yığılması devletin “Avrupa sınırını açtık, geçişi engellemeyeceğiz.” açıklamasıyla başlamıştı. TC gerçekten de Pazarkule Sınır Kapısı’ndaki dikenli tellerini dahi kaldırmıştı kaldırmasına ama […]

The post Savaşın Kozu Salgında Unutuldu: Göçmenler appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Mart ayı başında TC’nin İdlip savaşı konusunda AB ile yaptığı pazarlıklarda elindeki kozu arttırmak için araçsallaştırdığı göçmenler, sadece yaşadığımız coğrafyanın değil dünyanın da gündemi haline gelmişti.

Bahsi geçen pazarlık çerçevesinde göçmenlerin Yunanistan sınırına, yani AB sınırına yığılması devletin “Avrupa sınırını açtık, geçişi engellemeyeceğiz.” açıklamasıyla başlamıştı. TC gerçekten de Pazarkule Sınır Kapısı’ndaki dikenli tellerini dahi kaldırmıştı kaldırmasına ama yine de bu bir aldatmacaydı: Yunanistan’ın sınır kapısı kapalıydı. Avrupa’ya geçmek için türlü güçlüklerle Pazarkule’ye varabilen göçmenler, iki kapı arasındaki tampon bölgede haftalarca açlık, hastalık ve barınaksızlığa rağmen kapının Yunanistan tarafından da açılması umuduyla bekledi.

Korona Krizi ve Bir, İki, Üç, Tıp!

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın ilk korona virüs vakasını açıklamasının ardından Pazarkule Sınır Kapısı’ndaki göçmenlerin esamesi okunmaz oldu. Her gün İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun sınırı geçtiğini iddia ettiği göçmenlerin sayısını açıkladığı gün sonu raporlarının yerini Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın korona virüs sebebiyle hastalanan ve yaşamını yitirenlerin sayısını açıkladığı Z raporları aldı.

Göçmenler artık iktidarın politikaları için verimli bir gündem olmaktan çıkmıştı. Sınırı geçmeye çalışan göçmenlerle dolu olan Pazarkule’deki tampon bölge çok kısa bir sürede boşaltıldı. Büyük basın kuruluşları kısa ama misafirperverlik, hoşgörü, duyarlılık gibi süslerle bezeli haberlerle “göçmenlerin misafirhanelere naklinin gerçekleştiğini” duyurdu ve bir, iki, üç, tıp!

Hani sınır geçilecek diye toplamıştınız o kalabalığı tampon bölgeye? Hani biraz daha yüklenilse yıkılırdı Yunanistan’ın kapısı? Hıncahınç dolu tampon bölge hemencecik nasıl boşaltıldı? Ve nereye, göçmenler nereye götürüldü? Cevabı açıklanmadı bu soruların, çünkü “tıp” denilmişken konuşulmazdı. Ama konuşmak gerek.

O sınır zaten bu şekilde geçilemeyecekmiş. Yaşamları hiçe sayılarak toplatılmış göçmenler sınıra, yüklenilse de yıkılmayacakmış kapı. Hıncahınç dolu tampon bölge ise asker ve polis zoruyla boşaltılmış hemencecik.

Birleşmiş Milletler, TC, hatta göçmenlerin dayanışma örgütlenmelerinin ayrı ayrı açıkladığı verilere göre Türkiye’de farklı hukuki statülerde en az 5,5 milyon göçmen bulunduğu halde bir anda yeniden görünmez ilan edildi göçmenler. Ama görüyoruz.

İçişleri Bakanlığı’nın açıkladığı verilere göre 6000’den fazla göçmen 9 kentteki kamplara ve geri gönderme merkezlerine kapatılarak karantinaya alındı. Açıklanmayan gerçekliklere göreyse en az 3 hafta süren karantina sonrasında göçmenlerin çoğu yaşamadıkları, yolunu izini bilmedikleri kentlerde -barınma, hijyen ve hatta beslenme olanaklarından yoksun bir şekilde- sokağa bırakıldı. Hem yoksulluk hem de kentler arası ulaşımın kısıtlı olması sebebiyle kayıtlı oldukları ya da kayıtsız yaşadıkları kentlere dönemediler. Sokağa çıkma yasakları ilan edilmişken kimileri günlerini gecelerini otogarlarda, parklarda geçirdi; kimileriyse tanıdıklarının olduğu ya da daha önce yaşadıkları ama yüzlerce kilometre uzakta bulunan kentlere yürümeye çalıştı.

Sonunda göçmenlerin ve göçmenlerle dayanışma oluşumlarının çabaları sonucu birçokları gitmek istedikleri kentlere ulaşabilse de korona kriziyle beraber yaşadıkları sorunlar gittikçe artıyor. Ancak devlet de büyük basın kuruluşları da bu sorunları görmezden gelmeyi sürdürüyor. “Tıp”!

