think tank – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Tue, 15 Sep 2015 06:37:32 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 ” Global Barış Global Sermaye ” – İlyas Seyrek https://meydan1.org/2015/09/15/global-baris-global-sermaye-ilyas-seyrek/ https://meydan1.org/2015/09/15/global-baris-global-sermaye-ilyas-seyrek/#respond Tue, 15 Sep 2015 06:37:32 +0000 https://test.meydan.org/2015/09/15/global-baris-global-sermaye-ilyas-seyrek/ S Dünyanın pek çok yerinde savaşlar ve katliamlar, devletlerin büyük çıkar çatışmaları üzerinden devam ediyor. Savaş, biz ezilenler için yıkım olurken, gelişmiş silah endüstrisi, savaş teknolojisi ve savaş sonrası inşaat sektörüyle birlikte devletler ve tabii ki şirketler için büyük bir fırsat, büyük bir rant, büyük bir ekonomik kaynak oluşturuyor. Ekonomiyi beslemek anlamında savaş, devletler ve […]

The post ” Global Barış Global Sermaye ” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
SGPI

Dünyanın pek çok yerinde savaşlar ve katliamlar, devletlerin büyük çıkar çatışmaları üzerinden devam ediyor. Savaş, biz ezilenler için yıkım olurken, gelişmiş silah endüstrisi, savaş teknolojisi ve savaş sonrası inşaat sektörüyle birlikte devletler ve tabii ki şirketler için büyük bir fırsat, büyük bir rant, büyük bir ekonomik kaynak oluşturuyor. Ekonomiyi beslemek anlamında savaş, devletler ve şirketler için çoğu zaman vazgeçilemez bir yöntem.

Ancak devletler ve şirketler savaş yöntemini her zaman doğrudan kullanmıyorlar. Bazen barış da, rant ve sömürü için yöntemsel anlamda oldukça “kullanışlı” olabiliyor.

Küresel Barış Endeksi, Ranta Endeksli

Avustralya, Sidney merkezli Ekonomi ve Barış Enstitüsü… Enstitü’nün en önemli çalışması olan Küresel Barış Endeksi; Economist dergisi ve derginin istihbarat birimi tarafından derlenen veriler kullanılarak, barış enstitüleri ve düşünce kuruluşlarında görev alan ekonomistlerin yer aldığı uluslararası bir panelde hazırlanıyor.

Enstitünün hazırladığı tüm raporlar ve yapılan araştırmalardan derlenen veriler, devletler, şirketler, Birleşmiş Milletler, OECD ve Dünya Bankası gibi kurumların yanı sıra, onlara sahada asistanlık hizmeti veren küresel sivil toplum kuruluşları ve politika enstitüleri (think-tankler) tarafından kullanılıyor.

Enstitü, her yıl periyodik olarak yayınladığı ve “huzurlu ülkeler sıralaması” olarak da adlandırılan raporunu, geçtiğimiz haziran ayı sonunda açıkladı. Barış, ekonomi, siyasi istikrar gibi kriterler göz önünde bulundurularak hazırlanan raporda TC devleti, 36 Avrupa devleti arasında sonuncu sırada yer alırken, dünya sıralamasında 162 ülke arasında kendine ancak 135. sırada yer bulabildi. İlk üç sırada ise İzlanda, Danimarka ve Avusturya yer aldı. Barış Endeksi çalışması, dünyadaki çatışma ve savaş bölgelerinin ayrıntılı bir haritasını çıkartırken, bu coğrafyalarda ortaya çıkan durumların detaylı raporlarını hazırlıyor.

Peki Bu Ne Anlama Geliyor?

Daha önce de belirtmiştik, Barış Endeksi’ni hazırlayan enstitü uzmanları Economist Dergisi ekibinden ve bu dergi, kapitalist şirketlerin en önem verdiği, verilerine güvendiği dergilerden biri. Yapılan çalışmaların, hazırlanan raporların şirketlerin çıkarına hizmet vermeyeceğini düşünmek gerçekçi değil.

Savaş kadar barışı da kendi çıkarlarına kullanmakta kararlı olan küresel sermaye güçlerine “barış dönemlerinde” bu desteği sağlayan en önemli kurumlardan birisi Ekonomi ve Barış Enstitüsü.

Hazırladığı “Küresel Barış Endeksi” çalışmasıyla dünyadaki çatışma ve savaş bölgelerinin ayrıntılı bir haritasını ve bu coğrafyalarda ortaya çıkan durumların raporlarını üreten Enstitü, kapitalistlere ve devletlere yatırım yapabilecekleri alanları belirterek sermayelerini artırmalarına yol açıyor.

