The post Almanya’da Göçmen Tarım İşçileri Grevde appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bornheim’daki Rumen tarım işçileri grevde. Yaptıkları yaban kedisi* grevi, ırkçı ve aşırı sömürü koşulları altında bile mücadelenin mümkün olduğunu gösteriyor. Bu yazı ilk olarak akweb.de sitesinde yayınlanmıştır.
15 Mayıs Cuma günü Bornheim’daki (Kuzey Ren-Vestfalya) Spargel Ritter şirketinin 250 mevsimlik işçisinden bazıları kuşkonmaz ve çilek tarlalarında çalışmayı bıraktı ve yerel basını bilgilendirdi. Yönetim polisi aradı, ancak yıldırma girişimi başarısız oldu. Grev medya tarafından geniş bir şekilde ele alındı.
İşçiler, vaat edilen 1.500 ila 2.000 avro yerine 100 ila 250 avroluk gülünç derecede düşük ücret aldıkları ve boş bir binada mezarlık ile kanalizasyon arasında insanlık dışı koşullar altında yaşadıkları için kızgın. Grev sonucunda, derhal erken işten çıkarılma ve barınma yerlerinden atılma tehdidi ile karşı karşıya kaldılar. Spargel Ritter, Mart’tan beri hatta bazı kaynaklara göre, Ocak ayından beri iflas etti ve şimdi Bonn yakınlarında bulunan hukuk firması Andreas Schulte-Beckhausen tarafından yönetiliyor. Nisan ayında firma, Almanya’daki göçmen mevsimlik işçilerini, şirketin iflas durumunda olduğunu bildirmeden işe aldı. Görünen o ki tasfiye memuru, şirketi yeni yatırımcılar için cazip hale getirmek için gerekli tüm araçları kullanıyordu.
Protesto, 18 Mayıs Pazartesi günü, yaklaşık yüz harici destekçinin katıldığı barınma konteynırlarında anarko-sendikalist sendika FAU tarafından düzenlenen bir mitingle devam etti. Özellikle kadın işçiler sömürülmelerini protesto ederken etkileyici ve öfkeli konuşmalar yaptılar. Daha sonra, ücretlerini ödemediği halde bir kısmını ödediğini iddia eden şirketin yakındaki avlusunda birlikte gösteri yaptılar. Karşılarında ücretleri yerine polisler ve saldırgan güvenlik görevlilerinin oluşturduğu bir zincir buldular. Tasfiye memurunun stratejisinin işçileri bölmek ve birbirlerine karşı getirmek olduğu açıkça anlaşıldı: Bazılarına 600 avro, diğerlerine ise sadece 50 veya 70 avro ödendi. Güvenlik görevlileri, ödemeler sırasında FAU avukatının bulunmasına karşı çıktı ancak polis avukat mevcudiyetini zorlayınca kabul ettiler. Göçmen işçilerin tecrit edilmesi genellikle bu tür aşırı sömürünün büyük ölçüde göz ardı edilmesine yol açarken, Bornheim davası ülke çapında bir sansasyona neden oldu. FAU Bonn’un attığı tweetteki gibi pazartesi zor bir gündü: “Zor bir gün sona eriyor. Sonuçtan tatmin olamasak da: Birkaç yüz avroluk ücretin ödenmiş olması, sınıf düşmanının paniğinin sonucudur. Yarın 2. tura geçeceğiz.”
Salı günü, mevsimlik işçiler ve dayanışma eylemcileri bu kez Bonn şehir merkezinde, tasfiye memurunun ofisinin dışında başka bir miting için bir araya geldiler. Oradan da on kişilik bir işçi grubunu kabul eden Romanya Büyük Elçiliği’ne gittiler. Konsolos, işçileri sakin ve düşünceli olmaları yönünde uyardı. Konaklama yerlerine dönmeli ve beklemelilerdi çünkü konsolos o sıra Alman Tarım Bakanı Julia Klöckner’ın daveti üzerine Berlin’de bulunan Romanya Çalışma Bakanı Violeta Alexandru ile temas halindeydi. Konsolosa göre, Berlin’den sonraki ikinci durağı zaten Bonn olacaktı ve Çiftçiler Sendikası ile görüşecekti.
Çarşamba günü, bakan gerçekten de lojmanlara geldi. Hiçbir sendika temsilcisine izin verilmeyen Rumen işçilerle uzun bir görüşmeden sonra “her şeyin çözüldüğünü” açıkladı. Ödeme meselesi bizzat kendisi tarafından takip edilecek ve bakanlık Romanya’ya ücretsiz bir dönüş sağlayacaktı ya da Alman Çiftçiler Birliği ile mutabık kalınarak başka bir şirkete devredecekti. Görüşme bittikten sonra on kişilik gruplar -bilinmeyen bir yerde yapılacak ödeme için- otobüslere bindirildi. Destekçiler işçilerle birlikte tüm ödemeler için bir avukatın ve tercümanların bulunduğundan emin oldular, ancak önce cep telefonlarını teslim etmeleri gerekiyordu.
Bu şüpheli ödeme prosedürüne güvenilemediğinden, taraftarlar “bilinmeyen yerlere” giden otobüsleri izledi. Gözü dönmüş polis ise tabi ki bunu engellemeye çalıştı. Otobüsler, güneşin alnında ödemelerin yapıldığı alanda duruncaya kadar, bu takip çilek tarlalarında saçma sapan vahşi batı tarzı bir kovalamacaya dönüştü. Avukat, işçilerin herhangi bir fesih anlaşması imzalamadığından emin oldu ve birçok işçi mahkemede ücret taleplerini kontrol etmek için avukata vekaletname verdi. FAU Çarşamba akşamı asgari kazanımlara ulaşıldığını duyurdu.
Sistematik Bölünme
Grevde Romanya’dan ve Polonya’dan tüm işçilerin yer almaması, farklı sözleşmelerin yol açtığı bölünmeden kaynaklanıyor. Daha yüksek ücretler vaat edilen Haziran ayına kadar değil de Eylül’e kadar sözleşmesi olan işçiler grev nedeniyle tehlike altındaki iş sözleşmelerini fark ettiler ve ortaya çıkan huzursuzluğu eleştirdiler.Mevsimlik göçmen işçilere ek olarak, Nisan ayının sonundan bu yana Almanya’dan yaklaşık 200 işçi işe alındı. Bu gruptan bir işçinin bize söylediği gibi, çeşitli ülkelerden gelseler de Almanya’da ikamet ettikleri için onlar “Alman takımı” olarak adlandırılıyor. Çiftçilerin hasadı korumak için yaptığı yardım çağrısına yanıt veren gençler ve kısa süreli çalışma veya işsizlik nedeniyle acilen paraya ihtiyaç duyan insanlardan oluşan rengarenk bir mürettebat. Doğu Avrupa’daki işçilerin aksine, parça başı esasına göre değil saatlik ücretle çalışıyorlar ve ırkçı farklılaşmayı belirginleştirmek için asgari ücret olan 9,35 avrodan birkaç sent daha fazla alıyorlar. Bunun bir başka nedeni de Almanya’dan eğitim almamış işçilerin bu tür işleri daha uzun süredir sürdüren Doğu Avrupalı işçilerle aynı hızda çalışamayacaklarıdır.
