The post Tarihteki Anarşist Kadınlar-2 appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla aylık anarşist Meydan Gazetesi’nin Mart 2015 tarihinden bu yana her Mart sayısında yayınlanmaya devam eden”Tarihteki Anarşist Kadınlar” yazı dizisinin ilkini sizlerle paylaşıyoruz.
Patrona karşı kavgadan, sendikal harekete; imparatora karşı direnişten, baskıcı hükümete karşı örgütlenen mücadeleye kadar, tarihin farklı dönemlerinde, farklı coğrafyalarda direnen kadınların hikayeleri, günümüzde sürmekte olan kadın mücadelesine yeni perspektifler katıyor. Tarih boyunca, varlığını yok sayan erkek egemenliğine karşı direnen ve ancak böyle özgürleşen kadınların deneyimleri, bugünden özgürleşmek isteyen kadınların mücadelesini büyütüyor.
Meydan Gazetesi olarak, “Tarihteki Anarşist Kadınlar” başlığıyla yayınladığımız ikinci yazımızda da sizlerle, isimleri anarşist tarihin en derinlerine yazılı olan kadınları, bu kadınların erkek iktidarına karşı büyüttükleridirenişlerini ve kadın özgürlük hareketine kattıklarını paylaşıyoruz.
Sendikal Mücadelede Anarşist Bir Kadın
Milly Witkop
Ukrayna doğumlu olan anarko sendikalist yazar ve sendikacı Milly Witkop, 1881’de Çar 2. Alexander’ın öldürülmesinden sonraki on yıl içinde, imparatorlukta başlayan Yahudi karşıtı politika ve katliamlardan kaçmak için ailesiyle beraber Londra’ya göç etmiştir.
Londra’da, özellikle göçmen işçilerin düşük ücretlerle çalıştırıldığı bir terzide işe giren Witkop, çalıştığı koşulları sorgulamaya başlamasının ardından katıldığı bir eylemde, anarşist gazete Arbayter Fraynd etrafından bir grupla tanışmış; Pyotr Kropotkin’in düşüncelerinden etkilenmiştir.
1898’de Rocker’ın teklifi üzerine, ikilinin beraber iş bulabilmek için New York’a gitme çabaları, Witkop ve Rocker’ın evlilik kurumuna karşı geliştirdikleri politik tutumlarının yansıması olarak yasal şekliyle “evli” olmamalarından kaynaklı olarak reddedilmiştir.
1898 Ekimi’nde Rocker’la beraber Arbayter Fraynd’a editörlük yapan Milly Witkop, 1900’de yine Rocker’la beraber, daha yoğunluklu kültürel temalara odaklanan, Germinal gazetesini çıkartmaya başlamıştır. 1. Dünya Savaşı’yla birlikte Rocker, İngiltere’deki diğer Avusturya ve Almanya doğumlular gibi, düşman muamelesi görmeye başladığında, Hollanda’ya göç etmiş; 1916’da savaş karşıtı eylemleri sebebiyle tutuklanan Milly Witkop da cezaevinden çıkışının ardından, 1918’de Rocker ve oğlunun yanına Hollanda’ya göç etmiştir.
1919’da kurulan anarko-sendikalist FAUD’da, kadınların rolüne ilişkin başlayan tartışmaların ardından FAUD içerisinden kadınlar, kendi sendikalarını kurmaya karar vermiştir. Milly Witkop, 1920’de Berlin’de, FAUD’a bağlı olarak kurulan Kadın Sendikası’nın kurucularından biri olmuştur. Witkop, 1921’de Düsseldorf’ta kadın sendikalarının ulusal kongresinin organize edilmesinde de, 1921’de FAUD’un yayını olan Der Syndikalist’e bağlı olarak, kadınlar kendi yayınları olan Frauenbund’u çıkartmasında da oldukça etkilidir. Witkop, söz konusu yayının ilk yazarlarından biri olmuştur.
Witkop, işçi kadının sadece kapitalizm tarafından değil, aynı zamanda erkekler tarafından sömürüldüğüne de dikkat çekmiş; bu sebeple ev içi emek konusunda da çalışmalar yürütmüştür. Milly Witkop, aynı zamanda, sadece sendikal mücadele ya da kadın hareketi içerisinde değil, ırkçılığa ve anti-semitizme karşı mücadele içerisinde de yer almıştır.
1936 İberya Devrimi sürecinde ABD’de bulunan Witkop, yaptığı kampanyalarla devrim sürecine yönelik ilgiyi arttırmaya çalışmış; 23 Kasım 1955’te solunum problemi nedeniyle yaşamını yitirmiştir.
Bolşeviklere Direnen Anarşist Bir Kadın
Mollie Steimer
1897’de Çarlık Rusyasında dünyaya gelen Mollie Steimer, 15 yaşındayken ailesiyle birlikte göç ettiği Amerika’da, sendika ve serbest konuşma özgürlüğü çalışmalarına aktif olarak katılmış, savaş karşıtı hareket içerisinde yer almıştır. 1918 yılında, Amerikan ordusunun Bolşevik Devrimi’ne karşı yürüttüğü askeri operasyonlara karşı bildiri yayımlamak ve dağıtmaktan yargılanan Steimer; 1921’de sınır dışı edilerek Rusya’ya gönderilmiştir. Steimer, sınırdışı edilerek geldiği bu coğrafyada ise anarşistlere yönelik baskıya karşı mücadele etmeye başlamıştır.
Rusya’da, Bolşevik hükümeti eleştirdiği için hapse atılan anarşist Senya Fleshin ile tanışan yaşamı boyunca onunla birlikte olan Steimer, Fleshin ile birlikte, anarşistlere yönelik bu baskıya karşı örgütlenme çalışmaları yürütmüştür. Bolşevik hükümetin ve Troçki’nin anarşist örgütlere yönelik yürüttüğü operasyonlara ve işkencelere karşı, Bolşevik hapishanelerinde tutsak olan anarşistlerle dayanışmak için Society to Help Anarchist Prisoners ağını kuran ikili, “suç örgütlerine yardım” iddiasıyla tutuklanmıştır. Hapishanede açlık grevine giren Steimer ve Fleshin, Emma Goldman ve başka anarşistlerin de hükümet üzerinde oluşturduğu baskıyla sınırdışı edilmiş ve Almanya’ya gitmişlerdir. Bolşevik hükümetin ihaneti ve büyük bir devrimi gasp etmesinin ardından Steimer 1923’te yazdığı bir mektupta öfkesini şöyle ifade etmiştir: “Rusya dışında olmaktan mutlu değilim. Orada olup işçilerin bu ikiyüzlü tiranlıkla mücadele etmesine yardımcı olmak isterdim.”
Almanya’da Goldman ve Alexander Berkman ile hareket eden Steimer ve Fleshin, Hitler’in iktidara gelmesiyle birlikte faşizmin bir devlet pratiği olarak kendini göstermesinin ardından Fransa’ya göç etmişlerdir. İkilinin burada polis gözetimine alınmasından sonra Steimer, 18 Mayıs 1940’te tutuklanmış, Camp Gurs’a gönderilmiş ve 7 hafta boyunca hücre hapsinde kalmıştır. Sonrasında, May Picqueray yardımıyla, Meksika’ya giden Steimer’ın yoldaşlarının bir kısmı Joseph Stalin’in emriyle bir kısmı da Nazi toplama kamplarında katledilmiştir.
İmparatorun Karşısında Direnişçi Bir Kadın
Kanno Sugako
1881 yılında dünyaya gelen Kanno Sugako, kadına yönelik baskıları ve kadının özgürlüğünü vurguladığı makaleleriyle, anarşist kadın hareketi içerisindeki önemli isimlerden biridir.
1910 yılında, Japonya İmparatoru Meiji’ye suikast olarak bilinen Kotoku Olayı’na dahil olduğundan dolayı, devlet tarafından “vatan hainliği” ile suçlanan Sugako, modern Japonya’da politik bir tutuklu statüsü ile idam edilen ilk kadındır.
Kanno Sugako, 15 yaşında maruz kaldığı tecavüzün ardından, kadının bedenine ve varoluşuna yönelik düşünsel sürecini daha da yoğunlaştırmıştır. Kazandığı politik kimliğin temel kaynaklarından biri, Sugako’nun maruz kaldığı bu tecavüz olmuştur. Kadının maruz kaldığı şiddete ama özellikle de yasal genelevler sistemine karşı oluşturulan Hristiyan Kadın Hareketi’ne katılan Sugako, 1906’da Wakayama’da çıkan özgürlükçü bir gazetenin editörü olmuştur.
1908 Haziran’ında Tokyo’ya dönen ve İmparator Meiji’ye karşı gerçekleştirilen anarşist bir eyleme katılan Kanno Sugako, eylemde tutuklanan yoldaşlarını ziyarete gittiği sırada tutuklanmıştır. Sugako, serbest bırakıldıktan iki ay sonra, Shusui Kotoku ile tanışmış ve ikili, devlet tarafından yasaklanmış anarşist bir gazete çıkarmaya başlamıştır. Söz konusu gazetenin ardından, Sugako tekrar tutuklanmıştır.
Hapishanede kaldığı süre içerisinde, 1908 Haziranındaki barışçıl eylemlerle herhangi bir değişimin yaşanmayacağını düşünmeye başlayan Kanno Sugako, dört anarşist yoldaşıyla beraber, İmparator Meiji’ye Suikast planını hazırlamıştır. Planla birlikte, Miyashita Takichi, imparatoru öldürmek için patlayıcı kullanmaya karar vermiştir. Ancak plan hayata geçirilmeden 23 kişi tutuklanmış; Kanno Sugako ise henüz 30 yaşındayken, 24 Ocak 1911’de asılarak idam edilmiştir.