Savaş ve çatışma bölgeleriyle ilgili tüm bu çalışmalar, gerek savaş sırasında o bölgede gerçekleşen büyük rantın hissedarlarını azaltacak şekilde, riski sevmeyen patronları oradan uzaklaştırarak, gerekse bölgenin savaş sonrası ihtiyaçlarını belirterek, gerçekleşecek olan bu daha büyük ve kapsamlı sömürüye ve sermaye akışına rehber oluyor.

Enstitü ayrıca, savaşların olmadığı coğrafyalarda da analizler yapıyor ve buralardaki ekonomik durum ile kapasiteleri saptayıp sermayedarlara yapabilecekleri yatırımlar hakkında seçenekler sunuyor.

Yayımlanan raporlarda ekonomik istikrarsızlıklara bolca dikkat çekilirken, devletlerin içeride yaşadığı çatışmalara ve siyasi istikrarsızlığa da neden olarak ekonomik krizler gösteriliyor. Bununla beraber, savaş ve çatışmaların da yine barış ekonomisine zarar verdiğini, barışı gerçekleştirmenin ekonomik açıdan istikrarı yakalamakla geleceğini söyleyerek bir tuzak kuruluyor. Böylelikle ezilen halkların paylaşma ve dayanışma içinde bir arada yaşamaları için olmazsa olmazlardan biri olan “barış” kavramı, söz konusu Enstitü tarafından, şirketlerin ve devletlerin sömürülerini artırmaları için onlara bir araç olarak sunuluyor.

Kapitalist Barış

Enstitünün şimdiye kadar yaptığı çalışmalarda kullandığı bir barış tanımı var. Pozitif ve negatif olmak üzere iki ayrı bağlamda ele alınıyor barış. Çalışmaya göre “negatif barış”, şiddetin olmadığı bir atmosferi tanımlamak için kullanılıyor. “Pozitif barış”ın ifade ettiğiyse, şiddet varlığının ve korkusunun toplumdaki durumundan çok daha fazlası. Pozitif barış, sadece siyasal olanla ilgili değil, aynı zamanda toplumun sosyo-ekonomik durumuyla da ilintili. Pozitif barış durumunun oluşması için toplumun ekonomik açıdan da iyi bir konumda bulunması şart koşuluyor.

Küresel Barış Endeksi ile enstitü, özellikle Pozitif Barış tanımının üzerinde duruyor. Barışçıl toplumları destekleyen ve ayakta tutan davranışları, yapıları ve organizasyonların desteklenmesi noktasının altını çiziyor.

Pozitif Barış tanımının kerameti burada ortaya çıkıyor. Sosyo-ekonomik durumun iyi olması için gerekli koşullar kapitalist dengelerle kuruluyken, bu dengenin, yani kapitalizmin o coğrafyalarda daha iyi işlemesi için desteklenmesi gereken kuruluşlar olarak kapitalist şirketler ve bu şirketlerle ilintili STK’lar ön plana çıkartılıyor.

Çalışma, işte bu barış tanımıyla birlikte hiç şüphesiz, şiddetin yanı sıra sistemin devamı için gerekli olan, kapitalist ekonominin çarklarını risk olmadan çalıştıracak bir barıştan bahsediyor. Yaptığı saptama ve analizlerle de kendince tasarlayıp çizdiği bu barış portresinin vücut bulması için şirketlere ve devletlere yol göstericiliğinde bulunuyor.

Bir yandan şirketlere sağladığı verilerle sermaye akışına uygun coğrafya arayan Ekonomi ve Barış Enstitüsü; öte yandan barış terimini yeniden anlamlandırıyor. Devletin ve şirketlerin barışının rant ve sömürü olduğu ortada. Kapitalizmin barış hali ve savaş hali…

İlyas Seyrek

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” Global Barış Global Sermaye ” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/09/15/global-baris-global-sermaye-ilyas-seyrek/feed/ 0
21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: ” Yeni Türkiye’nin TESEV’i : PODEM” – İlyas Seyrek https://meydan1.org/2015/06/10/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-yeni-turkiyenin-tesevi-podem-ilyas-seyrek/ https://meydan1.org/2015/06/10/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-yeni-turkiyenin-tesevi-podem-ilyas-seyrek/#respond Wed, 10 Jun 2015 08:20:14 +0000 https://test.meydan.org/2015/06/10/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-yeni-turkiyenin-tesevi-podem-ilyas-seyrek/ Bozulan İttifaklar, Yeni İhtiyaçlar 2011 genel seçimleri sonrası politikalarını sertleştirerek otoriterleştiği söylenen iktidar partisi AKP ile, onunla fiili ittifak halindeki bazı liberal çevreler arasında 2000’li yılların başlarında kurulan ortaklık, 2013 Taksim Gezi Parkı Direnişi ile sarsılmış, aynı yılın sonlarındaki 17-25 Aralık Yolsuzluk Operasyonları sonrası ise artık sonlanmıştı. Hatta bu ayrışmanın ilk sinyalleri daha Gezi Direnişi […]

