The post Seçimlere Dair; Bitemeyen Seçimler Bitecek Mi? appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Seçime Doğru
Dört yılda bir tekrarlanan genel ve beş yılda bir tekrarlanan yerel seçimlere dayalı bir siyasal sistemin içerisinde bulunuyorduk. Son 4 yılda, seçimlerin bu kadar uzun aralıklarla yapılmadığını anladık! Erken seçimlerin ötesinde, referandum ve başkanlık seçimleri gibi ek süreçlerle oldu bittiye getirilen ve dayatılan kararlar silsilesiyle karşı karşıya kaldık.
Liberal demokrasinin, halkın düşüncelerini belirttiği bir süreç olarak gördüğü seçimlerin, aslında değil düşünce belirtmek, düşünceler iktidarla doğru orantılı olmadığı takdirde, seçim sonuçlarının bile kifayetsiz kalacağını deneyimledik. Seçimlerin varoluş nedenini görmüş olduk!
31 Mart Seçimleri’nden 23 Haziran Seçimleri’ne Nasıl Geldik?
31 Mart Yerel Seçimleri’nin hemen sonrasına AKP karşıtı bloğun ve CHP’nin İstanbul adayı Ekrem İmamoğlu, YSK’nın sürekli değişen verileri sonrasında seçimi kazanmış ilan edilmişti. İlan edilmişti ama art arda YSK’ya yapılan itirazlar, farklı belediyelerde sonuçların tekrar sayımı, mazbatanın verilmesinin geciktirilmesi gibi birçok engellemeyle karşılaşmıştı.
İmamoğlu’nun mazbatayı almasından sonra da belirsizlik ve tartışmalar bitmemişti. Bu sefer AKP kanadı “yolsuzluk” gündemi üzerinden yürüyordu. İstanbul’daki seçimlerde büyük bir yolsuzluk gerçekleştiği iddiasıyla YSK’ya yapılan başvuru olumlu değerlendirildi ve İmamoğlu’nun mazbatası kısa bir süre sonra geri alındı.
İmamoğlu da bu adaletsiz durumu protesto etmek için hemen bir eylem çağrısı yaptı! Seçimlerin meşru olmadığını, seçim tekrarını reddettiğini, bu durumu protesto etmek için sokaklara çıkılması gerektiğini açıkladı! Tabi ki, böyle olmadı! Yapılan “adaletsizliğe”, sandığa çağrıyla karşılık verildi! Bu “sandık takıntısı”, oy kullanma dışındaki siyasal eylemi, siyasal alanın dışına itme manevrasıdır. Gücünü sokaktan alan değil, devlete onaylı olmasından alan bir çağrıdır!
Şimdi yeni bir seçime doğru gidiyoruz. Sandıktan her sonuç çıkabilir ve sandık dışı her durum söz konusu olabilir. Yine “bu sefer farklı” bir seçim olduğu söylense de seçime dair eyleyeceklerimizde olduğu gibi söyleyeceklerimizde de pek bir değişiklik yok.
Demiştik ki!
Oy atmanın tarihi kazanımların tarihi değil, ezilenleri oyalamanın tarihidir demiştik!
Oy hakkı, yurttaş olan her bireyin kendisiyle ilgili alabileceği kararları ve bu kararların uygulanma şeklini, yani kendi iradesini temsilcilere teslim etmesinin önünü açan bir uygulamadır. Halkın siyasete katılımının yegane aracını seçim ve oy olarak manipüle edilmesidir demiştik. Özellikle son 5 yıldır aralıksız gerçekleştirilen seçimler nedeniyle, yaşanılan ekonomik, siyasi tüm olumsuzlukların çözümü için oy sandığı konuluyor önümüzde. Savaş, ekonomik kriz benzeri tüm sıkıntılar seçim sürecinin bir parçası olduğu sürece önemli kılınıyor. Ezilmemizin gerçek ekonomik, siyasi ve toplumsal sebeplerine odaklanmayan yüzeysel çözümlere kilitlenmemiz isteniyor.
Değil demokratik belediye uygulamaları, geri çağırılabilirlik ilkesi, halk meclislerinin belediyelere etkisi; sol siyasetin son 10 yılda keşfettiği desantralize/federatif siyaset biçimi tamamen terk edilmiş durumda. Burjuva demokrasisinde asıl aldatmaca “halkın kendini yönettiği” aldatmacasıdır demiştik! Parlamenter demokrasi kaynağını bir kurgudan alır demiştik. Oy vermenin edilgenliğinin yansıması olan “seçmen” anlamının dışında, halk kelimesini cümle içinde kullanan profesyonel siyasetçi yok! Toplumsal işleyişte adalet ve özgürlük ancak, bireylerin karar alma süreçlerindeki doğrudan katılımı ve kontrolü ile sağlanabilir demiştik. Karar alma süreçlerine ilişkin gündem yok!
