The post Hrant Dink Vakfı’na Ölüm Tehditleri appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Hrant Dink Vakfı 29 Mayıs 2020’de yazılı bir açıklama gerçekleştirerek kendilerine e-mail yoluyla gönderilen ölüm tehdidi içeren mesajları paylaştı. Açıklamada vakıf çalışmalarını yürütenlerin yurt dışına gitmesi ile Rakel Dink ve vakıf avukatınnı ölümle tehdit edildiği vurgulandı.
Açıklamada “Hrant Dink’in 19 Ocak 2007’de resmi kurumların bilgisi dahilinde, herkesin gözü önünde öldürülmesinden önce de duymaya aşina olduğumuz ve bugünlerde marifet sayarak kimi çevrelerce sıkça tekrarlanan “Bir gece ansızın gelebiliriz” sloganını da içeren tehdit, Hrant Dink Vakfı’nı “kardeş masalları” anlatmakla itham ediyor, ülkeyi terk etmemizi talep ediyor, Rakel Dink’i ve avukatımızı ölümle tehdit ediyor.” denildi.
Ayrıca Anıtpark Forum, Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi, Demokrasi için Birlik, Demokratik İslam Kongresi Diyalog Grubu, Doğu-Güneydoğu Dernekleri Platformu, Hak ve Adalet Platformu, Solfasol Gazetesi ve Yurttaş Girişimi örgütleri de ortak yaptıkları açıklamayla Hrant Dink Vakfı’na destek mesajları iletti.
Hrant Dink Vakfı’nın açıklamasıysa şöyle:
“27-28 Mayıs 2020 tarihlerinde Hrant Dink Vakfı’na email yoluyla yazılı ölüm tehdidi ulaştığını kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz. Şişli Emniyeti ve İstanbul Valiliği’ne durumu yazılı olarak bildirdik. Hrant Dink’in 19 Ocak 2007’de resmi kurumların bilgisi dahilinde, herkesin gözü önünde öldürülmesinden önce de duymaya aşina olduğumuz ve bugünlerde marifet sayarak kimi çevrelerce sıkça tekrarlanan “Bir gece ansızın gelebiliriz” sloganını da içeren tehdit, Hrant Dink Vakfı’nı “kardeş masalları” anlatmakla itham ediyor, ülkeyi terk etmemizi talep ediyor, Rakel Dink’i ve avukatımızı ölümle tehdit ediyor.
Son dönemde yükseltilmesinde sakınca görülmeyen ırkçı, ayrımcı, nefret dili ancak bu tür korkunç yaklaşımları tetikler, cesaretlendirir, azmettirir. Her vatandaşın eşit, özgür ve adil yaşamasını sağlamak için çalışmak Türkiye’de siyaset yapan tüm kesimlerin görev ve sorumluluğudur. Oluşturulan iklimin ciddiyetini vurgulamak ve tüm yetkililere sorumluluklarını hatırlatmak üzere bu talihsiz duyuruyu yapmanın da bizim görevimiz olduğu kanaatindeyiz.
2007’den sonra daha adil, özgür, eşit bir Türkiye’ye katkı sunmak için kurulan ve o günden beri çalışmalarını bu yönde sürdüren Hrant Dink Vakfı olarak; tüm farklılıkların bir arada yaşadığı, ifade özgürlüğünün sonuna kadar kullanıldığı bir ülkeye kavuşma hayaliyle, ayrımcılıkla mücadele etmeye devam edeceğimizi saygıyla duyururuz.”
The post Hrant Dink Vakfı’na Ölüm Tehditleri appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İHD 2019 Özel Raporu Açıklandı: Baskı ve Tehdit Yöntemleriyle İfade Alma, Mülakat Yapma, Ajanlaştırma ve Kaçırma appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İnsan Hakları Derneği (İHD), 2019 yılı içerisinde kaçırma, zorla ifade alma ve ajanlaştırma gibi konulara dair hazırladığı raporunu paylaştı. Rapora göre en az 61 kişiye ajanlık dayatıldı.
Kaçırılmaların da hatırlatıldığı raporda, 6 Ağustos 2019’da zorla kaybedildiği ileri sürülen Yusuf Bilge Tunç ile ilgili halen bir haber veya bilgi olmadığı aktarılıyor.
“2019 Yılı Baskı ve Tehdit Yöntemleriyle İfade Alma, Mülakat Yapma, Ajanlaştırma ve Kaçırma Olaylarıyla İlgili Özel Rapor” başlıklı raporda yaşanan olayların çok daha fazla olduğu ancak insanların savcılığa ve İHD’ye başvuru yapmaktan çekindiği belirtiliyor.
İlgili rapora buradan ulaşabilirsiniz.
The post İHD 2019 Özel Raporu Açıklandı: Baskı ve Tehdit Yöntemleriyle İfade Alma, Mülakat Yapma, Ajanlaştırma ve Kaçırma appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Çavuşoğlu’ndan Salih Müslim’e Tehdit appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>T.C Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, PYD’nin eski eşbaşkanı Salih Müslim’in serbest bırakılmasına ilişkin, ”Çekya’ya nota verdik. Her şey bitmiş değil, başka ülkeye de gitse peşini bırakmayacağız” dedi.
