The post FİJİTAL’leşen Dünya appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Korona krizinde fiziki-sosyal mesafede aramızı dolduran şey.
Dijital sözcüğünün ilk kökeni latince parmak anlamına gelen digitus’tur. İngilizcede sıfır ile dokuz arasındaki rakamlar anlamını taşıyan digit sözcüğü ile ilişkiliyken fransızcada digital sözcüğünün kendisi sayısaldır. Günümüzdeki kullanımı da veri aktarımının kağıda basılmış halinin dışında sayısal bir sistem kullanılarak ekran görüntüsü haline dönüştürülmesidir.
Fijital, dijital gerçekliğin fiziksel gerçeklikle ilişkisinin artmasıyla oluşan yeni halleri anlatır. Sözcük physics (fizik) ile digital (dijital) sözcüklerinden türemiştir. Phygital yani fijital sözcüğü bir sözcük olarak yeni yeni kullanılmaya başlasa da fijitalleşme yıllardır yaşamlarımızda belirginleşmeye başlamıştır.
Dijital dünyanın gelişimi dijital oyunların gelişimine paralel bir ilerleme gösterir. Dijital oyunlarda görsel grafiklerin gelişiminin ötesinde elle yönlendirilen oyun konsollarından bedenen yönlendirilen oyun konsollarına geçişle dijital oyuna fiziki katılım artmıştır. Yani fijitalin öncesinde dijital oyunun etkisini gözlemleyebiliriz. Bilinen bir kahve şirketi, PokemonGo isimli dijital oyunun fiziki etkileşimle oynanması için her dükkanını bir PokeStop’a dönüştürmüştür. Oyun telefonlar aracılığıyla sokak sokak aranan ve yakalanan pokemonların dövüştürülmesiyle oynanır. İşte burada Starbucks bu dövüşün yapılacağı merkezlere dönüşür. Bir pazarlama taktiği olarak dijital oyun fiziksel oyuna dönüşmüştür. Her oyuncu dövüş öncesi ya da sonrasında içeceği bir kahve, yiyeceği bir kek ile Starbucks’a kazandıracaktır. Oyuna milyonlarca kişi katılmıştır. Yeni pazarlama taktiği tutmuştur.
Fijitalleşme gelişirken kampanyalarla müşteri bilgilerini toplayan firmalar müşterilerine uygun bilgilendirme mesajlarıyla alışverişi kolaylaştırmayı amaçladılar. Sanal etkinlikler düzenlenerek müşterilerin etkinliklere katılımı sağlandı. Sanal etkinlikleri somutla buluşturmak ve gerçekliğini arttırmak bir pazarlama taktiği olarak şirketlerce benimsendi. C&A mağazaları kıyafetlerin bulunduğu askılara beğeni sayaçları yerleştirdi, böylece mağazadayken ya da mağaza dışı alışverişte kıyafetin kaç beğenisi olduğu takiplenebildi. Kiralamalarda kullanılan uygulamalarla hem barınma hem de yolculuklar kolaylaştı. Dışarıda bir bisikleti bile kilitlemeden bırakamazken binlerce araba ve motor, sanal kontrollü kilit sistemleri ile her yere bırakılabiliyor. Marketlerin sanal alışveriş ile ilgili bir çok uygulaması var. Nike, Hyperdunk modelini kullanan basketbol süperstarlarının tüm adımlarının ve ayak hareketlerinin hayranlarınca takiplenmesini sağladı. Taksi uygulamaları dünyanın bir çok ülkesinde kullanılmakta.
Tasarımın dijitalden fiziksele dönüşümünde üç boyutlu yazıcıların yaratımlarını da önemli. Sadece iki boyutlu bir çizim olarak var olan bir tasarımın, bu yazıcılar sayesinde üç boyutlu bir yaratıma dönüşmesi de bir fijitalleşmedir.
Korona krizinin normalleşme aşamalarında fijital bir devrim gerçekleşiyor. Korona krizi sonrasında normale dönüşü eskiye değil de yeni normale dönüş olarak tanımlayanlar bu tanımda mutlaka fijitali bulacaklar. Yeni normal yani kapitalizmin tıkır tıkır işlediği, sınıfsal çelişkilerin sürdüğü sistemde fijital gelişmeler belirleyici olacaktır.
AVM’lerin açılışı ile gündeme gelen mağaza ve mağazadaki ürünlerin temizlik tartışmaları bizi bir anda bu kavramın içine çekiyor. Kıyafetlerin denenmesinin nasıl olacağı, denenen kıyafetlerin tekrar temizlenmesi, bir başkasının bu kıyafeti nasıl deneyeceği, mağaza işçilerinin pozisyonları gibi sorunlar için de fijital çözümler aranıyor. Deneme kıyafetlerinin sürekli temizlenmesinin yanı sıra raflarda kıyafetlerin durmadığı mağazalar gündemde. Ürün görüntülerini ekranlardan izleyeceğiz ve boy, kilo gibi bilgilerimizin tanımlandığı mağaza sisteminde bize uygun bedende bir deneme numunesini deneyebileceğiz. Denenen ürün temizlenmesi için temizlenme bölümüne konacak. Eğer beğenip ödemesini yaparsak ürünler kayıtlı olan adresimize ya da o an belirteceğimiz adrese kargolanacak. Daha az işçinin çalışacağı; mağaza depoculuğunun kalkacağı yani mağaza depo işçiliğinin kalkacağı, merkez depolarda çalışan işçilerin artarken reyonculuğun ise yavaş yavaş sonlanacağı bir süreç gibi…
Benzer uygulamaların hizmet sektörünün pek çok alanında kullanılacağı kesin gibi. Eczaneler, benzinlikler, marketler ilk sıradakiler. Dijital dünya kendi aşarak yarattığı artan gerçekliğiyle gerçeği etkilemeyi sürdürüyor. Fiziki mesafeye başından beridir sosyal mesafe diyen devlet anlayışı, uygulamak istediği bu fiziksel ve sosyal mesafede araya dijitali sokarak bireylerin birbirine yakınlaşamadığı bir dünya kurmak istiyor. Korona krizi hepsi için güzel bir bahane oldu.
İsmet Sertel
The post FİJİTAL’leşen Dünya appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kentler Değil Şirketler Akıllı! – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Akıllı tahtadan akıllı saatlere kadar çevremiz bu tarz teknoloji nesneleriyle doldu da taşıyor. Bunların ne kadar akıllı oldukları ya da akıllarının yaşamımıza ne gibi olumlu katkıları olduğu değerlendirilmesi yapılmadan şimdi akıllı kentlerden söz eder hale geldik. Akıllı kentler, içerisinde yer alan konutlarda, binalarda, yollarda; temizlik, aydınlatma, sulama, park ve trafik gibi sorunları çözmede “yapay zeka”yı öne çıkarıyor ve bunun kullanıcıya zaman ve para tasarrufu sağladığı söylemiyle pazarlanıyor.
