spor salonu – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Thu, 28 Apr 2016 06:38:16 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 “Devletlerin Pazarlığı Göçmen Anlaşması” – Emrah Tekin https://meydan1.org/2016/04/28/devletlerin-pazarligi-gocmen-anlasmasi-emrah-tekin/ https://meydan1.org/2016/04/28/devletlerin-pazarligi-gocmen-anlasmasi-emrah-tekin/#respond Thu, 28 Apr 2016 06:38:16 +0000 https://test.meydan.org/2016/04/28/devletlerin-pazarligi-gocmen-anlasmasi-emrah-tekin/ Geçtiğimiz günlerde, Dikili’de gerçekleştirilen bir “eylem” haberi düştü ajanslara. Habere göre Dikili’de yaşayan bir grup insan, ilçede yapılması düşünülen göçmen kampı için “Dikilimiz cennet gibi, buraya kıymayın” diyerek bir basın açıklaması gerçekleştirmişti. Türk bayraklarının taşındığı açıklamada yapılan konuşmalarda söz alanlardan biri de Dikili Belediyespor başkanı Ahmet Öcal’dı. Öcal konuşmasında, göçmenlerin spor salonunu kullanmasından yakınarak “Spor […]

The post “Devletlerin Pazarlığı Göçmen Anlaşması” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>


Meydan Gazetesi- Devletlerin Pazarlığı Göçmen Anlaşması-Emrah tekin
G
eçtiğimiz günlerde, Dikili’de gerçekleştirilen bir “eylem” haberi düştü ajanslara. Habere göre Dikili’de yaşayan bir grup insan, ilçede yapılması düşünülen göçmen kampı için “Dikilimiz cennet gibi, buraya kıymayın” diyerek bir basın açıklaması gerçekleştirmişti. Türk bayraklarının taşındığı açıklamada yapılan konuşmalarda söz alanlardan biri de Dikili Belediyespor başkanı Ahmet Öcal’dı. Öcal konuşmasında, göçmenlerin spor salonunu kullanmasından yakınarak “Spor salonu kullanılamaz hale geldi. Salonun camlarını ve kapılarını kırdılar, formalarımızı yaktılar, toplarımızı patlattılar” diyordu.

Bu “eylemden” birkaç gün önce ise başka bir haber geldi aynı coğrafyanın hemen yakınından. Dikili’nin karşısında bulunan Yunan adası Midilli’de Türkiye’ye gönderilmek üzere bekletilen Mustafa adlı bir Suriyeli, “Bir cehennemden kaçtık, diğerine gitmek istemiyoruz, eğer bizi oraya gönderirlerse, kendimi ve çocuklarımı denize atarım” diyordu. Savaştan kaçan Suriyeli Mustafa can, Dikilili “beyaz” Ahmet, top ve forma derdindeydi…

TC devleti ile AB arasında yapılan göçmen anlaşması uyarınca, Avrupa’ya geçmek üzere Yunan adalarına ulaşan Suriye ağırlıklı göçmenlerin Türkiye’ye gönderilmeye başlanacağı 4 Nisan tarihinden birkaç gün önce ajanslara düşmeye başlayan bu haberlerin muhtemelen devamı da gelecek gibi görünüyor. Geçtiğimiz yıl sonlarında başlayan ve TC devletinin başbakanına göre “Kayserili pazarlığı”, dünyadaki ve coğrafyamızdaki muhalif kamuoyuna göre ise “kirli pazarlık” olarak adlandırılan görüşmeler, geçtiğimiz Mart ayı ortalarında sonuçlandı. Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Af Örgütü gibi, özünde devletlerin savaş politikalarını aklamakla yükümlü kurumların bile tepkisini çekmesi nedeniyle, söz konusu anlaşma, “kirli” tanımını sonuna dek hak ediyor.

Şantaj Malzemesi Olarak Göçmenler

Anlaşmanın bir tarafındaki TC devleti, yaşamları pahasına topraklarına sığınan insanları bir şantaj malzemesi olarak kullanıyor. Bunu yaparken de bir yandan bu durumu iç politikada propaganda olarak kullanmaktan çekinmiyor: Suriye rejiminin zulmüne uğramış insanlara kucak açan “müşfik” TC devleti. Devlet politikaları paralelinde yayın yapan ana akım medyada servis edilen haberler de hep bu minvalde.

Diğer yanda ise AB devletleri, göçmenlerin sınırlarından içeri girmemesi pahasına, para başta olmak üzere, TC devletinin Kürt halkına yönelik katliamları ve coğrafyadaki diğer ezilenlere yönelik artan baskısına karşı “başını öte tarafa çevirmek” şeklinde özetlenebilecek bir dizi taviz vermeye hazırlanıyor.

Güvenli Bölge Ne Kadar Güvenli?

