The post Anarşistlerin Teori ve Pratik Tartışmaları (5): Suç ve Ceza Üzerine Mektuplaşma-Malatesta, Venturini appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Gazetemizin “Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları” bölümünde 40. sayıda başladığımız “Suç ve Ceza” tartışmalarına anarşistler arası bir tartışmayla devam ediyoruz. 1921 yılında Umanita Nova’nın kapatılmasından kısa bir süre önce Errico Malatesta imzasıyla yayınlanan bir yazıyla başlayan, Malatesta ve Aldo Venturini arasında geçen bir mektuplaşmaya yer veriyoruz.
Aldo Venturini’in Mektubu
Sevgili Malatesta,
Geçenlerde Umanità Nova’da çıkan, önemli ve her zaman tartışmaya değer bulduğum suç konusundaki iki makaleni, büyük bir ilgiyle okudum.
Kuşkusuz, biz anarşistlerin bu meseleye ilişkin yaptığımız çözümlemesini destekleyen argümanların, tartışmasız olarak net ve etkili. Yine de bazı bakış açılarını düzelten ama çok genel ve soyut ya da fazlasıyla ayrıntılı bazı düşüncelerin üzerinde durmak istiyorum.
Örneğin, dediğin gibi: “Bizim için toplumsal görevlerin başarısı gönüllülük esasına dayanmalıdır ve bireyin güç kullanmaya hakkı, sadece başkalarına isteyerek saldırarak, barış içinde, toplum olarak bir arada yaşamamıza engel olanlara karşı vardır. Güç ve fiziksel kısıtlama ancak ve ancak, fiziksel şiddet içeren bir saldırıya karşı, doğrudan savunma ihtiyacı için kullanılabilir.”
Akıl yürütmenin ikinci kısmında, geleceğin toplumunda temel alınan adalet ilkesini bozabilecek olan tek şeyin “fiziksel şiddet içeren bir saldırı” olduğu varsayılıyor.
Fiziksel şiddet eylemi olmadan da ciddi bir hasar gerçekleşemez mi? Neden güç ve fiziksel kısıtlama, doğrudan savunma gereksinimiyle sınırlanmış ve bundan ilham almış olsa dahi, böylesi durumlar için de kullanılmıyor? (Ne yazık ki bunlar, yeni toplumsal yaşamın suça yönelik ahlaki bakış açısı olacaktır.)
Birisinden bir şey çalmak için ona fiziksel şiddet uygulama eylemi ile aynı soygunu herhangi bir şiddet kullanmadan gerçekleştirme eylemi birbirine eşdeğer değil mi?
Üstelik, birini vahşice öldürmekle, aldatıcı ve canice bir ikna ile onu ölüme sürüklemek arasında ne fark vardır? Bu sadece bir örnektir ve saldırının fiziksel şiddet olmadan, kişinin yaşamına zarar verdiği başka yüzlerce durumdan bahsedilebilir.
Öte yandan, doğru şiddet ayrıdır, yanlış şiddet ayrı. Bu nedenle adaletsizlik, onu ortaya çıkaran dışsal eylemden çok, birinin hainliği ve acımasızlığı yüzünden başkasının mağdur olması gerçeğinde yatar.
Bu konuda şunları söylüyorsun: “Kararı, durumun içinde olanların, halkın eline bırakmaktan başka bir çözüm göremiyoruz. Halk, koşullara ve kendi uygarlık derecesine göre farklı davranacaktır.”
Fakat, “halk” burada çok genel bir ifade olduğu için mesele çözümsüz kalıyor.
Bu akıl yürütme, her şeyi halkın yapması gerektiğini düşünen Kropotkin’in hatasının tekrarı gibi görünüyor ve Kropotkin’e göre halk, yalnızca genel bir çokluktur.
Saverio Merlino, Kropotkin’in anarşizm düşüncesindeki bu ve diğer hataları iyi bir şekilde eleştirdi ve “Kolektivist Ütopya” kitabında seninle tartışarak, konumuzla alakalı olan toplumsal savunma meselesine ilişkin şu öneride bulundu: “Mevcut sistem ve suçun sona ereceği varsayımı arasında bir yerde, toplumsal savunmanın bir devlet işlevinden farklı olan çeşitli ara biçimlerinin olduğuna inanıyorum. Böylesi bir toplumsal savunma, tıpkı sağlık, ulaşım vb. gibi toplumsal hizmetlerde olduğu gibi her yerde halkın gözü önünde ve denetimi altında olacaktır. Bu yüzden yozlaşarak bir baskı ve tahakküm aracı haline gelmeyecektir.”
