The post AKPMHPCHPHDP… İttifaklar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Devletli siyasetin gündemini bir kez daha “Devlet” belirledi. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin geçtiğimiz haftalardaki bir grup toplantısında söylediği, “yerel seçimlerde ittifak yapma niyetinde değiliz” sözleri yerel seçimlerin birincil gündem olmasının önünü açtı.
Tartışmalı bir sürecin kapısını da aralayan Bahçeli’nin bu sözleri, kimi muhalif kesimler için ise “ittifakın bozuluyor olduğu” ve böylece “yerel seçimlerde iktidara alan kaybettirebilireceği” algısı yönünde (maalesef) bir beklenti yarattı. Bunun karşısında ittifakın bozulmadığını, her iki partinin de kendi potansiyel oylarını tekrar toplayabilmesi için, yaşanan olayların danışıklı dövüş olduğunu da konuşanlar var. Danışıklı dövüş veya değil, yerel seçimlerde ittifakın olmaması, MHP’nin AKP ile kurduğu ittifak üzerinden milliyetçi kesimlerin ilgisini çeken (son dönemde istifaların ve MHP’ye geçişlerin yaşandığı) İyi Parti’nin altını boşaltabilecek bir durum.
MHP’nin yerel seçimlere yönelik tavrının netleşmesinden önce, geçtiğimiz ay, İstanbul’da aday çıkarmayacağını açıklamasının ardından AKP’lilerin “herhangi bir yerde bizim aday çıkarmamamız gibi bir durum söz konusu olamaz” açıklaması, MHP’de “küçümseniyoruz” algısına yol açmış ve rahatsızlık yaratmıştı. Ayrıca MHP’nin çok sayıda faşist çetecinin de hapisten çıkarılması için istediği, yaklaşık 63 bin kişinin yararlanabileceği af teklifi ise, AKP ile kurduğu Cumhur İttifakı’nın önemli iç tartışmalarından ilkini oluşturmuştu. Tartışma uzun bir zamana yayılmış ve sonunda karşılıklı sert sözlere evrilmişti. Bir de daha af teklifi tartışmaları devam ediyorken bu kez “öğrenci andı” ve Türkçülük yapmak üzerinden bir tartışma yaşandı. İşte tüm bu olaylar ve gerginlikler de (eğer danışıklı dövüş yoksa) yerel seçimlerde partilerin birlikte hareket etmesinin önündeki görülen engeller.
İttifak bozulsun ya da bozulmasın Devlet Bahçeli’nin startını verdiği seçim süreci, Melih Gökçek’in MHP’nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na adayı olacağı ve AKP’nin karşısında CHP’nin ve HDP’nin ortak bir adayla, örneğin son dönemde adı sıkça gündeme gelen Celal Doğan üzerinden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı adaylığı için ittifak yapacağı söylentileriyle birlikte başlamış oldu.
Ayrıca geçen ay Tayyip Erdoğan’ın Kürdistan’daki belediyelere “gerekirse tekrar kayyum atanabileceği” yönündeki tehdidi ve yüzlerce muhtarın da görevden alınabileceğini açıklaması, özellikle yerel seçimlere dair umutları bulunanlara hatırlatılması gereken noktalardan bir kaçı.
Hangi seçim olursa olsun, neyi seçersek seçelim bu siyasi sürecin kurucusunun ve sürdürücüsünün siyasi iktidarlar olduğunu da unutmamak gerek. Bunu da hatırlayarak daha şimdiden, yani seçimlere 5 ay varken, toplumsal muhalefet seçimlere yüzünü dönmeden ve yeni bir tuzağın içerisine çekilmeden toplumsal sorunların ve ekonomik krizin çözümüne odaklanmanın daha ivedi olduğunu anlamak ve bunu her ortamda vurgulamak gerekmektedir.
İlyas Seyrek
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 47. sayısında yayınlanmıştır.
The post AKPMHPCHPHDP… İttifaklar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Mühürsüz Oyların Tamamı “Evet” Çıktı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Hayır ve Ötesi’nin açıklamasına göre 961 sandıktaki mühürsüz oyların tamamı evet çıktı. Şüphe uyandıran 961 sandığın %30’unda ise sandığa gitme oranının %100 olması ilgi çeken başka bir istatistik oldu.
Tespit 1
YSK verilerine, aşağıda örnekleri de verilen, başta Şanlıurfa’nın Akçakale, Viranşehir, Hilvan ve Muş’un Hasköy, Yozgat’ın Çekerek ilçeleriyle, Sakarya’nın Akyazı ilçesi olmak üzere; 961 adet seçmen sandığında kullanılan oyların tamamı, yani yüzde 100’ü EVET mühürlü olup, HAYIR mühürlü oy adet ve yüzde olarak SIFIR’dır.
1 Kasım 2015 Genel Seçimlerinde, ihmal edilemeyecek derecede muhalefet partisi seçmenine sahip olduğu anlaşılan söz konusu sandıklardaki bu sonuç, hayatın olağan akışına ters olarak değerlendirilmektedir.
Bu çerçevede, söz konusu seçim sandıkların bulunduğu bölgelerde, daha önceki referandum ve seçimlerdeki seçmen davranışlarına yönelik mukayeseli çalışma devam etmektedir.
Tespite Konu Örnek Sandık Bilgileri
Tespit 2
Yapılan incelemelerde, yukarıda söz konusu edilen ve oyların tamamı EVET çıkan 961 sandığın yüzde 30’unda, seçmenlerin tamamının yani yüzde 100’ünün firesiz sandığa gittiği anlaşılmaktadır.
Tüm seçmenin firesiz oy kullanmış gibi görüldüğü sandıklarda bulunan seçmenlere ulaşılarak oy kullanıp kullanmadıklarının belirlenmesine yönelik çalışma devam etmektedir.
Tespit 3
Urfa ili Viranşehir İlçesinde kullanılan oylara ilişkin seçmen listelerinde yer alan seçmen imzalarının aynı olduğu; dolayısıyla tek elden çıktığı anlaşılmaktadır.
Bu durum, blok oy kullanıldığı gerçeğini şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır.
Tespit 4
7 bin 48 adet seçmen sandığında, kullanılan oy sayısının ilgili sandıktaki seçmen sayısına eşit olduğu veya sandık görevlileri de dikkate alındığında, seçmen sayısı ve sandık görevlileri toplam sayısından da fazla olduğu tespit edilmiştir.
Söz konusu sandıklarda kullanılan oyların toplamı 1 milyon 672 bin 249’dur. Bu oyların yüzde 60,7’si “EVET” olarak gerçekleşmiştir.
Blok oy kullanımına ilişkin önceki tespitler de dikkate alındığında, oy kullanmaya gelmeyen seçmenler adına bilahare “EVET” yönünde oy kullanılmış olabileceği şüphesi; söz konusu 7 bin 48 adet sandık için ihmal edilmemesi gereken ve detaylı soruşturmaya muhtaç bir olasılık olarak değerlendirilmektedir.
Tespit 5
1 Kasım 2015 Genel Seçimlerinde, ihmal edilemeyecek derecede muhalefet partisi seçmenine sahip olduğu anlaşılan; ancak 16 Nisan 2016 Halkoylamasında 5 adetten düşük sayıda HAYIR oyunun çıktığı seçmen sandıkları tespit edilmiş olup; bir önceki seçimlerdeki oy verme davranışı ile mukayeseli inceleme devam etmektedir.
Salt bu verilerden de anlaşılacağı üzere yapılan usulsüzlük ve sahtekarlık oy pusulalarının mühürlü mü yoksa mühürsüz mü olduğunun çok ötesinde bir vehamete işaret etmektedir.
The post Mühürsüz Oyların Tamamı “Evet” Çıktı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Pazartesinin Gelişi Cumartesiden Bellidir – Davut Erkan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Son birkaç yıldır toplum sürekli bir seçim cenderesinde tutuluyor. Özellikle Gezi Direnişi’nden sonra toplumda oluşan memnuniyetsizlik ve isyan, 2014 yılı içerisinde yerel seçimler ve hemen sonrasında cumhurbaşkanlığı seçimiyle seçim sandıklarına yönlendirildi. Her seçimden sonra, iktidar meşruiyet iddiasını biraz daha güçlendirdi. İster hükümet seçimi olsun, ister belediye isterse de cumhurbaşkanı. Seçilen seçilmişliğin verdiği meşruiyete güvenerek, toplumun kendisini seçmeyen ve kendisinden memnun olmayan kesimine “bizi istemiyorsunuz ama biz demokratik seçimler sonucunda göreve geldik, bu yüzden bize ve yürüttüğümüz politikalara saygı duyacaksınız” açıklamalarında bulundu. Muhalefet ise, yenilen pehlivan misali her seçimde daha fazla asıldı, aynı oranda da her seçimden daha ezik, daha yenik bir psikolojiyle çıktı. Nitekim MHP’nin bugün AKP’nin “milliyetçilik kolu” haline gelmesinde, aynı “bükemediğin bileği öpeceksin” anlayışının etkisi yadsınamaz.