İş yerinde, “Alman” ve “Rumen” sütunlar – bunlar patronlar ve ustabaşıları tarafından kullanılan bölücü terimlerdir – çilek tünellerinde çalışırken kesinlikle ayrı tutulur, ancak dolu kasalar teslim edildiğinde birbirleriyle karşılaşırlar. Ancak, iletişim genellikle dil engeli nedeniyle başarısız olur. Cuma günü “Rumen sütununun” eksik olduğu fark edildi, ancak grev kelimesi Cumartesi gününe kadar “Alman sütununa” ulaşamadı. “Alman sütunu” Cumartesi ve Pazartesi günleri çalışmaya devam ettikten sonra, patronlara göre “çalışma ortamı” çok sıcak olduğu için Salı günü evlerine gönderildiler.
Geçtiğimiz haftalarda, Almanya’daki tarım ve mezbaha işçilerinin rezil çalışma ve yaşam koşulları hakkında artan raporlar olmuştur. Bunun temel nedenleri, işçilerin maruz kaldıkları ve enfeksiyonlara karşı koruma eksikliği nedeniyle mevcut korona durumunda daha da tehdit edici olan insanlık dışı yaşam koşullarıdır. Almanya vaka sayılarının azlığını kutlarken özellikle güvencesiz koşullar altında yaşayan ve çalışan insanların arasında enfeksiyonların yayılması şaşırtıcı değildir. Sankt Augustin’deki mülteci konaklama yerleri, Dissen’deki mezbaha ve Baden-Württemberg’deki ölen bir Rumen saha çalışanı bu skandal durumlara örnektir.
Çok Şey Öğrenebileceğimiz Yaban Kedisi Grevi
Rumen saha çalışanları başlangıçta kendi kaderlerine terk edildiler. Onların haykırışları, başta önce FAU olmak üzere sol kanattan destekçiler tarafından duyuldu. Peki ya en büyük inşaat sendikası IG BAU? Peki ya DGB federasyonu? Parlamento üyeleri? İhtimal yok! Az para ve az kaynakla, FAU Bonn, somut dayanışmanın başlıca örneği olarak dil engeline rağmen işçileri her adımda desteklemeyi başardı.
Bu mücadele her şeyden önce güvencesiz ve örgütlenmemişlerin bile kendilerini savunabileceğini gösteriyor. Bu deneyim gelecek için cesaret veriyor. Ve şu anda Çiftçiler Birliği aracılığıyla başka çiftliklere yerleştirilenlerin grev virüsünü başka alanlara taşıyıp taşımayacaklarını göreceğiz. Romanya’da tüm büyük günlük gazeteler Bornheim’daki grevi duyurdu. Bu da mevsimlik işçilerin özgüvenlerini ve haklarını güçlendirebilir.
Korona krizinde, enfeksiyon tehlikesi göz önüne alındığında, koronadan önce de felaket olan, ancak yıllarca gizli kalan çok sayıda toplumsal sorun tartışma konusu haline geldi. Kriz durumunda, insanlar başlangıçta bireysel düzeyde yük ve sıkıntılarla başa çıkabilirler. Ancak çeşitli sektörlerde, toplu mücadelelere kolayca dönüşebilecek mikro direniş süreçleri şu anda gerçekleşmektedir. Bazı durumlarda bu mücadeleler bir araya gelirken, diğerlerinde bölünmelerin ve hiyerarşilerin üstesinden gelinmesi gerekir.
*Yaban Kedisi Grevi: Büyük sendikaların izni, desteği olmadan işçilerin özörgütlenmesi ile gerçekleştirilen grevlere verilen isimdir.
Çeviri: Burak Aktaş
The post Almanya’da Göçmen Tarım İşçileri Grevde appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Yenice’de 40 Maden İşçisi Maden Ocağında Açlık Eyleminde appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>26 Şubat’tan beri iş bırakan ve yerin altında açlık eylemlerini sürdüren madenciler, Dev Maden-Sen’e üye oldukları için yaşadıkları baskıların son bulmasını ve atılan işçilerin geri alınmasını istiyor.
İşçiler, patronlarının kendilerini sendikalarından ayrılmadıkları sürece maaş vermemekle tehdit ettiğini ve dört aydan beri ücret alamadıklarını söylüyor.
The post Yenice’de 40 Maden İşçisi Maden Ocağında Açlık Eyleminde appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Sendikalı İşçi Sayısı Açıklandı: %13 appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Çalışan işçilerin sadece yüzde 13,84’ünün sendikalı.
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın hazırladığı 2020 Ocak ayı istatistikleri açıklandı. Raporda, 13 milyon 856 bin 801 işçiden 1 milyon 917 bin 893’ü, yani çalışan işçilerin yüzde 13,84’ünün sendikalı olduğu belirtilirken, Türk-İş, 1 milyon 18 bin 92 üye ile en fazla üyeye sahip sendika konfederasyonu oldu. Türk-İş’i 666 bin 303 üye ile Hak-İş, 184 bin 852 üye ile DİSK izledi.
Tüm iş kolları arasında genel işler işkolundaki Hizmet-İş Sendikası 302 bin 911 üye ile en fazla üyeye sahip sendika olarak belirlendi.
The post Sendikalı İşçi Sayısı Açıklandı: %13 appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşist Ekonomi Tartışmaları (32): Direnişin Altyapısını Yeniden İnşa Etmek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İçinde bulunduğumuz ekonomik kriz her geçen gün kendini daha fazla hissettirirken; bu kriz durumunun, yıkmaya çabaladığımız bu ekonomik ve siyasal düzenden bir çıkış anı olabileceği sık tartışılanlar arasında. Ancak tartışmaların göz ardı etmemesi gereken bir boyutu var. Ekonomik kriz kendisini biz ezilenlere dayatırken ve kaçınılmaz şekilde krizin faturası ezilenlere kesilmeye çalışılırken; bizim de bu durumdan çıkış için ne gibi pratikler sergileyebileceğimizi konuşmak ve dahası yapmak. Jeff Shantz’ın Direnişin Altyapısını İnşa Etmek, isimli makalesi işte böyle bir süreçte Anarşist Ekonomi Tartışmaları dizisinde paylaştığımız bir makale. Taban örgütlenmesi ve sendika çalışmalarında deneyimli bir anarşist ve daha önce Anarchy, Social Anarchy, Green Anarchy, Earth First! gibi dergilerde de bulunmuş Jeff Shantz’ın yazısı, bir yandan yaşamsal örgütlenmelerin toplumun politizasyonundaki öneminden bahsederken, öte yandan da muhalefetin geleneksel yapılarının çalışma sınırlarını genişletmesine odaklanıyor.
Anti-kapitalist ve alternatif küreselleşme hareketlerinin, ne istemedikleri konusunda çok net oldukları ama ne istedikleri konusunda net olmadıkları söyleniyor. Son zamanlardaki hareketler, amaçladığımız alternatif dünyaya bakışlarını uygulamaya koyan düşünsel ve eylemsel pratikleri sürdürmek konusunda kesinlikle öncekiler (1910’lar ve 30’ların işçi hareketi; 60’lar ve 70’lerin toplumsal hareketleri) kadar etkili olmadılar. Meslektaşım Alan Sears bugünkü yetersizliği “muhalefetin altyapısındaki” düşüşe bağlıyor. Seatle’da 1999’dan sonra olduğu gibi anti-kapitalist hareketlerin büyüme olasılığı karşısında örgütlenme meselesi ve çeşitli faaliyetlerin birbirleriyle ve toplumsal dönüşümü amaçlayan daha geniş hareketlerle ilişkileri daha acil hale geliyor. Yine de resmi ya da gayri resmi, kökleri işçi-sınıfı topluluklarında olan dayanıklı örgütlerin olmayışı umutsuzluğa ya da alternatif küreselleşme gruplarının çoğunda olduğu gibi alt-kültürlere geri çekilmeye neden oluyor. Bugün, sadece eylemcileri ve örgütleyenleri değil, özellikle mevcut krizden feci halde etkilenen işçi sınıfından yoksul insanları ayakta tutmak için “direnişin altyapısını” yeniden inşa etmeye acilen ihtiyacımız var.