Erkek Şiddetine Karşı Koyan Bir Kadın
He Zhen
1884 yılında doğan ve 20. Yüzyıl Çin anarşizminin önemli isimlerinden olan anarşist kadın He Zhen; özellikle anarşist yayınlarda yayınlanan, erkek iktidarını eleştirdiği yazılarıyla bilinir. Zhen, toplumsal bir devrimin, kadın özgürleşmesinden yoksun bir şekilde olamayacağını vurgulamıştır.
1904’te Tokyo’ya taşındıktan sonra, anarşist bir örgüt içerisinde hareket etmeye başlayan He Zhen, 1907-1908 yılları arasında yayınlanan anarşist gazete Tianyee’nin (Doğal Adalet) çalışmaları içerisinde yer almış; ardından, Paris’te de yayınlanan Xin Shiji (Yeni Yüzyıl) isimli anarşist gazete de yazmaya başlamıştır. He Zhen, aynı zamanda, erkek şiddetine karşı, kapitalistlere karşı ve kadını baskılayan geleneklere karşı şiddet kullanımının bir direniş yöntemi olduğunu savunan Nuzi Fquan Hui (Kadın Hakları Derneği)’nin kurucusu olmuştur.
Tianyee gazetesinde yayınlanan “Kadının Özgürlüğü Üzerine”, “Kadının Emeği Üzerine”, “Ekonomik Devrim ve Kadın Devrimi”, “Feminist Antimilitarizm” ve “Feminist Manifesto” yazılarıyla erkek iktidarının farklı boyutlarını eleştiren ve kadın özgürlüğünün tüm bu başlıklarla olan ilişkisini ısrarlı bir şekilde vurgulayan He Zhen, 1920 yılında yaşamını yitirmiştir.
Patronların Korkulu Rüyası
Marie Ganz
1891 yılında Ukrayna’da doğan Marie Ganz’ın işçiliği, henüz sekiz yaşında başlamıştır. 13 yaşına geldiğinde tam zamanlı kuryelik işine başlayan Ganz, akabinde okulu bırakmıştır.
Çocukluğundan itibaren bir işçi olarak yaşadığı baskıya ve sömürüye karşı mücadele etmeyi seçen Ganz, dönemin en zengin patronu olan John D. Rockefeller’a yönelik bir suikast girişimiyle, anarşist tarihe ismini kazımıştır. 1863’te kurulan ve Amerika’nın ilk petrol rafinerisi olan Standard Oil’in patronu John D. Rockefeller’ın, Ludlow’da katledilen kadın ve çocukların katili olduğunu söyleyen Marie Ganz, bu katliamın hesabını sormayı kafasına koymuş ve Rockefeller’ı sahibi olduğu fabrikanın Manhattan’daki binası önünde vurmaya çalışmıştır.
Marie Ganz, bu girişimin ardından tutuklansa da, yaptığı eylemi tüm inancıyla sahiplenmiştir. Suikast girişiminin ardından yaşanan yargılama sürecinde mahkemenin “Suçlamaları reddedecek misin” sorusu karşısında Ganz’ın verdiği “O’nu öldürmek suç değil, bu cesaretin ve adaletin başarısı olurdu” cevabı, tarihe adını kazıyan bu anarşist kadının, sömürüye karşı verdiği mücadelesindeki inancının timsali olmuştur.
Ganz, çeşitli toplantılarda ve eylemlerde gerçekleştirdiği konuşmalar, içinde bulunduğu toplumu mücadele etmeye çağıran beyanları sebebiyle, 1917’de yaşanan Kıtlık İsyanları esnasında tutuklanmıştır.
International Workers of the World(Wobblies)’den etkilenen ve 1905’te başlayıp 1. Dünya Savaşı boyunca yükselen anarko sendikalist dalgadan esinlenen Yahudi anarşistlerden birisi olan Marie Ganz, 1968 yılında New York’ta yaşamını yitirmiştir.
Faşizme Karşı Anarşist Bir Kadın
Pepita Carpena
Gerçek ismi Josefa Carpena-Amat olan 1919 Barcelona doğumlu Carpena, anarşist tarih içerisinde “Pepita” olarak bilinir. Babası CNT üyesi olan Carpena, 14 yaşındayken CNT’nin Metal İşçileri Sendikası’na örgütlenmiş; sonrasında ise FIJL’ye (Özgürlükçü Gençlik Federasyonu) dahil olmuştur. Burada Anselmo Lorenzo ve Mikhail Bakunin okumaya başlayan Carpena, İberya Devrimi sürecinde kurulan Mujeres Libres’in üyesi olmuştur.
Pilar Grangel, Carpena’yı Nisan 1936’da kurulan Mujeres Libres’e davet ettikten sonra Carpena kadın mücadelesi içinde daha etkin olmaya başlamıştır. Aynı zamanda, cephede kullanılmak üzere el bombası imal eden bir fabrikada çalışmaya da başlayan Carpena, Mujeres Libres’in bölgesel komitesinde ve propaganda sekreterliğinde çalışmıştır.
1939’la beraber başlayan faşist baskıyla birlikte Carpena da on binlerce göçmenle beraber Marsilya’ya göç etmiştir. Burada Rus anarşist Voline ile tanışan Carpena, Marsilya’da CNT ve FIJL’nin yeniden yapılanma sürecine katılmış; CNT içerisindeki reformistlere muhalefetiyle bilinmiştir. Bu dönemde Carpena’nın yakın yoldaşlarından olan Raul Carballeira İspanya’ya dönmüş ancak 1945’te Franco’nun polisleri tarafından Barcelona’da katledilmiştir.
“De Toda la vida in Castilian” başlığı altında, Nisan 1992’den Haziran 1993’e kadar olan hatıralarını yazan Carpena’nın kaleme aldıkları, 2000’lerde Fransızca basımıyla yayınlanmıştır. Daha sonra, “Mujeres Libres” ve “Luchadoras Libertarias” isimli iki çalışması daha yayınlanan Pepita Carpena, 1979’dan itibaren Uluslararası Anarşizm Çalışmaları Merkezi’nin (CIRA) Marsilya şubesindeki çalışmalara katılmış; 1988’den 1999’a kadar CIRA-Marsilya’nın koordinatörlüğünü yapmıştır.
Cenit, CNT, Le Combat Syndicaliste, Ideas-Orto ve Solidaridad Obrera isimli gazetelere birçok makale yazan Carpena’nın, feminizm/post-feminizm tartışmalarını yazdığı bir çalışması da vardır.
“Toda de Vida ve Un Autre Futur” gibi, anarşistler üzerine yapılmış birçok belgeselde yer alan Pepita Carpena, 8 Haziran 2005’te Marsilya’da yaşamını yitirmiştir.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 32. sayısında yayınlanmıştır.
The post Tarihteki Anarşist Kadınlar-2 appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Tarihteki Anarşist Kadınlar (4) appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Sokakta, evde, fabrikada, yaşamın her alanında var olan erkek egemenliğine karşı yine yaşamın her alanında verilen mücadele, tarih boyunca kadınların özgürlüğünün tek yolu olmuştur. Kadınlar erkeğin iktidarına boyun eğmeyerek yaşam ve özgürlük için kimi zaman sokaklarda, kimi zaman barikatlarda, kimi zaman fabrikalarda isyanlarını haykırmış ve mücadeleyi örgütlemiştir. Tarih, bütün coğrafyalarda bütün iktidar biçimlerini reddederek “benlerden biz olmak” için, yani anarşizm için mücadele etmiş ve anarşizmi toplumsallaştırmış kadınlarla doludur. Meydan Gazetesi’nin kadınlar tarafından çıkartılan bu (Mart) sayısında da erkek iktidarlara karşı mücadele eden ve anarşist mücadeleyi yükselten kadınların hayat hikayelerini paylaşıyoruz.
Biz sabahtan akşama kadar dokuma tezgahlarında dirsek çürütüyoruz. Saatler sonra kan ter içinde eve gittiğimizde, bizden bir de evimize karşı sorumluluklarımızı yerine getirmemiz bekleniyor. Bütün gün emeğimizi ucuza satmamız yetmez gibi, hayatımızın geri kalanını da ataerkiye bedavaya vermemiz gerekiyor. Bu hayat bizim, bedelini biz biçeriz ve özgürlük paha biçilmez!
Kalbi Anarşizm İçin Atan Bir Kadın: Fanya Baron
Tam adıyla Fanya Anisimovna Baron, 1887 yılında Rus İmparatorluğu’na bağlı Litvanya’nın Vilnius bölgesinde dünyaya geldi. O günlerde fırıncılık yapan anarşist Aaron Baron’la hayatını birleştirdi ve ABD’ye taşındı. Fanya’nın ailesi örgütlü bir aileydi, kardeşleri Chicago işçi hareketi içerisinde aktif isimlerdi. Fanya, ABD’ye gittiğinde Aaron ile birlikte Lucy Parsons’un aylık anarşist gazetesi The Alarm için yazılar yazmaya başladı. Burada Lucy Parsons ve Aaron Baron’la birlikte açlık grevleri de dahil birçok eylem örgütledi.
