The post Erdoğan Medyası’nda Oyuncu Değişikliği – Nedim Ciran appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Balzac 1843’te, “Basın var olmasaydı, onu hiç icat etmemek gerekirdi!” der. Bugün medya aracılığıyla neler olup bittiğini takip ediyor, küresel güncelin bilgisini basın ve yayın kuruluşlarından kolaylıkla alıyoruz. Balzac’ın sözü işte bu bilginin niteliğini tartışmaya yöneliktir. Medyanın hem güncelin bilgisinin üretiminde önemli bir araç olması, hem de ekonomik-siyasal-toplumsal önemli bir güç olmasıyla ilişkilidir bu durum.
Bu gücün devletle ne kadar ilişkili olduğunu, 1920’lerde gazeteci Walter Lippmann, Kamuoyu isimli kitabında güzel bir şekilde çözümlemiştir. Lipmann, propagandanın çoktan beri “hükümetin düzenli bir organı” haline geldiğini ve gelişmesi ile öneminin düzenli olarak arttığını savunmuştur.
1920’lerden bu yana, ana akım medya ve devlet arasındaki ilişkinin ne boyutlara ulaştığı az çok ortada. Batılı medya kuruluşları bu ilişkiyi gizlemekte başarılı. Bizde son beş yıldır olup biten ise medya tarihinde tersine bir evrim… Medya patronları da onları destekleyen siyasi yapılar da ilişkilerini açık bir şekilde göstermekte beis görmüyor. Özellikle OHAL süreciyle beraber, Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’nin rızasını alan medya kuruluşu olmak, bu alanda bir statü kabul ediliyor.
Geçtiğimiz ağustos ayında, ana akım medyada gerçekleşen oyuncu değişikliğini buradan okumak gerek.
Savaş sanayisinin önde gelen isimlerinden biri haline gelen Ethem Sancak, ES Medya’yı Hasan Yeşildağ’a bıraktı. ES Medya bünyesinde bulunan Akşam, Star, Güneş gibi gazeteler; 360 ve Kanal 24 gibi TV kanallarına bundan sonra Yeşildağ patronluk edecek.
Kim bu Hasan Yeşildağ?
Hasan Yeşildağ’ın kim olduğunu aramaya başlayan araştırmacı-gazetecilerin ilk karşılaştığı yazı, 2006 yılında Mahmut Övür’ün yazdığı “Kim şu Hasan Yeşildağ?” yazısı. Övür, bu yazıyı, yazdığına yazacağına pişman olmuş olabilir. ES Medya gibi Tayyip Erdoğan ve AKP ile ilişkisini açık bir şekilde ortaya koymaktan çekinmeyen Turkuvaz Medya’ya bağlı Sabah gazetesinde yayınlanan yazı, yaşadığımız coğrafyadaki medya-devlet ilişkilerinin evrimini anlamak açısından önemli. 2006’da açık bir şekilde Erdoğan’ı ve derin ilişkilerini gündem eden ve eleştiren Övür artık, Sabah gazetesinde de, yorumcu olarak konuk edildiği A Haber programlarında da Tayyip Erdoğan’a ve onun siyasi çizgisine övgüler dizmekten geri kalmıyor. Doğal olarak, Hasan Yeşildağ’ı da sevecek!
Övür’ün bir zamanlar, “derin” ilişkilerinin açığa çıkarılması için yetkilileri sorumluluğa davet ettiği Hasan Yeşildağ kimdir?
1970’lerin sonunda, Üsküdar’da Şehir Tiyatrosunun bombalanmasında ismi geçen, katledilenlerin arasında devrimcilerin de olduğu birçok cinayetin faili, azmettiricisi, silah tedarikçileri arasında yer alan, Üsküdar ÜGD örgütünün başı bir ülkücü. İşlediği cinayetlerin birinden idam cezası istenerek tutuklu yargılanan, hapishanede Mehmet Ali Ağca’yla tanışıp devletin “derin” işlerini yapacak kadrosunun içine alınan ve vakit kaybetmeden beraat ettirilip İsviçre’ye kaçırılan kişidir. İsviçre’den dönünce, Tayyip Erdoğan’ın güvenliğini almak üzere bir “suç işleyerek” onunla aynı hapise giren, kaldığı süre boyunca hapishane müdürlüğü yapan şahıstır. 2000 yılında Abdi İpekçi cinayeti de dahil olmak üzere hakkındaki tüm suçlar hakkında takipsizlik kararı verilen, hakkında İGDAŞ ve İstanbul Belediyesi ile ilgili birçok soruşturma bulunan isimdir.