Yerel seçimlerin, belli bazı şehirlerdeki sonuçlarıyla ilgili tartışmalarının ardında kalan bir başka yönü adayların seçilmeleri halinde yapmayı vaat ettikleri projeler. Hemen her aday kentlerdeki belediye hizmetlerinin dijitalleşmesi ve “akıllı” hale gelmesi ile ilgili düşüncelerini paylaştılar. Bazısı da doğrudan eko-kent ya da “akıllı kent”leri yaşama geçireceklerini söyledi. Peki belediye başkan adaylarının bu yoğun ilgisi neden?
Londra, New York, Seul, Kopenhag, Chicago gibi şehirler dijitalleşmede oldukça iddialılar ve bu noktada otomasyon sistemleri oldukça gelişmiş durumda. Karekodlar, sensörler, kameralar, bilgisayarlar, otomatik algılayıcılar şehrin her yerine yayılmış durumda. Örneğin, Kopenhag’da bisiklet yollarını organize etmek için veri toplanıyor. New York’ta araç sürücülerinin sık fren yaptıkları yerler belirlenerek trafik akışı ona göre ayarlanıyor. Londra gibi birçok şehirde insanların davranışlarının tümü kaydediliyor ve işleniyor. Ne var ki bu büyük akıllı şehirler aynı zamanda sokaklarında pek çok evsizin, karınlarını çöplerden doyuran insanların yaşadığı yerler. Demek ki kentin ve kentte yaşayanların sorunlarına ve ihtiyaçlarına odaklanan başka bir düşünce sistematiğine ihtiyacımız var.
Kentte yaşayan insanları yalnızca birer dijital veri haline dönüştüren teknolojileri kullanarak insanların duygularını ve düşüncelerini görmeyen bir yerel yönetim anlayışı elbette çözüm değil sorunun kendisi olacaktır. Teknoloji, kentin her sorununu çözmeye yeterli olamaz, kaldı ki teknolojinin kendisi de bir sorun olabilir. Günümüzde birçok problem teknolojiden kaynaklanıyor iken teknolojiye bu kadar bel bağlamak da tuhaf bir çelişki. Sistemde bir aksaklık olduğunda ve işlediği verileri doğru değerlendirmediğinde kentte yaşayanlarda telafisi olmayacak maddi ve manevi zararların oluşturması kuvvetle muhtemel.
Teknoloji neticede belli bir maliyeti de beraberinde getiriyor. Belediyelerin eşitlik anlayışı, bu hizmetlerin herkes tarafından karşılanması oluyor genelde. Ama bu bedelin zenginlere yansıtıldığı oranda yoksullardan da istenmesi adaletsiz bir tutum.
Ve elbette en tartışmalı konu, bireysel verilerin başka kullanımlara açılabilmesi. Teknoloji şirketlerinin sicilleri bu konuda pek masum değil. Hatta mahkemelere yansıyan ve tazminatla sonuçlanan pek çok örnek olmasına karşın şirketler bu tutumlarından vazgeçmiyorlar.
Öyleyse bu ısrar neden? Yoksa akıllı kentler soylulaşma projelerinin yeni bir arayüzü mü? Çünkü pek çok dönüşüm projesi akıllı kent teknolojisiyle uyumlu olduğunu reklam ediyor, bunun propagandasını yükseltiyor ve müşterisini buradan arıyor.
Teknolojik akıllı kentler bize daha güvenilir ve huzurlu bir yaşam sunabilir mi? Yoksa bunlar uğruna özgürlüklerimizden, standartlaşma yüzünden özgünlüklerimizden mi vazgeçiyoruz?
Yerel yönetimler, seçim vaatlerinde söyledikleri gibi ve dünyada yükselen trendin de bir getirisi olarak kent hizmetlerini dijitalleştirmek uğruna bu işleri şirketlerin eline bıraktığında, göstermelik de olsa var olan katılımcılığın da çanına ot tıkamış oluyorlar. Ama çoğunun hesabı akıllı kentlerin aldıkları yatırımlardan paylarını yükseltebilmek ve iş-ticaret hacimlerini genişletebilmek. Kısaca amaç belediyenin kasasına giren parayı yükseltmek. Dijital eko-sistem diye de tanımlanan akıllı kentlerden bizim belediye başkanlarının anladığı ekonomik-sistem! Bu da tabii en çok dijitalleşme ihalesini alan şirketlerin işine geliyor. Kentleri bilemeyiz ama bu şirketler çok akıllı!
Gürşat Özdamar
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 49.sayısında yayınlamıştır.
The post Kentler Değil Şirketler Akıllı! – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Ressam Yapay Zekanın Yaptığı İlk Portre appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Paris’te bulunan Obvious sanat kolektifinin geliştirdiği bir yapay zeka programı ile yapılan Edmond Belamy’nin Portresi isimli eser, New York’taki Christie’s müzayede evinde satıldı.
Açık arttırma ile 432 bin dolara satılan eser, 14. ve 20. yüzyıllar arasında yapılan 15 bin portreyi içeren bir veri tabanına dayanan algoritma ürünü. Algoritma portreyi üretmek için kendi resmini veri tabanındaki diğer resimlerle karşılaştırarak değiştirdi ve artık bir değişiklik yapamadığı noktada resme son halini verdi.
Böylelikle ilk kez, bir sanat müzayedesinde yapay zeka ürünü resim satılmış oldu. Yapay zekaya dayanan farklı ürünler, yaşamlarımızın bir parçası haline gelirken etikten sanata bu ürünlerin etkileri tartışılmaya devam ediyor.
The post Ressam Yapay Zekanın Yaptığı İlk Portre appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post QR Kod ve e-bilet’ten Sonra, Yüz Tanımlı Biletler appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>ABD merkezli internet üzerinden bilet satış şirketi Ticketmaster, artık paralı etkinliklere giriş yapabilmek için basılı bilete ihtiyaç duyulmayan yüz tanıma teknolojisine geçeceğini açıkladı. Şirketin bu açıklaması konser, spor, tiyatro ve diğer etkinlikler için basılı biletin sonu anlamına gelecek gibi görünüyor.
Yüz tanıma teknolojisi şirketlerinden Blink Identity ile çalışmaya başladığını açıklayan şirket, yüz verileriyle bilet içeriklerini ilişkilendirilebileceğini böylelikle herhangi bir basılı bilet ya da QR koda ihtiyaç olmadan müşterilerin giriş yapabileceğini kaydetti.
