The post Lise Tercihlerinde “İmam Hatip” Zorunlu Oluyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>LGS’ye giren yaklaşık 1 milyon öğrenci 2-13 Temmuz arasında tercih yapacak. Sınavdan sonra gecikmeli yayınlanan LGS kitapçığına göre, sıralamada ilk 120 bin öğrenciyi alacak olan “nitelikli” okulları tercih edebilmek için, yapılacak 5 tercihten birinin imam hatip lisesi olması gerekiyor.
Eğer imam hatip tercihi bulunmazsa, sistemde özel sınavla öğrenci alan “nitelikli” okulların bulunduğu ekran açılmayacak.
The post Lise Tercihlerinde “İmam Hatip” Zorunlu Oluyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Ev Ararken Anahtar Kelime: Lise appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Liselere geçişte TEOG yerine getirilen ‘en yakın okula yerleştirmeye’ dayalı sistem emlak sektörüne de yeni bir emlak arama kriteri kazandırdı. Fen liseleri, proje okullar gibi başarı ortalaması daha yüksek olan liselerin bulunduğu bölgelerdeki emlak ilanlarında, ‘liseye yakın’ ibaresi önemli bir emlak arama kriteri olarak öne çıkarken, kullanıcıların yaptıkları kelime bazlı emlak aramalarında ‘lise’ içeren sorgular 4 günde ortalama 15 kat arttı.
Verilere göre, TEOG yerine getirilen yeni sistemin ayrıntılarının belli olduğu 5 Kasım 2017 tarihi itibarıyla sahibinden.com’da ‘fen lisesine yakın’ emlak araması bir bütün olarak görülmeye başlandı ve bu arama ‘lise’ kelimesini içeren sorgularda 2. sıraya yerleşti.
5 — 8 Kasım tarihleri arasında aynı emlak aramalarında en çok kullanılan ibareler ise sırasıyla ‘fen lisesi’, ‘fen lisesine yakın’, ‘anadolu lisesi’ ve ‘liseye yakın’ olarak gerçekleşti.
The post Ev Ararken Anahtar Kelime: Lise appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Kremlinoloji Değil “Beştepeoloji”! – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Her akşam televizyonlarda 4-5 saat süren tartışma programları, tartışma programlarında çoğunlukta AKP cenahının kalemşörleri ve laf cambazları, azınlıkta AKP karşıtları… Her tartışmada iktidarın en sığ söylemlerinin bile farklı alt okumaları, satır aralarının farklı yorumları…
Her sabah gazetelerde cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar ve vekillerin açıklamalarını, -göz kırpışları dahil- hareketlerini yorumlayan manşetler, bol komplo teorili köşe yazıları…
Herkes olmuş Kremlinolog!
Kremlinoloji Nedir?
Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından önce Soğuk Savaş günlerinde, Batılı gözlemcilerin o topraklardaki politik gelişmeleri tahmin edebilmek için kullandıkları özel bir teknik, bir tahlil yöntemi vardı. Kremlin, o zaman Sovyet -şimdi Rus devlet insanlarının makamı olan- Moskova’nın merkezindeki saray ve “külliye”; daha da öncesine bakarsak Çar’ın sarayıydı.
SSCB’nin kapalı bir toplum yapısı vardı. Kremlin’de ne olup bittiğini, nasıl kararlar alındığını değil Batılı iktidarlar, hiç kimse bilemezdi. Basın da Komünist Parti kontrolündeydi; sürekli, sansürsüz ve sağlıklı bir haber akışı elbette yoktu. Bu sebeple Batılı politikacı, medya ve istihbarat mensuplarının ülke ve partideki gelişmeleri analiz etmek için keşfettikleri ve kullandıkları bir teknikti Kremlinoloji.
