The post “En (s) arsızlar” – Pelin Derici appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu, 45 çocuğa tecavüz olayıyla gündeme gelen Ensar Vakfı’nı, “bir kereden bir şey olmaz” diyerek savunmuş olsa da adı geçen vakfın geçmişi pek temiz değil. Vakfın Çorum Şube Başkanı Zekai İşler, iki kız çocuğa tecavüzden hapis cezası almış; Rize Şube Başkanı Mehmet Nuri Gezmiş ise, iki erkek çocuğa cinsel istismardan tutuklanmıştı. Vakfın Karaman Şubesi’ne ait evlerde de 8 çocuğa tecavüz edilmiş olduğu ortaya çıkmıştı. FBI’ın ihbar ederek yakalattığı, bilgisayarında çocuk pornosu bulunan ilahiyatçının da Ensar Vakfı ile bağlantısı olduğu açığa çıkmıştı.
Peki bunca tecavüz olayına karşın vakfın ayakta durması ve hem vakıf yöneticilerinin hem de hükümetin bakanlarının yaptıkları açıklamalarla vakfa tepki gösterenlere neredeyse kafa tutmasının nedeni ne? Adını, Mekke’den Medine’ye göç edenlere yardım edenler için kullanılan “ensar”dan alan vakıf, bugün neye-kime yardım ediyor?
Bu soruların yanıtını 14 yıldır iktidarda olan kadrolarda aramak gerek. Erdoğan’ın “Bu ülkenin geleceğinde sizler olacaksınız” sözü de, bu ilişkiyi açık ediyor. Bilal Erdoğan’ın eşinden sonra en çok görüştüğü kişiyi Ensar Vakfı Başkanı İsmail Cenk Dilberoğlu olarak dillendirmesi, bu ilişkinin boyutlarını gözler önüne seriyor.
Ensar Vakfı, birçokları gibi göstermelik bir sivil toplum kuruluşu değil; cemaatle AKP’nin yaşadığı ayrışma sonucu boşta kalan öğrenci yurtlarını kendi üzerine devralan ve AKP kadrolaşmasını buradan sürdürmeyi amaçlayan ana yapılanmalardan birisidir.
Vakfa ait evlerde 45 öğrenciye tecavüz edilmesinin açığa çıkmasından sonra Ensar Vakfı’nın, Erdoğan’a uygulanan “yedirmeyeceğiz” taktiğiyle savunulması, aslında vakfın hükümet demek, iktidar demek olduğunu gösteriyor. Yani Ensar giderse, Türgev gider, İHH gider, AKP gider, Erdoğan gider!
Öyleyse gündem değişmeli, hedef Ensar olmaktan çıkmalıdır; ama ne yapılacaktır? Hemen her gün gazeteciler köşelerinde bunun bir komplo olduğunu yazarlar ama bu yeterli gelmemiştir. Çünkü sosyal medya hala etkili bir alandır ve orada Ensar’ın pislikleri dökülmeye devam etmektedir. Üstelik tüm dünya, #stopchildrapeinturkey kampanyasıyla, yaşanan bu tecavüz vakasından haberdar olmuştur.
İşte tam da böylesi bir ortamda Kemal Kılıçdaroğlu’nun Sema Ramazanoğlu için sar fettiği “önüne yatmak” deyimi, beklenen fırsatı sunmuş oldu. Bu sözün “bir kadın bakana sarf edilen kötü bir söz olduğunun” hükümet tarafından propagandası yapılınca ve buna yandaş medya da çanak tutunca; Ensar Vakfı’nda tecavüze uğrayan 45 çocuk unutulmaya yüz tuttu. Üstelik Kılıçdaroğlu’nun da çocukları unutup, söylediği sözün anlamını açıklamaya çalışması da işin cabası oldu. Ardından sarf ettiği ve bir öncekinden daha istekli bir biçimde telaffuz ettiği “altına yatmak” deyimiyle de asıl amacının çocuklar olmadığı, belki de kendine “Erdoğan gibi bitirim” birini rol modeli olarak seçtiği söylenebilir.
