tas – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sun, 08 May 2016 15:36:30 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 ” “Atan Alır” Kuralının En Eğlenceli Olduğu Saha: Panyee ” – Furkan Çelik https://meydan1.org/2016/05/08/atan-alir-kuralinin-en-eglenceli-oldugu-saha-panyee-furkan-celik/ https://meydan1.org/2016/05/08/atan-alir-kuralinin-en-eglenceli-oldugu-saha-panyee-furkan-celik/#respond Sun, 08 May 2016 15:36:30 +0000 https://test.meydan.org/2016/05/08/atan-alir-kuralinin-en-eglenceli-oldugu-saha-panyee-furkan-celik/ Kalenin iki taş arası olarak belirlendiği ve atılan her şutun ardından “direk”, “gol”, “dışarıda” tartışmalarının patladığı günleri hatırlar mısınız? Ya da nefesimizi tutarak “pis burun” abandığımız bir penaltı sonrasında, şangırt diye inen camı, “Keseyim mi la topunuzu?” diye bağıran amcayı? “Gidin başka yerde oynayın!” diye bağıran teyzeyi? “At at at at” diye bağıran mahalle abisini? […]

The post ” “Atan Alır” Kuralının En Eğlenceli Olduğu Saha: Panyee ” – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Atan alır kuralının en eğlenceli olduğu saha Panyee

Kalenin iki taş arası olarak belirlendiği ve atılan her şutun ardından “direk”, “gol”, “dışarıda” tartışmalarının patladığı günleri hatırlar mısınız? Ya da nefesimizi tutarak “pis burun” abandığımız bir penaltı sonrasında, şangırt diye inen camı, “Keseyim mi la topunuzu?” diye bağıran amcayı? “Gidin başka yerde oynayın!” diye bağıran teyzeyi? “At at at at” diye bağıran mahalle abisini? “Üç korner bir penaltı” kuralını? Bitiş düdüğü yerine geçen akşam ezanını? Adım alarak oyuncu seçmeyi? İşte o efsane mahalle maçları, çocukluğumuzun büyük bölümünü kaplamıştı.

Sokak futbolu hikayeleri şimdilerde oldukça azaldı. Özellikle siteleşen kentlere bakacak olursak; A blokta oturanlarla C blokta oturanlar arasında bir futbol maçı yapıldığını görmek mucizevi bir şey olurdu herhalde.

Çocukluğumda mahalle maçları yaptığım için birgün kendimi “şanslı” göreceğim aklıma gelmezdi. Ama gelinen noktada bu kültür, sistemin dejenerasyonuyla yitip gitmekte; biz şanslıymışız.

Mahalle maçı organize etmek kolay bir şeydi, topu olan bir çocuk ve kale direkleri oluşturabileceğimiz birkaç taş yeterliydi. Ama imkanlarını yaratıcılıklarıyla aşan, iki direk – bir toptan daha fazlasını hayal eden çocuklar da varmış meğer…

İşte Futbol oyununu kendileri yaratan Tayland’ın Koh Panyee köyü

Koh Panyee, sular üzerine inşa edilmiş evlerden oluşan, Tayland’a bağlı bir ada-köy. Balıkçılar tarafından kurulmuş köyün tek ekonomik faaliyeti de balıkçılık. Zamanla balıkçı ailelerinin yerleşmesiyle bir çocuk nüfusu da oluşmuş.

Hikaye biraz eski tabi, sene 1986… Panyee köyünün çocukları, okuldan ve tek oyunları olan tekne yarışlarından kalan bütün vakitlerinde, televizyondan futbol maçları izliyorlar. Futbol maçlarını çok seviyorlar, fakat aralarında daha önce bu oyunu oynayan kimse yok. İşin daha kötüsü, köyleri sular üzerine kurulu olduğu için, futbol oynayabilecekleri boş bir alan yok.

O sene 1986 Dünya Kupası Meksika’da gerçekleşiyor. Finalde Arjantin Almanya’yı 3-2 eleyerek Meksiko City’de kupayı kaldırıyor. Panyee köyünün çocukları da “onların birsürü stadı var, bizim de bir tane olmalı.” diyerek işe koyuluyor hemen. Üstelik binlerce kişilik tribünlere de ihtiyaçları yok, düz bir alan ve iki küçük kale onlar için yeterli.