Bildiğimiz üzere Çarlık Rusyası, SSCB, hatta bugünkü Rusya da dahil o topraklarda devletin açık mesajlar yerine gizli mesajlar vermek gibi bir geleneği vardı. Kremlin’den yapılan bir açıklamanın ya da parti gazetesi Pravda’da yer alan bir makalenin satır araları, Kremlin’in duvarında asılı olan bir portrenin bir haber fotoğrafı çekilirken kaldırılmış olması, sarayda başkan açıklama yaparken kürsüdeki nesnelerin duruş şekli ve açısı, başka bir devletin temsilcisiyle yapılan görüşmenin fotoğrafında nereye baktığı, gerçekleştirilen anma etkinlikleri ya da askeri törenlerde protokol sıralamasında yapılan ufak bir değişiklik, protokol içinde bir yan bakış, kaş çatış gibi sembollerin siyasetteki karşılığı aranırdı.
Batılılar, karşı siyaset geliştirebilmek için, kapalı bir kutu olan Kremlin’i anlamaya çalışıyordu. Yukarıda bahsettiğimiz semboller de, SSCB’nin bir konuda ne yapacağı ya da yapmayacağına dair işaretler olarak da algılanır ve yorumlanırdı. Örneğin bir siyasetçinin geçen yılki törene kıyasla bu yıl protokolde daha önde yer bulması, parti içinde yıldızının parladığını gösterirdi. Komünist Parti sekreteri kişinin tören boyunca ayakta durması, kötü denilen sağlık durumunun iyi olduğunu kanıtlama çabasıydı.
Özellikle ABD’de ciddi bir akademik alan olarak ortaya çıkan Kremlinoloji, Kremlin’in dışarı yansıyabilen yüzünü analiz etmek için Zbigniew Brzezinski’den (1977-1981 yılları arasında ABD Başkanı Jimmy Carter’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olan ünlü stratejist ve kremlinolog) Condoleezza Rice’a (Sovyetler Birliği’nin son zamanlarında, 1989’da Ulusal Güvenlik Konseyi’nin Sovyet ve Doğu Avrupa İlişkileri Direktörü olmasından 2005-2009 arasında ABD Dışişleri Bakanı olmasına kadar farklı pozisyonlarda yer almış siyaset bilimci ve Kremlinoloji uzmanıydı.) kadar, nesiller boyu uzman yetiştirmişti.
Siyaset Bilimcilere, Yorumculara Yeni Bir Teknik Öneriyoruz: Beştepeoloji
Kremlinoloji, kapalı toplumları anlamak için bugün hala kullanılan bir teknik. Ancak yaşadığımız coğrafyadaki politik iktidarın davranışlarını yorumlamak için bu tekniği kullanmaya çalışarak hiçbir sonuca varılamıyor. Çünkü buradaki devletin tarzı, gizli mesajlar vermekten ziyade, açık mesajlarla meydan okumak. Kapalı bir toplumdan da pek bahsedemeyiz. Dolayısıyla Kremlinoloji ile Beştepe’yi anlamaya çalışan ana akım medyanın 5 saate varan tartışma programları, aşırı yorum ve niyet okumalarla vakit öldürüyor.
Onlara farklı bir teknik öneriyoruz: Beştepeoloji!
Her gün yapılan açıklama bombardımanlarını, bir gün düşman ilan edilen devletle ikinci gün kurulan ittifakları, dış politikadaki tutarsızlık kadar iç politikada da birbirini tutmayan söylemleri, konudan konuya jet hızıyla atlayan gündemleri takip edebilmek için ihtiyaç duyulan teknik Kremlinoloji değil, Beştepeoloji’dir.
Güncel olaylardan vereceğimiz örneklerle açıklayacak olursak; TEOG’un kaldırılacağını, devlet yetkililerinin masasında ters çevrilmiş TEOG kitapçığıyla yaptığı basın açıklamasından değil, TEOG’u kaldıracaklarına dair beyanlarından anlıyoruz. Bu meseledeki yoğun haber akışını, 15 senede 5 kez değişen eğitim sistemini takip edebilmek için Beştepeoloji uzmanlarına ihtiyacımız olduğu ortada.