The post 21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: ” Yeni Türkiye’nin TESEV’i : PODEM” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- 21. yy teslimiyet teorileri ve pratikleri Yeni Türkiye'nin TESEV'i PODEM İlyas Seyrek

Bozulan İttifaklar, Yeni İhtiyaçlar

2011 genel seçimleri sonrası politikalarını sertleştirerek otoriterleştiği söylenen iktidar partisi AKP ile, onunla fiili ittifak halindeki bazı liberal çevreler arasında 2000’li yılların başlarında kurulan ortaklık, 2013 Taksim Gezi Parkı Direnişi ile sarsılmış, aynı yılın sonlarındaki 17-25 Aralık Yolsuzluk Operasyonları sonrası ise artık sonlanmıştı. Hatta bu ayrışmanın ilk sinyalleri daha Gezi Direnişi ve yolsuzluk operasyonları bile gündemde değilken, iktidar cenahınca nisan 2013’te dillendirilmişti. AKP İstanbul il başkanı Aziz Babuşçu, katıldığı bir toplantıda yaptığı konuşmada, “Önümüzdeki 10 yılda, geçmişte şu ya da bu şekilde paydaş olduğumuz, sözgelimi liberallerle paydaş olamayabiliriz. Gelecek onların arzu ettiği gibi olmayacak.” şeklinde konuşmuştu. İktidar sahipleri ile bu kesimler arasında 2011 seçimleri sonrası sıcaklığını yitirmeye başlayan ilişkilerdeki makas, AKP’nin geçtiğimiz ağustos ayındaki cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında da iyice açılmıştı.

İktidar partisi ile söz konusu bu liberal çevre ve kişiler arasındaki ittifak dönemlerinde birlikte hareket edilen kimi sivil toplum kuruluşları bu “yeni döneme” uygun olarak yeniden ele alınmaya başlandı. Ayrıca iktidara yakın kimi isimlerde var olan bu kuruluşlarla yollarını ayırmaya başladılar. Uzun bir dönem TESEV’in yönetim kurulu başkanlığını yapan, aynı zamanda Açık Toplum Enstitüsü Türkiye Danışma Kurulu üyeliğinde de bulunan Can Paker’in öncülüğünü yaptığı birkaç isimle birlikte, geçtiğimiz nisan ayında PODEM (Kamusal Politika ve Demokrasi Çalışmaları Merkezi) adında, iktidar politikalarına yakın, söz konusu liberal çevrelere ise mesafeli yeni bir “think-tank”in kurulduğu medyadan duyuruldu.

İktidarın bu yeni dönemde küresel çapta da gerilim yaşadığı “Freedom House” gibi ABD merkezli düşünce kuruluşları, TESEV’in fon kaynaklarından biriydi. Geçtiğimiz yıl mayıs ayında Freedom House’un yayınladığı raporda, TC’yi “gazetecilerin özgür olmadığı” ülkeler klasmanında değerlendirmesi, iktidar ile söz konusu düşünce kuruluşları arasında gerilime neden olmuştu. Özellikle Taksim Gezi Parkı Direnişi sonrası iktidar çevrelerince sürüme sokulan “faiz lobisi” söylemlerinin küresel plandaki muhatapları da TESEV’in yıllardır işbirliği yaptığı Freedom House, European İnstitute gibi, son dönemde TC’nin ilişkilerinin “limonileştiği” ABD-AB merkezli bu kuruluşlardı.

Oluşan bu “yeni konjonktür” ile tüm bu veriler ışığında ortaya atılan PODEM projesine ilişkin Paker, bu yeni oluşumun neden ve hangi ihtiyaç çerçevesinde kurulduğunu açıklarken şöyle diyordu: ”TESEV’de başlayan tartışmalarda bizden iktidara muhalefet yapmamızı istediler. Oysa bizim gibi düşünce kuruluşları muhalefet yapmaz. Biz iktidara kim gelirse gelsin başarılı olması için çabalarız.”

Özellikle 17-25 Aralık sonrası iktidar ile İstanbul merkezli sermayeyi temsil ettiği söylenen patron örgütlenmesi TÜSİAD arasındaki yükselen gerilime de atfen “sivil toplum örgütlerinin iktidarla çatışmaması gerektiğini” belirten Paker, geçtiğimiz ocak ayında 17 yıldır içinde bulunduğu TESEV’den ayrılırken, önümüzdeki dönemde TESEV benzeri bir kuruluş içinde “teklif gelmesi halinde seve seve bulunabileceğini” söylemişti.