Önce köydeki bütün boş tahtaları toplamaya başlıyor çocuklar. Sonra buldukları eski balıkçı sallarını tamir ederek birleştiriyorlar. Birleştirdikleri salların üzerine, buldukları tahtaları çakarak düz bir zemin oluşturuyorlar. Toprak saha kadar olmasa da, oluşturdukları zemin onların futbol oynayabilmeleri için yeterli. Bazı çivilerin çıkıntılı kalması ve tahta parçalarının ayaklarına batması onları pek de rahatsız etmiyor.

Denizin üzerine kurdukları bu tahta sahada “atan alır” kuralının ne kadar evrensel olduğunu gösteriyorlar bizlere. Ama bizim mahalledekinden farklı; bahçeye kaçan topu almak eziyet gibidir bazen, Tayland’lı çocuklarsa auta attıkları topu almak için denize atlayıp serinliyor.

Sürekli “atan alır” kuralını işlettikleri için, maçın ilerleyen dakikalarında oynadıkları saha su içinde kalıyor. Bu da onların hem “dar alanda” hem de “kaygan zeminde” topla daha iyi oynamalarını gerektiriyor. Futbol oyununu hiç bilmeden, sadece televizyondaki endüstriyel futboldan görmüş olan Panyee çocukları, bir süre sonra futbolda çok yetenekli hale geliyorlar.

Hatta Tayland’da katıldıkları bir futbol turnuvasında çeyrek finale kadar yükseliyorlar. Sağanak yağmur altında oynadıkları bu maçın ilk yarısında 2-0 geri düşüyorlar; su dolan kramponları onları yavaşlatıyor. Panyee takımı bir karar alıyor; kramponlarını çıkarıp çıplak ayak oynuyorlar. Durumu 2-2’ye getiriyorlar, ancak son dakika golüyle maçı kaybediyorlar. Onlar, o maçı kaybetmiş olsalar da; futbolun endüstriyel bir “yarış” değil, çok daha keyifli bir “oyun” olduğunu bizlere hatırlatan bir hikaye yaratmış oluyorlar.

Bu arada ezan okundu, hava karardı. Yazıyı bitirip eve yetişmem lazım. “Golü atan maçı alır” kuralı girdi devreye. Top önüme düştü, abanıyorum:

“Kahrolsun endüstriyel futbol, yaşasın sokak futbolu!”

Vurdum, gol oldu…

Furkan Çelik

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” “Atan Alır” Kuralının En Eğlenceli Olduğu Saha: Panyee ” – Furkan Çelik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/05/08/atan-alir-kuralinin-en-eglenceli-oldugu-saha-panyee-furkan-celik/feed/ 0
“Geri Dönüşüm’ün Başlangıcı ve Sonucu” – Özgür Oktay https://meydan1.org/2014/12/26/geri-donusumun-baslangici-ve-sonucu-ozgur-oktay/ https://meydan1.org/2014/12/26/geri-donusumun-baslangici-ve-sonucu-ozgur-oktay/#respond Fri, 26 Dec 2014 20:32:48 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/26/geri-donusumun-baslangici-ve-sonucu-ozgur-oktay/ Şişelerden önce kaplar vardı: tas, güğüm, kâse, kova, küp, testi, bakraç… Yiyip içtiklerimizi taşıdığımız kaplar, çok uzun yollar gidemiyordu ya da buna zaten ihtiyaç yoktu. “Geri” teknolojiydi bunlar ya da “geri dönüşüme” zaten ihtiyaç yoktu. Şişelerin yarattığı çöp, 1940’lara kadar çok büyük bir sorun yaratmadı. İkinci Dünya Savaşı öncesinde gazlı içecek ve bira şişeleri, ortalama […]

The post “Geri Dönüşüm’ün Başlangıcı ve Sonucu” – Özgür Oktay appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Şişelerden önce kaplar vardı: tas, güğüm, kâse, kova, küp, testi, bakraç… Yiyip içtiklerimizi taşıdığımız kaplar, çok uzun yollar gidemiyordu ya da buna zaten ihtiyaç yoktu. “Geri” teknolojiydi bunlar ya da “geri dönüşüme” zaten ihtiyaç yoktu.