Sonrasında devrimci mücadelenin yükselmekte olduğu Rusya’ya geri döndü. Ukrayna’da çalışmalarını yürüten Nabat Konfederasyonu’na katıldı. Volin ve Peter Arşinov’la birlikte Mahnovist Hareket’in Kültür ve Eğitim Birliği’ni örgütledi. 1920 yılında anarşistlere yönelik gerçekleştirilen ÇEKA baskınlarında yoldaşlarıyla birlikte gözaltına alındı. Sadece Bolşevikler’e muhalefet ettiği için 13 yoldaşıyla beraber hiçbir yargılama süreci olmadan Taganka zindanına atıldı.
1921 baharında Ryazan hapishanesindeydi. 10 Temmuz günü dokuz yoldaşıyla beraber “Underground Anarchists” isimli gizli bir anarşist grubun yardımıyla hapisten kaçtı. Aaron’un Bolşevik kardeşinin ihbarıyla yakalandı. 29 Eylül 1921 tarihinde ÇEKA subayları tarafından “Sovyet karşıtı eylemleri” gerekçesiyle vurularak katledildi.
Emma Goldman “Rusya’daki Hayal Kırıklığım” adlı broşüründe ondan şöyle bahsediyor; “Fanya, insanlıkla kutsanmış bir rus kadınıydı. Amerika’dayken bütün zamanını ve fabrikada çalışarak kazandığı üç kuruş parayı anarşist propagandaya ayırdı. Büyük kalpli kadın, hayatını toplumsal devrime adadı ve devrimin koruyucusu gibi davranan insanlar tarafından katledildi.”
“Bin Eylemciden Daha Tehlikeli” Bir Kadın: Lucy Parsons
Lucy E. Parsons, anarşizm ve radikal işçi hareketinde en önemli isimlerinden biriydi, 1853 yılında Teksas’ta bir köle olarak dünyaya geldi.
1870 yılında -kendisi gibi, bir mücadele insanı olan- anarşist Albert Parsons’la yaşamını birleştirdi. Ancak bir siyah ve beyazın birlikteliği ırkçı tepkiler almalarına yol açıyordu. Sonrasında Chicago’ya taşındılar ve burada işçiler, işsizler, kadınlar arasında örgütlenmeye başladılar.
Chicago’daki yıllarında Lucy bir terzi dükkanı açtı, burada mücadeleye maddi destek sağlamaya çalıştı. Özellikle kadın işçiler, işsizler, evsizler ve savaş mağdurları hakkında yazılar yazdı. Sonraki yıllarda iki çocuğu oldu. Zamanla yazıları ve konuşmalarıyla sadece Chicago işçileri için değil, dünya anarşizmi için önemli bir figür haline geldi.
Aynı zamanda IWW’nin (Dünya Endüstriyel İşçileri) kuruluşundaki etkili isimlerden ve en önemli destekçilerinden biri oldu. Chicago Emniyet Müdürlüğü tarafından “bin eylemciden daha tehlikeli” olarak nitelendirilen Parsons, Haymarket anarşistlerinin dava sürecinde dayanışmayı örgütleyen isimdi. Mahkemedeki konuşmasında “Eğer ben orada olsaydım, o katil polislerin işçilerin üzerine geldiğini görseydim, bombayı bizzat kendim atardım!” dedi.
Albert Parsons ve diğer Haymarket anarşistlerinin katledilişinin ardından mücadelesine sarıldı. 1892’de Freedom’ın editörüydü. 1905’te sendikal hareketlere destek veriyordu, The Liberator’ı yayınladı. Yükselen ırkçılığa karşı Afro-amerikalıların savunma birliklerini örgütleyenlerden biriydi.
89 yıllık yaşamının her anı mücadeleyle geçen Lucy’nin yaşlılığında gözleri onu yarı yolda bıraktı, ancak yüreği ezilenler için çarpmaktan bir an bile vazgeçmedi. 1942’de Chicago’daki evinde çıkan yangın sonucu yaşamını yitirdi.
“Kendimizi tüm mahkemelerin, polislerin, memurların ya da askerlerin yarın tek hamlede ortadan kaldırılmasını umut etmekten alamıyoruz.”
İmparatorluğa Meydan Okuyan Bir Kadın: Ito Noe
Ito, 1895 yılında toprak aristokratı bir ailenin çocuğu olarak Japonya Kyushu’nun doğu adalarından birinde dünyaya geldi. Liseden mezun olduktan sonra iradesi dışında evlenmeye zorlandı, çareyi Tokyo’ya kaçmakta buldu.
Tokyo’ya geldiğinde Hiratsuka Raicho isimli anarşist bir kadının kurduğu Seitosha (Mavi Çoraplılar) isimli örgütlenmeye dahil oldu ve Seito ismindeki kadın dergisinde yazılar yazmaya başladı. 18 yaşında başladığı yazarlık sürecinde hızla kendini geliştirdi ve derginin editörlerinden biri oldu. Başta İngilizce olmak üzere birçok dilde kendini geliştirdi. Emma Goldman’ın makalelerini Japonca’ya çevirdi. Özellikle Kropotkin ve Goldman’dan 80’in üzerinde metin çevirdi.
1919’da Osugi, Wada Kyutaro ve Kondo Kenji ile beraber ilk işçi yayınını çıkardılar ve Japon anarşist hareketinde en bilinen isimlerden oldular. Ito ayrıca 1921’de bir kadın örgütlenmesi olan Sekirankai’nin kuruluşuna yardım etti.
O dönemde Japonya’da anarşist olmak, yeraltında yaşamaya mahkum olmak demekti. Kotoku Shusui, Kanno Sugako ve 10 yoldaşı imparatoru öldürmekle suçlanarak katledilmişti.
1923 yılında gerçekleşen Büyük Kantō Depremi’ndeki karışıklıktan faydalanan polis, Harumi Setouchi, Ito, Ōsugi ve altı yaşındaki yeğenleri Tachebana Munekazu’yu gözaltına aldı. Depremden sonra yangınlar çıkarmak ve yağma yapmakla suçlanıyorlardı. Osugi ile beraber yıllarca Kempei-tai gizli polisinin ölüm listesinde yer almıştı ve onların gizli hücrelerinde boğularak katledildi.
Bir Düşünce ve Eylem Kadını: Simone Weil
Ünlü Fransız felsefecisi ve anarşist Simone Weil, 3 Şubat 1909 tarihinde Paris’te doğdu. Yahudi kökenli olmasına rağmen agnostik bir ailede dini dogmalara maruz kalmadan büyüdü. On iki yaşında Antik Yunanca öğrenerek ileri düzeyde kitapları okuyabiliyordu.
Gençliğinde işçi hareketlerine sempati duymaya başladı. Önceleri kendini sosyalist olarak nitelendiriyordu. 1931 yılında felsefe öğretmeni oldu, işsizler ve grevdeki işçiler arasında da örgütleniyor, yerel eylemlere katılıyordu.
Stalin’e tepki duymasıyla başlayan yolculuğu anarşizme ulaşmasıyla daha da radikalleşmesini sağladı. 1934 yılında kullandığı özgürleştirici yöntemler otoriteler tarafından uygun bulunmadı ve öğretmenlikten uzaklaştırıldı. Fransa banliyölerinde Renault fabrikasında çalıştı. Buradaki yıllarında ağır koşullar altında çalışan Simone, neredeyse kazandığı tüm parayı işçi mücadelesine vermişti.
1936 yılında kötüye giden sağlık durumu ve öğretmenliğe geri dönme çabaları arasındaki umutsuzluk döneminde ortaya çıkan İberya Devrimi, onun yaşam enerjisini yeniden yükseltti. Durruti Birliği’ne katıldı ve özellikle cephe gerisinde yaralıların tedavisinden sosyal-kültürel faaliyetlere, eğitim çalışmalarına, yaşlı ve çocukların bakımına kadar birçok alanda devrimin inşası için çalıştı. Franco’nun iktidarı ele geçirmesinin ardından Fransa’ya dönen Simone, anti-faşist direniş hareketine destek vermiştir.
Dünyada anarşist kimliğinden ziyade felsefeci ve yazar olarak ün salmıştır. Mistik bir felsefeci olan Simone’un felsefesinde Platon, Kant ve Descartes etkisi hissedilir. Spinoza’dan da etkilendiğini, onun bağımsızlığı ve cesaretine hayranlık duyduğunu söylemiştir.
1943’te tüberküloz teşhisi konmasına rağmen siyasi faaliyetlerine ara vermemiş, direniş hareketi için çalışmaya devam etmiştir. Doktorlar ona çok yemek yemesi gerektiğini söylediğinde “işçiler ne kadar yemek yiyorsa ben de o kadar yiyeceğim” demiştir. Özel bir tedaviyi reddetmiş, 1943 Ağustosu’nda, 34 yaşındayken kalp yetmezliğinden yaşama veda etmiştir.
Faşizme Karşı Dimdik Duran Bir Kadın: Marie Louise Berneri
1 Mart 1918’de Floransa yakınlarındaki Arezzo bölgesinde dünyaya geldi. Tanınmış anarşistler Camillo ve Giovannia Berneri’nin kızıydı. Babası Camillo sosyalist bir mücadele geleneğinden geliyordu, 1920’li yıllarda anarşist mücadeleye katılmıştı. Mussolini iktidarı döneminde, 1926’da Fransa’ya sürgün edildi. Fransa, yavaş yavaş antifaşist mücadelenin merkezi haline geliyordu. Ailesindeki devrimci karakterlerden etkilenen Marie Louise, genç yaşta ailesiyle birlikte mücadeleye atıldı.
1930’ların ortasında Sorbonne Üniversitesi’nde Psikoloji okumaya başladı. Bir yandan da devrimci faaliyetlere yoğunlaşan Marie Louise, Luis Mercier Vega, S. Parane ve Ridel’le birlikte anarşist dergi Revision’ı yayınlamaya başladı.