Belediye başkanlarının istifaları ve metal yorgunluğu açıklamalarının da pek alt okumaya ihtiyacı yoktu. Parti içinde ya da toplumda herhangi bir çekincesi olmayan Erdoğan, olup bitecekleri paldır küldür açıklamıştı. Haber yorumcuları ve yazarlarsa Kremlinolog edasıyla Erdoğan başta olmak üzere devlet erkanının sığ açıklamalarının altında derin anlamlar aramayı sürdürüyor. Kremlinoloji için derin anlamlar yüklü açıklamalar, davranışlar, semboller gerekir. Erdoğan ve devlet erkanının açıklamalarınınsa derinlikten oldukça yoksun olduğunu biliyor, her gün yeniden görüyoruz. Bu koşullarda, onları anlamak için kullanılacak teknik, olsa olsa Beştepeoloji’dir.
Mercan Doğan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 41. sayısında yayınlanmıştır.
The post Kremlinoloji Değil “Beştepeoloji”! – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post MEB Yeni Sistemin Kısaltmasını Açıkladı: EBSMYS appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bugün yapılan açıklamaya göre öğrenciler oturdukları adrese en yakın 5 liseden birini ”seçebilecek”. Şehir dışındaki bir liseye gitmek isteyenler ise yaklaşık 600 proje lisenin olduğu şehirde yapılacak olan genel sınava girmek zorundalar.
Yeni sistemin ne zaman uygulamaya geçeceği, daha da önemlisi ne zaman değiştirileceği merak konusu.
The post MEB Yeni Sistemin Kısaltmasını Açıkladı: EBSMYS appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post MEB’den Açıklama: “Elmastan Değerli Bir Eğitim Sistemimiz Var.” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, Eskişehir’de AK Parti Tepebaşı İlçe Teşkilatı 4. Olağan Kongresi’nde yaptığı konuşmada, TEOG sınavlarının kaldırılmasıyla ilgili eleştirileri anlamadığını, her dönemde eğitimde değişiklikler olabileceğini söyledi. “Bizim doğalgazımız, petrolümüz, elmas madenimiz yok ama elmastan değerli bir eğitim sistemimiz var.” diyerek eğitim sistemini öven Yılmaz, yeni sisteme dair açıklama yapmadı.
MEB, öğrencilere 2013’te “Ailelerinizle, arkadaşlarınızla daha çok vakit geçireceksiniz.” diyerek başlattığı TEOG sınavlarını, “Daha çocukluktan başlayarak her evladımızın yarış atı konumuna girmesini hangi anne baba ister? Çocuklarınızı biraz sevin, biraz evinde kalsın. Ailesiyle vakit geçirsin.” gibi açıklamalarla geçtiğimiz günlerde kaldırmıştı.
Ve TEOG; AL, LGS, OKS, SBS’nin ardından son 15 yılda kaldırılan 5. sistem oldu.
The post MEB’den Açıklama: “Elmastan Değerli Bir Eğitim Sistemimiz Var.” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Lise ve Üniversitelerden Anarşist Merhaba – Meltem Çuhadar, Şeyma Çopur appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Giriş
2017-2018 eğitim öğretim dönemi, eylül ayı (liseler özelinde 18 Eylül günü) içerisinde başlamış oldu. Başlayan bu eğitim dönemi öncesinde, geçtiğimiz dönemlerde de olduğu gibi, çeşitli alt başlıklarda yapılan tartışmalar (laiklik) ile aslında eğitim tartışılmış oldu. (Hatta bu yazının yazıldığı günlerde TEOG kaldırıldı). Biz de tartışmanın önemli bir öznesi olarak tartışmaya katılmak istedik.
Öncelikle eğitimi basitçe tanımlayalım. Eğitim, bilgi aktarımı kisvesi altında iktidarın bireyleri ve toplumu şekillendirme aracıdır. Bu yapmış olduğumuz tanım, toplumun tamamını değerlendirdiğimizde karşılık bulacak bir tanım olamayabilir. Çünkü, toplumda bilginin “uygun” bir şekilde aktarıldığı ve başka bir aktarım şeklinin olmadığını zanneden bir anlayış vardır.