Ancak kabul etmek gerekir ki, bu seçimler silsilesinde, 7 Haziran Genel Seçimleri ayrı bir eşikti. Büyük oranda oy kaybeden AKP, Kürdistan’a yönelik saldırılar ve katliamlarla toplumda korkuyu ve milliyetçi histeriyi büyüttü. Kürt halkına karşı, belki MHP’nin hayallerinin bile ötesinde bir yok etme politikası yürüten AKP, devşirdiği oylarla yeniden tek başına iktidar oldu. Son raddede MHP, AKP ile “evet ittifakı” kurdu, Doğu Perinçek “AKP bizim programımıza geldi, bizim yanımıza geldi memnunuz.” açıklamasında bulundu.
Tüm bu sürecin önemli bir noktası da tabii ki de 15 Temmuz’du. 15 Temmuz sonrası KHK’lar ve fiili durumlarla sınırsız güç elde eden AKP, elindeki bu gücü eski ortakları olan Gülen cemaatinin yanı sıra, bütün bir muhalefeti ezmek için kullandı. Gülencilerin tasfiyesi sonucu ordu ve polis teşkilatlarının yanı sıra, yargı da tamamen AKP’nin militanlarının denetimine geçti. Bürokrasiden bahsetmeye gerek bile yok. OHAL süresince meclis zaten işlevsiz kalmışken, HDP’nin eş başkanları dâhil milletvekilleri dokunulmazlıkları kaldırılarak tutuklandı. HDP ve DBP’li tüm belediyelere, eş başkanları tutuklandıktan sonra AKP’li kayyumlar atandı.
İşte bu tablonun devam ettiği bir süreçte, Anayasa değişikliği için referanduma gidiliyor. Referandumdan evet çıkarsa anayasa değişmiş olacak ve “Cumhurbaşkanlığı” sistemine geçilmiş olacak. “Hayır” oyu çıkarsa mevcut sistem devam edecek.
Aslına bakılırsa, “evet” çıkarsa Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesinden beri fiilen yürütülen ve artık kimsenin pek de itiraz etmediği partili cumhurbaşkanı ve “yok hükmünde” başbakanlık sistemi yasalaşmış olacak. “Hayır” çıkarsa fiili durum devam ettirilecek.
Hatta AKP kanadından birçok kişi hayır çıkması durumunda Anayasa değişikliğinin yani başkanlık sisteminin yine de gündemde olacağını söyledi. “Evet cephesi”, referandumdan hayır çıkması durumunda ülkede kaos olacağı tehditlerinde birçok kez açıkça savurdu zaten. Yani 7 Haziran seçimlerinden sonra olduğu gibi, AKP seçim yenilgisini kabul etmeyecek ve ne yapıp edip kendi ajandasını topluma dayatacak. Bunu da büyük ihtimalle yine devlet terörü ya da devreye sokacağı yeni bir savaş aracılığıyla yapacak.
“Evet” çıkması durumunda da pek farklı bir tabloyla karşılaşamayacağız. Sınırsız gücü elinde bulunduran mevcut iktidar, bir seçim zaferi daha elde ettiğinde, şimdiye kadar yürüttüğü tüm politikalar aklanmış, devamının gelmesi ise “meşruiyet” kazanmış olacak. Çıkacak sonuç ne olursa olsun devlet; Kürt halkına, devrimcilere, muhaliflere, kadınlara, tüm ötekilere yönelik sürdüre geldiği baskı, zulüm, kapatma, katletme politikasını devam ettirecektir. Ama “yasal başkanlık” sistemiyle, ama “fiili başkanlık” sistemiyle… Biz ezilenlerinse, her halükarda örgütlenme ve mücadele dışında başka bir seçeneği yoktur.
Referandum sonrası yaşanacakları görmek için ne medyum olmaya, ne de çok derin politik analizler yapmaya gerek var, sadece referandum çalışmalarına yönelik devlet terörü dahi, referandum sonrası nasıl bir güne uyanacağımızı görmek için yeterli. Toplumun önüne sunulan iki seçenekten biri olan “hayır” için çalışma yapan parti, örgüt ve kişilere yönelik doğrudan devlet eliyle, yani polis ve yargı eliyle gerçekleşen saldırıların yanı sıra sokakta yaşanan ve failleri korunan saldırılar, yeni dönemin dolayısıyla da referandum sonrasının da ruhunu ortaya koyuyor.
Geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir rapora göre, sadece Mart ayında hayır çalışması yapanlara yönelik 112 gözaltı, 19 saldırı, 17 engelleme gerçekleşti. Elbette bunlar sadece medyaya yansıyanlar.
Sokaklarda hayır stantlarına, afişleme ve bildiri dağıtımlarına, propaganda otobüslerine yönelik birçok saldırı gerçekleşti. Balıkesir’de bir otobüsün lastiklerini kesen kişiler hayır yazılı görselleri çizdi. Denizli’de hayır standına taşlı saldırıda 3 kişi yaralandı. Kayseri’de milletvekiline satırlı saldırı gerçekleşti. Brüksel’de evet afişlemesi yapan 3 kişi, biri kadın 3 HDP’liyi bıçakladı. Evet cephesinde yer alan MHP’nin “hayır” diyen muhalif isimleri kapalı salonlarda dahi toplantı yapamıyorlar.
Referandum çalışması kapsamında afiş asan, bildiri dağıtan, stant açan onlarca kişi gözaltına alındı. Sosyal medya paylaşımları da devletin hedefindeydi, onlarca kişi sosyal medyada yazdıkları nedeniyle gözaltına alındı, tutuklandı.
Dahası, referandumda hayır cephesinde yer alan birçok parti ve örgüte yönelik, operasyonlar gerçekleştirildi. Birçok ilde yapılan şafak operasyonlarıyla onlarca kişi gözaltına alındı ve tutuklandı. Erdoğan nerede miting yapacak olsa, mitingten hemen önce muhaliflere yönelik operasyonlar ve ardından tutuklamalar gerçekleşti.
Devlet, “hayır” propagandasına dahi tahammül edemiyorken seçimden çıkacak “hayır” sonucuna saygı göstereceğini düşünmek safça olacaktır. Tüm sandıklar gibi referandum sandığı da, demokrasi aldatmacasının göz boyama araçlarından biri olmaktan öteye gitmeyecektir. Sandıktan çıkacak sonuç, 17 Nisan Pazartesi gününü değiştirmeyecektir. Çünkü pazartesinin gelişi, cumartesiden bellidir.
Davut Erkan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 38. sayısında yayınlanmıştır.
The post Pazartesinin Gelişi Cumartesiden Bellidir – Davut Erkan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Devrimci Anarşist Faaliyet’in Referandum Üzerine Birinci Bildirisi: “REFERANDUMA DAİR” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Anarşistler ilkesel olarak oy kullanmaz ve seçimlere katılmazlar
Bir oy ile politikleşmek; parti ya da başkan seçimlerinde bir oyluk kampanyaların parçası olarak politikleşmek. Türkiye’de yapılan son seçimlerde seçmenin %87’si seçimlere katılmıştır. Seçimlere katılanların sayısı 49 milyon, katılmayanların sayısı ise yaklaşık 9 milyondur. Sistem değişikliği için önümüzde yapılacak olan referanduma katılım da benzer sayılarda olacaktır.
Seçmen için seçimlere katılmak ne demektir?