Bir düşünce kuruluşu ile içinde bulundurduğu patronlar nedeniyle TÜSİAD benzeri bir patron örgütlenmesinin “melezi” diye de değerlendirilebilecek olan PODEM’in kurucuları ve destekleyicileri arasında Can Paker dışındaki isimler de dikkat çekici. Devlet iktidarı menşeli her projede görmeye alıştığımız bu yüzden de gazetemizin bu bölümüne sıkça “konuk olan” gazeteci Oral Çalışlar, PODEM’in yönetim kurulu üyesi. PODEM’in diğer kurucuları arasında ise Etyen Mahçupyan, Limak Holding patronu Nihat Özdemir’in kızı Ebru Özdemir, iktidar yanlısı Yeni Şafak yazarı Süleyman Seyfi Öğün gibi isimler var.

PODEM’in kurucuları arasında bulunan ve yönetim kurulu üyesi olan isimler arasındaki en dikkat çekeni ise Cüneyd Zapsu. AKP’nin de kurucuları arasında bulunan Zapsu, bir süre partinin de yönetiminde yer aldı. AKP yönetiminde yer aldığı sırada dönemin başbakanı, şimdiki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın danışmanlığını yaptı. Cüneyd Zapsu, bu görevi sırasında rüşvet aldığı iddialarıyla karşı karşıya kaldı. Zapsu’nun Fiskobirlik eski başkanı Salih Zengin’den 50 milyon TL kredi karşılığında yüklü bir miktar rüşvet istediği iddiaları uzun süre konuşuldu. Ayrıca 2010 yılında yayınlanan Wikileaks belgelerinde Cüneyd Zapsu’nun adı, Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte TÜPRAŞ’ın daha sonra iptal edilen satışından haksız kazanç sağlayanlar arasında geçiyor.

Can Paker başta olmak üzere yukarıda da bazılarını saydığımız kurucularıyla iktidar çizgisindeki PODEM ile TESEV-TÜSİAD cenahının yollarının ayrışmasına vesile olan “iktidara muhalefet” konusunda ise TESEV’in geçmiş yıllardaki faaliyet raporlarına bakıldığında söz konusu “muhalefetin” sermaye ve patronlar lehine olacağı tartışma götürmez bir gerçek. (TESEV ile ilgili ayrıntılı bilgi için: Meydan Gazetesi,sayı:6,”Kapitalizmin Düşünce Depoları :TESEV”)

PODEM’ in “İlgi Alanları” İktidarla Paralel

Geçtiğimiz nisan ayı sonlarında kuruluşunu ilan eden PODEM’in henüz yeni açılmış olan internet sitesinde yer alan, kuruluşun araştırma alanlarının bulunduğu bölümdeki ilk üç konu, “çözüm süreci, güvenlik ve demokrasi, yeni anayasa (son dönemlerde devletin kamuoyuna dayattığı tartışma konusu başkanlık sistemi olarak da okunabilir.)” olarak belirginleşiyor. Diğer konulardan bazıları ise “adalet, yargı ve hukuk”, “din, devlet ve toplum”, “TC-AB ilişkileri”, ”İfade özgürlüğü ve medya”, “Türkiye ve Ermeniler” olarak öne çıkıyor.

Ayrıca kuruculardan yine Can Paker’in bir gazeteye verdiği mülakata göre PODEM toplumda polisin nasıl görüldüğüne dair araştırmalar yapıp, raporlar hazırlayarak devletin ilgili organlarına teslim edecek. Paker’in ifadesine göre, bu araştırmayla polisin “sorunlarını” inceleyerek İçişleri Bakanlığı’na “bir fotoğraf sunmayı” amaçlayan PODEM, elbette ki böylelikle son dönemde iyice artan polis şiddeti ve terörünü “görmezden gelerek üzerini örtecek.”

Yine aynı gazeteye verdiği mülakatta Can Paker, Alevilerle ilgili de bir rapor hazırlanacağını belirtti. Kuruluşun meselelere baktığı devlet iktidarı penceresi ışığında söz konusu raporun, Alevilerin yok sayılma, asimilasyon ve kimliksizleştirilme gibi sorunlarının ötesinde, Erdoğan’ın sık sık dile getirdiği ”mesele Ali’yi sevmekse…” içeriğinde olacağını söylemek sanırız kehanet sayılmaz.

Mevcut iktidar partisinin de üzerinde durduğu ve yakından ilgilendiği konulara el atmayı planlayan PODEM, söylemlerinde de vurguladığı üzere bir sivil toplum örgütü olarak iktidarla birlikte düşünmeyi planlıyor. Kuruluşun internet sitesindeki kısa tanıtım videosunda PODEM logosunun üzerinde bulunan “yönetene toplum bilgisi” ibaresi ile bu “birlikteliğin” amacı ortaya konuyor. Kısacası, bir düşünce merkezi, think tank olarak PODEM, iktidarın üzerinde yoğunlaştığı konulara olur verecek ve iktidarın politikalarının sivil toplum desteğini sağlayacak bir yapı olacağının sinyallerini şimdiden veriyor.