“Tıp” Demişken… Salgın Sürecinde Göçmen Sağlığı

Korona virüsünden korunmak deyince ilk akla gelen şey olan maskelerden, en basitinden başlayalım. Başta kayıtsızlar olmak üzere neredeyse tüm göçmenlerin korona virüsünden korunmak için -artık satışı da yasaklanan, sadece kişiye özel dağıtılan- maskelere nasıl ulaşabileceğine dair bile herhangi bir açıklama yok. Ki maskelerin parayla temini hala mümkün olsaydı dahi satın almaları mümkün olmayabilirdi, ekonomi onlar için çoğu zaman büyük bir problem. Yüzyıllardır olduğu gibi bu salgın sürecinde de göçmenlerin “hastalık bulaştırıcıları” olduğuna dair safsata, bugün hala çalışan göçmenlerin de çoğunun işlerinden atılmasına (hatta evlerinden atılmalarına) sebep olarak bu problemi derinleştiriyor.

Hastanelerden söz edecek olursak, özellikle kayıtsız göçmenlerin sağlık problemi yaşadıklarında hastaneye gitmekten çekindikleri bilinen bir gerçeklik. Salgın sürecinde yükselen bu kaygının en büyük sebebi hastanede gözaltına alınarak geri gönderme merkezlerine kapatılma, oradan da sınır dışı edilme ihtimalleri ve bu ihtimal pek düşük sayılmaz.

Otel gibi konforlu diye övülen geri gönderme merkezlerinde, hele de böylesi bir salgın döneminde- vicdanı geçelim aklın bile almayacağı koşullar dayatıyor göçmenlere. İzmir Harmandalı Geri Gönderme Merkezi’nde mesela, 30 göçmenin korona virüs testi geçen hafta pozitif çıktı. Bu merkezde odalarda ortalama 12 ve katlarda ortalama 200 göçmenin kaldığı; odalar arası, katlar arası ve içeri dışarı arası insan sirkülasyonunun oldukça yoğun olduğu göz önünde bulundurulduğunda sonucu pozitif çıkan test sayısının 30’la sınırlı kalmayacağı aşikar. Ki bahsi geçen merkezin değil dezenfeksiyonu, düzenli temizliği bile yapılmıyorken; çöpler toplanmıyor ve katlar havalandırılmıyorken; ateşi çıkan göçmenlere ateş düşürücü verilerek bekleniyor ve yeni gelen göçmenler ayrı bir odada tutulmadan doğrudan kalabalık odalara alınıyorken; yani hijyenik bir mekanda fiziksel mesafelenme teknik olarak mümkün değilken bu sayının katlanarak artacağı öngörülebiliyor. Başka kentlerdeki başka merkezlerden de benzer haberler geliyor, bazılarındansa haber bile gelemiyor.

İzmir Barosu Göç ve İltica Komisyonu’nun hazırladığı İzmir Harmandalı Geri Gönderme Merkezi Korona Pandemisi Raporu’nda, küresel bir salgın döneminde göçmenlerin hiçbir koşulda sınırdışı edilemeyeceği, bunun Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 4. maddesinde düzenlenen Geri Göndermeme ve uluslararası hukuktaki non-refoulement ilkeleri kapsamında yasak olduğu vurgulanıyor. Bu süreçte geri gönderilemeyecek göçmenlerin geri gönderme merkezlerine kapatılması başlı başına büyük bir sorun ancak il göç idarelerinden ya da devletin herhangi başka bir kurumundan bu konuda herhangi bir açıklama yapılmıyor. İktidarın farklı politikalar uğruna kendi yasağını dahi kılıfına uygun biçimde delebileceği bilindiğinden, bu merkezlere kapatılma ihtimali göçmenlerde elbette büyük bir kaygıya sebep oluyor.

Hal böyleyken göçmenlerin ya sağlık hizmeti vermek için gerekli hijyene ya da donanıma sahip olmayan merdiven altı mekanlarda tedavi olmaya çalıştıklarını duyuyoruz ya da risk alarak hastanelere gittiklerini görüyoruz.

Genel Sağlık Sigortası’ndan yararlanamayan kayıtsız göçmenlerin acil durumlarda hastaneye kayıtlarının nasıl yapılacağına dair standart bir düzenleme olmadığı için pek çok sorun yaşanıyor. HSYS’ye “vatansız” girişi uygulaması başlatılmış olsa da bu konuda her hastane bilgi sahibi değil, uygulamada farklılıklar açığa çıkabiliyor. Acil durumlar dışında kayıtsa bazen mümkün olmayabiliyor ve bazı hastaneler kayıtsız göçmenleri doğrudan polise teslim edebiliyor.

Korona krizinde çoğu hastane “pandemi hastanesi”ne dönüştürülmüşken kronik hastalığı olan, gebe olan ya da aşı olması gereken çocuk göçmenlerin sağlık hizmetinden nasıl yararlanabileceğine dair net bir bilgi de yok.

Türk Tabipleri Birliği verilerine göre şu anda yaşadığımız coğrafyada 4000’den fazla göçmen hastanelerde doktorluk yapıyor. Yani göçmenler hasta “vatandaş”ları tedavi edebiliyor. Ancak hastalandıklarında tedavi edilip edilmeyeceklerinin kesinliği yok.