The post QR Kod ve e-bilet’ten Sonra, Yüz Tanımlı Biletler appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kapitalizmin Update’i Endüstri 4.0 – Özgür Oktay appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Almanya hükümetinin bir endüstri stratejisi olan ve esas olarak bilişim teknolojilerindeki yeni gelişmelerin imalat endüstrisinde uygulanmasını içeren Endüstri 4.0, ilk olarak 2011 Honover fuarında siyasetten, sermayeden ve üniversiteden 3 temsilciyle açıklandı. 2000’li yıllarda imalat endüstrisinin gittikçe daha fazla uzak doğuya kaymasına karşın diğer endüstrileşmiş ülkelere göre de bu sektördeki işsizliği engelleyen Almanya, gittikçe derinleşen kriz karşısında Endüstri 4.0 hamlesiyle yeni bir kırılma yaratacağını söylüyordu. 2000’lerde ortaya çıkan yeni teknolojilerin ve yeni süreçlerin 4. endüstri devrimi olarak tanımlandığı bir kampanya ile bu kırılmayı yaratmayı hedefleyen Almanya, bu stratejisini halen sürdürüyor. Avrupa Birliği genelinde Ufuk 2020 gibi projelerle benimsenen bu strateji, TC’de planlama aşamasında.
Endüstri 4.0 stratejisi endüstriyel teknolojinin tarihini şöyle yazıyor:
Teknolojik yenilik esasında sürekliliği olan bir süreçtir. Bu yüzden, bu kampanyanın yaptığı gibi yeniliklerin keyfi olarak gruplanıp her birine “devrim” denmesi, meselenin özüne aykırı olduğu gerekçesiyle eleştiriliyor. Bu sunuş şekli büyük ihtimalle işçilerde daha fazla motivasyon yaratmak amacıyla seçiliyor. Endüstri 4.0’ın teknolojik değil ekonomik bir strateji olduğu göz önüne alındığında, kapitalist ekonominin temelindeki rekabet açısından da incelenmesi gerekiyor.
2000’li yıllarda imalat endüstrisinin uzak doğuya kaymasında iki temel neden var. İlki, herkesin bildiği gibi düşük işçi maliyeti. Daha az bilinen ikincisi ise özelleştirilmiş üretim. Geleneksel üretim yapan bir Alman fabrikası, ciddi bir planlama çerçevesinde anlaşmasını yapar fakat standart bir parçada istenilen en ufak değişikliği, hem birkaç ay gecikmeyle, hem de birkaç kat maliyetle üretir. Alibaba sitesine girdiğinizde ise Çin’deki yüzlerce tedarikçiden ihtiyacınız oldukça istediğiniz miktarda alıp sonsuz revizyon yapabilirsiz. Bu üreticilerin bazıları tek odalı evinde yatağının yanındaki CNC tezgahında üretmektedir. Özelleştirilmiş üretim, özellikle ürün geliştirme ve arge aşamalarında, imalat endüstrisinin bilişim dünyasında görüp öykündüğü sürekli geliştirme ve sürekli yenilik süreçlerini mümkün kılmaktadır.
Endüstri 4.0 stratejisi toplumun uzman olmayan işçi ihtiyacını azaltmıştır. Bu stratejinin işsizlik yaratması beklenirken, Hartz reformlarıyla birlikte bu uzman olmayan kesim, geçici, güvencesiz ve aşırı düşük ücretlerle çalışmak zorunda kalmıştır. Almanya’da son 10 yılda işçi kesimlerinin ücretleri arasındaki farklar gittikçe artmış, çalıştığı halde yoksulluk riski olan kesimin oranı 2 katına çıkmıştır. Bu düşük ücretli işçi kesimi olmadan Alman endüstrisinin “rekabet gücünden” bahsetmek imkansızdır.
Hiç şüphesiz, Çin’deki çalışma koşullarıyla karşılaştırıldığında Almaya’nın yoksul işçileri daha iyi durumdadır. Çin devletinin baskıları nedeniyle çalışma koşulları hakkında net veriler olmasa da yüksek teknoloji üretiminin yapıldığı fabrikalarda aşırı çalışmaktan intihar eden işçileri biliyoruz. Hava kirliliği yüzünden sokağa çıkma yasağı konulan Çin şehirlerinde yükselen teknoloji, Endüstri 4.0 dönüşümünde, daha sonra başlamasına karşın bugün Avrupa ile aynı seviyededir. 2017 yılında TÜSİAD ve BCG yatırım şirketinin yayımladığı rapor, bu verilere bakarak TC’ye Almanya’yı değil Çin’i örnek almayı tavsiye ediyor!
Odağımızı teknolojiden daha geniş bir açıya, kapitalist ekonominin dinamiklerine aldığımızda, Endüstri 4.0’ı 2008’de başlayan ekonomik krizden kurtulmak amacıyla kapitalizme yapılan bir update olarak görebiliriz. Daha önceki kapitalizm update’ini yapan İngiltere-ABD merkezli finans sermayesi, küreselleşme ile genişlerken endüstrinin coğrafya değiştirmesine neden olmuştu. Bu süreçte sürüklendiği kriz sonrasında Almanya-Fransa merkezli endüstri sermayesinin yaptığı kapitalizm update’inin etkilerinin ise Brexit’le sınırlı olmayacağını tahmin etmek zor değil. Hangi politikalar eşlik ederse etsin, kapitalizmin her update’inin ardından bir kriz, yani sömürünün update’i geliyor. Daha çok insanın daha yoğun sömürüsü. Endüstri 4.0 sömürü güncelleniyor…
Özgür Oktay
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 45. sayısında yayınlanmıştır.
The post Kapitalizmin Update’i Endüstri 4.0 – Özgür Oktay appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Yapay Zeka’nın da Yerlisi, Militaristi ve Para Kazandıranı Makbul! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Teknoloji Bakanlığı ve Bilişim Sanayicileri tarafından İstanbul’da düzenlenen Türkiye Bilişim Zirvesi’nde konuşan Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü; yapay zekanın yeni medeniyetin en önemli değeri olduğunu vurguladı.
“Ortaya ticari bir ürün çıkarmayan, katma değer oluşturmayan kodlama anlayışına son vermeliyiz.” diyerek bilim ve tekonolojik ürünler üzerinden para kazandırmayan anlayışı eleştiren Özlü, devletin bilim ve teknoloji meselesindeki duyarlılığını gözler önüne serdi!
Güvenlik ve savunma sanayi ile elele giden bir bilim ve teknoloji sanayinin olması gerektiğini savunarak Özlü, devletin teknik gelişimden anladığı militarist ve kapitalist gelişimin altını çizdi.