Biz, eğitim kavramı üzerine yapmış olduğumuz araştırmalar ve tartışmalar sonucu; eğitim denilen sistemin bireyin ve toplumun üzerinde bir tahakküm aracı olduğunu, devletin, kapitalizmin ve dinin bireyleri ve toplumu kendi çıkarlarına göre şekillendirmek için var olduğu sonucuna vardık. Eğitim sorunsalında özellikle son yıllarda çok tartışılan, “Alternatif Eğitim” gibi modeller, eğitim sistemi için bir kurtarıcı olarak tanımlansa da bilginin mülkiyeti ve bu mülkiyet üzerinden oluşan tahakküm sorunsalını çözmeye yetmemektedir. Ancak bu tartışma, başka bir yazının konusudur.
Eğitimin bir iktidar aracı olarak kullanıldığını kabul edersek, bu dönemin başlangıcında yaşanan tartışmaların iktidar kavgasından başka bir şey olmadığını fark ederiz. Bu kavganın tarafları, AKP’nin adıyla somutlaşan milliyetçi-muhafazakar iktidar ve ulusalcı-cumhuriyetçi muhalefettir. Bu sadece basit bir iktidar-muhalefet tartışması gibi görünse de, tartışmanın kapsamı, toplumun yönetilmesinden tutun da yaşamın şekillendirilmesine kadar etkilidir. Yine de eğitim sisteminin öznesi olan bizler için eğitim başlığının tartışılan alt başlıklarını değerlendirelim.
Müfredat Değişikliği Tartışması
Müfredat, eğitimin bireyi şekillendirilmesindeki en belirgin araçtır. Bireye, dolayısıyla topluma hangi bilginin verilip verilmeyeceği ve nasıl verileceği müfredat tarafından belirlenir. Müfredatı belirlemek aslında iktidarın kısa ve uzun erimde toplumu şekillendirme stratejisiyle alakalıdır. Milliyetçi ve muhafazakar bir toplum yaratmak isteyen iktidar 6 yaşından 18 yaşına kadar süren eğitimin şeklini belirlemek ister. Bu dersler kapsamında, milliyetçilikle bezenmiş tarih ve coğrafya derslerinde “vatan” sınırlarının şekillendirilmesi, abartılı savaşlardaki abartılı kahramanlıklarla yükseltilen milliyetçilik Türk Dili ve Edebiyatı’yla sürdürülecektir. Oluşturulmak istenen muhafazakar ahlak anlayışı, ders saatleri artırılan din kültürü ve ahlak bilgisi dersi ile gerçekleştirilecektir. Matematik, fizik, kimya gibi (toplum) iktidar yararına olan dersler değişmezken, çok renkliliği-sesliliği, yaratıcılığı savunan sanat, düşünen düşündüren soruları cevaplayan sorgulayan felsefe, birey hallerinden toplumun hallerini araştıran geliştiren psikoloji, sosyoloji gibi derslerin ders saati azaltılırken derslerin niteliği de değiştirilir. (“Nitelikleri düşürülür” yazmadık çünkü zaten eski müfredatta da nitelikleri düşüktü. Sadece bu iktidara uygun bir şekilde nitelikleri değiştirildi.) Spor dersi ise genel geçer sporların yapıldığı bir spor anlayışından çıkarılarak güçlü güçsüz ayrımını belirleyen ve adeta bir asker sporuna dönüştürüldü (Aslında hep böyleydi).