Salih Müslim, Çekya’nın başkentti Prag’da gözaltına alındıktan iki gün sonra çıkarıldığı mahkemece serbest bırakıldı.
Türkiye Dışişleri Bakanlığından konuyla ilgili yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı:
“PKK/KCK terör örgütünün Suriye uzantısı PYD terör örgütünün lideri Salih Müslüm’e ilişkin geçici tutuklama talebimizin Çek Mahkemesi tarafından reddedilmesi, Çek yargısının uluslararası hukuk ve terörle mücadele konusundaki sorumluluklarıyla bağdaşmamaktadır.
PYD, Çekya’nın da üyesi olduğu Avrupa Birliği’nin (AB) terör örgütü olarak tanıdığı PKK’nın Suriye yapılanmasıdır. Çek Mahkemesi Salih Müslüm’ü tutuklamak yerine serbest bırakma kararı alarak, onlarca masum sivilin terör saldırılarında hayatını kaybetmesini ve onların ailelerinin acılarını umursamadığını göstermiştir… Çekya Avrupa’da terörle mücadele söyleminin ne kadar samimiyetsiz ve inandırıcılıktan uzak olduğunun yeni örneğini vermiştir” değerlendirilmesine yer verildi.
Ayrıca, bu açıklama Fransa’da, Pkk’li Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez lere yapılan suikastleri akıllara getirdi.
The post Çavuşoğlu’ndan Salih Müslim’e Tehdit appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Taş Ocağından Fırlayan Kaya Evin İçine Düştü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Zaman zaman patlamalar sebebiyle küçük taşların mahalleye savrulduğu bölgede bugün yüzlerce kilo ağırlığındaki kaya, bir evin oturma odasına düştü. Mahalleye 400 metre uzaklıkta bulunan taş ocağı mahallede tedirginlik yaratıyor.
Son iki yıldır, eve girenden daha ağır kayaların şans eseri evlerine teğet geçtiğini belirten köylüler taş ocağının kapatılması için pek çok kez başvurduklarını ancak bir geri dönüş alamadıklarını aktardı.
The post Taş Ocağından Fırlayan Kaya Evin İçine Düştü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Valiler Konuşuyor Göçmenler Ölüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Macaristan’ın ırkçı sınır valisi, göçmenlere hitaben bir video mesajı yayımladı. Sanalt.org’un çevirisini yaptığı bu mesajda, göçmenleri hapisle ve silahlı kuvvetlerle tehdit eden vali, göçmenlerin Hırvatistan ve Slovenya yolunu kullanmalarını “tavsiye etti”. Bu yoldan giden göçmenlerin Avusturya sınırından kaçak geçmek için, soğuk hava deposu olan kamyonlarda, balık istifi halinde, boğulma tehlikesi ile karşı karşıya olduğu bilgisi ise videoda yer almıyor.
Mesaj videosunda, valinin tehditlerine, devletlerin propaganda filmlerinden tanıdığımız tarzda militarist görüntüler ve müzikler eşlik ediyor. Benzer biçimde Edirne Valisi de göçmenlere seslenerek, geri dönmeleri konusunda uyarıyor.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 29. sayısında yayımlanmıştır.
The post Valiler Konuşuyor Göçmenler Ölüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” Manipülasyon ” – Gizem Şahin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Manipülasyon, insanları kendi bilgileri dışında, istemedikleri halde etkileme veya yönlendirme işlemidir. Manipülasyonlar, algılama ve öğrenme gibi zihinsel süreçlere etki ederek kişilerin davranışlarında veya fikirlerinde değişikliklere ve dönüşümlere neden olur.
Genellikle, insanların düşünce ve davranışlarını etkilemek için kullanılan planlanmış mesajlar bütünü olan zaman zaman propaganda ile aynı anlamda kullanılan manipülasyon; ancak, bireyi düşünme ya da eylem aşamasında edilgenleştirdiği için, olumsuz propaganda ile eş tutulabilir.
Çıkar elde etme uğruna bireyi edilgenleştiren farklı manipülasyon teknikleri, Nazi Almanyası’nda yoğun ve sistematik bir şekilde kullanılmıştır. Almanya’da 1933 yılında sırf insanlara kendi düşüncelerini kabul ettirmek ve halkın sadakatini kazanmak için özellikle de ırkçılık temelinde propagandalar yapılmış; propagandaların güçlü bir şekilde yapılması için de “Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı” kurulmuştur. Dr. Paul Joseph Goebbels’in sorumluluğundaki bakanlık, iktidarın kalıcılığı ve meşruluğu için gazete, dergi, kitap, miting ve toplantılar, sanat ve radyo gibi Almanya’daki her türlü iletişim aracının kontrolünü ele geçirmiştir. Nazi inançlarına veya rejime karşı tehdit oluşturan görüşler sansüre uğramıştır. Ayrıca en çok tercih edilen propaganda türlerinden biri olan korkuya başvurma yöntemi kullanılarak “Müttefikler Alman halkını yok etmeyi amaçlıyor” iddiası ile halkın desteğini ve sadakatini sağlamaya çalışmıştır.
