The post Korona Krizinde Maden Şirketinin Ağaç Katliamı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Samsun’un Kavak-Havza-Atakum ilçeleri arasındaki Şahin Dağları’ndaki yaklaşık 12 bin hektar alanda altın aramak için 6 ayrı ruhsat alan Kanadalı Eldorado Gold Corporation’ın bağlantılı olduğu TÜPRAG Metal Madencilik şirketi, korona krizi döneminde sokağa çıkma yasağı olduğu günlerde bile ağaç katliamını sürdürdü. 2024 yılına kadar ruhsatı bulunan şirket bölgede sayıları 462’yi bulacak sondaj noktası açmak için binlerce ağaç kesti.
Maden şirketine verilen ruhsat alanı içerisinde bulunan 10 mahallede yaklaşık 10 bin insan yaşıyor. Yaşam alanlarındaki ağaç katliamına tepki veren yöre halkı bu ağaç katliamının bir an önce son bulmasını istiyor. Bu doğrultuda çaba gösteren Samsun Kavak-Havza Şahin Dağları Koruma ve Yaşatma Derneği’nin başkanı İlhan Ayrancı da hukuki mücadele başlatacaklarını söylüyor: “Burada ormanı bitiriyorlar. Ormanların yok olmasına izin vermeyeceğiz.”
Şahin Dağları’nın yok olmasına izin vermeyeceklerini ifade eden Ayrancı, “Bu topraklar bize ait. Çocukluğumuzun geçtiği yerler. Samsun’un akciğerlerini bu şirkete teslim etmeyeceğiz. Şahin Dağları ile ilgili mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğiz.”
The post Korona Krizinde Maden Şirketinin Ağaç Katliamı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Mobbing Var da Sömürü Yok Mu? – Fırat Binici appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İçerisinde yaşadığımız sistemde yaşanan adaletsizlikleri, bu adaletsizliklerin yol açtığı ilişki biçimlerini ve yapıları tanımlamak için pek çok kavramsallaştırma yapılıyor. Felsefe, sosyoloji, ekonomi gibi farklı çalışma alanlarında oluşturulan ve geliştirilen bu kavramlar; sorunsalın kaynağına inmek, sorunu tanımlamak, çözüm için kullanılacak yöntemleri belirlemek ve çözüme kavuşturmak adına önemli bir noktada duruyor. Ne var ki özellikle akademik camianın “çözümleme” konusundaki hegemonyasıyla karşı karşıyayız. Elbette terminoloji önemli, fakat son yüzyılda giderek artan ve artmaya da devam eden bu yeni kavramlar silsilesi, işi içinden çıkılmaz bir hale dönüştürebiliyor. Ekonomik adaletsizlikleri ortadan kaldırmak adına mücadele eden biz işçiler için de benzer bir durum geçerli. Genç İşçi Derneği olarak daha önce çeşitli metinlerimizde, hatta afişlerimizde kullandığımız “mobbing” birkaç zamandır kendi içimizde tartıştığımız bir kavrama dönüştü. Bu kavramı kullanmanın mücadelemizdeki ve en önemlisi toplumdaki karşılığı üzerine yapmış olduğumuz tartışmalardan hareketle, okuyacağınız bu yazıyı yazmaya ve yayınlamaya karar verdik.
Mobbingin Kökeninde Psikolojik Şiddet Var
Son yıllarda sıkça duyduğumuz mobbing kavramı, latince “kararsız kalabalık” anlamındaki “mobile vulgus” sözcüğündeki “mob” kökünden türemiştir. İngilizce’de mob isim olarak düzenli şiddet uygulayan güruh veya çete anlamına gelir, mob’un eylem hali olan “mobbing” ise psikolojik şiddet, taciz, rahatsız etme veya sıkıntı verme anlamındadır.
İlk olarak biyologlar tarafından 19. yüzyılda kullanılmaya başlayan mobbing kavramı 1960’larda Konrad Lorenz’le beraber yeniden görünür olmaya başlamıştır. Hayvan davranışlarını inceleyen Lorenz, mobbingi, küçük hayvan gruplarının daha güçlü ve yalnız bir hayvana saldırarak uzaklaştırması ya da aynı kuluçkadan çıkan kuşlar arasında yaşanan, diğer kuşların aralarındaki fiziksel olarak en zayıf kuşu yiyecek ve sudan uzak tutarak onu saf dışı bırakması anlamında kullanmıştır. Bu kavramın iş yaşamında kullanılması ise 1980’li yılların başında çalışma psikoloğu Heinz Leymann ile gerçekleşmiştir. Çeşitli iş yerlerinde yaptığı çalışmalarda, çalışanlar arasında uzun süreli düşmanca ve saldırgan davranışlar saptamış ve mobbing’i çalışma psikolojisi alanına sokmuştur.
