The post Halkların Demokratik Kongresi’nin Eşbaşkanları Seçildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>HDP 4. Olağan Kongresi’nde Sezai Temelli yerine Mithat Sancar, eş başkan seçildi. Eş Genel Başkan Pervin Buldan ise muhalefete, “demokrasi ittifakı yapılması” çağrısında bulundu. Kongrede HDP’nin ana yönetim organı olan parti meclisinde ise köklü değişikliklere gidildi.
Ankara Arena Kapalı Spor Salonu’nda gerçekleştirilen HDP 4. Olağan Kongresi’nde, eş genel başkanlığa Mithat Sancar ve Pervin Buldan seçildi.
1018 delegenin katıldığı kongrede HDP’nin yeni eş genel başkanlarının yanı sıra 100 asil, 50 yedekten oluşan 150 kişilik PM, merkez disiplin kurulu, uzlaştırma kurulu gibi partinin yönetim organları belirlendi.
Kongreye yurtiçinden ve yurt dışından çok sayıda kişi katıldı. Kongrede; Tunus, Filistin, Ürdün, Fas, Kıbrıs, İsveç, Batı Şeria, Fransa, Galiçya, Almanya, Avustralya, Lübnan, Yunanistan, Bask, Mısır, İtalya, Katalonya, Danimarka, Norveç, İngiltere, İskoçya, Portekiz, Finlandiya, İsviçre, İspanya, Ermenistan ve Irak başta olmak üzere 28 farklı ülkeden konuk katıldı. Kongrede, 30’dan fazla siyasi parti temsilcisi, Orta Doğu’dan çok sayıda kadın örgütü bulundu. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Birleşik Sol Grup Başkanı Tiny Kox, Avrupa Özgür İttifakı Başkanı Lorena Lopez de Lacalle, Avrupa Sosyalistleri Partisi Genel Sekreter Yardımcısı Giacomo Filibeck, Avrupa Parlamentosu Sosyalistler ve Demokratlar Grubu üyesi Nikos Androulakis kongreye katılan konuklardan oldu.
HDP’nin Kongresi’nde önceki dönem eş başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın mesajı okundu. “Partimiz HDP kurulduğu günden bu yana Türkiye halkalarının büyüyen umudu haline geldi” ifadelerine yer verilen mesajda HDP Nuh’un Gemisi’ne benzetildi.
The post Halkların Demokratik Kongresi’nin Eşbaşkanları Seçildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Seçimlere Dair; Bitemeyen Seçimler Bitecek Mi? appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Seçime Doğru
Dört yılda bir tekrarlanan genel ve beş yılda bir tekrarlanan yerel seçimlere dayalı bir siyasal sistemin içerisinde bulunuyorduk. Son 4 yılda, seçimlerin bu kadar uzun aralıklarla yapılmadığını anladık! Erken seçimlerin ötesinde, referandum ve başkanlık seçimleri gibi ek süreçlerle oldu bittiye getirilen ve dayatılan kararlar silsilesiyle karşı karşıya kaldık.
Liberal demokrasinin, halkın düşüncelerini belirttiği bir süreç olarak gördüğü seçimlerin, aslında değil düşünce belirtmek, düşünceler iktidarla doğru orantılı olmadığı takdirde, seçim sonuçlarının bile kifayetsiz kalacağını deneyimledik. Seçimlerin varoluş nedenini görmüş olduk!
31 Mart Seçimleri’nden 23 Haziran Seçimleri’ne Nasıl Geldik?
31 Mart Yerel Seçimleri’nin hemen sonrasına AKP karşıtı bloğun ve CHP’nin İstanbul adayı Ekrem İmamoğlu, YSK’nın sürekli değişen verileri sonrasında seçimi kazanmış ilan edilmişti. İlan edilmişti ama art arda YSK’ya yapılan itirazlar, farklı belediyelerde sonuçların tekrar sayımı, mazbatanın verilmesinin geciktirilmesi gibi birçok engellemeyle karşılaşmıştı.
İmamoğlu’nun mazbatayı almasından sonra da belirsizlik ve tartışmalar bitmemişti. Bu sefer AKP kanadı “yolsuzluk” gündemi üzerinden yürüyordu. İstanbul’daki seçimlerde büyük bir yolsuzluk gerçekleştiği iddiasıyla YSK’ya yapılan başvuru olumlu değerlendirildi ve İmamoğlu’nun mazbatası kısa bir süre sonra geri alındı.
İmamoğlu da bu adaletsiz durumu protesto etmek için hemen bir eylem çağrısı yaptı! Seçimlerin meşru olmadığını, seçim tekrarını reddettiğini, bu durumu protesto etmek için sokaklara çıkılması gerektiğini açıkladı! Tabi ki, böyle olmadı! Yapılan “adaletsizliğe”, sandığa çağrıyla karşılık verildi! Bu “sandık takıntısı”, oy kullanma dışındaki siyasal eylemi, siyasal alanın dışına itme manevrasıdır. Gücünü sokaktan alan değil, devlete onaylı olmasından alan bir çağrıdır!
Şimdi yeni bir seçime doğru gidiyoruz. Sandıktan her sonuç çıkabilir ve sandık dışı her durum söz konusu olabilir. Yine “bu sefer farklı” bir seçim olduğu söylense de seçime dair eyleyeceklerimizde olduğu gibi söyleyeceklerimizde de pek bir değişiklik yok.
Demiştik ki!
Oy atmanın tarihi kazanımların tarihi değil, ezilenleri oyalamanın tarihidir demiştik!
Oy hakkı, yurttaş olan her bireyin kendisiyle ilgili alabileceği kararları ve bu kararların uygulanma şeklini, yani kendi iradesini temsilcilere teslim etmesinin önünü açan bir uygulamadır. Halkın siyasete katılımının yegane aracını seçim ve oy olarak manipüle edilmesidir demiştik. Özellikle son 5 yıldır aralıksız gerçekleştirilen seçimler nedeniyle, yaşanılan ekonomik, siyasi tüm olumsuzlukların çözümü için oy sandığı konuluyor önümüzde. Savaş, ekonomik kriz benzeri tüm sıkıntılar seçim sürecinin bir parçası olduğu sürece önemli kılınıyor. Ezilmemizin gerçek ekonomik, siyasi ve toplumsal sebeplerine odaklanmayan yüzeysel çözümlere kilitlenmemiz isteniyor.
Değil demokratik belediye uygulamaları, geri çağırılabilirlik ilkesi, halk meclislerinin belediyelere etkisi; sol siyasetin son 10 yılda keşfettiği desantralize/federatif siyaset biçimi tamamen terk edilmiş durumda. Burjuva demokrasisinde asıl aldatmaca “halkın kendini yönettiği” aldatmacasıdır demiştik! Parlamenter demokrasi kaynağını bir kurgudan alır demiştik. Oy vermenin edilgenliğinin yansıması olan “seçmen” anlamının dışında, halk kelimesini cümle içinde kullanan profesyonel siyasetçi yok! Toplumsal işleyişte adalet ve özgürlük ancak, bireylerin karar alma süreçlerindeki doğrudan katılımı ve kontrolü ile sağlanabilir demiştik. Karar alma süreçlerine ilişkin gündem yok!
Toplumsal muhalefet, bu seçim aldatmacasının dışında varlığını sürdürmesi gerektiğinin farkında olmalıdır. Çünkü bu seçimde kazanmak yoktur. Kazandığını zannetmek vardır demiştik! Ezilenlere kazandıracak tek siyaset, meşruluğunu haklılığından alan sokak siyasetidir demiştik!
“Gerçekçi” olup seçimlerle gerçek kazanımlar elde etmek isteyenler ilk önce HDP çevresinde yek vücut olmuşlardı; her seçim sürecinde -isteyerek veya istemeyerek- sokak siyasetini düşürmüşlerdi. Şimdi ise gelinen noktada herkes “gerçek kazanım” için CHP çevresinde kenetlenmiş durumda. Bu da tutmazsa yuvarlana yuvarlana merkez sol muhalefet için merkez sağda bir parti bulmak gerekecek. İYİ Parti ya da Gül-Babacan etrafında, önümüzdeki aylarda kurulması beklenen AKP bakiyesi siyasi oluşum bu noktada önemli adaylardan olacaktır.
“Kazanılabilir kazanıma” odaklanmış bir toplumsal muhalefet, devletin müsaade ettiği alanda top koşturmaya mahkumdur. Devletin hukuku adaletsizliğin kurallar haline getirilmiş biçimidir. Bu adaletsizlik mekanizmasının kazanılabilir kıldığıyla yetinmek ve onun hukuk kuralları içerisinde hareket etmek bize bir şey kazandırmaz. Zira, kazanılabilir olan ezilenlerin lehine olsaydı, devlet onu kazanılabilir kılmazdı.
Siyasal iktidardan pay alma arzusuyla, içerisinde bulunduğumuz coğrafyada toplumsal muhalefet sokaktan sandığa yönlendirilerek yıpratılmıştır. Dahası ideolojik olarak altını bu şekilde boşaltan muhalefet (boşaltan, çünkü muhalif kesimler bu politikaya, bile isteye girmiştir) biçimsel olarak da iktidarın yöntemini taklide gitmiştir. Yıllardır “tek adam” karşıtı politika güdenler, karşı “tek adam”ı içselleştirme noktasında sıkıntı yaşamamışlardır. Tarihte “tek adam”ların nasıl bir ideolojinin parçası olduğundan dem vuranlar, şimdilerde yeni bir “tek adam”ın bayraktarlığını yapmaktadır.
Parlamenter demokrasi, devrimci eylemin belirleyici gücünü göz ardı etmeye çalışır demiştik! Bu ikisinin yan yana gelmesi olanaksızdır. Çünkü devrimci eylem, parlamenter demokrasi ile yönetilen toplumsal yapıyı yıkmayı hedeflerken; parlamenter demokrasi ise kendini devamlı olarak devrimci eylemden korumaya çalışır.
Parlamento Seçimleri merkeziyete yol açar demiştik! Seçimler, belli bir coğrafyada yaşayan halkın bir sonraki seçimlere kadar, onların yerine karar alacak, neyin iyi neyin doğru olduğunu söyleyecek, alınan kararlarla hiç de ezilenlerin çıkarına olmayan durumlara yol açacak bir sisteme dayanır. Devletin hegemonya sınırları dahilindeki herkesin ve her şeyin bu azınlık grubu tarafından belirleniyor oluşu merkeziyetçiliğin belirtisidir.
Öyle de oldu, ki yerel seçimlerde belediye başkan adayı olan Ekrem İmamoğlu, 2023’te Erdoğan’ın karşısına çıkabilecek en güçlü aday olarak lanse edilmeye başlandı. Çünkü hem muhalefet partileri için hem de iktidar partisi için İstanbul’u almak, Türkiye’yi almak anlamına geliyordu. Hal böyleyken muhalefetin umudu “tek adam diktatörlüğü”ne karşı durabilecek “tek adam”a bağlanmış oldu.