Seçimli sistemlerin tümünde, çoğunluk olan iktidar olur. Demokraside, çoğunluğun iktidarı demokratiktir. Çoğunluk olan iktidardır, azınlık olan ise iktidar olamamıştır. Çoğunluğun ve azınlığın ilişkisi, seçimler sürecince iki ayrı yöntemin tartışması şeklinde sürmüştür. Tartışmadıkları tek şey ise seçimlerdir. Seçimler bir grubun toplumu “ben-biz yönetmek istiyoruz” sözüyle başlayan, diğer grubun ise “hayır ben-biz yönetmek istiyoruz” sözüyle karşılık bulduğu bir iddiadır. Seçimler, iddianın taraflarının anlaşarak başlattığı seçmen sayma sürecidir ve seçmenler olmadan gerçekleşemez. Hangi tarafın seçmeni diğerinden çoksa, toplumun yönetimi de o tarafta olacaktır. Seçmen, bu iddialaşmada sadece sayısal bir değerdir. Bu sayısal değer gündelik yaşamında birçok sorunu çözmeye çalışarak yaşayan vatandaş için önemsenecek bir değer değildir. İddialaşmanın tarafları seçimlerdeki katılımı arttırmak için, vatandaşı, sayılan seçmen sıfatından çıkarıp iddianın içine sokmak isterler. Böylece iddiaya katılım artacaktır. Katılımın artması, bir sayı olan seçmenin, öncelikle iddiayı ve sonrasında ise seçimleri ve daha da sonrasında seçimlerin sonucunda oluşacak iktidarı içselleştirmesini sağlayacaktır. Seçmen kazansa da kaybetse de seçimin sonucunu ve seçilmiş tarafın iktidarını kabullenecektir. Vatandaşın bu kabullenmesi, seçimlerde iddialaşan her grubun kazanımıdır. Seçimi kazanan hükümetini sürdürdükçe, kaybeden de muhalefetini sürdürecek ve her iki taraf da bir dahaki seçimleri bekleyeceklerdir.
Seçmen sorumluluğu ne demektir?
Vatandaşın toplumun yönetimine katılması demektir. Atacağı bir oyla toplumun sosyal, ekonomik ve siyasal yönetimine katıldığını sanan seçmen, sorumluluk safsatasıyla yaratılan bu sistemle anlaşacaktır. Anlaşma basittir; kullandığın oy kazansın ya da kaybetsin sen kazanana, yani haklı iktidara, yönetilme hakkını sunmalısın. Bu, kullanacağın bir oyla onaylayacağın anlaşmanın sorumluluğudur.
Seçmenlerin bir oy ile eşitlenmesi ne demektir?
Seçimler sınıflar arası çatışmada bir yanılgı yaratır. Seçimler 1400 lira maaş verilen bir işçiyle 14.000 lira maaş verilen bir mühendisi ve hatta bu işçi ve mühendisin “bir” üretiminden 140.000 lira kazanan patronu bir oy ile eşitleme yanılgısını yaratmaktadır. Aylarca süren ve bir günde biten bu yanılgının ardından toplumsal yönetimde hiçleşen ezilenler, seçilmiş tüm yönetimlerin sömürüsünü yaşarlar.
AKP’nin senelerdir süren genel yönetimi süresince de yeni yasalarla işletilen taşeronluk sisteminin, CHP yerel yönetimlerinde de işlediği aşikardır. Yaklaşık 20 senedir yapılan tüm seçimlerde en yüksek oyu alan bu iki partinin sınıfsal çelişkideki pozisyonları benzerdir. Aralarından birinin hükümet ve diğerinin muhalefet olması, sınıfsal çatışmayı olumlu ya da olumsuz etkilemeyecektir. 140.000 lira kazanan patronun toplumsal yönetime etkisi her daim daha fazla olacak, kapital sahibi olarak yönetime sahip olanlarla sürekli ilişkileri sürecektir. Emeğine 1400 lira verilen işçinin ise yönetime etkisi olmayacaktır. Bir oy ile başlayan ve biten yanılgının bir anlık “bu toplumda ben de varım” mutluluğu ise gündelik yaşamın sosyal ve ekonomik gerçekliğiyle sonlanacaktır.
Kalifiye seçmen olmak ne demektir?
Toplumda çoğunluk kesime ait olmak demektir. Seçimlere giren her grup için toplumun çoğunluğunu oluşturan kesim, seçimin sonucunu belirleyecek olan kitledir. Kitlenin özellikleri, seçim propagandalarının eksenini de belirler. AKP de CHP de, toplumda çoğunluğu oluşturan Türk, Sünni, milliyetçi-ulusalcı gibi toplumda genel geçer değeri olan kesimleri kazanmayı amaçlar. Kalifiye seçmenin dışında kalan seçmen ise, kitle sayısına oranla daha az oy demektir. Bu, kalifiye olmayan seçmenin, seçim propagandalarında ikincil önemde kalması anlamındadır. Böylece vatandaşın sosyal ve ekonomik kimliği, onun seçmenlik derecesini belirlemiş olur.
Seçimlerde iktidara muhalefet olmak ne demektir?
Seçimlerde iktidara muhalefet olmak, geçmiş seçimlerde seçilmemişsin ve gelecek seçimler için umutlusun demektir.
Seçimli sistemlerin tümünde seçime en az iki grubun katılımı gereklidir. Kazanan ve kaybedenin belli olacağı seçim gününe kadar iki grup birbirlerine muhaliflerdir. Kazananın iktidar olması paralelinde kaybeden ise muhalefet olacaktır.
Parlamenter sistemde parlamento içerisinde AKP’nin tüm kararlarına karşı koyan CHP, AKP’nin yaptığı yönetim uygulamalarını, devletin işleyişine ve toplumun yaşamına olumsuz olan etkilerini gündeme getirir. Muhalefetin parlamento içindeki bu misyonu iktidara zıt bir propaganda yapmasını da sağlar. Muhalefetin seçmenle kurduğu salt ilişki artık budur; çünkü seçmenle bir oy için başlattığı anlaşma, seçimleri kaybetmesiyle sonlanmıştır.
Parlamento dışındaki muhalefet ise, muhalefetinin varoluşunu seçimleri kazanan iktidara karşı koymaya dayandırmaz; parlamento dışı muhalefetin dayanağı emperyalizm-kapitalizm karşıtlığıdır. Söz konusu muhalefet, Marksist Leninist sınıf çerçevesinde sınıfsal çatışmanın tarafıdır. Sınıfsal çatışmanın burjuvazi karşısında işçi sınıfının iktidarıyla sonlanacağı devrim için mücadele ederler. Mücadele stratejileri içinde seçimlerde parlamenter muhalefetle pratik bir taraflaşmadan yanadırlar. Bir strateji olarak seçimi savunan devrimci muhalefet, seçim süresince toplumu örgütleme olanağını vurgular. Vatandaşın seçim süreçlerinde bir oy ile yaşayacağı politikleşmeden faydalanabileceğini savunur. Marksist Leninist toplamında bilimsel sosyalist örgütlenmeler, yorum farkları dışında, stratejik olarak seçimlerin kullanılmasını savunur.
HDP Kürt halkının parlamentodaki temsiliyetinin ötesinde devrimci muhalefetin de toparlandığı bir kuruma dönüşmüştür. HDP 1 Kasım genel seçimlerine kadar katıldığı seçimlerde seçmen sayısını sürekli olarak arttırmıştır. Artık parlamentoya bir parti olarak katılma şartı olan %10 seçmen sayısına ulaşabilmekte ve parlamentoda bir parti olarak bulunabilmektedir. Kendi birincil seçmeni olan bölge halkından aldığı oy sabitleşmiştir. Metropollerden alacağı oylarla %10-11 arası iniş çıkışlar yaşamaktadır. Yalnız 1 Kasım ile beraber başlayan TC’nin Kürt Hareketi ile iç ve dış politikalarında karşı karşıya kalması süreci, seçilerek parlamentoya giren HDP’nin yasal-yasa dışı yöntemlerle parlamentodan çıkarılmasıyla sonuçlanmıştır. Seçilmişlerin dokunulmazlıklarına rağmen birer birer yargılanıyor ve tutuklanıyor olması, kural koyucunun yani devletin kendi kurallarını değiştirebilme serbestliğinin göstergesidir. Bir başka gösterge ise genel seçimlerin yanı sıra yerel seçimlerde seçilerek belediye başkanlığını kazanan HDP’li belediyelere kayyum atanmasıdır. Devlet iç ve dış stratejileri paralelinde seçimleri ve seçilmişleri hiçleştirerek, temsili demokrasilerin bir yönetilme yanılgısı olduğunu ispatlamaktadır.