Biz anarşistler neden bu anlayışa varmayalım? Sözde adalet denilen mevcut işleyişi, bütün acı verici ve insanlık dışı yönleriyle ortadan kaldırmak istiyoruz ama bunun yerine bireysel özgürlük ya da kalabalığın acele yargısını koymak istemiyoruz. İnsanların adalet anlayışının gelişmesi, onu ifade etme ve savunma biçimleri üzerinde çalışılması gerekiyor.
Bu mütevazi itirazlarımın nedeni, size böylesine önemli ve tartışılması gereken bir konuya geri dönebilme fırsatını vermektir.
Dikkate alman dileğiyle…
Sevgilerle,
Aldo Venturini
Bologna, 8 Eylül 1921
Malatesta’nın Yanıtı
Arkadaşımız Venturini’nin eleştirileri çok doğru: Fakat, yalnızca karmaşık suç meselesi üzerine bazı düşüncelerimi ifade ettiğimi ve bütün olası durumlar için geçerli bir çözüm sunma niyetinde olmadığımı belirttim.
İnanıyorum ki suçla mücadele için söylenen ve yapılan her şey; olayların yaşandığı zamana, mekana ve hepsinden önemlisi çevrenin ahlaki gelişimine bağlı olarak, sadece beli bir oranda değerli olabilir. Suç sorunu, gerçek anlamda yeterli ve nihai çözümüne ancak… suç tamamen ortadan kalktığında kavuşacaktır.
En acı toplumsal sorunların çözümü için getirdiğimiz önerilerin, muğlaklık ve belirsizlikle suçlandığını biliyorum. Ve anarşistlerin; günümüzdeki ahlak ve kurumların yıkıcı eleştirisinde hemfikir, gelecekteki yaşamın yeniden yaratılması ve günlük yaşam sorunları ile uğraşırken ise çok çeşitli okullara ve eğilimlere ayrıldığının bilincindeyim.
Ne var ki, bu bana kötü görünmüyor. Aksine, niyeti geleceğe giden yoldaki taşları şimdiden dizmek değil, sadece toplumsal evrim için gereken özgürlük koşullarını garantiye almak olan anarşizmin gerçek karakteri ve değerinin bu olduğunu düşünüyorum: Toplumsal evrim, herkesin en iyi maddi, manevi ve entelektüel gelişimini eninde sonunda sağlayacaktır.
Yasaları koyan ve dayatmak isteyen otoriteler ve yöneticiler, ya şaşmaz bir formüle sahip olduklarına inanıyorlar ya da buna sahiplermiş gibi görünmek zorundalar. Ancak bütün bir tarih gösteriyor ki yasanın tek işlevi, kurulduğu dönemdeki çıkarları ve önyargıları savunmak, güçlendirmek ve sürdürmek olmuştur. Böylece yasalar, insanlığı devrimden devrime, şiddetten şiddete ilerlemeye zorlamıştır.
Biz aksine, mutlak gerçeğe sahip olduğumuzu iddia etmiyoruz. Toplumsal doğruluğun sabit, her dönem için iyi, evrensel olarak uygulanabilir ya da önceden belirlenebilir bir şey olmadığına; ancak özgürlük sağlandığı sürece, insanlığın git gide, keşfederek ve eyleyerek gelişeceğine ve bu süreçte en az sayıda çalkantı ve en az sürtüşme olacağına inanıyoruz. Böylece çözümlerimiz her zaman, farklı ve belki de daha iyi çözümlere açık kapı bırakır.
Gerçek şu ki, insan sürekli daha iyisini bulmayı bekleyerek, hiçbir şey yapmadan yaşayamaz, belirli bir eylem yapmak zorundadır. Bununla birlikte, yalnızca tarihte belirleyici olan tek faktörün idealler olmadığını bilsek bile, bugün peşinde koşabileceğimiz tek şey bir idealdir. Hayatta, ideallerin çekim gücünün yanında, yaşamsal koşullar, alışkanlıklar, ilgi ve irade farklılıkları, kısaca gündelik yaşamın yürütülmesinde insanın uymak zorunda olduğu, hangisinden başlayacağımı bilemediğim sayısız gereklilik vardır. Pratikte, insan ne yapabiliyorsa onu yapar: Yasal yaptırımlar ile oluşan ve devletin gücü, yani bazılarının hizmetinde olanların toplam gücü ile kalıcı hale getirilen kusurları, muhtemel adaletsizlikleri engellemek ya da engellemeye çalışmak ve devletsiz ideallerine doğru ilerlemek, her halûkarda anarşistlerin bağlı kalması gereken misyondur.