İstanbul seçim propagandası İmamoğlu için Trabzon, Gümüşhane gibi kentlerde yaptığı mitinglerle Karadeniz üzerinden yürürken Yıldırım için Amed’de kürt halkına kürtçe seslenerek sürüyor. “Parlamento seçimleri merkeziyete yol açar.” deyip bu siyasetin ezilenler için tehlikesinden bahsetmiştik, eksik demişiz; yerel seçimleri bile merkezileştirdi.
Seçime girmek iktidarı olumlamaktır demiştik! Atılan her oy, boş oylar da dahil olmak üzere, sistemin olumlanması anlamına gelir. Hemfikir olmadığımız bir siyasi pratiğe zorlanarak, bizim irademizi teslim alacak olanları seçmenin bir mantığı yoktur. Bu mantıkla düşünecek olursak oy kullanmak, her zaman daha iyi çobanların olabileceğine inanmaktır.
Seçimler, bizi somut olandan uzaklaştırır. Biz ezilenleri belirli bir sürece hapseder. Bu sürecin kendisi tamamıyla bir illüzyondur. Bu illüzyonu layığı ile yerine getiren parlamenter demokrasi, onun uygulayıcıları devletin ve kapitalizmin içindeki çözümlemeleri halkın talepleriymişçesine uygular ve dillendirir. Ekonomik ve sosyal sömürüyü bu talepler çerçevesinde farklı söylemlerle meşrulaştırır.
Seçim zorbalıktır demiştik! Zorbalık yöntemi, her ne kadar genel seçimlerde demokrasi kılıfıyla özenle kapatılmaya çalışılsa da, özellikle yerel seçimlerde kendini belirgin kılmaktadır. Yerel düzeyde ekonomik ve siyasi iktidarı ele geçirme çabası, adayların ya da grupların birbirlerini yok etmesine kadar gitmektedir. Burada bahsedilen gruplar sadece siyasi partiler düzeyinde değil, devletin en ufak yerel organizasyonundan (örneğin muhtarlık) payına düşeni almaya çalışan mafyavari yapılanmalara kadar uzanmaktadır.
Her seçim kendi sonucunu kabul ettirmek üzere mühürsüz pusulalar, yol kenarlarından çıkan sandıklar, diriltilen ölü seçmenler, açık oy kullanımları için zorlananlar, plakasız araçlar, silahlı kolluklar, araç olarak kullanılacak seçim kurumları, denetmenleri… İstenilmediği takdirde, sistemin oyununun galibi olmanın kazanan olmak anlamına gelmediğini yakın zamanda deneyimledik.
Seçim değil, toplumsal devrim demiştik! Post-demokrasi, seçimli otokrasi vb. kavramların havada uçuştuğu; ilerici ittifak, eleştirel destek gibi kavramlarla burjuva demokrasisi içerisindeki hareketlerin anlamlandırılmaya çalışıldığı; yerel yönetimle oluşacak farklı bir siyasal işleyişten değil de yerel yönetimin iktidarını nasıl olursa olsun ele geçirmenin stratejilerinin yapıldığı bir siyasal ortamda, bize “oy”alanma pratiklerinden başka alternatif gösteremeyenlere başka bir kavramı ve onunla ilgili pratikleri hatırlatmıştık: “Toplumsal Devrim”.
AKP’yi geriletmek için farklı koalisyon kombinasyonlarından imtina etmeyenlerin açıkça görmesi gereken, temsili demokratik alternatiflerle işlerin yoluna koyulamayacağıdır. Seçim süreçlerinde kendi başına AKP karşıtlığını bile “ilerici” tayin edenler, “ilerici” ittifaklarıyla, tek adamcı çözümleriyle içinde bulunulan genel sömürü ve baskı durumuna kestirme yollardan çözüm aramaktadır. Tekrar edelim; çözüm, yakınılan sisteme türlü manevralarla eklemlenmek değildir.
Oyunu hazırlayanların kendi kurallarına uymadığını anlamak için bir başka genel ya da yerel seçime ihtiyaç yok. Tekrar tekrar hatırlatalım: Hileli seçim potansiyeliyle karşılaşıldığı, seçimleri organize eden siyasal yapının meşruiyetini yitirdiği, siyasal temsilcilerin temsilci olma durumlarını yitirdikleri noktalarda boykot siyasal bir alternatif olarak belirir!
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 50. sayısında yayınlanmıştır.
The post Seçimlere Dair; Bitemeyen Seçimler Bitecek Mi? appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Seçimlerin Maskotu “Çocuklar” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Partilerin çocuklarla ilgili seçim sonrasına dair yaklaşımları böyleyken seçim öncesi propagandalarında, kendilerinden beklenen siyasi pragmatizmleri doğrultusunda çocuklara ve onlarda cisimleşen “saflık, iyilik” temalarına yer vermelerinde hiçbir sakınca yok. Çocukların, sembolik olarak, devletin karar alıcılarının koltuklarına birkaç saatliğine oturtulduğu 23 Nisan günlerinin dışında “hatırlandığı” nadir dönemlerden olan seçim öncelerinde, yaptıkları propagandalarında siyasetçiler, kendi siyasi meşrepleri doğrultusunda, çocuk ve onun temsil ettiği ne kadar olumluluk varsa çekinmeden kullanmaya girişiyor.
ABD eski başkanlarından George W. Bush’un 2000 seçim kampanyası öncesi kullandığı “Leave No Child Behind-Geride Hiçbir Çocuk Gariban Kalmasın” sloganı, ABD başkanlarının başka coğrafyalardaki başta çocuk ölümleri olmak üzere imza attığı katliamlar hatırlandığında “kötü bir şaka” olarak hafızalarda canlanıyor. Benzer şekilde, ellerinde Filistinli çocukların kanı olan İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun seçim reklamı filminde çocuk bakıcısı kisvesine bürünerek oy istemesi, devlet siyasetçilerinin riyakarlığına dair çarpıcı bir örnek olarak hatırlanıyor. Erdoğan da seçim kampanyalarında dünyadaki benzerlerinden elbette geri kalmadı ve geçtiğimiz yıl yapılan 24 Haziran seçimleri öncesi “Hatırla çocuk” temalı bir reklam filminde rol aldı. Erdoğan’ın okuduğu metinde geleceği kuracakları belirtilen çocuklara asker mezarlıkları eşliğinde, seçim sonrası buharlaşırcasına unutulacağı herkesçe bilinen çeşitli öğütler veriliyordu. Ancak her üç örnekte de çarpıcı olan nokta, birbirinden farklı coğrafyadaki bu üç devlet yöneticisinin “çocuk” temalı bu seçim propagandalarındaki samimiyetten uzaklığının, bu propagandaların alıcıları tarafından da biliniyor oluşu idi. Buna dair en yakın örneği, 31 Mart seçimlerini kaybeden bir muhtar adayının, daha önce yaptırdığı bir parkı söktürmesinde görmüştük.
Çocukları toplumda, kendi iradeleri ve karar alma yetileri olan bireylerden öte, seçimlerde oy getirisi olabilecek bir araçsallığa indirgeyen sandık siyasetçileri ve partilerinin yanı sıra çocuklara yönelik bu politikaları, aslında devletlerin onlara genel anlamdaki yaklaşımıyla paralellik gösteriyor. Devletlerin kapitalist “gelişmişlik” düzeyi birbirinden farklı olsa da, çocuklara saygı göstermeyen, onların fikirlerine kapalı ve çocukları amaç değil araç olarak gören politikalar tüm devletler için geçerli. Küresel bazda devletlerin savaşlarını koordine eden Birleşmiş Milletler’e bağlı UNICEF ile de bu politikalar, çeşitli yardım fonları adı altında “-mış gibi yapmak” şeklinde hayata geçiyor. Savaş, barış ya da seçim dönemleri devletlerin çocuklara dair bakış açılarında, fiziksel ve cinsel şiddet, çocuk işçiliği, göçmenleştirme gibi gerçekler göz önüne alındığında, ciddi farklılaşmalara yol açmıyor.
Emrah Tekin
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 50. sayısında yayınlanmıştır.
The post Seçimlerin Maskotu “Çocuklar” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Seçimler Üzerine appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İki aylık süre boyunca her meselenin yerel seçimlerle beraber değerlendirildiği, siyasete propaganda malzemesi edildiği yerel seçim sürecini geride bıraktık. Bu yerel seçimlerin, yerellikten uzak ve genel seçim gibi geçeceğinin bilindiği bir ortamda belediye seçimleri gerçekleşti. Seçim gündeminin ana figürleri bu iki aylık süre boyunca, belki de genel seçimlerde olmadıkları kadar çok göründü, konuştu, propaganda yaptı.
31 Mart günü yapılan oylama, 24 Haziran sonrası başlayan başkanlık sisteminde gerçekleşen ilk seçimdi. Bu süre zarfında merkezin siyasal figürü olan ama yerelle bağlarını “muhtarlar toplantısı” gibi toplantılarla besleyen Tayyip Erdoğan, devlet iktidarının yüzü olarak süreç boyunca en çok görünen figürdü. Bu durum, bundan sonraki yerel seçimlerin de benzer bir şekilde genel seçim havasında geçeceğinin açık göstergesiydi.
Bu süreçte bu kadar belirgin aktör olması, yerel seçimleri varolan anlamının çok daha ötesine taşıdı. Bu anlam taşması, yerel seçim sürecinin bir türlü bitmemesinin sebepleri içerisinde yer alıyor.
Bitemeyen Seçimler
Her ne kadar fiili olarak seçim süreci geride bırakılsa da, özellikle İstanbul’da seçim sonuçlarına AKP’nin yaptığı itirazlar ve oyların yeniden sayım aşamasının sonuna gelinmedi. Yerel seçimlerin bir türlü bitememe durumu, seçimin taşıdığı politik anlamlarla ilişkili. AKP daha önce Gezi İsyanı sonrası yapılan ilk seçim olan 30 Mart 2014’te başlattığı, esas olarak ise başkanlık sistemine geçiş için parlamentoda anayasayı değiştirme çoğunluğunu işaret eden “400 vekili verin” söylemiyle 7 Haziran 2015 seçimlerinde belirginleştirdiği, seçimleri iktidarının oylandığı/onaylandığı referandumlara dönüştürme fiilini 31 Mart’ta da sürdürdü. Kaldı ki 31 Mart seçimlerinin başkanlık sistemine geçiş sonrası ilk seçim olması, kendi doğalında, bir referandum havası yaratmaya yetti.