Kapitalizmin rekabete dayalı çıkarcı ekonomisi insanları daha kolay sömürebilmek için propaganda yerine halkla ilişkiler kavramını oluşturmuş ve geliştirmiştir. Manipülatif pek çok öğe barındıran, olumsuz yönde propagandalar içeren halkla ilişkiler kavramı; kapitalizmin işleyebiliyor olmasına katkılarını sunmaktadır. Kapitalizmin kurumlarının halkın birincil taleplerine “nesnel” yaklaşması üzerinden söylem üreten halka ilişkiler, sadece kendini tanımlaması ve anlamlandırmasıyla bile ciddi bir manipülasyon gerçekleştirmektedir.
Manipülasyon kapitalist sistem için güçlü bir araçtır. Gerçeklikten uzak olarak ürettiği bir takım olgular ve genellemelerle sistemin sorgulanmasının da önüne geçmektedir. Bu genellemelerden en önemlisi, bireyin özgürlüğü durumudur. Fakat bu özgürlük, kapitalizmin savunduğu şekilde rekabetçi ve çıkarcı bireylerin özgürlüğüdür.
Bireyi edilgenleştiren olumsuz propagandanın ve doğal olarak manipülasyonun yayılması için çok farklı araçlar kullanılabilir; haberler, devletin resmi tarihinin yazılması, kitaplar, filmler, reklamlar, radyo, televizyon ve internet gibi…
Manipülasyon ve medya sıklıkla birlikte kullanılan iki kavramdır. Medyanın inandırıcılığı göz önünde bulundurulduğunda bu kullanımın nedeni daha iyi anlaşılabilecektir. Medya, yeni bir gerçekliğin yaratılmasında, dezenformasyon (bilgi çarpıtma) ve ilgisizleştirmede başarılı olmaktadır. Örneğin, bölünmüşlük yöntemiyle, kimi toplumsal ve siyasal olayların haberlerinin reklamlarla veya alakasız haberlerle kesilip dikkatlerin o konuda toplanması engellenir.
İktidar ve rant mücadelelerinde sıkça kullanılan manipülasyonla olumsuz bir propaganda hattı yürütülmektedir ve bu durum gerek devletlerin kendi tarihlerinin oluşumunda ve yazımında, gerekse sistemin meşruluğunu sağlayan “nesnel gerçeklik”lerde gizlenmektedir.
Tüm bu vurgulananlar üzerinden sorgulanması gereken; kapitalizmin ve devletlerin “nesnel gerçeklikleri”nin, manipülasyonlardan ne kadar bağımsız olabileceğidir. Manipüle edilmemiş bir gerçeklik arayışı olabilir mi?
Gizem Şahin
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.
The post ” Manipülasyon ” – Gizem Şahin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Erkek Şiddetine Karşı Bir İhtimal Daha Var…” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Nevin, erkek baskısıyla susturulan; tehditle korkutulmak istenen; hapsedildiği küçük dünyasında “huzuru bozulmasın” diye susan kadınlardan yalnızca biriydi.
Ta ki canına tak edene kadar.
Nevin Yıldırım, Isparta Yalvaç’ta, kendisine silah zoruyla tecavüz eden Nurettin Gider’i öldürmüş; yıllardır mahkum bırakıldığı suskunluğun hesabını sormuştu. “Eşini de, çocuklarını da öldürürüm”, “Adını çıkarırım” diyerek kendisini tehdit eden, silah zoruyla tecavüz eden Nurettin Gider’in baskısına dayanamayan Nevin, 2012 yılının Ağustos’unda, yaşadıklarının hesabını sormuştu; tecavüzcüsünü önce öldürmüş, ardından kafasını kesmiş ve çuval içinde getirdiği başı “Arkamdan konuşmayın. Namusumla oynamayın. İşte namusumla oynayanın kellesi” diyerek köy meydanına atmıştı. Bizse onun adını televizyonlarda servis edilen “Kesikbaş cinayeti” ile gazetelerde yazılan “vahşet” ile duymuştuk.
Tabi ki hikayenin gerisinde kalanlar gizlenmiş, anlatılmamış ya da ısrarlıca yok sayılmıştı.
Kapatıldığı cezaevinde yaşadıklarını anlatan Nevin, tecavüzcüsünün bebeğini karnında taşırken yeniden duyduk onun adını. O, “doğurmak istemiyorum”, erkek devletin erkek yetkilileri ise “sen doğur, biz bakarız” demiş, Nevin’i tecavüz bebeğini doğurmaya mahkum etmişti.
Nevin’in işlediği cinayet sebebiyle yargılandığı dava yakın zamanda sonuçlandı ve o, “kasten adam öldürmek” suçundan müebbet hapse mahkum edildi. Kesinleşen cezanın ardından kadınlar sokaklara çıksa, “gerçek adalet” diye haykırsa da, erkek devletin erkek adaleti, Nevin için müebbet tutsaklık oldu.