Aşmaya çalıştıkları sınırların güvenliklerini türlü zorlukla atlatmış, geri gönderilmekten bugüne dek kurtulmuş, hayatta kalmış ve yaşadığımız topraklara ulaşmışların; birlikte yaşadığımız göçmenlerin böyle bir salgın sürecinde tedavi edilmemesine “devletin ihmalkarlığı” demek apaçık safdillik olacaktır. Bu durum, göçmen sorununda sorunu göçmenler olarak gören devletin açıktan yapamadığı katliamlarını örtük biçimde gerçekleştirme çabasıdır.

Göçmenler “Hastalık Bulaştırıcıları” Değildir!

Ortaçağ’daki veba salgınlarında başta Fransa, ardından da tüm Avrupa’da kilise salgının göçmen yahudilerden kaynaklandığı söyleniyordu. Dönemin yahudi nüfusunun bir kısmı yakılarak, kuyulara atılarak katledildi. Veba yayılmayı sürdürdü.

18. yüzyılın başında pek çok coğrafyayı etkileyen sarı humma salgınlarının göçmenlerden kaynaklandığı söylenmiş, göçmenler karantinada tutulmuş ve kötü muameleye maruz kalmıştı. Elbette yıllar sonra hastalığı yayanın göçmenler değil sivrisinekler olduğu kabul edildi.

19. yüzyılın sonunda ABD’deki veba salgını sırasında pek çok şehirdeki göçmen mahalleleri sağlıksız ve kalabalık olduğu için salgının merkezi olarak görülüp karantinaya alınmış, bu mahallelerde yaşayan göçmenler açık banyolarda zorla yıkanmış, daha sonraysa şehri hastalıktan temizlemek uğruna bu mahalleler yakılmıştı. Ancak veba şehirleri kasıp kavurmayı sürdürdü.

Fransa’da Paris çevresinde göçmenlerin yaşadığı mahallede polis ve göçmenler arasında çatışma çıktı. Devriye gezen polislerin motorsiklet kullanan bir gence çarpması sonucu başlayan eylemler Gennevilliers, Clamart, Champigny-sur-Marne mahallelerinde başladı. Korona virüs önlemleriyle beraber şehirde göçmen şiddetini arttıran polis özellikle siyah ve Ortadoğulu göçmenlerin yaşadığı mahallelere saldırılarını arttırarak devam ediyor.

Mercan Doğan

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 53.sayısında yayınlanmıştır.

The post Savaşın Kozu Salgında Unutuldu: Göçmenler appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/05/03/savasin-kozu-salginda-unutuldugocmenler/feed/ 0
İşçiler İçin Korona Yalanları https://meydan1.org/2020/05/03/isciler-icin-korona-yalanlari/ https://meydan1.org/2020/05/03/isciler-icin-korona-yalanlari/#respond Sun, 03 May 2020 06:53:36 +0000 https://meydan.org/?p=57819 17.04.2020 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 7244 sayılı Kanun ile patronlar işçiyi işçinin herhangi bir rızasını aramadan isterse -3 ayı geçmemek üzere- ücretsiz izne çıkartabilecek. Patronun 3 ay sonra işçiyi işten çıkarmasının önündeyse yasal hiçbir engel yok. Ayrıca devletin patronları kurtarmaya yönelik bu hamlesinde patronun ücret ödeme yükümlülüğü de bulunmuyor. İşçiye -kendisinden işsizlik sigortası adı altında […]

The post İşçiler İçin Korona Yalanları appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

17.04.2020 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 7244 sayılı Kanun ile patronlar işçiyi işçinin herhangi bir rızasını aramadan isterse -3 ayı geçmemek üzere- ücretsiz izne çıkartabilecek. Patronun 3 ay sonra işçiyi işten çıkarmasının önündeyse yasal hiçbir engel yok. Ayrıca devletin patronları kurtarmaya yönelik bu hamlesinde patronun ücret ödeme yükümlülüğü de bulunmuyor. İşçiye -kendisinden işsizlik sigortası adı altında yıldan yıla kesilen paralardan alınarak oluşturulan- işsizlik sigortasından verilecek ücret ise günlük 39,24 liradan aylık 1.177 lira!

Patronun, işçiyi istediği zaman ücretsiz izne çıkarabilmesi için ilk etapta 17.07.2020 tarihine kadar vakti var. Ancak süre, bu kadarla sınırlı değil. Devlet başkanı istediği takdirde bu süreyi 3 ay daha uzatabilecek. Son kanun değişikliklerinde patronun, işçiyi ücretsiz izne çıkarmasında herhangi bir kısıtlamaya gidilmedi. Patronlar, “ihtiyaçları doğrultusunda” istediği sayıda ve istediği özellikteki işçiyi ücretsiz izne çıkarabilir.

Kanun çıkana kadar işçinin korona krizi nedeniyle oluşacak durumda haklı nedene dayanarak işten ayrılma hakkı vardı, işçinin bu yola gittiğinde de kıdem tazminatını almasının önünde herhangi bir engel bulunmuyordu. Ancak son değişiklikle patronun işçiyi istediği zaman ücretsiz izne ayırması durumunda, işçinin haklı nedene dayanarak sözleşmeyi fesih hakkı elinden alınmış durumda. Bu düzenlemeyle birlikte işçinin, işten ayrılarak kıdem tazminatı almasının önüne geçilmiş oluyor. İşçi bu durumda ayrıca işsizlik ödeneğine de başvuramayacak.