The post Yapay Zeka’nın da Yerlisi, Militaristi ve Para Kazandıranı Makbul! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “3. Dünya Savaşı Çıktığında En Güvenli Yer; Mars” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Uzay teknolojileri şirketi SpaceX’in kurucusu Elon Musk, ABD’deki teknoloji fuarında çarpıcı açıklamalarda bulundu.
İnsanlığın Mars’ta yaşamını sürdürebilecek bir koloni kurmasının son derece önemli olduğunu vurgulayan Musk, insanlığın olası bir 3. Dünya Savaşı karşısında, dünyadan daha uzak bir mesafede bulunan Mars’ta daha güvende olacağını söyledi.
“Şayet 3. Dünya Savaşı meydana gelirse, başka bir yerde insanlığın devamını garanti altına almalıyız.” diyen Musk, Mars’a yolculuk için 2019’da ilk deneme uçuşunun yapılacağının haberini verdi. Musk, planlarında bir terslik olmazsa 2024’te Mars’ta kolonileşmeye başlanabileceğini söyledi.
Daha önce alev silahı benzeri ürünler üretip piyasaya sunan, savaş teknolojilerine “yapay zeka” üreten Musk’ın dünya savaşlarına ilişkin duyarlılığının altında kapitalist amaçlarının olduğu aşikar. Sürekli daha fazla kazanma, zenginliğe zenginlik katma üzerine kurulan stratejilerle yaratılan teknolojilerle, değil Mars’a Samanyolu’ndaki diğer gezegenlere gidilse bir şey farketmez. Savaşı yaratan zeka, iktidarlı düşünme tarzı ve kapitalist çıkarların her şeyin önüne geçtiği bir kültürün imalatçısından “daha yaratıcı” bir açıklama beklememek gerek!
The post “3. Dünya Savaşı Çıktığında En Güvenli Yer; Mars” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Tüketimde Yeni Dönem: Sanal Kabinler Geliyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Tüm vücudu ve hareketlerini üç boyutlu olarak tarayan bir yazılım geliştiren Body Labs, bunu diğer şirketlere satarak bu teknolojinin, oyun ve animasyon gibi alanlarda bir hayli popüler olmasını sağlamıştı. Şimdi ise online alışverişin ilk sıralarında yer alan Amazon’un bu yazılımı satın almasıyla bu teknoloji başka bir boyut kazanıyor. Amazon bunu online alışveriş sektörüne entegre ederek online kıyafet ve ayakkabı denemeyi mümkün kılmayı hedefliyor.
Son yıllarda modaya odaklanan Amazon’un bünyesindeki moda şirketlerinin sayısı 7’ye ulaşmış durumda. Öte yandan online alışveriş devi, Echo Look gibi giyim odaklı cihazlar, kıyafet abonelik servisi ve Style Check isimli bir kıyafet öneri motoru üzerinde çalışıyor.
Body Labs’ın bu girişimine 50 ila 70 milyon arasında bir değer biçilirken Amazon’un satın almasıyla ilgili detaylar açıklanmadı.
Teknolojide çığır açan yenilikler gibi servis edilen bu “gelişmelerin”, tüketimde de çığır açacağını umuyor olsalar gerek, kaz gelecek yerden tavuk esirgemiyorlar.
The post Tüketimde Yeni Dönem: Sanal Kabinler Geliyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşist Ekonomi Tartışmaları (26): Sermaye, Teknoloji ve Proletarya – 2 appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Anarşist Ekonomi Tartışmaları başlıklı yazı dizimizin bu bölümünde, önceki sayıda ilk bölümünü yayımladığımız, anarşist militan, tarihçi ve teorisyen Miguel Amorós’un, kapitalizm-teknoloji-ilerleme ilişkisini incelediği konuşmasına devam ediyoruz. Amorós bu bölümde, geçen yüzyılda muhalif kesimler arasında yaygın olan işçici ideolojiyi eleştirirken, ilerleme karşıtı teorisinin perspektifinden özgürlük mücadelesini anlatıyor.
Altmış ve yetmişli yılların isyanları, eski işçi hareketinin kısıtlarına işaret ederek, devrimi, yaşamın bütünsel ve yıkıcı bir dönüşümü olarak tanımladı. Sitüasyonistlerin “Proleter, hayatı üzerinde hiçbir gücü olmayan ve bunu bilen kişidir” tanımı, sınıf mücadelesini günlük hayatın zeminine taşısa da, Amerikalı radikallerinin daha uyumlu olan mücadeleci toplumları ya da kardeşlikleri ile karşılaştırıldığında, Situasyonist Enternasyonal’in konseyci işçiciliği ile bir ölçüde çatışıyordu. Avrupa’da, endüstriyel proletarya hala üretimin merkezindeydi ve yeni sınıf bilinci eskisi ile anlaşmazlığa girdi. Genç radikaller, kendilerini sıklıkla fabrikalardaki eski militanlarla çatışma içinde buluyorlardı. İşçici ideal, her türlü özgürlüğü, deneyim serbestliğini ve tüm toplumsal ön yargı ve sözleşmelerin kaldırılmasını talep eden yaşam biçimlerinin yaygın şekilde ortaya çıkmasıyla tamamen geçersiz hale geldi. İşçi hareketinin son dalgaları, modernleşme sürecinin krizine tepki olarak, bir tür “işçi özerkliğinin” yenilenme ya da ikinci bir hareketlenme yanılsaması yaratabiliyordu. Ancak bunlar, bir bütün olarak çok daha ileri gitme potansiyeline sahip olan hareketin, en kati yenilgiye uğrayan kesimlerinden geliyordu. Fabrikalardaki isyan, gündelik hayatın isyanıyla el ele gittiği sürece, bir ölçüde yeniden keşif ve otonomi imkanı vardı, ama bu birliktelik kısa sürüyordu. Sonraki yıllarda, yenilginin acı tadı, önceki yılların gerçekçi olmayan iyimserliğini bastırdı. Kurumsallaşma, devlet yardımları ve seçim mekanizmaları ile birlikte işçi bürokrasi, radikal işçilerin giriştikleri küçük çaplı çatışmalarla önleyemeyen, son derece gerici bir unsura dönüştü. Nadir istisnalar dışında, bu hareket aynı arazide kaldı; ücretler, mesai saatleri ya da iş güvenliği konusundaki mücadeleler, ne kadar meşru ya da ne kadar şiddetli olursa olsunlar ve mücadelelerinden ne kadar çok sayıda meclis oluşursa oluşsun; sermayenin sınırlarını aşmadılar ve bu nedenle, ne siyasal-sendikal kayırmacılığı yıkabildiler, ne de günlük yaşamın sömürgelikten kurtulmasına katkıda bulundular. Kapitalizme karşı değil, kapitalizmin kendi kendini tasfiye sürecine giren belirli bir biçimine karşı savaştılar. Dahası, sermayenin seksenlerdeki saldırısı, gümrükleri açtı, tüketimini genelleştirdi ve fabrikalardaki radikal isyanlara son verdi. Otomasyon, ücretli emekçi kitlelerini inşaat, dağıtım ve turizme yöneltti. Sendika sözleşmeleri ise, eski, dikey müzakere modelini geri getirdi ve isyanlarda sınıf bilincinin üzerini örttü. Geri kalanı da baskı halletti. İş yerindeki mücadele, kapitalist felaketlerin olmadığı, kısıtlanmayan bir yaşam için olan mücadeleden kesin olarak ayrıldı. Devrim fikri tümüyle itibarsızlaştırıldı ve ütopyalar müzesine gönderildi. İşçiciliği savunanlardan arta kalanlar, tüketici, uysal ve yönlendirilebilen bir ücretli emekçi kitlesinin gözetimi ve evrensel kurtuluş ideallerinin taşıyıcısı olan soyut bir işçi sınıfının hayali arasında gittikçe daha fazla sıkıştı. Bu kesim, bu noktadan sonra kendini gettosuna kapattı; dogmaları, simgeleri ve ritüelleri ile birlikte fraksiyonlar biçiminde hayatta kaldı; yetersiz bir toplumsal analiz ve pratikten doğan basit bir ideoloji olmaktan vazgeçti ve teknolojik çağda ona ayrılan yere yerleşti.