Nevin, şimdi kapatıldığı cezaevinde, “yaptıklarının hesabını ödeyen” bir kadın olarak tutsak ediliyor. Ancak erkek devletin erkek adaletine güvenmeyen kadınlarsa, yaşamak için direnen Nevin’e dışarıdan bir ses oluyor.
Öldürmeseydi de olurdu diyenler, Nevin’i aynı caniliğe hapsetmek istese de; tecavüze uğradığı için aile meclisi tarafından katledilen Hasret Daşlı’yı, tecavüz bebeğini doğurduğu için katledilen Naile Erdaş’ı, namus saikiyle canından edilen Güldünya’yı hatırlamakta fayda var. Öldürmeseydi ne olurdu sorusununsa yalnızca birkaç yanıtı: Nevin, kocası, babası, abisi ya da kardeşi tarafından öldürülebilirdi; intihara mahkum edilebilirdi; aynı köyde yaşayan ve Nurettin Gider’in yaptıklarından haberdar olan başka erkeklerin de tecavüzüne uğrayabilirdi.
Ama olmadı; Nevin yaşam için direnmeyi seçti.
Bir mitolojik tanrı, bir roman kahramanı, bir destan karakteri olsa “intikam hikayesi” dillerden dillere dolaşacak olan Nevin Yıldırım, şimdi erkek adaletin mahkumiyetini çekmek zorunda bırakılsa da, erkek şiddetine direnişin bir örneğini yaşattı her birimize. Şiddete mahkum olmaktan, kaderine boyun eğmekten, sineye çekmekten başka bir ihtimal daha var…
Merve Arkun
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26.sayısında yayımlanmıştır.
The post “Erkek Şiddetine Karşı Bir İhtimal Daha Var…” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Kadın Dayanışması Yaşatır” -Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Hasret’in ömründen geçen yıllar, onun için hiçbir şey değiştirmedi. 3 çocuğu daha oldu ama dayak, şiddet hep aynıydı, tıpkı kocasının baskısı gibi. Çocukluğundan beri çektiklerine dayanamayan Hasret, kocası Yakup Kara’dan boşanmak için geçtiğimiz yıl bir dava açtı. Ve aslında Hasret’in yaşadıkları, davanın ardından giderek arttı.
Boşanma davasını hazmedemeyen koca, Hasret’ten hesap sormak istedi, şiddetini giderek arttırdı. Geçtiğimiz Ağustos ayının 8’inde çocuklarını görme bahanesiyle Hasret’in evine giden Yakup Kara, eline aldığı tornavidayla Hasret’i 43 yerinden yaraladı. Boynuna ve göğüs bölgesine aldığı yaralar sonucu, çocuklarının gözü önünde yere yığılan Hasret, hemen hastaneye kaldırıldı. Yakup Kara’nın ölümcül darbeleriyle komaya giren Hasret, uzun bir süre hastanede yattı. Bizlerse onu, çocuklarının “belki bir daha göremeyiz” diyerek hastane odasında çektiği ve sonra da basında yer alan fotoğraflarla tanıdık.
Hasret, hastaneden çıktıktan sonra da, kâbus onun için bitmedi. Aksine, daha da büyüdü. Onu öldürmeye çalışan Yakup Kara, Hasret’i tehdit etmeyi sürdürdü, hatta Hasret’in evinin karşısındaki fırında işe başladı; Hasret için her gün ölüm korkusuyla geçti. Tehditlerini sürdüren Yakup Kara’ya karşı defalarca karakola gidip şikâyette, mahkemelere gidip suç duyurusunda bulunan Hasret’in çabaları, bugüne kadar birçok kadında olduğu gibi, nafile kaldı.
Ne devletin polisi dinledi Hasret’i ne savcısı, her defasında evine geri yolladılar, “kocandır, olur, barışın” dediler. Bir gün yine şikâyet için karakola giden Hasret’i, karakol merdivenlerinde belinde satırla karşılayan Yakup Kara’nın polise verdiği ifadeyle yeniden salıverilmesi, aslında her şeyin özeti gibiydi: Bir kadının ölüm tehdidiyle karakola başvurduğu “potansiyel katil” belindeki satırı “ormana odun kesmeye gidiyordum” diye açıkladı ve yine serbest bırakıldı.
Ne erkek devletin polisi, ne erkek devletin savcısı dinledi Hasret’i. Onu tanıyan, yanında duran, “potansiyel katil”den koruyan dostu, komşusu, mahallelisi oldu. Her gün ölümle tehdit edilen Hasret için mahalleli evinin önünde nöbet tuttu, Hasret’in evinin bahçesine koydukları köpekle, onu ölümden korumaya çalıştı. Mahallelinin nöbeti, Hasret’in yaşadıkları, devam eden tehditler, ana haber bültenlerine çıkınca, yeniden gündeme geldi Hasret’in sürmekte olan kâbusu.