Şişelerin yarattığı çöp, 1940’lara kadar çok büyük bir sorun yaratmadı. İkinci Dünya Savaşı öncesinde gazlı içecek ve bira şişeleri, ortalama 30 kez kullanılıyordu. Çöp sorunu, yerel üreticiler tarafından çözülüyordu. Ancak İkinci Dünya Savaşı’nda, deniz aşırı ülkelerdeki askerlere yiyecek ve içecek göndermek için kullanılan teneke kutular ve tek kullanımlık şişeler, savaş sonrasında bir kapasite fazlası yarattı. Yine kapasitesi artan cam, teneke kutu ve çelik sanayilerinin teşvikleri ile savaş döneminde yaratılan bu tüketici alışkanlığı arttı. Büyük şirketler, bu dayanıklı ve tek içimlik şişeleri ülke çapına göndererek daha da büyüdüler. Büyüyen hacimle birlikte maliyetleri iyice azaltan şirketler, uzun süre çöp sorunuyla da uğraşmak zorunda kalmadılar. 1970’e gelindiğinde, biranın %76’sı ve gazlı içeceklerin %40’ı bu tip şişelerde satılıyordu.

Tek kullanımlık şişelere karşı ilk mücadeleyi, 1953’te Vermont eyaletindeki çiftçiler başlattı. Çayırlara atılan şişeleri yiyen inekler ölüyordu. Örgütlenen çiftçiler, bu şişelerin satışının yasaklanmasını sağladılar. Buna karşılık, Amerikan Kutu Şirketi (ACC) ve Owens-İllinois Cam Şirketi, “Amerika Güzel Kalsın” adıyla lobi faaliyetine başladılar. Bunlara Coca-Cola, PepsiCo ve ABD Bira Üreticileri Birliği de katıldı ve grup, “çevreyi kirletenlere” karşı bir medya kampanyası başlattı. ACC genel müdürü Stolk, çöpü yere atmayı “ulusal utanç” olarak tanımlayıp kendi şişelerine getirilen yasağa karşı çıktı. Okullar, kiliseler ve kulüplerden üye toplayan lobi, çöp atmaya karşı para ve hapis cezalarını savunuyordu. Lobi, en sonunda 1957’de yasağı kaldırtmayı başardı.

Yine 1971’de Oregon eyaleti, yükselen atık yığınlarını durdurabilmek için, bira ve gazoz şişelerine zorunlu 0.05 $ depozito ücreti getirdi. Amaç, insanların şişeleri geri dönüşüme vermeleri için maddi bir teşvik yaratmaktı. Arkasından Vermont ve diğer eyaletler de, bu soruna aynı çözümle, hatta daha kuvvetli yaptırımlarla çare aradılar. Ancak şirketler, mevcut büyüklüklerini bu şişelere borçluydular ve bu şişelerden vazgeçmek, onlar için yok olmak demekti.

Şirketler bu dönüm noktasında, atık kavramını STK’lar aracılığıyla tekrar işlemden geçirerek geri dönüşüm furyasını başlattılar. O yıllarda çevrecilik tepe noktasındayken, Amerika Güzel Kalsın kampanyaları kapsamında 1971’de çekilen bir reklamda, bir Kızılderili’yi canlandıran ünlü aktör Cody, yolda gördüğü her çöp için ağlıyordu. Reklam “Kirliliği insanlar başlatıyor. İnsanlar durdurabilir.” diyerek, çöp sorununu olduğu gibi bireylerin üzerine yüklüyordu. Siyaset sahnesine şirket lobisi, tüketicilere “istedikleri şişeyi kullanma özgürlüğünü” verdiği için, bu özgürlükle birlikte gelen “çevrecilik” sorumluluğunu, yine tüketicilere yüklemeyi başardı. Şirketlerin yerleştirdikleri algı, 1993 yılında Amerikan Plastik Konsülü’nün bu açıklamasında çok net görülüyor: “Bir ürünü satın alırsam, kirleten benimdir. Atığından da ben sorumlu olmalıyım.”