Son kanun değişikliklerinin en çok gündem olan maddelerinden biri de işten çıkarmalara ilişkin. Buna göre her türlü iş sözleşmesi, 17.04.2020 tarihinden itibaren üç ay süreyle sona erdirilemeyecek; sona erdiren patronlara aylık brüt asgari ücret tutarında idari para cezası kesilecek. Ancak bunun istinasıysa “ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzeri sebepler.” Yani uygulamada sıklıkla gördüğümüz üzere patronlar yalan yanlış bahanelerle işçiyi ahlak ve iyi niyet kurallarına uymadıkları gerekçesiyle herhangi bir tazminat ödemeden işten çıkarmaya devam edebilecek. Karşılarına arabuluculuklar, dertlerini anlatamayacakları avukatlar ve mahkeme kapıları çıkarılan işçilerse alacaklarını hukuk yoluyla -eğer ortada şirket kaldıysa- iyimser bir tahminle 2-3 yıla ancak alabilecek.

Ahlak ve iyi niyet kuralları bahanesine uymak istemeyen patronlar da 3 bin lira civarı bir para vererek işçileri işten çıkarabilecek. Yani işçiyi işten çıkarmak yasak değil. Bugün değilse yarın, bu bahaneyle olmazsa şu bahaneyle, en olmadı parasını vererek işçiler işten çıkartılmaya devam edilecek. Gerekli koşulları sağlama şansına sahip işçiler işsizlik ödeneğine başvurabilecek. Ücretsiz izne ayrılan işçilerse başvursa bile asgari ücretin yarısına dahi ulaşamayan bir miktarla yani açlıkla karşı karşıya kalacak. O da hijyenik olmayan ortamlarda çalıştırılırken eğer Covid-19 kapıp öldürülmediyse.

“Hepimiz aynı gemideyiz, biz bize yeteriz” denilerek sürdürülen propaganda çalışmalarında devletin, geçmediğimiz köprüler bahanesiyle elini cebimize atarak ödediği miktarların yanından geçmeyen komik rakamlar dönüp duruyor ekranlarda. Bu kampanyaya destek verdiklerini söyleyerek reklamlarını yapan ve iktidara yakın kalarak pastadan pay kapmaya çalışan patronlar, arka kapıdan da işçileri kovmaya devam ediyor. İşçiyi işten çıkarmak yasak değil, sadece geçici bir süreliğine yasakmış gibi davranılacak!

Gökhan Soysal

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 53.sayısında yayınlanmıştır

The post İşçiler İçin Korona Yalanları appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/05/03/isciler-icin-korona-yalanlari/feed/ 0
Napoli’deki Kolera Salgınında Malatesta ve Anarşistler https://meydan1.org/2020/05/02/napolideki-kolera-salgininda-malatesta-ve-anarsistler/ https://meydan1.org/2020/05/02/napolideki-kolera-salgininda-malatesta-ve-anarsistler/#respond Sat, 02 May 2020 12:18:00 +0000 https://meydan.org/?p=57765 “Halk artık yiyecek bir şey bulamadığında zenginleri yiyecek.” – La Révolte 1884 yılında Napoli, tüm Avrupa’da görülen, yüzyılın en etkili salgınıyla karşı karşıyaydı. Avrupa’nın tüm büyükşehirlerinde görülen kolera salgını Napoli’de bu büyükşehirlerin tamamından daha büyük bir etki yaratacak, sonrasında şehrin mimarisini yeniden yapılandırmaya girişip labirentleri yıkarak büyük bulvarlarda kesişen caddelere sahip yeni merkezi bulvarlar yapacak […]

The post Napoli’deki Kolera Salgınında Malatesta ve Anarşistler appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

“Halk artık yiyecek bir şey bulamadığında zenginleri yiyecek.”
– La Révolte

1884 yılında Napoli, tüm Avrupa’da görülen, yüzyılın en etkili salgınıyla karşı karşıyaydı. Avrupa’nın tüm büyükşehirlerinde görülen kolera salgını Napoli’de bu büyükşehirlerin tamamından daha büyük bir etki yaratacak, sonrasında şehrin mimarisini yeniden yapılandırmaya girişip labirentleri yıkarak büyük bulvarlarda kesişen caddelere sahip yeni merkezi bulvarlar yapacak kadar kalıcı etkiler bırakacaktı. Yaklaşık 2 milyon nüfusu bulunan Paris’te 1884 yılı boyunca kolera salgını kaynaklı yaşamını yitirenlerin sayısı 986 iken ortalama 550 bin nüfuslu Napoli’de kolera 14 bin kişiyi etkilemiş, 7 bin kişi salgın nedeniyle yaşamını yitirmişti. (1)