İberya Devrimi’nin örgütlenmeye başlamasıyla beraber babası Camillo İspanya’ya gitti, Aragon cephesinde faşistlere karşı savaştı. Marie Louis de iki defa İspanya’ya gitti. 1937 yılının Mayıs ayında komünistlerin babasına düzenlediği suikastin ardından, son görevini yapmak için yoldaşının yanı başındaydı. Sonrasında İngiltere’ye döndü ve Vernon Richards’la yaşamını birleştirdi. Kardeşi Giliane, babasının katledilmesinin ardından mücadeleye daha sıkı bağlandı. Anneleri Giovanna ise 1920-30 yılları arasında gerçekleştirdiği antifaşist, anarşist faaliyetleri gerekçe gösterilerek Fransa devleti tarafından hapse atıldı. Savaş sona erene kadar tutsak edildi. İberya Devrimi kanla bastırıldıktan sonra yetimlerin ve göçmenlerin yaşaması için dayanışma kampanyaları organize etti.
1936’dan yaşamının son anına kadar Freedom Yayınevi’nden çıkan bütün yayınlarda onun imzası vardı. Devrimle ilgili yazılara yer verilen Spain and the World’ün maddi ve manevi en büyük destekçisi oldu. Burada Vernon Richards, Albert Meltzer, Tom Brown, Mr and Mrs Leach ve Sturgess’le beraber yazılar yazdı. 1939’da War Commentary’e yazılar yazdı ve savaş karşıtı propagandanın örgütleyicilerinden oldu. Savaştan sonra Revolt!’un yayın ekibinde yer aldı.
1948’de sıkıntılı bir hamilelik sürecinin ardından çocuğunu kaybetti. Bir yıl sonra 13 Nisan’da bir virüs enfeksiyonu sonucu yaşamını yitirdi. Zeki ve derin bir çalışma disiplinine sahip devrimci anarşist Marie Louis’in genç yaştaki (31) ölümü, yalnızca dostları ve yoldaşları için değil, tüm anarşist hareket için büyük bir trajediydi.
Anarşizmin Dokumacısı: Teresa Claramunt
Teresa, 1862 yılında İspanya’nın Huesca, Barbastro bölgesinde doğdu. Doğumundan birkaç yıl sonra ailesi iş bulma umuduyla Barcelona’nın sanayi bölgelerinden Sabadell’e taşındı. Bir tekstil işçisi olarak dokumacılar ve eğiriciler arasında mücadeleye başladı. 1884’te özellikle Tárrida del Mármol’ün fikirlerinden etkilenerek Sabadell’de bir kadın örgütü kurdu. Zamanla tekstil işçileri arasında ajitasyonları, konuşmaları ve yazılarıyla bilinen bir devrimci haline geldi.
1898’de Liceo Operası’nın bombalanmasının ardından tutuklandı. Bu eylem bireysel bir eylem olmasına rağmen bütün anarşist harekete yönelen bir şiddet dalgasına bahane olarak kullanılmıştı. Teresa 1896’da da Cambios Nuevos bombası gerekçe gösterilerek -bu kez ilham kaynağı Tarrida ile birlikte- tutsak edilmişti.
Tutsaklığın ardından Fransa ve İngiltere’de iki yıl dokumacı olarak çalıştı. 1898’de Montjuich duruşmalarına karşı çalışma yürütmek için Barcelona’ya geri döndü. Cambios Nuevos bombasından sonra birçok anarşiste işkence uygulanmış, uzun hapis cezaları verilmiş ve 5’i katledilmişti.
1901 yılında sendikalist hareket içinde aktifleşmeye başladı. El Productor’un yayınlanmasında yer aldı. Bir yıl sonra metal işçileri arasında bir genel grev yayılmaya başladı. Örgütlediği tekstil işçileriyle beraber hem oraya katıldı, hem de başka grevler düzenledi. Sonrasında birçok propaganda turuna çıktı.
Konuşmacılığının yanında üretken de bir yazardı, İberya Devrimi’ne giden süreci ören dergilerde yazdı. Teresa’nın yazıları El Productor, El Rebelde, Tribuna Libre, El Productor Literario, El Porvenir del Obrero, Fraternidad, La Alarma, El Proletario, Buena Semilla isimli dergi ve gazetelerde yayınlandı.
Evi, dönemin genç anarşistleri Durruti, Ascaso ve Oliver için buluşma yeriydi. Deneyimi ve mücadelesiyle İberya devrimcilerinin en büyük ilham kaynaklarından biri oldu. 1929’da son mitingine katılmasından iki yıl sonra ise yaşamını yitirdi; cenazesine 50.000 kişi katıldı. İsmi, Falanjist devletin tüm baskılarına rağmen Barcelona’nın dokuzuncu bölgesindeki bir sokak isminde ve yüreklerimizde yaşamaya devam ediyor.
Pelin Derici
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 44. sayısında yayınlanmıştır.
The post Tarihteki Anarşist Kadınlar (4) appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Tarihteki Anarşist Kadınlar (2) appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Meydan Gazetesi, “Tarihteki Anarşist Kadınlar” başlığıyla yayınladığı ikinci yazısında sizlerle, isimleri anarşist tarihin en derinlerine yazılı olan kadınları, bu kadınların erkek iktidarına karşı büyüttükleri direnişlerini ve kadın özgürlük hareketine kattıklarını 32. sayısında paylaştı.
Sendikal Mücadelede Anarşist Bir Kadın
Milly Witkop
Ukrayna doğumlu olan anarko sendikalist yazar ve sendikacı Milly Witkop, 1881’de Çar 2. Alexander’ın öldürülmesinden sonraki on yıl içinde, imparatorlukta başlayan Yahudi karşıtı politika ve katliamlardan kaçmak için ailesiyle beraber Londra’ya göç etmiştir.
Londra’da, özellikle göçmen işçilerin düşük ücretlerle çalıştırıldığı bir terzide işe giren Witkop, çalıştığı koşulları sorgulamaya başlamasının ardından katıldığı bir eylemde, anarşist gazete Arbayter Fraynd etrafından bir grupla tanışmış; Peter Kropotkin’in düşüncelerinden etkilenmiştir.
1898’de Rocker’ın teklifi üzerine, ikilinin beraber iş bulabilmek için New York’a gitme çabaları, Witkop ve Rocker’ın evlilik kurumuna karşı geliştirdikleri politik tutumlarının yansıması olarak yasal şekliyle “evli” olmamalarından kaynaklı olarak reddedilmiştir.
1898 Ekimi’nde Rocker’la beraber Arbayter Fraynd’a editörlük yapan Milly Witkop, 1900’de yine Rocker’la beraber, daha yoğunluklu kültürel temalara odaklanan, Germinal gazetesini çıkartmaya başlamıştır. 1. Dünya Savaşı’yla birlikte Rocker, İngiltere’deki diğer Avusturya ve Almanya doğumlular gibi, düşman muamelesi görmeye başladığında, Hollanda’ya göç etmiş; 1916’da savaş karşıtı eylemleri sebebiyle tutuklanan Milly Witkop da cezaevinden çıkışının ardından, 1918’de Rocker ve oğlunun yanına Hollanda’ya göç etmiştir.
1919’da kurulan anarko-sendikalist FAUD’da, kadınların rolüne ilişkin başlayan tartışmaların ardından FAUD içerisinden kadınlar, kendi sendikalarını kurmaya karar vermiştir. Milly Witkop, 1920’de Berlin’de, FAUD’a bağlı olarak kurulan Kadın Sendikası’nın kurucularından biri olmuştur. Witkop, 1921’de Düsseldorf’ta kadın sendikalarının ulusal kongresinin organize edilmesinde de, 1921’de FAUD’un yayını olan Der Syndikalist’e bağlı olarak, kadınlar kendi yayınları olan Frauenbund’u çıkartmasında da oldukça etkilidir. Witkop, söz konusu yayının ilk yazarlarından biri olmuştur.
Witkop, işçi kadının sadece kapitalizm tarafından değil, aynı zamanda erkekler tarafından sömürüldüğüne de dikkat çekmiş; bu sebeple ev içi emek konusunda da çalışmalar yürütmüştür. Milly Witkop, aynı zamanda, sadece sendikal mücadele ya da kadın hareketi içerisinde değil, ırkçılığa ve anti-semitizme karşı mücadele içerisinde de yer almıştır.
1936 İberya Devrimi sürecinde ABD’de bulunan Witkop, yaptığı kampanyalarla devrim sürecine yönelik ilgiyi arttırmaya çalışmış; 23 Kasım 1955’te solunum problemi nedeniyle yaşamını yitirmiştir.
Bolşeviklere Direnen Anarşist Bir Kadın
Mollie Steimer
1897’de Çarlık Rusyasında dünyaya gelen Mollie Steimer, 15 yaşındayken ailesiyle birlikte göç ettiği Amerika’da, sendika ve serbest konuşma özgürlüğü çalışmalarına aktif olarak katılmış, savaş karşıtı hareket içerisinde yer almıştır. 1918 yılında, Amerikan ordusunun Bolşevik Devrimi’ne karşı yürüttüğü askeri operasyonlara karşı bildiri yayımlamak ve dağıtmaktan yargılanan Steimer; 1921’de sınır dışı edilerek Rusya’ya gönderilmiştir. Steimer, sınırdışı edilerek geldiği bu coğrafyada ise anarşistlere yönelik baskıya karşı mücadele etmeye başlamıştır.