Yalanlardan beslenen politikalarla ayakta durmaya çalışan ve bugüne dek türlü yolsuzluklara bulaşmış olan politikacılar; Ensar’da ortaya çıkan tecavüzün ardından, birbirlerini “sapıklık”la suçlama yarışına girdiler. Ensar’dan önce yaşanan sayısız tecavüz vakasında da her daim tecavüzcüyü kollayan, tecavüze uğrayanı suçlayanlar; şimdi olduğu gibi daha önce de defalarca, politikalarını “sapıklık”la beslemişti. Yaşanan tecavüzün ardından tecavüzcüler bir linç kampanyasına tutulup, yaşananların “hesabı sorulmuş” gibi sunulmak istense de; Ensar’da tecavüze uğramış 45 çocuğun travmasını bir kenara bırakıp, söylemleriyle-polemikleriyle, kendi sapıklıkları üzerinden politika işletenleri görmek, tecavüzden bile kendilerine çıkar sağlayan (en) arsızları tanımak gerekir.
The post “En (s) arsızlar” – Pelin Derici appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” Herkes Tecavüz Etti, Herkes Seyretti ” – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>8, 13, 15, 16…
Bu sayılar, sadece birer rakam değil; yıllar boyu sistematik olarak tecavüze uğrayan çocukların yaşları.8, 20, 26, 29… Bu sayılar da yalnızca birer sayı değil; yukarıda yaşları yazılı olan çocuklara topluca tecavüz eden erkeklerin sayısı…
Yakın zamanda yine bir toplu tecavüz haberi yer aldı medyada. Herkes yine öfkeyle doldu; hadım ve idam cezaları yeniden tartışmaya açıldı.
15 yaşındaki S.A, yaşamını sürdürdüğü Elazığ’ın Karakoçan Köyü’nde, 8 yaşından itibaren sistematik olarak cinsel istismara maruz kaldı. 70 yaşındaki bir köylüden, S.A’nın öz abisine kadar, toplam 20 kişi, S.A’yı 8 yaşından itibaren erkek egemenliğinin en şiddetli yüzüne mahkum etti. Henüz ikinci sınıfa giderken erkek şiddetiyle tanıştı; ilk tacizcisi olan erkek, 6. sınıfa başladığında ilk tecavüzcüsü oldu. Ama bu ne ilk ne de sondu… Haber kulaktan kulağa yayıldı; haberi duyan herkesin tacizi, tecavüzü de ardı sıra geldi. Tecavüzcüler hep “uzaktan” değildi; öz abisi de onlardan biriydi, durumdan haberi olan annesi “tüm suç kızımdadır” dedi. Bütün bir köy yaşananları duydu, haber “skandal” diye verildi, devlet kendi yarattığı bu durum afişe olunca nihayet “el attı”.
Tıpkı N.Ç’de olduğu gibi…
Mardin’de yaşayan 13 yaşındaki N.Ç’nin 26 kişinin tecavüzüne uğradığı haberi, 2002 yılında ortaya çıkmıştı. Adını unutamayacağımız “Utanç Davası”, yine utanç dolu geçmişi ve kararıyla hafızalarımıza kazındı. Aralarında asker, muhtar, korucu ve devlet memurlarının da bulunduğu toplam 26 kişinin tecavüzüne uğrayan N.Ç’nin davasında, önce N.Ç’nin yaşı büyültülerek “rızası var” denildi sonra da bu davada yargılanan 24 sanığa “iyi hal indirimi” uygulandı.
Tıpkı E.A’da olduğu gibi…
Bingöl’de yaşayan 16 yaşındaki E.A, iki yıl boyunca toplam sekiz uzman çavuşun tecavüzüne uğradı. Erkek adaletiyle yargılanan erkek tecavüzcülere de, iyi hal indirimi uygulandı.
Tıpkı Gölcük’te yaşarken 29 kişinin tecavüzüne uğrayan 13 yaşındaki Ö.Y gibi…
Aslında ne yukarıda sayılan rakamların bir limiti var ne de sayılan isimlerin sınırı. Duyulanların, bilinenlerin ve erkek devletin adaletsizliğine mahkum edilenlerin bir kısmı yalnızca yukarıda anlatılanlar.
Şimdi, Elazığ’da yaşanan yeni bir toplu tecavüzün ardından, “beklenen adalet” tartışılırken; adaletin gelmesini beklemeyen ve direnen kadınları hatırlamakta fayda var:
Geçtiğimiz Şubat ayında Mete Yüksel’in ölü bulunmasıyla ilgili başlatılan soruşturmada gözaltına alınan H., kendisine tecavüz etmek isteyen Yüksel’i meşru müdafaa hakkını kullanarak öldürdüğünü söylese de; erkek devletin adaletiyle tutuklandı.