Mobbing en yalın haliyle bir iş yerinde, patron ile işçiler arasında veya yalnızca çalışanlar arasında ortaya çıkan düşmanca davranışların sistematik hale gelmesidir. Bu davranışlar genelde sözlü şekilde gerçekleşmekte, pek nadir olarak fiziksel şiddet boyutuna ulaşmaktadır. Bir çalışma ortamındaki bireyler arasında, bireye zarar veren ilişki biçimi bu şekilde tanımlanmıştır. Açığa çıkan bu ilişki biçiminde bir veya birden fazla zorba, yine aynı şekilde bir veya birden fazla mağdur bulunmaktadır. Zorba tarafından uygulanan bu davranış şekli, şiddet olarak tanımlanır. Ve bu şiddetin sistematikleşmesi, şiddete maruz kalanı psikolojik olarak yıpratır. İş yerinde mobbinge maruz kalan bireyde uykusuzluk, iştahsızlık ve daha ilerleyen evrelerde depresyon görülebilir. Bu durum bireyin iş yeri içerisindeki performansını etkileyeceği gibi, yaşamının farklı alanlarında da etkisini gösterir.
Bütün Yasalar Patrondan Yanayken Mobbing İşçiden Yana Olabilir Mi?
Belediyelerin hazırladıkları bilboardlarda, hatta devlet iktidarına yakın gazetelerde ve televizyon kanallarında bile “mobbing” ile ilgili bilgilendirmeler bir süredir yapılıyor. Mobbinge maruz kaldığınız takdirde yapacaklarınızın yasal çerçevesi, şikayet edebileceğiniz yerler gibi detaylar bu kanallar aracılığıyla anlatılmakta. Hatta bu konuda çalışmalar yürüten mobbingle mücadele vakıfları, dernekleri bile mevcut. Aslında, şüphe edilmesi gereken şeylerin başında buna benzer örnekler geliyor. İş cinayetlerinden, işçinin hak gasplarına varıncaya kadar devletin ve yasalarının “patron koruyucusu” olduğu açık bir gerçek. Soma Maden katliamından Torunlar katliamına, inşaatlarda “kaza” adı altında katledilen işçilere yönelik devlet tutumunun ne olduğunu bilmeyenimiz var mı? Devletin tüm bu katliam ve sömürüyle nasıl ekonomik bir ilişkisi olduğunu bilmeyenimiz var mı? Öyleyse mobbing kavramının -hem de işçinin lehine- bu kadar yükseltiliyor olması şüphe çekici değil mi?
“Mobbing Yoktur” Sertifikası Gene Başka Bir Şirketten
Sadece devlet kurumları mı? Hayır, mobbinge ilişkin bilgilendirici sunumlar ve çalışmalar şirketler eliyle gerçekleşiyor. Mutlu, huzurlu ve mobbingsiz çalışma koşulları, bizzat sömürünün başında bulunanlarca dillendiriliyor.
Kuşkusuz bu tarz bir stratejinin, şirketlerin verim arttırma yöntemleriyle doğrudan ilişkisi var. “Mobbing yoktur” sertifikalı bir şirket böylece sömürmemiş olacak, kapitalizm denilince akla gelen kötü imajdan kendini uzak tutmuş olacaktır!
Aslında neyin mobbing olup olmadığının şirketler eliyle belirleniyor oluşu, tam da karşısında mücadele edilen sömürü sistemini görünmez kılmakla ilgilidir. Örneğin, kavramın bir de tersi var; ters-mobbing!
Bir iş yerinde çalışıyorsunuz. Ödenmeyen ücretleriniz, verilmeyen haklarınız, yaşadığınız olumsuzluklar nedeniyle sizinle benzer durumda olan diğer işçilerle beraber; bu olumsuzluğu patrona hissettirmek için bir araya geliyorsunuz. Direniş yapıyorsunuz, eyleme geçiyorsunuz, örgütleniyorsunuz… Patrona ters-mobbing yapmış oluyorsunuz!
Mobbing Sömürüyü Görünmez Hale Getiriyor
Aslında tartışmanın önemli kısmı burada yatıyor. Bir fabrikadaki, atölyedeki, herhangi iş yerindeki ilişki biçimini mobbing olarak tanımladığımızda, başka iktidarlı ilişki biçimlerini, örneğin yaşamını sürdürmek için orada emeğin satmaya mecbur bırakılan işçinin varlığını yok saymış olmuyor muyuz?
Yani mobbing olmayan bir iş yerinde sömürü yok mu diyeceğiz? Öte yandan, mülkiyetçi ilişki biçiminin açığa çıkmasından bu yana, mülkiyete sahip olan ve olmayan arasındaki sömürücü ilişki biçimini nereye koyacağız?
Mobbing ve benzeri kavramlarla yapılmaya çalışılan işte tam da bu. İlgiyi patron-işçi ilişkisinde başka bir yere çekerek, örneğin çalışanlarına iyi ya da kötü davranmaya, çok çalıştırıp az çalıştırmaya çekerek; aslında bu iktidarlı ilişkinin kendisini görmezden gelmemize neden olur.
Bir yerde mobbing yoksa, işçi sömürüsü olmamış olur! İşçinin işçi olma durumu normalleşir. Kapitalist sistemin bu yapısı olağanlaştırılır. Mutlu mesut işçiler, mutlu mesut patronlar, mutlu kapitalizm…
Oysa kapitalist sistemin kendisi sömürü üzerine kuruludur. Sömürü sisteminin yok olması, mobbingin olmamasıyla değil; başka bir üretim-tüketim-dağıtım ilişkisiyle mümkündür. Keza bu üretim-tüketim-dağıtım ilişkisi ihtiyaç temellidir ve kimsenin diğerinden daha fazlasına sahip olmasına; diğerini sömürmesine olanak vermez. Merkezi üretim alanlarından çok yerelin ihtiyaçlarıyla şekillenen, “iş” olmayan üretim-tüketim-dağıtım sürecini şekillendirir. Kafa-kol emeği ayrımının ortadan kalktığı, iş bölümünün -dolayısıyla uzmanlaşmanın- olmadığı ve herkesin her işi yapabilmesine imkan veren bir sisteme dayanır.