“Muhalefetin altyapısı” kavramı toplumsal hareketlerin isyanın spontan ifadelerinin ötesine geçip mobilizasyon ve muhalefeti sürdürürken yararlandığı bütün kaynakları ifade eder. Muhalefetin altyapıları çoğu zaman, STK’lar ya da sendikalar gibi ana akım ya da reformist grupların radikal gruplara kendi amaçları için ayırdığı kaynakları içerir. Alan Sears bu kavramı uyarlayarak, hareketlerin ortak belleklerini sürdürme kapasitelerini geliştirmek, kolektif tasavvuru inşa etmek, tartışma ve analiz yapmak için kullandıkları her çeşit pratikler anlamında kullanıyor. Örnek olarak sendikalar ve sosyalist parti örgütlerindeki sol beyazları veriyor ve ekliyor: “Muhalefetin altyapısını yeniden inşa projeleri ve sosyalizmi yeniden canlandırmak bir bütün olarak birbirine bağlıdır.” Bunlar açıkça sınırlı ve sorunludur.
Bu yaklaşım resmi politik örgütleri vurguluyor. Bense yoksul ve işçi sınıfı toplulukların ihtiyaçlarını karşılamak adına, resmi ya da gayri resmi, toplumsal kurumlara öncelik verilmesi gerektiğini savunuyorum. Günümüzde direnişin altyapıları sosyal merkezleri, barınma inisiyatiflerini, paylaşma sofralarını, ulaşımı, topluluk medyasını, özgür okulları, kitabevlerini, kafeleri, barları ve klüpleri içerebilir.
Ehrlich anarşistlere önce alternatif kurumları geliştirmelerini telkin ediyor. Bunlar, eski toplumun bağlamında yeni toplumun bir benzeri şekilde ifade ettiği aktarım kültürünün yapı taşlarıdır. Örgütleyenler bu yapılar içerisinde sürdürülebilir topluluklar oluşturmak için gereken temel ihtiyaçları karşılamaya çalışabilirler. Sears, 11 Eylül 2001 sonrası politik karşı saldırı tarafından gelişimi yarıda kesildiği için şu anda muhalefetin altyapısının çok zayıf olduğuna dikkat çekiyor.
Anarşistler insanların spontan örgütlenme kapasitelerini hep vurgularlar ama “spontan” gözüken şeyin önceden var olan kapsamlı radikal pratikler temelinden geliştiğini de kabul ederler. Önceden var olan deneyimler ve ilişkiler olmadığında insanlar, toplumsal ayaklanmanın harareti içinde anlaşmazlıkları gidermek ya da eski disiplinli öncü örgüt anlayışına dönmek durumunda kalırlar. Özgürleştirici toplumsal dönüşüm, herhangi bir isyan öncesinde radikal değişime aktif katılım deneyimi ve eski toplumun kabuğunda yenisini inşa etmek için önceki yapıları geliştirmek gerektirir.
Özgür okullar olsun işgal evleri ya da karşı-medya olsun birçok alternatif kurum alternatif toplumsal altyapıları geliştirmek için bir araç olarak ağlar oluşturur. Günümüzdeki projeler hala çok yeni. Belki yeni medya faaliyetleri ve internet ağları hariç hiçbiri pratik alternatifler önerebilecek ölçeğe ulaşmadı. Yine de hepsi birden, onları ortaya koyan projelerin çok ötesine geçebilecek pratik alternatiflerin yapı taşlarını inşa ediyorlar.
Olasılıklar
Tabii ki her bir topluluk, mahalle ya da bölgenin acil ele alınması gereken sorunları vardır. İnsanlar ihtiyaçlarının ne olduğunu kendileri kararlaştıracaklar. Toronto’da direnişin altyapısını oluşturma çabaları konusunda kendi deneyimim üzerinden bunu açıklayabilirim. Sınırlı kaynaklarımızı etkili yönlendirmek için birkaç öncelikli toplumsal mücadele alanına odaklanmayı kararlaştırdık. Anti-faşizm kapsamında faşistlerle sokak kavgasına girmedik ama ABD/Kanada sınır polisine karşı artan göçmen gözaltılarını durdurmaya çalıştık. Anti-yoksulluk çalışması, çeşitli mahallelerde kiracı birliklerini ve diğer toplum temelli örgütleri güçlendirmenin yanı sıra, Yoksulluğa Karşı Ontario Koalisyonunun başı çektiği, devletten sınırlı talepleri olan Ücretleri Arttır kampanyasına destek verdi.
Alternatif küreselleşme örgütleyicileri işçi mücadelelerinde, Kuzey Amerika’daki birçok küreselleşme karşıtı örgüt için olduğu kadar sendikalar için alışılmamış olan ilginç gelişmelere katkıda bulundular. Sendikalarda ve diğer işyeri örgütlerinde anti-kapitalist bir perspektif geliştirmek, gerçekten de alternatif küreselleşme eylemcilerinin genelde ihmal ettiği amaçlardan biri. Birçok sol grup enerjilerini sendika seçimlerinde aday listeleri oluşturmaya ya da muhalefet kurultaylarına odaklarken, taban örgütünü ve militanlığı geliştirmek için yapılacak birçok iş var. Sendika yönetimi ne yaparsa yapsın, bütün yereller ve işyerleri çapında militan ve mobilize taban hareketi inşa etmediğimiz sürece örgütlü işçilerin gerçek gücünün ortaya çıkmayacağını savunuyoruz.
Dahil olduğum birkaç girişimden biri acil servis idi: yoksul ve işçi sınıfı bölgelerinde sendikalı olmayanlarla doğrudan dayanışma eylemleri yapan sendika üyelerinden oluşan hızlı-cevap ağları. Toronto’da, hem grev dayanışmasını koordine etmek ve hem de işi olan, olmayan, sendikalı, sendikasız işçiler arasında bir öz-örgütlenmenin oluşmasına yardım etmek için bir acil servis oluşturuldu.
Acil servis bütün resmi sendika yapılarından bağımsız ve sıradan işçilere, sendikasız işyerlerinde çalışan işçilere ya da işsizlere açıktır. Acil servis patronların her türlüsüne karşı doğrudan eylemi destekler. Kanada kapsamında göçmen dayanışması, kiracı koruması, işgal evi hakları ve sosyal yardım konularında doğrudan eylemlere, yasallığı umursamayan oldukça fazla sayıda taban-sendikacıyı mobilize ederek çok önemli destek sağladı. Eylemlerinin kapsamı belirli kolektif anlaşmalarla ya da işyerleriyle sınırlı olmayan acil servis, işyeri eylemlerindeki savunmanın yanı sıra topluluklar için de mobilize oluyor. Sadece Ontario işçileri, acil servis ile birlikte birçok insanın sınır-dışı edilmesini engelledi, ev boşaltmaları durdurdu, grevlerde kazanım sağladı ve reddedilen insanların sosyal yardım haklarını kazandı. Bu örneklere dayanarak Peterborough ve Montreal’deki işçiler yakın zamanda kendi şehirlerinde acil servis ağlarını kurmaya başladılar. Montreal’de bir araya gelen Güvencesiz İşçiler Ağı öncelikle örgütsüz ve işsiz işçiler arasında örgütleniyor.