Konya’da, kendisini sürekli olarak taciz eden ve en son da kaçırmak isteyen komşusu Hacı Sezen’i, yaşayabilmek için öldürdüğünü söylese de 22 yaşındaki S., erkek adalet tacizciyi mağdur, kadını katil ilan etti.
Kocaeli’de 14 yaşındaki R., annesini döven babası İ.K.’yi 14 Nisan’da göğsünden bıçakladı. “Adalet”in yargıladığı, annesini korumak isteyen R. oldu.
Yaşadığı köyde kendisine tecavüz eden Nurettin Gider’i öldüren Nevin Yıldırım “cani”, tecavüzcü Nurettin Gider mağdur oldu. Erkek devletin adaleti Nevin’e müebbet hapis oldu.
Erkek devlet erkek tecavüzcüyü korur; erkek yargı erkek tecavüzcüyü aklar; erkek egemenliği erkek katili meşrulaştırır. Şimdi Elazığ’da erkek egemenliğine mahkum edilen bir kadın, yaşamını gasp edenlerden hesap sormak isterken; aynı adalet “Yargılayacağız, gereğini yapacağız” demenin planları içerisinde. Bundan önce sayısız tacizde, tecavüzde ve kadın katliamında olduğu gibi, kadınları adaletsizliğe mahkum edenler, şimdi de 15 yaşındaki E.A’nın yaşamını çalanları aklamanın hesabını yapıyor.
Yaşamları için direnen kadınlarsa ne hafızalardan siliniyor, ne de erkek egemenliğine karşı yürüttükleri mücadele devletin adaletsizliğine hapsedilebiliyor…
Nergis Şen
[email protected]
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.
The post ” Herkes Tecavüz Etti, Herkes Seyretti ” – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” Nefret Cinayetleşiyorken… “- Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yaşadığımız topraklarda ‘kadın cinayetleri’ denilen bir olgu oluşturduk. Her gün beş kadından birinin erkekler tarafından öldürüldüğü bir coğrafyanın istatistiki verilerine dayanarak. Hal böyleyken, tepki de kaçınılmaz. Kadınların hunharca katledilmesi karşısında devletin de onun adaletinin de yaşanan tüm bu cinayetlere ortak olduğu gerçeği, ayan beyan ortada üstelik. Mahkeme kararları bunun en somut örneği. Defalarca yapılan haklı itirazlara rağmen yargıdan çıkan kararlar ‘önce kadınları vurun’ dercesine tarihin bir tekerrürü olarak karşımıza çıkıyor. Ne yazık ki erkek egemenliğin asırlık laneti üzerimizde kan, işkence ve acı oluyor.
Toplumsal kamuflajla diri diri gömüyoruz cenazelerimizi. İlk seferinde ölmedin belki yırttın, git tecavüzcünle evlen demek de öldürün demek değil mi? Gece sokak ortasında düşene bir tekme de sen attığında, ona duyduğun köklü nefret değil mi bu cinayetlerin sebebi? Peki ya katiller? İçeride, dışarıda, makamlarında… Ne fark eder, ağır cezalar alsalar dahi içlerindeki bu nefreti söküp atamadıktan sonra, ne işe yarar onlarca yıl bedenleri çürütmek? Zaten çürümüş, kokmuş insanlık. Ama yine de bir nebzecik huzur… Sadece bu yüzden gölge etmesinler, başka ihsan istemez, demeden de edemiyor dilimiz. Bu yüzden ey muktedirler! Önce vurduğunuz kadınların sevdiklerini de azcık avutun, kesin katillerin cezalarını. Ancak ve ancak hepimiz biliyoruz hiçbir ceza işe yaramaz. Nihayetinde içimizi dolduran doyumsuz nefreti söküp atamadıktan sonra… Nefret, zaten nefret ettikçe cinayetleşiyor.
Peki, kime, neden bu nefret?