İşçi mücadelesinde bu ve benzer kavramlara temkinli yaklaşmak, sadece ekonomik alanın değil bilginin de iktidarını elinde tutanların bizimle aynı safta olmadığını anlamak açısından önemlidir. Bu, buna benzer alanlarda kavramlar oluşturulmasına karşı olmak demek değildir. Bu, sömürünün ne olduğunu unutturmamak demektir. Bu, kapitalizmle ilişkisini unutturmadan kendi kavramlarımızı oluşturmanın gerekliliğidir. İçinde bulunduğumuz muğlaklıklar sisteminde buna daha fazla ihtiyacımız var.
Fırat Binici
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 49. sayısında yayınlanmıştır.
The post Mobbing Var da Sömürü Yok Mu? – Fırat Binici appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kentler Değil Şirketler Akıllı! – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Akıllı tahtadan akıllı saatlere kadar çevremiz bu tarz teknoloji nesneleriyle doldu da taşıyor. Bunların ne kadar akıllı oldukları ya da akıllarının yaşamımıza ne gibi olumlu katkıları olduğu değerlendirilmesi yapılmadan şimdi akıllı kentlerden söz eder hale geldik. Akıllı kentler, içerisinde yer alan konutlarda, binalarda, yollarda; temizlik, aydınlatma, sulama, park ve trafik gibi sorunları çözmede “yapay zeka”yı öne çıkarıyor ve bunun kullanıcıya zaman ve para tasarrufu sağladığı söylemiyle pazarlanıyor.
Yerel seçimlerin, belli bazı şehirlerdeki sonuçlarıyla ilgili tartışmalarının ardında kalan bir başka yönü adayların seçilmeleri halinde yapmayı vaat ettikleri projeler. Hemen her aday kentlerdeki belediye hizmetlerinin dijitalleşmesi ve “akıllı” hale gelmesi ile ilgili düşüncelerini paylaştılar. Bazısı da doğrudan eko-kent ya da “akıllı kent”leri yaşama geçireceklerini söyledi. Peki belediye başkan adaylarının bu yoğun ilgisi neden?
Londra, New York, Seul, Kopenhag, Chicago gibi şehirler dijitalleşmede oldukça iddialılar ve bu noktada otomasyon sistemleri oldukça gelişmiş durumda. Karekodlar, sensörler, kameralar, bilgisayarlar, otomatik algılayıcılar şehrin her yerine yayılmış durumda. Örneğin, Kopenhag’da bisiklet yollarını organize etmek için veri toplanıyor. New York’ta araç sürücülerinin sık fren yaptıkları yerler belirlenerek trafik akışı ona göre ayarlanıyor. Londra gibi birçok şehirde insanların davranışlarının tümü kaydediliyor ve işleniyor. Ne var ki bu büyük akıllı şehirler aynı zamanda sokaklarında pek çok evsizin, karınlarını çöplerden doyuran insanların yaşadığı yerler. Demek ki kentin ve kentte yaşayanların sorunlarına ve ihtiyaçlarına odaklanan başka bir düşünce sistematiğine ihtiyacımız var.
Kentte yaşayan insanları yalnızca birer dijital veri haline dönüştüren teknolojileri kullanarak insanların duygularını ve düşüncelerini görmeyen bir yerel yönetim anlayışı elbette çözüm değil sorunun kendisi olacaktır. Teknoloji, kentin her sorununu çözmeye yeterli olamaz, kaldı ki teknolojinin kendisi de bir sorun olabilir. Günümüzde birçok problem teknolojiden kaynaklanıyor iken teknolojiye bu kadar bel bağlamak da tuhaf bir çelişki. Sistemde bir aksaklık olduğunda ve işlediği verileri doğru değerlendirmediğinde kentte yaşayanlarda telafisi olmayacak maddi ve manevi zararların oluşturması kuvvetle muhtemel.
Teknoloji neticede belli bir maliyeti de beraberinde getiriyor. Belediyelerin eşitlik anlayışı, bu hizmetlerin herkes tarafından karşılanması oluyor genelde. Ama bu bedelin zenginlere yansıtıldığı oranda yoksullardan da istenmesi adaletsiz bir tutum.
Ve elbette en tartışmalı konu, bireysel verilerin başka kullanımlara açılabilmesi. Teknoloji şirketlerinin sicilleri bu konuda pek masum değil. Hatta mahkemelere yansıyan ve tazminatla sonuçlanan pek çok örnek olmasına karşın şirketler bu tutumlarından vazgeçmiyorlar.
Öyleyse bu ısrar neden? Yoksa akıllı kentler soylulaşma projelerinin yeni bir arayüzü mü? Çünkü pek çok dönüşüm projesi akıllı kent teknolojisiyle uyumlu olduğunu reklam ediyor, bunun propagandasını yükseltiyor ve müşterisini buradan arıyor.