Önceki sendikamda yoksulluk-karşıtı bir çalışma grubunun oluşturulmasına yardım etmiştim. Sendika, sendika içinden ve dışından üyeleri olan çalışma grubuna bir ofis, telefon ve diğer kaynakları verdi. Çalışma grubu geleneksel sendikacılığın beklentilerinin ötesinde eylemler yapıyor ve üye olsun olmasın, icra, ev sahibi, patron ve polisle ya da sosyal yardımlar ve diğer devlet bürokrasisi konusunda sorun yaşayanlarla dayanışma gösteriyor. Resmi formların doldurulmasından kazıkçı bir işverene ya da ev sahibine karşı doğrudan eyleme kadar her konuda dayanışma içindeler. Etkilenenler kendi durumlarına en iyi nasıl yaklaşılacağına kendileri karar veriyor ve çalışma grubunun kaynakları ve insanları ile birlikte karar işletiliyor. “Olağan kanalların” neredeyse hiçbir zaman yoksulların lehine işlemediğini bilen çalışma grubu, insanların ihtiyaçları için ne gerekiyorsa yapmak konusunda kararlı. Sendika üyelerinin ifadesiyle, sendika kaynakları sadece pazarlıklar için kullanılmaz, işçi sınıfı topluluklarının kaynaklarıdır ve direnişin altyapısının bir parçasıdır.
Bunlar sadece ilk elden deneyimlediğim örnekler. Henüz sosyal merkezlerden, paylaşma sofralarından, barınma ve yerleşim inisiyatiflerinden bahsetmedim.
Düşünceler
Radikal mücadelelere ve dönüşüme sadece düşünsel olarak değil örgütsel olarak da hazır olmalıyız. Direnişin altyapısı, isyan dönemlerinde ve sonrasında insanların radikal toplumsal değişimi sürdürmesinin bir aracıdır.
Sendikalı bir ailede büyüyen bir çocuk olarak, üyelerin güzel zamanları paylaşmak, tartışmak, oynamak ve arkadaşlık için bir araya geldiği bir çok özel gün hatırlıyorum. Bu etkinlikler üyelerin ve ailelerinin, paylaştıkları kültürün, topluluğun ve karşılıklı yardımlaşma pratiğinin maddi ve manevi faydasını gördükleri mekanlar sağlıyordu. Fabrikada çalışmaya başlayıp yerele üye olduğum dönemde ise bu etkinliklerin ve mekanların çoğu geçmişte kalmıştı. Darda kalan iş arkadaşlarım dayanışmayı ve desteği yerelin ortak mekanları yerine çoğu zaman, hortlayan dinde ve muhafazakar klüplerde buluyorlardı.
Belki de sağın 1980’ler ve 1990’larda yaptığı başarılı örgütlenmeden çıkarılacak derslerden biri budur. İhtiyaç ve kriz zamanlarında evangelist kiliseler kapitalist yabancılaşmaya karşı kurumsal destek ve duygusal savunma sağladılar (tabii ki muhaliflerin taklit etmeyeceği yollarla). Birçok tarikat üyelerine gıda, giyecek ve barınma sağlıyor. Birçoğu cemaatlerinden birinin evini inşa etmek için yüzlercesini mobilize edebiliyor. Sol bu altyapı kapasitesini geliştirmek konusunda aktif değildi ama biz kendi mahallelerimizde bunu yapmalıyız.
Direnişin altyapısı insanları alternatif toplumsal mekanlar yaratmaya teşvik eder ve özgürleştirici kurumlar, pratikler ve ilişkiler buralardan beslenir. Daha kapsamlı toplumsal dönüşümü teşvik eden kurumların yaratılmasıyla ekonomik ve politik öz-yönetimlerin başlangıçlarını içerirler. Aynı zamanda bazı bireysel ve kolektif hayatta kalma koşullarını ve şimdiden büyümeyi sağlarlar. Dünyayı değiştirmenin yolu devleti ele geçirmekten değil insanların kişisel ve kolektif güçlerini geliştirebilecekleri imkanlar yaratmaktan geçer.
Direnişin altyapıları belirli toplulukların, mümkün olduğu kadar egemen devlet ve kapitalist yapılara alternatif olan ama işleyen, ekonomik ve toplumsal sistemler inşa ettiği durumlar yaratır. Topluluğun gıda, barınma, iletişim, enerj, ulaşım, çocuk bakımı, vb. ihtiyaçlarını karşılamak konusunda en azından bir başlangıç noktası sunan alternatif kurumlar etrafında örgütlenirler. Bu kurumlar devletin ve sermayenin egemen ilişkilerine ve kurumlarına karşıdır ve onlardan bağımsızdır. Bürokratik sendikalar ya da siyasi partiler gibi işçi sınıfının “resmi” organlarına karşı da mücadele edebilirler. Bu kurumlar uzun vadede resmi yapıların yerini almak niyetiyle kısa vadede onlarla mücadele eder.
Genelde iyimser politikaların sorunu, bugünün hiç durmadan kendini geleceğe dayatmasıdır. Bu kurumların, kapitalizmin kabuğunda ortaya çıkmış oldukları için lekelendikleri hep hatırlamak gerekir. Bu doğum onlarda geçmişin izini bırakır. Ayrıca etki alanlarını ve kapsamlarını sınırlamak ve sürdürülme kapasitelerini aşındırmak için baskı yapar. Aynı zamanda, bir isyan olacağını ya da başarılı olup olmayacağını bilemeyeceğimiz için şimdiden, yaşamak istediğimiz ilişki biçimlerine yakın durumları yaratmak için çaba harcamaya değer. Geniş kapsamlı tasavvurumuzu ifade eden alternatif kurumların ve ilişkilerin yaratılması kendi başına arzulanan bir şeydir. Yeni toplumu inşa etmeye devam ederken, şimdiden daha özgür ve güvende yaşayabileceğimiz mekanları özgürleştirmek ya da yaratmak önemlidir.
Tabii ki bu yaklaşımın sınırları vardır ve çoğu kişi alternatif örgütlenme biçimlerinin yavaş yavaş mevcut iktidar biçimlerinin yerine geçeceği fikrine şiddetle karşı çıkar. Herhangi bir noktada bu alternatifler mevcut iktidar biçimlerine karşı gerçek bir tehdit oluşturursa, aşırı olması muhtemel bir polis şiddetiyle karşılaşacaktır. Bu mekanların savunulması gerekecektir. Onların varlığı üzerine olan çatışma bizzat, diğer dönemlerde gördüğümüz beklenmedik radikal ayaklanma biçimlerini üretebilir.
Bazılarının umduğu gibi iktidar kurumlarına aldırmamak yeterli değildir. Kapasitelerinin ve güçlerinin aşındırılması ve azaltılması gerekir. Geçmiş deneyimlerin öğrettiği birşey daha vardır: Varlığını öncelikle bir karşı-kültür ifadesi olarak ortaya koyan hareketler ya karşı kültür unsurlarının metalaştığı ve kapitalist değişim mantığı ile çevrelendiği, saf değiştirmenin bildik tehditleriyle karşılaşır ya da karşı-kültürler basitçe yok sayılır, “kendi haline bırakılarak” müsamaha edilir.