7 Haziran seçimlerinde hepimizin bir parçası olduğu bütünlüklü bir isyan sürecinin, sokak eylemlerinin, yavaş yavaş sandığa sıkıştırıldığını gördük. CHP’den Vatan Partisi’ne varoluşsal olarak olağan karşılayacağımız bu sıkışmanın anlaşılmaz ve karmaşık tarafı, HDP’nin topluma yaptığı sokak değil sandık telkiniydi. Sokak eylemlilikleri toplumsal bir şekilde sürerken seçim kampanyaları içinde erimekte, Kobanê’nin kurtuluşu bile kampanyaya sıkışmaktaydı. Her gün sokağa bir kampanyanın parçası olarak değil kendini gerçekleştirmek için çıkanlar, sokaktan önce sandığın binalarına sonra evlerinin bulunduğu apartmanlara girdiler. HDP, bir oyla bir gün değil, bir direnişle her gün politikleşenlerden “Haydi AKP diktatörlüğüne son” diyerek oy kullanmasını istedi. Seçim kampanyaları, kullanılan oylar ve değişmeyen sistem, değişmeyen devlet diktatörlüğünde birer birer umutsuzluğa dönüştü. “Bu düzen böyle gelmiş böyle gider” söylevi dillerden dillere yayılır olmadı mı? Umudu sokaktan sandığa sıkıştırılanlar ve umudu oy kullanmak sananlar, şimdi, bu yanılgıyı bir başka seçimle tekrarlamak istiyorlar. Oy, umut değil seçmenin politikleşme yanılgısı; seçimler ise adalet ve özgürlük için umut değil, toplumun yönetilme yanılgısıdır.
Seçimler iktidarın ya sürmesi ya sonlanması demektir. Her iktidar toplumun tümünün onayını almak ister, bu onay seçimlere katılarak verilir.
Art arda seçimleri kazanan AKP’nin sürekli çatırdama senaryolarıyla geçirdiği bir iktidar döneminde, zamansız bir referandum seçim sürecindeyiz. Bu zamansız seçimler yani standart periyotta olmayan seçimler, AKP’nin sevdiği seçimlerdir. İktidar olmanın çoğunluk olmanın serbestliğiyle kurgulandığı; iktidarın kurallarını kendinin koyduğu ve beğenmediği kuralı kaldırdığı bir seçim sürecinin daha içindeyiz. Bu referandum, AKP’nin üçüncü referandumu ve AKP bunu da kazanırsa, toplumun şekillendirmesinde önemli bir pozisyonda kazanmış olacaktır. AKP’nin seçim stratejilerinde en önemli ayrıntı kendi seçmen sayısını artırmasını istemesinin yanı sıra seçime katılan seçmen sayısına da artırmak istemesidir. İktidar kendisine muhalif olanların duygu ve düşüncelerini önemsemiyormuş gibi davransa da gerçekte önemser; çünkü iktidarın en çekindiği şeylerden birisi toplumsal onayı alamamaktır. İktidar zaten kendisi için oy kullanan seçmenin onayını almıştır. Muhalif olan seçmenin onayını alması için muhalif seçmenin seçime katılması yeterlidir. Muhalif seçmenin seçime katılmış ve kaybetmiş olması, seçim sonuçlarının meşruluğunu sağlayacaktır. Çünkü meşru olmayan bir iktidar, iktidar olamaz. Kendi iktidarı için en çekineceği şey seçimlere katılımın düşük olması demektir. Direk ya da dolaylı boykot AKP’nin gerçek korkusudur. Bunun için AKP katılımı artırmayı genel gerilimi artırmaya endekslemiştir. Kendi propagandasını yaparken provakatif söz ve eylemlerle muhalefeti gererek, seçmenler arası cepheleşmeyi artırır. Cepheleşme artıkça seçime katılım da artacaktır.
Seçimlere katılmamak tarafsızlık mı demektir?
Yönetme ve yönetilme ilişkisini reddeden anarşistlerin, toplumun yönetimi için yapılan seçimleri de reddetmesi gerekmektir. Bu bir tarafsızlık değil, yöneten ve yönetilenin olmadığı bir dünya için mücadeleye taraflaşmak demektir. Seçimin özgür irade yanılgısı yarattığı aşikardır. Özgür iradesiyle toplumsal yönetime yakınlaştığını ve etki ettiğini düşünen birey, bu yanılgı ile gündelik gerçeklerden uzaklaşacaktır. Bireyin yaşadığı adaletsizliklere, tutsaklıklara, yoksulluğa ve yoksunluklara uzaklaşarak daha itaatkarlaşması kaçınılmazdır. Bireyin yadsındığı toplum anlayışının yarattığı adil ve özgür olmayan bu dünya düzeninde, toplumun yönetiminin seçimle belirlenmediği toplum yoktur. Seçmene sunulan seçenekler bellidir ve seçmenin seçimi ne olursa olsun değişmeyen belli başlı gerçekler vardır:
1) Emeğini ve zamanını satarak yaşamak zorunda olanların, yani ezilenlerin, yönetime etkisi yoktur.
2) Ezilenler için seçim sonrası yönetimlerin uygulamalarında fark yoktur.
3) Kapital sahiplerinin yönetim sahipleriyle çıkar birlikleri vardır.
4) Her toplumda kronikleşmiş iktidar ve muhalefet potansiyeli olan aileler, aşiretler, ideolojik partiler, mezhepler ve etnisiteler vardır. TC’de bu Türk Kürt, Sünni, Alevi, laik, muhafazakar gibi şekillenmiştir.
5) İktidar, devlet-şirket ilişkisinin düzenlenmesinden sorumludur. Bu sorumluluğunu yürütme, yargı ve kolluk kuvvetleri gibi organlarını kullanarak yapar. Bu, ezen ezilen ilişkisinin istenilen sabit şeklinin sürekli savunulması sorumluluğudur. TC’de ve diğer dünya devletlerinin hangisinde seçimleri kazanan iktidarın ezilen sınıfı ezen sınıftan kolladığı deneyimlenmiştir? Seçilmiş muhafazakar, liberal ve hatta sosyalist hiçbir iktidar, ezilenler sınıfının çıkarlarını gözetmemiştir.
Anarşistler seçimlerde oy kullanarak -kullandıkları oy kazansa da kaybetse de- seçimi kazananın iktidarını onaylamayı savunamazlar. Anarşistler, Marksist Leninist bilimsel sosyalistler gibi seçimler süresince seçim kampanyalarına katılarak toplumun örgütlenmesini bir stratejiye dönüştürmezler. Seçimlere katılan taraflar, halkın adalet ve özgürlük taleplerinin tümünün seçim söylevlerinde kapsandığı ve seçimi kazanmaları sonrasında bunun karşılanacağı yanılgısını yaratırlar. Bir yanıyla kapsamlı talep anlamı taşıyan seçim kampanyasının bireysel ya da örgütsel destekçisi-dayanışmacısı olmak, bu yanılgının yayılması sağlamaktır. Seçim sürecini faydalanacak bir fırsata çevirmeyi istemek seçim sisteminin yani bu yanılgının propagandasını yapmak istemektir. Anarşistler, toplumu oluşturan bireyleri oy kullanmama sorumluluğuna çağırmalıdırlar. Bu çağrı, bireyin kendi iradesini, ayrıca adil ve özgür bir dünya isteğini bir partinin ya da başkanın iradesine bırakmama sorumluğudur. Böylesi bir sorumluluk bir güne değil her güne yayılacak bir politikleşmenin başlangıcıdır.
Devrimci Anarşist Faaliyet’in Referanduma Dair Yayınlanan Birinci Bildirisi
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 36. sayısında yayınlanmıştır.
The post Devrimci Anarşist Faaliyet’in Referandum Üzerine Birinci Bildirisi: “REFERANDUMA DAİR” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Keenlemyekün” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Demokrat olmamamızın sebeplerinden biri de, demokrasinin eninde sonunda savaşa ya da diktatörlüğe yol açmasıdır. Fakat diktatörlük destekçisi de değiliz; çünkü başka birçok sebebin yanı sıra, diktatörlük her zaman demokrasi isteğini uyandırır, demokrasiye geri dönüşü kışkırtır ve böylece halkların sahte özgürlükle açık ve vahşi tiranlığın arasında sürekli gidip geldiği kısır döngüyü sürdürür.
