tecrit – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sat, 24 Apr 2021 10:55:06 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi’nden Online Etkinlik https://meydan1.org/2021/04/24/tutsaklarla-dayanisma-inisiyatifinden-online-etkinlik/ https://meydan1.org/2021/04/24/tutsaklarla-dayanisma-inisiyatifinden-online-etkinlik/#respond Sat, 24 Apr 2021 10:32:52 +0000 https://meydan1.org/?p=71709 Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi (TDİ), “Hapishanelerde Pandemi Bahanesiyle Yaşanan Hak İhlallerini Konuşuyoruz” etkinliği gerçekleştirecek. Zoom ve Youtube üzerinden canlı yayın olarak yapılacak etkinliğe, tutsak aileleri, ev hapsi alan öğrenciler, tutsakların yaşadıkları hak ihlallerini sürekli gündeme getiren gazeteci Hüseyin Aykol, yazar Adil Okay ile Asrın Hukuk Bürosu avukatı Rezan Sarıca ve TDİ avukatı Seher Dursun katılacak. Tutsak […]

The post Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi’nden Online Etkinlik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi (TDİ), “Hapishanelerde Pandemi Bahanesiyle Yaşanan Hak İhlallerini Konuşuyoruz” etkinliği gerçekleştirecek. Zoom ve Youtube üzerinden canlı yayın olarak yapılacak etkinliğe, tutsak aileleri, ev hapsi alan öğrenciler, tutsakların yaşadıkları hak ihlallerini sürekli gündeme getiren gazeteci Hüseyin Aykol, yazar Adil Okay ile Asrın Hukuk Bürosu avukatı Rezan Sarıca ve TDİ avukatı Seher Dursun katılacak.

Tutsak ailelerinden Döndü Şen ile Hıdır Sabur’un yanı sıra, ev hapsi alan öğrenciler Hivda Selen ve Muhammet Hizmetci de etkinliğin katılımcıları arasında. İHD Hapishane Komisyonu Sözcüsü Mehmet Acettin ile Wernicke Korsakoflular ve Eski Mahpuslar ile Dayanışma Derneği’nden Nihat Göktaş da etkinliğe katılım gösterecek.

Etkinlikte ayrıca, LGBTİ tutsakların hapishanelerde yaşadıkları hak ihlallerine dair de konuşulacak. Tecrit içerisinde tecrit uygulanan trans tutsakların yaşadıkları baskıları ise Nergis Şen anlatacak.

Yayın linkleri Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi’nin Youtube hesabından paylaşılacak.

The post Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi’nden Online Etkinlik appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2021/04/24/tutsaklarla-dayanisma-inisiyatifinden-online-etkinlik/feed/ 0
YALINAYAK: Tecrit İçinde Tecrit – Abdülmelik Yalçın https://meydan1.org/2018/10/14/yalinayak-tecrit-icinde-tecrit-abdulmelik-yalcin/ https://meydan1.org/2018/10/14/yalinayak-tecrit-icinde-tecrit-abdulmelik-yalcin/#respond Sun, 14 Oct 2018 13:43:09 +0000 https://test.meydan.org/2018/10/14/yalinayak-tecrit-icinde-tecrit-abdulmelik-yalcin/ Urfa 2 No’lu T Tipi Hapishanesi’nde annesiyle birlikte kalan astım ve bronşit hastası olan 13 aylık Arin bebeğe ilaçları verilmiyor. Hasta tutsak Cemil İvrendi götürüldüğü hastaneden muayene edilmeden gönderildi. Dört ağır hasta tutsak, doktora gidebilmek için 15 gündür açlık eyleminde. Elazığ T Tipi Hapishanesi’nde çıplak arama işkencesi var. Tiroid kanseri Zeynep Kayra 7 ay içinde […]

The post YALINAYAK: Tecrit İçinde Tecrit – Abdülmelik Yalçın appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Urfa 2 No’lu T Tipi Hapishanesi’nde annesiyle birlikte kalan astım ve bronşit hastası olan 13 aylık Arin bebeğe ilaçları verilmiyor. Hasta tutsak Cemil İvrendi götürüldüğü hastaneden muayene edilmeden gönderildi. Dört ağır hasta tutsak, doktora gidebilmek için 15 gündür açlık eyleminde. Elazığ T Tipi Hapishanesi’nde çıplak arama işkencesi var. Tiroid kanseri Zeynep Kayra 7 ay içinde alabildiği tek randevuya götürülmedi. 65 yaşındaki ağır hasta tutsak Koçer Özdal Ankara Numune Hastanesi’nde elleri ve ayakları kelepçeyle yatağa bağlı şekilde yaşamını yitirdi. Hasta tutsak Vefa Kartal hapishanedeki hak ihlallerine karşı 87 gündür ölüm orucunda, ailesinin aktardığına göre bilinci kapanmaya başladı. Yüzde 93 engelli, gazeteci Metin Duran, hafızasını tamamen yitirmiş, konuşamıyor ve felçli olmasına rağmen aylardır hapishanede tutuluyor. 7 aydır hapishanede işkenceye uğrayan Uğur Yeloğlu hafızasını yitirdi. Tutsaklar mahkemeye göturülmüyor ve SEGBİS dayatılıyor. Tutsaklara tek-tip saç traşı dayatması, tutsaklara kitap-yayın yasağı, tutsaklara su kotası ve daha niceleri…

OHAL’le beraber her gün buna benzer onlarca haberle karşı karşıya geliyoruz. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası tutsaklara yönelik çıkarılan KHK’lar ve keyfi uygulamalarla beraber, tutsaklar teslim alınmaya çalışılıyor, tecrit içinde tecrite maruz bırakılıyor. Devlet baskısının yükseldiği dönemlerde, kendi gibi düşünmeyen insanlara yönelik saldırısı sonucu gözaltına alınıp tutuklananlar hep ilk hedef olmuştur. Sadece yaşadığımız coğrafyada değil, bütün devletlerde baskıya karşı direnen ve teslim olmayan tutsaklara yönelik baskı ve işkenceler devletin planı olarak işler. Filistin’den Guantanamo’ya, Arjantin’den içinde bulunduğumuz coğrafyaya tutsaklar baskılara katliamlara karşı açlık eylemleriyle, bedenleriyle direniyor. Dışarıda yaprak sallanmasa dahi, tutsakların direnişi sürüyor. Peki biz ne yapabiliriz?

Tutsaklar ne olursa olsun direnirler, peki biz ne yapabiliriz?

İlk olarak şunu belirtmek gerekiyor ki; hapishanelerin amacı dışarıdan gelen her haberi, her sesi engelleyerek, tutsakları yalnızlaştırarak teslim almaktır. Bu yalnızlaştırmaya karşı bu tecridi ancak onların sesi ve soluğu olarak, yani dayanışmayla kırabiliriz.

Şimdi onların her zamankinden daha fazla dayanışmaya ihtiyacı var. Bizlerden gidecek olan iki satırlık bir mektup, iki satırlık bir selam, bir kitap, bir fotoğraf karesi bile bu tecridi kırıyor. Sevinçle karşılayacaklar.

Bir de mücadele. Hem içeride hem dışarda, içine hapsedildiğimiz bütün hücreleri parçalamak için daha fazla mücadele!

Devletin tutsakları yalnızlaştırarak teslim alma çabasına karşı tutsakların yalnız olmadığını göstermek için onlara mektuplar göndermemiz en büyük cevabımız olacaktır. Bu nedenle Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi’nin oluşturduğu kampanyaya dahil olarak dayanışmayı büyütmek ellerimizde.

Abdülmelik Yalçın

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır.

 

The post YALINAYAK: Tecrit İçinde Tecrit – Abdülmelik Yalçın appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/10/14/yalinayak-tecrit-icinde-tecrit-abdulmelik-yalcin/feed/ 0
Trans Kadın Tutsak Diren Coşkun Kazanıyor https://meydan1.org/2018/03/01/trans-kadin-tutsak-diren-coskun-kazaniyor/ https://meydan1.org/2018/03/01/trans-kadin-tutsak-diren-coskun-kazaniyor/#respond Thu, 01 Mar 2018 14:47:25 +0000 https://test.meydan.org/2018/03/01/trans-kadin-tutsak-diren-coskun-kazaniyor/   “Ölüm orucundan vazgeçirmek için hapishane yönetimi ceza ile tehdit ediyor sürekli. Ben de ‘Ölüme yatmışım, siz hangi cezadan bahsediyorsunuz?’ diyorum.” Bu sözler, karşılaştığı baskının, tecridin, ayrımcılığın sonlanmasını, vegan beslenebilmeyi ve ameliyat olabilmeyi isteyen trans kadın tutsak Diren Coşkun’un ölüm orucuna başlamasının ardından kendisine yönelik artan baskıyı anlattığı cümlelerdi. Diren bu cümlelerle, ölüm orucuna dahi […]

The post Trans Kadın Tutsak Diren Coşkun Kazanıyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

“Ölüm orucundan vazgeçirmek için hapishane yönetimi ceza ile tehdit ediyor sürekli. Ben de ‘Ölüme yatmışım, siz hangi cezadan bahsediyorsunuz?’ diyorum.”

Bu sözler, karşılaştığı baskının, tecridin, ayrımcılığın sonlanmasını, vegan beslenebilmeyi ve ameliyat olabilmeyi isteyen trans kadın tutsak Diren Coşkun’un ölüm orucuna başlamasının ardından kendisine yönelik artan baskıyı anlattığı cümlelerdi. Diren bu cümlelerle, ölüm orucuna dahi ceza vermek isteyen devletin LGBTİ’lere olan düşmanlığını tekrar gözler önüne serdi.

Diren Coşkun, Ağustos 2017’de kimlik kontrolü sırasında gözaltına alınmış, ardından “örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt propagandası yapmak” suçlamasıyla tutuklanmıştı. Tekirdağ 2 No’lu Hapishanesi’nde tabutlukta kaldığı dönemde Diren, yaşadığı tüm bu sorunlar nedeniyle 25 Ocak itibariyle ölüm orucuna başladı.

Ölüm orucuna başlamasının ardından muhalif ve devrimci basın tarafından Diren’in durumu gündem edildi, kadın ve LGBTİ örgütleri için Diren’le dayanışma süreci başladı. İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği’nden Kıvılcım Arat da Diren’in ölüm orucunun 13. gününde Diren’le dayanışmak için ölüm orucuna başladı.

Devletin saldırılarına karşı içerideki tutsaklarla dayanışmanın yıllardır kazanımlara yol açtığı, “dayanışma yaşatır” söyleminin gerçekliği bilindiği için Diren’in direnişiyle dayanışma örgütlendi. Farklı farklı şehirlerde destek açlık eylemleri, telgraf çekme ve basın toplantısı eylemleri yapıldı.