Nefretin meşru dil haline geldiği yaşadığımız bu coğrafyada ırkı, rengi, etnik kökeni, uyruğu, dini, cinsiyeti veya cinsel yönelimi, fiziksel ya da zihinsel engeli sebebiyle birilerine zarar vermek çok meşru değil mi? Toplumsal ahlakın, milliyetin ve devletin bekasının neferi nefret dolu aklın tek bildiği yol olan bu nefreti herkeslere gösterebilmek için “hazır ol”dan, saldır moduna geçmesi çok meşru değil mi? Kendi gibi olmayana, her türlüsünden haddini bildirmek de çok çok meşru. Aşağılamak, görmezden ve duymazdan gelmek, hatta kesip doğramak, diri diri yakmak, yok etmek yani bir nevi kusursuzca temizlemek çok meşru değil mi? Okuyoruz, yazıyoruz, izliyoruz ve yaşıyoruz değil mi?
Bu toplumsal bir temizlik operasyonu aslında ve bu operasyonda, son yıllarda pik yapan “eşcinsel seviciliğine” rağmen, en çok da farklı cinsel yönelimlerin (lgbtti) toplumu kirlettiği tehlikelisiyle kışkırtılıyoruz. Nefret cinayetleri gerçeğini belki de en çok onlar yaşıyorlar. Devlet temiz toplum yaratmayı arzularken, seri katiller kollarını sıvamış, operasyon için bekliyorlar ve öldüresiye kan istiyorlar. Tabi ki doyumsuz bu nefretten suç doğacaktır. Misal, geçenlerde trans İdil’i “temizliyorlardı”. Neyse ki göğsüne boylu boyunca atılan 47 dikişle “ucuz yırttı” İdil. Misal 14 yaşındaki Burçin’i “temizlediler”. Aile meclisi Burçin’i “kimseye yar etmedi”, oklavayla döve döve döve katletti. Misal, gözaltında kadınları elle taciz eden işkenceci polisler görevlerinden alınarak kısa süreliğine temiz bir hayata sayfa açmış gibi, “atanıverdi”. Misal, misal, misal…
Ancak ve ancak biliyoruz hiçbir ceza işe yaramaz. Nihayetinde derdimiz, içimizi dolduran doyumsuz nefretle mücadele edebilmek. Bu nefreti kökünden söküp atabilmek…
The post ” Nefret Cinayetleşiyorken… “- Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Devletin Polisi Tecavüz Etti Savcısı “Tecavüz Bebeğine Devlet Bakar, Doğur” Dedi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Suç duyurusunda bulundu, koruma talep etti… Tecavüz mağduru birçok kadın gibi soruşturması ilerletilmedi, savcılık taleplerini reddetti. Ve O, bir yılın sonunda yine tecavüze uğradı, tecavüzcülerden biri aynı polislerdendi. Bu kez hamile kaldı. Tecavüzcünün bebeğini doğurmayı reddetti. Ama devlet kürtaj olma isteğini de kabul etmeyince, konuşmaya başladı Reyhan Topal. İçinde bulunduğu çaresizliği, mahkum bırakıldığı ümitsizliği anlatmaya başladı.
Bizler de Meydan Gazetesi olarak devletin polisinin tecavüz ettiği, savcısının “kadın olmak”la suçladığı, yargısının ölüm fermanını yazdığı Reyhan Topal ile yaşadıklarını konuştuk.
Meydan Gazetesi: Merhaba. Bir yıl önce duymuştuk sizin adınızı ilk kez; yaşadıklarınızı, anlatmaya çalıştıklarınızı dinleyebilmek çok zordu. Bundan bir yıl önce yaşadıklarınızdan kısaca bahsedebilir misiniz?
Reyhan Topal: Bir yıl öncesine kadar icradan araba alım-satım işi yapıyorum ve emekli polis memuru Mehmet Çakır da benim yanımda çalışıyordu. Uzun bir dönem yanımda çalıştıktan sonra istekleri artmaya başladı, maddi isteklerine karşılık vermeyince beni “Hakkında daha önce açılmış dolandırıcılık davası var beni dolandırdı der şikayet ederim” diyerek tehdit etmeye başladı ve isteklerine karşılık bulamayınca arabamı çaldı. Ben de 38. Sulh Ceza Mahkemesi’ne başvurarak, hakkında hırsızlık suçundan dava açtım. Buna karşılık Mehmet Çakır da benim hakkımda dolandırıcılık suçlamasıyla suç duyurusunda bulundu.