Errico Malatesta, 1924
Seçimler siyasal gündemimizden çıkalı bir hayli olmuş. Özlemişiz. Seçim tartışmaları, neyse ki bu sefer biraz erken başladı! 2015 Haziranı’nda yapılması planlanan seçimlerin, Nisan ya da Mayıs gibi yapılması konuşuluyor şimdilerde. Yani en azından hükümetin niyeti bu yönde. Hükümetin son süreçlerde niyetleri ve bu niyetlerini gerçekleştirmesi arasındaki ilişki incelendiğinde, ne kadar başarılı olduğu su götürmez! Erken seçim tartışmaları, özellikle çözüm süreci paralelinde yapıldı. Davutoğlu, çözüm sürecinin “inşallah” seçimlerden önce nihai noktaya getirileceğini vurguladı. Hükümetin çözüm süreci politikalarının olumlu ya da olumsuz sonuçlarının, seçim sonuçlarına etki edeceği bu kadar açıkken, tartışmaların zemini Haşim Kılıç’ın son açıklamalarıyla seyir değiştirdi.
Seçim Dönemlerinin Paket Tartışması: %10’luk Baraj
Aslında seçim barajı tartışmaları, her seçim döneminde tekrar ortaya çıkan “paket tartışmalar”dan biri.
1974’ten darbe dönemine kadarki süre içerisinde, her iki yılda (hatta bazen aynı yılda) bir değişen Bülent Ecevit/Süleyman Demirel hükümetlerinin yarattığı iddia edilen “siyasi istikrarsızlık” ortamının normal bir sonuçlarından biri darbeyse, diğeri seçim barajı.
1980 darbesinin alametifarikalarından biri olan %10’luk seçim barajı, her seçim döneminde bir yanda siyasi istikrar öte yanda demokratik rejim kutupları ekseninde tartışılıyor. Bizzat AKP’nin seçim dönemlerinde dillendirdiği “vesayetçi dönem”le ilişkilendirilen bu uygulamanın kaldırılmasında, iktidar partisinden muhalefet partisine herkes hem fikir! Öyleyse tartışılan ne?
Bu sistem oluşturulurken Kenan Evren ve arkadaşlarının mantığı, ordunun ideolojisiyle zıt düşmeyen (belki askeri kökenli) siyasetçinin kuracağı istikrarlı bir tek parti çoğunluğu, parlamentoda bu hükümetin konumunu sarsamayacak sayıda parti olması ve Kürt halkının parlamentoya parti gönderme ihtimalinin engellenmesi üzerine yoğunlaşmıştı.
Mevcut hükümetin, askeri vesayetle hesaplaştığını iddia ederken eleştirdiği seçim barajını, kendi siyasal iktidarını arttırma ve pekiştirme adına kullanmaktan çekinmediğini/ çekinmeyeceğini baraj tartışmaları üzerinden görmekteyiz. Parlamentoda suni bir çoğunluk, kullanabildikleri ölçüde tüm siyasi partilerin kullanmak isteyeceği bir durumdur. Bu siyasal iktidar, meşruiyetini, üzerine kurduğunu iddia ettiği “millet iradesi”ne dayandıramaz. AKP’nin paket tartışmadaki konumu, açık bir şekilde “İstikrar sürsün, Türkiye büyüsün!” saçmalığından ibarettir.
Demokratik Rejim Cephesi ve Haşim Kılıç
Avrupa Konseyi tarafından organize edilen bir konferansta Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, %10’luk seçim barajına ilişkin kanun hükmünün değişmesi için yapılan başvuruları değerlendirdikleri açıklamasında bulundu.
BBP ve SP’nin, meselenin gündem olmasından önceki başvurularına, gündemde payına düşeni alma hesapları yapan ana muhalefet, CHP İstanbul milletvekili Umut Oran’ın bireysel başvurusuyla hamle yaptı. Kılıçdaroğlu, söylemlerinin merkezini giderek bu meseleye çekerken, demokratik bir rejimin olmazsa olmazı olarak yeni akıllara gelen mesele, “paket tartışmalar”a uygun bir ortamda ilerletiliyor. Hatta TÜSİAD Başkanı Haluk Dinçer bile, barajın düşürülmesinden yana olduğunu açıklayan bir açıklama yaptı. “Demokratik rejim” yanlısı STK’ların açıklamaları, yine de hükümeti rahatsız edecek bir tonda değildi, ya da artık buna özen gösteriliyor.
Haşim Kılıç’ın, barajın düşürülmesi yönündeki ısrarı, AKP’nin totaliter hamlelerine karşı demokrasi savunuculuğu yapanlar için, bu seçimlerde tutunulacak tek dal konumunda.
Seçim gündeminin bu “usül” sorunu etrafında tartışılmaya başlanması, çok geçmeden AKP kanadından karşılandı. Karşılığın bu kadar sert olması, hükümetin, yapılması tartışılan “usül değişiklikleri”ne çok sıcak bakmadığının en açık ifadesi. Keza, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı AKP’li Burhan Kuzu, seçim barajına ilişkin yaptığı açıklamayla, AKP’nin asıl tavrının ne olacağını belirtti. Bu tavır, sadece mevzubahis meselenin gündemleşmesiyle oluşan bir tavır değil. Bu, iktidarını giderek arttıran bir partinin, ideolojisinin ne olduğunun açıklamasıydı.
Keenlemyekün
Keenlemyekün, hukukta bir deyimdir. “Baştan itibaren anlam ifade etmez” gibi türkçeleştirilebilir. Yani “yok hükmünde” anlamına gelir. Bir olayın meydana gelmediğini varsayar. Burhan Kuzu’nun %10’luk baraj kaldırılırsa, kararın keenlemyekün olacağını ve uygulamayacaklarını söylemesi; kuvvetler ayrılığı ya da birliği ilkesinin, bir parti için ne kadar kullanışlı olabileceğinin en iyi göstergesi. Tabi manevra yapmayı bilene! Kuzu, partisinin ahkam kesme politikasını devam ettirerek, seçim barajının indirilmesi durumunda Anayasa Mahkemesi’ni ‘kalsın mı, gitsin mi?’ noktasına getireceğini belirtmekten de geri durmuyor.
Seçim barajı üzerinden konuşulmaya başlanan seçim gündemi, altı ay öncesinden halihazırda önümüzde duruyor. Seçim barajının yüzde kaç olacağı ve seçimleri hangi partinin kazanacağı tartışmalarının gölgesinde kalan siyasal gerçeklik, bu gölgeden çıkartılmalı.
Siyasi, ekonomik ve sosyal baskılara maruz bırakılan kesimler, siyasal ifade bulma noktasında keenlemyekün ilan ediliyorken; baraj tartışmaları da, seçim tartışmaları da, ezilen kesimler için anlamsızdır. Bu siyasal iktidardan nemalanacaklar, ana muhalefetiyle iktidarıyla seçim gündemini tüm siyasal gerçekliklerin önüne taşımayı, tüm siyasi-ekonomik-sosyal sorunlara çözüm olarak seçimleri göstermeyi amaçlamaktadır.
Farklı iktidar odaklarının konumlarını korumaları için illa meşruiyet aramadıklarının deneyimlendiği zamanlardayız. İşçi cinayetlerinin geçici ve alışılan gündemler sayıldığı, kadın katliamının her geçen gün büyüdüğü, ekonomik sömürünün ve yolsuzluğun, ekolojik talanın pekiştiği bir zamanda; tüm sorunlara parlamentoda çözüm arayacaklara, hatırlatılması gereken koca bir toplumsal devrimler tarihi var.
Siyasi istikrardan meşruiyetini alan totaliter rejim ve demokratik rejim arasındaki ilişki, birbirinin zıttı olmaktan çok, destekleyicisi konumundadır. Bu, yoldaş Malatesta’nın da vurguladığı gibi, kısır bir döngüdür. Bu kısır döngüyü yıkacak, keenlemyekün ilan edilen ezilenlerin yaşamlarının gerçekliğini var edecek bir öz-örgütlülüğe ihtiyaç vardır. Devrimci ve anarşist bir hareket, toplumsal devrimler tarihinde her zaman bunun adı olmuştur.
Hüseyin Civan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Keenlemyekün” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşist Seçim Tartışmaları (2) appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İkinci yazımızda, Worker Solidarity Movement (İrlanda)’dan Paul; Federazione Anarchica Italiana’dan Dario ve Anarchist Group Amsterdam’la yaptığımız röportajlara yer verdik.