Henüz 14 yaşındayken İtalya Kralı’na bölgesel bir adaletsizlikle ilgili olarak yazdığı şikayet mektubu nedeniyle hapis cezası ile tanışan Errico Malatesta, yaşamı boyunca defalarca tutuklandı veya İtalya dışına çıkmak zorunda kaldı. Tıp öğrencisiyken bir eyleme katıldığı için okuldan atılmıştı. 1884 yılına gelindiğinde, “La Questione Sociale”de yazılan yazılar gerekçe gösterilerek hakkında 3 yıl hapis cezası verilmişti. Cezanın temyiz duruşması 14 Kasım’da görülecek ve Malatesta bu süre boyunca tutuksuz yargılanacaktı. Hapis cezasının kesinleşeceği tahmin edildiği için İtalya’dan ayrılmayı planlayan Malatesta, aynı dosyadan ceza alan yoldaşlarıyla birlikte karantina altında olan Napoli’ye gitmeyi tercih etti. Kolera salgınına yakalanan hastaların tedavi edilebilmesi ve karantina altına alınmış bir şehirde yaşayan ezilenlerle dayanışma göstermek için Napoli’ye giden anarşistler, salgın bittikten sonra “Kolera salgınının nedenleri içerisinde sefillik var, sefil yaşamlar salgının yayılmasını hızlandırdı, bu bir adalet sorunudur.” diyerek şehirden ayrılacaklardı.

Napoli’de devlet kolera salgınına büyük bir baskıyla karşılık verdi; sıkıyönetim altına alınan şehre giriş çıkışlar yasaklandı, sokağa çıkma yasağı uygulandı. Devrimcilerin yaklaşımı ise bambaşka oldu. Errico Malatesta, Galileo Palla, Fransesco Pezzi, Luisa Minguzzi, Fransesco Nata, Cesare Agostinelli, Antonio Valdre, Rocco Lombardo ve Massimiliano Boschi Napoli’deki ezilenlerle dayanışmak için şehre gelen anarşistlerden bazılarıydı. Hızlıca gönüllü grupları oluşturdular. Napoli’ye gelir gelmez uzun yıllardır burada yaşayan anarşist Florentine Lombard ile bir araya geldiler. Lombard aynı zamanda bir hemşireydi, salgın boyunca yürütülen dayanışma faaliyetlerini örgütleyenlerin arasında önemli bir rolü vardı. Kolera, yasaklı Napoli sokaklarında ezilenlerle dayanışmaya koşan devrimciler için de ölümcüldü. Bu süreçte anarşist gazete Proximus Tuns’tan Antonio Valdre, Rocco Lombardo ve Massimiliano Boschi koleraya yakalanarak yaşamını yitirenler arasındaydı. (2)

1884 yılında Fransızca yayınlanmakta olan anarşist gazete La Révolte, Napoli’de yaşananları şöyle aktarıyor:

“Kolera İtalya’da etkisini gösterdiğinde haliyle proleter ailelerden çok fazla kurban vardı çünkü onlar hijyen lüksüne para ayırabilecek durumda değillerdi. Hijyen de diğer bütün ayrıcalıklar gibi sadece burjuvaziye aitti. Halk artık yiyecek bir şey bulamadığında zenginleri yiyecek.” (3)

La Révolte Napoli’de dayanışma için bulunan yoldaşlardan da haber veriyordu:

“Napoli’deki kolera salgını bildiğiniz gibi işçiler arasında büyük bir sıkıntıya yol açtı. Bu süreçte hastaları iyileştirmek üzere Napoli’ye giden yoldaşlarımız döndüklerinde koleranın gerçek sebebini anlatan bir manifestoyu -sefalet ve bunun tek çözümü olan toplumsal devrimin vurgulanacağı- yayınlayacaklar. Bugünlerde gazeteler, doğal olarak dindar gazeteler ‘insanların rahatça ölmesine izin vermeyen acımasız anarşistlerin’ üzerine polis kalabalıklarını göndermeye çalışmadan edemiyor. Ama bunlar bizi durduramayacak.

Anarşistler hasta insanları iyileştirmek pahasına yaşamlarını yitirdiler. Lombardo, Boschi ve diğer yerlerdeki yoldaşlar da ölenler arasındaydı. 2 Kasım tarihinde kaybettiğimiz yoldaşlarımız için bir anma töreni örgütledik. Devlet bu anmayı engellemeye çalıştı fakat biz pes etmedik.” (4)

Errico Malatesta, Napoli’de bulunduğu süre boyunca bir hasta grubunun sorumluluğunu üstlenmişti. Bu hasta grubu, en yüksek iyileşme oranının yakalandığı gruplardan biri olacaktı. Tüm gönüllülerin devlet tarafından ödüllendirildiği Napoli’de, Malatesta ve -bir çoğu çoktan İtalya’dan ayrılmış- yoldaşlarının payına düşen ödül, karantinadan önce verilen hapis cezasının temyiz duruşmasına gitmedikleri gerekçesiyle çıkarılan yakalama kararı olmuştu.