Diren’in ölüm orucunun 27. gününde Kıvılcım Arat, Diren Coşkun’un tedavisini, vegan beslenmesini ve ayrımcılığa uğrayıp maruz kaldığı şiddeti hapishane yönetimiyle görüştüklerini, süreci ortaklaşa yürütmek için uzlaşıya vardıklarını ve Diren Coşkun’un bu karar üzerine ölüm orucunu bir süreliğine durdurduğunu açıkladı.

“Dışarıdaki” LGBTİ bireylerin yönelimlerine hatta varoluşlarına karşı devletin ve ataerkil, homofobik algının her alanda uyguladığı baskı ve şiddetin, tutsak LGBTİ’lere daha sistematik ve daha fazla uygulandığı bir dönemde, “hapishane yönetimini uzlaşma zeminine çekmek” önemli bir kazanım olarak duruyor.

Kazanım ise Diren’in kararlı direnişinin yanında örgütlenen dayanışmanın önemini bir kez daha kanıtladı. Tutsak LGBTİ’lerin hapishanede yaşadıkları hak gaspı, istismar, taciz ve tecrite karşı verdikleri kararlı mücadeleleri nasıl bir varoluş mücadelesi ise bizim, yani “dışardakilerin” dayanışması; devletin saldırılarının, zulmünün, yürüttüğü savaşın gün geçtikçe yükseldiği bu dönemde, varoluşumuzun tek yolu olarak görünüyor.

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 44. sayısında yayınlanmıştır.

The post Trans Kadın Tutsak Diren Coşkun Kazanıyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/03/01/trans-kadin-tutsak-diren-coskun-kazaniyor/feed/ 0
Devletin Efrin Kini: Tutuklu Gazeteciye Su Dahi Verilmiyor https://meydan1.org/2018/02/10/devletin-efrin-kini-tutuklu-gazeteciye-su-dahi-verilmiyor/ https://meydan1.org/2018/02/10/devletin-efrin-kini-tutuklu-gazeteciye-su-dahi-verilmiyor/#respond Sat, 10 Feb 2018 09:26:43 +0000 https://seninmedyan.org/?p=28699 Gazeteci İdris Yılmaz TC’nin Efrin saldırısına ilişkin yaptığı sosyal medya paylaşımları ile “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettiği” iddiasıyla  22 Ocak’tan bu yana tutuklu. Telefon ile görüşme hakkı kapsamında dün ailesini arayan gazeteci  İdris Yılmaz, 1 haftadır tek kişilik hücrede tutulduğunu aktardı. 30 Ocak’ta Erciş A Tipi Kapalı Hapishanesi’nden Elazığ 1 Nolu Yüksek Güvenlikli Hapishanesi’ne […]

The post Devletin Efrin Kini: Tutuklu Gazeteciye Su Dahi Verilmiyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Gazeteci İdris Yılmaz TC’nin Efrin saldırısına ilişkin yaptığı sosyal medya paylaşımları ile “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettiği” iddiasıyla  22 Ocak’tan bu yana tutuklu.

Telefon ile görüşme hakkı kapsamında dün ailesini arayan gazeteci  İdris Yılmaz, 1 haftadır tek kişilik hücrede tutulduğunu aktardı. 30 Ocak’ta Erciş A Tipi Kapalı Hapishanesi’nden Elazığ 1 Nolu Yüksek Güvenlikli Hapishanesi’ne sevk edildiği günden bu yana baskı altında olduğunu aktaran Yılmaz, “Cezaevi ring aracı ile buraya nakledildiğimde görevliler yol boyunca tuvalet ihtiyaçlarımı bile karşılamama izin vermedi. Şimdi burada ise, 1 haftadır tek kişilik hücrede tutuluyorum. Kantinden su alma dahil, hiçbir ihtiyacım karşılanmıyor. Cezaevi yönetimine koğuşa çıkmak istediğimi belirttiğim halde koğuşa çıkarılmadım. Burada tek kişilik hücrede baskı altındayım” dedi.

The post Devletin Efrin Kini: Tutuklu Gazeteciye Su Dahi Verilmiyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/02/10/devletin-efrin-kini-tutuklu-gazeteciye-su-dahi-verilmiyor/feed/ 0
Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları (4) Hapishaneler ve Suç- Alexander Berkman https://meydan1.org/2017/11/14/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari-4-hapishaneler-ve-suc-alexander-berkman/ https://meydan1.org/2017/11/14/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari-4-hapishaneler-ve-suc-alexander-berkman/#respond Tue, 14 Nov 2017 16:46:04 +0000 https://test.meydan.org/2017/11/14/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari-4-hapishaneler-ve-suc-alexander-berkman/   Geçtiğimiz sayıda “Suç ve Ceza” başlığı altında Kropotkin’in hapishaneler, suçlu psikolojisi ve intikam üzerine incelemelerini aktardığı yazısını sizlerle paylaşmıştık. Kropotkin, hapishanelerin kendi varoluş iddiasıyla çeliştiği, insanlar arasında gelişmiş anti-sosyal davranışları engellemeye çalışırken yeni suçlar ürettiğini, yeni anti-sosyal davranışlar yarattığını söylüyordu. Anarşizmin ideolojik karakterini oluşturan başlıca çözümlemelerden biri olan bu “kapatılma’nın işlevsizliği” görüşü, birazdan okuyacağınız […]

The post Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları (4) Hapishaneler ve Suç- Alexander Berkman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Geçtiğimiz sayıda “Suç ve Ceza” başlığı altında Kropotkin’in hapishaneler, suçlu psikolojisi ve intikam üzerine incelemelerini aktardığı yazısını sizlerle paylaşmıştık. Kropotkin, hapishanelerin kendi varoluş iddiasıyla çeliştiği, insanlar arasında gelişmiş anti-sosyal davranışları engellemeye çalışırken yeni suçlar ürettiğini, yeni anti-sosyal davranışlar yarattığını söylüyordu.

Anarşizmin ideolojik karakterini oluşturan başlıca çözümlemelerden biri olan bu “kapatılma’nın işlevsizliği” görüşü, birazdan okuyacağınız metinde paylaşılan bir düşünce. Bunun yanında Alexander Berkman; cezalandırma ve toplumsal tecrit arasındaki ilişki, bir kurum olarak hapishaneye alternatif olarak sunulan ıslahevlerinin, cezalandırma ve koruma işlevlerini sürdürmesi üzerinden söz konusu tartışmayı daha da derinleştiriyor.

Benzer şekilde intikam ruhu ve bunun çeşitli toplumlardaki gelişimini örneklerle zenginleştiren Berkman’ın yazısınının günümüz mücadelelerini anlama ve yorumlama sürecine katkısı olacağını düşünüyoruz.

Emma Goldman’ın editörlüğünü yaptığı Mother Earth dergisinin Ağustos 1906’da yayınlanan 6. sayısından alıntılayarak çevirdiğimiz bu metnin, tartıştığı başlıkları üzerine farklı anarşist düşünürlerin yazılarını yayınlamaya devam edeceğiz.

 


Modern hayırseverlik, ceza infaz kurumları repertuarına yeni bir rol biçti. Önceden hapishanelerin sözde gerekliliği, sadece cezalandırıcı ve koruyucu özelliklerine dayandırılırken, bugün daha da önemli olduğu iddia edilen yeni bir işlev, bu kurumlarda somutlaştı: Islah. Dolayısıyla artık bu üç amaç – ıslah, ceza ve koruma – zorunlu fiziksel kısıtlamayla, kişiyi belirsiz bir süre boyunca, az ya da çok yalnızlaştıran bir kapatılma yoluyla elde edilmeye çalışılıyor.

Toplum, kendi güvenliğini sağlamak için suçlular olarak adlandırılan belirli unsurları hapsederek toplumsal yaşama katılmalarına engel olmaktadır. Suçlunun bu geçici tecridi, hapishanelerin koruyucu rolünü oluşturur. Tamamen olumsuz karakterdeki bu koruma topluma fayda sağlar mı? Koruma sağlar mı?

Gelin bunun bazı sonuçlarını inceleyelim. İlk olarak hapishanelerin söz konusu cezalandırıcı ve ıslah edici aşamalarını araştıralım.

Toplumsal bir kurum olarak cezanın kökeni iki kaynağa dayanır; Birincisi, insanın ahlaki bir özne olduğu ve bu yüzden, compos mentis (aklı başında) olduğu sürece davranışlarından sorumlu olduğu varsayımı ve ikincisi, intikam ruhuyla istenilen kısasa kısas. Şimdilik, insanın özgür iradesi konusundaki tartışmalı meseleyi bir kenara bırakıp ikinci kaynağı analiz edelim.

İntikam ruhu, tümüyle hayvani bir eğilimdir ve görece fiziksel gelişimin belli bir derece zeka ile birleştiği durumlarda kendini görünür kılar. İlkel insan, yaşadığı çevrenin koşulları gereği, kendi kişiliğini ya da çıkarlarını tehlikeye sokan hayvan ya da insan saldırgana karşı içgüdüsel, kendini dayatma ya da koruma arzusunu yerine getirirken, tabiri caizse yasayı kendi eline almak zorundadır. Kendini koruma içgüdüsünden doğan ve yaşam mücadelesinde gelişen bu eğilim, vahşi insanda neredeyse kökenindeki içgüdüler kadar yaşamsal, ikinci bir içgüdü haline gelmiştir ve hatta kimi zaman onun acımasızlığı kendini koruma sınırlarını geçebiliyor.

Hayvanlar bile, intikam ruhuna sahiptir. Tutsak filler, açıkça gözlendiği gibi onları baskılamaya çalışan izleyicilerden intikam almak için buldukları yaratıcı yöntemler ile bilinir. Aynı şekilde köpekler ve çeşitli diğer hayvanlarda da çoğu zaman intikam ruhu görülür. Ancak intikam ruhu, zihinsel gelişiminin belirli bir aşamasında insanda en belirgin karakterine ulaşmıştır. Vahşi ve yarı uygar ırklar arasında birinin yanlışlarından -gerçekten ya da sembolik bir şekilde- kişisel olarak intikam almak; bireyin yaşamında çok önemli bir rol oynar. Onlarla birlikte intikam, en yaşamsal mesele olarak, çoğunlukla dinsel fanatizm karakterini alır. Özellikle bu kutsal görev babadan oğula, nesilden nesile aktarılır; ta ki hakaret suçlunun ya da onun soyundan birinin kanıyla temizlenene kadar. Çoğu zaman bütün bir kabile birleşerek, akrabasının ölümünün intikamını düşman komşudan almak isteyen üyesine yardım eder ve faile öldürücü darbeyi vurmak her zaman yanlış yapılanın ayrıcalığıdır.

