The post “Şehir Eziyeti Bahar Alerjisi” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Soğuk kış günleri sona erdi, geldi bahar. Aylardır hasret kaldığımız güneş, içimizi ısıtmaya başladı. Toprakta bin bir çeşit ot bitti, ağaçlar çiçeklendi, polenler uçuştu. Bu güzel havalarda elbette ki evde oturmak yerine, dışarı çıkmak tercih edilir oldu. Kimimiz açan güneşi hissetmek, yeşillenen toprağın keyfini çıkarmak için sokaklara atsak da kendimizi; bahar kimileri içinse kaşıntıyla, burun tıkanıklığıyla ve dayanılmaz bir baş ağrısıyla eziyete dönüştü.
Bahar alerjisi, diğer bir adıyla “mevsimsel alerjik rinit”, bahar aylarında en sık karşılaşılan alerjik hastalıktır. Ortaya çıkması için, baharla birlikte gelen herhangi bir alerji yapıcı etkene maruz kalmak ve bağışıklık sistemimizin bu alerjene duyarlı olması yeterlidir. Bağışıklık sistemi, vücudu, bakteri, virüs gibi zararlı olabilecek mikroorganizmalara karşı korur korumasına ancak bazı maddelere karşı duyarlı olabilir ve bu maddelerle karşılaştığında kontrolünü kaybedebilir. Alerji dediğimiz hastalık da zaten normalde zararlı olmayan maddelere karşı vücudun verdiği tepkidir.
Vücut, verdiği bu tepkiyle, alerjen maddelerin etki alanlarında -yani hedef organlarında- bir takım biyokimyasal reaksiyonlar oluşturur. Normalde zararlı olmayan maddeleri zararlı olarak algılayıp “histamin” adı verilen bir salgı üretir ve savunmaya geçer. Histamin, vücut sıvılarının damarlardan dokulara geçmesine neden olur ve salgının fazla miktarda üretilmesi sonucu yukarıda bahsi geçen alerjik belirtiler ortaya çıkar.
Günlük kullanılan tabletler ya da yıllık yapılan aşılarla hafifletilebilse de, alerjiye karşı henüz %100 işe yarayan bir tedaviden söz etmek mümkün değildir. Bahar alerjisi şikayetlerini azaltmanın en önemli yolu ise alerji etkisi olan maddeden kaçınmaktır. Polensiz bir ortam yaratılamayacağı için alerjisi olan kişilere açık alan gezintilerini azaltmak önerilir, eve gelindiğinde kıyafetleri değiştirmek gibi basit hareketlerin şikayetleri azaltacağı söylenir.
Bahar alerjisinde, baskın olarak dış faktörlerin yanı sıra, genetik yatkınlığın da payı vardır. Ancak genlerde var olan yatkınlık, hastalığın muhakkak oluşacağı anlamına gelmez. “Şehir çocuğu hastalıklarından biri” olarak da bilinen bahar alerjisinin doğadan tamamen ayrışmış, betonların arasına hapsedilmiş olanlarımızda daha sık görüldüğü, su götürmez bir gerçektir.
Ancak şunu da söylemeden geçmemek gerekir; bir kısmımızın yakındığı ve belki de yılın en güzel aylarını bir eziyete dönüştüren bu alerji, devletin “bahar alerjisi”nin yanında devede kulak kalır.
The post “Şehir Eziyeti Bahar Alerjisi” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Ranta Dönüştürülen Şehirler” – Didem Deniz Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Müzakere sürecinin ardından başlayan savaşın son aylardaki bilançosuna bakarsak, savaş bölgesindeki birçok farklı şehirde yaşayanların neredeyse tamamının göç etmek zorunda bırakıldığını ve bu şehirlerde taş üstünde taş kalmadığını görüyoruz. Hafriyat kamyonlarının bu denli çabuk devreye girmesi, katliamların izlerinin silinmek istenmesi yanında; TOKİ ve benzeri müteahhitler eliyle “dönüşüm”ün başlatılmasındaki aceleciliği de ele veriyor. Daha ölenlerin yası tutulmadan, bu yıkıntıların yerlerine yapılacak binaların konuşuluyor olması, kimilerince yaşamın normalleşmesi adına sevindirici addedilse de; sorumlulardan hesap sorulmayan ve giderek unutulmaya yüz tutacak bir döneme giriliyor olması bakımından, son derece ürkütücü.