Sömürü Depoları: “Think tank”

Kapitalizm, kendi değerlerini halkın yaşamına sokmaya ve bu değerleri içselleştirmeye yönelik bir hamle olarak ortaya çıkardığı sivil toplum kavramının içini, toplumsal alanda yaşanan problemlere, “toplum” içerisinden çözüm çabalarının gelmesi gerektiği söylemi ile think-tank adı verilen düşünce üretim merkezleriyle de doldurdu. Ayrıca ideolojilerden bağımsız olma iddiasıyla “bilimsellik” ve “nesnellik” taşıdığı düşünülen think-tankler, fikrine başvurulan merkezler haline geldi. Ekonomi, politika, uluslararası ilişkiler, askeri ve stratejik konularda araştırma yapan ve raporlar ortaya koyan think-tankler, devletlerin ve şirketlerin politikalarında etkili oluyor. Sivil toplum kuruluşlarından olan ve “bağımsız” bir şekilde “bilimsel” düşünceler ve analizler ortaya koyan bu merkezler, şirketlerin ve iktidarların politikalarının meşruluğunu sağlıyor.

Dünya çapında yaklaşık 5500 think-tank, yer aldıkları devletlerin ve yakın oldukları şirketlerin faydalanacağı bilgileri toplamakta ve analizler yapmaktadır. Bu think-tankler de tıpkı PODEM gibi “yönetene toplum bilgisi” sağlamayı hedefleyen yani yönetenler ve şirketler için yeni sömürü alanları işaret eden kuruluşlardır. Özellikle dudak uçuklatan bütçeleri ve araştırdıkları önemli konularla dikkat çeken think-tanklerden bazıları şunlardır:

Brookings Institution: Washington merkezli kuruluş, yıllık 60.7 milyon dolar bütçesiyle dış politika ve özellikle Ortadoğu üzerine çalışmalarını yapmaktadır. Güçlü Amerikan demokrasisi, sosyal refah, ekonomi ve güvenlik gibi meselelerde araştırma yapmayı kendine görev edinmiş kuruluş, iktidardaki Demokrat Parti’yle yakın ilişkiler kurmaktadır.

Rand Corporation: California’da merkezi bulunan bu kuruluş, yıllık 251 milyon dolarlık dev bütçesiyle, askeri strateji, ekonomi ve politikayla ilgili araştırmalar yapmaktadır. İlk olarak ABD silahlı kuvvetleri için araştırma ve geliştirme yapması amacıyla kurulmuş, daha sonraları “bağımsız” olarak askeri stratejiler ve dış politika üzerine araştırmalarına devam etmiştir.

Overseas Development Institute: Merkezi Londra’da bulunan yıllık bütçesi 25.9 milyon dolar olan kuruluş, uluslararası kalkınma ve “insani meseleler”de araştırma ve yardım adı altında, özellikle de eski sömürge ülkelerinin yoğun olarak bulunduğu Orta ve Güney Afrika ve Endonezya’da çalışmalar yapmaktadır.

Gulf Research Center: Birleşik Arap Emirlikleri merkezli kuruluş, özellikle Basra Körfezi çevresindeki Sünni Arap yönetimlere sahip devletler lehine enerji, güvenlik gibi konularda araştırma yapıp raporlar hazırlamaktadır. Kuruluş, araştırma ve faaliyetlerini Birleşik Arap Emirlikleri Merkez Bankası Emirates Bank, küresel ilaç şirketi Glaxo ve Shell gibi şirketlerle yakın ilişkilerde bulundurarak gerçekleştirmektedir.

 

İlyas Seyrek

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post 21. YY. Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: ” Yeni Türkiye’nin TESEV’i : PODEM” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/06/10/21-yy-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-yeni-turkiyenin-tesevi-podem-ilyas-seyrek/feed/ 0
21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: Kapitalizmin Düşünce Depoları; TESEV https://meydan1.org/2012/12/25/21-yyda-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-kapitalizmin-dusunce-depolari-tesev/ https://meydan1.org/2012/12/25/21-yyda-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-kapitalizmin-dusunce-depolari-tesev/#respond Tue, 25 Dec 2012 11:48:15 +0000 https://test.meydan.org/2012/12/25/21-yyda-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-kapitalizmin-dusunce-depolari-tesev/ TESEV projelerine başladığı ilk günden bu yana amacı olan kamuoyunu oluşturabilmiş gibi gözükmektedir.   Ama esas mesele küresel siyasi ve ekonomik yapılardan bağımsız olmayan TESEV, bu yapıların küresel stratejilerini Türkiye’de uygulamaya geçirebilmiştir. Kapitalistlerin bu “başarısı”, arkasında küresel iktidarların niyetlerini gizleyen  “sivil toplum”un işlemesi olarak gözükmektedir. Kapitalizm, toplum içerisinde kendisini sadece üretim ve tüketim ilişkileriyle var […]

The post 21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: Kapitalizmin Düşünce Depoları; TESEV appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

TESEV projelerine başladığı ilk günden bu yana amacı olan kamuoyunu oluşturabilmiş gibi gözükmektedir.   Ama esas mesele küresel siyasi ve ekonomik yapılardan bağımsız olmayan TESEV, bu yapıların küresel stratejilerini Türkiye’de uygulamaya geçirebilmiştir. Kapitalistlerin bu “başarısı”, arkasında küresel iktidarların niyetlerini gizleyen  “sivil toplum”un işlemesi olarak gözükmektedir.