AKP-MHP koalisyonuyla oluşan Cumhur İttifakı’nın seçim süresince muhalefete yönelik karalama kampanyaları ve devletin bekası vurgusu; seçimler öncesinde özellikle ekonomik krizle ilişkili olmak üzere yaşanan toplumsal rahatsızlığın farkında olunduğunun ve bu rahatsızlığın daha öncelerde olduğu gibi milliyetçi-muhafazakar retorikle aşılma stratejisinin işletildiğinin en açık göstergesiydi. Özellikle “savaş siyaseti”nin olumlu geri dönüşünü 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra fazlasıyla alan AKP, 7 Haziran seçimlerinden bu yana işlettiği stratejisini bu seçimlerde de sürdürmeye çalıştı.
Tabi ki bu strateji sadece söylemsel düzeyde değildi. Yine aynı şekilde 7 Haziran seçimlerinden bu yana sürdürdüğü OHALvari uygulamalar, devlet kurumlarını elinde bulundurmanın avantajından yararlanarak seçim öncesinde tutukladığı, adaylığını iptal ettiği, iptal etmekle tehdit ettiği, itibarsızlaştırmaya çalıştığı muhalefet karşıtı stratejisini bu seçimlerde de işletmekten geri kalmadı. “Düşman” ve “terörist” söylemleriyle, kendisi gibi siyasal gerçekliğin içinde bulunan partileri ve politikacıları siyasal alanın dışına itmeye çalıştı.
Ancak siyasal iktidar, şu ana kadar (seçimden bir hafta sonrasına kadar), İstanbul ve Ankara dahil olmak üzere büyük şehirlerde istediği başarıyı elde edemedi. Adana ve Antalya gibi şehirlerin dışında birçok büyükşehir ve belediye ya ittifak ortağı MHP’ye ya da CHP’ye geçti.
Belediyelerde Başkanlık Sistemi
Seçimlerde kim kazandı sorusuna doğrudan verilebilir bir cevap olmamasına karşın, MHP’nin ittifaktan yana karlı çıktığı sonucu çıkarılabilir. Manisa Büyükşehir, Iğdır, Osmaniye, Bartın, Erzincan, Karaman, Amasya, Çankırı, Kastamonu, Karabük, Kütahya ve Bayburt’ta MHP adayları kazandı. Seçimlerin hemen ertesinde Devlet Bahçeli’nin belediye başkanlığı sistemine yönelik değişiklik önerisiyse akılları karıştırdı. Bir önceki yerel seçimlere göre daha fazla şehirde kazanan MHP’nin, bu yeni olumlu tablodan yola çıkarak yerel seçimlerin şeklini değiştirme önerisi çok tartışılmadan gündemden düştü. Devlet Bahçeli, Büyükşehir ve merkezleri kazanan belediye başkanlarının, diğer ilçe belediyelerindeki başkanları belirlediği bir sistem önerdi. İlçe belediyelerinin atanmasına dayanacak bu sistemin, MHP’nin şu anki pozisyonuna yarıyor olduğu düşünülse bile, ittifak ortağı olan AKP’nin -özellikle Ankara ve İstanbul’da içinde bulunduğu durumda- bu öneriyi onaylamayacağı bir gerçek.
Özellikle Tayyip Erdoğan’ın seçim gecesi Ankara’da gerçekleştirmiş olduğu balkon konuşmasında yaptığı “büyükşehir belediyelerinin CHP’nin elinde olmasına rağmen ilçelerin AKP’nin olduğu” vurgusu aslında bu öneriyle taban tabana zıttı. Bahçeli’nin ve MHP’nin bu önerisinin ne anlama geldiği şimdilik meçhul!
Olmadı Baştan Say!
Seçim sonuçlarının açıklandığı süre içerisinde CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu’na verilen oylarla AKP adayı Binalı Yıldırım’a verilen oylar arasındaki farkın kapandığı anlarda Anadolu Ajansı’nda veri girişinin olmamasının gündem edilmesiyle başladı aslında İstanbul’daki başkanlık tartışmaları.
Seçimin ertesi günü sabahına kadar, alınan veriler noktasında belirsizlik sürdü. Bu belirsizliğin kaynağı Anadolu Ajansı’ndan bir süre sonra Yüksek Seçim Kurulu’na geçti. YSK açıklamalarının öncesinde önce Binalı Yıldırım bir teşekkür konuşması yaptı.
Muhalefetin adayı İmamoğlu, her 2-3 saatte bir basın toplantısı düzenledi, elindeki verilerin kendi lehine olduğunu açıkladı. Bu açıklamalar sırasında AKP İl Başkanı’nın açıklamaları ve Tayyip Erdoğan’ın balkon konuşması gerçekleşti. Erdoğan’ın balkon konuşmasında açık açık “kazandık” vurgusu yapmaması, İmamoğlu’nun verilerini daha inanılası kıldı. Keza YSK ertesi gün İmamoğlu lehine bir oy tablosu açıkladı.
Bütün bunlara rağmen, seçim sonuçlarına ilişkin olumsuz bir durum olduğunun iddiasıyla oyların tekrar sayımı meselesi gündeme geldi. AKP İstanbul’daki 15 ilçede geçersiz oyların, 1 ilçede de tüm oyların sayılması talebiyle Yüksek Seçim Kurulu’na başvurdu.
Geçersiz oyların tamamının baştan sayılması sonrası aradaki farkın İmamoğlu lehine 14-15 bin bandında kalması, AKP’yi yeni bir hamle yapmaya itti. İstanbul genelinde kullanılan tüm oyların yeniden sayılması yönündeki bu itiraz hamlesinin YSK’den dönmesi üzerine ise AKP şapkasından -“Osmanlı’da oyun bitmez” sözüne uygun- yeni bir tavşan çıkardı: “Olağanüstü İtiraz”. 15 Temmuz 2016- 19 Temmuz 2018 arası “resmi olarak” yürürlükte olan ancak fiiliyatta halen devam eden ve bu süreçte muhalefetin itirazlarına karşın bir referandum ile bir seçimin yapıldığı OHAL’i de çağrıştıran “olağanüstü itiraz” için, adayın seçimi kazandığı ilan edilerek mazbatasını almasından sonra 7 gün içinde başvuruda bulunulması gerekiyor. Olağanüstü itiraza da olumsuz yanıt alması halinde ise AKP’nin önünde tek seçenek olarak İstanbul seçimini iptal ettirmek kalıyor.
AKP içinde AKP
Ancak gelinen aşamada süreç, İstanbul’daki seçimlere itirazdan -giderek 7 Haziran 2015’e benzeyen bir şekilde- sonuçları tanımama ve iktidarın sayısal çoğunluğu elde ettiği 1 Kasım’da olduğu gibi tekrar ettirme aşamasına doğru ilerledi. Erdoğan’ın 31 Mart gecesi yaptığı ve sonuçları, il/ilçe oranlarının lehlerine olduğu vurgusuyla “fiilen” tanıyan açıklamasına tezat olarak, 1 Nisan günü itibariyle AKP cenahından itiraz sesleri yükselmeye başladı. İlk emaresinin, daha önce AKP güdümündeki STK’lardan SETA’da yöneticilik yapmış, şimdi de Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı olan Fahrettin Altun’un paylaştığı sosyal medya mesajı ile görülmeye başlandığı itiraz/sonuçları tanımama sürecinin yürütücülüğünü AKP içindeki “Pelikan Grubu” olarak bilinen klik yapıyor. Arkasında Berat Albayrak ile grubun “merkez yayın organı” Sabah gazetesinin de içinde bulunduğu Turkuvaz Medya’nın sahibi Serhat Albayrak’ın olduğu bilinen Pelikan, kamuoyunda adını ilk kez Mayıs 2016’da internette paylaştıkları ve dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu’nu sert sözlerle hedef alan dosya ile duyurmuştu.
ABD’li yazar John Grisham’ın iki yüksek yargıcın öldürüldüğü ve cinayetlerde hükümete uzanan ilişkileri konu alan romanına atıfla Pelikan Dosyası adıyla yapılan paylaşım sonrası Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlıktan azledilmesi, söz konusu kliğin siyasi gücünün nelere kadir olduğunu gösterdi. Ancak kendilerini “Erdoğan için canını feda edecek reisçiler” şeklinde tanımlayan Pelikancıların, bu siyasi gücünün yanı sıra iktidarın çeşitli “devasa projeleriyle” bağlantılı, son derece güçlü ekonomik ilişkilere de sahip olduğu biliniyor.
Bosphorus Global adlı STK görünümündeki iktidar aparatı üzerinden sosyal medyada manipülasyon kanalları bulunan Pelikancıların iktisadi rant ilişkilerinin merkezinde ise Turkuvaz Medya ile paydaş olan Kalyon İnşaat yer alıyor. Kalyon İnşaat’ın yüklenici olduğu ve iktidarın da propagandasını yapmaktan geri durmadığı projeler arasında Mahmutbey- Mecidiyeköy metro hattı, Başakşehir Stadyumu inşaatı, Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi inşaatı, Hasköy Tüneli, İstanbul- Şile/Ağva yolu inşaatı var. Şirketin bu iktidar projeleri dışında 3. Havalimanı inşaatı üzerinden İBB’ye bağlı şirketlerle geliştirdiği ilişkiler de İstanbul’daki seçimlere itiraz/sonuçları tanımama sürecini Pelikancıların tarafından niçin bu yükseltildiği noktasında önemli bir veri sunuyor.
AKP içinde “yeni paralel devlet” olarak adlandırılan Pelikancılar, İstanbul seçimlerine itiraz ve başlarda temkinli yaklaşıldığı gözlenen bu söylemin sahiplenilmesi üzerinden AKP-MHP iktidar bloku cenahında giderek bir “konsolidasyon” sağlamış görünüyor. Ancak medyadaki “tartışma programlarına” kimin katılacağından AKP teşkilatlarındaki yönetim değişikliklerine kadar her şeye müdahil olduğu ve bu nedenle parti içinde “homurdanmalara” neden olduğu bilinen Pelikancıların, daha önce aynı şekilde adlandırılan ve sonrasında “darbe girişimi sorumlusu, terör örgütü” nitelemesi şeklinde bir akibete uğrayan benzerleriyle aynı sonu yaşayıp yaşamayacağını, iktidar sarmalındaki diğer kliklerin gelecekte gerçekleşmesi muhtemel hamleleriyle göreceğiz.
Yeni Bir Lider Doğuyor
Seçimin hemen ertesinde Anıtkabir ziyareti gerçekleştiren Ekrem İmamoğlu’nun ziyaret defterini İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı sıfatıyla imzalaması kadar, siyasal iktidar kanadının gündeminde İmamoğlu’nun BBC röportajı da yer alıyordu. Gelecek cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olacak mısınız sorusuna “Allah bilir.” cevabını veren İmamoğlu’nun, CHP’lilerin “kazanan lider” boşluğunu doldurduğu farklı kesimler tarafından dillendirilmeye şimdiden başlandı.