Kardeşi İstanbul Büyükşehir Belediyesi meclis üyesi Zeki Yeşildağ, Tayyip Erdoğan’ın farklı coğrafyalarda protestocularla yaptıkları kavgalarla ünlenen korumalarının başında bulunan; belediyenin ağaç dikme işleri, trafik sinyalizasyon araçlarının satımı, güvenlik kameraları ve gizli kamera tekniklerini belediyelere pazarlaması işi gibi “karlı” işlerini yapan eski ANAP, Refah Partisi yani anlayacağınız her dönemin siyasetçisidir. Aynı zamanda Eski Emlak Bank Genel Müdürü Civangate yolsuzluk skandalının baş ismi Engin Civan’ın kardeşinin eşidir.
Böyle bir CV’ye şimdilerde bir de Tayyip Erdoğan’dan önce İslamcı gençliğin liderlerinden Metin Yüksel’in ülkücüler tarafından katledildiği bilgisi eklendi. Ülkücülerin Tayyip Erdoğan’ın önünü bu cinayetle açtığı iddia ediliyor. O da ülkücülerin önünü açmayı seviyor, her şey karşılıklı! Bu bilgilerin birbiriyle ilgisi ise büyük ve derin planlar!
Ethem Sancak ile kıyaslandığında, daha “vefalı” ve daha “derin” konumda bulunan Yeşildağ’ın medya patronluğunda, kendinden öncekileri aratmayacağı açık. Balzac, medya patronları ve onların iktidarlı ilişkilerini öngörmüş herhalde!
Nedim Ciran
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 40. sayısında yayınlanmıştır.
https://seninmedyan.org/category/nedim-ciran-yorumluyor/
The post Erdoğan Medyası’nda Oyuncu Değişikliği – Nedim Ciran appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Devlet Medyasından “Sel ile Yaşam Rehberi” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bugün İstanbul’da yaşanan sel, daha önceki benzerleri gibi hayatı felç ederken, devlet yetkilileri de, yine daha önceki açıklamalarında olduğu gibi, fecaat arz eden manzaraları pişkin açıklamalar ya da “doğal afet” gibi anlaşılabilir tanımlamalarla geçiştirmeye çalıştı. İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş, benzer durumların Londra’da yaşandığını belirterek bir anlamda “endişeye mahal yok” dedi. Valilik ve ilgili bakanlık ise “afet” kavramının arkasına sığınmayı tercih etti.
#İstanbulmetrosu nun bircok istasyonunu saganak #yagmur nedeniyle #sel basti. #Valilik: İstanbullular evlerinizden cikmayin. pic.twitter.com/XvS9qZhFj6
— Seyahat Özgürlüğü (@seyahatozgurluk) 18 Temmuz 2017
Elbette valisiyle, belediye başkanı,bakanıyla devlet erkanı böyle açıklamalar yapınca “sahibinin sesi” medya da onlardan geri kalmadı. Patronu Ethem Sancak’ın, aynı zamanda iktidar partisinin Merkez Karar Yönetim Kurulu üyesi olduğu Star Gazetesi, bir bardak yağmur suyunun faydalarını anlatmakla bitirememiş. Yağmur suyu, belki de iyi bir şekilde arıtıldığında mutlaka çok sayıda fayda içerir. Ancak Star ve onun gibi devlet medyası, yaşama ve sağlığa olan bu “duyarlılıklarını”, devletin şirketlerle işbirliği içinde HES, kentsel talan, gibi katliam projelerine karşı gösterdiği oranda inandırıcı olabilir. Ötesi ise, kentsel talan ve betonlaşmanın bir sonucu olan selden “sağlıklı yaşam rehberi” çıkararak devletin bu suçlarını örtmeye çalışmaktır.
Bir bardak yağmur suyu içmenin sağlığa faydaları https://t.co/fCOUcWPCpA pic.twitter.com/6m2FD0HcDC
— Star SAĞLIK (@SaglikStar) 18 Temmuz 2017
Devlet medyasının bir diğer sözcüsü Yeni Akit ise, Star benzeri bir “sel ile yaşamak” içerikli bir haber paylaştı bugün. “Su Altında Kalan Otomobile Ne Yapılır? başlıklı haberinde Yeni Akit, araç sahibi okuyucularına hangi durumlarda kasko şirketinden para alınacağı konusunda bir dizi öneride bulundu. Yeni Akit “haberinde” , elbette selin, devlet iktidarının neden olduğu, siyasal, ekolojik ve sosyal politikaları paralelinde ortaya çıkan nedeniyle değil, “maddi ve akçeli” sonucuyla ilgilenerek, okuyucusunu bu doğrultuda “bilgilendirdi.”