Anlaşmayı “yasadışı” ve “gayri insani” olarak niteleyen küresel bazdaki insan hakları kurumları ise TC coğrafyasında devletin Kürtler üzerinde yürüttüğü savaşa gönderme yaparak, göçmenlerin yerleştirilmeleri gereken bölgelerin güvenliğine dikkat çekiyor. Bu kurumlara göre, TC güvenli bir üçüncü ülke değil. Tam da bu sebeple, yaklaşık iki yıldır, savaşın sürdüğü Suriye’de güvenli-tampon bölge ilan ettirmeye çalışan TC devletinin toprakları, anlaşma sonrası Avrupa’nın göndereceği göçmenlerle, fiilen güvenli olmayan-tampon bölge durumuna gelecek.

AB devletlerinin, anlaşma kriterlerinden biri olarak sunulan TC vatandaşlarına vize serbestisi için yerine getirilmesini şart koştuğu 72 maddenin hayata geçirilebilmesi, anlaşmanın önemli parametrelerinden biri. Ancak bu maddelerin uygulamaya geçmesi, devletin muhalifler üzerinde artan baskısını azaltmasıyla ters orantılı bir ilişki içinde. Örneğin böylesi bir durumda “terör” tanımının içeriğinin değişmesiyle birçok davanın düşmesi söz konusu olabilir. Benzer şekilde yolsuzlukla mücadele için de devlet kurumları üzerinde “şeffaf ve bağımsız” denetleme mekanizmalarının oluşturulması, bu 72 kriter arasında yer alıyor. TC devleti tarafından iç politikada seçim malzemesi olarak kullanılması amaçlanan “vize serbestisi” yalanı, aslında bu iki örnekle bile deşifre oluyor.

İnsanların yaşamlarını hiçe sayan ve göçmenlerin kendilerini bekleyen bir bilinmeze sürüklenmesi dışında hayata geçme şansı bulunmayan bu anlaşma, tarihe, devletlerin kirli politikalarının çağımızdaki bir örneği olarak geçmeye hazırlanıyor. Bizler de, TC ve AB özelinde devletlerin, “söz konusu çıkarlar olunca insan yaşamı teferruattır” pratiğine bir kez daha şahit oluyoruz.

Yine geçtiğimiz günlerde bir göçmen haberi daha vardı ajanslarda. Üç çocuk babası 36 yaşındaki Suriyeli Amir Hattab, İstanbul-Bağcılar’da rögar kapağını açıp kanalizasyona atlayarak yaşamına son vermişti. Dikili’deki “duyarlılık”, ilçelerinin göçmenler nedeniyle “kirleneceğinin” derdine yanadursun, Amir’in bu sarsıcı intihar biçimi devletlerin savaş politikaları ve kirli ittifaklarının nasıl bir coğrafya yarattığını seriyor gözler önüne.

Emrah Tekin

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Devletlerin Pazarlığı Göçmen Anlaşması” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/04/28/devletlerin-pazarligi-gocmen-anlasmasi-emrah-tekin/feed/ 0
Kitap: “Karanlık Vardiya” https://meydan1.org/2015/09/13/kitap-karanlik-vardiya/ https://meydan1.org/2015/09/13/kitap-karanlik-vardiya/#respond Sun, 13 Sep 2015 18:02:21 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/13/kitap-karanlik-vardiya/ Köyler boşaltılıyor, elleri arkadan kelepçeli insanlar yüzükoyun yerlerde yatırılıyor, askeri araçların içerisinden çocukların üzerine kurşunlar yağdırılıyor, uçaklar köyleri bombalıyor, evler basılıyor, yargısız infazlar yapılıyor, ormanlar yakılıyor… Televizyonda “Bizimkiler” dizisi yok, tetris oyununun modası çoktan geçti, o yılların fenomen yarışması “Hugo’nun yerinde yeller esiyor, Eurovision şarkı yarışmaları artık eskisi kadar popüler değil, çünkü 90’lardan bahsetmiyoruz. 2015’teyiz. […]

The post Kitap: “Karanlık Vardiya” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Kitap Karanlık Vardiya Mine Yılmazoğlu

Köyler boşaltılıyor, elleri arkadan kelepçeli insanlar yüzükoyun yerlerde yatırılıyor, askeri araçların içerisinden çocukların üzerine kurşunlar yağdırılıyor, uçaklar köyleri bombalıyor, evler basılıyor, yargısız infazlar yapılıyor, ormanlar yakılıyor…

Televizyonda “Bizimkiler” dizisi yok, tetris oyununun modası çoktan geçti, o yılların fenomen yarışması “Hugo’nun yerinde yeller esiyor, Eurovision şarkı yarışmaları artık eskisi kadar popüler değil, çünkü 90’lardan bahsetmiyoruz. 2015’teyiz.

Ali Yılmaz, hazırladığı “Karanlık Vardiya” kitabında, sanki 90’ları değil de günümüzü anlatıyor. Kitap temel olarak, Antonio Gramsci’nin devletin zora başvurmadan ‘nasıl yönetebildiğini’ açıklamak için kullandığı “hegemonya” kavramını ele alıyor. Devletin, baskı aracılığıyla politik iktidar egemenliğini sağlamasının yanı sıra, kültürel iktidarı aracılığıyla da ideolojik bir hegemonya kurduğundan söz ederken; insanların kendini ve çevresini yanılsama içinde algılamasını sağlayan bu gücü sorguluyor.