Chiapasların, Rojavaların, Taksim-Gezi’nin seçimlerle, sandıklarla kazanılmadığını hatırlatarak…
Öncelikle ülkenizdeki güncel politik durumdan bahseder misiniz; kaç parti var ve halk üzerindeki etkileri nedir? Bu partiler gerçekten iddia ettikleri gibi toplumun içindeki kesimleri temsil ediyorlar mı? Ve eskileriyle yenilerini karşılaştırırsak, siyasi partilerde büyük değişiklikler var mı?
Paul: İngiltere’ye karşı bağımsızlık kazanıldıktan sonraki iç savaşı takip eden ilk seçimlerin yapıldığı 1923’ten beri sırayla iktidara gelen iki egemen parti var – Fine Gael ve Fianna Fail. Bu iki parti iç savaşın iki tarafını temsil ediyor ve çoğu İrlandalı ailenin soyu birine ya da ötekine dayanıyor. Her iki parti de sağ kanat, savaşı kazananlar, Fine Gael (FG), ulta-muhafazakar tam sağ; ve kaybedenler, Fianna Fail (FF), popülist merkez sağ. Savaşı kaybetmesine rağmen, FF cumhuriyetin kısa tarihinin çoğunda efektif olarak iktidarda kaldı. Bir de ufak Emek Partisi var. Sosyal-demokrat oldukları varsayılıyor ama iktidara sadece en sağ kanat parti FG’nin küçük koalisyon ortağı olarak gelebiliyor. Bugün, kriz, emlak değerlerinin düşüşü ve Troyka’nın kurtarma planı sonucunda düşen FG koalisyonu yerine, FG-Emek koalisyon hükümeti var. Ayrıca Troçkistlerin ve bağımsızların (hem soldan, hem “o-kadar-sol-değiller”den) oluşan Birleşmiş Sol İttifak bloğunun beş üyesi parlamentoda ama blok dağıldı. İrlanda seçim sisteminin, buranın yerel ve kayırmacı politikaları nedeniyle birçok bağımsız parlamentere yer açan garip bir yapısı var.
Dario: Tıpkı Avrupa’daki diğer ülkeler gibi İtalya da sert bir ekonomik krizle karşı karşıya. Toplumsal koşullar birkaç yıl önce hayal bile edemeyeceğimiz seviyelere indi. İtalyan Endüstri Konfederasyonu’nun (patronların birliği) en son açıklamasına göre üretim %25 azaldı. İşsizlik %15’e, genç nüfus içindeki işsizlik %41’e yükseldi. Yöneten sınıf krizden faydalanıp karlarını ve emek sömürüsünü artırıyor. İşçilerin koşulları kötüleşiyor ve sürekli işsizlik tehdidi altındalar.
2011’den beri bu kemer-sıkma politikalarını yürüten geniş-tabanlı hükümetler, parlamentoda hem sağ hem sol partiler tarafından destekleniyor. Bu partiler şimdi de, halkın kurumlara olan inancı kaybolduğu için, yeni liderler çıkarıyorlar ve koalisyon değişikliği yapıyorlar.
PD (Demokratik Parti) son genel seçimlerde ilk partiydi ve şimdi yenİ bir lideri var: Matteo Renzi. Son haftalarda partisinin, Enrico Letta (PD) yönetimindeki geniş tabanlı hükümete olan desteğini geri çekti. Böylece Şubat’ın son günlerinde Letta’nın yerini Renzi aldı ve şimdi aynı geniş koalisyon tarafından desteklenen yeni hükümetin başında. PD, 1991’den sonra üç kere ismini değiştiren eski Komünist Parti. PD, şu anda orta-sol partilerin en büyüğü. PD, son yıllarda ABD ve NATO’nun savaşlarını destekledi ve çalışma koşullarını kötüleştiren, ücretleri düşüren iş kanunları önerdi.
2009’da Silvio Berlusconi’nin kurduğu sağın büyük partisi PDL (Özgürlüğün İnsanları) artık yok. 2013’te PDL’nin aşırı-sağ kanadı ayrılarak Fratelli d’Italia (İtalya’nın erkek kardeşleri, ulusal marşın ilk mısrası) partisini kurdu. Tekrardan muhafazakar birliği sağlamak istediler fakat başaramadılar. Son aylarda PDL tümüyle bölündü. İçişleri Bakanı Angelino Alfano, geniş tabanlı hükümeti doğrudan destekleyen NCD (Yeni Merkez- Sağ)’yi kurdu. Berlusconi, parlamentodan atıldıktan sonra siyasi arenada tekrar rol kapmak için eski partisi doksanların Forza Italia’sını mezarından çıkardı.
Lega Nord partisi (kuzey ligi), kendini kuzey İtalya’nın göçmen işgali ve devletin uyguladığı vergilere karşı son savunması olarak tanımlayan, sağ-kanadın ırkçı bir partisi. Bu parti doksanlarda doğdu ve geçen yıla kadar kuzeyin endüstri bölgelerinde çoğunluğu sağlıyordu. Propagandası Roma bürokrasisine ve güney bölgelerin “parazitliğine” karşı odaklanmıştı. Aslında bu yirmi yıl içinde kuzeyin mitini büyük işletmeler, kumarlar ve onlarca milyonluk karlarla birleştirmişlerdi. Lega Nord son yıllardaki rüşvet skandallarından sonra çökmeye başladı.
Sol ve komünist partiler geçen yıllarda PD hükümetinin savaş yanlısı ve emek karşıtı politikalarını destekledikleri için birliği kaybettiler. Bu yüzden solun çoğu parlamento dışında.
Şubat 2013’te yapılan son genel seçimlerde tüm bu partiler oy kaybettiler ve oy vermeyenlerin oranı yükseldi.
Bu durumda, tartışmasız, partiler toplumun gerçek bir temsili değiller, tasarruf tedbirleri tüm partilerin (sol ve sağ) desteğini alıyor ve partiler sadece kemer sıkma politikaları yürütmek için istikrarlı hükümetler kurmaya çalışıyorlar.
Son genel seçimlerde, eski komedyen Beppe Grillo’nun liderliğinde M5S (Beş Yıldız Hareketi) denilen yeni bir parti, %25’e ulaştı ve üçüncü oldu. Bu parti eski politikacı sınıfın rüşvetçiliğine karşı pozisyon aldı ve yoksullaşan orta sınıfta birlik sağladı. Bu, politik krizden faydalanmaya çalışan yeni popülist partilerden sadece bir tanesi. M5S kendini, rüşvete karşı ve doğrudan demokrasi taraftarı, internette doğan bir hareket olarak sunuyor. Gerçekten de internete dayanan, militanı, ofisi ve eski partilerin kullandığı geleneksel yapıları kullanmayan bir parti. Fakat M5S, doğrudan demokrasiyi sadece içi boş bir slogan olarak kullanıyor çünkü hem yerel, yem de genel seçimlere katılıyorlar. Dahası, üyeleri internet üzerinde partinin duruşunu tartışıp oylayarak tanımlasa da gerçekte politik pozisyonlara liderleri karar veriyor. Bu parti değişimin tek yolu olarak kendini öneriyor ve bu da devlet için kullanışlı çünkü geleneksel partilerin kaybettiği güveni tekrar politik sistem içindeki bir alternatife yönlendiriyor.
AGA: Hollanda’daki politik durum hakkında uzman olmadığımı söylemeliyim. Fakat seçimler ve etrafındaki anarşist örgütlenme hakkında fikrim var, o yüzden bu soruları cevaplamak isterim.
Hollanda’da temsili sistem var. Bu, pratikte her zaman bir koalisyon hükümeti olması ve birçok farklı siyasi partinin olması anlamına geliyor. Bu aynı zamanda, sanılanın aksine aralarında neredeyse hiç fark olmaması anlamına geliyor. Tabii ki ben bir anarşistim ve parlamenter politikaya hiçbir ilgim yok, birçok insan benim söylediğime katılmayacaktır. Ama şöyle bakın: Parlamentodaki 12 siyasi parti arasında, ‘Hayvanlar Partisi’nden 50 yaşın üstündeki insanların partisi (50PLUS)’a ve ‘Sosyalist Parti’ye kadar, hiçbir anti-kapitalist parti yok. Anti-neoliberal parti bile yok, belki SP hariç.
Partilerin üçü ‘Hristiyan’ parti ve görünüşe göre bunun anlamı kadın haklarına ve LGBT meselesine tepkili bir tavırları var (yine de bence hiçbiri homoseksüelliğe açıkça karşı çıkacak kadar ileri gitmeyecektir). Bunun dışında ılımlı neoliberal ve AB yanlısı bir gündemleri var.