Suç konusuna geri dönelim.
Venturini’nin doğru bir şekilde belirttiği gibi, özgürlüğe ve adalete zarar vermenin, fiziksel şiddet kullanmaktan daha kötü yolları vardır ve bunlara karşı fiziksel sınırlama gerekli ve acil olabilir. Bu nedenle, öne sürdüğüm ilkenin, yani bireyin fiziksel güç kullanma hakkını yalnızca fiziksel güç kullanarak başkasının hakkını ihlal etmek isteyenlere karşı kullanabileceğinin, olası tüm durumları kapsamadığını ve mutlak bir ilke olarak görülemeyeceğini kabul ediyorum. Fiziksel şiddete karşı olduğu gibi, sonuçları ve uygulama biçimi fiziksel şiddetle eşdeğer olan davranışlara karşı zorla kendini savunma hakkını savunarak, belki de daha kapsamlı bir formüle yakınlaşacağız.
Bu şekilde, farklı durumların taramasını gerektiren ve bin farkı çözüme yol açan, olay bazında bir analize giriyoruz, ama meselenin en büyük zorluğuna dokunmuyoruz: kimler yargılayacak ve kararı uygulayacak olan kim?
Karar verme yetkisini durumun içinde olanların, halkın, yani toplumsal kitlenin, eline bırakmanın gerekli olduğunu savundum.
Venturini, “halk”ın fazlasıyla genel bir ifade olduğuna işaret ediyor, onunla aynı fikirdeyim. Kropotkin’in yaptığı gibi “halk”a hayran olmaktan uzaktayım. Gerçi, bir yandan da Kropotkin kalabalıklara, sadece doğru davrandıklarında “halk” dediği için, Merlino’nun savı haksız bir suçlama oluyor. Halkın her şeyi yapabileceğini biliyorum: Bugün vahşi, yarın cömert, bir gün sosyalist olur, başka bir gün faşist, zaman gelir rahiplere ve Engizisyon’a karşı ayaklanır, başka bir zaman Giordano Bruno’nun kazıkta yakılmasını seyrederken dua edip alkışlar, bir anda fedakarlık ve kahramanlık için hazırdır, başka bir anda ise en kötü biçimiyle korku ve aç gözlülüğün etkisindedir. Bu konuda ne yapılabilir? Mevcut malzeme ile çalışmak ve bundan en iyisini çıkarmaya çabalamak gerekir.
Venturini gibi, bireysel özgürlük ya da kalabalığın acele yargısını istemiyorum. Bununla birlikte, suçlulara karşı toplumsal savunmayı, sağlık, ulaşım vb. gibi herhangi bir sosyal hizmet gibi örgütlemek isteyen Merlino tarafından önerilen çözümü de kabul edemem, çünkü polis teşkilatının bütün kusurlarını edinecek ve onun bütün tehlikelerini barındıracak olan silahlı bir grup oluşturmaktan korkuyorum.
Bir sosyal hizmet açısından, örneğin demiryolu işçisinin mesleğinde uzmanlaşması, doktorların ve öğretmenlerin tamamen kendilerini sanatlarına adaması yararlıdır; fakat belki teknik açıdan avantajlı olmasına rağmen, birisinin meslek olarak polis ya da hakim olmasına izin vermek tehlikelidir ve yozlaştırır.
Toplumsal afetler yaşandığında herkes nasıl hemen yardım ediyorsa, aynı biçimde, toplumsal savunmayı herkesin ele alması gerekir.
Benim için polis bir suçludan, en azından küçük, sıradan suçludan daha kötüdür. Bir polis memuru toplum için çok daha tehlikeli ve zararlıdır. Fakat, insanlar halk tarafından yeterince korunduklarını hissetmediklerinde, şüphesiz hemen polisi ararlar. Bu nedenle, polisin var olmasını engellemenin tek yolu, halk için gerçek bir koruma oluşturan işleyişlerin yerine getirilmesi ve onun gereksiz hale getirilmesidir.
Venturini’nin sözleriyle bitiriyorum: “İnsanlarda adalet duygusunun gelişmesi, onu ifade etme ve savunma biçimleri üzerinde çalışılması gerekiyor.”
Çeviri: Zeynel Çuhadar
Bu yazılar Meydan Gazetesi’nin 42. sayısında yayınlanmıştır.