Kısa süre içerisinde elde ettiği başarı, özellikle seçim süresince takındığı tavır ve süreç yönetimi İmamoğlu’nu CHP’nin özlem duyduğu lider olarak yükseltti. O kadar yükseltti ki toplumsal muhalefet içerisinde yer alıp İmamoğlu’nu eleştirenler, eleştirilerini özeleştiriye dönüştürdü ve İmamoğlu’nu geleceğin lideri ilan etti.
İmamoğlu’nu yerel seçimlerin yıldızı yapan neydi? Aslında İmamoğlu’nun böyle ön plana çıkmasına neden olan şey, ne üç ayda kendini iyi tanıtması ve sevdirmesiydi ne de seçim gecesi takındığı kararlı tutumuydu. İmamoğlu bir “anti” adaydı. AKP’nin belirlediği adayın karşısına çıkacak herhangi bir adayın, İmamoğlu kadar bir şansı vardı. İmamoğlu’na oy verenler, İmamoğlu geleceğin lideri olduğu için değil AKP adayının başkan olmaması için oy vermişti.
İmamoğlu’nun yükseltilmesinin gizlediği bazı durumları açıkça ifade etmek gerekiyor. Öncelikle, İmamoğlu sadece CHP tabanına hitap eden bir aday değildi, İP’nin de desteklediği aday milliyetçi kesimin hoşuna gidecek açıklamalardan kaçınmadı, tersine özellikle milliyetçi-muhafazakar seçmenlere hoş gelecek açıklamalar ve eylemler içine girdi. Kılınan namazlar, okunan dualar, milliyetçi ve muhafazakar siyasetlerle özdeşleşmiş Necmettin Erbakan ve Alparslan Türkeş paylaşımları…
Tabi ki popülist bir siyasi partinin kendini sol değerlerle özdeşleştirdiği iddiasına rağmen buna benzer “açılımları” çok şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı olan, kendine devrimci diyen siyasi parti ve grupların, bu yükselen “yıldızın” kuyruğuna sorgusuz sualsiz takılmasıdır.
Gizlenen başka bir durum ise HDP’nin verdiği destektir. Sanki İmamoğlu HDP seçmenlerinin etkisi olmadan bu kadar oy almış gibi gösterilerek sevimli gözükülmeye çalışılan milliyetçi-muhafazakar çevrelerin lanetlemelerinden uzak duruluyor. Bu anti-adayın, havuzunda farklı çevrelerden gelen destek eritilerek Millet İttifakı’nın (yoğun olarak CHP’nin) başarısıymış gibi pazarlanıyor.
Bu gerçekliğe ısrarla gözünü yumanlar, kendi “tek adam”larını bulduklarını ilan edip başarılı politika izlediklerine kendilerini inandırıyorlar; kendilerini kandırıyorlar. Oysa ki “tek adam” zihniyeti ve işleyişinden dem vuranlar, anti-adaylarıyla başka bir “tek adam” yaratmayı hedeflediklerini ve bununla siyasi iktidarın anlayışına eklemlendiklerini idrak edemiyorlar.
Çoğunluk Değil Çoğulculuk Kazandı!
Seçimin hemen ertesinde, çoğunluğu esas alan anlayışın yerine çoğulculuğu esas alan anlayışın kazandığının; çoğunluk yaratmak ve gücü ele geçirmenin artık ülkedeki siyaset anlayışını belirlemedeki etkisini yitirdiğinin; toplumun farklı kesimleriyle uzlaşmanın önemli olduğunun altını çizen bir dizi yorum yapıldı. Yorum yapanlar, kuşkusuz ki İmamoğlu’nun “açıklanamayan galibiyetini” AKP-MHP bloğuna geri adım arttırmada önemli bir adım olarak görmekte.
Toplumsal algıda değişim olduğunu düşünenler, yeni bir siyaset biçiminin doğduğunu tespit edenler tüm bunları söylemekte -AKP’nin İstanbul’daki Belediye Seçimleri’ne yönelik YSK’ya yaptığı itirazla- aceleci davranmış oldu.
Siyasette güçlü olmanın parayla, devlet imkanlarıyla, medya gücüyle oluşan bir şey olmadığının propagandasını yapan parlamenter demokrasi sevdalıları, iktidarın esas kaynağının ne olduğunu görmemekte ısrar ediyor.
Sonun Başlangıcı mı?
Her ne olursa olsun, seçimler tekrarlanıp Binalı Yıldırım seçilse dahi AKP’nin siyasi bir karizma yitimi yaşadığı gerçeği önümüzde olgusal bir gerçeklik olarak duruyor. Aslında meselenin her geçen gün dallanıp budaklanıyor oluşu (Büyükçekmece’de orada ikamet etmediği düşünülen seçmenlerin evlerine polis baskınları; gün içerisinde bakanlarından il başkanlarına, Binalı Yıldırım’dan Tayyip Erdoğan’a sonu gelmeyen açıklamalar; CHP kanadının karşı açıklamaları…) AKP kanadının söylem ve iddialarının meşruluğunu yitirmesine neden oluyor. Benzer bir şekilde seçim sonuçlarına yönelik itirazlarda yaşanan adaletsizlik, demokrasicilik oyunuyla kazanılamayacağının en açık göstergesi.
AKP’yi geriletmek için farklı koalisyon kombinasyonlarından imtina etmeyenlerin açıkça görmesi gereken, temsili demokratik alternatiflerle işlerin yoluna koyulamayacağıdır. Seçim süreçlerinde kendi başına AKP karşıtlığını bile “ilerici” tayin edenler, “ilerici” ittifaklarıyla içinde bulunulan genel sömürü ve baskı durumuna kestirme yollardan çözüm aramaktadır. Tekrar edelim; çözüm, yakınılan sisteme türlü manevralarla eklemlenmek değildir.
Bitemeyen bir seçim sürecinin içerisindeyiz. Oyunu hazırlayanların kendi kurallarına uymadığını anlamak için bir başka genel ya da yerel seçime ihtiyaç yok. Hileli seçim potansiyeliyle karşılaşıldığı, seçimleri organize eden siyasal yapının meşruiyetini yitirdiği, siyasal temsilcilerin temsilci olma durumlarını yitirdikleri noktalarda boykot siyasal bir alternatif olarak belirir!
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 49. sayısında yayınlanmıştır.
The post Seçimler Üzerine appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Brezilyalı Anarşistlerden Bolsonaro Üzerine Bildiri: İmparatorluğun Pençeleri, Faşizmin Yükselişi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Brezilya’da yapılan seçimi ırkçı Jair Bolsonaro’nun kazanması üzerine Brezilya Anarşist Koordinasyonu’nun yayınladığı bildiriyi sizlerle paylaşıyoruz.
Bildiri, coğrafyamızdaki OHAL koşullarına benzer uygulamaların yaşandığı süreçlerden geçen ve buna karşı sosyalist muhalefetin parlamenter siyasete sıkışmasına neden olan Brezilya siyasetine odaklanıyor. Bolsonaro’nun kadınlara, yerli halklara, işçilere ve bütün ezilenlere yönelik düşmanca söylemlerine karşı mücadele çağrısı yapılan metinde kendisini belli “antilikler” üzerinden şekillendiren Brezilya ırkçılarının seçimleri kazanma durumu analiz ediliyor.
Mevcut Brezilya siyasi senaryosu, tüm halk savaşçıları ve onların gerçeklik analizleri için çok fazla sağduyu ve soğukkanlılık gerektirir. Brezilya Anarşist Koordinasyonu (Coordenação Anarquista Brasileira) olarak bizler, İşçi Partisi (PT) Başkanı Dilma Rousseff’i deviren yasal-parlamenter darbeyle tanımlanan toplumsal ve politik durumun anlaşılmasına mütevazı bir katkıda bulunmayı amaçlıyoruz. Yakın zamanda, sözde 1988 New Republic anlaşmasının çöküşünü yaşadık [1]. Bu anlaşma, aynı anda burjuva politikacılar, şirketler, silahlı kuvvetler ve solun reformist kesimlerinin bir kısmını içeren bir koalisyonda asgari yasal hakları garanti ederken, ezilenlerin toplumsal dışlanışını sürdürdü.
Bununla birlikte, Brezilya Devleti’nin yapısı, emperyalist güçlerin çıkarlarına her zaman kendi halkına olduğundan daha yakın olmuştur. Devlet, yoksulu her zaman kurumsallaşmış burjuva demokrasinin bir normu olarak kriminalize etmiştir. PT liderliğindeki hükümetler, Lula’dan bu yana, tüm yasama ve yargı organları toplumsal yaşamda açığa çıkan “suçu” arttırmış, yoksul ve Siyah nüfusun aşırı-kapatılmasını yeniden üretmiş, aynı zamanda toplumsal mücadelelere saldıran baskıcı bir aygıtın sürdürülmesini sağlamıştır.
Sınıf uzlaşması bozuldu ve [bu toplumsal arabuluculuğun] işbirlikçi gündemi, finansal kapitalizmin gündeminin yerini alacak şekilde parçalandı. Bunlar, halk hareketlerinin tarihsel başarıları olduğunu hatırlamamız gereken; sosyal haklar, göreceli özgürlükler ve kamu hizmetleri gibi şeylerin yerini almıştır.
İmparatorluk Pençelerini Gösteriyor
Latin Amerika kıtasının jeopolitik gerçekliğinden yola çıkmadan ülkemizdeki mevcut dönüm noktasını anlayamayız. Analitik araçlarımızı ayarlamamız ve neyin tehlikede olduğunu anlamak için Brezilya’yı dünya sistemi içinde çevresel bir ülke olarak daha iyi konumlandırmamız gerekir. Ülke, temel tarımsal ihracat endüstrisini sürdürmeye devam etmiş ve kendisini IIRSA Planı (şimdi COSIPLAN olarak adlandırılan Güney Amerika Bölgesel Altyapı Entegrasyonu)[2] ile uyumlu hale getirmiştir. Bu plan, doğal kaynaklarımızın sömürüsünü en üst düzeye çıkarmaya ve uluslararası piyasalarda ulusötesi şirketlerin yararına tedarik sürecini hızlandırmaya çalışmaktadır. Bu plan, ABD ve bölgedeki ülkeler arasında kurulan serbest ticaret anlaşmalarıyla uyumlu yeni bir saldırıdır. Bu, “ilerici” ve “merkez-sol” hükümetler tarafından desteklenen, Güney Amerika’daki neoliberal modeli genişletme çabasıdır.