Müfredat değişikliği tartışmalarının önemli bir örneği, evrim teorisinin müfredattan çıkarılıp çıkarılmaması oldu. Gelen tepkiler üzerine iktidar önce oldukça netti: “Olmayan bir şeyin dersini nasıl öğretelim” karşılığını verdi. Ardından her ne olduysa “Çıkarmadık, daralttık.” denildi. Tartışmada en son varılan nokta ise “evrim teorisinin felsefi altyapısı olmadığı gerekçesiyle liselerden kaldırılıp üniversitelerde öğretilmesi” oldu. İktidarın evrim teorisini tamamen müfredattan çıkaramamasının nedeni, tek başına muhalefetin tepkisi değil gibi görünüyor. Bunun nedeni, önümüzdeki günlerde anlaşılacak gibi.
Yönetmelik Değişikliği Tartışması
Eğitim sisteminde yönetmelik değişikliğinin kapsamı okulun işleyişi ile ilgilidir. Okulun başlangıç ve bitiş saatleri, okul içi kurallar ve kurallara uyulmadığında disiplin kurulunun işleyişi gibi konular yönetmelikle ilgili konulardır. Yönetmelikler, eğitim sistemi içerisine konumlandırılan öğrencinin tüm hareketlerini kontrol altına alan kurallardan oluşur. Kılık kıyafetinden saç sakalına, öğrencinin okul içi okul dışı hal hareketlere kadar davranışlarını kapsamaktadır. Hatta bu kapsama geçtiğimiz dönemlerde çıkarılan bir yönetmelikle öğrencilerin internet paylaşımları da alındı. Daha internet paylaşımları üzerinde herhangi bir öğrenci Erdoğan’a hakaret suçlamasından cezalandırılmamış olsa da bu önümüzdeki günlerde bunun olmayacağı anlamına gelmemektedir. Kaldı ki internet paylaşımları üzerinden öğrencilerin fişlendiği ise aşikar. Bu fişlemelerle “bu bizden-bu bizden değil” anlayışıyla ayrıştırdıkları öğrencileri büyük bir baskının beklediğini biliyoruz. Her türlü muhalif öğrencinin karşı karşıya kalacağı bu baskı, iktidar ve muhalefetin kavgasının ötesinde herkesi kapsayacaktır. Ayrıca bu yönetmeliklerin işleyişi belirgin bir çelişki içerecektir/içermektedir. AKP (ya da MHP) bünyesindeki müdürler, müdür yardımcıları ve öğretmenler yönetmelikle belirlenen disiplin kurallarını kendi öğrencilerine uygulamayacaklardır. Bu bize yönetmeliklerin kural koyucular tarafından bile işletilmediğini göstermektedir. Disiplin kuralları kural koyucular tarafından bile işletilmez. Çünkü bu kurallar “disiplin” için değil iktidarın kendine itaatkar bir toplum ve birey yetiştirmesi için uygulanır. Bu dönem gerçekleştirilecek olan bir başka değişiklik ise bu kuralların işletilemediği karşı koyuşlara saldırmak için özel güvenlik görevlileri yerine okullara özel polislerin yerleştirilmesidir.
Yapısal Değişiklik
AKP’den önce kemalist-ulusalcı ideolojiyle şekillendirilen eğitim 15 yıldır iktidarda olan AKP tarafından milliyetçi-muhafazakar anlayışa dönüştürülüyor. Bu dönüşüm, yavaş yavaş senelerdir sürmekteydi ancak son dönemde yapısal değişikliklerin hayata geçirilmesi hızlandı. Ortaokul ve liselerin imam hatip lisesine dönüştürülmesi, geçtiğimiz yıllarda da büyük bir tartışma konusuydu. Okulların yapısal değişikliği hızlandıkça İmam Hatiplerin sayısı da arttı. Önceden 60 bin olan imam hatiplerin sayısı 2017 itibariyle 2 milyonu aştı. Bu okulların iki bini, bu yıl açıldı. Yapılan yönetmelik değişikliğinde, bir ilçede Anadolu Lisesi açılabilmesi için nüfus şartı en az 20 bine yükseltildi. İmam hatipler için ise nüfus şartı 5 bine kadar düşürüldü. Bir başka yapısal değişiklik ise imam hatipler dışındaki Sosyal Bilimler, Fen, Güzel Sanatlar ve Spor Liseleri yönetmeliklere uymadığı gerekçesiyle kapatılabilecek olması. Bu değişikliğin uygulanması pek çok Anadolu, Fen, Sosyal Bilimler, Güzel Sanatlar ve Spor Liselerinin kapatılarak İmam Hatip Lisesine dönüştürülmesini sağlayacak.