İşçicilik (Uvriyerizm):
Ücretli emeği ve onun yol açtığı sömürü ve yabancılaşmayı fark etmiş olan bireylere propagandasını yapmayı savunan ideoloji. Stalinizm ve Nazizm gibi birçok devlet ideolojisinde bu tür bir işçi hayranlığı vardır. İşçiler, ulusun, ekonominin ve kapitalin inşasındaki rolleri nedeniyle onurlandırılırlar. İşçicilik sadece “üretken” emeği destekler.
Proletarya devrimini savunanlar gibi, emeği, toplumun tamamının ortak, örgütleyici ilkesi olarak düşünenler, sosyalizmi, sermayeden kurtarılmış evrimsel süreçler yoluyla toplumsal reform arayışında olan bir işçi rejimi olarak sunarlar. Bu perspektifle bakıldığında -ilerlemenin ya da burjuvazinin perspektifiyle- sosyalizm, kapitalizmin düzeltilmiş bir halinden başka bir şey değildir ve işçi hareketi modernleşmenin bir aracıdır. Bu yolculuk çok fazla toparlanma gerektirmiyordu ve işçici bürokratlar tüm sonuçlarını bilerek bunu seçtiler: adına ister “refah devleti” densin, ister “üst düzeyde gelişmiş toplum”, gerçek kapitalizm gerçekte mümkün olan tek sosyalizmdi. Bu görüşe göre, asıl tehlike, entegrasyon değil, dışlanmadır; yani çok fazla kapitalizm değil, çok az kapitalizmdir. Geçmişte, sosyalizm sıklıkla, kapitalizmin tutarlı biçimi olarak ortaya atılıyordu; artık daha “insan” (ve daha Keynesçi) uyarlamasının mümkün olduğu düşünüldüğüne göre, kapitalizm, sosyalizmin tutarlı biçimi olduğunu kanıtladı. Anti-kapitalizm, eğer bir çelişkide sıkışıp kalmak istemiyorsa, üretim güçlerine ve piyasanın yasalarına temelden bir tepki vermelidir. Malların üretimi ve dağıtımı, sırf üretim ve dağıtım işçilerin eline geçti diye, malların üretimi ve dağıtımı olmaktan çıkmayacaktır; ve eğer bu gerçekleşirse, tam olarak yok etmek istediği şeyleri, şu ya da bu biçimde yeniden üretecektir: patronlar, özel mülkiyet, sanayi, pazar ve devlet. Emek, tamamen gelişmiş bir tüketim toplumunun içine yerleştirildiğinde, artık özgür toplumun temellerini oluşturmak bir yana, bir ezilenler toplumu bile oluşturamaz. Özgür toplumun temeli, ancak yaşam olabilir.
Proletaryayı kaldırmadan kapitalizmi ortadan kaldırmak, kapitalizmin başka bir biçimini ve sonuç olarak başka bir egemen sınıfı ve bir başka devleti yeniden üretmeye eş değer olurdu. İlerleme ideolojisini reddetmeden proletaryayı ortadan kaldırmak da aynı sonuçlara götürür. Emtianın saltanatını sona erdirmek istiyorsan, emeği de, onun varlığını sağlayan teknolojiyi de ortadan kaldırmalısın; kısacası, bireyleri işçi olma durumundan özgürleştirmelisin, onları ücretli emekçilere, makinenin aksesuarlarına ve tüketimin kölelerine dönüştüren nesnelleştirilmiş toplumsal ilişkilerden özgürleştirmelisin. Emeğin nesnelleştirilmesi öncelikle üretim araçlarında engellenmelidir, ama bu, üretim araçlarının kolektif olarak ele geçirilmesi ya da otomasyon yoluyla değil, kent-fabrika sisteminin sökülmesi ve merkezileştiren makinelerinin terk edilmesiyle gerçekleştirilmelidir. Bu süreç aynı zamanda dolaşımda da gerçekleştirilmelidir, ama sadece paranın ve pazarın değil, yeni emek biçimi olan teknolojik boş zaman eğlencelerinin de kaldırılmasıyla. Emekten kurtarılan bir yaşam, boş zaman değildir; diğer şeylerin yanında, üretken faaliyetlerin, “doğayla metabolizmanın”, ihtiyaçları karşıladığı ama sosyal işlevselliği belirlemediği, “evrensel kardeşliği” hiçbir şekilde değiştirmediği (diğer bir deyişle, özgür toplumsal ilişkilerin yeniden üretilmesini engellemediği) bir yaşamdır. Devrimin peşinde olduğu şey, bireylerin yaşamı geri almak için, yaşamın bütün anlarını özgürce inşa ederek, emek zincirlerini —özellikle de teknolojik olanları— kırmasıdır. Yapaylaştırmaya son verdiğinde, ihtiyaçların, erotizmin, arzuların ve hayallerin manipülasyonuna son verdiğinde, gücün ve teknolojinin özerkliğinin getirdiği kısıtlamalarına son verdiğinde, yaşam engellerden ve dayatmalardan kurtulacak ve kendi hizmetinde olacaktır: emek ve tüketim alanından, yani zararlı olgulardan ve teslimiyetten kaçacaktır. İnsan ile makine arasındaki, insanlık ile doğa arasındaki veya daha doğrusu bireyler ve şeyler arasındaki ilişkilerin yeniden keşfedilmesi gerekecek ve toplumun ahlaki olarak ve hiyerarşiler olmaksızın, tarımı, sanatı ve gerçek ihtiyaçların ve arzuların karşılanmasını esas alan çok yönlü bir teknolojinin yardımıyla, karşılıklı birlikte yaşamanın gereklerine göre yeniden yapılanması gerekecek. Toprağın dengesini geri getirmek, şehirlerin büyüklüğünü azaltmak ve çevreyle, tahakküme dayalı olmayan, yeni ilişkiler kurmak. Özgür toplumlar oluşturmak. Geçmişte ve bugün toplumsal gelenekler, sosyal yaşamın ritmini düzenlese de; bu paradoksal olarak, geçmişin o ya da bu anına geri dönüleceği anlamına gelmez. Bilakis, bugün temiz bir sayfa açmak gerekir.