Sol kanat kabul edilen üç partiden sadece Sosyalist Parti sol gözüküyor, o da bir yere kadar. Yüzeyin altına biraz indiğimizde, her zaman bir anti-göçmen duyarlılık varlığını sürdürüyor. Diğer iki parti devlet bürokrasisinde sadece birer kariyer aracı ve onlardan ‘sol’ olarak bahsetmenin ideolojik bir temeli yok. Dahası bu partiler aşırı sağın politik çerçevesini sahiplendiler.
Aşırı sağda Özgürlük ve Demokrasi için Halklar Partisi (VVD) ve yandaşı Özgürlük Partisi (PVV) var. Şu anda iktidarda sayılırlar (Emek Partisiyle (PvdA) birlikte ama bu bir kariyer makinasından başka bir şey değil).
Bugün, üç partili sistemin yaklaşık 55 yılda geldiği noktada, politik manzara istikrarsız hale geldi. Hollanda’da, nerdeyse her yerde olduğu gibi, refah devletini söken ve özelleştirme ve baskı gibi neoliberal politikaları yürütenler ‘sol’du. İşçi sınıfının üst katmanındaki ve orta sınıfın alt katmanındaki seçmen, aşırı derece ihanete uğramış hissediyor ve sağ kanat bunu kendi lehine kullanıyor. Sağ kanat oy kazanmak için ulusalcılığı, yabancı düşmanlığını ve korkuyu olabildiğince kamçılıyor. Bu yolda, inanılmaz bir hızla sağa kayarken kontrolü kaybetmekten korkan muhafazakar elit dışında karşılarına çıkan kimse yok. Bu kayma devam ederken seçim sonuçlarının pek önemi yok gibi gözüküyor.
Anarşistler bu siyasi yapıyı nasıl etkiliyorlar? Siyasi arenadaki sözü nedir?
Paul: İrlandalı anarşistlerin parlamenter yapı içinde ya da yerel yönetimlerde doğrudan hiçbir etkisi yok çünkü ne seçimlere giriyoruz, ne de diğerlerine oy aktarıyoruz. İrlanda’da yerel yönetimlerin alışılmadık kadar zayıf olduğunu belirtmemiz gerekir. Fakat bir politik aktivistin bir yerel üyesi olarak seçilip parlamento üyeliği olma yolunda “yağlı direğe” tırmanması nispeten kolay. Dolayısıyla, anarşistler dışında sol eğilimlerin hepsi, liberal sol, stalinist, troçkist, her neyse seçim siyasetiyle meşgul oluyor. Anarşistler, bu politik kampanyalara bulaşmanın sol aktivistlere verdiği hasarları eleştiriyorlar, çünkü bütün dikkatlerini adayların görünürlüğünü artırmaya ve İrlanda’nın politik dünyasındaki bağımlılık ve kayırmacılık ilişkilerini korumaya veriyorlar. Bu da sıradan insanları kendi işlerini yapmaktan alıkoyuyor ve bunun yerine işleri bir şefin onlar yerine yapmasını talep ediyorlar.
Dario: Anarşistlerin toplumdaki ve politik duruma etkileri, toplumsal hareketlerle doğrudan ilişkili. Şu anda anarşist hareket bir “avangart” değil. Etkisi, işçilerin ve ezilenlerin, devletin baskısına, kapitalizmin tahribatına ve sömürüsüne karşı verdiği mücadelelerden geçiyor. Bu hareketler güçlü olduğunda, anarşist etki de güçlü oluyor. NO TAV hareketinde bunun net bir örneği var. Bu halk hareketi yirmi yıldır, devletin yüksek-hızlı-tren yolu için uranyum ve asbest dolu dağlarda tünel kazmak istediği Susa Vadisi’nde ekolojik katliama karşı savaşıyor. Anarşistler başından beri bu hareketin içindeler. Şimdi TAV hareketi karar alma sürecinde anarşist yöntemlere çok yakın yöntemleri benimsiyor ve uyguluyor. Yüzlerce insan, hareketin meclislerinde, hiyerarşik bir yapı olmadan, her seferinde oybirliğine ulaşmaya çalışarak tartışıyor. Hareket aynı zamanda mücadele biçimi olarak doğrudan eylem uyguluyor ve baskılara karşı dayanışmayı örgütlüyor.
Son yıllarda NO TAV hareketi İtalya’daki tüm hareketler için gerçek bir model oldu.
Bu hareketler içinde anarşist etkinin çok güçlü olduğunu söyleyebiliriz.
Ne var ki İtalya’da tasarruf tedbirlerine karşı geniş bir hareket yok, işçi mücadeleleri hala zayıf ve mücadele alanları hala bölünmüş durumda. Yani anarşistler sadece mücadelelerin olduğu ve anarşistlerin bu mücadeleye katıldığı şehirlerde toplumu ve işçileri etkiliyorlar.
AGA: Şu anda anarşistleri ulusal politik arenada etkileri yok denecek kadar az. Radikal solda seçim siyaseti karşıtı tavırlar çok karışık. Bazıları sağa kayışı tersine çevirmek için SP’ye oy verilmesini savunuyor. Bazıları güçlü bir ‘sol’ hükümetin bir şekilde radikal solu ve anarşistleri ‘koruyacağını’ bile düşünüyor (bana sorarsanız hiç gerçekçi değil). Ve oy vermeyip (oy pusulalarını yakan fotoğraflarla birlikte tam tekmil) ayaklanma çağrısı yapan bir kısım var. Fakat tartışmanın dönüp dolaştığı yer SP’ye oy vermek ya da hiç oy vermemek.
Anarşistlerin özellikle seçim zamanlarındaki yaklaşımı nedir? Ve bu yaklaşım toplumda nasıl yer alıyor?
Paul: Geçmişte “Hiç-kimseye oy verin, Hiç-kimse sorunlarınızı dert ediyor, Hiç-kimse sizi gerçekten dinleyecek” gibi sayısız hiciv kampanyası yaptık. Fakat şimdilerde öyle geliyor ki, böyle bir yaklaşım sadece alaycılığı yaygınlaştırıyor ve seçimlerin kendisi kadar güçsüzleştiriyor. Dolayısıyla genelde sadece seçimlerden değil, anti-seçimcilikten de uzak duruyoruz. Bize göre sorun insanların oy kullanması değil, oy kullanmak dışında hiçbir bir şey yapmadan bir şeyleri değiştirmeyi beklemeleri. Bu yüzden seçim zamanı bütün sol, adayların fotoğrafları gazete ve TV’ye çıksın diye sembolik olarak eylemlere katılmak ve seçim gezileri yapmak somut hiçbir şey yapmazken, biz doğrudan eyleme dayalı kampanyalar yürütüyoruz ya da desteklemeye çalışıyoruz. Ayrıca kendi çevremiz için, seçim yerine doğrudan eylemi neden seçtiğimizi anlatan öğretici çalışmalar (miting, propaganda, vb.) yapıyoruz.
Dario: Anarşistler olarak politik güç sorununda net pozisyonlarımız var. Anarşist hareket 1872’de İsviçre’de, Saint Imier Kongresi’nde doğdu. Kongrenin kararı şu anlama geliyordu: “herhangi bir politik iktidarın yok edilmesi proletaryanın ilk görevidir”. Dolayısıyla oy vermemek, anarşistler için bir taktik ve strateji meselesi değildir. Anarşizmin teorik sisteminin bir parçasıdır.
Oy vermemek ideolojik bir soru değildir, sadece bir slogan değildir. Somut bir pozisyondur çünkü anarşistlerin istediği şey, işçilerin ve halkın, eylemleri yoluyla herhangi bir politik iktidarın baskısından kurtulduğu, öz-yönetime dayalı, devrimci bir toplumsal dönüşümüdür.
İtalya’da anarşistler seçimleri boykot propagandası yaparlar. Bu kampanyada anarşistler somut toplumsal alternatiflerin örneklerini de gösterirler. İşçiler ve halk, sadece anarşistlerin iktidarı istemediğini ve hiçbir zaman onları ezmeyeceğini ya da sömürmeyeceğini biliyor.
İtalya’da şu anda oy vermeme oranı çok yüksek ve belki de oy vermeme kampanyaları yapmak daha önemli. Partilere artık güvenmeyenler ve oy vermeyenler aslında devrimci değiller. Ama anarşistler onlara bir değişim yolu gösterebilir ve öz-yönetimin somut örneklerini verebilirler.