Toplumsal muhalefet, bu seçim aldatmacasının dışında varlığını sürdürmesi gerektiğinin farkında olmalıdır. Çünkü bu seçimde kazanmak yoktur. Kazandığını zannetmek vardır demiştik! Ezilenlere kazandıracak tek siyaset, meşruluğunu haklılığından alan sokak siyasetidir demiştik!
“Gerçekçi” olup seçimlerle gerçek kazanımlar elde etmek isteyenler ilk önce HDP çevresinde yek vücut olmuşlardı; her seçim sürecinde -isteyerek veya istemeyerek- sokak siyasetini düşürmüşlerdi. Şimdi ise gelinen noktada herkes “gerçek kazanım” için CHP çevresinde kenetlenmiş durumda. Bu da tutmazsa yuvarlana yuvarlana merkez sol muhalefet için merkez sağda bir parti bulmak gerekecek. İYİ Parti ya da Gül-Babacan etrafında, önümüzdeki aylarda kurulması beklenen AKP bakiyesi siyasi oluşum bu noktada önemli adaylardan olacaktır.
“Kazanılabilir kazanıma” odaklanmış bir toplumsal muhalefet, devletin müsaade ettiği alanda top koşturmaya mahkumdur. Devletin hukuku adaletsizliğin kurallar haline getirilmiş biçimidir. Bu adaletsizlik mekanizmasının kazanılabilir kıldığıyla yetinmek ve onun hukuk kuralları içerisinde hareket etmek bize bir şey kazandırmaz. Zira, kazanılabilir olan ezilenlerin lehine olsaydı, devlet onu kazanılabilir kılmazdı.
Siyasal iktidardan pay alma arzusuyla, içerisinde bulunduğumuz coğrafyada toplumsal muhalefet sokaktan sandığa yönlendirilerek yıpratılmıştır. Dahası ideolojik olarak altını bu şekilde boşaltan muhalefet (boşaltan, çünkü muhalif kesimler bu politikaya, bile isteye girmiştir) biçimsel olarak da iktidarın yöntemini taklide gitmiştir. Yıllardır “tek adam” karşıtı politika güdenler, karşı “tek adam”ı içselleştirme noktasında sıkıntı yaşamamışlardır. Tarihte “tek adam”ların nasıl bir ideolojinin parçası olduğundan dem vuranlar, şimdilerde yeni bir “tek adam”ın bayraktarlığını yapmaktadır.
Parlamenter demokrasi, devrimci eylemin belirleyici gücünü göz ardı etmeye çalışır demiştik! Bu ikisinin yan yana gelmesi olanaksızdır. Çünkü devrimci eylem, parlamenter demokrasi ile yönetilen toplumsal yapıyı yıkmayı hedeflerken; parlamenter demokrasi ise kendini devamlı olarak devrimci eylemden korumaya çalışır.
Parlamento Seçimleri merkeziyete yol açar demiştik! Seçimler, belli bir coğrafyada yaşayan halkın bir sonraki seçimlere kadar, onların yerine karar alacak, neyin iyi neyin doğru olduğunu söyleyecek, alınan kararlarla hiç de ezilenlerin çıkarına olmayan durumlara yol açacak bir sisteme dayanır. Devletin hegemonya sınırları dahilindeki herkesin ve her şeyin bu azınlık grubu tarafından belirleniyor oluşu merkeziyetçiliğin belirtisidir.
Öyle de oldu, ki yerel seçimlerde belediye başkan adayı olan Ekrem İmamoğlu, 2023’te Erdoğan’ın karşısına çıkabilecek en güçlü aday olarak lanse edilmeye başlandı. Çünkü hem muhalefet partileri için hem de iktidar partisi için İstanbul’u almak, Türkiye’yi almak anlamına geliyordu. Hal böyleyken muhalefetin umudu “tek adam diktatörlüğü”ne karşı durabilecek “tek adam”a bağlanmış oldu.
İstanbul seçim propagandası İmamoğlu için Trabzon, Gümüşhane gibi kentlerde yaptığı mitinglerle Karadeniz üzerinden yürürken Yıldırım için Amed’de kürt halkına kürtçe seslenerek sürüyor. “Parlamento seçimleri merkeziyete yol açar.” deyip bu siyasetin ezilenler için tehlikesinden bahsetmiştik, eksik demişiz; yerel seçimleri bile merkezileştirdi.