2008 krizi, ABD’nin uluslararası gündemi belirlemesi konusunda büyük zorluklar yarattı ve İkiz Kuleler’in yıkılmasından [WTC 9/11 saldırısı] bu yana, imparatorluğun çok sayıda agresif askeri müdahalesi ile açıkça ortada olan küresel hegemonyanın garanti edilmesini temel amacı olarak ortaya konmaya başlandı. Açık olan bir diğer şey, emperyalizmin kendisini “Brezilya nereye, Latin Amerika oraya” fikriyle yönlendirdiğidir. Kıtamız Latin Amerika, açıkça ABD’nin kullanımı için stratejik bir (siyasi, doğal, enerji) kaynak rezervi olarak görülmektedir ve bu da Brezilya’nın siyasi durumunu Washington için oldukça önemli kılmaktadır.
2016 darbesi, “varlıkların” satın alınmasıyla ulusal ekonominin mali ve uluslararası denetimini daha güçlü hale getirirken, sadece önceki dönemden elde edilen küçük kazanımları yerinden sökmekle kalmadı. Emperyalizmle uyumlu Lava-Jato soruşturmasında[3] görülebileceği üzere, bu düzenlemelerin, yargı sınıfı, özellikle de bizzat hakimler tarafından, savaş hukuku[4] kullanılarak yapılması gerekiyordu. Ayrıca, altyapı, yenilenebilir enerji, hizmet, sağlık ve eğitimde Kuzey Amerika ve Çin, şirketlerinin kontrolünü artırmaktadır. Petrol konusuna gelince, 13 çok uluslu şirket, özellikle bu yılın Ekim ayında son ihale turları gerçekleşen Shell ve BP, pre-salt rezervinin (okyanus yüzeyinin altındaki petrolün) % 75’ine hali hazırda el koymuştur. Siyasi açıdan bakıldığında, emperyalizmin eylemi, Brezilya’nın (merkez solcu bir reformist hükümet tarafından yönetiliyor olsa bile), kıta düzeyinde kendi çıkarlarına yönelik herhangi bir tehdide karşı kendini temsil etme ihtimalini engellemektir. Mevcut seçim yarışının sonucunun, Venezuela rejiminin krizlerini önemli ölçüde etkileyeceğini, muhtemelen siyasi istikrarsızlığa ve hatta askeri müdahaleye destek çıkacağını açıklığa kavuşturmak önemlidir.
Yeni Ulusal Güvenlik Doktrini: Askeri Politikalar ve Tehditler
Birkaç yıl önce Lula’nın İşçi Partisi hükümeti altında, Brezilya silahlı kuvvetlerinden (Temer tarafından Güvenlik Sekreteri olarak atanan) General Etchegoyen ile yeni bir Ulusal Güvenlik Doktrini’nin başlatıldığına dikkat çekmek isteriz. Bu doktrin, uyuşturucu kaçakçılığı, insan hakları veya çevreci STK’larla bağlantılı grupları, “ideolojik” devlet kurumlarını ve sol görüşteki toplumsal hareketleri yeni iç düşmanlar olarak görmektedir. Bu doktrinin diğer unsurları, üniversite ve araştırma görevliliklerinin boşaltılması, ceza kanununun daha da sertleştirilmesi, kitlesel tutuklamaların sürekliliğe bağlanıp genişlemesi ve karşı-casusluk tedbirlerinin benimsenmesidir. Doktrin, sosyal iletişim kontrolü, söylentiler yayılması, suçla itham edenlerin itibarının düşürülmesi ve sahte belgelerin kullanılması araçlarını kullanır. Grevlerin teşvik edilmesini, yolların kapatılmasını, toprak ve binaların işgalini ve siyasi azınlık halkların özgürlük mücadelesini “terör eylemleri” olarak nitelendirilmektedir.
Dilma tarafından onaylanan, terörle mücadele tasarısından sorumlu olan bu yeni doktrin idi. Amacı, ordunun kıta düzeyinde ve ulusal siyasetin jeopolitiğinde aktif rol oynadığı yeni bir anlaşma, “yeni bir demokrasi” yaratmaktı.
Özetlemek gerekirse: “tehlikeli sınıflar” için, bir olağanüstü halin en üstüne yerleştirilen “Demokratik Hukuk Devleti”[5], artık egemen sınıfların (bazı yerlerde, narko-devletin) iktidar oyunlarında yeniden yapılandırma sürecindedir ve onu devletin içsel gerekçelerinden ve emperyalizmin çıkarlarıyla olan ilişkilerinden ortaya çıkarır. Bu koşullar altında, karşı kuvvet unsurları bir polis devleti olarak faaliyet gösterir. Toplumsal yaşamda derin yaralar açan ve kapitalist sınıf ile onun şakşakçılarının hırslarını derinden arttıran bir düzenleme, er ya da geç, güvenliği kendi lehine çalışması için göreve çağırır ve sistemin normalliğini yeniden tanımlamak için “olağanüstünün” alanını genişletir.
Merkez-sol tüm kozlarını sandıklarda oynuyor
Brezilya solu ve merkez-solu, burjuva demokrasisinin gelip onları kurtaracağı, haklarını koruyacağı, boğucu etkiye son vereceğini ve küresel kapitalizmi yeneceğini umarak şansını seçim sandığında denedi. Sistem silahları çektiğinde ve güç kullanmak için toga ya da üniforma giydiğinde, bunu her zaman ABD hükümetinin desteğiyle yapar. Yasal-parlamenter darbeden sonra ortaya çıkan ve sokaklara dökülen sol muhalif hareketler, ne yazık ki, aşırı-sağ kanattaki düşmanın sandık ve oyla sözümona kazanacağını iddia ettiği, devlet ve hükümetin bu faydacı mantığına entegre olmaktadır.
Merkez sol, tüm enerjisini, kurumsal anlaşmazlık ve seçime katılan partilerin çürümüş oyunu ile sınıf mücadelesinin zararına harcayarak bu çabaları seçim propagandasına yönlendirmeye çalışmaktadır. Brezilya siyasi sahnesi, burjuva liberalleri için her zaman azınlıkların güçlü iradesiyle oluşturulan kolektif güçlerin ve kamu yararının gasp edilmesi için bir mekanizma olan temsil sahtekârlığı ile kirletilmektedir. Ancak biz, egemen sınıflarının çıkarlarını savunmak söz konusu olduğunda, sistemin anayasayı saptırdığını ve hukukun üstünlüğünü yumuşattığını biliyoruz.
İnsanlara; haklarını savunmak, siyasi hayata katılmak ve doğrudan demokrasiyi örgütlemek, sınıflar arası barışı reddetmek ve proto-faşizmle uzlaşmadan mücadele etmek adına, sendikaların ve halk örgütlerinin halk için en doğru alternatif olduklarını gösteren uzun vadeli bir çalışma inşa etmeliyiz.
Aşırı Doz Seçkinler Programı: Proto-Faşizm
Siyasal iktidarın bu biçimde düzenlenişi, propaganda taktikleri ve gerici kesimlerin eylemi ile genellikle hukuki yaptırımlarla destekleniyor. İdeolojik olarak da aşırı sağdaki gruplar tarafından da desteklenmektedir. Vekillerine ulusal siyasi sahneyi baskı altında tutmaları ve kıta düzeyinde olan bitenle uyumlu hale getirmeleri için alan yaratarak sokaklarda etki alanı elde etmeye çalışan ve her şeyiyle bu alanın genişleyeceğine işaret eden bir unsur.
Fakat daha fazlası var. Bununla uzlaşmaya varmak, ekonomik hayal kırıklığı, temsil yoluyla siyasal çözümlerin başarısızlığı ve aile, kültür ve eğitimdeki iktidar konumlarıyla ilişkilendirilmiş değerlerin istikrarsızlaştırılmasıdır aynı zamanda. Ayrıca, dindar evanjelikleri bölüşmek için strateji belirleyen muhafazakâr bir öznel üretim görüyoruz. Anti-PT söyleminden, radikalleşmiş bir anti-siyaset ve anti-sistem söylemine dönüşen bu yeni sağ, kendisini yalnızca seçkinlere değil aynı zamanda halka ve periferik kesimlere de seslenen bir sağ olarak ortaya koymaktadır. Onlar, sadece sol burjuva demokrasisini savunan merkezi solun solundaki toplumsal boşlukta hareket etmektedirler.
Aşağılık Bolsonaro figürü, kazanılmış hakların yağmalanmasını ve kadınlara, LGBT’lere, yerli halklara, Siyahlara ve marunlara karşı ataerkil şiddeti derinleştirmeyi amaçlayan bu girişimin bir parçasıdır. Ülke genelinde Bolsonaro lehtarlarının liderliğinde çeşitli saldırılarda gerçekleşen şiddetin sonuçları arasında Salvador’da Katendê’nin Capoeira Ustası Moa’nın acımasız cinayeti bulunmaktadır[6]. Bolsonaro’nun temsil ettiği barbarlığı en aza indirgemekten çok, onu, düzenlemenin uygulanmasına [neoliberalizm] ve ülkenin, merkez sol bir hükümet altında olacağından daha hızlı bir tempoda, emperyalist yeniden sömürgeleşmesine dair bir mantıkla konumlandırmak gerekiyor.
Sandıklar, Emperyalizmi, Vergi Düzenlemesini ve Proto-Faşizmi Yenemez!
Dolayısıyla seçim sonuçları, işçi sınıfına karşı olan güçlerin karşılıklı ilişkisiyle ortaya çıkan karmaşık bağlamı çözmemektedir. Tüm senaryolar sadece sınıf mücadelesinin sürmesine ve baskının derinleşmesine hizmet eder. Bolsonaro’ya karşı atılan “faydalı oy”, sandıkta karar verilmeyecek bir “üçüncü tur”a yol açarak en fazla bir ek süre sağlar. Mücadele, uzun vadede devlete, yönetilebilirliğe ve imparatorluğa bağlı anlaşmalara boyun eğmeyen alternatif bir sınıf ve toplumsallık inşa etmektir. Fakat bu aynı zamanda burjuvaziyi, emperyalizmi ve saldırılarını yenebilen toplumsal bir güç olmalıdır.
Bu proto-faşist ve neoliberal saldırı döneminde sınıf bayraklarımızın yukarı kaldırılması gerekiyor. Tepedeki seçkinlerin neden olduğu paniğe ve korkuya boyun eğmemeliyiz. Görevimiz aktif olarak direnmek, sınıf dayanışmasını güçlendirmek, sokaktaki mücadeleyi büyütmek ve ezilenlerin örgütlülüğünü sağlamaktır!