Kapitalizm, toplum içerisinde kendisini sadece üretim ve tüketim ilişkileriyle var edemeyeceğini anladığından beri, halkın gündelik yaşamına kendi kültürel değerlerini farklı biçimlerde sokmaya ve bu değerlerin içselleştirilmesine çalışmaktadır. Çalışmaktadır, çünkü bu süreç kendini tamamlamıştır denemez. Bu değerler bütününü toplumsallaştırmaya yönelik çabaların, liberalizmin farklı birçok yaklaşımında görmek mümkün. Bu çabaların önemli bir bölümü “sivil toplum” denilen kavramla şekillendirilmeye çalışılıyor.
Aslında, sivil toplum kavramı sadece liberal teorisyenlerin, devlete karşı liberal toplumu (ya da devlete karşı iktidar barındıran devletsi kurumsal yapılanmaları) savunurken kullandıkları bir kavram olmamakla beraber; sivil toplum kavramının liberalizmle özdeşleşmiş bir kavram olması, kapitalizmin topluma yerleşmesinde “sivil toplum”un ne kadar önemli bir kavram olduğu gerçeğini gözler önüne seriyor.

Kökenine inildiğinde Eski Yunan’a kadar varan bu kavram, 1980’le beraber yeni Marksist, yeni sol çevreler tarafından tartışılmaya; bürokratikleşmeye yüzünü dönmüş sosyalist yapıları eleştirmekte kullanılan bir argüman olmaya başlamış. Yaşadığımız coğrafyada da bu teorik tartışmalar benzer tarihlerde yaşanıyor olsa da “sivil toplum”un gündelik hayata yansıması çok gündem edilmemiş ya da ettirilmemiştir. Özellikle 1980’li yıllardan itibaren somut anlamıyla kendini bu coğrafyada gösteren “sivil toplum”unsa, bu tarihlerde kendini pratiğe geçirmesi rastlantı değil. Bahsi geçen yıllar, bu toprakların kapitalist sermayenin “serbest piyasası”na açıldığı dönemlerdir.
1980’li yıllarla beraber devletin hantallığı ve kurumlarının işlemez hale gelmesi sadece bu coğrafyaya ait üretilmiş bir söylem değildi elbet. Liberalizmin yeni tezahürleri, bu durumu her coğrafyada belirgin kılmaya çalıştı. Ancak özellikle toplumsal alanda yaşanan problemlere, “toplum” içerisinden çözüm çabalarının gelmesi gerektiği söylemi, beraberinde “sivil toplumun” somutlaştığı kurumları doğurdu. Toplumun genel problemlerini düşünen, bunlara objektif çözümler aradığını söyleyen düşünce kurumları, 1960’lı yıllardan itibaren kapitalizmin merkezi konumundaki Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’dan bütün dünyaya yayılmaya başladı. Batı’da “think-tank” diye ifade edilen bu kurumlar, uygulamaya dönük araştırmalar yaparak uluslararası organizasyonlar, devletler ve hükümetler için politika üretiyor.

Think-tank’lerin devletten ve partilerden bağımsız kuruluşlar olması, sivil toplumun bu coğrafyada gelişmesini destekleyenlerin sıkça üzerinde durduğu bir özellik. Partilerden ve devletten (dolayısıyla onların ideolojilerinden) bağımsız kuruluşlar olarak think-tank’ler, uluslararası toplumda “doğru, bilimsel ve nesnel” olanı kendilerine ölçüt olarak aldıklarını iddia ediyor.
Bu “düşünce üretim kurumlar”nın kar amacı gütmeyen vakıflar şeklinde toplumda organize olabiliyor olması, benzeri alanda faaliyet gösteren araştırma şirketlerinden onları ayırıyor. Bu kurumlarda yapılan araştırmalar konunun uzmanları tarafından ortaya konurken, araştırmalar sonucu ortaya çıkan veriler, kamuoyuna açık konferanslar, seminerler, dergiler ya da kitaplar yoluyla açıklanıyor. Bu yolla öngörüler doğrultusunda bir siyasi bilinç toplumsallaştırılmaya çalışılıyor.