Malatesta da hakkında yakalama kararı çıkmasından sonra Floransa’ya geçti. Floransa’da yoldaşlarıyla kaldığı bina polis tarafından kuşatıldı. Hızlıca bir kaçış planı hazırlandı. Bir dikiş makinası kutusunun içerisine saklanarak yoldaşları tarafından binanın önünde bekleyen yük arabasına taşınacaktı. Bu sırada kapıda bekleyen polislerden biri, Malatesta’nın içinde olduğu kutunun yük arabasına taşınmasına yardım edecek, Malatesta aynı gece Buenos Aires’e doğru yola çıkacaktı. (5)

Yaşamının büyük bölümünü ezilenlerin özgürlük mücadelesi pahasına hapiste ve sürgünde geçiren Malatesta, doğrudan ezilenlerin yaşamlarını tehdit eden bir salgın söz konusu olduğunda, yoldaşlarıyla birlikte kuşkusuz dayanışmaya koştu. Devletin saldırıları, kolerayla boğuşan ezilenlerle dayanışmasına da özgürlük mücadelesini başka coğrafyalara taşımasına da engel olamadı. La Révolte’yle kolera bölgesinden seslenen anarşistler, bölgede yaşadıkları engellemelere rağmen “Bunlar bizi durduramayacak!” demişti. Malatesta’yı, dayanışmayı, anarşizmi durduramadılar.

Şamil Parlak

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 53. sayısında yayınlanmıştır.


1) Frank M. Snowden: Naples İn The Time of Cholera 1884-1911.

2) Max Nettlau: Errico Malatesta, The Biography of An Anarchist.

3) La Révolte, Yıl: 6 Sayı: 15, 14 Eylül 1884.

4) La Révolte, Yıl: 6 Sayı: 21, 7 Aralık 1884.

5) Luigi Fabbri: Life of Malatesta.

The post Napoli’deki Kolera Salgınında Malatesta ve Anarşistler appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/05/02/napolideki-kolera-salgininda-malatesta-ve-anarsistler/feed/ 0
“Korona Krizi’ne Dair” – Devrimci Anarşist Faaliyet https://meydan1.org/2020/05/02/korona-krizine-dair-devrimci-anarsist-faaliyet/ https://meydan1.org/2020/05/02/korona-krizine-dair-devrimci-anarsist-faaliyet/#respond Sat, 02 May 2020 09:58:06 +0000 https://meydan.org/?p=57772 Dünya aralık ayından beridir Covid-19 virüsünün yarattığı hastalığın biyolojik, ekonomik, ekolojik, sosyal, sağlıksal ve teknolojik etkilerini yaşıyor. Hastalığın salgına, salgının krize dönüşümünü yaşadık, yaşıyoruz. Ülkeler arası farklılıklar olsa da devletlerin politikaları birbirlerine benzer politikalar. Yasaklamalarla, denetim ve kontrol sistemleriyle otoritesini sürdürmek ister. Salgının, sağlıksal etkilerini değil sosyolojik etkilerini önemser. Kapitalizm her zaman krizlerden faydalanma ilkesini […]

The post “Korona Krizi’ne Dair” – Devrimci Anarşist Faaliyet appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Dünya aralık ayından beridir Covid-19 virüsünün yarattığı hastalığın biyolojik, ekonomik, ekolojik, sosyal, sağlıksal ve teknolojik etkilerini yaşıyor. Hastalığın salgına, salgının krize dönüşümünü yaşadık, yaşıyoruz. Ülkeler arası farklılıklar olsa da devletlerin politikaları birbirlerine benzer politikalar. Yasaklamalarla, denetim ve kontrol sistemleriyle otoritesini sürdürmek ister. Salgının, sağlıksal etkilerini değil sosyolojik etkilerini önemser. Kapitalizm her zaman krizlerden faydalanma ilkesini işletir. Bazı sektörlerinde düşüş olsa da bazı sektörleri yükselir. Ancak kaybettikleri kazandıklarıyla kapanmaz. Genel çöküş, korona krizinin sebep olacağı çöküşle daha da hızlanacaktır.

2500 senelik salgın deneyimi, bizlere iktidarların salgınların başlangıç süreçlerinde zayıfladığı gerçeğini gösterir. Bu zayıflama, salgının şoku ve şiddeti ile alakalı olarak kaçınılmazdır. Hiçbir salgında sürecin olağan seyri değiştirilemiyor ve salgınlar kendi kendine seyrelerek sonlanıyor. Bu size iddialı bir söylem gibi gelebilir ama hiçbir veba salgını izolasyon ve sterilizasyonla sonlanmamıştır. Yani doktorların ya da eczacıların vebayı sonlandırdığını söyleyemeyiz. Söyleyemeyeceğimiz bir başka şey ise geçmişteki ve günümüzdeki salgınların sadece ekolojik etkileşimlerle alakalı olduğudur. Günümüzde hem bu salgını hem de benzer salgınları ısrarla sanayi sistemi ve ekolojik tahribatlarla ilişkilendirme çabası vardır. Bu çaba zaman zaman kendini bir saplantı gibi “Bu iklim değişikliklerinin sonucu, Oh!” diyerek gösterir. Oysaki salgınlar tarihi, belirttiğimiz gibi 2500 seneliktir. Kendi kendine başlayan ve kendi kendine biten bir salgının başlangıç sürecinde zayıflayan iktidar, tedaviye değil kontrole yoğunlaşarak zayıflayan iktidarını güçlendirmek ister.