Teknolojik akıllı kentler bize daha güvenilir ve huzurlu bir yaşam sunabilir mi? Yoksa bunlar uğruna özgürlüklerimizden, standartlaşma yüzünden özgünlüklerimizden mi vazgeçiyoruz?
Yerel yönetimler, seçim vaatlerinde söyledikleri gibi ve dünyada yükselen trendin de bir getirisi olarak kent hizmetlerini dijitalleştirmek uğruna bu işleri şirketlerin eline bıraktığında, göstermelik de olsa var olan katılımcılığın da çanına ot tıkamış oluyorlar. Ama çoğunun hesabı akıllı kentlerin aldıkları yatırımlardan paylarını yükseltebilmek ve iş-ticaret hacimlerini genişletebilmek. Kısaca amaç belediyenin kasasına giren parayı yükseltmek. Dijital eko-sistem diye de tanımlanan akıllı kentlerden bizim belediye başkanlarının anladığı ekonomik-sistem! Bu da tabii en çok dijitalleşme ihalesini alan şirketlerin işine geliyor. Kentleri bilemeyiz ama bu şirketler çok akıllı!
Gürşat Özdamar
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 49.sayısında yayınlamıştır.
The post Kentler Değil Şirketler Akıllı! – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Seçim, Uçak Bileti Fiyatlarını Uçurdu appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>24 Haziran erken seçim en çok kimin işine yaradı dersek bunun cevabı hava yolu şirketlerinin olur. Uçak bilet fiyatları şimdiden 3 katına çıkmış durumda. Bunun nedeni ise oy verecek olanların ikametgah yerlerine dönmeleri, seçim çalışması yapanların uçuş seyahatları.
Yurt içi ve yurt dışından gelişler özellikle cuma ve cumartesi günlerine bırakılması uçak biletlerinde talep artışına neden oldu. Bilet fiyatının 3 katına çıktığı uçuşlar oldu. Bu fiyatların daha da artabileceği öngörülüyor.
Yani seçim bize değil şirketlere yarıyor…
The post Seçim, Uçak Bileti Fiyatlarını Uçurdu appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post TBMM’de Kabul Edilen Yeni Yasayla Ormanlar Satışa Çıkarılıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilen 13. maddeye göre, ormanlardaki ağaçları da ‘orman ürünü’ kabul edilirken satışa sunulup ormanlar büyük şirket ve holdinglere 5 yıl süreyle kullanılması için satılacak.
Kabul edilen bu maddeye göre artık Orman Genel Müdürlüğü ormanları seyreltmek gençleştirmek gibi sebeplerle kesip işleyip satmayacak. Bunun yerine ihaleyle en çok para verecek şirket ve holdinglere 5 yıllığına tahsis edilecek. Ormanı ihaleyle alan şirketler önceden işaretlenmiş canlı ağaçları istedikleri gibi kesip işleyecek ya da satabilecekler.
.
ı.
The post TBMM’de Kabul Edilen Yeni Yasayla Ormanlar Satışa Çıkarılıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Röportaj: “Taşerona Kadro Değil Kapının Önü Göründü Kapının Önünde Direniş Var” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi yemekhanesinde çalışırken 7 Aralık’ta işten çıkarılan taşeron işçisi Ayfer Dişkaya, 13 Aralık’tan bu yana direniyor. Meydan Gazetesi olarak, tam da taşerona kadro yalanlarının söylendiği tarihlerde işten çıkarılan Ayfer Dişkaya ile işten çıkarılma ve direniş sürecine, OHAL’de kadın ve taşeron işçisi olmaya, hastane- şirket yönetiminin direnişe yönelik tavrına ve büyütülen dayanışmaya dair bir röportaj gerçekleştirdik.
Meydan Gazetesi: Merhaba, taşeron işçisi bir kadın olarak –tam da taşerona kadro yalanlarının söylendiği tarihlerde- işten çıkartıldın, ardından direnişe başladın. Bu süreci bize anlatır mısın?
Ayfer Dişkaya: Süreç Aralık ayında başladı. Çocuğum hastalandığı için şirketi arayıp izin istedim. İki gün işe gidemedim. Gittiğim gün beni ofise çağırdılar; -ihtar bile çekilmeden, yasal bildirim bile yapılmadan- işten çıkartıldığımı söylediler. Uyumsuz olduğumu, işimde arkadaşlarımla geçimsiz olduğumu iddia ettiler, böyle bir problem yoktu. Ben de hiç bir şey söylemeden ofisten çıktım.
Ertesi gün arkadaşlarımın yardımıyla ve sendikamla birlikte görüşmeler gerçekleştirdik. Hiçbir şey olmamış gibi işime başlamamı söylediler, başladım. Sonra yeniden ofise çağırdılar. “Çıkartıldığımı söylediniz ama benim elimde bir kağıdım yok, bir imza atmadım, neye dayanarak beni işten çıkartıyorsunuz?” dedim. “Sizin imza atmanıza gerek yok. Siz çıksaydınız gerekirdi ama biz çıkarttığımız için imzaya gerek yok.” dediler, ofisten çıktım. İki hafta kadar hastane ve şirket yönetimiyle görüşmeye çalıştım, olmayınca direnişe geçtim. Hastane önünde 51 gün süren bir oturma eylemi, bir nöbet gerçekleştirdim.