Direnişin bu altyapılarının ne kadar dayanabileceği sorusu tartışmaya açıktır. Bazıları düştü, bazıları devam ediyor ve serpiliyor. Maalesef bazıları sekterliğe ya da rekabetçiliğe yenildiler. Diğer bazıları imkan, kaynak ya da emek yetersizliği nedeniyle çöktü. Çoğu belirli ihtiyaçlar karşılandığı anda sonlanıyor. Diğer bazıları, yeni sorunlar ve kaygılar ortaya çıktıkça, başladıklarından farklı bir biçime evrildiler ya da dönüştüler. Neredeyse hepsi başka yeni projeleri doğuruyor. Çoğu, yoksulluğa-karşı, göçmen dayanışması ya da barınma inisiyatifleri gibi önceden var olan projelere katılımı teşvik etti. Fakat genel olarak böyle mekanlarda deneyimlenen ve beslenen özgürlük çok kırılgan ve belirsiz.
Statükoyu kaldırmak, bir yere kadar egemen toplumsal ilişkileri reddetmeyi gerektirir. Topluluklar, toplumsal ve ekonomik güçlerini geri kazanabilecekleri ve bu güçleri kendi kolektif çıkarları için kullanabilecekleri şekilde toplumsal kurumları yeniden örgütlemeye çalışabilirler. İnsanların kendi geliştirdiği, doğrudan kontrol ettiği ve bu yüzden onların ihtiyaçlarına duyarlı olan alternatif bir toplumsal altyapı arayışına girebilirler. Böyle bir yaklaşım, politikacılara verilen otoriteye ve onların efendileri olan şirketlerine karşı sağlam bir duruştur. İşyerleri, okullar, kilise ve hatta aile gibi hiyerarşik yapılara karşı da sözünü söyleyebilir. Buna katkıda bulunabilecek olan becerileri ve imkanları geliştirmek önemlidir.
Hareketlerin günlük meseleleri çözerken kullandığı perspektif ve pratikler, bize insanların deneyimleriyle ve ihtiyaçlarıyla örtüşen örnekler sunmamız gerektiğini hatırlatıyor. Ek olarak, alternatif ve güvenilir örgütlenme mekanları ve pratikleri sunmayan bir hareket marjinal kalmaya ve kaybetmeye mahkumdur.
Bu hayatta kalma pratikleri kapitalizme karşı gerçekçi alternatiflerin geliştirilmesi için yol göstericidir. Bu faaliyetlerinin otonom olarak gelişmelerine ve genişlemelerine izin veren daha büyük mekanları nasıl yaratacağı sorusu, zorlu bir görev olarak karşımızda. Otonom gelişmeyi destekleyen güçler ve kapitalizmin içinde değer(siz)lenmeye yönelten güçler arasında durmadan devam eden bir çekişme var.
Jeff Shantz
Çeviri: Özgür Oktay
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır.
The post Anarşist Ekonomi Tartışmaları (32): Direnişin Altyapısını Yeniden İnşa Etmek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post 3. Havalimanı Kaçıncı Adaletsizlik? – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>3. Havalimanı şantiyesinde, 14 Eylül Cuma sabahı isyan çığlığını andıran bir eylem başladı. Eylem gün içerisinde şantiye yetkililerinden yazılı istekleri olan bir direnişe dönüştü. Şantiyede projeyi yöneten İGA (Istanbul Grand Airport- İstanbul Büyük Havalimanı) yetkilileri ile sendika ve işçi temsilcileri işçilerin ne istediği üzerine bir toplantı yaptı. Toplantıda işçilerin koşullarının düzeltilmesi sözü verilmişti. Görüşme sonrası somut adımlar beklenerek gün bitirildi. Şantiyedeki koğuşlarında uyuyan işçilere jandarma tarafından gece baskını yapılarak somut adım atılmış oldu! Patronların ve devletin bu somut adımı ile direniş coğrafyanın tamamında farklı devrimci olumlamalardan tutalım da “provokasyon denemesi” safsatalarına değin geniş yankı buldu. Ve hala farklı niyetlerle yorumlamalar yapılıyor.
Eylem Nasıl Başladı? Direniş Nasıl Oluştu?
“İşçiler isyan etti” dedirten eylemin başlamasının en can alıcı nedeni bir gün önce yaşanmış olan iş cinayetidir. Bu şantiye yıllardır hepimizin bildiği üzere yüzlerce işçinin mezarına dönüşmüş durumda. Son olarak eylemden bir gün önce yaşanan servis “kazası” nedeniyle 4 işçi iş cinayeti sonucu yaşamını yitirmiş, 17 işçi yaralanmıştı. Ama genel olarak servis “kazasının” sonunda kaç kişinin yaralandığı, kaç kişinin yaşamını yitirdiği bilinmiyordu. Eylem, birikmişliğin yanı sıra ciddi bir öfke, ciddi bir tepki eylemi olarak başlamıştı. Eylemin olduğundan bilgisiz, oraya iş başvurusuna gitmiş olan sendikadan dostumuzun duyarlı ve örgütlü tavrı en başta eylemi dışarıya taşımış, ardından direnişin başlamasının önünü açmıştır. Zaman geçtikçe de direniş, yaşamını şantiyede idame ettiren tüm işçiler için barınma koşullarının değiştirilmesinden sağlıklı yemekler verilmesine ve aylardır yaşanan servis sorunlarının çözülmesine kadar işçilerin bir dizi haklarının iade edilmesini isteyen yazılı taleplere dönüşerek İGA yetkililerinin karşısına çıktı.
Eylem ve Direniş Neden Şimdi? Provokasyon mu?
Bu şantiye 2014 Haziranı’nın başından bu yana süren sömürüsüyle zaten sürekli inşaat işçilerinin örgütlü mücadelesinin gündemi oluyordu. Çeşitli sorunlar üzerine şantiyenin olduğu bölgeye gidilip geliniyordu. Sorunlar küçük işçi grupları halinde sendikanın karşısına çıktıkça çözüm için karşılık buluyordu. Ancak şantiye öyle bir şantiye ki… İstanbul’un neresinden gitmek isterseniz gidin, araçsız gidemeyeceğiniz bir konumda. O yüzden gidiş gelişler hep seyrek olmuştur. Sendika açısından oradaki sorunlarla genel olarak ilgilenmek elbette kolay değildi. Çünkü 10 Ekim’de 5 kurucu üyesini yitiren, şu an bu direniş sonucunda 4 aktif sendikacısının tutsak edildiği bir sendika, bütün bu şantiye süresince varlık mücadelesi de veriyordu. İşçiler için ise bu şantiyede çalışmak kapalı bir kutuya girmek demekti. Oradan ya çalışma ve yaşam şartları yüzünden aylar sonra bir şekilde kaçarcasına ya ödenmeyen ücretler yüzünden bıkarcasına ya da iş “kazası” denilen katliamlarla yaralı veya yaşamını yitirmiş bir şekilde çıkılıyordu.