Sonuç
Eğitim sistemi, milliyetçi-muhafazakar anlayışın topluma empoze edilmesi için, önceki iktidarlar tarafından olduğu gibi- bu iktidar tarafından da kullanılıyor. İktidarların kendi ideoloji ve yaşam biçimlerini topluma dayatma noktasında bir araç olarak kullandıkları eğitim, iktidarlar ve muhalefet tarafından tartışılırken meselenin asıl öznesi olan biz öğrenciler özgürlüğü bu iki taraftan birini seçmek zannederek büyük bir yanılgı yaşıyoruz. Aslında seçenekler aynı, hangisini seçersek seçelim, iktidarlar tarafından şekillendirdiğimiz bir seçim olacak bu.
Meltem Çuhadar
Lise Anarşist Faaliyet
Yükseköğretime Giriş Sınavı sonrasında “özgürce” seçtiğimiz üniversitenin bir bölümündeyiz. Artık, ilkokul ve liseden en önemli farkı “zorunlu” olmamasıyla aşırı “özgürleşmiş” olan üniversitedeyiz. Artık üniversitedesin, merhaba.
Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK): 12 Eylül’den sonra çıkarılan bir yasa ile kurulmuş, “Tüm yüksek öğretimi düzenleyen ve yükseköğretim kurumlarının faaliyetlerine yön veren, bu kanunla kendisine verilen görev ve yetkiler çerçevesinde özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine sahip, bir kuruluştur.” Ekim 2016’da yayınlanan KHK’nın ardından önceden YÖK’ün sorumlu olduğu üniversitelere rektör atama, artık cumhurbaşkanı tarafından gerçekleştirecek.
Üniversitelerde Neler Oluyor?
Zorunlu eğitim olmadığı için ilkokul ve liselerden ayrı tutulan üniversiteler, Yüksek Öğretim Kurumu’nca genel hatları belirlenen, ancak “her rektörün kendi yönetmeliği” olduğundan bu tartışmalara (laik eğitim-muhafazakar eğitim) dahil değil. Ancak, tartışmayı daha geniş bir başlığa, milliyetçi-muhafazakar ideolojinin toplumu istediği gibi şekillendirmesine çekersek, üniversiteler özelinde bu konuyla ilgili hayli söz üretebiliriz.
Öncelikle belirtelim: Üniversite, bireylerin sistem içinde konumlanabilmesi için var olan entegrasyondur. Birey kapitalist sistem içerisinde hangi pozisyonda konumlanacağını üniversiteler sayesinde gerçekleştirir. Ancak üniversiteler, bu topraklardaki ekonomik, siyasal ve toplumsal olaylara karşı söz üretebilmek adına önemli bir alandır. Bu yüzden üniversitelerde siyasi olarak var olmak biz anarşist gençler için de önemlidir. “Ülkemizin aydın insanları”, AKP’nin karanlığı” gibi söylemlerle tartışmanın diğer tarafını oluşturan ulusalcı- kemalist veya ilerici-sosyalist düşünceden farklı bir noktada duruyoruz.
Rektörler Artık “Seçilmiyor”
Gerçekleştirmek istediği yapısal dönüşümün üniversite ayağında, yakın tarihe kadar başörtüsü serbestliği dışında görünür bir çalışma yapmayan milliyetçi-muhafazakar iktidar, stratejilerini gerçekleştirmek için OHAL’i kullandı. Bu kapsamda, 29 Ekim’de yayınlanan 676 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile rektörlük seçimleri kaldırıldı. Rektörler, YÖK’ün önerdiği üç aday arasından Cumhurbaşkanınca atanacak. Şayet bir ay içerisinde önerilenlerden birisi Cumhurbaşkanı tarafından atanmazsa, YÖK de iki hafta içerisinde yeni aday göstermezse, Cumhurbaşkanı doğrudan atama yapacak.