Bu Nedenle, Şunları Savunuyoruz:
Coordenação Anarquista Brasileira (Brezilya Anarşist Koordinasyonu)
Notlar
Çeviri: Gamze Boztepe
Bu çeviri Meydan Gazetesi’nin 47. sayısında yayınlanmıştır.
The post Brezilyalı Anarşistlerden Bolsonaro Üzerine Bildiri: İmparatorluğun Pençeleri, Faşizmin Yükselişi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Ankara’da HDP Standına Saldırı… appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Son zamanlarda HDP’nin seçim standtlarına yönelik ırkçı saldırıların bir yenisi Ankara Konur Sokak’ta eklendi.
Irkçı sloganlar atarak standa ve çevresindeki HDP üyelerine şişe fırlatan gruba yönelik polisin tutumu ise tepki çekti. Herhangi bir müdahalede bulunmayan ve saldırganlara gözaltı işlemi uygulamayan polis, iki grubun arasına barikat kurmakla yetindi.
HDP’liler ise saldırıya rağmen bölgeyi terk etmeyerek seçim bildirilerini dağıtmaya devam ettiler.
The post Ankara’da HDP Standına Saldırı… appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “İnsanlar Mutlu Huzurlu” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İbrahim Tatlıses : “Ben AK Parti’ye gönlümü verdim, gerekirse kellemi de veririm” dedi. AK Parti İzmir 1’inci bölgeden milletvekili aday adayı olan Tatlıses, temayül(eğilim) yoklaması için teşkilat turuna çıktı. Tura evinin de bulunduğu Narlıdere’de başlayan ‘İmparator’ İzmir’den oy istedi.
İktidar dalkavuğu olan İbrahim Tatlıses; hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını özel uçağının, villasının olduğunu ancak kalpleri kazanmak istediğini parayla pulla işi olmadığını söyledi.
“Hiç Boğaz’ın dibi delinir miydi İstanbul’da 3’üncü köprüyü yaptı ve insanlar mutlu, huzurlu. Kaza yok bela yok diye konuştu. Kim yaptı bunu Recep Tayyip Erdoğan. Oyları AK Parti’ye verin.” dedi.
The post “İnsanlar Mutlu Huzurlu” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Geç Kalmamak İçin Erkenden Seçim appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Zamanda yolculuk gerçekleşti. Siyasi gündem bir günde 1 buçuk yıl ileri sardı. Kasım 2019’da yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimleri 2 ay sonraya (24 Haziran 2018) çekildi. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 17 Nisan günü, grup toplantısında, “Türkiye’nin 3 Kasım 2019’a kadar dayanması kolay değildir.” sözleriyle başlattığı erken seçim tartışmaları çok sürmedi. Tartışmalar bir gün sonra, Tayyip Erdoğan’ın düzenlediği basın toplantısında “Ülkemizin karşı karşıya bulunduğu fotoğraftan hareketle bu erken seçim teklifine olumlu yaklaşmamız konusunda arkadaşlarımızla görüş birliğine vardık.” sözleriyle bitti. Sözün kısası erken seçim tartışmaları, erken bitti.
Bir İktidar Geleneği Olarak Erken Seçim
Erken seçim kararları, hükümetler tarafından çoğunlukla muhalefet partilerine baskın yapmak, yani bu partilerin seçimlere hazırlıksız yakalanmalarını sağlamak amacıyla alındığı gibi, iktidarın dönemsel gücünü ve popülerliğini koruma amacı da güdebilmektedir.
TC siyasi tarihi boyunca yapılan erken seçimlerin bazılarına bu “kurnaz” planlarla gidilmişse de bu planların ters teptiği zamanlar da olmuştur. Kimi hükümet partileri oy kaybederken kimileri de iktidarını kaybetmiştir. 1957’de Demokrat Parti, 1987’de ANAP erken seçimlerde önemli derecede oy kaybederken; 1991’de DYP, 2002’de MHP’nin de içinde olduğu koalisyon iktidarını kaybetmiştir.
Bu zamana dek yapılan 27 genel seçimin yedisi erken seçimdir. AKP’nin 2002’de iktidara gelmesi de erken seçimle olurken; AKP de (24 Haziran 2018 erken seçimi kararı haricinde) 2007’de cumhurbaşkanlığı seçimi krizi ile bir erken seçim kararı almıştır.
Geç Kalmamak İçin Erkenden Seçim
Erdoğan ve AKP, her miting övdüğü ve propagandası olarak kullandığı söylemleri 7 Haziran seçimlerinden bu yana birer birer çiğnemek durumunda kalmaktadır. Yıllardır hükümete gelir gelmez; çözüm süreci ile artık anaların ağlamadığını söylese de daha sonra şehitliği kutsamış; OHAL’i kaldırdığından övünse de 15 Temmuz sonrası OHAL’i uzattıkça uzatmış “sürekli seçim mi yapılır” dedikten sonra bugün erken seçimin gerekliliğini açıklamaya çalışmıştır. AKP’nin siyasetinde bunların hepsi olağandır.
Erdoğan’ın “Eski sistemin hastalıkları attığımız her adımda karşımıza çıkabiliyor. Türkiye’nin bir an önce belirsizlikleri aşması gereklidir” diyerek erken seçim kararı almasının gözle görünür nedenlerini neler oluşturmaktadır?
Hükümeti, seçim kararı almasına zorlayan ekonomik nedenlere bakalım. 2017 yılının 3. çeyreğine yönelik TÜİK tarafından açıklanan ama aslında borç ve iç taleple oluşturulmuş olan “büyümeyi” iktidar, siyasi söylemde aylardır kullanmaktadır. Fakat döviz kurlarının artması, büyüyen işsizlik ve büyüyen enflasyon rakamları ile kabineden Mehmet Şimşek’in bile ekonomideki sıkıntıları dillendiriyor oluşu büyümenin bir balon olduğunu ortaya koymuştur.
Son haftalarda dolar 4, avro 5 liranın üzerine çıkmış ve kurlar bu hattan düşmeyecek bir seyirdedir. Buna ek olarak faizlerin istenilen seviyeye çekilememesi, her şeyin yavaş yavaş zamlanıyor oluşu ve iktidarın, ekonomik krizin süreceğine dair elinde bulundurduğu tüm veriler erken seçim kararını etkilemiştir.
Ekonomik krizden etkilenen seçmenin 2019 seçimlerine kadar AKP’de tutulamayacağından korkan hükümetin erken seçimden başka bir seçeneği kalmamıştır. Erkek seçim başkanlık için adeta bir imdat seçimine dönüşmüştür.
Cumhur İttifakı’nın, aslında Erdoğan’ın, erken seçim kararı almasının ekonomik sebepleri olduğu kadar politik sebepleri de bulunmaktadır.
MHP’yi yanına alması, milliyetçi söylemleri yükseltmesi ve Afrin’e saldırısı sonucunda siyasi iktidar, milliyetçi muhafazakar seçmen için “sempati” kazanmıştır. Fakat, siyasi iktidarın Afrin’le birlikte arkasına aldığı rüzgarın dinmemesi gerekmektedir. İktidar Afrin saldırısından sonra hedeflediği Menbiç, Kobane veya Şengal saldırılarından birini 2019’a kadar gerçekleştiremeyeceğini bildiği için bu milliyetçi muhafazakar seçmenin ilgisinin dağılma tehlikesini de bilmektedir. İktidar yine korkmuştur. Bu sebeple seçim geciktirilmemeli, erkenden gerçekleştirilmelidir. Tam bu noktada Bahçeli’nin sözleri hatırlanmalıdır: “3 Kasım 2019’a ulaşmak her dakika zorlaşmaktadır.”
Birden bire, bir günde alınmış gibi görünen seçim kararı fikri hiç de akla mantığa uymamaktadır. Öyle ki hükümet ekonomik krizin derinleşeceğinden, yakaladığı milliyetçi muhafazakar rüzgarın dineceğinden oldukça korkmakta, paniklemektedir. Panikle tüm gücünü kullanarak imdat frenini çekmektedir.
Şimdi, “durmak yok yola devam” şiarıyla birçok seçimi kazanan hükümetin imdat freni çekmesini iktidarı kazanmak için bir fırsat olarak görenler olacaktır. Parlamenter muhalefetin bu fırsatı kullanması olağanken yine tüm kurtuluşu seçimlere sıkıştıracak devrimci muhalefetin olağan olmayan bu yaklaşımıyla bezenecek iki aylık süreç başladı. Yani olmak ya da olmamak anlayışı içerisinde her şeyin bir oya indirgeneceği günlerdeyiz. Yaşadığımız tüm adaletsizliklerin mücadelesinde seçim sandıklarına sıkışacağız. Alamadığımız ücretler, uğradığımız tacizler, tecavüzler, cinayetler; kesilen ağaçlar, kurutulan dereler; gözaltılar tutuklanmalar yani her şey seçimlerle ilişkilendirilecek.
24 Haziran’daki imdat seçimi, Erdoğan’ı iktidardan düşürecek bir fırsat olarak düşünmek. -Cumhur İttifak’ı seçimi kaybedecek olsa bile- adalet ve özgürlük mücadelesini seçimlere sıkıştırarak ertelemek, kaybetmektir. İktidarı kazanmak isteyenler erken davranıyor, biz yaşamlarını kazanmak isteyenler gecikmeyelim.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 45. sayısında yayınlanmıştır.
The post Geç Kalmamak İçin Erkenden Seçim appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Timochenko Kolombiya Başkanlığına Adaylığını Koydu appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bugün yapılan açıklamada başkan yardımcısı adayı olarak ise silahlı mücadele zamanlarında FARC’ı Kolombiya Senatosu’nda temsil eden Voces de Paz (Barışın Sesleri) Partisi’nden Imelda Daza gösterildi.
The post Timochenko Kolombiya Başkanlığına Adaylığını Koydu appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Taht Kavgası – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Seçimlerin peşi sıra dizildiği, her yıl yeni bir seçim dönemine girdiğimiz son dört yılın ardından, daha şimdiden adı konulmamış yeni bir seçim dönemi başladı: 2019 Başkanlık Seçimi.
Hem yerel seçimin hem genel seçimin olacağı, hem de TC tarihinde ilk defa başkanlık seçiminin olacağı bir yıl olacak 2019. OHAL ile birlikte fiilen işleyen başkanlık, KHK’lar ile işlevsizleşen meclis, kayyumlar ile “arındırılmış” belediyeler görünen o ki, 2019’da yeni bir boyut kazanacak. Bunun hazırlıkları devlet iktidarının iki bloğunda da başlamış durumda. “Seçim startı verildi” gibi haberleri henüz pek duymasak da iktidar ve ana muhalefet partilerinde hassas terazi ile ince ince hesaplanan bir dönem başladı.