“Eylem neden şimdi yapıldı?” sorusuna verilecek cevap çok nettir; bu ilk eylem değil! En az 10 tane sadece basına yansımış işçi eylemi var. Onun dışında bir o kadar daha da patronların “basına yansımadan çözelim” dediği eylem veya eylem girişimleri olmuştur. Burada asıl sorulması gereken ise neden eylemin açılıştan önce başladığı değildir. Asıl soru, bir işçi eylemine, talepleri bu kadar basit olan bir işçi direnişine neden böyle bir gece yarısı baskını yapıldığıdır. Direnen işçilere neden böyle yoğun bir saldırı yapıldı? Önemli olan bu soruyu sormaktır elbette ama cevabı “işçi sınıfının tarihsel rolünden” başlayıp “yükselecek sınıf mücadelesinin habercisi olması” gibi fazla anlam yüklenen yorumlarda aramamak gerekiyor. Cevabı, aynı şekilde 700 hafta boyunca Galatasaray Meydanı’nda oturma eylemi yapan Cumartesi Anneleri’ne yönelik 5 haftayı aşan ve sürekli artan engelleme saldırılarında görmek gerekiyor. Devletin bütünsel bir saldırısı olduğunu da.
Bugün itibariyle baktığımızda aralarında sendikadan dostlarımızın da olduğu 24 direnişçi tutsak edilmiş durumda. Onlarca işçinin yaşananların ardından zaten çalışmak istememesi ile beraber işten çıkarmaların yaşandığını biliyoruz. İşçilerin taleplerinden barınma ve beslenme ile ilgili olanların, sendikadan dostlarımızın çalışan işçilerden öğrendiği üzere, tamamen değiştiğini söyleyebiliriz.
Akpınar Köyü kampından şantiyeye giden yol, onlarca işçi için ölüm yolu haline gelmişti. Bu durumun ne kadar değiştiğini veya değişeceğini şantiye bitene kadar deneyimleyip göreceğiz. İnşaat işçilerinin devlet ve patronlar tarafından tepkisizliğe zorlanan yapısını, yıllardır sürdürdüğümüz örgütlü mücadelenin bir meyvesi olarak işçilerin kendi gücüne dayanan bir tepkiselliğe hep beraber taşıdık. Bu şantiye bittikten sonra başka bir şantiyede de aynı sorunlar ile karşı karşıya kalacak olan inşaat işçilerinin bu direnişten kazanacağı şey; aynı sorunlar ile bir daha karşılaşıldığında daha güçlü bir şekilde gösterilebilecek olan tepki ve daha örgütlü bir şekilde saldırıyı göğüsleme deneyimi olacaktır.
Halil Çelik
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır.
The post 3. Havalimanı Kaçıncı Adaletsizlik? – Halil Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Çanakkale’deki Kale Seramik Fabrikasında İşçi Kıyımı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İşçilerin 17 yıldır sendikasız olarak çalıştığı Çanakkale’nin Çan ilçesindeki, Kale Seramik’e ait fabrikada ücretler kısılıp ikramiyeler kaldırılır ve yemek molalarının süreleri kısaltılırken; baskı ve mobbing de had safhaya ulaştı.
Yaklaşık üç bin işçinin çalıştığı fabrikada çalışma koşulları gittikçe zorlaşırken işçiler örgütlenme yoluna giderek Türk-İş’e bağlı Çimse-İş Sendikası’na üye olmaya başladılar. Bine yakın işçi kısa sürede sendika üyesi olurken toplu sözleşmede temsil yetkisine sahip olma şartı olan bir fabrikada yüzde 50+1 sayıda örgütlü olma şartına yaklaşılması ise fabrika yönetimini telaşlandırdı.
E-devlet üzerinde sendika üyesi işçilerin listesine ulaşan fabrika yönetimi bir hafta içinde 450 kişiyi işyerinde “bordroyu göstermek”, “ahlaka aykırı davranışlarda bulunmak” gibi iddialarla tazminatsız olarak işten çıkardı.
İşten çıkartılan işçilerinse fabrikaya bir hafta süre verdikleri, bu süre içerisinde geri adım atılmazsa hukuki süreci başlatacakları belirtildi.
The post Çanakkale’deki Kale Seramik Fabrikasında İşçi Kıyımı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Röportaj: “Taşerona Kadro Değil Kapının Önü Göründü Kapının Önünde Direniş Var” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi yemekhanesinde çalışırken 7 Aralık’ta işten çıkarılan taşeron işçisi Ayfer Dişkaya, 13 Aralık’tan bu yana direniyor. Meydan Gazetesi olarak, tam da taşerona kadro yalanlarının söylendiği tarihlerde işten çıkarılan Ayfer Dişkaya ile işten çıkarılma ve direniş sürecine, OHAL’de kadın ve taşeron işçisi olmaya, hastane- şirket yönetiminin direnişe yönelik tavrına ve büyütülen dayanışmaya dair bir röportaj gerçekleştirdik.
Meydan Gazetesi: Merhaba, taşeron işçisi bir kadın olarak –tam da taşerona kadro yalanlarının söylendiği tarihlerde- işten çıkartıldın, ardından direnişe başladın. Bu süreci bize anlatır mısın?
Ayfer Dişkaya: Süreç Aralık ayında başladı. Çocuğum hastalandığı için şirketi arayıp izin istedim. İki gün işe gidemedim. Gittiğim gün beni ofise çağırdılar; -ihtar bile çekilmeden, yasal bildirim bile yapılmadan- işten çıkartıldığımı söylediler. Uyumsuz olduğumu, işimde arkadaşlarımla geçimsiz olduğumu iddia ettiler, böyle bir problem yoktu. Ben de hiç bir şey söylemeden ofisten çıktım.
Ertesi gün arkadaşlarımın yardımıyla ve sendikamla birlikte görüşmeler gerçekleştirdik. Hiçbir şey olmamış gibi işime başlamamı söylediler, başladım. Sonra yeniden ofise çağırdılar. “Çıkartıldığımı söylediniz ama benim elimde bir kağıdım yok, bir imza atmadım, neye dayanarak beni işten çıkartıyorsunuz?” dedim. “Sizin imza atmanıza gerek yok. Siz çıksaydınız gerekirdi ama biz çıkarttığımız için imzaya gerek yok.” dediler, ofisten çıktım. İki hafta kadar hastane ve şirket yönetimiyle görüşmeye çalıştım, olmayınca direnişe geçtim. Hastane önünde 51 gün süren bir oturma eylemi, bir nöbet gerçekleştirdim.
İşten çıkarmaların rutin haline geldiği OHAL sürecinde, sen 51 gün yılmadan direndin. Bu süreçte hastane ve şirket yönetiminin baskısı oldu mu? Önceden arkadaşın olan işçilerin tepkileri nasıldı?
OHAL elbette biz işçilere değil patronlara yarayacaktı, öyle de oldu. Onlar jiplerine binip sıcak odalarında otururken bizi bu keyfiyetle işten atamamalılar. Yanlarına kâr kalmamalı.
Taşeron ve hastane yönetimi baştan itibaren vurdumduymazdı. Orada uzun süre kaldığım halde, kapının önünde duruyor olmam normalmiş gibi davrandılar. Rahatça önümden geçiyorlardı, beni görmüyormuş gibi.
İşçilerdense hiç olumsuz tepki görmedim. Ama onlar da maalesef yeterince sahip çıkmadılar bana. Hepsi işten atılma tehdidiyle karşı karşıyaydı sonuçta. Sendikam, Devrimci Turizm İşçileri Sendikası ise ilk günden itibaren yanımdaydı.
Saniye Evren (Dev-Turizm İş Marmara Bölge Şube Yöneticisi): Taşeronu kaldırdık diyorlar ama gerçekler bambaşka. Ayfer’in direnişinin en önemli kazanımlarından biriydi bu; taşerona kadro yalanını ayyuka çıkarması.