Hükümetten aldıkları tüyolarla, daha savaş sürerken evlerinden ayrılmak zorunda kalanların ellerindeki tapuları yok pahasına satın alan kimi uyanık “girişimci”, şimdi elinde tuttuğu tapuları devlete satarak, ranttan kendi payını almanın telaşında. Daha sabırlı olanlar ise, biraz daha bekleyerek, paylarını daha da büyütmenin hesabında. Acele kamulaştırma ile ellerinden alınacak evleri peşinata sayılıp borçlandırılması gibi bir plan düşünülüyor; ama düşük geliri ya da hemen hemen hiç sabit geliri olmayan bir ailenin bu yeni binalarda yer almaları elbette mümkün değil. Burada amaçlanan, mağduriyeti gidermek için çözüm sunmak değil; el koymak, yaygın tabiriyle, soylulaştırmak.
Operasyonların bittiğinin açıklanmasına rağmen, sokağa çıkma yasaklarının devam ettiriliyor oluşu, oldukça kuşkulu. Evlerine geri dönmek isteyen halkın ısrarı kırılmaya çalışılıyor ve uzayan bu sürede, onların da evlerini ele geçirmenin hesapları yapılıyor. Bu danışıklı dövüş, rantın, devletin her bir kurumunun bilgisi dahilinde olduğunu gösteriyor. Ve anlaşılan askeriye de savaşın giderlerinin bir kısmını, ele geçirdiği kentlerdeki rant yoluyla karşılamanın hesabında. “Bölünme” konusunda çok hassas olan bu kurumların, rantın bölünmesiyle ilgili bir sıkıntı duymamaları ilginç olsa gerek.
Üstelik tüm bunlar, henüz Toledo masalı gerçekleşmeden açığa çıkan paranın kavgası. Rantın en uç modeli olarak sunulan Toledo gerçekleştiğinde, buradan, pek çok kimsenin zenginliklerini daha da çok artıracağını görmek çok da zor değil. Sahip olduğu kültür varlıklarıyla zaten önemli bir yer olan Sur’u Toledo’ya benzetmek için önce Gazze’ye ve Saraybosna’ya benzeten başbakanın, tüm parklarını AVM’lere ve otoyollara dönüştürdüğü İstanbul’da da, “şehrin kalbine hançer gibi saplanan yapılar”a izin vermeyeceğini açıklamasının da, aynı aklın ürünü olduğunu anlamak zor değil. Cerattepe’de gerçekleştirilmek istenen talanla karşımıza çıkan Cengiz İnşaat’ın, Sur’da da etkili olan inşaat şirketlerinden biri olması, tesadüf olmasa gerek.
Son olarak, bahsedilen tüm bu yıkımın üzerine düzenlenen Kentsel Dönüşüm Ve Akıllı Şehirler Kurultayı’nda konuşan Erdoğan, baklayı ağzından çıkardı ve Sur’un yıkılarak yeniden biçimlendirilmesi düşüncesini başbakanken planladığını ve hatta 2011 seçimlerinde bir proje hazırlattığını söyledi. Erdoğan, Sur’u seçimle ele geçiremeyince işletemediği planlarını, şimdi, askeriyenin yardımıyla devreye sokmaktan dolayı memnuniyetini gizlemiyor. Aslında şu günlerde de, “ilçelerimizin harap olarak kalmalarına göz yumamazdık” diyerek, belki de bölgede en çok ihtiyacını duyduğu şey olan ve olası bir başkanlık referandumunda elini rahatlatacak olan siyasi bir rant elde etmenin hazzını da yaşıyor diyebiliriz.
Operasyonların bittiğinin açıklanmasına rağmen, sokağa çıkma yasaklarının devam ettiriliyor oluşu, oldukça kuşkulu. Evlerine geri dönmek isteyen halkın ısrarı kırılmaya çalışılıyor ve uzayan bu sürede, onların da evlerini ele geçirmenin hesapları yapılıyor.