Eski kan-davası ruhu, bazı Avrupa ülkelerinde dahi hala çok güçlüdür. Kafkasya’daki yarı-vahşiler, Güney İtalya, Korsika ve Sicilya köylüleri arasında kişisel intikamın bu biçimi hala uygulanmaktadır; bazılarında, örneğin Çerkezlerde açık bir şekilde; Korsikalılar gibi diğerlerinde ise gizlilik içinde bir güvenlik arayışıyla. Bizim sözde aydınlanmış ülkelerimizde dahi yeminli, sonsuz düşmanlığın kişisel intikam ruhu hala varlığını sürdürüyor. Güney Avrupa ülkelerinde çok yaygın olan Mafya tipi gizli örgütler bu ruhun tezahürü değil de nedir? Ve (yumrukla ya da silahla yapılan) düellonun temeli, bu doğrudan intikam ruhu, gerçek bir hakaret, yaralamaya ya da yeltenmeye karşı kişisel intikam isteği, düşmanın kanını dökmek pahasına olsa bile aynı temizleme isteği değil midir? Öfkeli erkeği, “onurunu ve mutluluğunu çalanın” hayatına kastetmeye iten bu ruhtur. Yaslı ebeveynlerinin intikamını arayan öfkeli ayak takımını, genç bir dul kadını ve sarsılmış bir çocuğu, linç kanunu zulmüne ulaştıran işte bu intikam ruhudur.

Bununla birlikte toplumsal gelişim, doğrudan ve kişisel intikam uygulamasını kontrol etme ve ortadan kaldırma eğilimindedir. Sözde uygar toplumlarda birey, kural olarak, yapılan yanlışlardan kişisel olarak intikam almaz. Bu yöndeki “haklarını” devlete devretmiştir ve devletin “görevlerinden” biri de vatandaşların yaptıkları yanlışlardan intikam almak için onların kabahatli tarafları cezalandırmak olmuştur. Böylece, toplumsal bir kurum olarak cezalandırmanın, intikam almanın başka bir biçimi olduğunu; devletin vatandaş için yegane yasal intikamcı haline geldiğini ve aynı barbarlık ruhunun bu kurumun içinde örtülü halde var olmaya devam ettiğini görüyoruz. Devletin cezalandırma güçlerinin dayanağı (teorik olarak) örgütlü bir toplumda “herhangi birine verilen zararın herkesi ilgilendirmesi” ilkesidir, zarar verilen vatandaşın kişiliğinde, bir bütün olarak topluma saldırılmıştır. Suçlu, öfkelenen toplumun ondan intikam alması için cezalandırılmalı, “yasanın görkemi doğrulanmalıdır”. Öfkelenen toplumun intikamını almak için suçlu cezalandırılmalı, “Yasanın görkemi temize çıkarılmalı”. Cezalandırmanın işlenen suç için yeterli olması ilkesi, cezalandırma kurumunun gerçek karakterini daha da açık bir şekilde göstermektedir: Eski Ahit’in “göze göz, dişe diş” ruhu gözler önüne serilir —neredeyse tüm sözde uygar ülkelerde bu ruhun hala canlı olduğunun ispatı ölüm cezasıdır: kana kan. “Suçlu”, işlediği suç için değil, bunun yerine toplumun gördüğü şekliyle, doğasına, koşullarına ve karakterine göre cezalandırılmaktadır. Başka bir deyişle cezanın niteliği, yerel intikam ruhunun yoğunluğunu dengeleyecek özel bir şekilde hesaplanır.

Öyleyse bu, cezanın doğasıdır. Ancak, söylemesi garip -ya da doğal, belki de- ceza infaz sisteminin ulaştığı sonuçlar, amaçlanan hedeflerin tam tersini ortaya çıkarmaktadır. “Uygar” intikamın modern biçimi, mecazi anlamda, tek bir vatandaşın düşmanını öldürür, ancak onun yerine toplumun düşmanını üretir. Devletin tutsağı, artık zarar verdiği kişiyi düşmanı olarak görmez; tıpkı vahşinin yaptığı gibi, onun gazabından korkar ve haksızlığın hesabını sormaktan korkar. Bunun yerine, doğrudan cezalandırıcısı olarak devleti görür; yasanın temsilcilerinde kendi kişisel düşmanlarını görür. Öfkesini besler ve intikamın yabani düşünceleri aklını doldurur. Yaşadığı talihsizliğin doğrudan sorumlusu olan kişilere karşı nefreti -tutuklayan memur, gardiyan, savcı, hakim ve jüri- git gide genişler ve makus talihine yenilir, toplumun tamamına düşman olur. Bu nedenle, ceza infaz kurumları bir yandan tutsak edildikleri süre boyunca toplumu tutsaklardan korurken, diğer yandan topluma karşı nefret ve düşmanlık tohumları ekerler.

Özgürlüğünden, haklarından ve hayatın zevklerinden yoksun bırakılan; iyi ve kötü tüm doğal dürtüleri bastırılan; hakaretlere maruz kalan, sert ve çoğunlukla insanlık dışı şiddet yöntemleriyle disipline edilen, cezalandırılan; nefret ettiği üniformalı zalimler tarafından kötü muamele gören, iyi niyeti suistimal edilen; tamamen umutsuzluğa düşen genç tutsağın doğmuş olmasına, onu dünyaya getiren kadına ve acılarından sorumlu olan herkese duyduğu öfke, gözlerinden okunur. Gördüğü muamele ve hapishanede tanık olmak zorunda kaldığı iğrenç manzaralar sebebiyle gittikçe acımasızlaşır. O zaman kadar kaybetmediği insanlığı, “disiplin”le ortadan kaldırılır. Güçsüz öfkesi ve karamsarlığı herkese ve her şeye karşı bir nefrete dönüşür. Yoksulluk içindeki yıllar gelip geçtikçe umutsuzluğu daha fazla yoğunlaşır. Dertlerini düşündükçe intikam arzusu yoğunlaşır, belki de o zamana kadar netleşmemiş olan eğilimleri, giderek değişmez bir saplantı haline gelen, güçlü anti-sosyal isteklere evrilir. Onu dışlayan toplum; artık onun doğal düşmanıdır. Kimse ona iyilik ya da merhamet göstermediği için; o da dünyaya karşı acımasız olacaktır.

Sonra serbest bırakılır. Eski arkadaşları onu reddeder; Artık eş dost arasında saygınlığı kalmamıştır. Toplum, eski tutsağı suçlar; ona aşağılama, alay ve tiksintiyle bakılır, ona güvenilmez ve taciz edilir. Hiç parası yoktur, bu “ahlaki cüzzamlıya” kimse yardım etmez. Sosyal bir İsmail’e(1) dönüşmüştür ve herkes ona sırtını dönmektedir, sonra o da herkese sırtını dönmeye başlar.

Hapishanelerin cezalandırıcı ve koruyucu işlevleri böylelikle kendi amaçlarına ulaşmalarını engeller. Yaptıkları yararsız olmaktan da öte kötüdür. Toplumun en acil yararına karşı kesinlikle olumsuz ve tamamen zararlıdır.

Ceza infaz kurumlarının ıslah aşaması da daha iyi değildir. Tüm hapishanelerin cezalandırıcı karakteri, (çalışma kampları, cezaevleri, devlet hapishaneleri) onların ıslah edilebilme olasılığını ortadan kaldırmaktadır. Tutsakların, suçlarının göreceli karakteri göz önünde bulundurulmadan rastgele yerleştirilmesi, hapishaneleri gerçek birer suç ve ahlaksızlık okullarına dönüştürür.

Aynı şey ıslahevleri için de geçerlidir. Özellikle ıslah için tasarlanan bu kurumlar, kural olarak en berbat yozlaşmayı üretirler. Sebebi açıktır. Sıradan hapishanelerden hiçbir farkı olmayan ıslahevleri, fiziksel kısıtlamalar uygular ve sadece cezalandırıcı kurumlardır. Cezalandırma fikrinin kendisi gerçek ıslahı engeller. Gönüllülükle ortaya çıkmayan, olası sonuçlara ve cezalandırmaya duyulan korku ile yaratılan ıslah süreci, gerçek bir ıslah olmaz; onun esaslarından yoksundur ve kişi korkularını yendiğinde ya da kişi geçici olarak onlardan kurtulduğunda, sahte ıslahın etkisi buhar gibi kaybolur. Yalnızca sevecenlik gerçekten reformcudur, ancak bu nitelik hem genç hem de yaşlı tutsaklara yapılan muamelenin hiçbir yerinde yoktur.

Bir süre önce on üç yaşında bir çocuğun hikayesini okudum. Aralıksız üç hafta boyunca, gece gündüz zincirlenen çocuğun işlediği korkunç suç, Yoksul Çocuklar Evi’nden kaçmaya çalışmaktan ibaretti (Home for Indigent Children, Westchester, N.Y., Weeks davası, Müdür Pierce, 1895 Noeli). Bu olayın o kurum için ne olağanüstü bir yanı vardı ne de cezalandırıcı bir özelliği. Amerika Birleşik Devletleri’nde talihsiz tutuklulara; kaba dayak ya da işkencenin yapılmadığı, deli gömleği giydirilmeyen, hücre hapsi ve “azaltılmış” diyetin (yarı açlık) uygulanmadığı tek bir hapishane ya da ıslahevi yoktur. Islahevleri, kural olarak, ünlü Brockway (Elmira, N.Y.) “ikna araçlarını” kullanmazlar, ancak bazılarında dayak uygulanmaktadır ve açlık ile zindan hepsine ait kalıcı bir özelliktir.

Islahevlerinin ceza niteliği ve küçümseyici etkisinin, gençleri zihinlerindeki özgürlük ve eğlenceden yoksun bırakması bir yana, bu kurumlarda kurulan ilişkiler çoğunlukla herhangi bir ıslahı engellemektedir. Tutsakları suçlarının ağırlığına göre sınıflandırmayı ve buna göre farklı yaklaşımlar ve uygun refakat gerektiren Islahevlerinde dahi bu sınıflandırmaya yönelik herhangi bir girişimde bulunulmaz. Çünkü bu da farklı yaklaşım şekilleri ve yoldaşlığa elverişli koşullar gerektirir. Sözde ıslah okullarında ve yatakhanelerinde -5 ila 25 yaş arasındaki- her yaştan çocuk aynı ıslahevinde tutulur, çeşitli işlerde çalıştırılmak, eğitim ve dini tören amaçlarıyla bir araya toplanırlar, oyun alanlarında karışırlar ve yurtlarda ilişki kurarlar. Tutsaklar çoğunlukla yaşlarına ya da itibarlarına göre sınıflandırılır, ancak göreceli yetersizliklerine hiç dikkat edilmemektedir. Bu yöntemlerin absürtlüğü adeta akıllara ziyandır. Dur ve düşün. Muhtemelen kötü ilişkilerinin bir sonucunda genç suçlu, seçkin bir ahlaksızlık çeşitliliği içerisine konur ve ıslah olması beklenir! Ve ülkenin anne babaları bu çılgınlık türünü sakince izler, ya doğrudan destekler, ya da sessizlikleriyle devletin yeni suçlular yaratma çalışmasını onaylar ve teşvik ederler. Ancak insan doğası böyledir, zifiri karanlık olmasına rağmen gündüz olduğuna yemin ederiz; eski credo quia absurdum est (saçma olduğu için inanıyorum) ruhu.