Yaşadığımız coğrafyada hükümetin politikaları, daha çok korona krizini kotaramayan kurumların kontrolünü artırarak kendini kurtarmak olmuştur. Yanlış uygulamalarla salgının yayılması hızlandırılmıştır. Genel seçimleri kazanan hükümet, ülkenin büyük şehirlerinin çoğunu yerel seçimlerde muhalefete kaptırdığı için korona krizinde uyguladığı saçma sapan uygulamalarla belediyelerin krize karşı kampanyalar yapmasını engellemiştir. Özellikle maske dağıtımlarını belediyelerin yapmasını engelleyen hükümet, bu engellemeyi başka alanlarda da sürdürmüştür. Belediyeler “her şeye rağmen dayanışma içindeyiz ey halkımız” tavrında olsalar da hükümetin bu uygulamasını fırsat bilerek dayanışmaları azalttılar. Hükümetin en belirgin politik fiyaskosu ise İçişleri Bakanlığı’nın saat 22.00’de duyurduğu sokağa çıkma yasağı sebebiyle, binlerce kişinin fırınlara, marketlere sıkışmasıdır. Böylece bulaşmadıklarına da bulaşan Covid-19 virüsü, daha fazla yayılmıştır. Bu fiyasko sonrasında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, göstermelik olarak istifa etmiş ve Başkan Tayyip Erdoğan istifayı kabul etmemiştir. Sonuçta değişen hiçbir şey olmamıştır. Hafta içi kalkan sokağa çıkma yasağı, hafta sonu ve bazı günlerde de uygulanmaya başlanmıştır.

Muhalefet, korona krizine yoğunlaşmaz ve kendi kesiminde bir paylaşma dayanışma kültürü örgütlemezken; hükümeti ekonomik ve sağlıksal açılardan eleştirmekle yetiniyor. Bu süreçte bile, korona krizi dışında konuları gündeme getirerek sevimsizliğini sürdürüyor.

Devrimci sendikaların dışında kalan sendikalar da muhalefetin paralelinde bir politika izliyorlar.

Gündelik yaşamlarımızı korona krizi kaplıyor. Kendi isteğimizle sürdürdüğümüz olağanüstü hal bizi kapatıyor. Kapandıkça oluşan olumsuz etkileşimler bireysel davranışlarımızı farklılaştırıyor. Farklılık tüm ilişkilerimizde yavaş yavaş hissediliyor. Konuşmalarda kabalaşma, çevre çeperimizdekilere tahammülsüzlük, başkalarına karşı düşmanlaşmalar oluşuyor. Öteki daha ötekiye, yabancı daha yabancıya dönüşüyor.

Bahçe, park ve sahillerin kapalı olması, fiziki mesafe olarak tanımlanması gereken mesafenin sosyal mesafe olarak tanımlanması sebebiyle sosyalleşeceğimiz yakınlarımızdan ve arkadaşlık komşuluk ilişkilerinden uzaklaşıyoruz; bu da psikolojimizi bozuyor. Kapatılmanın üzerine, yarını için yaşayan bizlerin yarınını bilemiyor olması ekleniyor. Bu durum kaygı ve korkuyu arttırarak psikolojik bozulmayı pekiştiriyor.

Gündelik yaşamın bozulmasının ilk kurbanı kaçınılmaz olarak kadın oluyor. Olağanda baskı altında olan kadının maruz kaldığı baskı, olağanüstünde de artıyor. Sosyal sıkışmışlık, korona krizinde erkekle daha çok karşı karşıya kalan kadın için kabusa dönüşüyor.

20 yaş altı ve 65 yaş üstü ise adeta lanetlenmişçesine bir muamele ile karşı karşıya kaldılar. Çocuklar için uzaktan eğitimle başlayan teknolojik farklılaşma, toplumun tamamında gözlemlenmekte. Gençler için de yaşlılar için de sosyalleşme sanallaştı. Yüz yüze iletişimler grup görüşmelerine dönüşürken, sanal seminerler de gençler için alternatif etkinlikler oluyor. Yaşlıların teknoloji ile tanışıklıkları arttı. Sosyal medyada hem yeni açılan hesaplarda hem de kullanılmayan hesapların kullanılmaya başlanmasında artış var. 5 inçten 50 inçe sıkışan yaşamlarımız da böylece daha fazla sıkıştı.

Toplumsal yaşamımız, bu bozulmalardan ve toplumsal farklılaşmalardan etkileniyor. Salgının devlet tarafından duyurulduğu günden bugüne, toplumsal statülerde belirginleşen mesleklerin dikkat çekici olanları doktorluk, hemşirelik, hastane işçiliği, polislik, zabıtalık, belediye işçiliği, market işçiliği, kargo işçiliği, kurye işçiliği, inşaat işçiliği, sanayi işçiliği ve tersane işçiliğidir. Toplumun belirli bir kesiminin ihtiyaçları kargolar tarafından karşılanmaya başlanmıştır. Kargo ve kurye işçilerinin yaptıkları iş on kat artmıştır. Alışveriş depolarında çalışan depo işçileri de aynı yoğunluğu yaşamaktadırlar. Marketlerde kuyruklar oluşmasına rağmen işçi sayısı artmazken özel güvenlik sayısının artması dikkat çekicidir. Bir başka dikkat çekici şey ise sokağa çıkma yasağının olduğu günlerde işçilerin kapsam dışı tutulması yani özel izinli olmalarıdır. Genel bir sokağa çıkma yasağının uygulanmamasının, hükümetin özgürlükçülüğünden kaynaklanmadığı ortadadır. Böylesi bir yasağın uygulanmamasının sebebi; fabrikaların, inşaatların ve tersanelerin işleyişlerini sürdürüyor olmalarıdır. Toplumun, kendi koydukları yasakların işyerlerinde uygulamamasını umursamayan hükümet, fiziksel mesafeye uymayanlara ve maskesi olmayanlara çeşitli para cezaları kesiyor. Bu para cezalarının kesilmesi, kolluk kuvvetlerinin keyfiyetinde olduğu için halkla polis arasında birçok olay yaşanıyor.