Tüm bu düzenlemelerin üniversitelere yönelik bir hamle olmasının ötesinde “Başkanlık”ın uygulamaya geçmesinin bir göstergesi olduğunu unutmamak gerek. 1980 darbesi ile kurulan YÖK, 2007’ye dek fiili olarak “özerk” bir yapıya sahipti ve YÖK’ün çizdiği genel sınırlarda, her üniversitenin yönetimi rektörlüklerdeydi.
2016’da rektörlük seçimleriyle ilgili yayınlanan KHK’dan önce, “Rektörlük seçimleri üniversitelerde haksız uygulamalar, kırgınlıklar ve kişisel çekişmelere yol açmakta ve yükseköğretim kurumlarında kaos ortamının oluşmasına neden olmaktadır. Bu nedenle üniversitelerde seçim sisteminin terk edilerek atama sisteminin getirilmesi ile bu sıkıntıların ortadan kalkmasının sağlanması amaçlanmaktadır.” açıklamasıyla AKP tarafından meclise yasa önerisinde bulunmuş, ancak muhalefetin tepkisi nedeniyle yasa önergesi geri çekilmişti.
Rektörlüğün Cumhurbaşkanı tarafından seçilmesi, aslında pratikte 2016’dan önce gerçekleşen bir uygulama. İstanbul Üniversitesi’nde 2015’te yapılan seçimlerde 300 oy fark ile Raşit Tükel rektör seçilmiş, ancak YÖK Mahmut Ak’ı birinci sıradan Cumhurbaşkanına önermiş ve böylece rektör Mahmut Ak olmuştu.
Bunun ardından, akademik camiada da, üniversiteliler arasında da tartışılan konu “milli irade” meselesi oldu. Erdoğan’ın o süreçte yükselttiği ve oy çoğunluğunu ifade eden “milletimizin iradesi” -yani temsili demokrasi- söz konusu üniversite olduğunda, hiç dillendirilmemişti ve Erdoğan, cumhurbaşkanı olmanın sorgulanamazlığı ile çoğunluğu da hiçe sayarak (zaten azınlık yok sayılıyor) yeni bir rektör atamıştı.
Darbeden bir yıl sonra kurulan YÖK, kuruluşuyla beraber, her üniversitenin kendi özelinde yaptığı rektörlük seçimini kaldırmıştı. Yükseköğretim Kurumlarına rektörü doğrudan YÖK’ün sunduğu adaylar tarafından Cumhurbaşkanı’nın ataması Kanunu getirilmişti. 1992 yılında, bu kanunda düzenleme yapılmış, üniversitelerde tekrar rektörlük seçimleri yapılmaya başlanmıştı. 2016 yılında çıkartılan KHK ile, seçimler tekrar kaldırılmış oldu. Yani üniversiteler YÖK’e değil, doğrudan Cumhurbaşkanlığı’na bağlanmış; bu yüzden YÖK’ün de eski etkisi kalmamış oldu.
Akademisyenler İhraç Ediliyor
Vakıf Üniversitelerini saymazsak, “köklü üniversiteler” olarak adlandırılan üniversiteler; bundan önce devrimci çalışmaların yapıldığı yerlerdi. Aynı zamanda, iktidarın sunduğu bilgi anlayışının ve iktidarın ideolojisinin dışında; -YÖK’ün etkisini saymazsak- rektörlerin, dekanların, profesörlerin ve akademisyenlerin kendi bilgi anlayışları ve muhalif ideolojileri vardı. Aynı zamanda, üniversiteliler ekonomik, siyasal ve toplumsal adaletsizliklere karşı üniversitelerden söz üretebiliyor, siyasetin bir öznesi haline gelebiliyorlardı.