Ancak yine de suça batanların masum yoldaşları üzerindeki etkileri üzerinde durmak, bunu büyütmek gereksizdir. Ayrıca, ıslahevlerinin iyileştirici olduğu iddiası üzerine de daha fazla tartışmaya gerek yoktur. ABD’deki erkek tutsak nüfusunun %60’ının “Islahevleri”nden çıkma olduğu gerçeği, bize bu iddiaların geçersiz olduğunu kesin olarak kanıtlamaktadır. Nadir de olsa, genç tutsakların gerçekten ıslah olduğu durumlar ise hiçbir şekilde hapis cezasının ya da cezalandırıcı kısıtlamaların “yararlı” etkisi nedeniyle değil, bireyin doğuştan gelen gücüyle alakalıdır.

Kuşkusuz, insanlığın kaderinde en önemli rolü üstlenmekle birlikte, modern toplumun çeşitli “kazanımları” arasında başka hiçbir kurum yoktur ki, ceza kurumlarından daha erişilemez bir başarısızlık sergilediğini kanıtlamış olsun. Bu kurumların ayakta tutulması için “uygar” dünya her yıl milyonlarca dolar harcıyor ve bir sonraki yıl her seferinde iyileştirmeler için ek ödenekler alınmasına rağmen ortaya çıkan sonuç, kuruluş amaçlarını ilerletmek yerine geriye çekme eğilimi gösteriyor.

Hapishanelerin bakımı için harcanan yıllık para, Mars gezegeninin devlet tahvillerine yatırılsa ya da Atlantik Okyanusu’nun derinliklerine gömülse, aynı miktarda kazanç ve az zarar getirir. Cezalandırmanın hiçbir miktarı, hapishanenin içindeki ve dışındaki koşullar insanları suça yönlendirmeye devam ettiği sürece, suçun önüne geçemez.


1) İbrahimi dinlerce tanınmış bir peygamber olan İsmail, babası İbrahim tarafından tanrıya kurban olarak sunulmuştur. Sonrasında annesi Hacer’in etkisiyle sürgüne gönderilmiş, bütün dünya sürgünlerini temsil eden sembolik bir figür haline gelmiştir.

 

Metnin orjinali:

www.theanarchistlibrary.org/library/alexander-berkman-prisons-and-crime


Alexander Berkman

Çeviri: Zeynel Çuhadar

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 41. sayısında yayınlanmıştır.

The post Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları (4) Hapishaneler ve Suç- Alexander Berkman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/11/14/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari-4-hapishaneler-ve-suc-alexander-berkman/feed/ 0
OHAL Tutsaklıktır – Abdülmelik Yalçın https://meydan1.org/2017/07/15/ohal-tutsakliktir-abdulmelik-yalcin/ https://meydan1.org/2017/07/15/ohal-tutsakliktir-abdulmelik-yalcin/#respond Sat, 15 Jul 2017 09:09:13 +0000 https://test.meydan.org/2017/07/15/ohal-tutsakliktir-abdulmelik-yalcin/ Bundan tam bir yıl önce, 3 ay süreyle ilan edilen ve sonrasında çıkarılan KHK’larla uzatılan OHAL’in etkilerini biz dışarıdakiler, yaşamlarımızın “tutsaklaştırılmasıyla” yaşadık. Devletin zindanlarında her saniyelerini “olağanüstü” yaşayan tutsaklar için ise OHAL, yeni baskılar, yeni bir şiddet dalgası ve bu baskı ile şiddete karşı direniş anlamına gelecekti. Daha öncesinde, hapishane yönetimlerinin döneme ve kişiye özel […]

The post OHAL Tutsaklıktır – Abdülmelik Yalçın appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Bundan tam bir yıl önce, 3 ay süreyle ilan edilen ve sonrasında çıkarılan KHK’larla uzatılan OHAL’in etkilerini biz dışarıdakiler, yaşamlarımızın “tutsaklaştırılmasıyla” yaşadık. Devletin zindanlarında her saniyelerini “olağanüstü” yaşayan tutsaklar için ise OHAL, yeni baskılar, yeni bir şiddet dalgası ve bu baskı ile şiddete karşı direniş anlamına gelecekti.

Daha öncesinde, hapishane yönetimlerinin döneme ve kişiye özel olarak kullanmak üzere bir silah olarak elinde tuttuğu bazı uygulamalar genelleşti, bazı uygulamalar da bu kanlı tarihte ilk defa yer aldı.

Tutsaklara yönelik tecritte önceliği, en temel yaşamsal ihtiyaçların karşılanmasındaki kısıtlamalar alıyor hiç şüphesiz. Yıllar süren direniş ve inatla kazanılan ziyaret, telefon, mektup, sosyal faaliyet, tedavi ve hatta havalandırma hakkı, OHAL ile birlikte ilk kısıtlanan haklar oldu. Coğrafyadaki bütün hapishanelerde tutsaklar ilk aşamada bu hak kısıtlamalarıyla karşılaştılar.

Bu ilk baskı ve hak kısıtlamaları sonrasında, OHAL ve KHK’larla artan şiddet, tüm hapishanelerde, fiziksel ve psikolojik olmak üzere iki boyutta şekillendi. Tutsakların fiziksel varoluşuna yönelik saldırılar, mahkeme ve hastane gidiş gelişlerinde çift kelepçeleme ve askere kelepçeleme zorunluluğuyla, hücrelerde ise kapasitenin üstünde sayıda tutsağın yerleştirilmesiyle başladı, ailelerinin getirdiği eşyaların tutsaklara verilmemesiyle devam etti. Bazı hapishanelerde, verilmeyen eşyalar ailelere iade dahi edilmedi.

Öte yandan, psikolojik şiddet, tutsak yaşamın her anını saran bir diğer şiddet aygıtı olarak karşımızda duruyor. Tutsakların yaşama tutunmalarını sağlayan yegane alanlardan biri olan kültürel faaliyetler, yayın yasaklarıyla, ideolojik bir yönlendirme aracı haline getirildi. Devrimci yayınların yasaklanmasıyla başlayan süreç, tutsakların talep ettiği hiçbir kitabın kargo yoluyla alınamamasına kadar vardırıldı. Şimdilerde tutsaklar sadece hapishane yönetiminin onlar için tedarik ettiği din içerikli kitapları okuyabiliyor, kitapların parası ise temel ihtiyaçlarını ancak karşılayabildikleri kendi hesaplarından kesiliyor. Sohbet ve ortak alanlara çıkışların engellenmesiyle tam tecrit koşulları yaratılmak istenilen hapishanelerde tutsakların iradeleri hedef alınıyor.

Ardı arkasına ördüğü duvarlarla bedenleri teslim almaya çalışan devlet, OHAL ile birlikte tutsakların zihinlerini de teslim alabileceğini sanıyor. Yakın zamanda Adana Kürkçüler F Tipi Cezaevinde uygulanan, açık görüşlerde üzerinde “terör hükümlüsü” yazan yaka kartı takma zorunluluğu, şimdi Yenişehir K-1 Tipi Cezaevi’nde uygulanmaya başlandı. Tutsaklar, görüşe çıkmayarak bu psikolojik şiddete dayalı uygulamaya karşı direniyorlar.

Tutsaklar için OHAL’in “olağanüstü” koşullarının baskısı artarak devam ederken, onlarla dayanışmak için bir çok yerde basın açıklamaları eylemler organize ediliyor. Ama bu sistematik baskı ve şiddet silsilesine asıl cevap içeriden verilenlerdi. OHAL baskılarına karşı süresiz-dönüşümsüz açlık grevini 55. gününde zaferle sonuçlandıran Devrimci Anarşist Tutsak Umut Fırat Süvarioğulları’nın sözleri, hem içerideki hem de dışarıdaki “tutsaklara” direnişin, dayanışmanın, örgütlülüğün önemini özetliyor; Hiç kimse gelmeyecek bizi kurtarmaya, bizim adımıza direnmeyecek hiç kimse, çare biziz. Çare mücadeleyi, dayanışmayı örgütlemekte!

Abdülmelik Yalçın

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 39. sayısında yayınlanmıştır.

The post OHAL Tutsaklıktır – Abdülmelik Yalçın appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/07/15/ohal-tutsakliktir-abdulmelik-yalcin/feed/ 0
OHAL Sürüyor, Mücadele de Sürüyor https://meydan1.org/2017/07/13/ohal-suruyor-mucadele-de-suruyor-2/ https://meydan1.org/2017/07/13/ohal-suruyor-mucadele-de-suruyor-2/#respond Thu, 13 Jul 2017 09:14:15 +0000 https://test.meydan.org/2017/07/13/ohal-suruyor-mucadele-de-suruyor-2/ Devletin OHAL’i patronlara yaradı; patronlar için işçiyi daha fazla sömürmenin, emeği gasp etmenin önü açıldı. İşten atmalar OHAL uygulamalarıyla kolaylaştırıldı. OHAL’in ilanından bu yana sendikal baskı arttı, işçi grevleri “milli güvenlik” gerekçesiyle yasaklandı. OHAL sonrasında işsizlik, OHAL öncesine göre 20 kat daha arttı. Ancak devletin OHAL’i, işçilerin sömürünün her haline karşı olan direnişlerini engelleyemedi. İşçiler […]

The post OHAL Sürüyor, Mücadele de Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Devletin OHAL’i patronlara yaradı; patronlar için işçiyi daha fazla sömürmenin, emeği gasp etmenin önü açıldı. İşten atmalar OHAL uygulamalarıyla kolaylaştırıldı. OHAL’in ilanından bu yana sendikal baskı arttı, işçi grevleri “milli güvenlik” gerekçesiyle yasaklandı. OHAL sonrasında işsizlik, OHAL öncesine göre 20 kat daha arttı.

Ancak devletin OHAL’i, işçilerin sömürünün her haline karşı olan direnişlerini engelleyemedi. İşçiler yasaklanan grevlere, fabrika önlerine getirilen TOMA’lara, devlet kapitalizm işbirliğine ve sömürüsüne karşı direnmeye devam etti.

***

Devletin OHAL’i bizleri dışarıda tutsaklaştırırken, içerideki tutsaklar için de ağır tecrit koşullarını getirdi. Devletin OHAL’i tutsaklar için engellenen telefonlar, kısıtlanan mektuplaşmalar, iletişim cezaları oldu. Sayısız hapishanede “kapasitenin üzerine” çıkıldı; tutsaklar tecritin sıkışmışlığında bir de kalabalığa mahkum edildi.