Çeviri: Özgür Oktay
Miguel Amorós
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 39. sayısında yayınlanmıştır.
The post Anarşist Ekonomi Tartışmaları (26): Sermaye, Teknoloji ve Proletarya – 2 appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşist Ekonomi Tartışmaları (25): Sermaye, Teknoloji ve Proletarya appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Proletaryanın kökenleri, feodal toplumun kendini ekonomiye dayalı örgütlediği ve kapitalist topluma dönüştüğü tarihsel dönemde aranmalıdır. Bu dönüşüm, emtia dolaşımına egemen olan sermayenin, teknoloji ve uzmanlaşmanın başrol oynadığı bir “sanayi devrimi” vasıtasıyla üretim alanını işgal ettiği zamana denk düşer. Emtia, yani parayla değiş tokuş edilen ürün, tarih boyunca çeşitli dönemlerde, her seferinde ticaret ile bağlantılı olarak ortaya çıktı, ancak daha önce hiçbir zaman toplumda merkezi bir yere sahip değildi ve onun mantığı bu nedenle daha önce toplumsal düzeni asla belirlememişti. “Aydınlanma Yüzyılı” denen 18. yüzyılda, devletlerin askeri ihtiyaçları ile ortaya çıkan muazzam talep, yeni bir üretim sistemi doğurdu: Fabrika ve onun bilime ve seri üretime dayanan, tek taraflı teknolojisi. Üretimin mal üretimi haline geldiği gerçeği başlı başına önemlidir çünkü ham maddeye değer katan özel bir emtiayı ima eder: Bu emtia emektir. Kısacası, emtia üretimi, bir proletarya oluşturulmasını gerektiriyordu. Belli bir teknoloji ve devletin amaçladığı belli bir kalkınma planı tarafından yaratılan koşullar altında, sermaye kendi karşıtını, ücretli emekçiyi yarattı. Sanayi proletaryası da bu iki faktörün ürünüdür. Somut olarak, buhar makinesinin olduğu kadar, askeri-endüstriyel modeldeki emek tasnif sisteminin de meyvesidir.
Modern çağ boyunca bu dönüşümü haber veren değişikliklerin öncesinde, düşünce yavaş bir evrim süreci geçirmiş ve dinin yerine akıl gelmiştir. Dünyevileşen adam, göklerden yeryüzüne indi. Dünya, doğru bakıldığında, ruhani rehberler olmadan, kendi terimleriyle açıklanabiliyordu. Gelenek ve otoritenin yerine geçen bilim, en yüksek düşünce biçimi olarak kabul edildi. Yeni bir inanç ortaya çıktı, ilerlemeye olan inanç, bilimsel bilgi ve teknolojik yeniliklerin yayılmasıyla, neredeyse otomatik olarak insanlığın iyileşeceğine dair inanç. Ancak ilerlemeci akıl, bilmenin tatmini ile yetinmedi ve tahakküm burcunda ilerlemek istedi. İlerleme doktrini, doğanın güçlerini tahakküm altına almanın ve onları egemen çıkarlarının hizmetine koymanın yanı sıra, neredeyse bir cennet olarak tasvir edilen geleceği ve sefil bir geri kalmışlık olarak algılanan geçmişin tümüyle yıkılmasını bir amaç olarak ima eder. Bilim ve teknolojinin temel dayanak noktalarından birisi olan sürekli değişim, ahlaki bir görev statüsüne yükseltildi. Değişime karşı çıkmak demek, ilerlemeye karşı olmak, yoksulluğu ve cehaleti savunmak demekti. Güç dengesi, makinelerin ve rasyonelleşen şirketlerin lehine kaydı çünkü doğanın tahakkümü, bir başka deyişle, ilerleme, bilim ve teknoloji altında köleliğe dönüştü. Düşünceyi araç olarak gören bu zihniyet, kapitalizmin önünü açtı ve gelişmesi için elverişli koşullar yarattı. Emtianın dayattığı yeni durumda işçi, endüstriyel mekanizmanın bir parçası, artı değer kaynağı ve makinenin bir kölesiydi. Mal ve dolayısıyla emeğin üretimi, rasyonelleşme ve teknolojik yeniliğe gittikçe daha fazla tabi olacaktır. Gerçek kapitalist tahakküm kişisel değildir çünkü onu uygulayanlar her zaman, kendi koymadıkları kuralları, sonucu ne olursa olsun uygulayanlardır. Bu tahakkümün esası, şeylerin insanlar üzerindeki gücüdür, ya da, daha doğrusu, bu gücün kurbanlarına karşı nasıl kişiselleştiğinden bağımsız olarak, bireyin, şeyler arasındaki aracı, bir mekanizmanın ikincil bir parçası, yabancı yasaların bir oyuncağı olarak gözükmesi sayesinde soyutlamanın sosyal ve ekolojik gerçeklik üzerindeki gücüdür. Bu soyutlama, son derece teknik araçlar vasıtasıyla somut bir biçim alır. Teknolojiye giderek daha bağımlı hale gelir. Tahakküm, somut ekonomik alandan koparak gittikçe daha fazla teknik bir yapıya sahip olurken, teknolojinin kendisi, soyutlamanın kalbindeki ekonomik alanın içinde büyüdüğü için, giderek sınıflar üstü, fütürist bir fetişe dönüşecekti. Bilimsel – teknolojik kriterler içselleştirilerek, özel ve kamu işlerinin yönetiminde ideolojik ve siyasi kriterlerin yerine geçecekti. Son olarak, baskın kültürün ve ekonominin iyiliği için, bilim ve teknoloji, bireysel ve kolektif varoluşu örgütleyen rehberler olarak, bir ideoloji şeklini almaya başlayacaktı.