2019’da Cumhurbaşkanlığı seçimi ile beraber Başkanlık Sistemi’ne tam anlamıyla geçilmiş olacak. Tayyip Erdoğan yeni bir rejim, yeni bir sistem ile 10 yıl daha TC’yi biçimlendirmek istiyor. Öte yandan muhalefet ise geçtiğimiz referandumda bu durumu engellemeye çok yaklaştığı düsturuyla Tayyip Erdoğan’ı seçtirmemek için stratejiler geliştiriyor. Yandaş kalemşörlerin vurguladığı “Başkan Erdoğan” döneminin başlaması ya da Saray/AKP/Erdoğan’ın siyasi iktidardan devletleşmeye evrilen iktidarının son bulması olarak bu seçime de yine hayati bir önem atfedilmeye başlandı bile.
Erdoğan’ın Dönüşü ve Dönüşüm
Referandumun ardından buruk da olsa, eksik de olsa istediğini alan Erdoğan ve partisi AKP, referandumdan bu yana önemli bir çalışma başlattı. Bakanların pozisyonlarından başlayan kadro değişimi AKP’nin tüm yapısına yayılıyor. Adına önce metal yorgunluğu, ardından profesyonel deformasyon denen dönüşümün amacının ne olduğuna dair farklı yorumlar yapılıyor olsa da AKP’de resmi olarak başkan olan Erdoğan, ilk günden beri metal aksamı dönüştürüyor. Bu dönüşüm en son İstanbul’da İl Danışma Meclisi Toplantısı’nda Erdoğan’ın “Kongre sürecinde gerçekleştireceğimiz bu değişim asla bir tasfiye değildir. Bizim siyaset terbiyemizde vefa çok önemlidir.” sözleriyle perçinlendi. Yine aynı toplantıda İl başkanları, Erdoğan’ı “küskünler ordusu oluşturmamak gerektiği” yönünde uyardı. Tüm bu gelişmeler göz önünde bulundurulacak olursa, metal dönüşümü sürecinin Erdoğan için kritik bir süreç olacağı anlaşılıyor.
Gerçekleşen dönüşümün dışında, AKP tarafı farklı bir çalışmaya daha başlamış durumda. Yıllardır AKP’nin halkın nabzını tutmak adına, sürekli kendi tabanına anketler yaptırdığı ve bu anketlerden hareketle politika yaptığı biliniyor. Bu seçim döneminde ise anketi kendine muhalif olanlara yaparak onların talep ve tercihlerini de hesaba katmayı planladığı kulisleri paylaşılıyor. Yıllardır kutuplaştırma siyaseti izleyen Erdoğan’ın, muhaliflerin taleplerinin ne olduğunu anketler ile öğrenmesi garipsenecek bir durum olmasının yanı sıra, oy kazanma çabası olarak da yorumlanabilir.
Erdoğan’ın başkan seçildiğinde, başkan yardımcısı pozisyonunda bulunacakların kim olabileceğine dair bir listesinin olduğu bir başka tartışma konusu. Listede konuşulanlardan Tansu Çiller ismi şaşkınlık yaratsa da Devlet Bahçeli gibi beklenen isimler de konuşuluyor. Erdoğan’ın böyle bir kulis bilgisi paylaşmasının nedeni, milliyetçi-muhafazakar tabanı etkileyecek olumsuzlukları ortadan kaldırma amacı olabilir. AKP cephesinde oy çatlağı olmaması planlanırken, öte yandan karşısındaki blokun tek adayda birleşebilme ihtimalini de elinde bulundurduğu devlet iktidarı sayesinde ortadan kaldırmaya çalışıyor. 2019’a dair başta Kılıçdaroğlu olmak üzere aday olabilme ihtimali olan herkese yönelik en ince ayrıntıya kadar çalışılıyor.
YSK ile oyunun kurallarını sürekli kendi lehine değiştiren Erdoğan’ın, OHAL’i ve KHK’ları kullanarak baskı, gözaltı ve tutuklamalarla herkeste yaratmak istediği bir korku olduğu da aşikar. Savaş stratejisi gereği Kürt halkı ve mücadelesine yönelik her şeyi yok etme politikası güdüyor. Ayrıca yandaş basınla karşı propagandalarını aralıksız sürdürüyor. Erdoğan’ın başkanlığa dair çalışmaları, Kürdistan’da yürüteceği politikanın ne seyirde olacağını şimdiden gösteriyor.
Kaybetmeyi Kabullenmiş Bir Muhalefet Referandumda resmi olarak kaybetmiş; moral olarak kazandığını ilan etmiş olan Hayır bloğunun ana akım bileşenleri de, Erdoğan ve AKP kadar hassas bir süreçte olduklarının farkındalar. Kemal Kılıçdaroğlu ve partisi CHP, AKP karşıtlığı politikasını terk ederek, bu yeni seçim sürecinde farklı bir strateji ile politika belirlemeye başladı. Kuruluşundan bu yana devlet iktidarının niteliğini belirlemiş olan CHP anlayışı gün geçtikçe eridi. CHP muhalefetinin, oyunun kurallarını belirlemek şöyle dursun, oyun bozanlığa karşı kuralları hatırlatacak etkisinin dahi kalmadığı bir dönemdeyiz. Böyle bir dönemde, AKP’nin Kürt vekillere yönelik planlarının bir parçası olarak milletvekilliği dokunulmazlığı kaldırma hamlesine “Evet” diyerek başta Selahattin Demirtaş olmak üzere HDP’li vekilleri tutuklanmasının neden oldu. Ancak topaç döndü ve MİT tırlarının cihatçı çetelere sevkiyat yaptığının ispatını gün yüzüne çıkaran CHP’li milletvekili Enis Berberoğlu da OHAL uygulamaları rahatlığıyla tutuklandı. Erdoğan karşısında sürekli olarak kaybeden konumunda olan Kılıçdaroğlu ve CHP’li kurmaylar bu defa atılacak adımı 2019 Başkanlık Seçimi hassasiyeti ile değerlendirerek tutuklamaya farklı bir tepki vermeye karar verdiler. Başta Berberoğlu’nun tutuklanması olmak üzere OHAL ve KHK’lar ile yaşanan tüm adaletsizliklere karşı bir adalet kampanyası başlattılar. CHP içerisinde tabanın buna hazır olup olmadığı gibi gereksiz bir tartışma yürütmektense, Kılıçdaroğlu zamanında tepki vermenin gerekliliğiyle tek başına da olsa bir adalet yürüyüşü başlatma kararı alarak, gerçek muhalefete yani sokağa adımını attı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü, toplumsal muhalefet açısından adaletsizliklere karşı birleşmenin merkezi olarak görüldü. Referandum sürecinde “Hayır” blokunun oluşturduğu birliğin sürdürücülüğü rolü biçildi. 24 günlük Adalet Yürüyüşünün ardından, İstanbul’da yapılan miting ile bu birleşim adeta taçlandırıldı. Maltepe’de gerçekleştirilen miting, çok uzun bir aradan sonra muhalefetin yapmış olduğu en kalabalık miting oldu. Mitinge katılan kişi sayısı hakkında yandaş basın o kadar çok manipülasyon yaptı ki, katılımın ne kadar yüksek olduğu böylece kanıtlanmış oldu. Ayrıca CHP elitlerinin sürekli tartıştığı “tabanın buna hazır olup olmaması” konusunun da açılmamak üzere kapandığı görüldü. Bildiğimiz CHP Adalet Mitinginin CHP’nin kendi muhalefeti açısından oldukça başarılı bir strateji olduğu yorumları yapılırken, bu mitingin 2019 Başkanlık Seçimleri çalışmasında önemli bir adım olduğu değerlendirildi. Yürüyüş ve mitingin ardından CHP kendince sokakta durmayı sürdürerek Çanakkale’de bir Adalet Kurultayı gerçekleştirdi. Ancak Adalet Kurultayı, yürüyüş ve miting gibi neredeyse tüm yazan çizenlerin benzer şeyler söylediği bir kurultay olmadı. “Bildiğimiz CHP” olarak kurultaydaki yemek yeme sorunlarından tutalım da yapılan panellerdeki tartışma konularına, Hafıza Sokağı adı verilen bölümdeki resimlere, çağrılanlar ile çağrılmayanlara kadar neredeyse her şey tartışma konusu oldu. Adalet Mitinginin ardından sol muhalefet ile ortaklaşacağı düşünülen CHP’nin, gerçekleştirdiği kurultayda AKP tabanı olan milliyetçi-muhafazakar kesimi de kazanma çabası olduğundan, kurultayda böyle sorunların yaşandığı yorumları yapılıyor. CHP’nin başkanlık seçiminde Erdoğan’ın karşısına kimi çıkaracağı henüz açıklanmamış olsa da CHP Başkanı Kılıçdaroğlu şimdiden kulislerde konuşulan bir isim. Bütün bir Adalet sürecinin tek başına başlatıcısı olması göz önünde bulundurulduğunda, Kılıçdaroğlu’nun adaylığı olası görünüyor. Tüm bu stratejiler bir kenara bırakılacak olursa, CHP’nin bu süreci sokakta inşa etmesi, CHP’nin toplumsal muhalefet içerisindeki konumunu değiştirmemiştir. CHP’nin sokağa çıkmasının nedeni, devlet olanaklarından yoksun kalmaları ve siyaset yaptıkları alanda itibarsızlaşmasındandır. Yoksa ne Kılıçdaroğlu ne de CHP sokakta muhalefet yapmayı meşru göremezler! Erdoğan’a Bir “Rakip” Daha Geliyor RTE karşısına dikilecek olan bir diğer isim ise Meral Akşener. Kurmayların televizyon programında “Adayımız Meral Akşener” diyerek ağızdan kaçırırcasına etmiş oldukları sözler ile, Akşener de başkanlık yarışındaki yerini almış oldu. Meral Akşener’in alacağı oy nedir, merkez parti söylemleri ne kadar yer tutar bilinmez ama Erdoğan’ın Tansu Çiller hamlesi, Akşener’i yabana atmadığının göstergesi. Burada Erdoğan’ın amacı doğrudan Akşener’in oylarını almak değil, Akşener’in merkezine kayabilecek olan oyları engellemek olabilir. CHP’nin Koşullarında Muhalefette Ortaklaşma Devlet iktidarı dışında kalan muhalefet ile devrimci muhalefetin durumu ise karışık bir vehamet içerisinde. 7 Haziran sürecinde parlamenter muhalefetin önemli bir dinamiği olmuş olan HDP, bugün kriminalize edildikçe ediliyor. Devlet iktidarının hemen tüm kesimlerince adeta bir illegal örgüt muamelesi görüyor. Bu yüzden 2019’da HDP’nin alabileceği rolü konuşmak için oldukça erken. Öte yandan seçimler dönemi dışında devrimci muhalefetin bir parçası olarak hareket eden yapılar da, referandumda başlayan “Hayır” politikleşmesini bir süre “Referandum’u tanımıyoruz” a kadar giden söylemelerle devam ettirdi. Ancak bu söylemlerin ardı arkası bir anda kesildi. Adalet Yürüyüşü ile sol muhalefete el uzatan Kılıçdaroğlu’nun yaratmış olduğu politikliğe sığınan bu muhalefet, kendi renklerinden vazgeçerek yürüyüşe katıldı, kendileri organize ediyor gibi Adalet Mitingini sahiplendiler. CHP nasıl referandum sonrası söylemini 2019 Başkanlık Seçimlerine uyarladıysa, “referandumu tanımayanlar” da Kılıçdaroğlu’nun 2019 stratejisinde yerini aldı. Devrimciler için yoğunlaşan baskı, bir yılı aşan OHAL ve KHK’lara karşı politika üretmek, direnenlerin mücadelesini büyütmek dururken, Adalet mitinglerinde, kurultaylarında pozisyon almak; seçilmişlerin ve seçileceklerin stratejisine göre hareket etmek tercih edilir olmaya başladı. Taht Savaşları… 2019 başkanlık seçimlerine dek önümüzde uzun bir zaman var. Ama taraflar, seçim her an olacakmış gibi tedirginlik içerisinde saf tutmuş durumdalar. Bu tedirginlik, “baskın seçim” tartışmaları ve seçimin 2018’de olacağı söylemleriyle daha da hissedilir oldu. 2019’dan geriye doğru gidecek olursak, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine baktığımızda karşılaştığımız tablo hayli ilgi çekici. TC tarihinde Cumhurbaşkanlığı, Mustafa Kemal’in 1 oya karşı 158 oy ile seçildiği ilk seçimden Cemal Gürsel’in demokrasiyle(!) seçilmesine; Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığından Turgut Özal’ın suikast polemiklerine kadar “Çankaya Savaşları” olarak bilindi. Çankaya Savaşları sadece entrikalar, yalanlar ve hileler değil, bunlarla beraber kanlı tarihler de yazmıştır. 2019 TC Cumhurbaşkanlığı seçimi bir Çankaya Savaşı olmayacaktır tabi ki. Çünkü artık Çankaya değil adres Saray, TC Cumhurbaşkanlığı değil makamın adı Türkiye CumhurBAŞKANı olacak. Çankaya Savaşlarında muhtıralara, darbelere, çatışmalara maruz kalan halklar; Saray’ın taht savaşlarında nelere maruz kalacak hep beraber yaşayarak göreceğiz.