AGA: Anarşistler Hollanda’da ufak bir azınlık ve seçimlere anarşist bir yaklaşım uzun zamandır yok. Bunu bazı çıkartmalar ve posterlerdeki sloganlarla özetleyebiliriz: Oy verme, kararları kendin ver! Ve eğer oy vermek bir şeyi değiştirebilseydi çoktan yasaklanmış olurdu. Seçimlerde verilen oy sisteme olan güvenin oyu olarak da görülebildiği için insanlara oy vermeme çağrısı yapıyoruz.
Ama son zamanlarda insanlar bu tutumlarını değiştirmiş, seçimler sirkinin vadettiği imkanların kokusunu almış gözüküyorlar. Artık o kadar içi boş bir ritüel (Bir Demokrasi Şöleni!) haline geldi ki, o kadar gerçeklerden uzaklaştı ki, çoğu insan, bazı anarşistler bile, basitçe, kime oy verdiğinizi geçin, oy verip vermediğinizin bile fazla önemi olmadığını düşünüyor. Dolayısıyla meseleyi oy vermeye odaklamak gerçekten anlamamak demektir.
Anarşist bir ağ örgüt olan Vrije Bond’a bağlı bir grup, iki yıl önceki genel seçimler zamanında astıkları afişlerde biraz farklı bir yaklaşım getirdiler. Örneğin bir tanesinde Tahrir Meydanı’ndaki bir Mısırlı kadın vardı ve şöyle yazıyordu: Bu Mısırlı kadına oy verilemiyor… Ama yine de o, diğer binlercesiyle birlikte Tahrir Meydanı’nda protesto ederek, bir diktatörü devirmeyi başardı. Bu, anlamlı politik değişimin oy vererek değil kolektif eylem yoluyla olacağına işaret eder.
Anarşistlerin seçim zamanı düzenledikleri ana eylemler ya da kampanyalar nelerdir? Anarşistler tarafından harekete geçirilen bu kampanyalar ya da eylemler amaçlarına ulaştı mı?
Paul: Son seçimler 2011’de, 2008 sonrası kemer sıkma politikalarına ve 2010 Troyka kurtarma paketine karşı kitle hareketlerinin olduğu zamanlarda yapıldı. Çoğunluğun beklentisi, hükümetten kurtulup yerine yenisini koyunca bir değişim olacağı yönündeydi ve bu beklenti hareketi sabote etti. Tabii ki beklentiler gerçekleşmedi.
Dario: Seçimler sırasında anarşistler oy vermeme kampanyalarının yanı sıra her zamanki girişimlerine devam edebilirler. Anarşistler politik girişimlerinin herhangi bir alanında basitçe böyle bir kampanyayı getirebilirler, öz-yönetim örneklerini herhangi bir mücadelede ya da içinde bulundukları herhangi bir harekette verebilirler. Tek amaç devletin ezmesine karşı bir alternatif göstermek olduğu için genelde amaca ulaşılır.
AGA: Seçimlerin aldığı gösterişli saçmalığa alternatif arayan insanlara yönelik yayınlar yapan anarşistler var. Ve 2012’de ‘Tilburg Anarko-cemiyeti’, seçimlerin olduğu gece “Oy vermek daha iyi bir dünyaya götürür mü?” konulu bir forum düzenledi.
Ama seçim siyasetine karşı en iyi propaganda yine seçim siyasetinin kendisidir. Şüphesiz bu zamanlarda politik sistemin boş propagandası bir hezeyana dönüşüyor ve ona kendi mesajınızı iliştirmek çok kolay olmalı. Bu fırsatı, diğer zamanlarda karşımıza çıkanlarla karşılaştırdığımızda, bu dünyanın geçip gitmesini seyretmek yazık olur. Ama artık hatalı şekilde, oy verme eylemine çok fazla ağırlık vermeyi bırakmalıyız. Birkaç yılda bir oy pusulasını doldurup doldurmamanız önemli değil. Bunu bir mesele olarak koymayı tamamen bırakmalı ve gerçek meselelere odaklanmalıyız.
Dünya çapında, birbirinden etkilendiği söylenen hareketler olduğunu biliyoruz. Bunlardan bazıları doğrudan demokrasiye ilişkin büyük deneyimler yarattılar. Ve bazıları da hükümet gücünü amaçlayan partilerin seçim kampanyalarına evrildi. Tüm dünyada meydana gelen bu yeni toplumsal hareketler sonrasında seçimlerin yeni anlamını yorumlar mısınız?
Paul: Bizim için, gerçek hareketlerin – yani üyelerinin gerçekten katılımına, doğrudan demokrasiye, doğrudan eyleme dayalı hareketlerin- temsili biçimlere, seçimciliğe ve sonra da hükümete dönüşmeleri ve ardından kaçınılmaz olarak bunu başlatan gerçek hareketin baskılanmasına yol açması, yeni bir şey değil. İşçi hareketlinin doğuşundan beri sürekli tekrarlanan çok, çok eski bir hikaye. Burada, İrlanda’da Yeşiller Partisi kurulurken radikal iddiaları vardı. Liderlerinin bazıları, Batı Mayo’da Shell’e karşı direnişte doğrudan eyleme katılmışlardı. Bir sonraki seçimlerden sonra Yeşiller Partisi bu son FF hükümetinin küçük koalisyon ortağı oldu ve zamanında direnişe katılan aynı Yeşiller Partisi lideri Shell tesislerini destekleme görevini aldı ve bu işi yaptı. Eğer bir gün Syriza Yunanistan’da iktidara gelirse, hikaye aynı olacak. Hep böyle oldu ve hiç kimse değişik bir sonuç almak için materyalist perspektifte aslında neyin değiştiğini gösteremedi. Deliliğin tanımı, aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı bir sonuç beklemektir sözü, Einstein bunu hiçbir zaman söylememiş olsa da, sol ve seçimler söz konusu olduğunda kesinlikle doğru.
Dario: Değişik ülkelerde, çok değişik geçmişleri olan değişik hareketleri ele almak zor bir iş. Her halükarda, son yıllarda, ezilmeye ve sömürüye karşı yeni bir direniş dalgasının Akdeniz bölgesini ve ötesini salladığı bir gerçek.
Bu yüzden sadece bazı genel yorumlarda bulunacağım. Her şeyden önce, bazı hareketlerin ya da bu hareketlerin bazı kısımlarının sandık yoluna gitmeleri yeni bir şey değil. Ne hareketler, yeni liderler, yeni gündemler çıkabilir ama sandık yolu her zaman aynı “iktidara gelme” mitolojisini takip eder. Bu bir yanılsamadır ve 150 yıllık bir numaradır. Fakat bu son hareketlerde bir şey değişti. Doğrudan demokrasi ve öz-örgütlenme yaygınlaştı. Bu hareketlerin içinde aktif olan anarşistler olarak, devlet olmadan toplumsal ve politik dönüşüm konusunda toplumsal bir tartışma başlatmamız gerekiyor. Bu hareketlerin içindeki direnişin ve öz-yönetimin somut potansiyelini vurgulamamız gerekiyor.
AGA: Seçimler, yöneten elitin sistemi çökertmeden kendi farklılıklarını yarıştırma yoludur. Bugün de eskisinden farklı bir anlam taşıdığını düşünmüyorum. Ama çoğu insan, politikacıların işsizlik, kriz ve ekolojik yıkım konusunda hiçbir şey yapamayacağını artık açıkça görüyor. Tüm dünya meydana gelen isyanlarda gördüğümüz umut verici gelişmelerden biri politikacılara ve politikaya yönelik genel tiksinti. Kolektif mücadele, katılan insanları dönüştürüyor ve öyle büyük ufuklar ve olanaklar açıyor ki sistemin bize sunduğu sınırlı seçenekleri daha da bunaltıcı hale geliyor. Ama şu anda tüm dünyadaki bu toplumsal hareketlerin, temeldeki sistemi yok etmeye gücü yetmiyor. Bu durum değişmediği sürece ‘hareketi temsil etmeye’ hazır politikacılar hep olacaktır ve fark yaratan bir alternatif görmedikleri sürece, onlara oy veren insanlar olacaktır.
Çeviri: Özgür Oktay
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 17. sayısında yayımlanmıştır.
The post Anarşist Seçim Tartışmaları (2) appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>