Rusya’da, Bolşevik hükümeti eleştirdiği için hapse atılan anarşist Senya Fleshin ile tanışan yaşamı boyunca onunla birlikte olan Steimer, Fleshin ile birlikte, anarşistlere yönelik bu baskıya karşı örgütlenme çalışmaları yürütmüştür. Bolşevik hükümetin ve Troçki’nin anarşist örgütlere yönelik yürüttüğü operasyonlara ve işkencelere karşı, Bolşevik hapishanelerinde tutsak olan anarşistlerle dayanışmak için Society to Help Anarchist Prisoners ağını kuran ikili, “suç örgütlerine yardım” iddiasıyla tutuklanmıştır. Hapishanede açlık grevine giren Steimer ve Fleshin, Emma Goldman ve başka anarşistlerin de hükümet üzerinde oluşturduğu baskıyla sınırdışı edilmiş ve Almanya’ya gitmişlerdir. Bolşevik hükümetin ihaneti ve büyük bir devrimi gasp etmesinin ardından Steimer 1923’te yazdığı bir mektupta öfkesini şöyle ifade etmiştir: “Rusya dışında olmaktan mutlu değilim. Orada olup işçilerin bu ikiyüzlü tiranlıkla mücadele etmesine yardımcı olmak isterdim.”
Almanya’da Goldman ve Alexander Berkman ile hareket eden Steimer ve Fleshin, Hitler’in iktidara gelmesiyle birlikte faşizmin bir devlet pratiği olarak kendini göstermesinin ardından Fransa’ya göç etmişlerdir. İkilinin burada polis gözetimine alınmasından sonra Steimer, 18 Mayıs 1940’te tutuklanmış, Camp Gurs’a gönderilmiş ve 7 hafta boyunca hücre hapsinde kalmıştır. Sonrasında, May Picqueray yardımıyla, Meksika’ya giden Steimer’ın yoldaşlarının bir kısmı Joseph Stalin’in emriyle bir kısmı da Nazi toplama kamplarında katledilmiştir.
İmparatorun Karşısında Direnişçi Bir Kadın
Kanno Sugako
1881 yılında dünyaya gelen Kanno Sugako, kadına yönelik baskıları ve kadının özgürlüğünü vurguladığı makaleleriyle, anarşist kadın hareketi içerisindeki önemli isimlerden biridir.
1910 yılında, Japonya İmparatoru Meiji’ye suikast olarak bilinen Kotoku Olayı’na dahil olduğundan dolayı, devlet tarafından “vatan hainliği” ile suçlanan Sugako, modern Japonya’da politik bir tutuklu statüsü ile idam edilen ilk kadındır.
Kanno Sugako, 15 yaşında maruz kaldığı tecavüzün ardından, kadının bedenine ve varoluşuna yönelik düşünsel sürecini daha da yoğunlaştırmıştır. Kazandığı politik kimliğin temel kaynaklarından biri, Sugako’nun maruz kaldığı bu tecavüz olmuştur. Kadının maruz kaldığı şiddete ama özellikle de yasal genelevler sistemine karşı oluşturulan Hristiyan Kadın Hareketi’ne katılan Sugako, 1906’da Wakayama’da çıkan özgürlükçü bir gazetenin editörü olmuştur.
1908 Haziran’ında Tokyo’ya dönen ve İmparator Meiji’ye karşı gerçekleştirilen anarşist bir eyleme katılan Kanno Sugako, eylemde tutuklanan yoldaşlarını ziyarete gittiği sırada tutuklanmıştır. Sugako, serbest bırakıldıktan iki ay sonra, Shusui Kotoku ile tanışmış ve ikili, devlet tarafından yasaklanmış anarşist bir gazete çıkarmaya başlamıştır. Söz konusu gazetenin ardından, Sugako tekrar tutuklanmıştır.
Hapishanede kaldığı süre içerisinde, 1908 Haziranındaki barışçıl eylemlerle herhangi bir değişimin yaşanmayacağını düşünmeye başlayan Kanno Sugako, dört anarşist yoldaşıyla beraber, İmparator Meiji’ye Suikast planını hazırlamıştır. Planla birlikte, Miyashita Takichi, imparatoru öldürmek için patlayıcı kullanmaya karar vermiştir. Ancak plan hayata geçirilmeden 23 kişi tutuklanmış; Kanno Sugako ise henüz 30 yaşındayken, 24 Ocak 1911’de asılarak idam edilmiştir.
Erkek Şiddetine Karşı Koyan Bir Kadın
He Zhen
1884 yılında doğan ve 20. Yüzyıl Çin anarşizminin önemli isimlerinden olan anarşist kadın He Zhen; özellikle anarşist yayınlarda yayınlanan, erkek iktidarını eleştirdiği yazılarıyla bilinir. Zhen, toplumsal bir devrimin, kadın özgürleşmesinden yoksun bir şekilde olamayacağını vurgulamıştır.
1904’te Tokyo’ya taşındıktan sonra, anarşist bir örgüt içerisinde hareket etmeye başlayan He Zhen, 1907-1908 yılları arasında yayınlanan anarşist gazete Tianyee’nin (Doğal Adalet) çalışmaları içerisinde yer almış; ardından, Paris’te de yayınlanan Xin Shiji (Yeni Yüzyıl) isimli anarşist gazete de yazmaya başlamıştır. He Zhen, aynı zamanda, erkek şiddetine karşı, kapitalistlere karşı ve kadını baskılayan geleneklere karşı şiddet kullanımının bir direniş yöntemi olduğunu savunan Nuzi Fquan Hui (Kadın Hakları Derneği)’nin kurucusu olmuştur.
Tianyee gazetesinde yayınlanan “Kadının Özgürlüğü Üzerine”, “Kadının Emeği Üzerine”, “Ekonomik Devrim ve Kadın Devrimi”, “Feminist Antimilitarizm” ve “Feminist Manifesto” yazılarıyla erkek iktidarının farklı boyutlarını eleştiren ve kadın özgürlüğünün tüm bu başlıklarla olan ilişkisini ısrarlı bir şekilde vurgulayan He Zhen, 1920 yılında yaşamını yitirmiştir.
Patronların Korkulu Rüyası
Marie Ganz
1891 yılında Ukrayna’da doğan Marie Ganz’ın işçiliği, henüz sekiz yaşında başlamıştır. 13 yaşına geldiğinde tam zamanlı kuryelik işine başlayan Ganz, akabinde okulu bırakmıştır.
Çocukluğundan itibaren bir işçi olarak yaşadığı baskıya ve sömürüye karşı mücadele etmeyi seçen Ganz, dönemin en zengin patronu olan John D. Rockefeller’a yönelik bir suikast girişimiyle, anarşist tarihe ismini kazımıştır. 1863’te kurulan ve Amerika’nın ilk petrol rafinerisi olan Standard Oil’in patronu John D. Rockefeller’ın, Ludlow’da katledilen kadın ve çocukların katili olduğunu söyleyen Marie Ganz, bu katliamın hesabını sormayı kafasına koymuş ve Rockefeller’ı sahibi olduğu fabrikanın Manhattan’daki binası önünde vurmaya çalışmıştır.
Marie Ganz, bu girişimin ardından tutuklansa da, yaptığı eylemi tüm inancıyla sahiplenmiştir. Suikast girişiminin ardından yaşanan yargılama sürecinde mahkemenin “Suçlamaları reddedecek misin” sorusu karşısında Ganz’ın verdiği “O’nu öldürmek suç değil, bu cesaretin ve adaletin başarısı olurdu” cevabı, tarihe adını kazıyan bu anarşist kadının, sömürüye karşı verdiği mücadelesindeki inancının timsali olmuştur.
Ganz, çeşitli toplantılarda ve eylemlerde gerçekleştirdiği konuşmalar, içinde bulunduğu toplumu mücadele etmeye çağıran beyanları sebebiyle, 1917’de yaşanan Kıtlık İsyanları esnasında tutuklanmıştır.
International Workers of the World(Wobblies)’den etkilenen ve 1905’te başlayıp 1. Dünya Savaşı boyunca yükselen anarko sendikalist dalgadan esinlenen Yahudi anarşistlerden birisi olan Marie Ganz, 1968 yılında New York’ta yaşamını yitirmiştir.
Faşizme Karşı Anarşist Bir Kadın
Pepita Carpena
Gerçek ismi Josefa Carpena-Amat olan 1919 Barcelona doğumlu Carpena, anarşist tarih içerisinde “Pepita” olarak bilinir. Babası CNT üyesi olan Carpena, 14 yaşındayken CNT’nin Metal İşçileri Sendikası’na örgütlenmiş; sonrasında ise FIJL’ye (Özgürlükçü Gençlik Federasyonu) dahil olmuştur. Burada Anselmo Lorenzo ve Mikhail Bakunin okumaya başlayan Carpena, İberya Devrimi sürecinde kurulan Mujeres Libres’in üyesi olmuştur.
Pilar Grangel, Carpena’yı Nisan 1936’da kurulan Mujeres Libres’e davet ettikten sonra Carpena kadın mücadelesi içinde daha etkin olmaya başlamıştır. Aynı zamanda, cephede kullanılmak üzere el bombası imal eden bir fabrikada çalışmaya da başlayan Carpena, Mujeres Libres’in bölgesel komitesinde ve propaganda sekreterliğinde çalışmıştır.