OHAL sonrası başlatılan “terör hükümlüsü” yaka kartı uygulamasıyla tutsaklar ve aileleri fişlenmek istendi. Ama tüm bunlara karşı tutsaklar direnmeye devam etti. Giderek arttırılan baskı ve tecrit politikalarına karşı bedenlerini direniş alanına çevirdi; “çare biziz ve mücadelemiz” diyerek devletin OHAL’ine ve tutsaklığın her haline karşı özgürleşti.

***

İktidar eliyle zaten değiştirilmekte olan toplumsal değerler, kadına ve farklı cinsel kimliklere yönelik yargılar OHAL bahane edilerek doğrudan sözlü ve fiziksel saldırılara dönüştü. Şort giymek, parkta spor yapmak, evde yalnız olan bir göçmen olmak ve her zaman da yalnızca kadın olmak bu saldırıların hedefi olmaya yetti.

Ama kadınlar “Her halinize karşı direniyoruz” diyerek erkek devletin OHAL bahanesine karşı da mücadeleyi seçti. Sokaklarda ve yaşamın her alanında var olma kavgası veren kadınlar, Onur Yürüyüşleri yasaklanan LGBTi’ler, bitmeyen OHAL’de de var olabilmenin ve özgürleşebilmenin kavgasını vermeyi seçti.

***

Yok sayılan, kentleri bombalanan ve katledilen halklar için de OHAL’in anlamı değişmedi. Devlet kendinden olmayana yönelik saldırısını OHAL adıyla meşrulaştırdı.

Evinde uyurken panzerle ezilen çocukların, sokak ortasında askeri araçla ezilerek katledilen kadınların, devlet eliyle yok edilmek istenen bir halkın varlığı bu kez de OHAL ardına gizlendi.

Ancak yıllardan bu yana var olmak ve yalnızca yaşamak için direnen halklar için devletin OHAL’i de fark etmedi. Savaşa, talana ve katliamlara karşı var olabilmek için mücadele OHAL’de de sürdü.

***

OHAL’le birlikte saldırılar bütün bir yaşama yöneldi. Doğaya ve yaşama yönelik saldırılar OHAL KHK’larıyla yasal kılıflara uyduruldu. Rant ve talan meşrulaştırıldı; daha da hoyratlaştı. Kalekollar ve çılgın projeler için gerçekleştirilen ekolojik yıkımlar, ÇED raporlarına verilen jet onaylar, Cerattepe eylemlerinin yasaklanması, hayvan katliamlarının önünü açan yasalar, kentsel dönüşümde Bakanlar Kurulu’na yetki veren KHK, tekrar başlatılan Yeşil Yol Projesi… Hepsi devletin yaşama olan düşmanlığının OHAL’deki yansımasıydı.

Devletin doğaya ve yaşama yönelik düşmanca saldırıları OHAL’de sürdüğü gibi bu saldırılara karşı direniş ve mücadele de sürdü.

***

OHAL’den önce patron-devlet işbirliğiyle işçilerin yoksullaştırılmasına karşı, tutsakların yaşamına yönelik baskı ve şiddete karşı, ataerkinin tacizlerine, tecavüzlerine, cinayetlerine karşı, kendi kimliğiyle özgürce yaşamak için mücadele eden halkların katledilmesine karşı, devletin talan ve rant politikalarıyla yaşam alanlarına dönük saldırılarına karşı ezilenler nasıl direndiyse OHAL’den sonra da direnişler, eylemler devam etti. Mücadeleler sinmedi, devletin yaşam düşmanlığına karşı yaşam her alanda savunuldu.

Birinci yıl dönümünde devletin artık olağanlaştırdığı OHAL’e karşı özgür bir yaşama inanların mücadelesi sürüyor.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 39. sayısında yayınlanmıştır. 

The post OHAL Sürüyor, Mücadele de Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/07/13/ohal-suruyor-mucadele-de-suruyor-2/feed/ 0
Bakırköy Hapishanesi Özgürlüğe Değil, Ranta Açılıyor! https://meydan1.org/2015/09/19/bakirkoy-hapishanesi-ozgurluge-degil-ranta-aciliyor/ https://meydan1.org/2015/09/19/bakirkoy-hapishanesi-ozgurluge-degil-ranta-aciliyor/#respond Fri, 18 Sep 2015 21:32:29 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/19/bakirkoy-hapishanesi-ozgurluge-degil-ranta-aciliyor/ Kadın tutsaklara yönelik bu sürgün dayatması nasıl gerekçelendiriliyor? Son aylarda devletin yükselttiği savaş söylemleriyle toplumda yaratılmak istenen korku ortamını da düşünürsek, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Devletin son dönemde başlattığı savaş ilanının cezaevlerindeki yansımalarından biri de bu sevk ve sürgünler olarak değerlendirilebilir. İletişim cezaları, hücre cezaları, görüş cezaları yeniden yoğun biçimde uygulanıyor. Özellikle haksız arama yoğunlaşmış durumda. […]

The post Bakırköy Hapishanesi Özgürlüğe Değil, Ranta Açılıyor! appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

bakrıköy1

19 Aralık 2000. Sağmalcılar, Ulucanlar, Ümraniye… Devletin överek inşa ettiği F tipi olarak adlandırılan tecrit sistemi. Ve buna karşı içeride devrimci tutuklu ve hükümlülerin açlık grevleri ve ölüm oruçları. Dışarıda da farklı biçimlerde sürdürülen direniş. Hayata Dönüş’le sonlandırılan hayatlar. Şimdi tüm bu yaşananlar tekrarlanabilir. Çünkü bu kez de başta Bakırköy olmak üzere tüm kadın cezaevlerinin kapatılması ve buralarda tutulan kadın tutsakların sürgün edilerek başka cezaevlerine gönderilmesi söz konusu. Biz de Meydan Gazetesi olarak, uygulanmak istenen sürgünlerle ilgili, bu süreci başından beri takip eden İnsan Hakları Derneği avukatlarından Hüseyin Boğatekin ile bir röportaj gerçekleştirdik.  

Kadın tutsaklara yönelik bu sürgün dayatması nasıl gerekçelendiriliyor? Son aylarda devletin yükselttiği savaş söylemleriyle toplumda yaratılmak istenen korku ortamını da düşünürsek, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Devletin son dönemde başlattığı savaş ilanının cezaevlerindeki yansımalarından biri de bu sevk ve sürgünler olarak değerlendirilebilir. İletişim cezaları, hücre cezaları, görüş cezaları yeniden yoğun biçimde uygulanıyor. Özellikle haksız arama yoğunlaşmış durumda. Aslında cezaevindekiler kendilerine esir diyorlar ve savaşın etkilerini birebir yaşıyorlar. 23 Temmuz’ dan sonra ise, A takımı olarak bilinen işkence timlerinin yeniden işbaşında olduğunu biliyoruz. Özellikle çözüm ve diyalog sürecinde pek ortalarda görünmeyen bu A takımının şimdi devreye girmiş olması, devletin bu alandaki politikasını gösteriyor.

Aslında sevkle ilgili resmi bir yazışma ya da açıklanmış bir karar yok. Bunu görüşe gittiğimiz mahpuslardan öğrendik. Tutsaklara idare tarafından sözlü olarak iletilmiş ve nakle hazır olun denmiş. Yani, itiraz edebileceğimiz, bir yerlere başvurabileceğimiz herhangi bir karar yok.

Bir başka neden, şimdiki cezaevinin bulunduğu yerin kentin en merkezi yerlerinden birinde olması. Dolayısıyla arsa değeri olarak paha biçilemez bir rant alanı denebilir.

bakırköy

Sürgünlere karşı elbette direniş de olacak. Sizce bu yeni bir 19 Aralık’a neden olur mu?

Özellikle siyasi tutsaklar her biçimde direneceklerini söylüyorlar. 19 Aralık Katliamını kimse unutamaz. İşte şimdi yapılacak sürgün girişimi buna benzer bir direnişle yanıtlanacak. Elbette tüm tutsaklar direnecek, ama bazı tutsaklar daha farklı bir biçimde direnme konusunda kararlılar. Bir saldırı olursa meşru olarak direniş de olacaktır. Gazlar, bombalar, gerçek mermiler, coplar, sakat kalmalar… En çok korktuğumuz sonuçlar bu. Bunun yaşanma ihtimali çok yüksek.

Bakırköy’de devrimci tutsakların yanı sıra adli tutsaklar da var. Adlilerin sürgüne ilişkin düşünceleri ne? Bu sürgün onları nasıl etkileyecek?

Bakırköy, ailelere daha yakın olma, daha rahat görüş yapabilme açısından olumlu olduğundan, adli mahpusların da Silivri’ye gitmek istemeyecekleri düşünülebilir. Zaten çocukların çoğu da adli mahpusların arasında olduğundan, bu sürgünden yine en çok onlar etkilenecek. Adliler, buna kader diyecek; hükümlü olmayı kaderin bir oyunu olarak görenler için bu daha ağır olacaktır.

Siyasi mahpuslar geldikleri gelenekler, disiplinli olmaları, yaşam tarzları ve hayattan beklentileri bakımından değerlendirdiğimizde; zaten bu tür tecrit koşullarına alışıklar ve dayanabilirler. Üstesinden gelmek için de asgari koşulları oluşturacaklardır. Bunun kolektif yaşamlarına bir saldırı olduğunu biliyorlar. Silivri’ye sürgünle bu kolektif yaşamı dağıtacaklar. Mahpusların asıl endişesi bu kolektif yaşamın ortadan kaldırılacak olmasıdır

Bakırköy’deki kadın tutsakların başka cezaevlerine gönderilmesinin gündeme geldiği şu günlerde birçok kurum ve kişi, bu nakle karşı eylemler yaptı. Bununla kamuoyunun ilgisi yeterince çekilebildi mi?

Bu işin ciddiyetinin farkında olmak gerek. Tutsaklar açısından bakınca, özellikle, kimi tutsakların yanında çocukları da var. Yani doğal olarak özel bir ilgiye gereksinim duyan çocuklar var. Tutsaklar bir de anne kimliğini taşıyorlar.

Bizi tedirgin eden durumlardan biri de içerinin dışarıya yeterince gündem olamaması. Bugün bile açlık grevinde olan tutsaklar var, ama başka gündemlerin arasında kendine yer bulamıyor. Burada da aynı durum var. Siyasi tutsakların sevki de çok fazla gündem olamayabilir. Ama yine de herkesin yapabileceği bir şeyler var.

Söz konusu sürgünlerin hangi tarihte yapılacağıyla ilgili net bir bilgi var mı?