Devrimci muhalefet, korona krizini tüm gerçekçiliğiyle kavramıştır. Ancak konumundan kaynaklı zayıf bir etkisi var. Malum yeni olmasa da bir olağanüstü halden çıkılmış ve hükümetin baskıları altında kalınmıştır. TC’nin Rojava politikaları paralelinde birçok örgütlenme baskılanmıştır. Ve örgütlü halk da aynı baskılanmayı yaşamıştır. Korona krizinde bile TC’nin Rojava politikaları değişmemiştir. TC içerde ve dışarda operasyonlarını sürdürmektedir.

Devrimci muhalefet büyük şehirlerde çalışmalarını öyle ya da böyle sürdürmektedir. Örgütlerin ve mahallelilerin katıldığı İlçe-Mahalle Dayanışma Ağları kurulmuştur. Bu dayanışma ağlarında gıda, hukuk ve sağlık konularında dayanışmalar gösterilmektedir. Devrimci muhalefet işçilerin riske rağmen işlerinin sürdürülmesine ve işyerindeki kötü koşullara karşı sokakta da örgütlenme çalışmalarını sürdürmektedir.

Devrimci muhalefet içindeki dayanışma ağlarının bir parçası olan biz Devrimci Anarşistler, ağlardan ayrı olarak da kendi paylaşma dayanışma çalışmalarımızı sürdürmekteyiz. Çalışmalarımızı, Ankara’da Karala örgütlenmesine katılarak sürdürüyoruz. İstanbul’un birçok ilçesinde ve mahallesinde ilişkili olduğumuz evlerle iletişimler kuruldu. Bununla yetinmeyip ekonomik olarak homojen olmayan, heterojen olan mahalle yapılarında ihtiyacı olanlara ulaşabilme düşüncesiyle telefon numaralarının ve çağrımızın olduğu altı bin afişi yaklaşık kırk mahallenin duvarlarına yaptık. Bu afişlemelerle -ihtiyacı olanın alacağı ihtiyaç karşılamak isteyenin vereceği- bir sistem kurarak, köprü bir yaklaşımla dayanışmayı büyütmeyi de amaçladık. Kendi ekonomik, hukuksal, sosyal, sağlıksal imkanlarımızın azlığını böylece çoğalttık. Afişlemelerden şimdilik istediğimiz dönüşü alamasak da yaklaşık yüze yakın evle dayanışma içindeyiz. İşçilerle hukuksal dayanışmalarımız sürüyor ve birçok ulaşım sorununda çözümün bir parçası olduk.

Devrimci Anarşistler olarak yaşadığımız coğrafyada korona krizinin etkilerini paylaşma ve dayanışmayla karşılamaya çalışıyoruz. Yerel çalışmalarımızı sorumlulukla sürdürmekteyiz. Küresel etkileşimi de kurabilmek için diğer örgütlenmelerle iletişimimizi kuvvetlendirdik. Sürekli değişen durumların bilgisini güncellemekteyiz. Devletin medyasından bilgi edinmektense iletişimimizi kuvvetlendirerek kendi bilgimizi ediniyoruz. Deneyim aktarımları, sorunların çözümündeki düşünce çeşitliliğini artırdı. Korona krizini bizden önce yaşayanlar, süreçlerinin bilgisini bizlerle paylaşarak yapabileceklerimizi güçlendirdi. Bu aktarımları ikili bir ilişkiden çıkarmak için iletişim videoları sosyal medyadan yayınlandı. Böylelikle Asya’dan Avrupa’ya, Afrika’dan Amerika’ya bu videolar aracılığıyla aktarımlar genelleştirildi.

Örgütlülük gücümüzdür. Dayanışma gücümüzdür. Paylaşma gücümüzdür. Sözlerimizin gerçekliğini sağladıkları için tüm yoldaşları ve korona krizine karşı koyabilmek için örgütlediğimiz paylaşma dayanışma kampanyamızın bir parçası olan herkesi şimdiden selamlarız.

Yaşasın Anarşizm

Devrimci Anarşist Faaliyet

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 53. sayısında yayınlanmıştır.

The post “Korona Krizi’ne Dair” – Devrimci Anarşist Faaliyet appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2020/05/02/korona-krizine-dair-devrimci-anarsist-faaliyet/feed/ 0