The post Devlet Medyasından “Sel ile Yaşam Rehberi” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Medya Yalandır – Gürşat Özdamar” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Medya, yapısı gereği gerçekliği çarpıtır, ve medyanın gerçeği hep absürttür. Ama yakın dönemde, bu absürtlükler “olağanüstü” bir şekilde arttı. Eğer bu artış artık olağan ise, o zaman başka bir şeyler kurgulanıyor diye düşünmeli.
Medyayla Sıkıştırılıyoruz!
Futbol üzerine “derin” bir program izlemek isteyenler, açtıkları televizyon ekranında dumanların program stüdyosunu kapladığına, mangalda etlerin elden ele gezindiğine ve hatta programcılar şöyle dursun, kameramanlar tarafından bile canlı yayında afiyetle yenildiğine tanık oldular.
Aynı gözler, “tan” vaktinde başlayan televizyon haberlerinde, işi haberleri sunmak olan bir sunucunun, işini yapmak yerine, muhalefet partisinden bir milletvekiline beddualar yağdırdığına, cehennemde cayır cayır yanmasını istediğine de tanık oldular.
Ve, Gewer’de yıkılmış binaların arasında dolaşan “star” bir habercinin, aklındaki haberi oluşturma uğruna, boş sokaklarda çatışma mizanseni oluşturması yetmezmiş gibi bir de bomba patlattırarak hazırladığı kurmaca haberle “yılın en iyi savaş muhabiri” ödülünü almasına da tanık oldu.
Bunlar, yüzlerce televizyon kanalında yayınlanan binlerce programdan, milyonlarca görüntüden yalnızca bir kaçı. Uzayı ve beynimizi birer çöplüğe çeviren bu tarz görüntüleri düşününce, belki de yukarıdaki cümleleri “tanık oldular” değil de “maruz kaldılar” diye bitirmek daha doğru olabilir.
Gerçekten de, medya denilen şey, yapısı gereği gerçekliği hep tahrif etti, gerçeğe göre hep absürt kaldı. Ama yakın dönemde, bu absürtlükler “olağanüstü” sayıda arttı. Eğer bu artış bir tesadüf değilse, o zaman başkaca bir şeyler kurgulanıyor diye düşünmeli.
O zaman şu soruyu sormakta fayda var: Medya, yalnızca haber aldığımız, gündemi takip ettiğimiz, vakit geçirdiğimiz bir şey mi; yoksa davranışlarımızı ve düşüncelerimizi biçimleyen bir tuzak mı?
Asıl Hedef İzleyici mi?
Televizyoncuların görüntüdeki belirli bir şeyi vurgulamak için kullandıkları kırmızı okları ya da kırmızı halkayı hatırlayalım. “Aptala anlatır gibi” kullanılan bu işaretler, bir kapkaç ya da trafik kazası haberinde ya da bir paparazzinin çektiği görüntülerde kullanılıyor olabilir. Bu kullanım o kadar yaygınlaşmış ve onlara o kadar alıştırılmışızdır ki, o işaretler olmadan görüntüdeki “hedef”i anlayamaz hale gelmişizdir. Yoksa asıl hedef izleyici midir?
Yalnızca bu işaretler değil, fonda çalan müzikten sunucunun ses tonu/jesti/mimiğine, haberin dilinden uzun süren yorumlanmasına varıncaya dek her şey, haberi vermek üzerine değil vermemek üzerine bir kurgunun parçasıdır. Kanalın ya da haber merkezinin, tutarlı ya da mantıklı olmak gibi bir kaygısı da yoksa, ki özellikle son dönemde bunun sayısız örneği var, metin haber olmaktan çıkıp bütünüyle bir propagandaya dönüşmüş demektir.
Titizlikle sıralandığı belli olan haberler, izleyeni bir üzüp bir sevindirirken, duygu sömürüsü tavan yaparken, aslında duygu nasırlaşmasına yol açıyor. İşte bu ortamda izleyici, her şeyi sorgusuz sualsiz kabul eder hale geliyor. Bir politikacının birbirini tutmayan açıklamalarını fark edemiyor bile. Bir gün olumlananın, ertesi gün düşman ilan edilmesine de hiç mi hiç şaşırmıyor. Aslında bir süre sonra bunu fark edemiyor bile. Bu durum da iktidara, kendi propagandasını yapması için vazgeçilmez bir fırsat sunuyor ister istemez.