Devletin OHAL kapsamında yayınladığı KHK’lar ile yüzlerce akademisyen görevden atıldı. Görevden alınan akademisyenlerin bir kısmı devletin FETÖ ile ilişkili olduğu öne sürdüğü akademisyenlerdi. Ancak görevden alınanların büyük çoğunluğunu muhalif akademisyenler oluşturuyordu. 11 Ocak 2016’da, Barış İçin Akademisyenler imzasıyla bir bildiri yayınlanan 1128 akademisyen, “Bu Suça Ortak Olmayacağız” şiarıyla Kürdistan’da yapılan “insan hakları ihlalleri”ne karşı tepkilerini gösterdiler. Hemen ardından Erdoğan tarafından hedef alınmaları gecikmedi: “akademisyen müsveddeleri”, “alçaklar”, “terörist yandaşları” gibi yaftalamaların ardından, “gerekli kurumları gerekli faaliyete” çağıran Erdoğan, yayınlanan KHK’lar ile kendisinden olmayanı susturma, sindirme ve yok etme stratejisinin bir uzantısı olarak FETÖ’cülerle birlikte, bu akademisyenleri de görevden aldırdı. Yerlerine atanan rektörler, profesörler ve akademisyenler; hepsi açık bir şekilde iktidarı destekliyordu.
Entegrasyon Şekil Değiştiriyor
AKP’nin milliyetçi-muhafazakar anlayışı haricinde üniversitelerde yaygınlaştırmak istediği anlayışın kendi ekonomik çıkarlarına da paralellik gösterdiğini söylemek zor olmasa gerek. Üniversitenin entegrasyon olduğunu söylemiştik, son 15 yıldır AKP iktidarının yapmış olduğu, yapmayı amaçladığı ve bundan sonra yapacağı şey bu entegrasyonun şeklini değiştirmektir. Sözgelimi bundan önce Çevre Mühendisliği’nde okuyan bir öğrenci, okulunda öğrencilerin yaptığı ekoloji panellerinde yer alması, akademisyenlerin veya profesörlerin ders anlatırken HES, RES gibi enerji santral projelerinin karşısında yer aldıklarını belirtmesi, yakın gelecekte imkansız görünüyor. Önümüzdeki süreçte, iktidarın öğretmenleri ve iktidarın anlayışının empoze edildiği öğrenciler artık santral projelerini yüzde yüz destekleyeceklerdir.
Şunu ekleyelim; üniversitelerde kemalist-ulusalcı ideolojinin hakim olduğu dönemde “daha özgürmüşüz” gibi bir yargıdan söz etmiyoruz. Ulusalcı-kemalist ideolojinin ilk yıllarında da benzeri stratejiler geliştirilmiş, “kemalist olmayan”ın herhangi bir alanda kendini var etmesi söz konusu olmamıştır. İktidarların, kendi ideolojileri doğrultusunda toplumu şekillendirme stratejilerinde, eğitim kurumları her zaman iktidara paralel olmuştur. Milliyetçi-muhafazakar iktidar, şu an kendi anlayışını/ideolojisini belirli bir kalıba sokmaya ve bu kalıpları keskin çizgilerle belirlemeye çalışıyor. Bu yüzden, kendinden olmayan hiçbir düşüncenin varlığı, kendi alanı olan üniversitelerde mümkün olamaz.
Devletin kutuplaştırma politikasının bir uzantısı olarak, toplumun geneline yayınlan bu taraflaşma, üniversitede de belirginleşti. Eğitim başlığında değerlendirilen tartışmaların üniversiteye yansıması bu taraflaşmanın ötesinde, iktidarın kendinden olmayanı hiçbir alanda var etmeme stratejisinin somutlaşmasıdır. Görünen o ki, bu dönem de biz gençler için tartışmalı bir yıl olacak.
Şeyma Çopur
Anarşist Gençlik
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 40. sayısında yayınlanmıştır.
The post Lise ve Üniversitelerden Anarşist Merhaba – Meltem Çuhadar, Şeyma Çopur appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>