Kitapta hegemonya, rızanın örgütlendiği yani şiddet ya da zora başvurmadan inşa edilen süreçler olarak tanımlanıyor. Devletin kendi varoluşunu sürekli ve vazgeçilmez kılabilmek için, bazen baskıya bazen de rıza üretmeye başvurmasının örnekleri sıralanıyor bir bir. Toplumun genelinin nasıl olup da kendilerine doğrudan hiç de faydası olmayan, hatta zarar veren ekonomik, politik, sosyal ve kültürel söylemleri -kimi zaman toplumsal huzur adına, kimi zaman eskiye dönme korkusuyla, kimi zaman da din ya da laiklik elden gidiyor paranoyasıyla- can-ı gönülden destekleyebildiklerini açıklamaya yarıyor.

Karanlık Vardiya, Brezilya’da 1964 seçiminden sonra yapılan darbenin ardından “ölüm filoları”nın binlerce kişiyi öldürmesinden, Vietnam’da tarım arazileri ve ormanların kimyasal silahlarla bombalanmasına kadar birçok rıza üretme örneğinden söz ediyor. 1980 darbesinin de rıza üretme amacıyla yapıldığına değinirken, o yıllar boyunca, spor salonlarının, depolar ve kışlaların, nasıl sorgu ve işkence merkezlerine çevrildiğini anlatıyor.

Devletin tüm bu zorbalık ve dayatmalarına karşı, 90’lı yıllarda cezaevlerinden başlayarak, üniversitelerde, fabrikalarda ve özellikle Kürt coğrafyasında karşı koyuşlar ve direnişler engellenemedi ve etkisi günümüze kadar devam eden isyanlara dönüştü. Tüm yasaklamalara karşın 1 Mayıs’ta sokağa çıkılmaktan vazgeçilmedi. Grev yasağına rağmen 1986’da Netaş’ta iş bırakan işçiler bu süreç boyunca hem patrona hem de devlete meydan okudu. Sonraki yıllarda “işçi baharı” olarak ivme kazanan işçi eylemleri 1990’lı yılların özelikle ilk yarısında kamu işçilerinin de katılımıyla büyümeye başladı. Cezaevlerindeki tek tip kıyafet dayatması ise, açlık grevleri ve ölüm oruçları ile yanıt buldu ve devlete geri adım attırdı. Üniversitelerde de örgütlenmeyi engellemek için dayatılmak istenen, üniversite yönetimlerinin kontrolündeki “tek tip” öğrenci dernekleri sistemine karşı direnişe geçilerek işgaller gerçekleştirildi.

Tüm bu ve benzeri direniş ve karşı koyuşlar, devletin 80 darbesiyle birlikte sarsılmaz gibi gösterdiği hegemonyasını kırmaya başlayınca; devlet, bu kez de resmi kolluk ve istihbarat güçlerinin yanı sıra koruculuk sistemi gibi para-militer güçlerle ve JİTEM gibi, varlığını hep inkar ettiği kontrgerilla örgütlenmeleriyle tüm toplum kesimleri üzerindeki baskısını daha da arttırmaya koyuldu. Bir yandan da faşist baskı uygulamalarının gün yüzüne çıkmasını engellemek amacıyla diyaneti, hukuk ve eğitim sistemlerini seferber etti; özellikle medyayı bu psikolojik savaşın özel bir silahı olarak kullanmayı ihmal etmedi.

Polisin sokak eylemlerine yaptığı saldırılarda katlettiği insanlar, infazlar, ev baskınları, soruşturmalar, polis sayısının artırılması, gözaltında tecavüz ve ölüm, okullara çevik kuvvetin girişi, basına uygulanan sansür, gazetelerin kapatılması, birçok gazetecinin silahlı ya da bombalı saldırıda ya da işkencede öldürülmesi, JİTEM tarafından öldürülenlerin cesetlerinin ayaklarından iple tanka bağlanarak sürüklenmesi ve çırılçıplak teşhir edilmeleri, köy baskınları, köylülere dışkı yedirme, korucuların tehditleri, ceset kuyuları, Kürt siyasetçilerin öldürülmesi, partilerin kapatılması, yeni hapishanelerin inşaası, yeni karakolların yapımı, arazilerin mayınlanması, yaylaların yasaklanması, olağanüstü hal, köy boşaltmalar, ilçelere giriş çıkışın yasaklanması yalnızca Karanlık Vardiya kitabında sıralanan olaylar ya da 90´lardaki bir televizyon kanalındaki haberlerden aklımızda kalanlar değil, günümüzde de aktörleri değişmiş olsa da, benzer biçimde sürdürülen, devletin hegemonya politikası.

 Mine Yılmazoğlu

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

The post Kitap: “Karanlık Vardiya” appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/13/kitap-karanlik-vardiya/feed/ 0