Geçtiğimiz yıl, Ağustos ayında dolandırıcılık suçlaması kapsamında ifade vermeye çağırıldım. Ancak ben Levent’te oturuyorken ve buraya bağlı bir karakola ifade vermem gerekirken, Mehmet Çakır da Küçükçekmece’de oturuyorken, ben usulüne aykırı bir şekilde Kağıthane Asayiş Büro Amirliği’ne ifade vermeye çağırıldım. Sonradan öğrendim ki, Kağıthane İlçe Emniyet Müdürü ve tecavüzcü Mehmet Çakır aynı köydenmiş.
30 Ağustos 2012’de ifade vermek için gittiğim Kağıthane Asayiş Büro Amirliği önünde Mehmet Çakır ile karşılaştım ve kendisi beni gördüğü anda küfretmeye, hakaret etmeye başladı. Ben kendimi savunmak istediğimde iki sivil polis geldi. Sonuçta karakola gidiyorsun değil mi, güvenmeyecek misin? Ama öyle değilmiş, öğrendim.
O iki polis beni yaka paça beni karakolun dördüncü katına çıkardılar ve iki buçuk saat boyunca kamerasız bir odada beklettiler. Ardından Mehmet Çakır odaya geldi, “Az sonra yaşayacaklarını hayatın boyunca unutamayacaksın” dedi ve iki resmi polisle odaya geri döndü. Soyunmamı istediler, kabul etmeyince önce Mehmet Çakır bana saldırdı ve tecavüz etti, ardından da diğer iki resmi polisin tecavüzüne uğradım.
Peki sesinizi duyan, yaşananlara müdahale eden hiç kimse olmadı mı?
Hayır, tam aksine. Ben bağırırken odanın kapısının açık olmasına rağmen ve neredeyse oradaki herkes yaşananları görmesine rağmen, kimse müdahale etmedi, yaşananları izlediler. Sonra da tecavüzün izni bırakmamak için, iki kadın memur beni yıkadı. Beni Kağıthane Devlet Hastanesi’ne götürdüler, doktor muayene etmeden “sağlam” raporu verdi.
Tecavüzden sonra yaşadıklarınızla ilgili şikayette bulundunuz mu?
Sonrasında Mehmet Çakır beni tehdit etmeye devam etti. Askeri lojmanda yaşıyor olmama rağmen dolandırıcılık bürodan geldiğini iddia eden iki kişi “Sokağa çıkınca seni alacağız. Karakolda yaşadıkların ne ki!” diyerek beni tehdit ettiler. Ben de suç duyurusunda bulundum ve İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde psikolojik tedavi görmeye başladım. Doktorlar ve avukatlar eşimle konuştular ve o süreçte eşim hep yanımdaydı, hastanedeyken de.
Siz şikayette bulunduktan sonra soruşturma nasıl ilerledi peki?
Mehmet Çakır emekli polis olmasına ve şu anda memur olmamasına rağmen, O da diğer iki polisle aynı dosyada, Memur Suçları Savcısı’nda kaldı. Benim dosyamla ilgili bir yıldır hiçbir işlem yapılmamış, bir yıldır kimsenin ifadesine başvurulmamış, bir yılın sonunda (gazetelere çıkınca) teşhise gittim. Tecavüzcülerin kim olduğu belli, bir tanesi 30 Ağustos 2012 günü Kağıthane Asayiş Büro kapısında nöbet tutan polis, biri aynı karakolda görev yapan bir polis, biri de emekli polis memuru Mehmet Çakır. Ama kimsenin ifadesi alınmamış. Bir ilerleme yok.
Bir yıldır zaten tehdit ediliyordum, bununla ilgili suç duyurusunda bulunduğumda da önlem alınmadı. Bakın bunlar bana zarar verecek dedim, savcı yine ciddiye almadı. Savcı ya bilerek uyudu ya da uyutuldu. Anlayacağınız soruşturma olduğu yerde kaldı. Ta ki ben geçtiğimiz 27 Temmuz’da ikinci kez tecavüze maruz kalıncaya kadar.
İkinci olaydan biraz bahsedebilir misiniz?