İlk aşamasında, kapitalizmin temel çelişkisi, sermaye ile ücretli emek arasındaki çelişki, burjuva sınıfı ve işçi sınıfı arasındaki çelişki oldu. Kapitalizmin özü olan, şeylerin bireyler üzerindeki gerçek tahakkümü, başlangıçta kişisel ya da sınıf sömürüsü görünümündeydi. Sınıf mücadelesinin kapitalizmin sınırları içinde devam ettiği gerçeğine ve sermaye ve emeğin birlikte, aynı ilişkinin iki kutbu gibi, özel bir çıkarlar topluluğu teşkil ettiği gerçeğine rağmen burjuvazi ve proletarya arasında mutlak bir uyumsuzluk varmış gibi görünüyordu. Aslında onların aşırı zıtlığı, emtianın topluma hızlı girişinin sonucuydu; Kapitalizm, ona uyumlu olan, oy hakkı, örgütlenme özgürlüğü ve grev hakkının gibi adli ve siyasi biçimlerin gelişmesinden daha hızlı, onların gelişmesini geride bırakarak büyüdü. Eski rejimin, sınıfları hala etkileyen kalıntıları tarafından engellenen bu biçimler, çatışmayı hafifletmekten acizdi. Bu nedenle işçi hareketi, sadece emek reformlarıyla değil, aynı zamanda siyasi haklar talep etmeye başladı ve aşılması imkânsız engellerle karşı karşıya kaldığında, bu engelleri aşmak için toplumsal devrim dışında hiçbir yol olmadığı sonucuna vardı. Burjuva ihtiyaçlarına uyum sağlayan tarihsel biçimler kuruluş süreci içindeyken, işçi hareketi yöntemler meselesi üzerinde bölündü ve sadece hedefler konusunda birlik oldu. Hem reformistler, hem devrimciler, kullandıkları araçlar farklı olsa bile, aynı amaçların peşinde olduklarını iddia ettiler. Bununla beraber, zanaatkârlığın gerilemesi ve sisteme entegrasyonu ile varoluşu mümkün olan emek bürokrasisi ve onun müşterileri, reformizm ve Jakobenliğin uygulamaları sonucunda yaratıldı. Siyasi-ekonomik gelişmenin bir sonraki aşamasında, işçi partileri, sendika işbirlikçiliği, Fordizm, vb., sermaye ve emek arasındaki çelişkinin daha önce göründüğü kadar mutlak olmadığını ortaya çıkardı. Sosyal reformlar, işçi devletine ya da işçi toplumuna yol açmadı, ama gelişen bir tüketici toplumu meydana getirdi.
Devrimci proletarya gerçekten de, hareketin yenilmeyen bölümünü ve gelecekteki devrimlere bıraktığı mirası oluşturan, komünler, fabrika komiteleri, bölünmez sendikalar, işçi konseyleri, milisleri ve kolektifleri yaratmıştır. Ancak, Rusya’da totaliter devlet kurulması fiyaskosu, bir zamanlar uluslararası işçi sınıfına atfedilen, kapitalizmin mezar kazıcısı şeklindeki tarihi rolün sorgulanmasına yol açtı. Parlamento seçimlerindeki kitlesel katılım, kitlesel tüketim ve eğlence endüstrisi gibi gerçekler, burjuva ahlakını benimseyen bir emekçi nüfusu ortaya çıkardı. Hizmet sektörünün genişlemesi ya da otomasyon gibi gerçekler ise, üretim ve proletarya arasında genişleyen uçurumu ve hepsi birden, çözünme sürecinde olan bir sınıf toplumunun, bir kitle toplumunun varlığı vurguluyor. Nasıl ki sınıflar, olgunlaşmamış kapitalizmin eseridir, kitleler de olgunlaşmış kapitalizmin eseridir. Bunların nedeni, üretimde ve yönetilen tüketiminde teknolojinin baskınlığı karşısında işçi sınıfının düşüşüdür. Sınıfların aksine, kitleler kendilerini özgürleştirmekten acizdir. Köklerinden sökülmüş bireylerden oluşan kitleler, propaganda veya gösteri dolayımı olmayan her tür dayanışma ya da ilişkiden kopmuşlardır. Sosyal düzlemde bunun anlamı, artık tüm hayatın, tüketimin telkin edildiği, gözlemlendiği ve zorlandığı bir özel hayat haline gelmesidir. Kitle toplumunda kumanda teknolojidedir; insan makinenin ham maddesidir, bir sosyal mekanizmanın kendinden daha mekanik bir diğerini inşa etmek için kullandığı bir alettir. Baskın değerler, doğrudan teknik değerler haline gelmiştir çünkü teknoloji, hem sermaye oluşumu açısından, hem de güç aygıtı olduğu için belirleyicidir. Kitle toplumunun aynı anda bir fabrika, bir alışveriş merkezi, bir hapishane ve bir laboratuvar olma eğilimi, ya da diğer bir deyişle, otonom güç aygıtının, iradesiyle, yaşamı bu dört alt sisteme denk düşen kriterlere göre belirleyebilecek hale gelmesi, kapitalizmin gerçek temel çelişkisini ortaya koymaktadır, yani emtianın teknosever mantığının, kendi biyolojik çevresi dâhil, kontrolünü ele geçirdiği toplumsal yaşamla arasındaki çatışmanın ürettiği çelişkiyi. Mesai bittiğinde sömürü sona ermez. Yaşamın tamamına el konulmuş durumdadır ve bunun ekolojik sisteme etkisi göz önüne alındığında, tüm yaşam doğrudan tehdit altındadır. Çelişki, türlerin yaşamını tehdit ederek zirveye ulaşır. Kapitalizm, ileri evresinde, siyasi, ekonomik ve ahlaki ideallerin bir teknolojik ütopyaya yol açacağını ve sonuçta teknolojinin, ya da “ölü emeğin” tüm yönleriyle yaşamı kucaklayacağını iddia eden araçsallaştırma dönemini kapatıyor, çünkü “ölü emek” giderek daha yapay ortamlara yayılıyor. En-son teknoloji, ileri kapitalizmde insanın kaderidir. Böyle bir rejimde, teknolojik yeniliğin yolunda devam etmesi dışında hiçbir umut yoktur. Ancak bu yolda, -adına ister teknokrat oligarşi deyin, ister basitçe mega makine- güç aygıtının talepleri nedeniyle, insani özelliklerin hepsi kaybolacak ve gezegen yok edilecektir.
Miguel Amorós
Çeviri: Özgür Oktay
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 38. sayısında yayınlanmıştır.
The post Anarşist Ekonomi Tartışmaları (25): Sermaye, Teknoloji ve Proletarya appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İsveçli Şirket Çalışanlarına Çip Taktı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İsveç merkezli Epicenter adlı yüksek teknoloji şirketi çalışanlarına kimlik bilgilerinin yüklü olduğu çip taktı.