The post Anarşistlerin Teori ve Pratik Tartışmaları (5): Suç ve Ceza Üzerine Mektuplaşma-Malatesta, Venturini appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Kilisenin EnsArsızları” – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Tecavüzcü Din Görevlileri ve İktidarlardan Hesap Soran Gazeteciler
Geçtiğimiz haftalarda Karaman’da Ensar Vakfı’na ait evlerde 45 öğrenciye tecavüz edildiğinin ortaya çıkması ile birlikte başlayan tartışmalar sürerken, benzer bir olayı konu alan bir filmden söz etmek istiyoruz: Spotlight.
“Bu film, iktidarlardan hesap soran gazeteciler için!”
Katolik kilisesindeki çocuklara taciz ve tecavüz olaylarını açığa kavuşturmaya çalışan bir gazeteci ekibinin gerçek öyküsünden senaryosu yazılmış Spotlight filmi, geçtiğimiz ay en iyi film dalında Oscar ödülünü almıştı. Başta Batman rolüyle tanıdığımız Michael Keaton olmak üzere oyuncuların iyi performansları ve doğallığı filme bir belgesel havasını katmasının yanı sıra, hikayeyi kolay takip etmemizi ve bu hassas konuda karakterlerle empati yapmamızı kolaylaştırıyor.
2001 yılında Boston Globe gazetesi editörü Walfer ve muhabirler Sacha Pfeifer, Rezendes ve Mat Carrol’dan oluşan Spotlight ekibi, eski gazete kupürlerinden başlayarak rahipleri ve kiliseyi karşılarına alan bir mücadeleye girişirler. Olay çok vahimdir, kiliselerde pedofili yaygındır, rahipler çocuklara tecavüz etmektedirler ve kilise de kurum olarak bunu örtbas etmektedir.
Gazetecilerin yoğun çabaları, soruşturmaların ısrarla sürdürülmesi ve kimi itiraflar ve tanıklıklar sonunda, söz konusu tecavüz olayından ötürü bazı rahipler yargılansa da, kilisenin ağırlığı kendisini burada da gösterir. Kilise, nispet yapar gibi, tacizlere göz yumduğu ispat edildiği için istifa etmek zorunda kalan Boston Kardinali’ni en büyük Katolik kiliselerinden biri olan, Roma’daki Basilica Di Santa Maria Maggiore Kilisesi’ne atar.
“Bütün bir köy bir çocuğu yetiştirdiği gibi, bütün bir köy ona tecavüz de edebilir”
Filmde kiliselerdeki tecavüz, rahipler tarafından o kadar yaygın ve olağan karşılanmaktadır ki, “bütün bir köy bir çocuğu yetiştirdiği gibi, bütün bir köy ona tecavüz de edebilir” gibi bir görüşü ifade edebilmektedirler. Spotlight ekibinden Sacha’nın, Peder Paquin ile görüşmesi korkunçtur: Sacha’nın “Sizin o çocukları taciz ettiğiniz doğru mu?” sorusunu “Evet, ama dediğim gibi onlardan hiç zevk almadım” diye cevaplar.
Aslında bu durumdan yalnızca rahipler haberdar değildir. Kimi zaman avukatlar, kimi zaman gazeteciler bu durumu görmezden gelmekte, gerçeği gizleyerek kilisenin otoritesini pekiştirmektedirler. Çevresinden duyacağı tepkiler yüzünden sessiz kalan aileler de bu durumu kuvvetlendirmektedir. Film, bu “herkesin bildiği ama bir şey yapmadığı” mesajını da bir sahnede bir ışık oyunuyla gösteriyor (film, adını Spotlight ekibinden aldığı kadar buradaki ışık oyunundan da alıyor denebilir) ve izleyiciyi de bu “suç”a ortak ediyor. Ve asıl sorgulamayı izleyicinin yapması bekleniyor.
“Sorgulanmayan bir hürmet, otoriteye itaat ve gizlilik, tacize uygun bir ortam yaratıyor”
Spotlight ekibinden Michael Rezendes, kendisine Ensar Vakfı’ndaki tecavüz olaylarıyla ilgili düşüncesini soran bir gazeteciye “bu işte başka öğretmenlerin de olup olmadığı muhakkak ortaya çıkarılmalı” diyor ve ekliyor: “Sorgulanmayan bir hürmet, otoriteye itaat ve gizlilik, tacize uygun bir ortam yaratıyor. Buralardaki dinamik tamamen itaat eden ve otoriteyi hiç sorgulamayan kişiler üzerine kurulu. Dolayısıyla da bu kişiler meselenin örtbas edilmesine çok uygun bir ortam yaratmış oluyor. Herkes ağız birliği etmişçesine, otoriteyi sorgulamaktan kaçınırsa, biz hiçbir zaman gerçeğe ulaşamayız.”