1939’la beraber başlayan faşist baskıyla birlikte Carpena da on binlerce göçmenle beraber Marsilya’ya göç etmiştir. Burada Rus anarşist Voline ile tanışan Carpena, Marsilya’da CNT ve FIJL’nin yeniden yapılanma sürecine katılmış; CNT içerisindeki reformistlere muhalefetiyle bilinmiştir. Bu dönemde Carpena’nın yakın yoldaşlarından olan Raul Carballeira İspanya’ya dönmüş ancak 1945’te Franco’nun polisleri tarafından Barcelona’da katledilmiştir.
“De Toda la vida in Castilian” başlığı altında, Nisan 1992’den Haziran 1993’e kadar olan hatıralarını yazan Carpena’nın kaleme aldıkları, 2000’lerde Fransızca basımıyla yayınlanmıştır. Daha sonra, “Mujeres Libres” ve “Luchadoras Libertarias” isimli iki çalışması daha yayınlanan Pepita Carpena, 1979’dan itibaren Uluslararası Anarşizm Çalışmaları Merkezi’nin (CIRA) Marsilya şubesindeki çalışmalara katılmış; 1988’den 1999’a kadar CIRA-Marsilya’nın koordinatörlüğünü yapmıştır.
Cenit, CNT, Le Combat Syndicaliste, Ideas-Orto ve Solidaridad Obrera isimli gazetelere birçok makale yazan Carpena’nın, feminizm/post-feminizm tartışmalarını yazdığı bir çalışması da vardır.
“Toda de Vida ve Un Autre Futur” gibi, anarşistler üzerine yapılmış birçok belgeselde yer alan Pepita Carpena, 8 Haziran 2005’te Marsilya’da yaşamını yitirmiştir.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 32. sayısında yayınlanmıştır.
https://meydan1.org/2017/03/04/tarihteki-anarsist-kadlnlar-
https://meydan1.org/2018/03/01/tarihteki-anarsist-kadinlar-
The post Tarihteki Anarşist Kadınlar (2) appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Tarihteki Anarşist Kadınlar (1) appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Tarih boyunca, anarşizm fikrinin toplumsallaşmaya ve örgütlenmeye başladığı ilk andan itibaren kadınlar; ezilenlerin mücadelesinde ön saflarda yer almışlardır. Yaktıkları isyan ateşi fabrikalarda, sokaklarda, kadın ezilmişliğinin olduğu her alanda büyümüş, kadın özgürlük mücadelesinin temellerini atmıştır.
Paris Komünü’nde, İspanya Devrimi’nde kadınların tuttukları direnişin meşalesi yaşam olmuş, özgürlük olmuş, devrim olmuştur. Anarşist kadınlar, Emma Goldman’dan Lucy Parsons’a, Voltairine de Cleyre’dan Virgilia D’andre’ya, Lucía Sánchez Saornil’den Mujeres Libres’li kadınlara, anarşizm mücadelesinin tohumlarını coğrafyanın dört bir yanında yeşertmişlerdir.
Anarşizmin iki yüzyılı aşkın örgütlü tarihinde yer alan anarşist kadınların, yaşadığımız coğrafyada pek bilinmeyen yaşamlarının ve mücadelelerine adanmış hikayelerinin tekrar tekrar incelenmesi gerekir.
Tarih boyunca tüm coğrafyada anarşist mücadeleyi yükselten kadınların hayat hikayelerini paylaşıyoruz.
Virgilia D’Andrea
Malatesta’nın İtalya’da yarattığı geleneğin sürdürücülerinden olan Virgilia D’Andrea Güney İtalya’da, Sulmona’da dünyaya geldi. Genç yaşta ailesini kaybetti ve Katolik bir kurumda öğretmen olmak için eğitim almaya başladı. Ancak kariyerine öğretmen olarak devam etmek istemiyordu. Ve kendine yepyeni bir kariyer yarattı. Toplumsal mücadelede kendini güçlü bir şair, kararlı bir öğretmen ve pes etmez bir savaşçı olarak buldu.
Kapitalizmin köleliğinden sıyrılmak isteyen insanların mücadelesini yazdı şiirlerinde. Devlete, dine, eğitime karşı söyledi sözlerini; alanlarda, meydanlarda.
1910’lu yıllarda, Dünya Savaşının sürdüğü esnada toplumsal muhalefette meydana gelen yükselmeyle birlikte pek çok arazi, tarla işçiler ve köylüler tarafından ele geçirildi. Fabrika ve atölyelerin tamamına halk el koymuştu bile. Herkes toplumsal devrime yürüdüklerini düşünürken İtalya’da faşizm yükselmeye başladı. Virgilia için sonuç ise tecrit, hapis ve sürgün oldu. İtalya ve Almanya devletinin yakınlaştığı dönemde Paris’e gitti ve orada Veglia adlı bir dergi çıkarmaya başladı. Sacco ve Vanzetti için büyük kampanyalar örgütledi. Ancak Mussolini, burada da Virgilia’dan rahatsızdı. Böylelikle Fransız Hükumetini kışkırttı ve sınırdışı edilmesine yol açtı. Tam da o esnada yoldaşları onu Birleşik Devletlere davet etti. Kalemini kılıç gibi kullanan Virgilia D’Andrea, şiirlerini “Torento” adlı koleksiyonunda topladı. İktidarlara meydan okuyan ve tüm hayatını anarşist mücadeleye adayan D’Andrea yaşamını yitirdiğinde, hem kendi yapıtları hem de ardından yayımlanan onlarca metinle anıldı.
Kate Sharpley
1. Dünya Savaşı’nın patlak verdiği esnada, savaş karşıtı mücadeleyle ön plana çıkmıştır Kate Sharpley. Deptford’da yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, bir fırıncı ile evlenmiştir. Woolwich mühimmat fabrikasında çalıştığı esnada işyeri temsilcisi hareketinde aktif rol oynadı.
Anarko-sendikalist At Taşıyıcıları Birliği’nde aktif olan kardeşi ve babası, bir eylemde polis tarafından katledildi. Eşi de bu eylemlerde öldürüldü ancak Kate polisin onu kaçırdığını düşünüyordu. 1921’de Kronştand isyanı sırasında Troçkist Parti Sharpley’in yayınlarını sansürledi, grevler düzenlemesini engelledi. Tüm bu yaşadığı baskı ve yasaklara rağmen kararlılığıyla mücadelesine devam etti. Hatta bu yasaklar ona ilham verdi ve büyük bir arşiv oluşturmaya başladı. Bugün Kate Sharpley’in anısına orjinal anarşist belgelerden oluşan büyük bir kütüphane bulunmaktadır.
Anna Mendleson
1948’de Stockport’ta doğan Anna Mendelson anarşizmle oldukça genç yaşlarda tanıştı. İspanya Devriminde aktif rol almış ve hayatını kaybetmiş babasının izinden yürümüş, 19. yüzyılın ikinci yarısına eylemlikleri ile damga vurmuştu. 1967-69 yılları arasında Essex Üniversitesinde okuduğu esnada radikal öğrenci hareketlerinde büyük rol oynamasıyla tanındı.1971’de İçişleri Bakanına karşı yürüttükleri kampanyadan dolayı devlet tarafından terörist ilan edildi. 1972’de gerçekleşen büyük Stoke Newington Eight patlamasında ismi geçti. Sonrasında, silah ve patlayıcı bulundurmaktan devlet Mendelson’u ve beraberindeki üç yoldaşını suçlu ilan etti.
Şairliğiyle tanınan ve mücadelesini kalemiyle de yükselten Mendleson, 2009’da beyninde bulunan tümor nedeniyle yaşamını yitirdi. Ardında onlarca yazı, makale ve mücadelesine dair anılar bıraktı. Implacable Art (Bastırılamaz Sanat) adlı şiir kitabı, bugün halen raflarda yerini korumaktadır.
Luce Fabbri
2000 yılında, 92 yaşında yaşamını yitirdiğinde 20. yüzyıl anarşizmine büyük harflerle kazımıştı ismini. Hem militanlığı hem de ahlaki ve siyasi düşünce ve kavrayış tekniğiyle La Protesta’ya yazdığı yazılarla, Rivoluziona Libertoria dergisindeki makaleleriyle anarşist külliyata büyük bir miras bıraktı.
Yaşamı çoğunlukla 20li yaşlarında terk ettiği İtalya’nın dışında geçti. Ailesiyle birlikte faşizmden kaçtığı bir sürgündü bu. Uruguay kendi toprakları gibi olmuştu. Ve bunu yazdıklarında ve yürüttüğü siyasi faaliyetlerde hissettirdi çoğunlukla.
Ünlü anarşist militan ve teorisyen Luigi Fabbri ve Bianca Sbriccoli’nin ilk çocuğu olarak 1908’de dünyaya geldi. Ailesinden dolayı kültürel ve sosyal anlamda oldukça özgürlükçü bir ortamda yetişti. Öyleki evlerinde düzenlenen toplantılara Errico Malatesta da geliyordu ve onu büyükbabası gibi görüyordu- anılarında bu şekilde anlatıyor-. Büyüdükçe fikirleri gelişmeye başladı. Dayanışma, insancıllık, özgür aşk ve toplumsal ilişkilerde adalet üzerinden şekillendirdiği fikirleriyle doğal bir şekilde, kendiliğinde anarşist oldu. Böylelikle annesinin, babasının ve büyükbabasının -Errico Malatesta- izinden gitmiş oldu.