27 Temmuz günü çocuklarım ve arkadaşlarımla Sedef Adası’na gitmiştim. Akşam saatlerinde döndükten sonra Maltepe sahilinde yürüyüş yapıyordum. Ramazan olduğu için sahil çok kalabalıktı ve ben de bu yüzden hiç tedirgin olmamıştım. Yürüyüş yaparken, gittiğim kuaförden tanıdığım arkadaşım Alev’i gördüm, selam vermek için O’na doğru ilerlediğimde Alev’in arkasındaki arabadan aynı kuaförde çalışan Süleyman Küney ve tecavüzcü Mehmet Çakır indi. Süleyman Küney de ilk olayın ardından polislerin asla öyle bir şey yapmayacağını, benim onlara iftira attığımı söylemeye başlamıştı. O’na polisleri tanımadığını söylemiştim ve sonra da bir daha onunla görüşmemiştim. 27 Temmuz günü ise Maltepe sahilinde Süleyman Küney ve Mehmet Çakır beni zorla bir arabaya bindirdiler. Arabaya biner binmez kapıları kilitlediler ve inmeme engel oldular. O güne dair hatırladığım, Avrupa yakasına geçmiş olduğumuz. Gördüğüm tek şey Pierre Loti tabelası ve bir mezarlıktı. Arabayı mezarlıkta durdurdular, beni arabadan zorla indirdiler. O gece Süleyman Küney ve Mehmet Çakır sabaha kadar bana tecavüz ettiler. Mezarlık olduğu için, sesimi duyup yardım edebilecek kimse yoktu. Sabah ise Aksaray’da bir kafenin önüne bıraktılar beni.
Hamile olduğunu ne zaman öğrendiniz? Ne hissettiniz?
19 Ağustos’ta öğrendim hamile olduğumu ve hemen sonrasında şikayetçi oldum tecavüzcülerden. Şikayetimin ardından savcıya gittim, kürtaj olabilmem için sevk yazması için ona yalvardım. Ama savcı bana “Doğuracaksın tabi! Devlet tecavüz bebeğine sahip çıkar, devlet aile olur. Günahtan da mı korkmuyorsun? Hem kürtaj yasaklandı, onu da mı bilmiyorsun!”diyerek beni azarladı. O anda savcı da söyledikleriyle, sözde adaletiyle tecavüz etti bana. 7 kez kapısına gittim, yalvardım, ama nafile. Süre dolarsa bebeği aldıramayacağımı biliyordum, savcı bile tecavüz bebeğini doğurmam gerektiğini söylüyordu…
Sonrasında nasıl oldu da kürtaj olabilmeniz için gerekli sevki alabildiniz?
Kürtaj olabilmek için süremin dolmasına birkaç gün kalmıştı ki ben gazetelere çıkmaya, yaşadıklarımı anlatmaya başladım. Sonra gazeteye çıktığım ilk gün savcı beni aradı ve acele karar yazdı. Savcının beni odasına çağırdığında sevk kararını bir yazışı vardı, anlatamam. Ben inanmıyorum ki o adam hayatı boyunca o kadar hızlı karar yazabilmiş. Şimdi kürtajdan sonra adli tıpa gidilecek, adli tıpta kan örnekleri alındıktan sonra değerlendirme yapılacak. Ama normal değerlendirme süresi 1 haftayken ben biliyorum ki bu süreç bir yıl sürer. Polisin tecavüzüne uğrayan bir kadının dosyası elbet uzar, uzmanlar tayin olur, birçok aksaklık yaşanır.
Hem ilk hem de ikinci tecavüzün ardından yaşadıklarınızdan sonra, savcılar tecavüze uğramanızla ilgili sizi suçlarken, tecavüz bebeğini doğurmaya zorlanırken, devletin sözde adaletinin tüm kapıları yüzünüze kapanırken ne hissettiniz? Bu süreçte soruşturmanın sizin lehine ilerleyeceğini düşündünüz mü?
Adalet yok ki, nerenin kapısını çalsam, birbirlerini koruyorlar, “Emin misiniz yaptığından?” diyen savcı bile oldu. Öyle bir zihniyet ki onlardaki… Kadın bu, kaç yaşında olursa olsun o suçlu diyorlar. Başsavcı vekilinin biri bana dedi ki; “12 yaşındaki kızın davasını da biliyoruz”. 12 yaşında bir insan, bilincinde olmasa da bazı istekleri artarmış, kadın doğduğundan itibaren cinsel isteklilikle doğarmış zaten, aynen böyle söyledi. Yani tecavüze uğrayan kaç yaşında olursa olsun, kesinlikle kendi isteği varmış, hatta haz alırmış…
Ben biliyorum ki 6 yaşında çocuğa tecavüz edilince de, 10 yaşındaki çocuğa tecavüz edilince de, 40 yaşındaki kadına tecavüz edilince de tecavüzcüler sokakta. Ve ne olursa olsun zaten hep tecavüzcü korunuyor.