İşten çıkarmaların rutin haline geldiği OHAL sürecinde, sen 51 gün yılmadan direndin. Bu süreçte hastane ve şirket yönetiminin baskısı oldu mu? Önceden arkadaşın olan işçilerin tepkileri nasıldı?
OHAL elbette biz işçilere değil patronlara yarayacaktı, öyle de oldu. Onlar jiplerine binip sıcak odalarında otururken bizi bu keyfiyetle işten atamamalılar. Yanlarına kâr kalmamalı.
Taşeron ve hastane yönetimi baştan itibaren vurdumduymazdı. Orada uzun süre kaldığım halde, kapının önünde duruyor olmam normalmiş gibi davrandılar. Rahatça önümden geçiyorlardı, beni görmüyormuş gibi.
İşçilerdense hiç olumsuz tepki görmedim. Ama onlar da maalesef yeterince sahip çıkmadılar bana. Hepsi işten atılma tehdidiyle karşı karşıyaydı sonuçta. Sendikam, Devrimci Turizm İşçileri Sendikası ise ilk günden itibaren yanımdaydı.
Saniye Evren (Dev-Turizm İş Marmara Bölge Şube Yöneticisi): Taşeronu kaldırdık diyorlar ama gerçekler bambaşka. Ayfer’in direnişinin en önemli kazanımlarından biriydi bu; taşerona kadro yalanını ayyuka çıkarması.
Tam da hastanede toplu sözleşmenin yapıldığı süreçte sendikalı bir taşeron işçisi olan Ayfer’i işten çıkarmak, sendikal mücadeleye patronların tehdidiydi. Ancak Ayfer’in direnişi, diğer işçilerin iş güvencesi haline geldi. Hastane de şirket de bundan sonra işçileri kolaylıkla işten çıkaramayacağını anladı.
Şimdiye kadar hastane ya da taşeron şirket yönetiminden herhangi bir geri dönüş oldu mu?
Olumlu bir geri dönüş olmadı. Görüşmeler de olumsuz geçti. Zaten hastane yönetimi taşeron yönetimine yönlendirerek bu işten sıyrılmaya çalışıyor. Ancak işveren taşeron şirketse üst işveren de hastane. Hastane de taşeronun yaptıklarından sorumlu yani.
Taşeron şirket açık bir şekilde beni işe geri almayacaklarını söylüyor. Ama direnirken yasal süreci de başlattık. Haksız yere işten atıldım, elbette direnişe devam edeceğim.
Hastane kapısındaki direnişinin 51 gün sürdüğünü söyledin. Çeşitli sebeplerden nöbeti sonlandırdın ve başka bir işe girmek zorunda kaldın. Ama direnişi sürdüreceğini söylüyorsun. Bunu nasıl gerçekleştirmeyi düşünüyorsun, neler yapmayı planlıyorsun?
Önümüzdeki sürece dair pek çok planımız var; hastane önünde gerçekleştireceğimiz eylem ve etkinlikler, basın açıklamaları, farklı noktalarda bildiri dağıtımları sürecek. Direnen DHL işçilerini, Kod-A işçilerini de ziyarete gideceğiz. Şimdi başka bir yerde çalışmak zorunda olsam da, örgütlü bir taşeron işçisi olarak direnişi sürdürdüğümü, bu işin peşini bırakmayacağımı patronlar görecekler.
Saniye Evren: Örgütlü bir tepki bu. Sadece geçinemiyoruz deyip infial yaratmak değil, öfkeyi birleştirip örgütlemek ve kapitalizme yöneltmek bugünün ihtiyacı. Sıkıştığımız, çözemeyiz dediğimiz sorunlarımızı ancak böyle çözeriz.
Direnişin boyunca seninle dayanışmaya gelenler oldu. Bu dayanışma sana ne hissettirdi?
Bu dayanışma beni daha güçlü kıldı. Yanımda insanlar olduğunu bilmek, benim orada ayakta durmamı sağladı. Arkamın güçlü olduğunu bildiğim için direncim her gün biraz daha yükseldi. 51 günün sonunda oradan ayrılırken, ben ancak o gün işten çıkartıldığımı anladım, direniş boyunca her gün oradaydım ya…
Normal işe gidip döner gibi 51 gün gittim direniş alanıma. Öncesinde çocuklarımı evde bırakıp her gün nasıl gidiyorsam işe, çocuklarımın ve kendimin hakkını orada bırakmamak için her gün gittim hastane önüne. Herkes yanımdaydı, süreç boyunca hiç yalnız kalmamak önemli bir dayanışma örneğiydi.
Röportaj için teşekkür ederiz. Direnişini dayanışmayla selamlıyoruz.
Bu röportaj Meydan Gazetesi’nin 44. sayısında yayınlanmıştır.