Böyle olmak zorunda değil!
Filmin sonunda bu tecavüz olayına karışanların bir bir isimleri geçiyor. Rahiplerin %6’sında pedofili gözlemleniyormuş. Bu elbette tespit edilebilenler. Bu oranın çok daha yüksek olduğuna kuşku yok. Yine Spotlight ekibinin yargıya taşıdığı olay sonrası hapis cezası alan rahiplerden John Geoghan’ın, sonradan, başka bir nedenle müebbete mahkum Joseph Druce tarafından boğularak öldürülmüş olduğunu öğreniyoruz. Rahibin son sözü “böyle olmak zorunda değildi” olmuş. Böyle olmak zorunda değildi!
Bugün bir örneği de Ensar Vakfı’nda ortaya çıkan tecavüz olayının tek sorumlusu elbette o öğretmen değil. Özgecan Aslan’ın katilinin yalnızca Suphi Altındöken olmaması gibi. Güç ve iktidar hırslarını doyurmada sınır tanımayan erkek algıyla beslenen herkes ve buna zemin oluşturan her kurum, bunu görüp de söylemeyen herkes sorumlu. Ama bugün paralel ya da yandaş gibi söylemlerin yarattığı kavram karmaşası arasında töre ya da namus katliamlarının ardı arkası kesilmediği gibi, kendilerince kutsal sayılan bilgilerin aktarıldığı yurt ya da vakıflarda taciz ve tecavüz olaylarının giderek çoğalması, bu işin çivisinin iyice çıktığını gösteriyor. Ama gerçekleri konuşması gereken gazeteciler suskun.
Filmin yönetmeni Thomas McCarthy’nin Oscar ödülünü aldığında yaptığı konuşmadaki sözleri oldukça anlamlı: “Bu filmi iktidarlardan hesap soran gazeteciler için yaptık”
Evet, bu filmden çıkarılacak ders; nerede ve hangi kılığa girmiş olursa olsun otoriteyi, iktidarları sorgulamak, onlarla hesaplaşmak olsa gerek. Gerçek gazetecilerin ısrarla yapması gereken de bu olmalı. Spotlight bunun için önemli. Bunun için izlenmeli.
The post “Kilisenin EnsArsızları” – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Şirket Suçsuz, Ölen Maden İşçileri Suçlu Bulundu appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Taşeron olarak 540 metre aşağıda galeri açma işini yürüten Yapı-Tek firmasında çalışan 30 işçi patlama sonrasında göçük altında kalmıştı. Patlamanın ardında devlet görevlileri yaptıkları açıklamalarda olayı kader olarak nitelendirmişlerdi. Göçük altında kalan otuz işçiden ikisinin cesetlerine tam 8 ay sonra ulaşılabilmişti. Olayla ilgili 2 senedir süren davada, mahkeme ölen 2 mühendisin, ocak çavuşunun ve nezaretçilerinin suçlu olduğuna karar verdi. Mahkeme bilirkişinin verdiği rapora göre maden ocağının yeraltı şartlarının jeolojik ve tektonik yapısının kesin sonuçlar alınarak incelenmesinin mümkün olmadığını, bu gibi olayların olağan kazalar olduğunu belirtti. Olaydan sonra ilk bilirkişi incelemesinde patlamanın 12 dakika öncesinde metan gazının tehlikeli seviyeye ulaştığı anlaşılmasına karşın işçileri çalışmaya devam ettiren taşeron firmanın suçlu bulunmasına rağmen, mahkeme davada 15 yıl ceza ile yargılanan taşeron Yapı-Tek firmasının ortaklarının da bulunduğu 25 kişiyi suçsuz buldu.
Onlarca hidroelektrik santral, yat limanı inşaatı yaparak servetine servet katan Yapı-Tek firması, mahkemenin vermiş olduğu karar sonrasında ölen 30 maden işçisinin ailelerine tazminat da ödemeyecek. Grizu patlaması olduğu dönemde madenin müdürlüğünü yapan İsmail Güner ise Türkiye Taş Kömürü İşletmeleri Genel müdür yardımcılığına yükseltildi.
The post Şirket Suçsuz, Ölen Maden İşçileri Suçlu Bulundu appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>