Haber Alalım Derken Trolleniyoruz
Günümüzde sosyal medya, haber almak ve yaymak için müthiş bir olanak gibi düşünülse de, özellikle trol olarak nitelenen sahte hesaplarca dolaşıma sokulan “haberler”, bu olanağı kuşkuya çeviriyor. Çünkü, o denli hızlı ve yaygın olarak yayılan bir “trol”, herhangi bir sorgulama imkanı tanımadığından, çok geçmeden kendini “gerçek” olarak dayatıyor. Sonrasında, paylaşım sayıları da, gerçek olduğunun bir tescili gibi algılandığından, bu paylaşımların sorgulanmamasının bir gerekçesi haline gelebiliyor. Bir başka deyişle, trol trolü besliyor.
Bırakalım gerçekmiş gibi sunulan haberleri, absürt olduğu, saçma olduğu ilk bakışta anlaşılabilecek pek çok paylaşımın gerçekmiş gibi görülmesi de, sosyal medyadaki bir başka sıkıntıdır. Örneğin, adını “15 Temmuz Şehitleri Kenan” olarak değiştiren birisinin varlığı, daha başında absürtken, sosyal medyadan o kadar hızla ve yüksek paylaşımla yayılan bu asılsız “haber”i okuyan herkes bu durumu da hiç sorgulamaksızın doğru kabul etmiştir.
Tabii, her şey bu kadar masum da olmayabiliyor. İktidar tarafından hedefe alınan biri, bu bir belediye başkanı ya da bir akademisyen olabilir, trol hesaplarca yapılan trol paylaşımların hedefi haline getirilebilir. Sonuçta sosyal medya, o kişi hakkında ya bir linç kampanyasına başlanmasına ya da bir soruşturma açılmasına neden olacak kadar bir etki alanına dönüşebilir. Sosyal medyada bu trolü sorgulamayan bireylerin, bu aşamada bunu kabullenmekten başka hiç bir şansları kalmamıştır. Çünkü “gerçekler apaçık ortada”dır ve bu kadar kabul görmüş bir gerçeği sorgulamak “mantıksız” olacaktır. Böylesi bir durum, elbette, gerçeğin bilinmesinden korkanların ya da çarpıtılmasından menfaati olanların işine gelir, aslen de bu trolleri onlar besler, bu durumu onlar organize ederler.
Dizilerle Yeniden Yazılan Dünümüz ve Bugünümüz
Sadece bugünü değil dünü de baştan yazan, tarihin tanığı gibi sunulan dönem dizileri, özellikle 15 Temmuz sonrası çekilen bölümlerinde edindiği konularla, tarihin belli bölümlerini alıyor ve kalan boşlukları yine iktidarın rengine boyamayı sürdürüyor.
Erdoğan’ın “bu millet sizi bağrına basmış” diyerek övgüler dizdiği “Diriliş: Ertuğrul” isimli dizi de bunlardan biri. Buradaki çarpıtmalardan en belirgini; gerçek tarihte böyle bir bayrak olmamasına rağmen, Oğuzların Kayı boyuna ait olduğu söylenen mavi renkli IYI yazılı bir bayrağın dizide yer almasıdır. Bu tarih çarpıtması o kadar ustaca kurgulanmıştır ki; etkileri günümüze(!) ulaşmış, Avrasya Tüneli’nin açılışında bile dalgalandırılmıştır.
Dizilerin 15 Temmuz sonrası çarpıtma yarışına, 80’leri anlatan bir dizi bile “dahiyane” bir şekilde dahil oluyor. Seksenler dizisinde karakterlere, sanki 15 Temmuz’u yaşamışçasına “Bir daha bu ülkede darbe olmaz. Eğer bir daha darbe olursa millet bizzat dikilecek”, “Bir daha darbe yapsınlar bizzat ben tankın altına yatarım.” replikleri söyletiliyor.
“Sevda Kuşun Kanadında” ise neredeyse yalnızca çarpıtmak üzerine kurulu bir dizi. Bugün AKP ile MHP’nin yakınlaşması, kendisini bu diziye de aksettiriyor ve tarihte Kıbrıs meselesi için milliyetçileri ve muhafazakarları ortak stand açmış olarak gösteriyor. Böyle bir olayın gerçekte hiç olmadığını söylemeye bile gerek yoktur, ama o dizi izleyicileri için artık tarih başkadır.