Hasret’in mahallesine giden, onun için nöbete katılan kadınlar da bu kez onunla birlikte mücadele etmeye başladı. “Ölmek istemiyorum” diyen Hasretle birlikte, erkek devletin, erkek polisin, erkek savcının ve erkek katilin karşısına hep beraber dikildi.
14 Ağustos’ta tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan Yakup Kara, Hasret için tehdit olmaya devam edince Hasret’e ilişkin “hayati tehlikesi” mevcuttur raporları gösterilerek, “potansiyel katil” hakkında ikinci kez tutuklama talep edildi. 27 Ağustos günü yakalanan Yakup Kara “delil durumunda değişiklik yok” gerekçesiyle nöbetçi mahkeme tarafından serbest bırakılınca, kendini aklamak için hiçbir fırsatı kaçırmadı.
Yakup Kara, 28 Ağustos günü katıldığı Songül Karlı ile Yeniden programında erkek konuklar tarafından desteklendi, erkekleşen kadınlar tarafından aklandı. Programın sunucusu Songül Karlı “beyefendi, temiz yüzlü adam” diye sunduğu Yakup Kara’nın yaptıklarını normalleştirirken, programda yaşanan “iffetli kadın” tartışmasıyla yaşanacak birçok kadın cinayeti daha şimdiden meşrulaştırıldı.
Hasret ve Hasretle dayanışma gösteren kadınlar, 29 Ağustos günü tekrar tutuklama kararı çıkan Yakup Kara’nın davası boyunca Kartal Anadolu Adliyesi önünden bir an bile ayrılmadılar. İstanbul Anadolu 8. Sulh Ceza Hâkimliği’nde alınan ifadesinde Hasret’in kendisini aldattığını düşündüğünü belirten Yakup Kara’nın tüm “masum” açıklamalarına rağmen, mahkeme tutuklanmasına karar verdi ve “potansiyel katil” cezaevine gönderildi.
Yakup Kara tutuklandı ama Hasret için bu kâbus son bulmadı. Hasret hala Yakup Kara’nın kardeşi tarafından ölümle tehdit devam ediyor.
Sena ise, 2 kardeşiyle birlikte, ailesi tarafından terkedilince Çocuk Esirgeme Kurumu’nda yaşamaya başladı; üç kardeş bir aile tarafından evlat edinildi. Sena’nın yaşamı, bundan dört yıl önce evlendiği Osman Şengül’le değişti.
Sevdiği adamsa, evliliğin ardından, Sena için kâbusa dönüştü…
Geçtiğimiz 12 Nisan günü, 11 aylık oğlu kucağında, 2,5 yaşındaki kızı yanındayken, boşanmak istediği Osman Şengül tarafından 17 yerinden bıçaklandı Sena. Onu öldürmek için özellikle boyun ve göğüs bölgesinden yaralayan Osman Şengül, Sena’nın öldüğünü zannedince, onu, öldürmeye çalıştığı evinin çocuk odasında bırakıp kaçtı. Komşularının sesini duyduğu Sena, hastaneye kaldırıldı. Aldığı onca öldürücü yaraya rağmen, Sena, hastanenin yoğun bakımında direndi ölüme, erkeğin şiddetine… Aldığı darbeler sonucu sağ kolunda oluşan his kaybı sebebiyle kolunu kullanamıyor olsa da, kimleri onun yaşamasına şans dese de, o, direnerek tutundu yaşama. Onu öldürmeye çalışan Osman Şengül, Sena hastanede ölüme direnirken yakalansa da, katilleri koruyan, şiddeti aklayan, kadını suçlayan erkek devletin mahkemeleri tarafından hemen serbest bırakıldı.
Biz, Sena’yı bu haberle tanıdık. Ama tabi ki, bu, Sena’nın yaşadığı ilk saldırı değildi. O, evliliğin başından beri yaşıyordu dayağı, şiddeti, işkenceyi; ailesinin yanında, çocuklarının önünde, sokak ortasında… Birçok kez dayanamadı, gitti; babasının evine hatta kadın sığınma evine. Her dönüşünde, alkol ve uyuşturucu bağımlısı Osman Şengül’den yine şiddet gördü. Sonunda boşanma davası açtı işkenceden kurtulmak için; zaten Sena’nın son yaşadıkları da Osman Şengül’ün boşanma davasını “hazmedememesiyle” başladı.
Sena’yı katletmeye çalışan Osman Şengül, açılan davanın ardından, hâkimin “babasıdır, görmeli” kararıyla, iki haftada bir çocukları yanına alıyor. Çocuklarsa, her geri gelişlerinde, “Babam seni öldürdü, seni bıçakladı” diyerek çıkıyorlar Sena’nın karşısına.
Ailesiyse, çoğu zaman rastlananın aksine, yalnız bırakmıyor kızlarını. “Kocandır, olur, evine dön” demeyip; Sena’yı bu baskıdan, şiddetten, işkenceden kurtarmak için, onun yanında duruyorlar. Hem Sena’yı hem babasını tehdit etmeyi sürdüren “potansiyel katil”in tüm çabalarına rağmen, hepsi bir arada duruyor. Sena’nın, şiddet gördüğü Osman Şengül’e karşı açtığı davanın görüleceği 17 Ekim’e de birlikte hazırlanıyor, şiddetin hesabını sormak için birlikte direniyorlar.