The post Röportaj: “Taşerona Kadro Değil Kapının Önü Göründü Kapının Önünde Direniş Var” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Güney Kore’de General Motors İşçilerinden Eylem appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Küresel otomotiv şirketi General Motors’un, Güney Kore’deki 4 fabrikasından birini kapatma bahanesiyle başlattığı işten atılmalara karşı işçiler eylemler gerçekleştiriyor. Kore Metal İşçileri Sendikası’na üye işçiler bugün Gunsan kentindeki fabrikada eylem yaptılar. 2000 işçinin çalıştığı fabrikada 1200 civarında işçinin eyleme katıldığı belirtiliyor. General Motors’un Güney Kore genelindeki fabrikalarında toplam 16.000 işçi çalışıyor. Şirket dün yaptığı açıklamada Güney Kore’deki 1 fabrikayı Mayıs ayına kadar kapatacağını, diğer 3 fabrikaya ilişkin kararın ise birkaç hafta içinde netleşeceğini duyurmuştu.
Kaynak: Yeryüzü Postası
The post Güney Kore’de General Motors İşçilerinden Eylem appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Katil Devletlerin Katil Şirketleri appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>TC Devleti savaş ve katliamlarına devam etmek için savaş sözleşmelerine bir yenisini daha ekledi.
Savaş politikaları ve silah alımlarıyla gündemden düşmeyen TC Devleti, bir yandan da bunları sürdürmek için işgal-savaş araçlarını üretmeye ve ürettirmeye devam ediyor. Zırhlı araç, kamuflaj, silah gibi savaş malzemelerini ürettirdiği Aselsan, Otokar, Roketsan, Nurol Makina, Vestel ve daha birçok yerli şirketlerin yanı sıra şimdi de uzun menzilli hava ve füze savunma sisteminin gelişimi ve üretimi için Fransız-İtalyan Konsorsiyumu Eurosam ile işbirliği anlaşması imzaladı.
İtalya-Fransa-Türkiye’nin dâhil olduğu, 2020’lerin ortalarında üretileceği ve geliştirileceğinin duyurulduğu hava savunma sistemi; hayalet uçaklara, insansız hava araçlarına ve füzelere karşı savunma amaçlı kullanılacağı iddia ediliyor.
The post Katil Devletlerin Katil Şirketleri appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Röportaj: KOD-A İşçileri Direniyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Meydan: Direnişiniz nasıl başladı, süreci anlatabilir misin?
Nurten Varlık: Yaklaşık 3 senedir bu şirkette çalışıyorum. Zaten sürekli olarak işçilere uygulanan baskılar vardı. Bunlardan bazıları fazla çalışma saatleri, 10 dakikaya kadar düşürülen çok kısıtlı molalar. İşçilerin sendikalaşma süreci yaklaşık 3-4 aydır olsa da aslında süreç 2016’ya dayanıyor.
Güven Saltun: Sendikamız yeterlilik sayısına ulaştıktan sonra şirkete yazılı kağıt gönderdi. Daha sonra şirket yetkilileri sendikayla ilişkili olduğunu bildikleri çalışanları çeşitli işlerle yıldırmaya çalıştı. Önce 3 kişiyi sonra 9 kişiyi sürgün denilebilecek yerlere, Arnavutköy’de oturan arkadaşımızı Avcılar’a, Başakşehir’de oturan arkadaşımızı Üsküdar’a, diğer arkadaşları çeşitli yerlere sürdü ve işten çıkarmaya çalıştı.
Yusuf Saltan: Şirket şartları çok zordu. İşçilere o kadar kötü davranıyorlardı ki suyumuzu sebilden içerken bile durarak değil gidip gelme yolunda içmemiz gerektiğini söylüyorlardı. Verdikleri akbilde çok az para vardı, bizleri başka yerlere sürdüklerinde 107 Lira olan akbilimizin yetmediğini söylesek de “bize daha iyi önerilerle gelin” şeklinde dalga geçen kelimeler kullanıyorlardı.
Bizi sendikalı olduğumuz için işten çıkardıklarına dair bir kanıtımız yok. Çünkü akbil paramız ve yemek paramız yetmediği için bizleri sürgün ettikleri projelerde akbili ve yemeği kendi cebimizden harcamak zorunda kalıyorduk, biz de karar alıp projelere gitmedik. Onlar da bunu bahane göstererek verdiğimiz projeyi yapmadığınız için sizi işten çıkartıyoruz dediler. Tazminat davası açtık. İşe iade davası şu an 8 kişi için açıldı.
Direniş kararını ne zaman aldınız?
N.V: Şirketteki sorunları zaten biliyorduk. Bunların propagandasını defalarca yaptık. Sendikanın yazdığı kağıdı aldıktan sonra sendikalı olduklarını bildikleri işçilere daha fazla baskı uyguladılar, biz de bu durumda zaten bir direnişin olması gerektiği düşünüyorduk ve 3 Ekim’de şirketin önünde oturma eylemliklerimize başladık.
İçeride çalışan kaç sendikalı işçi var?
Y.S: Yüzde yetmişlik bir çoğunluğumuz içeride çalışıyor.
Sendikalı olmayan Kod-A işçileri direnişi nasıl karşılıyor?