Ben 3 kez koruma talep etmeme rağmen reddedildim. Kanun yok zaten. Kadın dediklerini illet olarak görüyorlar, kadına her pisliği yaşatabileceklerine inanıyorlar. O yüzden hangi kanundan bahsediyoruz ki. Sözde kadın hakları var deniliyor, yasalar kadınların yanında deniliyor. Hangi kadının yanında merak ediyorum ben. Ben kadın değil miyim?
Kürtaj olduktan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz? Bir yandan size yönelik tehditler sürerken, bir yandan soruşturmanız devam ederken neler yapmayı planlıyorsunuz?
Ben devletin adaletine inanmıyorum. Var mı adalet? Ben üçüncü defa aynı olayı mı yaşarım yoksa öldürülür müyüm diye düşünüyorum sadece. Çünkü hala bir önlem alınmadı ve alınmıyor da. Bence bu pislik insanlar beni öldürecekler ve ben öldürüldüğüm zaman dava düşecek, savcılar da rahat edecek, polisler de rahat edecek. Sonra başka kadınlara da aynısını yapacaklar, belki bir gün adalet yerini bulur, ama benden sonra.
Güvenli bir ortamda değilim, ölüm tehditleri alıyorum. Öldürüldüğüm zaman bunun sorumlusu Savcı Osman Çakır, Başsavcı Vekili Ateş Hasan Sözen, Savcı Mehmet Yüzgeç, tecavüzcü emek polis Mehmet Çakır, Süleyman Küney ve Kağıthane Asayiş Büro’da görev yapan diğer iki polistir. Başka hiç kimse değil.
Kürtajdan sonra ise vatandaşlıktan çıkmayı düşünüyorum. Ben bu devletin vatandaşı olmak istemiyorum. Her gün kadınlar tecavüze uğruyor, her gün kadın cinayetleri oluyor, her gün kadınlar erkekler tarafından öldürülüyor ve yasalar bunu yapanları koruyor. Ben böyle yasalarla tecavüzcüleri, katilleri koruyan bir devletin vatandaşı olmak istemiyorum.
Benim hayatım elimden alındı. Bir yıl öncesine kadar çok güzel bir hayatım vardı. Ama artık geri dönebilme ihtimalim yok.
Reyhan Topal ile yaptığımız röportaj, bir kadının mahkum edildiği çaresizliğe rağmen süren mücadelesini konuşurken sonlanıyor. O, röportajın yapıldığı günün ardından devletin tecavüz bebeğini doğurması için yaptığı baskıya rağmen kürtaj oluyor. İlerleyen günlerde ise Reyhan Topal’dan gazetemize bir mesaj ulaşıyor:
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ndan aradılar: “Bu durumda çocuklarınızı devlete verin.” diyorlar. Bir yılda iki kere tecavüz edilmesine izin verdikleri bir anneyi düşünmek, gazeteye manşet olunca akıllarına geldi. Nasıl bir zihniyettir ki bu çocuklarımı istiyorlar. Çok haklılar, isteyecekleri bir canım ve çocuklarım kaldı. Çözüm bu onlar için. “Siz de bir şekilde kendinize gelin” diyorlar. Sormuyorlar nasılsınız, durumunuz nasıl. Gelip görme zahmetinde bulunmuyorlar. Bir yılda hayatı iki kez elinden alınan bir annenin ne olduğunu, ne durumda olduğunu… Resmen bana, “hayatında kırıntı falan ne kaldı, gerisini el birliğiyle alacağız” diyorlar. Bir yıldır sütsüz, mamasız kalan bebeğimi unutmuştu o zihniyet. Bir yıldır öğrenci çocuğumun nasıl şartlarda okula gittiğini de merak etmeyen çocuklarımın sokakta uğradıkları tacizleri, şiddetleri görmezden gelen zihniyet…
Reyhan Topal’ın avukatı Eren Keskin, Topal’ın yaşadıklarına ve soruşturmanın ilerleyişine ilişkin gazetemize konuştu. Keskin, “Soruşturmanın bir yıldır devam etmesi, bu kadar yavaş ilerletilmesi ve uzun sürmesi büyük bir hak ihlalidir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın çocukları istemesinin hukuki olarak hiçbir dayanağı yoktur. Yanında anne ve babası olan çocuklara, devletin bu şekilde el koyma isteği hukuk kuralları çerçevesi dışındadır.” diyerek Topal’ın çocuklarının elinden alınması isteğinin hukuk dışı olduğunu belirtti. “Ben 1997’den bu yana gözaltında kadına yönelik taciz ve tecavüz kapsamlı davalara bakıyorum ve ne yazık ki bu tarz soruşturmalar çok yavaş ilerletiliyor. Hele ki failler asker, polis gibi devlet memurları olduğunda, soruşturma daha da yavaş ilerletiliyor. Biz bu süreçte, çeşitli kadın kurumlarının da sürece dahil olarak bizlerle dayanışma göstermesini bekliyoruz.” şeklinde konuşan Avukat Eren Keskin, özellikle taciz ve tecavüz davalarında yaşanan adaletsizliklere karşı kadın dayanışmasının yükseltilmesinin önemini bir kez daha vurguladı.
Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 13. sayısında yayımlanmıştır.
The post Devletin Polisi Tecavüz Etti Savcısı “Tecavüz Bebeğine Devlet Bakar, Doğur” Dedi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Devletin Adaleti Bir Kez Daha Tecavüzcüyü Özgür Kadını Mahkum Kıldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Geçen sayıda 15 yaşındaki H.İ’ye yönelik tecavüz davasıyla ilgili son durumu aktarmış ve H.i’nin mahkemeye gönderdiği mektuba yer vermiştik. H.İ.’nin geçen günlerde ikinci duruşması Denizli 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Duruşmaya H.İ’nin babası, avukatı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın avukatı ve sanık avukatı da katıldı. Tutuksuz yargılanan Ahmet Çınar ise duruşmaya katılmadı. Mahkeme, Ankara kriminal laboratuvarından gelen DNA sonuçlarını açıkladı. Buna göre, olay günü H.İ’nin üzerinde bulunan pantolonda Çınar’a ait doku örnekleri bulundu.
Duruşmada savcının tutumu dikkat çekti. H.İ’nin avukatının her konuşmasından sonra söz alan savcı, yüzlerce kadının mahkemenin tutuklama kararı vermemesini protesto ederek, davanın takipçisi olacağını belirttiği protesto faksının dosyadan çıkarılmasını istedi. Savcı, bu talebini uzun uzun gerekçelendirirken, kadın-erkek eşitliği olduğunu ve cinsiyet ayrımcılığı yapılamayacağını savundu.
Protesto faksında AKP hükümeti döneminde kadın cinayetlerinin yüzde 1400 arttığı ifadesini hatırlatan savcı, “Bu hususun doğruluğu yani neden ve nasıl arttığı, oranının ne olduğu sosyologları, psikologları ve istatistikçileri ilgilendirmektedir. Varsa böyle bir artış, önlemek de idarenin görevidir. Bu husus yargıyı ilgilendirmez” dedi. Savcı, kadınların sanık Çınar’ın elini kolunu sallayarak sokakta dolaşmasının kadınlar için tehdit oluşturduğu ifadesine de şöyle yanıt verdi: “Sanığın tahliye edilmesinden bu yana dava dosyamıza yansımış bu şekilde cinsel saldırı ile ilgili herhangi bir vakaya rastlanmamıştır. Yani önleme için tutuklama söz konusu olamayacaktır.” Savcı, ayrıca asıl olanın tutuksuz yargılama olduğunu ekledi.
Duruşmanın sonunda ara kararını açıklayan mahkeme, sanık Çınar’ın tutuksuz yargılanmasının devamına karar verdi. Heyetin kadın üyesi Çınar’ın tutuklanması gerektiğini belirterek karara şerh düştü. Savcının, protesto fakslarının dosyadan çıkarılması talebini reddeden mahkeme, H.İ’nin daha önce alınan ifadesinin görüntülü kaydedilmemesi nedeniyle, tekrar görüntülü olarak ifadesinin alınmasına karar verdi. Devletin adaleti bir kez daha tecavüzcüleri özgür, kadınları mahkum kıldı. Bir sonraki duruşma 24 Ekim’e ertelendi.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 11. sayısında yayımlanmıştır.
The post Devletin Adaleti Bir Kez Daha Tecavüzcüyü Özgür Kadını Mahkum Kıldı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>