Bu kararın şimdilik buzluğa konduğu söyleniyor. Yenilenecek seçimler öncesi olası bir sürgün ve sürgünde çıkabilecek olaylardan sonra yeni bir 19 Aralık’ın gerçekleşmesi. Açıkçası bu durum, şu an için iktidarın istediği bir şey değil. Ancak iktidar gücünü tekrar toparladığında bir bakacaksınız ki bir sabah panzerler gelmiş, Bakırköy cezaevi yanıyor olacak.

Aslında bu sürgünler yalnızca Bakırköy’le sınırlı değil. Diğer kadın cezaevlerinin taşınması gibi bir durum da  söz konusu. Yani her yer sürgün tehlikesiyle karşı karşıya.

Gazetemiz okurlarına aktardıklarınız için teşekkür ederiz.

 

 

 


Röportaj : Vahap Güler
Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

The post Bakırköy Hapishanesi Özgürlüğe Değil, Ranta Açılıyor! appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/19/bakirkoy-hapishanesi-ozgurluge-degil-ranta-aciliyor/feed/ 0
Trans Tutsak Esra Yalnız Değildir https://meydan1.org/2015/09/19/trans-tutsak-esra-yalniz-degildir/ https://meydan1.org/2015/09/19/trans-tutsak-esra-yalniz-degildir/#respond Fri, 18 Sep 2015 21:07:28 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/19/trans-tutsak-esra-yalniz-degildir/ İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Cezaevi Komisyonu’nun hasta tutsaklar için her hafta Galatasaray Meydanı’nda gerçekleştirdiği F Oturması’nın 179. haftasında, travesti tutsak Esra’nın durumu gündem edildi. Esra’nın resimlerinin taşındığı eylemde son gönderdiği ve yaşadıklarına artık dayanamadığını, yaşamını sonlandırmak istediğini belirttiği son mektubu okundu. Mektubun okunmasının ardından basın açıklaması gerçekleştirildi. Yapılan açıklamada Esra’nın yaşadığı tecrit koşulları, […]

The post Trans Tutsak Esra Yalnız Değildir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
esrayalnızdeğil

İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Cezaevi Komisyonu’nun hasta tutsaklar için her hafta Galatasaray Meydanı’nda gerçekleştirdiği F Oturması’nın 179. haftasında, travesti tutsak Esra’nın durumu gündem edildi. Esra’nın resimlerinin taşındığı eylemde son gönderdiği ve yaşadıklarına artık dayanamadığını, yaşamını sonlandırmak istediğini belirttiği son mektubu okundu. Mektubun okunmasının ardından basın açıklaması gerçekleştirildi. Yapılan açıklamada Esra’nın yaşadığı tecrit koşulları, taciz, tecavüz ve psikolojik baskı gündem edildi.

Açıklamanın ardından Travesti Tutsak Esra ile Dayanışma İnisiyatifi masa kurdu. Gündelik yaşamdan çektikleri resimleri kartpostal olarak bastıran inisiyatif üyeleri kurdukları masada, çevrede bulunan herkesi Esra’ya bir şeyler yazmak için çağırdılar. Kartpostallara yazılan notların ardından dayanışma çağrısında bulunarak eylem sonlandırıldı.

Bu haber Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

The post Trans Tutsak Esra Yalnız Değildir appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/19/trans-tutsak-esra-yalniz-degildir/feed/ 0
Tarihteki Anarşist Kadınlar https://meydan1.org/2015/03/07/tarihteki-anarsist-kadinlar-3/ https://meydan1.org/2015/03/07/tarihteki-anarsist-kadinlar-3/#respond Sat, 07 Mar 2015 19:17:02 +0000 https://test.meydan.org/2015/03/07/tarihteki-anarsist-kadinlar-3/ Tarih boyunca, anarşizm fikrinin toplumsallaşmaya ve örgütlenmeye başladığı ilk andan itibaren kadınlar; ezilenlerin mücadelesinde ön saflarda yer almışlardır. Yaktıkları isyan ateşi fabrikalarda, sokaklarda, kadın ezilmişliğinin olduğu her alanda büyümüş, kadın özgürlük mücadelesinin temellerini atmıştır. Paris Komünü’nde, İspanya Devrimi’nde kadınların tuttukları direnişin meşalesi yaşam olmuş, özgürlük olmuş, devrim olmuştur. Anarşist kadınlar, Emma Goldman’dan Lucy Parsons’a, Voltairine […]

The post Tarihteki Anarşist Kadınlar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
mujereslibres

Tarih boyunca, anarşizm fikrinin toplumsallaşmaya ve örgütlenmeye başladığı ilk andan itibaren kadınlar; ezilenlerin mücadelesinde ön saflarda yer almışlardır. Yaktıkları isyan ateşi fabrikalarda, sokaklarda, kadın ezilmişliğinin olduğu her alanda büyümüş, kadın özgürlük mücadelesinin temellerini atmıştır.

Paris Komünü’nde, İspanya Devrimi’nde kadınların tuttukları direnişin meşalesi yaşam olmuş, özgürlük olmuş, devrim olmuştur. Anarşist kadınlar, Emma Goldman’dan Lucy Parsons’a, Voltairine de Cleyre’dan Virgilia D’andre’ya, Lucía Sánchez Saornil’den Mujeres Libres’li kadınlara, anarşizm mücadelesinin tohumlarını coğrafyanın dört bir yanında yeşertmişlerdir.

Anarşizmin iki yüzyılı aşkın örgütlü tarihinde yer alan anarşist kadınların, yaşadığımız coğrafyada pek bilinmeyen yaşamlarının ve mücadelelerine adanmış hikayelerinin tekrar tekrar incelenmesi gerekir.

Kadınlar tarafından çıkarılan gazetemizin bu sayısında, sizlerle, kadın mücadelesine büyük ihtiyaç duyulan şu günlerde, tarih boyunca tüm coğrafyada anarşist mücadeleyi yükselten kadınların hayat hikayelerini paylaşıyoruz.

Virgilia D’Andrea

virgiliad'andrea

Malatesta’nın İtalya’da yarattığı geleneğin sürdürücülerinden olan Virgilia D’Andrea Güney İtalya’da, Sulmona’da dünyaya geldi. Genç yaşta ailesini kaybetti ve Katolik bir kurumda öğretmen olmak için eğitim almaya başladı. Ancak kariyerine öğretmen olarak devam etmek istemiyordu. Ve kendine yepyeni bir kariyer yarattı. Toplumsal mücadelede kendini güçlü bir şair, kararlı bir öğretmen ve pes etmez bir savaşçı olarak buldu.

Kapitalizmin köleliğinden sıyrılmak isteyen insanların mücadelesini yazdı şiirlerinde. Devlete, dine, eğitime karşı söyledi sözlerini; alanlarda, meydanlarda.

1910’lu yıllarda, Dünya Savaşının sürdüğü esnada toplumsal muhalefette meydana gelen yükselmeyle birlikte pek çok arazi, tarla işçiler ve köylüler tarafından ele geçirildi. Fabrika ve atölyelerin tamamına halk el koymuştu bile. Herkes toplumsal devrime yürüdüklerini düşünürken İtalya’da faşizm yükselmeye başladı. Virgilia için sonuç ise tecrit, hapis ve sürgün oldu. İtalya ve Almanya devletinin yakınlaştığı dönemde Paris’e gitti ve orada Veglia adlı bir dergi çıkarmaya başladı. Sacco ve Vanzetti için büyük kampanyalar örgütledi. Ancak Mussolini, burada da Virgilia’dan rahatsızdı. Böylelikle Fransız Hükumetini kışkırttı ve sınırdışı edilmesine yol açtı. Tam da o esnada yoldaşları onu Birleşik Devletlere davet etti. Kalemini kılıç gibi kullanan Virgilia D’Andrea, şiirlerini “Torento” adlı koleksiyonunda topladı. İktidarlara meydan okuyan ve tüm hayatını anarşist mücadeleye adayan D’Andrea yaşamını yitirdiğinde, hem kendi yapıtları hem de ardından yayımlanan onlarca metinle anıldı.

Kate Sharpley

katesharpley

1. Dünya Savaşı’nın patlak verdiği esnada, savaş karşıtı mücadeleyle ön plana çıkmıştır Kate Sharpley. Deptford’da yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, bir fırıncı ile evlenmiştir. Woolwich mühimmat fabrikasında çalıştığı esnada işyeri temsilcisi hareketinde aktif rol oynadı.

Anarko-sendikalist At Taşıyıcıları Birliği’nde aktif olan kardeşi ve babası, bir eylemde polis tarafından katledildi. Eşi de bu eylemlerde öldürüldü ancak Kate polisin onu kaçırdığını düşünüyordu. 1921’de Kronştand isyanı sırasında Troçkist Parti Sharpley’in yayınlarını sansürledi, grevler düzenlemesini engelledi. Tüm bu yaşadığı baskı ve yasaklara rağmen kararlılığıyla mücadelesine devam etti. Hatta bu yasaklar ona ilham verdi ve büyük bir arşiv oluşturmaya başladı. Bugün Kate Sharpley’in anısına orjinal anarşist belgelerden oluşan büyük bir kütüphane bulunmaktadır.

Anna Mendleson

anna mendleson
1948’de Stockport’ta doğan Anna Mendelson anarşizmle oldukça genç yaşlarda tanıştı. İspanya Devriminde aktif rol almış ve hayatını kaybetmiş babasının izinden yürümüş, 19. yüzyılın ikinci yarısına eylemlikleri ile damga vurmuştu. 1967-69 yılları arasında Essex Üniversitesinde okuduğu esnada radikal öğrenci hareketlerinde büyük rol oynamasıyla tanındı.1971’de İçişleri Bakanına karşı yürüttükleri kampanyadan dolayı devlet tarafından terörist ilan edildi. 1972’de gerçekleşen büyük Stoke Newington Eight patlamasında ismi geçti. Sonrasında, silah ve patlayıcı bulundurmaktan devlet Mendelson’u ve beraberindeki üç yoldaşını suçlu ilan etti.

Şairliğiyle tanınan ve mücadelesini kalemiyle de yükselten Mendleson, 2009’da beyninde bulunan tümor nedeniyle yaşamını yitirdi. Ardında onlarca yazı, makale ve mücadelesine dair anılar bıraktı. Implacable Art (Bastırılamaz Sanat) adlı şiir kitabı, bugün halen raflarda yerini korumaktadır.

Luce Fabbri

lucefabbri
2000 yılında, 92 yaşında yaşamını yitirdiğinde 20. yüzyıl anarşizmine büyük harflerle kazımıştı ismini. Hem militanlığı hem de ahlaki ve siyasi düşünce ve kavrayış tekniğiyle La Protesta’ya yazdığı yazılarla, Rivoluziona Libertoria dergisindeki makaleleriyle anarşist külliyata büyük bir miras bıraktı.