Seçime girmek iktidarı olumlamaktır demiştik! Atılan her oy, boş oylar da dahil olmak üzere, sistemin olumlanması anlamına gelir. Hemfikir olmadığımız bir siyasi pratiğe zorlanarak, bizim irademizi teslim alacak olanları seçmenin bir mantığı yoktur. Bu mantıkla düşünecek olursak oy kullanmak, her zaman daha iyi çobanların olabileceğine inanmaktır.
Seçimler, bizi somut olandan uzaklaştırır. Biz ezilenleri belirli bir sürece hapseder. Bu sürecin kendisi tamamıyla bir illüzyondur. Bu illüzyonu layığı ile yerine getiren parlamenter demokrasi, onun uygulayıcıları devletin ve kapitalizmin içindeki çözümlemeleri halkın talepleriymişçesine uygular ve dillendirir. Ekonomik ve sosyal sömürüyü bu talepler çerçevesinde farklı söylemlerle meşrulaştırır.
Seçim zorbalıktır demiştik! Zorbalık yöntemi, her ne kadar genel seçimlerde demokrasi kılıfıyla özenle kapatılmaya çalışılsa da, özellikle yerel seçimlerde kendini belirgin kılmaktadır. Yerel düzeyde ekonomik ve siyasi iktidarı ele geçirme çabası, adayların ya da grupların birbirlerini yok etmesine kadar gitmektedir. Burada bahsedilen gruplar sadece siyasi partiler düzeyinde değil, devletin en ufak yerel organizasyonundan (örneğin muhtarlık) payına düşeni almaya çalışan mafyavari yapılanmalara kadar uzanmaktadır.
Her seçim kendi sonucunu kabul ettirmek üzere mühürsüz pusulalar, yol kenarlarından çıkan sandıklar, diriltilen ölü seçmenler, açık oy kullanımları için zorlananlar, plakasız araçlar, silahlı kolluklar, araç olarak kullanılacak seçim kurumları, denetmenleri… İstenilmediği takdirde, sistemin oyununun galibi olmanın kazanan olmak anlamına gelmediğini yakın zamanda deneyimledik.
Seçim değil, toplumsal devrim demiştik! Post-demokrasi, seçimli otokrasi vb. kavramların havada uçuştuğu; ilerici ittifak, eleştirel destek gibi kavramlarla burjuva demokrasisi içerisindeki hareketlerin anlamlandırılmaya çalışıldığı; yerel yönetimle oluşacak farklı bir siyasal işleyişten değil de yerel yönetimin iktidarını nasıl olursa olsun ele geçirmenin stratejilerinin yapıldığı bir siyasal ortamda, bize “oy”alanma pratiklerinden başka alternatif gösteremeyenlere başka bir kavramı ve onunla ilgili pratikleri hatırlatmıştık: “Toplumsal Devrim”.
AKP’yi geriletmek için farklı koalisyon kombinasyonlarından imtina etmeyenlerin açıkça görmesi gereken, temsili demokratik alternatiflerle işlerin yoluna koyulamayacağıdır. Seçim süreçlerinde kendi başına AKP karşıtlığını bile “ilerici” tayin edenler, “ilerici” ittifaklarıyla, tek adamcı çözümleriyle içinde bulunulan genel sömürü ve baskı durumuna kestirme yollardan çözüm aramaktadır. Tekrar edelim; çözüm, yakınılan sisteme türlü manevralarla eklemlenmek değildir.
Oyunu hazırlayanların kendi kurallarına uymadığını anlamak için bir başka genel ya da yerel seçime ihtiyaç yok. Tekrar tekrar hatırlatalım: Hileli seçim potansiyeliyle karşılaşıldığı, seçimleri organize eden siyasal yapının meşruiyetini yitirdiği, siyasal temsilcilerin temsilci olma durumlarını yitirdikleri noktalarda boykot siyasal bir alternatif olarak belirir!
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 50. sayısında yayınlanmıştır.
The post Seçimlere Dair; Bitemeyen Seçimler Bitecek Mi? appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Yalnızca Sevme… ” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Küresel kapitalizmin normal yanılsamasının uzun süredir uğramadığı topraklarda, anormal bulmak oldukça zordur. Savaşın, göçün ve adaletsizliğin oyun sahasında, acı perdelerindeki geçiş hızlıdır. Bu geçişler arasında neden sonuç ilişkisi aramak boşunadır. Tepende savaş uçakları cirit atarken, top sesleri kulağına “o normallikte” gelirken, ölümün gerçekliği bu kadar yakınken, anlam kuracak zihin ortadan kalkmıştır.