Soledad Estorach
15inde CNT’nin gece okullarında ders almaya başlamasıyla tanışır anarşizmle. Böylelikle 1931 yılında üniversiteyi kazandı ve üniversitede bir gençlik hareketine katıldı. 1934’te Pilar Grangel, Aurea Coudrado ve Conchiata Liano’nun da içerisinde bulunduğu İnşaat İşçileri sendikasında bir kadın grubuyla tanıştı ve CNT’nin GCF(Kadınların Kültürel Kulübü)’ye katıldı. 1936 yılında, İspanya Devrimi sırasında, anarşizmi toplumsallaştırma amacıyla kardeşiyle birlikte örgütlü mücadeleye başladı. 1936 temmuzunda, FIJL’nin ön saflarda mücadele eden delegelerinden biri oldu.
18 Temmuz’da Casa Cambo’da isyan ateşini yakan, barikatları kuran ve tüm gücüyle, inancıyla iktidarlara meydan okuyan anarşistlerden biriydi. Kadın özgürlük mücadelesinde Pilar Grangel’le, Conchista Liano’yla birlikte en ön saflarda savaştı Mujeres Libres için.
Hem Mujeres Libres’in yayınlarına hem de FAI’nın yayınlarına büyük katkılarda bulunan Soledad Estorach, Franco’nun işgaliyle İspanya’yı terk etmek zorunda kaldı. 26 Ocak 1939’da, Fransa’ya gitmeye hazırlandığı sırada Mujeres Libres’li iki yoldaşının -biri Pepita Carpena- faşistler tarafından köşeye sıkıştırıldığını öğrendi. Kendi canı pahasına geri döndü ve yoldaşlarını kurtardı.
1945’te gizlice Fransa’dan İspanya’ya geldi. Fakat devletin baskısından dolayı uzun süre İspanya’da gizlenemedi, Fransa’ya geri dönmek zorunda kaldı.
Mujeres Libres’in ortak yazdığı Liberter Savaşçılar (Luchadoras Libertarias) kitabının yazarlarından biri oldu.
14 Mart 1993’te yaşamını yitirdi. Ancak ardında büyük bir mücadele ve tarih kitaplarına eklenen güçlü bir anarşist kadın bıraktı.
Rose Pesotta
Ukraynalı yoksul bir çiftçi ailesinin sekiz çocuğundan ikinci olarak dünyaya gelen Pesotta, henüz 17 yaşındayken Yahudi ve Latin Amerikalı kadınların yoğunlukta olduğu kadın giysi işçilerini temsil eden ILGWU (Uluslararası Kadın Konfeksiyon İşçileri Birliği) sendikasına dahil oldu. 1920’lerde yayımlanan Der Yunyon Arbeter’de önemli yazarlardan biri haline geldi. 1933 yılında, örgütlenme yapmak için Los Angelas’a gitti. 1934’te örgütlenmenin neredeyse mümkün olmadığı zamanlarda büyük grevler örgütledi. Freedom Road gazetesinde yayımlanan makaleleri anarşistler arasında tartışmalara yol açsa da mücadelesi her daim takdir edildi ve saygı uyandırdı.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.
The post Tarihteki Anarşist Kadınlar (1) appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post TARiHTEKi ANARŞiST KADlNLAR (3) appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kadınlar farklı coğrafyalarda örgütlenerek, dayanışmayla ve mücadeleyle kendi devrimlerini yaratmıştır. Bizim coğrafyamızda birçoğunun ismi bilinmiyor olsa da, kadınların yüzyıllardır mücadeleyle yarattıkları gelenek, günümüze kadar gelmiştir. Kimi zaman faşizme, devlete, kimi zaman kapitalizme, savaşa karşı yaşamı savunan “Tarihteki Anarşist Kadınlar”ın yaşamlarını incelemek, özellikle biz kadınlar açısından oldukça önemlidir.
Meydan Gazetesi’nin kadınlar tarafından çıkartılan bu sayısında, tarihte mücadeleleriyle andığımız anarşist kadınları sizlerle paylaşıyoruz.
Ethel MacDonald
1909’da İskoçya’nın Motherwell şehrinde doğan Ethel MacDonald, 16 yaşında mücadeleyle tanıştı. 1931’de Guy Aldred ve Jany Patrick ile tanıştı ve üç yıl sonra Bağımsız İşçi Partisi’nden ayrıldı. Anti-parlementer Komünist Federasyon içerisinde aktif olarak yer aldı. Ardından Guy Aldred ile birlikte 1933’te Birleşik Toplumsal Hareket’i kurdu. Ethel MacDonald ve Jenny Patrick 1936’da İspanya’da savaş başladığında Birleşik Toplumsal Hareket’in temsilcileri olarak Barcelona’ya ve Madrid’e gittiler. İspanya’ya ulaştıklarında CNT radyosunda yapmaya başladıkları İngilizce yayınlar ve propaganda, halk tarafından oldukça fazla ilgi gördü.
1937 Mayıs İsyanları olarak anılan, yüzlerce kişinin katledildiği ve anarşistlerin evlerinde suikaste uğradığı süreçte yoldaşlarını polislere karşı savunurken, kendi yaşamını birçok defa riske attı. MacDonald, yoldaşının hapishanede gardiyanlar tarafından dövülerek katledilmesinin ardından yaptığı eylemler sırasında tutuklandı. Serbest bırakıldığında ise, İskoçya’ya kaçmadan önce bir süre Barselona’da saklandı.
İki ay sonra İskoçya’ya döndüğünde 300’e yakın kişi tarafından karşılandı. Daha sonra 2. Dünya Savaşı sırasında barış hareketleri içinde yer aldı. Daha sonra Guy Aldred’le The Strickland Press’i kurdular. 1958 yılında çeşitli sağlık sorunları yaşamaya başladı ve konuşma becerisini kaybetti. Mücadeleyle dolu geçen yaşamı, 1 Aralık 1960’ta son buldu.
Devletler hiç bir zaman insanları kurtaramaz, onların arzusu insanları sömürmek ve yok etmektir. Halkı özgürleştirecek tek bir güç vardır. Bu güç halkın kendisidir.
***
Giliana Berneri
Giliana Berneri 5 Ekim 1919’da İtalya’nın Floransa şehrinde doğdu. Tıp ve psikiyatri eğitimi için gittiği Fransa’da, pediatri ve psikanaliz üzerine çalıştı. Fransa’daki anarşist hareketle son derece ilgili olan Berneri, 1930’larda Fransız Anarşist Federasyonu’na katılarak mücadele etmeye başladı.
Paris’te Sacco ve Vanzetti grubu içinde aktif bir militan olarak mücadele etti, bu grup daha sonraları Anarşist Federasyon içinde Kronştad grubu olarak anıldı. 1940’larda Fransa’da gözaltı kampında tutulan yoldaşı İtalyan anarşist Ernesto Bonomini için dayanışma kampanyaları örgütledi ve Amerika’da sürgündeyken ona destek oldu. Albert Camus ve Wilhelm Reich gibi entelektüellerle fikirlerini paylaştı ve çeşitli konularda konferanslar verdi. Aynı zamanda La Libertaria gazetesinde de hatırı sayılır makaleleri yayınlandı.
Fransız anarşist mücadelesinde aktif rol oynayan Berneri, 19 Temmuz 1998’de yaşamını yitirdi.
“Amacınızı gerçekleştirdiğinizde, kendinizin sahibi olursunuz… Bir kadın gerçekten ‘özgür bir kadın’ olduğunda, hayat binlerce kez daha güzel olur…
***
Leah Feldman
1899’da Varşova’da doğdu.
1917’de Bolşeviklerin iktidara geçmesinin ardından yoldaşlarının çoğu Bolşeviklerin ya da Çarın ellerinde öldürülmüştü. Leah daha sonra Rusya’ya döndü. Burada Sovyetler tarihinin son ‘yasal’ anarşist toplanması olan; Kropotkin’in cenazesine katıldı.
Leah sonra Mahnovist hareketten etkilenerek Ukrayna’ya gitti ve burada harekete katıldı. Cephe gerisinde kıyafetlerin ve yemeklerin organizasyonu, yetimlerin doyurulması gibi işler yaptı. Mahnovistlerin Bolşevikler tarafından katledilmesinin ardından Ukrayna’yı terk etti.
Önce Paris’e sonrasında Londra’ya gitti. Farklı topraklarda anarşist hareketleri gözlemlemek istiyordu. Ardından Polonya ve Filistin’e gitti. Filistin’de birçoğu daha önce gittiği coğrafyalardan tanıdığı eski arkadaşlarıyla Filistin Anarşist Federasyonu’nun kurulmasını sağladı.
Alman denizcilerin 30’lu yıllardaki antifaşist direnişine ekonomik destek topladı. 1939 yılında Marie Goldberg ve Suceso Portales ile birlikte kurduğu bir giyim atölyesinde kendi üretimlerini yaptılar.
Ömrünün sonuna kadar bulunduğu her koşulda ve her yerde mücadeleyi sürdüren Leah’ı yoldaşları Büyükanne Mahnovist olarak bir ömür boyu anmayı sürdürdü.
“Çalıştığımız atölyede dünyanın her yerinden anarşist kadınlar vardı… Yunanca, Yiddiş, Fransızca, İngilizce, İspanyolca, Katalanca… ayrıca dillerini bilmediğimiz iki Kıbrıslı, bir Yunan ve bir Türk kadınını da sayarsak, nasıl anlaştığımız bazılarına göre bir mucizeydi. Bana sorarsanız, kadınların nereden gelirse gelsin ortak bir dili yaratabileceklerinin resmiydi.”