Metal yorgunluğu; sürekli çalışan ya da belli bir yükün sürekli uygulanması sonucu metal malzemelerin istenilen dayanma özelliğini yitirmesi, ya da sürekliliğin bozulmasına verilen isim. Yani uçağa gövde veren çelik kaplamalar zaman içinde kendi kendine gevşeyip niteliklerini kaybediyorlar; sonra ne oldu, nasıl oldu bilemeden uçak düşüyor!
Halil Çelik
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 40. sayısında yayınlanmıştır.
The post Taht Kavgası – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Mühürsüz Oyların Tamamı “Evet” Çıktı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Hayır ve Ötesi’nin açıklamasına göre 961 sandıktaki mühürsüz oyların tamamı evet çıktı. Şüphe uyandıran 961 sandığın %30’unda ise sandığa gitme oranının %100 olması ilgi çeken başka bir istatistik oldu.
Tespit 1
YSK verilerine, aşağıda örnekleri de verilen, başta Şanlıurfa’nın Akçakale, Viranşehir, Hilvan ve Muş’un Hasköy, Yozgat’ın Çekerek ilçeleriyle, Sakarya’nın Akyazı ilçesi olmak üzere; 961 adet seçmen sandığında kullanılan oyların tamamı, yani yüzde 100’ü EVET mühürlü olup, HAYIR mühürlü oy adet ve yüzde olarak SIFIR’dır.
1 Kasım 2015 Genel Seçimlerinde, ihmal edilemeyecek derecede muhalefet partisi seçmenine sahip olduğu anlaşılan söz konusu sandıklardaki bu sonuç, hayatın olağan akışına ters olarak değerlendirilmektedir.
Bu çerçevede, söz konusu seçim sandıkların bulunduğu bölgelerde, daha önceki referandum ve seçimlerdeki seçmen davranışlarına yönelik mukayeseli çalışma devam etmektedir.
Tespite Konu Örnek Sandık Bilgileri
Tespit 2
Yapılan incelemelerde, yukarıda söz konusu edilen ve oyların tamamı EVET çıkan 961 sandığın yüzde 30’unda, seçmenlerin tamamının yani yüzde 100’ünün firesiz sandığa gittiği anlaşılmaktadır.
Tüm seçmenin firesiz oy kullanmış gibi görüldüğü sandıklarda bulunan seçmenlere ulaşılarak oy kullanıp kullanmadıklarının belirlenmesine yönelik çalışma devam etmektedir.
Tespit 3
Urfa ili Viranşehir İlçesinde kullanılan oylara ilişkin seçmen listelerinde yer alan seçmen imzalarının aynı olduğu; dolayısıyla tek elden çıktığı anlaşılmaktadır.
Bu durum, blok oy kullanıldığı gerçeğini şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır.
Tespit 4
7 bin 48 adet seçmen sandığında, kullanılan oy sayısının ilgili sandıktaki seçmen sayısına eşit olduğu veya sandık görevlileri de dikkate alındığında, seçmen sayısı ve sandık görevlileri toplam sayısından da fazla olduğu tespit edilmiştir.
Söz konusu sandıklarda kullanılan oyların toplamı 1 milyon 672 bin 249’dur. Bu oyların yüzde 60,7’si “EVET” olarak gerçekleşmiştir.
Blok oy kullanımına ilişkin önceki tespitler de dikkate alındığında, oy kullanmaya gelmeyen seçmenler adına bilahare “EVET” yönünde oy kullanılmış olabileceği şüphesi; söz konusu 7 bin 48 adet sandık için ihmal edilmemesi gereken ve detaylı soruşturmaya muhtaç bir olasılık olarak değerlendirilmektedir.
Tespit 5
1 Kasım 2015 Genel Seçimlerinde, ihmal edilemeyecek derecede muhalefet partisi seçmenine sahip olduğu anlaşılan; ancak 16 Nisan 2016 Halkoylamasında 5 adetten düşük sayıda HAYIR oyunun çıktığı seçmen sandıkları tespit edilmiş olup; bir önceki seçimlerdeki oy verme davranışı ile mukayeseli inceleme devam etmektedir.
Salt bu verilerden de anlaşılacağı üzere yapılan usulsüzlük ve sahtekarlık oy pusulalarının mühürlü mü yoksa mühürsüz mü olduğunun çok ötesinde bir vehamete işaret etmektedir.
The post Mühürsüz Oyların Tamamı “Evet” Çıktı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “DEMOKRATÖRLÜK” – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Her Kriz Bir Seçim, Her Seçim Bir Kriz Doğuruyor!
Popülist sağın küresel çaptaki yükselişiyle beraber, demokrasi kavramı da liberallerin elinden muhafazakarlara geçiyor. Daha dün seçimleri ve halk oylamalarını temel ilke olarak edinen liberaller, bugün ABD’de ya da yaşadığımız topraklarda olduğu gibi seçimlerin meşruluğunu sorgular hale geliyor. Liberaller ve benzerleri demokrasinin ilkelerini, demokrasinin kendisinden üstün tutarken; muhafazakarlar da seçilmiş olmanın güveniyle demokrasinin kendisine sahip çıkıyor. Son dönemlerde, birçok yerde seçimlerden zaferle çıkan popülist sağ, tıpkı yaşadığımız topraklarda olduğu gibi sıkıştığı her noktada sandığı ve demokrasiyi işaret ediyor. İçerisinde liberalinden sosyalistine ve hatta merkez sağına kadar geniş bir yelpazeyi barındıran muhalifler de, gösterilen sandığa güle oynaya gidiyor ve son zamanlarda büyük bir hüsranla geri dönüyor.
Hal böyle olunca da her seçim yeni bir krize, her kriz de yeni bir seçime kapı aralıyor. Toplumsal mücadelelerin alanları da bu tartışmaların ve birbirini izleyen seçimlerin gölgesinde gitgide daralıyor.
Bir Başkanlık Hikayesi de Gambiya’dan
Demokrasinin kendisi, bütün dünya halklarına “en doğrusu” olarak dayatıldığından bu yana, kavram, iktidara oynayan herkesin diline pelesenk oldu. Kimisi seçimlerle iktidara gelirken; kimisi de demokrasi taşıyarak iktidarını meşrulaştırdı. Bazıları da işlemeyen demokrasi anlayışını yeniden inşa etmek için ülkenin yönetimine el koydu.
Yakın zamanda da bir başka “başkanlık sevdalısı” Gambiya Devlet Başkanı Yahya Jammey, kaybettiği seçimin sonuçlarını tanımadığını belirterek, ülkede OHAL ilan etmiş, “Allah’ın izniyle” ülkeyi bir milyar yıl daha yöneteceğini söylemişti. Öyle olmadı, Jammey’in kendisi 11 milyon dolar parayı da yanına alarak özel uçağıyla Gine’ye kaçtı. Rakibi ve bir iş adamı olan Barrowa, batının ve Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu’nun desteğiyle koltuğuna kavuştu. Sözüm ona, demokrasi yine zafer kazandı.
Fakat tesadüf şuydu ki, bu başkanlık sevdalısı adam da bir demokrasi aşığıydı. 1994 yılında 29 yaşında “demokrasi aşığı” bir teğmen olarak demokrasiyi ülkesinde yeniden tahsis etmek için ülke yönetimine el koymuş ve hemen ardından yapılan seçimleri açık ara kazanarak, ta ki ülkeyi terk edene kadar, başkanlık koltuğuna sıkı sıkı yapışmıştı. Şunu da belirtmek gerekir ki, demokrasi Gambiya’ya Jammeh’ten çok çok önce İngilizler tarafından taşınmıştı.
Eğer Biri Size Demokrasi Getireceğini Söylüyorsa, Direnmeye Hazır Olun
Anlaşılacağı üzere yukarıda bahsettiğimiz demokrasi, bir işleyiş, bir katılım süreci ya da fikirlerin temsili değildir. Demokrasi iktidarlar arasında elden ele dolanan bir kıyafettir. Bunu kimi zaman muhafazakarlar, kimi zaman liberaller giyer ama mutlak bir şey vardır ki, o da, kıyafetin içinde bütün çıplaklığıyla zorbaların, iktidarların durduğu gerçeğidir.
The post “DEMOKRATÖRLÜK” – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>