Dicle, bundan yedi yıl önce, daha 16’sındayken, tanımadığı, sevmediği bir adamla Hasan Yıldırım’la zorla evlendirildi ve bu evlilikten bir oğlu oldu. Evliliğinin ilk gününden itibaren şiddeti, baskıyı, hakareti, tehditleri de yaşamaya başladı, aslında bazılarına göre de kadına biçilen “kader”i yaşamaya mecbur bırakıldı. Hem yaşından hem de yalnızlığından, yaşadıklarına boyun eğmek zorunda hissetti kendini.
Evlendikten yaklaşık 5 ay sonra Hasan Yıldırım’ın uyuşturucu bağımlısı olduğundan şüphelenmeye başladı. Dicle’ye “Ankara’ya gideceğim” diyerek yalan söyleyip Antalya’ya uyuşturucu satmaya gidecek olan Hasan Yıldırım yolda yakalanıp tutuklanınca, Dicle boşanma kararı aldı. Bir süre “cezaevindeyken doğru olmaz”, “yeni çıktı biraz zaman geçsin” diyen Dicle, zamanı geldiğinde, Hasan Yıldırım’a boşanmak istediğini söyledi. Aldığı karşılık ise, yaşayacaklarının çok öncesinden habercisiydi: Çocuğu senden alırım, öldürmem öyle bir acı yaşatırım ki, ölmekten beter olursun.
Tehditlerin artmasıyla 18 Mart günü Esenyurt Kıraç Asayiş Şube Müdürlüğü’ne giden Dicle, bütün yaşadıklarını anlattı. Suç duyurusunda bulunmak istedi ve koruma talep etti. Ama Dicle’yi, hiçbir “kanıtı” olmadığından dolayı-birçok katledilmiş kadına yaptıkları gibi-”Bir şey yapamayız.” diyerek geri yolladılar. Tam 20 dakika sonra, Hasan Yıldırım, ailesinin de oturduğu binada oturan Dicle’nin kapısına dayandı, tehditlerle saldırdı ve tartışmaya başladılar. O sırada araya giren Dicle’nin kardeşine silahı doğrulttu. O silahla ateş etti Hasan Yıldırım ama Dicle ve Emek “şans”a kurtulmuştu.
3 Temmuz’da Bakırköy 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ilk duruşma görüldü. Alışkın olduğumuz bir tabloyla karşılaştık davanın sonunda. Erkek yargının savcısının verdiği karar “tutuklulukta geçen süreyi ve delillerin toplanmış olmasını” yeterli bulduğunu söyleyerek “potansiyel katil”e tahliye kararı verdi. Ayrıca Hasan Yıldırım’ın avukatı Serdar Yıldız da, “Meslektaşlarımı dinlerken kendimi adeta kadın programında gibi hissettim” diyerek, Dicle ve Emek’e destek veren avukatlarla dalga geçmeye çalıştı.
Dicle, şimdi yaşadıklarına, devam eden tehditlere inat, direnmeyi sürdürüyor. Onu öldürmeye çalışan “potansiyel katil”e, katili koruyan erkek yargıya direniyor.
Nergis Şen
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 21. Sayısında yayımlanmıştır.
The post “Kadın Dayanışması Yaşatır” -Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Kazanan Kim” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bir şeyin ters gitme olasılığı varsa, ters gidecektir
1949’da ABD Hava Kuvvetleri’nde roketlerle ilgili bir deneyde, ivmelenmenin insan üzerindeki etkileri inceleniyordur. Deneyde insan tepkileri incelenip değerlendirilecektir. Sensörler insan vücuduna takılır. Bunun iki yöntemi vardır. Biri doğru, diğeri de yanlış takılış şeklidir. Görevlilerden biri 16 sensörün hepsini takar. Ancak görevli bu sensörlerin 16’sını da yanlış takmayı “becerebilmiştir”. Deneyi yapan mühendislerden biri olan Edward Murphy duruma çok sinirlenir. Ve bu durum, Murphy’i onunla özdeşleşmiş bir sözü söylemesine neden olur; Bir şeyin ters gitme olasılığı varsa, ters gidecektir.
Aynı mantık üzerinden sarf ettiği birçok olumsuz önerme, yaşanan olumsuz deney sonrası gerçekleştirilen basın toplantısında kullanılır. Murphy’nin bu olumsuz açıklamasıyla beraber, açıklamaya konu olan sözler, temelini matematiksel bir kuramdan alan bir kanun olarak anılmaya başlanır.
“Bir şeyin ters gitme olasılığı varsa, ters gidecektir. Bir şeyin birkaç şekilde ters gitme olasılığı varsa, hep en kötü sonuç doğuracak şekilde ters gidecektir. Bir şeyin ters gidebileceği olasılıkları engelleseniz bile, anında yeni bir olasılık ortaya çıkacaktır.”