Düşünce Üretim Merkezleri Türkiye’de
Think-tank diye anılan düşünce üretim merkezleri, 80 darbesi sonrası, Özal dönemi politikalarının bir sonucu olarak belirmeye başladı. Bu dönemin liberal politikaları, 90’lı yıllarla beraber düşünce üretim merkezlerinin kurumsal kimlik kazanmasına yol açtı. Başarısız Politik Psikoloji Merkezi deneyiminden sonra, think-tank’ler Türkiye’de her geçen gün gelişti. Think-tank gruplarının içine zengin iş adamları, politikacılar ve akademisyenler girmeye başladı.
6 Ekim 1994’e girildiğinde, Bülent Eczacıbaşı Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı’nın kuruluşunu kamuoyuna duyurdu.

TESEV
Türkiye’nin ilk think-tank’lerin olan TESEV, bilimsel araştırmalarla politik kararlar arası bağ kurmayı kendine amaç edinmiş. Bunu yaparken devletten bağımsız fonların desteğini almayı bir ilke olarak belirlemiş. TESEV’in kurulmasında akademisyenlerden bürokratlara, zengin işadamlarına varıncaya 200’ü aşkın kişi etkin olmuş. Bu 200 kişi arasında hemen göze çarpan birkaç isim, TESEV’in bilimsel araştırmaları, politik kararlarla ne kadar bağlayabildiği gerçekliğini görmemiz açısından önemli.

TESEV’in Siyasetçileri
Kuruculuğunu Bülent Eczacıbaşı gibi Türkiye’nin büyük kapitalistlerinden birinin üstlendiği TESEV, yönetim kurulunda ve kurucu üyeleri arasında başka büyük kapitalistleri de barındırıyor. TESEV’in yönetim kurulu başkan yardımcılığını, Alarko Holding’in sahiplerinden İshak Alaton yapıyor. Yönetim kurulu başkanı ise Açık Toplum Enstitüsü Türkiye Danışma Kurulu’ndan Nafiz Can Paker. Birkaç dönem Deniz Baykal’ın danışmanlığını yapan Can Paker, hala Sabancı Üniversitesi’nde mütevelli heyet üyesi. Adını Sosyaldemokrat Halkçı Parti ile sıkça duyduğumuz, TÜSİAD üyesi, Bilgi Üniversitesi Rektörü Asaf Savaş Akat da TESEV’in yönetim kurulu üyelerinden. Kurucu üyeler arasında göze çarpan başka bir isim de Kemal Kılıçdaroğlu. Kılıçdaroğlu’nun TESEV üyeliği, yakın zamanda ulusalcı medyada büyük tartışmalara neden olarak gündem olmuştu.
Sadece belirtilen isimlerin TC siyasetindeki konumları ve etkileri düşünüldüğünde, TESEV’in ilgi alanındaki konuların ya da önerdiği politik stratejilerin sadece kamuoyu yoluyla, TC siyasetini etkilemeyeceği açık. Liberal politikaların toplumda kamuoyu yaratma diye tariflediği bu olsa gerek; siyasi karar mercilerinde kararın niteliğine yön verecek önemli kişilerle kamuoyu etkisi yaratma.

TESEV, vizyonunu “toplumu karşı karşıya bulunduğu sorunlara çözüm seçenekleri oluşturmak, araştırmalarıyla siyaset yapıcılara etki etmek, Türkiye’nin demokratikleşmesine katkıda bulunmak” olarak beyan etmiş. Bu vizyon doğrultusunda TESEV, üç ana program işleterek amacını gerçekleştirmeye çalışıyor: Demokratikleşme programı, dış politika programı, iyi yönetişim programı.
TESEV üzerine araştırmalar yaptığı, konferans ve yayınlarla kamuoyu oluşturmaya çalıştığı tahlil ve önerileriyle TC’yi kuran ve onun omurgasını oluşturan “tepeden inmeci, merkeziyetçi otoriter” zihniyeti ve statik kurumlarını hedef alıyor. TESEV, Türkiye’de bu tarz baskıcı bir modernleşmenin yerine katılımcı demokrasiyi ön planda tutan, sivil anayasası olan, eşit vatandaşlık ve insan hakları temelli bir reform hareketinin gelişmesini öngörüyor.
Tüm bu vizyon, amaç ve çalışma yöntemiyle yola çıkan TESEV, sunduğu politik önerilerin hayata geçirilmesi için karşısına aldığı devletten bağımsız nasıl hareket edebiliyor? 

TESEV’in Değirmenini Kimler Döndürüyor?
TC siyasetiyle TESEV’in birçok üyesinin doğrudan ilişkisi dışında, TESEV’in bünyesindeki birçok kapitalist bu hareketin maddi ve manevi motivasyonunu oluşturuyor. Artık sadece ekonomik bir kuruluş olmayan TÜSİAD, bu motivasyonun kaynaklarından biri. TESEV’in ekonomik destekçilerinin küresel siyaset üzerindeki belirleyicilikleri düşünüldüğüne bu durum biraz daha netlik kazanıyor.