Yaşamı çoğunlukla 20li yaşlarında terk ettiği İtalya’nın dışında geçti. Ailesiyle birlikte faşizmden kaçtığı bir sürgündü bu. Uruguay kendi toprakları gibi olmuştu. Ve bunu yazdıklarında ve yürüttüğü siyasi faaliyetlerde hissettirdi çoğunlukla.

Ünlü anarşist militan ve teorisyen Luigi Fabbri ve Bianca Sbriccoli’nin ilk çocuğu olarak 1908’de dünyaya geldi. Ailesinden dolayı kültürel ve sosyal anlamda oldukça özgürlükçü bir ortamda yetişti. Öyleki evlerinde düzenlenen toplantılara Errico Malatesta da geliyordu ve onu büyükbabası gibi görüyordu- anılarında bu şekilde anlatıyor-. Büyüdükçe fikirleri gelişmeye başladı. Dayanışma, insancıllık, özgür aşk ve toplumsal ilişkilerde adalet üzerinden şekillendirdiği fikirleriyle doğal bir şekilde, kendiliğinde anarşist oldu. Böylelikle annesinin, babasının ve büyükbabasının -Errico Malatesta- izinden gitmiş oldu.

Soledad Estorach

soledadestorach
15inde CNT’nin gece okullarında ders almaya başlamasıyla tanışır anarşizmle. Böylelikle 1931 yılında üniversiteyi kazandı ve üniversitede bir gençlik hareketine katıldı. 1934’te Pilar Grangel, Aurea Coudrado ve Conchiata Liano’nun da içerisinde bulunduğu İnşaat İşçileri sendikasında bir kadın grubuyla tanıştı ve CNT’nin GCF(Kadınların Kültürel Kulübü)’ye katıldı. 1936 yılında, İspanya Devrimi sırasında, anarşizmi toplumsallaştırma amacıyla kardeşiyle birlikte örgütlü mücadeleye başladı. 1936 temmuzunda, FIJL’nin ön saflarda mücadele eden delegelerinden biri oldu.

18 Temmuz’da Casa Cambo’da isyan ateşini yakan, barikatları kuran ve tüm gücüyle, inancıyla iktidarlara meydan okuyan anarşistlerden biriydi. Kadın özgürlük mücadelesinde Pilar Grangel’le, Conchista Liano’yla birlikte en ön saflarda savaştı Mujeres Libres için.

Hem Mujeres Libres’in yayınlarına hem de FAI’nın yayınlarına büyük katkılarda bulunan Soledad Estorach, Franco’nun işgaliyle İspanya’yı terk etmek zorunda kaldı. 26 Ocak 1939’da, Fransa’ya gitmeye hazırlandığı sırada Mujeres Libres’li iki yoldaşının -biri Pepita Carpena- faşistler tarafından köşeye sıkıştırıldığını öğrendi. Kendi canı pahasına geri döndü ve yoldaşlarını kurtardı.

1945’te gizlice Fransa’dan İspanya’ya geldi. Fakat devletin baskısından dolayı uzun süre İspanya’da gizlenemedi, Fransa’ya geri dönmek zorunda kaldı.

Mujeres Libres’in ortak yazdığı Liberter Savaşçılar (Luchadoras Libertarias) kitabının yazarlarından biri oldu.

14 Mart 1993’te yaşamını yitirdi. Ancak ardında büyük bir mücadele ve tarih kitaplarına eklenen güçlü bir anarşist kadın bıraktı.

 

Rose Pesotta

rosepesotta
Ukraynalı yoksul bir çiftçi ailesinin sekiz çocuğundan ikinci olarak dünyaya gelen Pesotta, henüz 17 yaşındayken Yahudi ve Latin Amerikalı kadınların yoğunlukta olduğu kadın giysi işçilerini temsil eden ILGWU (Uluslararası Kadın Konfeksiyon İşçileri Birliği) sendikasına dahil oldu. 1920’lerde yayımlanan Der Yunyon Arbeter’de önemli yazarlardan biri haline geldi. 1933 yılında, örgütlenme yapmak için Los Angelas’a gitti. 1934’te örgütlenmenin neredeyse mümkün olmadığı zamanlarda büyük grevler örgütledi. Freedom Road gazetesinde yayımlanan makaleleri anarşistler arasında tartışmalara yol açsa da mücadelesi her daim takdir edildi ve saygı uyandırdı.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 25. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post Tarihteki Anarşist Kadınlar appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/03/07/tarihteki-anarsist-kadinlar-3/feed/ 0
” ‘Pembe Cezaevleri’ Devletin Trans Politikası ” – Nergis Şen https://meydan1.org/2014/12/19/pembe-cezaevleri-devletin-trans-politikasi-nergis-sen/ https://meydan1.org/2014/12/19/pembe-cezaevleri-devletin-trans-politikasi-nergis-sen/#respond Fri, 19 Dec 2014 12:03:00 +0000 https://test.meydan.org/2014/12/19/pembe-cezaevleri-devletin-trans-politikasi-nergis-sen/ Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, geçtiğimiz Nisan ayında LGBT bireylere mahsus bir “Müstakil Cezaevi” projesinin sürdürüldüğünü açıklamış, yeni bir gündem yaratmıştı.   Günümüzde hapishanelerde tecrit içinde tecrit yaşayan LGBTİ bireyler için bu projenin bir nebze olsun rahatlama olacağını, mesela kadın ve erkek koğuşlarında kalamayan transların tek kişilik hücrelerde tutulduğunu ve havalandırmaya bile diğer tutsaklarla beraber çıkamadıklarını […]

The post ” ‘Pembe Cezaevleri’ Devletin Trans Politikası ” – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, geçtiğimiz Nisan ayında LGBT bireylere mahsus bir “Müstakil Cezaevi” projesinin sürdürüldüğünü açıklamış, yeni bir gündem yaratmıştı.

 

Günümüzde hapishanelerde tecrit içinde tecrit yaşayan LGBTİ bireyler için bu projenin bir nebze olsun rahatlama olacağını, mesela kadın ve erkek koğuşlarında kalamayan transların tek kişilik hücrelerde tutulduğunu ve havalandırmaya bile diğer tutsaklarla beraber çıkamadıklarını söyleyerek savunanlar kadar; bu projenin LGBTİ bireylere yönelik -zaten her alanda var olan- ötekileştirmeyi ve yalnızlaştırmayı pekiştireceğini söyleyerek karşı çıkanlar olmuştu. On binlerce kişinin katıldığı anketleri, projeye olumlu bakanlar bir kafa boyu farkla (yaklaşık %4) önde tamamlamıştı. Aylar geçti…

Pembe Hapishane

Kasım ayında Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, İzmir’in Aliağa ilçesinde “Türkiye’nin ilk trans kadın cezaevi”nin kurulacağını açıkladı. Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan, şu anda meclis alt komisyonunda bulunan tasarının onaylanmasının an meselesi olduğunu söyledi.

Bir önceki hükümet döneminde Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı’nın bile “Eşcinsellik hastalıktır” dediği devlet, ne oldu da bir anda transları pek düşünür hale geldi, “pembe cezaevi” açmaya karar verdi? Translara ayrı hapishane kurulmasıyla hapishanelerdeki fiziksel – psikolojik – cinsel istismarın önüne geçileceğine gerçekten inanıyor ya da inandırabileceklerini düşünüyorlar mı?

Tam 14 yıl önce, yılın bu vakitlerinde devlet tarafından “Hayata Dönüş Operasyonu” adıyla gerçekleştirilmiş hapishane katliamlarının anısı hala tazeyken; pembe hapishane “Translara Tedavi Operasyonu” yapılmayacağının garantisini kim verecek mesela?

Bu “trans açılımı”nın altından ne çıkacak?

Hapishaneler, tutsaklık, kapatılma yeterince olumsuz olsa da, altından başka bir pisliğin daha çıkacağına emin olduğumuz projenin konuşulduğu günlerde, bir de yasa çıktı. “Aliağa’da açılacak olan hapishaneyi dolduracak kadar trans tutsak var mı bu topraklarda?” sorusunu kendine soran devlet, cevabı olumluya çevirmenin yolunu buldu. Yeni çıkan “hayasızca hareketler yasası”yla, birçok transı rahatlıkla kapatacak bahaneler bulabilecek. Yeni hapishane için yeni yasa çıkartıldı yani bir nevi. Suçlar yaratıldı, hapishaneler planlandı, translar tanındı. Yeni bir “suçlu profili” yaratıldı, işlem tamam.

Bir dönemin Kemal Sunal filmlerinden aşina olduğumuz bir hikâye vardır. Mekan Kürdistan’ın ücra bir köyü, zaman özellikle 80 öncesi. Köylüler devletin köye gelmesini isterler. Devlet demek, elektrik- su demek; hastane, okul, yol demektir ne de olsa. Sonra bir gün devlet gelir. Ardından askerlik kâğıtları, vergi borçları, faturalar, yükümlülükler… Devlet köyü tanır, ama hayrına tanımaz.

İzmir’de kurulacak olan hapishaneyle, devlet, yıllardır yok saydığı, katlettiği transları bir nevi “tanıdı”. Hapishanelerde uğradıkları ötekileştirmeyi “gidermek” için translara özel bir hapishane tasarladı. Tıpkı Kemal Sunal filminde olduğu gibi, devlet bu kez de transları tanıdı, ama hayrına tanımadı .

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, geçtiğimiz Nisan ayında LGBT bireylere mahsus bir “Müstakil Cezaevi” projesinin sürdürüldüğünü açıklamış, yeni bir gündem yaratmıştı.

 

Nergis Şen

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” ‘Pembe Cezaevleri’ Devletin Trans Politikası ” – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/12/19/pembe-cezaevleri-devletin-trans-politikasi-nergis-sen/feed/ 0
İsrail Filistin Sınırında Anarşistler Duvara Karşı https://meydan1.org/2013/11/11/israil-filistin-sinirinda-anarsistler-duvara-karsi/ https://meydan1.org/2013/11/11/israil-filistin-sinirinda-anarsistler-duvara-karsi/#respond Mon, 11 Nov 2013 16:05:31 +0000 https://test.meydan.org/2013/11/11/israil-filistin-sinirinda-anarsistler-duvara-karsi/ İsrail devletinin “güvenlik” adı altında özellikle Filistinlilerin yaşadıkları bölgelerin çevresini yüksek beton duvarlarla, dikenli tellerle çevrelemesine ve bu bölgelere giriş çıkışın İsrail askerlerince keyfi olarak engellenmesi oldukça tepki çekti. Tüm dünya kamuoyunun İsrail yanlıları ve Filistin yanlıları gibi bir bölünmeye gittiği bir anda İsrailliler olarak sizin, Filistinlilerin yaşadığı bu haksızlığa karşı çıkmanız üzerinden ilk aldığınız […]

The post İsrail Filistin Sınırında Anarşistler Duvara Karşı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

 

Dikenli teller, derin çukurlar, gözetleme kuleleri, elektronik alarmlar ve yüzlerce kilometre boyunca uzanan bir duvar… 2003 yılında “Filistin-İsrail arasında güvenlik sağlama” yalanıyla Filistin topraklarına inşa edilen duvara karşı, yıllardır örgütlenen büyük bir direniş var. Beit Ummar’dan Bil’in’e, Ni’ilin’den Batı Şeria’ya kadar uzanan duvara karşı örgütlenen İsrailli anarşistlerse, yaşam alanları işgal edilen ve İsrail devleti tarafından sürekli olarak tehdit edilen Filistinlilerle dayanışmak için duvara karşı örgütleniyorlar.