Murphy Kanunları, 30 Mart Yerel Seçimleri’nde muhalefet için işledi. Seçimlerden galibiyet beklemeyen ama hakkındaki iddiaları çürütmeye bile gerek duymadan siyasal ahlaksızlık ve otokratlıkla iktidarı elinde tutmaya çalışan hükümetin oylarının azalacağı görüşü muhalefette baskındı. Aslında muhalefet iddiasını buraya koymuştu. AKP için güvenoyu yoklaması niteliğinde geçen seçimlerden, Tayyip
Erdoğan istediğini aldı. Belki istediğinden fazlasını… Çankaya senaryoları, bir süredir dondurulan başkanlık sistemi söylemleri etrafında tekrar dillenir oldu.
Hükümet kendisini aklamakla kalmadı, yakın gelecek hesaplarını, seçimle pekişmiş güç üzerinden yapmaya başladı.
Peki, bizim için seçim sonucuyla değil, seçimle beraber değişen neydi?
Mesela rüşvet alınmamış, yolsuzluk yapılmamış oldu. Yandaş patronlara “havuz” oluşturulmamış oldu. Bakan çocukları, banka müdürleri, para simsarları çalmadıklarını “ayakkabı kutularına” doldurmamış oldular. Aynı şahıslar cezaevinden, babalarının “paşa gönül yasalarınca” çıkarılmamış oldular. Dolayısıyla, yasalar hükümetin gücünü pekiştirecek şekilde değiştirilmemiş oldu. Yargı doğrudan hükümetin emrine verilmemiş oldu. Siyasal baskı ve tehdit yapılmamış oldu.
Yerel seçimlere kadarki süre içinde hükümet, meşruiyetini sorgulatan ithamları çürütmek bir kenara, suçsuzluğu ispatlamaya çalışmak için çabaya gerek duymadı. Başbakan, partisi ve medya üçlüsü tüm bu olan biteni, darbe girişimi olarak niteledi ve herkesi buna inandırmaya çalıştı. Seçimle beraber, “darbe girişimi” belki belli bir süre savuşturulmuş oldu. Muhalefet partilerinin iddialarının aksine, hükümet kendisini “akladı”. Aklamakla kalmadı, yakın gelecek hesaplarını, seçimle pekişmiş güç üzerinden yapmaya başladı.
Burada aklamakla kastedilen, tabi ki mevzu bahis durumların hakikatte öyle olmadığı değildir. Ancak seçim dönemiyle beraber, ortaya çıkan politik çürümüşlüğün sadece seçim siyasetine harcanmış olduğudur. Seçimlerden medet umanlar, AKP’yi seçimlerle meşrulaştırmışlar; ortadaki tüm yolsuzluklar kabul edenleretmeyenler demokrasisine indirgenmiştir. AKP’yi seçimlerde kendine muhatap olarak görmek, seçimlere bunun bilinciyle girmek her şeyi demokrasi sosuyla meşrulaştırmaktır.
Muhalefet edememe
Aslında işin nasıl evrileceğini görmek için siyasi partilerin Taksim Gezi İsyanı’ndan bu yana söylemlerini takip etmek yeterli. Oluşan toplumsal muhalefetten sandık hesapları yapanların niyetlerini, Haziran ayından bu yana görmemek mümkün değil. Temsiliyet kaygısı gütmeyen doğrudan eylemin anlamını bir türlü çözemeyenler, siyasal süreçleri karşılama noktasında da güdük kalmışlardır. Oysa her siyasi çürümüşlük, her yolsuzluk büyük bir eylem dalgasıyla kendini göstermiştir.
Bakan çocuklarının, banka müdürlerinin yolsuzluklarının açığa çıktığı ilk günden bu yana yoğunlaşan sokak eylemleri sadece artan bir seyirde devam etmemiş, aynı zamanda farklı yerelliklerde kendini belirginleştirmiştir. Ortaya çıkan toplumsal rahatsızlık kendini doğrudan sokakta ortaya koyabildiğinden daha da toplumsallaşabilmiş, medyanın illüzyonunun karşısında kendi gerçekliğini doğrudan dayatabilmiştir.
Kendi gerçekliğini bu şekilde yaratabilen bir muhalefet sadece, ezilen kesimlere ulaşabilir.
Yerel seçimlerin yaklaşmasını fırsat bilen ve Taksim-Gezi İsyanı sonrasında bile eski siyasal bağnazlıklarını halka dayatan siyasal yapılar, seçim gündemiyle doğrudan eylemi bilinçli bir şekilde sonlandırmayı hedeflemişlerdir.
Taksim-Gezi İsyanı’ndan istediği geri dönüşü alamayan bu temsiliyet bağımlılarının, halkın siyasal iradesini, siyasi kaygılarını doğrudan eyleme geçirmesine anlam verememesi, siyasal temsiliyetle kurulan bağ üzerindendir. Yerel iktidarların, koltukları tutmanın hesaplarını yapanlar; yolsuzluklara karşı başlatılan her eylemin temsili bir karşılığını aramışlardır.