Tam da hastanede toplu sözleşmenin yapıldığı süreçte sendikalı bir taşeron işçisi olan Ayfer’i işten çıkarmak, sendikal mücadeleye patronların tehdidiydi. Ancak Ayfer’in direnişi, diğer işçilerin iş güvencesi haline geldi. Hastane de şirket de bundan sonra işçileri kolaylıkla işten çıkaramayacağını anladı.
Şimdiye kadar hastane ya da taşeron şirket yönetiminden herhangi bir geri dönüş oldu mu?
Olumlu bir geri dönüş olmadı. Görüşmeler de olumsuz geçti. Zaten hastane yönetimi taşeron yönetimine yönlendirerek bu işten sıyrılmaya çalışıyor. Ancak işveren taşeron şirketse üst işveren de hastane. Hastane de taşeronun yaptıklarından sorumlu yani.
Taşeron şirket açık bir şekilde beni işe geri almayacaklarını söylüyor. Ama direnirken yasal süreci de başlattık. Haksız yere işten atıldım, elbette direnişe devam edeceğim.
Hastane kapısındaki direnişinin 51 gün sürdüğünü söyledin. Çeşitli sebeplerden nöbeti sonlandırdın ve başka bir işe girmek zorunda kaldın. Ama direnişi sürdüreceğini söylüyorsun. Bunu nasıl gerçekleştirmeyi düşünüyorsun, neler yapmayı planlıyorsun?
Önümüzdeki sürece dair pek çok planımız var; hastane önünde gerçekleştireceğimiz eylem ve etkinlikler, basın açıklamaları, farklı noktalarda bildiri dağıtımları sürecek. Direnen DHL işçilerini, Kod-A işçilerini de ziyarete gideceğiz. Şimdi başka bir yerde çalışmak zorunda olsam da, örgütlü bir taşeron işçisi olarak direnişi sürdürdüğümü, bu işin peşini bırakmayacağımı patronlar görecekler.
Saniye Evren: Örgütlü bir tepki bu. Sadece geçinemiyoruz deyip infial yaratmak değil, öfkeyi birleştirip örgütlemek ve kapitalizme yöneltmek bugünün ihtiyacı. Sıkıştığımız, çözemeyiz dediğimiz sorunlarımızı ancak böyle çözeriz.
Direnişin boyunca seninle dayanışmaya gelenler oldu. Bu dayanışma sana ne hissettirdi?
Bu dayanışma beni daha güçlü kıldı. Yanımda insanlar olduğunu bilmek, benim orada ayakta durmamı sağladı. Arkamın güçlü olduğunu bildiğim için direncim her gün biraz daha yükseldi. 51 günün sonunda oradan ayrılırken, ben ancak o gün işten çıkartıldığımı anladım, direniş boyunca her gün oradaydım ya…
Normal işe gidip döner gibi 51 gün gittim direniş alanıma. Öncesinde çocuklarımı evde bırakıp her gün nasıl gidiyorsam işe, çocuklarımın ve kendimin hakkını orada bırakmamak için her gün gittim hastane önüne. Herkes yanımdaydı, süreç boyunca hiç yalnız kalmamak önemli bir dayanışma örneğiydi.
Röportaj için teşekkür ederiz. Direnişini dayanışmayla selamlıyoruz.
Bu röportaj Meydan Gazetesi’nin 44. sayısında yayınlanmıştır.
The post Röportaj: “Taşerona Kadro Değil Kapının Önü Göründü Kapının Önünde Direniş Var” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Meksika’da Sendikalı 3 Maden İşçisi İnfaz Edildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Meksika’da bulunan Kanada merkezli “Torex Gold Resources” isimli maden şirketine ait Media Luna madeninde sendikal faaliyet yürüten bir işçi öldürüldü. Quintin Salgado isimli işçinin, son üç ay içinde Torex’te hakları için mücadele verirken öldürülen üçüncü işçi olduğu belirtiliyor. Cinayetlerin, işçilerin başka sendikada örgütlenmek üzere istifa ettikleri devlet destekli sendika tarafından işlendiği belirtildi.
Media Luna madeninde çalışan 600 işçi 3 Kasım 2017’de greve çıktı. Maden işçileri iktidar ve patron sendikası Meksika İşçileri Konfederasyonundan (CTM) ayrılarak Los Mineros (Madenciler) isimli sendikaya geçmek istedi, ancak bu talep engellenmeye çalışılınca grev ilan edildi.
Madende ilk olarak Víctor ve Marcelino Sahuanitla Peña isimli iki madenci kardeş 18 Kasım 2017 tarihinde silahlı saldırıya uğrayarak öldürüldü. İşçi cinayetlerinin CTM sendikasının silahlı adamları tarafından işlendiği öğrenildi.
The post Meksika’da Sendikalı 3 Maden İşçisi İnfaz Edildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Zonguldak Maden İşçileri Geri Adım Attırdı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Sendikadan bağımsız eylem örgütleyen işçiler yaklaşık 21 saat boyunca yeraltında kaldı.Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay ve GMİS Genel Başkanı Ahmet Demirci işçilerin talebini Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na iletti.
İşçilerin eylemi neticesinde gece 03.30’da 58’nci madde konusunda devlet geri adım attı ve özelleştirme süreci durduruldu. Değiştirilecek olan 58’nci madde perşembe günü mecliste gündeme gelecek.
The post Zonguldak Maden İşçileri Geri Adım Attırdı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Röportaj: KOD-A İşçileri Direniyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Meydan: Direnişiniz nasıl başladı, süreci anlatabilir misin?
Nurten Varlık: Yaklaşık 3 senedir bu şirkette çalışıyorum. Zaten sürekli olarak işçilere uygulanan baskılar vardı. Bunlardan bazıları fazla çalışma saatleri, 10 dakikaya kadar düşürülen çok kısıtlı molalar. İşçilerin sendikalaşma süreci yaklaşık 3-4 aydır olsa da aslında süreç 2016’ya dayanıyor.
Güven Saltun: Sendikamız yeterlilik sayısına ulaştıktan sonra şirkete yazılı kağıt gönderdi. Daha sonra şirket yetkilileri sendikayla ilişkili olduğunu bildikleri çalışanları çeşitli işlerle yıldırmaya çalıştı. Önce 3 kişiyi sonra 9 kişiyi sürgün denilebilecek yerlere, Arnavutköy’de oturan arkadaşımızı Avcılar’a, Başakşehir’de oturan arkadaşımızı Üsküdar’a, diğer arkadaşları çeşitli yerlere sürdü ve işten çıkarmaya çalıştı.
Yusuf Saltan: Şirket şartları çok zordu. İşçilere o kadar kötü davranıyorlardı ki suyumuzu sebilden içerken bile durarak değil gidip gelme yolunda içmemiz gerektiğini söylüyorlardı. Verdikleri akbilde çok az para vardı, bizleri başka yerlere sürdüklerinde 107 Lira olan akbilimizin yetmediğini söylesek de “bize daha iyi önerilerle gelin” şeklinde dalga geçen kelimeler kullanıyorlardı.
Bizi sendikalı olduğumuz için işten çıkardıklarına dair bir kanıtımız yok. Çünkü akbil paramız ve yemek paramız yetmediği için bizleri sürgün ettikleri projelerde akbili ve yemeği kendi cebimizden harcamak zorunda kalıyorduk, biz de karar alıp projelere gitmedik. Onlar da bunu bahane göstererek verdiğimiz projeyi yapmadığınız için sizi işten çıkartıyoruz dediler. Tazminat davası açtık. İşe iade davası şu an 8 kişi için açıldı.
Direniş kararını ne zaman aldınız?