“Çevrecilik” sorumluluğunu bireylere yüklerken, ne yapılması gerektiğini de yine şirketler söylüyordu. Bu dönemde, ACC halkla ilişkiler direktörü McGoldrick, “atık ürünlere gerçek çözüm, kaynakların yeniden kullanımı ve katı-atık yönetimidir.” diyerek, ilk çevre politikalarının tanıtımını yapıyordu. Önerdiği karmaşık sistem, sorumlu tüketicilerin kutuları ayrı çöplere atması ve kamu kuruluşlarının geri dönüşüm yatırımları yapmasını kapsıyordu. Bu “çevreci” sorumluluğun şirketlere düşen kısmı ise, örnek olmak için kurulan birkaç küçük geri dönüşüm tesisi hariç, bu dâhiyane sistemi önermekti.

Basit bir şekilde eski tip şişe üretmek yerine, tek kullanımlık şişelerin toplanıp tekrar kullanıma sokulması için karmaşık bir sistem öneriliyordu. Fakat birçok şehirli ve aktivist, “çevrecilik” bilincini bir nişan olarak kabul ettiler ve aslında sadece büyük şirketlerin varlığına hizmet eden bu algıyı yaygınlaştırdılar. Onları teşvik etmek için, maaşla çalışabilecekleri CEO’ları olan STK’lar bile kuruldu. Bu algı, kapitalizmin küreselleşmesine paralel olarak bütün dünyaya yayıldı.

Bu sistemde ilk bakışta net görülmeyen ve uygulamalar arasında en çok çeşitlilik gösteren kısım, şişelerin toplanmasıydı. Şişeler, bazı coğrafyalarda yasa gereği zorunlu olarak ayrı çöplere atılıp belediye tarafından toplanırken; başka coğrafyalarda ezilen kesimler tarafından atıldıkları ilk çöp kutusundan toplanarak inanılmaz düşük fiyatlara geri dönüşüm tesislerine satılıyordu. Her durumda toplama maliyetini üstlenmeyen Anheuser-Busch, Coca-Cola, PepsiCo gibi şirketler, geri dönüşüm yapan yan şirketler kurarak daha da fazla kar etmeye başladılar.

Geri dönüşümün kısa tarihinde tekrardan gördüğümüz döngü, kapitalizmin bir ekolojik tahribat yaratması, tahribattan etkilenenlerin bir direniş başlatması, kapitalizmin yeni bir algı yaratarak direnişi etkisiz hale getirmesi, kapitalizmin tahribatı sürdürmesi ve bu yeni algı sayesinde yeni bir endüstri yaratıp bundan kar elde etmesidir. Kyoto gaz borsasında, yeşil ürünlerde vs. aynı döngüyü görebiliriz.

Sistemin bu tahribata karşı duyarlılıklarımızı törpülemek ve tüketimini meşrulaştırmak için kullandığı “geri dönüşüm”, aslında bencilliğin ve bireyciliğin örgütlenmesidir. Geri dönüşüm kutusunda rahatlayan vicdanlar, yeniden tüketmeye hazırdırlar. Duyarlılığına karşılık bulanlar, artık daha fazla sorgulamak zorunda değillerdir. Çünkü üzerlerine düşeni yapmışlardır. Atıkları hızlıca ortadan kaldırarak çevresini temiz tutanlar, toplumsal sorumluluğunu yerine getirmiş olmanın verdiği rehavetle; ne suların kapaklanmasına, ne de bir yudum su için bu kadar plastiğin üretilmesine laf etmeye fırsat bulamazlar.

Yükselen ve patlayan çöp yığınlarının, çöp toplamak zorunda kalanların ve ekolojik katliamların sorumlusu, bu sistemdir. Sistem, kar odaklı ve merkezi olduğu sürece bu katliamı durdurmak mümkün değildir.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.

Özgür Oktay

[email protected]

The post “Geri Dönüşüm’ün Başlangıcı ve Sonucu” – Özgür Oktay appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/26/geri-donusumun-baslangici-ve-sonucu-ozgur-oktay/feed/ 0