Siyasal gerçekliğini, halkın siyasal özneler olarak doğrudan kendini gerçekleştirdiği eylem alanlarından uzak tutanların, tek teselli olarak “oy arttırma” durumlarını belirtmeleri boşuna değildir. Oy arttırdıklarından, belediye meclislerine girdiklerinden mesut görünenlerin, seçim öncesi yolsuzluk vakalarının, siyasal baskı ve şiddetin hakkından nasıl gelineceğine ilişkin normal olarak bir yolu, yöntemi bulunmamaktadır. Giriştikleri muhalefet, halkın siyasi, ekonomik ve sosyal rahatsızlıklarını kendilerine seçim mezesi yapmaktan öteye gidememiştir.
Seçim sürecine böyle girilirken, seçim sonrası muhalefete soyunan bazı kesimlerse “AKP türü toplumsallık” gibi kavramlaştırmalarla, AKP’ye oy veren tüm kesimlere düşman kesilmiş, açık bir şekilde kentli, seküler ve modern kesimler dışındaki tüm kesimleri kendine düşman edinmiştir. Bu noktada, bu tarz bir toplumsallığa soyunanların aslında toplumsal kaygılarının olmadığını söylemek çok da yanlış olmayacaktır. Elitizm eleştirilerine kulak tıkayanların bu yaptığının aslında tam da söyledikleri şey olduğunu hatırlatmak gerekir. Bu aslında bir tür toplumsallaşamama öz eleştirisidir.
AKP’nin şimdiki konumu
Tayyip Erdoğan’ın, ailesi ve kurmaylarını yanına alarak yaptığı Balkon Konuşması, seçimler sonrası bir milat gibi görüldü kimilerince
Rabia işaretiyle sadece etrafındakileri selamlamayan, aynı zamanda küresel iktidarlara da mesaj yollayan Erdoğan’ın seçim galibiyetine ilişkin en ilginç başlığı, The Economist attı; “Merhamet, Yüce Sultan!”
Tayyip Erdoğan’ın son süreçte özellikle yolsuzlukların ortaya çıkmasıyla belirginleşen otoriter karakteri, The Economist de dahil tüm uluslararası basının bir süredir gündemindeydi. Özellikle sosyal medya yasakları ve hukuki değişimler aynı medyada geniş yer ederken, tüm süreçte eleştirel bir ton hakimdi uluslararası gündemde.
Uluslararası güçlere gönderdiği mesajlarla, tüm bu gizli tehditleri karşısına alan Tayyip Erdoğan, seçim sonrasında, sivrileşen eleştirilerin önünü biraz almışa benziyor. Suriye savaşı, bir satranç hamlesi olarak hükümetin elinde olağanca sıcaklığıyla duruyorken (hem de bu meseleye ilişkin tapeler ayan beyan ortadayken), Seymour Hersh’in sarin gazı meselesini gündem etmesi uluslararası iktidarların AKP’nin yükselişi karşısındaki tavırlarının ne olacağının sinyalini veriyor. El-Nusra ve AKP arasındaki doğrudan ilişkiyi sorgulayan Hersh aslında seçim öncesi birçok kimsenin cesaret edemediği bir soruyu da soruyor; bu tapeleri hakikaten kim ortaya çıkardı?
Siyaseten Milat Koymak
Siyasal süreçlerde milat koymak, belirtilen zamandan sonra siyasi, ekonomik ve sosyal değişimleri görmek açısından önem taşır. Yaşanan gelişmenin köklü etkilerinin ne olduğunu açığa koyar.
Seçimlere milat koyan temsili muhalefetin de, balkon konuşmasıyla hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını öngören hükümet yanlılarının da yanıldığı bir yer var. Son iki aylık süre içinde bizi oyalayan seçim gündemini de, sonrasında açığa çıkan durumu da Taksim-Gezi sonrası dönemden bağımsız göremeyiz.
Biz, ezilenlerin kendimize milat olarak alması gereken nokta Taksim-Gezi İsyanı’dır. Muhalefeti toplumsallaştıracak aynı ruhla sokaklarda, yerellerde olmak; siyasal muhalefeti temsilcilere bırakmadan, siyasi irademizi doğrudan kullanmak; ekonomik siyasi bir gerçekliği yaratacak özörgütlülükler geliştirebilmektir. Bunu yaparken, elitist bir tavırdan ziyade ezilen sınıf gerçekliğimizle hareket etmektir. Devrimci anarşist bir tutum ancak böyle ortaya konabilir.
Keza toplumsal değişimler, devrimler kanunlara, bilimsel önermelere sığmaz. Murphy Kanunları kapitalist sistem içindeki siyasal anlamada işe yarar olsa da. Toplumsal hareketler ve etkisinin ne olacağı deneylerle tespit edilemez. Taksim-Gezi İsyanı’ndan bu yana sandıklara bırakmadığımız, bu tespiti zor gerçekliktir.
Hüseyin Civan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 17. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Kazanan Kim” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>