TC devleti son zamanlarda, Suriye sınırına bir duvar örme ve bu topraklarda yaşamakta olan Kürtleri özgür bir yaşamın yeniden inşa edildiği Rojava Devrimi’nden ayırma telaşındayken Ortadoğu’nun göbeğinde bir halk, inşa edilen bir duvarı tecride karşı yıkmak için direnmekte.

İsrail Devleti’nin gaz bombalarıyla, plastik mermilerle, gerçek kurşunlarla saldırarak sindirmeye çalıştığı Duvara Karşı Anarşistler (Anarchist Against the Wall) ile İsrail’in işgal politikalarını, Filistin halkının mücadelesini ve duvara karşı direnişi konuştuk. 

İsrail devletinin “güvenlik” adı altında özellikle Filistinlilerin yaşadıkları bölgelerin çevresini yüksek beton duvarlarla, dikenli tellerle çevrelemesine ve bu bölgelere giriş çıkışın İsrail askerlerince keyfi olarak engellenmesi oldukça tepki çekti. Tüm dünya kamuoyunun İsrail yanlıları ve Filistin yanlıları gibi bir bölünmeye gittiği bir anda İsrailliler olarak sizin, Filistinlilerin yaşadığı bu haksızlığa karşı çıkmanız üzerinden ilk aldığınız tepkiler nasıldı? Filistinliler ne yapmak istediğinizi tam olarak anlayabilmiş miydi?

İlan Shalif: Tecrit genelde tellerden oluşuyor. Kilit noktalarda ve kentsel alanlarda beton duvarlar var, giriş ve çıkışlarda İsrail askerleri rastgele durduruyor. Beton duvarlar ve teller Filistin hareketinin sınırlandırılması için kullanılıyor. İsrail, küresel kapitalizm ve ABD’nin çıkarlarına hizmet ettiği için protestolar yerel ve uluslararası basında öne çıkmıyor. Beyazlar mücadeleye katılınca, medya daha çok dikkat gösteriyor. İsrail devleti ve destekçileri, Siyonist kolonici yerleşimci projenin herhangi bir eleştirisini ve eleştirenleri antisemitik diye karalıyor. İsrail’deki ve dünyadaki Yahudiler eleştiriye katıldığında ise antisemitik iddiası çürüyor. İsrail kamuoyu bölünmüş durumda. Neredeyse yarısı, 1967 işgalinin sona ermesi gerektiğini anlıyor, çoğu tecrit duvarına karşı çıkmıştı. Kamuoyu baskısı nedeniyle, bir AAtW (Anarchists Against the Wall) aktivisti diğerleriyle birlikte tecrit duvarının tellerini sallarken devlet güçleri tarafından gerçek mermiyle ayağından yaralandığında, ordu komutanı onu hastanede ziyaret edip özür dilemek zorunda kalmıştı. Siyonist soldan insanlar bile bizi destekliyor ve birkaçı bize katılıyor. İsrail sağı bizden nefret ediyor ve vatan haini olarak görüyor. Merkez bizim verdiğimiz hasarın farkında. Bazı Filistinliler bizim katılımımızın çeşitli yararlarını anlıyorlar, ancak aşırı gelenekçiler buna karşı. Filistin taban aktivistleri bizim ne düşündüğümüzü ve karşılığında ne aldığımızı biliyor. Bu, ortaklığı ve kişisel arkadaşlığı engellemiyor.

Meydan Gazetesi- AAtW

Duvar birçok yerleşim yerini birbirinden ayırdığı için işine ya da okuluna gidenler her gün bu duvarların aralarındaki kontrol noktalarını aşmak zorunda. Burada da İsrailli askerlerin tacizlerine maruz kalıyorlar. Bu uygulama ne zamandır devam ediyor?

Yıllar önce Filistin hareketinden daha fazla rahatsızlık vardı. Tecrit duvarı bunu değiştirdi ama daha kararlı bir politika var. Tacizler, Filistinlilere göç etmeleri için baskı kuran İsrail sisteminin ana parçası. İçeriğindeki değişimler ise sadece birer taktik. İsrail askerlerinin tacizleri en yoğun olarak yasal ve yasadışı işçiler tarafından, İsrail yolunda yaşanıyor. Batı Şeria içinde de bazı kontrol noktaları var ama son zamanlarda küresel baskı nedeniyle bu tip tacizler azaldı. Yollardan kaldırılan bütün engeller ya da tecrit tellerinde açılan delikler birkaç gün içinde geri konuluyordu.

Doğrudan eylem olarak adlandırdığınız bu eylemlerde şiddet kullanmıyorsunuz ama İsrail askerlerinin üzerinize açtığı ateşten dolayı yaralanan ve hatta yaşamını yitiren arkadaşlarınız olduğunu biliyoruz. Bu durum insanların katılımını olumlu ya da olumsuz yönde nasıl etkiliyor?

Hem İsrail içinde, hem Filistinlilerle ortak mücadelede, şiddetsizlik stratejisi uyguluyoruz; pasifizm nedeniyle değil, strateji nedeniyle. Taş atan Şabablar ile birlikteyken taş atılmasına katılmıyoruz ama onları eleştirmiyoruz da. Çoğu insan korkudan eylemlere gelmeye çekiniyor. Bazıları daha çatışmalı konumları tercih ediyor.

Uluslararası dayanışma gösteren birçok kurum Filistinlilere ne yapması gerektiğini söylerken, sizlerin Filistinlilere yönelik böyle bir yaklaşımınız var mı? Bu eylemlikleri nereye kadar sürdürmeyi planlıyorsunuz?

Ortak eylemlere sadece beraber çalışmak için çağırıldığımızda gidiyoruz. Kendimizi her zaman küçük ortak olarak görüyoruz. Ben kişisel olarak, davet edildiğim sürece ortak silahsız eylemlere katılmayı düşünüyorum.

Bizim yaşadığımız topraklara da bir duvar inşaatına başlandı. Kendi devrimini gerçekleştirerek yaşamlarına dair kararlarını kendileri veren Rojava’daki Kürtler ile T.C devleti sınırları içinde kalan halkları birbirinden ayırmayı amaçlayan bir duvar. TC kendi sınırları içinde yaşayan Kürtlere karşı yıllardır arasında görünmez bir duvar örmüş, Kürt halkının dilini ve kültürünü yok saymıştı. Fiziki olsun olmasın, bu duvarları asıl inşa eden şey milliyetçiliktir diyebilir miyiz?

Duvarlar ve tecrit telleri, sadece yöneten kapitalist elitin cephaneliğindeki araçlar. Egemen ulusal cemaatten farklı olanların bastırılması, bu elitin yönetiminin parçası. Bu durumun iyi anlaşılması gerekiyor. Bu durumun farkına varanların her koşulda, her zorlukta bunları anlatması gerekiyor. Milliyetçiliğin, sınırların ve duvarların ne amaçla oluşturulduğunu bilmemiz gerek.

Meydan Gazetesi - İsrail Filistin Duvarına Karşı Anarşistler

Devletler için yaptıkları saldırıları hukuk kılıfına sokmak çok kolay. Sıklıkla İsrail ordusuyla karşı karşıya kalıyorsunuz. Sizce İsrail devletinin asıl politikası yeterince tartışılabiliyor mu?

“Bugünlerde ne duyacağız?” diye soranlara söylediğim gibi: “Kulağını nereye verdiğine bağlı.” İsrail’in batı yakasındaki Filistinlileri kontrol etmek, baskılamak ve sömürmek için kullandığı araçların çoğu ile ilgileniyoruz ve bunlar dünya medyasında bulunabilir. Ancak İsrail, amaçlarını göstermemek için dinsel söylemleri kullanarak durumu anlaşılmaz kılıyor.

Mücadelenizi yürütürken neye öncelik veriyorsunuz? Eylemleri finanse etmek için nasıl bir yol izliyorsunuz?

Son birkaç yılda – inisiyatif olarak, sadece bizi davet eden Filistinlilere katılıyoruz. Medya çoğu zaman bize yer veriyor, çünkü bu halkın ilgilendiği haberler arasında. Finansmanla ilgili olarak, ulaşım giderlerini katılımcılar karşılıyor. Hukuki giderlerse tüm dünyadan gelen dayanışmalarla karşılanıyor.

Yaşadığımız topraklarda birçok kişi, TC ordusunda askerlik yaparak kardeşine kurşun sıkmayı reddederek vicdani reddini açıklıyor. Bunların önemli bir oranını antimilitaristler ve anarşistler oluşturuyor. Sizin vicdani ret ve vicdani retçilerle ilişkileriniz nasıl?

Radikal Siyonist Fraksiyonu da içeren yelpaze içinden destekleyen inisiyatifler bile var. Vicdani ret, özellikle Filistinlilere karşı yürütülen haksız politikaları protesto etmek için yaygınlaşan bir eylem. Bazen diğerlerinden daha radikal kalan total retçiler de bize katılıyorlar. Vicdani reddin duvara karşı mücadelede de önem taşıdığını düşünüyoruz.

Neticede, anarşistler olarak İsrail devletinin politika ve uygulamalarından biri olan duvara karşı çıkarak Filistinlilerle daha farklı bir iletişim kurma şansınız da oluyor. Anarşizmin Filistinlilerle kurulan ilişkideki etkisi nedir?

Filistinlilerle dayanışırken, tabii ki siyasi kimliğimizin ne olduğu biliniyor. Bu dayanışmamızın yönteminin anlaşılması adına önem taşıyor. Filistinlilerin, halk mücadelesini kendi inisiyatifleri ile başlatmış olmaları gerçeği bize yeterince bilgi veriyor. Bunun üzerinden anarşizmle ilgili sıkça sohbet etme fırsatı buluyoruz.

Bu söyleşi Meydan Gazetesi’nin 14. sayısında yayımlanmıştır.

The post İsrail Filistin Sınırında Anarşistler Duvara Karşı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/11/11/israil-filistin-sinirinda-anarsistler-duvara-karsi/feed/ 0