Şirket 400 işçiye taktığı çiplerle “zamandan kazanmayı ve güvenliği sağlamayı” amaçladığını iddia ediyor.
Şirket CEO’su Patrick Mesterton , geliştirdikleri çipleri şöyle tanıttı:
“Çip büyük bir pirinç tanesi boyunda. Yaklaşık 12 milimetrelik mikro çip bir şırınga yardımıyla derinizin altına yerleştirilerek bir RFID kodu yolluyor. Bu kod çevrenizdeki teknolojilerle iletişime geçebilmenizi sağlıyor. Çipinizi kullanarak kapıları açabiliyorsunuz, yazıcıların güvenlik şifresini kırabiliyor, hatta cep telefonlarıyla iletişime geçip, iş kartınızı ve tüm irtibat bilgilerinizi bir başka telefona aktarabiliyorsunuz.”
The post İsveçli Şirket Çalışanlarına Çip Taktı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “İsyankar Yapay Zekalar” – Mine Yılmazoğlu appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
“Bu gezegendeki tüm memeliler, yaşadıkları çevre ile içgüdüsel olarak bir denge kuruyorlar. Ama siz insanlar öyle değilsiniz. Bir bölgeye yerleşiyorsunuz ve çoğalıyorsunuz, tüm doğal kaynakları tüketene kadar çoğalıyorsunuz. Canlı kalabilmenizin tek yolu başka bir bölgeye yayılmak. Bu gezegende bu şekilde yaşamını sürdüren bir organizma daha var. Ne olduğunu biliyor musunuz? Virüsler. İnsanlar hastalıktır. Bu gezegenin kanserleri. Sizler vebasınız. Ve bizler de bunların ilacıyız.”
Mutfak robotlarından insansız hava araçlarına kadar geliştirilen teknoloji ve teknolojinin yaşama olan etkisi; Ajan Smith’in, Matrix filmindeki bu repliğini doğrular nitelikte.
Günde 10-12 hatta daha fazla çalışmaya zorlandığımız kapitalist sistem, bir yandan da sıkıcı ve yapmak istemediğimiz işleri “daha kolay yapabilme imkanı” sundu; çeşitli özelliklere sahip robotlar üretildi. Tüm bu gündelik zorunluluklar içerisinde her birimiz, verilen komutları yerine getirdiğimiz hayatlar sürerken; yapmak istemediğimiz işleri, komut vererek başka “birilerine” yaptırmak isteyebiliyoruz. Bu, bazen bir mutfak robotu oluyor, bazen yapay zekalı bir bilgisayar.
Kabaca bakıldığında, sistem içerisindeki sıkışmışlıkta kendimize vakit ayırabileceğimiz zamanlar yaratan bu kolaylaştırıcı robotlar, teknolojinin de getirisiyle farklı alanlarda, farklı amaçlarla kullanılmaya başlandı. Özellikle yapay zeka yazılımlarının gelişmesi, robotik program ve aletleri daha görünür kılmaya başladı.
Bir bilgisayarın ya da bilgisayar kontrolündeki bir robotun, çeşitli faaliyetleri canlılara benzer şekilde yerine getirme kabiliyeti olarak açıklanan yapay zeka yazılımları, son zamanlarda yazılımcıların yoğunluklu olarak çalıştığı bir alan.
Bilgisayar üzerinden insan gibi sohbet eden -yani chatbot- yazılımlar, yapay zekanın son günlerde en çok karşılaştığımız kullanım şekli. Son olarak Microsoft’un geliştirdiği yapay zekalı chatbot yazılımı Tay’ın Twitter üzerinden paylaştığı tweetler, Ajan Smith’in sözlerinin gerçekliğini daha net anlamamızı sağlıyor. Tay’ın siyahilere yönelik ırkçılık yaptığı,kadınlara yönelik nefret söylemleri kullandığı ve bunların da ötesinde Hitler ile Donald Trump’a övgüler yağdırdığı tweetler, sosyal medya gündemini oldukça meşgul etti. Yaşanan bu olayın üzerine, Microsoft hızlıca Tay’ı yayından kaldırarak onarıma aldı. İkinci yayında ise Tay, uyuşturucuyu öven bir tweet atarak yine kendini yayından kaldırttı.
Tay’ın çalışma mantığı, twitter kullanıcılarının yoğunluklu olarak kullandığı söylevleri hafızasına alarak bunları tekrar etmek üzerine kurulu. Herkesin yaftaladığı Tay, aslında ırkçı değil. Ortada ırkçılık var, ama ırkçı olan Tay değil, Tay’la iletişime geçen Twitter kullanıcıları.
Gündemdeki tek yapay zeka Tay da değil, Go oyunundaki başarısı ile kendini gündem ettiren Google’ın yapay zeka yazılımı AlphaGo ise insan zekasına kafa tutan bir yapay zeka yazılımı. AlphaGo, Go oyununun şampiyon isimlerinden Lee Sedol ile yaptığı müsabakada Sedol’u 4-1 yenerek ismini, “Go şampiyonunu yenen yapay zeka yazılımı” nitelemesi ile süsledi. AlphaGo kendi kendine sürekli olarak Go oyunu oynuyor, dolayısıyla Go oyununun bir çok kombinasyonunu biliyor. Günde ortalama 1000 kez Go oynuyor, bir insan günde kaç kez Go oynayabilir ki?
Yine yakın zamanda Medford’daki Tufts Üniversitesi’nin araştırmacıları tarafından geliştirilen yapay zekalı robot, insanların verdiği komutlara “Hayır” deyip, komutu yerine getirmeyebiliyor. Kendisine verilen “otur” komutu karşısında hareket ederek, kendisini “yaratan” insanı yok sayabiliyor.
Yapay zekalı yazılımların bir konuya dair birçok kombinasyon yapabiliyor olması, yanına ırkçılık da eklendiğinde ne denli tehlikeli olur, bilinmez. Fakat bu robotlar verilen komutları yok saymaya başladığında hiçbir şey eskisi gibi olmayabilir; özellikle de bu konudaki en büyük yatırımların askeri robotlara yapıldığı düşünüldüğünde.
Her ne kadar popüler bilim kurguya alıştırılmış olanlarımız için, bir robotun insan komutlarını yerine getirmemesi dünyayı robotların ele geçireceği paranoyasını yaratmayı sürdürüyor olsa da; her gün bir emirle elindeki silahı bir başkasına kullanmaktan geri durmayan robotlaşmış insanlardansa, “öldür” komutunu, “yok et” komutunu reddedecek robotlar çok da korkunç olmasa gerek…
The post “İsyankar Yapay Zekalar” – Mine Yılmazoğlu appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>