N.V: Şirketteki sorunları zaten biliyorduk. Bunların propagandasını defalarca yaptık. Sendikanın yazdığı kağıdı aldıktan sonra sendikalı olduklarını bildikleri işçilere daha fazla baskı uyguladılar, biz de bu durumda zaten bir direnişin olması gerektiği düşünüyorduk ve 3 Ekim’de şirketin önünde oturma eylemliklerimize başladık.
İçeride çalışan kaç sendikalı işçi var?
Y.S: Yüzde yetmişlik bir çoğunluğumuz içeride çalışıyor.
Sendikalı olmayan Kod-A işçileri direnişi nasıl karşılıyor?
G.S: Arkadaşlarımızın aktardığına göre yetkililer “onların yanına gitmeyeceksiniz, giderseniz size dava açarım, yaptıkları hukuksuz, iş verdim yapmadılar, onların yanına gidip onların sosyal medyadan paylaştığı herhangi bir şeyi beğenirseniz sizi işten çıkartırım” gibi tehditlerde bulunsalar da şirkete rağmen bize dayanışmaya gelen arkadaşlarımız var. Arkadaşlarımıza cesaret verdiğimizi düşünüyoruz her molada neredeyse 40-50 kişi geliyor.
İşçi direnişlerinde her zaman karşılaşırız polis taciziyle. Siz böyle bir durum yaşadınız mı?
G.S: Burada çok fazla karşılaşmadık İzmir’deki arkadaşlarımızın yaşadığını biliyoruz.
Şirket ile tekrardan bir görüşme sağlanacak mı?
N.V: Şimdilik mahkemeyi bekliyoruz, sendika yeterlilik sayısı kanıtlanınca sendikamızla şirket arasında bir görüşme sağlanacak.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Y.S: Direnişimiz sürecek, herkesten de dayanışma göstermesini istiyoruz.
Röportaj için teşekkür ediyoruz. Bu haklı mücadelenizde bizler de Meydan Gazetesi olarak yanınızdayız.
Bu röportaj Meydan Gazetesi’nin 41. Sayısında yayınlanmıştır.
The post Röportaj: KOD-A İşçileri Direniyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Fransa’da İşçiler Macron’a karşı Sokakta appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Macron’un İş Reformu daha önceki emeklilik şartlarını ortadan kaldırırken işçilerin daha kötü koşullarda çalışmasının önünü açıyor. Aynı zamanda patronların da elini güçlendiriyor.
Macron, Eylül ayından bu yana devam eden eylemler için “Demokrasi sokakta olmaz” demişti.
İşçilere göre ise yasalara karşı koyabilecekleri ve özgürlüklerini yaratabilecekleri tek yer sokak.
The post Fransa’da İşçiler Macron’a karşı Sokakta appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Röportaj: DHL Express İşçisi Direnişte appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Uluslararası kargo şirketi DHL Express’in Yenibosna’daki fabrikasında, işçilerin temmuz ayında başlattıkları direniş sürüyor. Sendikaya örgütlenen işçilerin işten çıkarılması üzerine direnişe giren işçilerle, Meydan Gazetesi olarak bir röportaj gerçekleştirdik.
Meydan: Direnişiniz nasıl başladı, süreci anlatabilir misin?
Çalıştığımız şirket DHL Express’te çalışma koşullarımızın düzeltilmesi ve iş güvenliğinin sağlanabilmesi açısından sendikayı buraya getirmek ve sendikalı olmak istedik. TÜM-TİS ile iletişime geçerek örgütlenme çalışmalarına başladık. Şirket durumdan oldukça rahatsızdı, ilk işten çıkarmalar 2016’nın Aralık ayında başladı. İşten çıkarılmadan önce de sendikaya üye olan arkadaşlarımıza mobbing ve prim kesintileri uygulanıyordu. Sendikal mücadele yürütebilmek için bakanlıktan aldığımız “Yeterlilik belgesi” sonrası mobbing ve baskı daha da arttı. Şirket içerisinde örgütlenme çalışması yapan işçileri “birbirlerinden ayırmak için” bir yalnızlaştırma politikası izleniyordu. Baskı altında olan sendikalı arkadaşlarımız açıkça tehdit ediliyordu. Önce çalıştıkları birimin kapatıldığı söyleniyor, daha sonra işin taşerona devredildiği ve yeni işçiler alındığı vs. Açıkçası baskıyı arttırarak bizleri sindirmeye, yıldırmaya çalıştılar.
Direniş kararını ne zaman aldınız?
Son olarak işten çıkartılan 6 arkadaşımızın hemen ardından direnişe başladık. Bununla beraber toplamda 9 sendika örgütlenmesi yürüten arkadaşımız işinden çıkartılmış oldu. Böylece şirket kapısının önüne oturarak direnişe başlamış olduk. Anında refleks geliştirip eyleme geçmeseydik sendikalı olan bütün işçiler işten çıkartılacaktı. Bizlerin kararlı duruşu daha çok işçinin işinden atılmasına engel oldu.
İçeride çalışan kaç sendikalı işçi var?
300 kadar diyebiliriz, yani işçilerin %40’ı TÜM-TİS sendikasına örgütlü.
Sendikalı olmayan işçiler direnişi nasıl karşılıyor?
İşçiler bizlere gerekli dayanışmayı gösteriyor. Hatta işçilerin eşleri bizlere poğaça, açma, kurabiye vb. şeyler yapıp gönderiyorlar.
İşçi direnişlerinde her zaman karşılaşırız polis taciziyle. Siz böyle bir durum yaşadınız mı?
Direnişin ilk günlerinde polis akreplerle gelerek bizlere hemen direnişi bırakmamızı söyledi. Ama kararlı duruşumuz sonrası bu baskıyı kaldırdılar.
Bir yılı aşkın bir süredir OHAL var. Bunun direnişteki işçilere etkisi nedir?
Bunu şöyle söyleyebiliriz; polis her gelişinde “OHAL var, direnişi hemen bitirin” diyor yani tehditlerle karşılaşıyoruz. OHAL işçilerin elini kırıyor, patronların ellerini güçlendiriyor. Bizden daha kötü durumlarda olup greve, direnişe çıkamayan işçiler var. OHAL tam anlamıyla patronları güçlendirirken, işçileri zayıf ve çaresiz bırakıyor.
Şirket ile tekrardan bir görüşme sağlanacak mı?
21 Eylül’de Almanya’da TÜM-TİS’in de bağlı olduğu Uluslararası Taşımacılar Federesyonu ile bir görüşme gerçekleştirilecek.
Önümüzdeki günlerde neler yapacaksınız?
21 Eylül’deki görüşmelerden sonuç alınmazsa küresel eylemler başlayacak. Biz direnişçi işçiler burada direnişe devam edeceğiz. Bizlerin kazandığını düşünüyoruz, çünkü buna inanıyoruz.
12 Eylül’de gerçekleşen mahkemeden bahsedebilir misiniz?
Beklediğimiz sonuç geldi, bizleri şaşırtmadı. Mahkeme bilirkişiye yönlendirdi. Eksik dosyaların tamamlanması sonucunda bilirkişi karar verecek.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Herkes dayanışma göstersin istiyoruz. Bu röportajı okusunlar ve paylaşsınlar. Direnişimiz böylelikle her yere ulaşabilsin.
Bu röportaj Meydan Gazetesi’nin 40. sayısında yayınlanmıştır.
The post Röportaj: DHL Express İşçisi Direnişte appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>