G.S: Arkadaşlarımızın aktardığına göre yetkililer “onların yanına gitmeyeceksiniz, giderseniz size dava açarım, yaptıkları hukuksuz, iş verdim yapmadılar, onların yanına gidip onların sosyal medyadan paylaştığı herhangi bir şeyi beğenirseniz sizi işten çıkartırım” gibi tehditlerde bulunsalar da şirkete rağmen bize dayanışmaya gelen arkadaşlarımız var. Arkadaşlarımıza cesaret verdiğimizi düşünüyoruz her molada neredeyse 40-50 kişi geliyor.
İşçi direnişlerinde her zaman karşılaşırız polis taciziyle. Siz böyle bir durum yaşadınız mı?
G.S: Burada çok fazla karşılaşmadık İzmir’deki arkadaşlarımızın yaşadığını biliyoruz.
Şirket ile tekrardan bir görüşme sağlanacak mı?
N.V: Şimdilik mahkemeyi bekliyoruz, sendika yeterlilik sayısı kanıtlanınca sendikamızla şirket arasında bir görüşme sağlanacak.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Y.S: Direnişimiz sürecek, herkesten de dayanışma göstermesini istiyoruz.
Röportaj için teşekkür ediyoruz. Bu haklı mücadelenizde bizler de Meydan Gazetesi olarak yanınızdayız.
Bu röportaj Meydan Gazetesi’nin 41. Sayısında yayınlanmıştır.
The post Röportaj: KOD-A İşçileri Direniyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Arjantin’de Pepsi İşçileri Direnişte appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Arjantin’in Buenos Aires kentinde işten atılan Pepsi işçileri fabrikanın girişini işgal ederek direnişe geçti.
20 Haziran’da fabrikasını, Buenos Aires’in güneyindeki Mar del Plata’ya taşıyacağını ve bu süreçten itibaren küçülme bahanesiyle, sadece 155 işçinin işine devam edeceğini, geri kalanının işten atılacağını duyuran şirket, işçilerin direnişi ile karşılaştı.
İşçilerin ayrıca, Pepsi şirketiyle işbirliği içinde olduğu bilinen sendikaya karşı da fabrikada kendi öz örgütlenme organlarını kurduğu belirtiliyor.
The post Arjantin’de Pepsi İşçileri Direnişte appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Çikolata Şirketinin Ürünlerinde Bakteri Bulundu appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>ABD’li çikolata şirketi Mars ürünlerinde salmonella bakterisinin bulunduğu bildirildi. Şirket, bu olay üzerine İngiltere ve İrlanda’da Galaxy’nin Teaser bar, Counters ve Minstrels ürünlerini geri çağırma kararı aldı.
Şirket, ürünlerin yenmemesi konusunda uyarıda bulunarak, “Ürünleri muhafaza etmeli ve tüketici memnuniyeti ekibiyle iletişime geçmeli” açıklamasını yaptı.
Salmonella, insan ve hayvanların sindirim sisteminde görülen bir bakteri. Bakteri gıdalarda yüksek oranda bulunduklarında hastalığa ve zehirlenmeye yol açabiliyor. Hastalığın belirtileri, ileri seviyede ishal, ateş, titreme, abdominal rahatsızlık ve kusmadır.
The post Çikolata Şirketinin Ürünlerinde Bakteri Bulundu appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” Global Barış Global Sermaye ” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Dünyanın pek çok yerinde savaşlar ve katliamlar, devletlerin büyük çıkar çatışmaları üzerinden devam ediyor. Savaş, biz ezilenler için yıkım olurken, gelişmiş silah endüstrisi, savaş teknolojisi ve savaş sonrası inşaat sektörüyle birlikte devletler ve tabii ki şirketler için büyük bir fırsat, büyük bir rant, büyük bir ekonomik kaynak oluşturuyor. Ekonomiyi beslemek anlamında savaş, devletler ve şirketler için çoğu zaman vazgeçilemez bir yöntem.
Ancak devletler ve şirketler savaş yöntemini her zaman doğrudan kullanmıyorlar. Bazen barış da, rant ve sömürü için yöntemsel anlamda oldukça “kullanışlı” olabiliyor.
Küresel Barış Endeksi, Ranta Endeksli
Avustralya, Sidney merkezli Ekonomi ve Barış Enstitüsü… Enstitü’nün en önemli çalışması olan Küresel Barış Endeksi; Economist dergisi ve derginin istihbarat birimi tarafından derlenen veriler kullanılarak, barış enstitüleri ve düşünce kuruluşlarında görev alan ekonomistlerin yer aldığı uluslararası bir panelde hazırlanıyor.
Enstitünün hazırladığı tüm raporlar ve yapılan araştırmalardan derlenen veriler, devletler, şirketler, Birleşmiş Milletler, OECD ve Dünya Bankası gibi kurumların yanı sıra, onlara sahada asistanlık hizmeti veren küresel sivil toplum kuruluşları ve politika enstitüleri (think-tankler) tarafından kullanılıyor.
Enstitü, her yıl periyodik olarak yayınladığı ve “huzurlu ülkeler sıralaması” olarak da adlandırılan raporunu, geçtiğimiz haziran ayı sonunda açıkladı. Barış, ekonomi, siyasi istikrar gibi kriterler göz önünde bulundurularak hazırlanan raporda TC devleti, 36 Avrupa devleti arasında sonuncu sırada yer alırken, dünya sıralamasında 162 ülke arasında kendine ancak 135. sırada yer bulabildi. İlk üç sırada ise İzlanda, Danimarka ve Avusturya yer aldı. Barış Endeksi çalışması, dünyadaki çatışma ve savaş bölgelerinin ayrıntılı bir haritasını çıkartırken, bu coğrafyalarda ortaya çıkan durumların detaylı raporlarını hazırlıyor.