The post “Ranta Dönüştürülen Şehirler” – Didem Deniz Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Bir İmar Planı Olarak Savaş – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Devletlerin başını çektiği bütün savaşlar, ya bir imar planın başlangıç hamlesidir ya da dolaylı olarak bir “imar planının” parçası olarak vuku bulur. Bakınız, tarihteki bütün büyük savaşlar, bir dönüm noktasının kıyısında gerçekleşir: “Bir devrin sonu, yeni devrin başlangıcı…” nidalarıyla anılır. Savaş yıkımla başlar, önce eskinin izleri süpürülür. Sonra yenisi için uygun koşulların hazırlanması için temel “temizlenir”. Galip olanın hırsları ve planları doğrultusunda yeniden üretilir her şey.
TC’nin kuruluşu da böyle olmuştur örneğin. Üretilen türklük anlayışı üzerinden bina edilir her şey. Rumlar mübadele ile, Ermeniler soykırımla, Kürt Alevileri bombalarla “temizlenirler”. Yeni ideoloji, atılmış bu temellerin üzerinde şekillenir.
Bu senaryonun hemen hemen aynısı, günümüzde yaşadığımız topraklarda tekrar vuku bulmakta. Devletin yeni sahiplerinin kurmak istediği yeni ideolojinin önüne taş koyan ne varsa, yok edilmektedir!
Pekala bu savaş, sadece top ve tanklarla mı yürütülüyor? Sadece Kürdistan’ı mı hedef alıyor? Yalnızca insanları mı öldürüyor? Tabi ki hayır. Bu savaşın farklı bir cephesinde, tankların yerini iş makineleri alıyor; sadece Kürdistan değil, tüm coğrafya hedefleniyor. Salt insanlar değil; ormanlar, hayvanlar kısacası bütün bir ekosistem öldürülüyor.
“Temiz enerji” olduğu iddia edilen RES’ler için, Urla’da 1300 ağaç kesiliyor. Nükleer anlaşmaların biri gidiyor, öteki geliyor. Aynı şehre 4 termik santral birden yapılıyor. Yaşadığımız toprakların neredeyse her karışında bir taş ocağı peydah oluyor. Karadeniz ve Kürdistan’da fellik fellik “kaya gazı” aranıyor. Madenler, coğrafyanın bir ucundan girip öte ucundan çıkıyor. HES’lerden bahsetmemize gerek bile yok; akan her damla su, rant uğruna tutsak alınıyor.
Kentler, kapitalizmin istekleri doğrultusunda dönüştürülüyor. Parklar, bahçeler, mahalleler temizleniyor. Şehirlerde yaşam adına kalan son parçalar da, daha fazla kar uğruna “soylulaştırılarak” yok ediliyor. Soylulaştırılan şehirlerin soyluluğuna leke süren sokak hayvanları, toplama kamplarına gönderiliyor.
Şurası açık ki, savaş tek bir yerde cereyan etmiyor; tek bir savaş, farklı cepheler üzerinden yürütülüyor!
Devlet hiçbir savaşı tek bir cephe üzerinde yürütmez. Bir yerde bir etnik temizlik varsa; bilin ki, başka bir yerlerde “iktisadi” amaçlarla doğa talan ediliyordur. Bir yerlerde doğa talan ediliyorsa; bilin ki, orada birileri başka birileri üzerinden daha da zenginlişiyordur!
Fakat devlet sinsidir. Yaşama karşı yürüttüğü bu bütünlüklü savaşı, birbirleriyle bağlantısı yokmuş gibi göstermek konusunda hünerlidir. Birinin köyüne bomba atarken ötekininkine santral kondurur. Fakat birini kalkınma, ötekini de milliyetçilikle kör ettiği için; aynı şiddete maruz kalanlar, diğerlerinin yaşadıklarına karşı dilsizleşir.
Evet bir savaş var! Devlet ile “biz” arasında bir savaş: Bu savaş mahallelerle, güvenlikli siteleri yapanlar arasında, bu savaş ormanlarla toprakları delik deşik edenler arasında sürüyor. Bu savaş katillerle onlara direnenler arasında sürüyor! Bu savaş yaşam ile ölüm arasında sürüyor!
Özgür Erdoğan
[email protected]
Bu Yazı Meydan Gazetesi’nin 31. sayısında yayımlanmıştır.
The post Bir İmar Planı Olarak Savaş – Özgür Erdoğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>