Bu sabık dizi, bununla da kalmıyor, yine gerçeğe uygun olmayan biçimde, bu standa devrimcilerin silahlı saldırıda bulunduğunu konu ediyor.
Yine günümüze paralel olarak, 15 Temmuz’dan sonra yayınlanan bir bölümde, “tesadüfen” Gülen karakteri de diziye dahil ediliyor, kendisi “daha o zamandan” hain ve işbirlikçi birisi olarak vurgulanıyor.
Manipülasyonlar Gerçeği Saklar
Haydi diziler neyse de, Rusya Büyükelçisi’ne yapılan suikast sonrası yapılan açıklamalara ne demeli? El Nusra’nın suikasti üstlenip üstlenmediği tartışmaları muğlaklığını koruyorken, iktidar suikastin “FETÖ işi” olduğu yönünde açıklamalar yapıyor. Medya da netleştirmek yerine bu karışıklığı besliyor. Suikastçi polisin yanlış eliyle tekbir işareti yaptığını söyleyerek FETÖ’cü diyenler, suikast sırasında El Nusracıların sözünü söyledi diyerek Nusracı diyenler… Manipülasyonlarla kafa karışıklığı yaratılıyor; büyükelçi suikastinin hangi cihatçı örgüt tarafından planlandığı tartışması, onun bir TC polisi tarafından Ankara’nın göbeğinde vurulmuş olmasının da tamamen önüne geçiyor.
Tartışma programlarıyla da algılarımızla oynanıyor. Birbirinden farklı düşünür gibi görünen konuklar toplanıyor stüdyoya: Başkanlık yanlıları, başkanlık karşıtları, başkanlık karşıtı gibi görünüp aslında yanlısı olanlar ya da başkanlık karşıtlarının karşıtı olanlar… Derken mesele iyice içinden çıkılmaz bir hal alıyor.
Kimi programda ise bir evreden sonra “evet evet haklısınız”a bağlanıyor tartışmalar. Farklı fikirde oldukları tek konunun “başkanı kimin daha çok sevdiği” olduğu ortaya çıkıyor. Es kaza sevmeyen birisi çıkarsa, ya da biri az da olsa bir eleştiri getirecek olursa, izleyici daha neyin ne olduğunu anlamadan stüdyo bir arenaya dönüşüyor ve az önce güle oynaya konuşanlar tarafından hemen orada kurbanın infazı gerçekleşiyor.
Muhakeme Edemez Hale Geliyoruz
Televizyonda gördüklerimiz, gazetelerde okuduklarımız zaten uzun zamandır davranışlarımızda değişime yol açıyordu. Sözde “haber alma özgürlüğü” bizi ekrana ya da sütunlara hapsedip hareketsiz bırakıyordu. Günümüzün gözdesi sosyal medya da -özgürlükçü diye pazarlanmasına karşın- pek farklı değil. Şu bir gerçek ki; haber alma isteği ile başlayan bu serüven, kişiliklerimizi teslim almış durumda. Davranışlarımız değişiyor, belli hareketleri tekrar edip duran birer makineye dönüşüyoruz. Düşüncelerimiz daralıyor, muhakeme edemez hale geliyoruz. İktidarın propagandası karşısında savunma yeteneğimizi kaybetmeye başlıyoruz. Gördüğümüze değil bize anlatılan duygu sömürülerine, manipülasyonlara, absürtlüklere ve tutarsızlıklara inanır hale geliyoruz.
Bir maçta şike yapıldığı açığa çıkmışken yine de maç sonucunu beklemek, oy pusulalarını çöplüklerde görmüşken yine de sabaha kadar seçim sonuçlarını beklemek, ses ya da görüntü kaydı ortalara serilmişken “aman canım o öyle şeyler yapmaz” deyip hiçbir şey olmamış gibi davranmak, eğer bu işte bir çıkarın yoksa, akıl tutulması değildir de nedir? 15 Temmuz’un ardından ilan edilen OHAL’le yükseltilen paranoya ve güvensizlik ortamında, daha bir ihtiyaç duyduğumuz kralın çıplaklığını haykırmak yerine kendimizden şüphe duymaya başlıyorsak; durum daha da vahim demektir.
The post “Medya Yalandır – Gürşat Özdamar” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>