Suriye’de birkaç yıldır devam etmekte olan süreci bu anormalin dışında görmek gerçekçi değil. Ancak, savaşın gitgide çetrefilli bir hale geldiği bir süreçte, St. Petersburg’dan gelen Mariinsky Orkestrası, Rus besteci Shchedrin’in Not Love Alone (Yalnızca Sevme) parçasını; IŞİD’in Temmuz 2015’te 25 Suriye askerini (IŞİD vari bir şovla) infaz ettiği Palmira Antik Kenti’ndeki Roma Amfitiyatrosu’nda, yani yine IŞİD’in havaya uçurduğu sayısız antik tapınağın hemen yanı başında çalıyor olması, bu anormalliği bile zorlayan bir eylemdi.
Fırat’ın 120 km güneybatısında yaşananlar, bütün dünyaya, Rusya’nın uluslararası “gayrı resmi resmi kanalı” Russia Today aracılığıyla canlı yayından verildi. Orkestra şefi Valery Gergiev de, Panama Belgeleri’nde ismi geçen çellist Sergei Roldugin de Putin’e yakınlığıyla bilinen sanatçılardı. Yani konser aslında sadece bir konser değildi, bütün dünyaya verilen bir mesajdı. Konseri izlemeye gelenlerse Rusya ve Esad rejimi askerleri; Putin’in cesaretlerinden dolayı kutladığı, bölgeden getirilmiş insanlar ve restorasyon çalışmalarını hızla başlatmak için orada bulunan UNESCO yetkilileriydi. Palmira IŞİD’den geri alınırken, öldürülen Rusya askeri Aleksandr Prohorenk’e ve antik kentin restorasyonuna adandı konser.
Putin konsere video-konferans yoluyla Rusya’dan canlı katıldı. Konuşmasında, “Palmira’nın canlandırılmasının, yalnızca tüm insanlığın kültürel mirasına hizmet ettiği için değil, aynı zamanda medeniyetin kurtuluşu için de önemli” olduğunu vurguladı. Medeniyetin kurtarılmasında payımız büyük dedi kısacası. İnsanlığın karşısındaki IŞİD’e karşı indirilen her darbe nasılsa kendiliğinden meşruydu!
“Barbarlığa” karşı alınmış bu zaferin, konser aracılığıyla tüm dünyaya ilan edilmesinin dışında, başka anlamlar da mevcut aslında bu konserde. Batı uygarlığının ilahisi senfoni ile Palmira’nın kutsanması, yine Batı uygarlığıyla özdeşleşmiş imparatorluk Roma’nın antik kentinde verilen konser, biz Batı uygarlığının savaşını veriyoruz anlamı da taşıyor. Barbarlıkla medeniyet arasındaki o kadim savaş! Rusya, Suriye’deki mevcudiyetine ilişkin neden-sonuç ilişkileri üretiyor. Tabi anlayana!
Küreselleşmeyle beraber merkezi siyasetin kökten değişeceğine inanan teoriler karşısında, Huntington’ın Medeniyetler Çatışması çok rağbet görmemişti. Devletler arasındaki çatışmaların ve devletlerin sınırlarında yaşanan çatışmaların giderek kültürel ağırlık kazandığını yazmıştı. Huntington haklı mı? Öğrencisinin Tarihin Sonu tezini alt etmişe benziyor. En azından son birkaç yılda, Suriye’de olanlar düşünüldüğünde…
Uluslararası siyasette iktidarın önemli parçası konumunda bulunanların Ortadoğu’daki sonuç hamleleri, sadece Suriye’deki sürecin gidişatını belirlemeyecek; aynı zamanda kendi izlerini de bırakacak. Peki biz ne düşüneceğiz? Barbar IŞİD’i alt eden, ileri uygarlığın kültürüyle kutsayan bu hareketi nasıl algılayacağız? Medeniyeti kurtarma sevdalılarını nasıl göreceğiz? Bu noktada Huntington’dan çok, Edward Said’in şarkiyatçılık meselelerine ilişkin yazdıklarını hatırlamak yerinde olacak.
Batı zihniyeti tarafından şekillendirilmiş bir çözüm, Suriye’de çözüm olmaktan çok uzaktır. İnsanlığın sözde kurtuluşu, temellerini küresel kapitalizmi doğuran düşünsel birikimden alacaksa, Ortadoğu’da anormal normalliğin sonu gelmeyecek demektir. Rodion Shchedrin’in bestesini isimlendirdiği gibi; “yalnızca sevme” aynı zamanda ekonomik anlamda sömür, siyasi anlamda bağımlı kıl, küresel kapitalist üretimin çarklarından biri haline getir, kültürünün altını boşalt…
The post “Yalnızca Sevme… ” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>