Biz kadınlar tarihimiz süresince erkek egemenliği ile karşı karşıya kaldık ve hep mücadele ettik. Kimimizin adı bilindi, kimimizin hikayesi bilindi. Bilinsek de bilinmesek de, adlarımız farklı da olsa, hikayelerimiz farklı da olsa, mücadelemiz hep aynıydı: Kadının Özgürlüğü
***
Maria Lacerda de Moura
Maria Lacerda de Moura 16 Mayıs 1887’de Brezilya’da doğdu. Kilise karşıtı düşüncelerini oluşturan ailesinin ona kattıkları özgür düşünce ve halk eğitimiydi. Maria bir öğretmen, bir yazar, bir gazeteci, bir mimar, bir şairdi. “Anarşizm” demediği zamanlarda bile, onun neyden bahsettiğini anlardınız. Her şeyini içine kattığı anarşizm inancı, ona göre “insanlığın kurtuluşunun parıltısıydı”.
Mücadeleyle tanışmasının ardından, eylemlerini destekleyen yoldaşı Carlos Ferreira de Moura ile evlendi.
1915’te bir kız çocuğu doğurdu ve kardeşinin oğlunu evlatlık aldılar. Bu sırada Maria kendisini tamamıyla mücadeleye adadı ve özgür dersler vermeye başladı. Bu deneyimlerinin ardından eğitimin insanın kişiliğini şekillendirdiği, kendi değerlerinden ve kimliğinden vazgeçmesi için zorladığını, davranışları terbiye ettiği kanaatine vardı. Farkına vardı ki; eğer dünyayı değiştirmek istiyorsa yalnız cehaletle mücadele etmek yetmez, sosyal devrimi yaratmak gerekiyordu.
1918’de toplumsal sorunları aşacak bir özgür eğitim çalışmasına girişti ve yazarlığa ilk adım olarak eğitim üzerine kitabını yazdı.
Sao Paulo’da Enternasyonal Kadın Federasyonu’nu ve savaş karşıtı kadınları kurdu. Buradaki bütün kadınlar eylemlerini bu bölgede örgütlüyor ve kadın direnişinin kazanmasını amaç olarak görüyordu.
Maria Lacerda de Moura 20 Mart 1944’te henüz 54 yaşındayken yaşamını yitirdi.
“Bir erkek, kadın özgürlüğü fikrini sevebilir fakat bunun pratiğinden hoşlanmaz. Sonuç olarak, başka kadınların özgürlüğünü isteyebilir, ama kendi karısını eve kilitler.”
***
Suceso Portales
María Suceso Portales Casamar, 4 Mart 1904’te anarşist bir ailede doğdu. Kardeşleri Acracio, Juan ve Luis de anarşist hareketin içindeydi. Terzi olarak çalışmaya başlayan Suceso, 1934’te CNT’ye katıldı.
1936’da kolektif örgütlenmenin bir öznesi ve Mujeres Libres’in kurucularından oldu. İberya Devrimi sırasında Guadalajara’ya taşınarak burada çiftçi ve köylülere yönelik örgütlenme çalışmaları yaptı. San Gervasio çiftçi okulunun kuruluşuna katkıda bulundu ve 20 Ağustos 1937’de Ulusal Kadın Kongresi’nin bir parçası oldu. Aynı yılın Ekim ayında Barselona’da Mujeres Libres Kongresi’ne Guadalajara delegesi olarak katıldı. Mujeres Libres’te belirttiğine göre, İberya Devrimi’nin çifte bir kazanım olduğunu düşünüyordu; bu devrim, bir yandan sınıflı topluma karşı, diğer yandan ise erkek egemen topluma karşı bir zaferdi.
Savaşın sonunda Britanya’ya gitmek üzere 183 kişiyle beraber Alicante Limanı’ndan ayrıldı. 1939’da İngiltere’nin Holborn kentinde birçok farklı ülkeden anarşist kadınla birlikte bir kıyafet mağazası kurdu. Bu süreçte ve daha sonrasında İberya’daki anarşistlerle ilişkisini hiç bir zaman kesmedi ve Franco karşıtı tüm eylemlere katıldı.
1962’de, İspanya’dan sürgün edilmiş bir çok İspanyol anarşistle iletişime geçerek Mujeres Libres’i yeniden çıkardı. “Sürgünde Mujeres Libres” adında özel bir sayısını hazırladı. Bir çok farklı yere taşınmasının ardından Franco’nun ölümüyle İspanya’ya geri döndü. Dönüşünde tekrar CNT örgütlenmesi yapmaya, 1980’de ise Mujeres Libres’i yeniden kurmaya çalıştı. 94 yaşında, mücadeleye adadığı yaşamı sona erdi.
“Biz feminist değiliz, hiçbir zaman olmadık. Biz erkeklere karşı savaşmıyorduk. Biz birlikte çalışmaz ve mücadele etmezsek toplumsal devrimi başaramayız. Fakat bizim özgürlük için kendi öz-örgütlülüğümüzü yaratmamız gerekir.”
Victorine Brocher/Rouchy
Victorine Broucher, 1838’te Paris’te devrimci gelenekten bir ailenin içinde dünyaya geldi. Babası cumhuriyetçi bir ayakkabıcıydı. 1850’lerde sosyalist ve cumhuriyetçi düşünceler içinde yetişmeye başladı. 1862’de ayakkabıcı bir esnaf olan Jean Rouchy ile evlendi ve beraber Orleans ve Paris’teki çeşitli sosyalist gruplara ve Birinci Enternasyonal’e katıldılar.
1867’de kolektif bir fırının kuruluşunda yer aldı. Fransa-Prusya Savaşı sırasında, kocası savaşta görev aldı, kendisi ise ambulans şoförü olarak işe başladı. O yıllarda iki çocuğunu büyütmesine yardımcı olan ve sahip çıktığı komşu çocuğuna bakan annesiyle beraber yaşadı. Fakat bu üç çocuk da birkaç yıl içinde yaşamını yitirdi.
Eşiyle birlikte, 20 Mart 1872’de Cumhuriyetin Savunması Savaşı’na katılarak Paris Komünü’nde aktif rol oynadı. “Kanlı Hafta” boyunca barikatlarda savaştı.
Arkadaşları sayesinde önce İsviçre’ye, sonra Londra’ya kaçmayı başardı. Fakat Jean Rouchy o hapisteyken yaşamını yitirdi. 1878’de önce Lyon’a, sonra Paris’e döndü ve anarşist harekette daha da aktifleşti. Anarşist gazete La Revolution Sociale’de yazmaya başladı. 1881’de Londra Anarşist Konferansı’nda Parisli bir delege olan Gustave Brocher ile tanıştı. Sonrasında evlendiler ve Komün’ün beş yetimini evlat edindiler.
1909’da “Souvenirs d’une morte vivante” adlı eserinde 1871’den beri olan anılarını anlattı. 4 Kasım 1921’de Lozan’da yaşamını yitirdi.
“Komünü yaratırken hissettiklerimizi tarif etmek çok zor. Güç artık bizim elimizdeydi. Fakat bu güç egemenlerin elindeki güç gibi değildi. Bu her şeyin bizim kontrolümüzde olduğunun duygusuydu. Bu birlikte yarattıklarımızın verdiği güçtü.”
The post TARiHTEKi ANARŞiST KADlNLAR (3) appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post 26A Atölye’de Mart Ayı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>26A Atölye, Şubat ayını, gerçekleştirilen 50 dakikalık birçok aktarımla geride bıraktı. Mart ayının etkinlikleri ise, kadınların gerçekleştirecekleri KaraMor Hafta aktarımlarıyla başlıyor.
KaraMor Hafta boyunca gerçekleşecek olan kadın etkinliklerinden ilki; yaşamın her alanında var olan kadın düşmanlığına edebiyattan bakacağımız “Edebiyatta Mizojin” aktarımı, 3 Mart’ta Kara Tahta’da gerçekleşecek. Ardından Anarşist Kadınlar’ın, 4 Mart’ta gerçekleştireceği aktarım; “Kadınları Mücadele Özgürleştirir”. 8 Mart’taki aktarım ise, “Tarihteki Anarşist Kadınlar(1): Mujeres Libres” konulu olacak. Mujeres Libres aktarımında tarihte ataerkiye, devlete ve iktidara karşı özgürlük mücadelesi veren Anarşist Kadınlar’dan bahsedilecek.
Mart ayı etkinlikleri, Kara Tahta’da gerçekleşecek olan Dil ve Kültür aktarımlarıyla devam edecek. Lazlar ve Dilleri, Hemşinliler ve Dilleri, Çerkesler ve Kültürleri ve Zazalar ve Dilleri başlıklarında, farklı coğrafyalardan halkların, devletin asimilasyon politikalarına karşı direnişlerinden, dillerini ve kültürlerini yaşatma mücadelelerinden bahsedilecek.
Atölyede ayrıca Zincirlenen Notalar aktarımıyla müzikteki yasaklara, Biraz Dario Fo aktarımı ile tiyatronun yaşamdaki adaletsizliklerine nasıl ayna tutabildiğine ve Sinemada Öteki Oyuncu Olmak aktarımıyla sinemanın ötekilerine değinilecek.
Beşeri Coğrafyanın Anarşist Kökeni: Reclus ve Kropotkin, geçen ay gerçekleştirilen Taoizm ve Anarşizm aktarımının ikincisi, Bağımsız Medya Mücadelesi, Ablukada Sanat konusunun ikinci başlığı olan Paris Komünü, küçük yalanlardan büyük yalanlara Yalanın Tarihi, yaşadığımız distopyanın meşrulaştırılması; Hipernormalizasyon gibi birçok aktarım ve Patagonya İsyanı filminin gösterimi, Mart ayında 26A Atölye’de!
The post 26A Atölye’de Mart Ayı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>