Peki Bu Ne Anlama Geliyor?
Daha önce de belirtmiştik, Barış Endeksi’ni hazırlayan enstitü uzmanları Economist Dergisi ekibinden ve bu dergi, kapitalist şirketlerin en önem verdiği, verilerine güvendiği dergilerden biri. Yapılan çalışmaların, hazırlanan raporların şirketlerin çıkarına hizmet vermeyeceğini düşünmek gerçekçi değil.
Savaş kadar barışı da kendi çıkarlarına kullanmakta kararlı olan küresel sermaye güçlerine “barış dönemlerinde” bu desteği sağlayan en önemli kurumlardan birisi Ekonomi ve Barış Enstitüsü.
Hazırladığı “Küresel Barış Endeksi” çalışmasıyla dünyadaki çatışma ve savaş bölgelerinin ayrıntılı bir haritasını ve bu coğrafyalarda ortaya çıkan durumların raporlarını üreten Enstitü, kapitalistlere ve devletlere yatırım yapabilecekleri alanları belirterek sermayelerini artırmalarına yol açıyor.
Savaş ve çatışma bölgeleriyle ilgili tüm bu çalışmalar, gerek savaş sırasında o bölgede gerçekleşen büyük rantın hissedarlarını azaltacak şekilde, riski sevmeyen patronları oradan uzaklaştırarak, gerekse bölgenin savaş sonrası ihtiyaçlarını belirterek, gerçekleşecek olan bu daha büyük ve kapsamlı sömürüye ve sermaye akışına rehber oluyor.
Enstitü ayrıca, savaşların olmadığı coğrafyalarda da analizler yapıyor ve buralardaki ekonomik durum ile kapasiteleri saptayıp sermayedarlara yapabilecekleri yatırımlar hakkında seçenekler sunuyor.
Yayımlanan raporlarda ekonomik istikrarsızlıklara bolca dikkat çekilirken, devletlerin içeride yaşadığı çatışmalara ve siyasi istikrarsızlığa da neden olarak ekonomik krizler gösteriliyor. Bununla beraber, savaş ve çatışmaların da yine barış ekonomisine zarar verdiğini, barışı gerçekleştirmenin ekonomik açıdan istikrarı yakalamakla geleceğini söyleyerek bir tuzak kuruluyor. Böylelikle ezilen halkların paylaşma ve dayanışma içinde bir arada yaşamaları için olmazsa olmazlardan biri olan “barış” kavramı, söz konusu Enstitü tarafından, şirketlerin ve devletlerin sömürülerini artırmaları için onlara bir araç olarak sunuluyor.
Kapitalist Barış
Enstitünün şimdiye kadar yaptığı çalışmalarda kullandığı bir barış tanımı var. Pozitif ve negatif olmak üzere iki ayrı bağlamda ele alınıyor barış. Çalışmaya göre “negatif barış”, şiddetin olmadığı bir atmosferi tanımlamak için kullanılıyor. “Pozitif barış”ın ifade ettiğiyse, şiddet varlığının ve korkusunun toplumdaki durumundan çok daha fazlası. Pozitif barış, sadece siyasal olanla ilgili değil, aynı zamanda toplumun sosyo-ekonomik durumuyla da ilintili. Pozitif barış durumunun oluşması için toplumun ekonomik açıdan da iyi bir konumda bulunması şart koşuluyor.
Küresel Barış Endeksi ile enstitü, özellikle Pozitif Barış tanımının üzerinde duruyor. Barışçıl toplumları destekleyen ve ayakta tutan davranışları, yapıları ve organizasyonların desteklenmesi noktasının altını çiziyor.
Pozitif Barış tanımının kerameti burada ortaya çıkıyor. Sosyo-ekonomik durumun iyi olması için gerekli koşullar kapitalist dengelerle kuruluyken, bu dengenin, yani kapitalizmin o coğrafyalarda daha iyi işlemesi için desteklenmesi gereken kuruluşlar olarak kapitalist şirketler ve bu şirketlerle ilintili STK’lar ön plana çıkartılıyor.
Çalışma, işte bu barış tanımıyla birlikte hiç şüphesiz, şiddetin yanı sıra sistemin devamı için gerekli olan, kapitalist ekonominin çarklarını risk olmadan çalıştıracak bir barıştan bahsediyor. Yaptığı saptama ve analizlerle de kendince tasarlayıp çizdiği bu barış portresinin vücut bulması için şirketlere ve devletlere yol göstericiliğinde bulunuyor.
Bir yandan şirketlere sağladığı verilerle sermaye akışına uygun coğrafya arayan Ekonomi ve Barış Enstitüsü; öte yandan barış terimini yeniden anlamlandırıyor. Devletin ve şirketlerin barışının rant ve sömürü olduğu ortada. Kapitalizmin barış hali ve savaş hali…
The post ” Global Barış Global Sermaye ” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>