Yıllık bütçesi 2 milyon ABD doları olan TESEV, Soros Vakfı’nın yüklü hibesi dışında BM Kalkınma Programı, Dünya Bankası Ödeneği, Freedom House, National Endowment Democracy, DCAF, European Institute, UNDP, Centre For International Private Ent. ve Açık Toplu Enstitü’sünden fon sağlıyor.
Küresel fonlarla stratejik düşünceler üreten TESEV’in, bağımsızlık ilkesini neden küresel kapitalist bu kurumlarla işletmediği açık. TESEV’de üretilen stratejik düşüncelerin “doğruluğu, nesnelliği ve bilimselliği”nde küresel kapitalizmin değerleri saklı.

TC Politikalarında TESEV Etkisi
TC’nin küresel dünyaya eklemlenme politikası, 1980’den bu yana hiç bu kadar hızlı işlememişti. Tabi ki bu eklemlenme, TC’nin klasik yapısında birçok önemli değişikliğe neden oldu, olmaya devam ediyor. Eski yapısını terk eden devlet anlayışı, yeni değerler ölçüsünde kendi yeni biçimini var etmeye uğraşıyor. Bu uğraşı kendini iç politikadan dış politikaya, ekonomiye kadar birçok alanda kendini gösteriyor.

Bu değişikliklerde TESEV’in etkisini, TESEV’in her sene yayınladığı faaliyet raporlarında gözlemlemek mümkün. TESEV’in 2004 yılında yayınladığı faaliyet raporunda “İmam Hatip Liseleri” başlıklı araştırma ve muhafazakârlık-laiklik tartışmaları ile önerilen politikalar, bu sene imam hatiplerle ilgili yapılan yasa değişikliğiyle aynı içeriğe sahip. Demokratikleşme Programı bünyesinde türban yasağına ilişkin önerilen değişiklikler, yakın zamanda kamusal alanlarda geçerli olan türban kullanımı değişiklikleriyle aynı. Yine aynı program çerçevesinde “Silahlı Kuvvetlerin Demokratik Denetimi” başlıklı çalışmayla TSK’nın sivilleşmesi ve demokratik gözetime açılması planlanan faaliyetler arasındaydı. Özellikle 2012 itibariyle TSK’ya ve bir dizi üst düzey komutana uygulanan hukuki yaptırım, 2004 TESEV Faaliyet Raporu’ndaki demokratik ve sivil denetimin tesis edilmesine ilişkin öneri ile tutarlılık gösteriyor. 2004 Faaliyet Raporu’nda göze çarpan bir başka TESEV önerisi, Türkiye-Ortadoğu politikalarıyla ilgili. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da son iki yıl içerisinde kendini gösteren siyasi ve ekonomik değişiklikleri, 2004 Faaliyet Raporu’nda “Demokratik Reformlar” başlığı altında okumak mümkün. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da uygulanacak Genişletilmiş Ortadoğu Projesi ve Türkiye’nin rolü aynı başlık altında incelenmiş. TESEV’in faaliyet raporlarının, yakın çağ siyasi gelişmelerini düşündüğümüzde, ne kadar öngörülü olduğu açık! 2006 raporunda yine Demokratikleşme Programı içinde, Kürt Sorunu başlığı altında ele alınan konular 2009 Faaliyet Raporu’nda çözüme kavuşturuluyor. Geçtiğimiz birkaç ay içerisinde bu meseleye ilişkin yapılacak hukuki düzenlemeler, 2010 için hukuki öneriler olarak kendini gösteriyor. Yaklaşık bir senedir konuştuğumuz sivil anayasa meselesi, TESEV’in 2010 Faaliyet Raporu’nda Yargı Reformu başlığı altında yayımlanmış.

2011’in Eylül ayında medyada Oslo Görüşmeleri tartışılıyorken TESEV Haziran 2011’de yayınladığı Faaliyet Raporu’nda benzer bir görüşmenin gerçekleşmesinin, demokratikleşme adına önem taşıdığını açıklıyordu. Son iki aydır yerel yönetimlerle ilgili gündemimizden düşmeyen belediyelerin niteliği, seçilmiş vali tartışmaları, Ekim 2011 itibariyle TESEV tarafından yapılmış, “Yerelleşme” başlığı altında il, ilçe ve belediye yönetimlerinin yeniden kurgulanması gerektiği, seçimle iş başına gelmiş vali ve il meclisleri 2012 için öneri olarak sunulmuştur.

Yıllar öncesi önerilen politikaların günümüzde gerçekleşiyor olması TESEV’in öngörülü oluşundan çok önerdiği politikaların, politika yapıcılar tarafından uygulanmasıyla açıklanabilir. Yani TESEV projelerine başladığı ilk günden bu yana amacı olan kamuoyunu oluşturabilmiş gibi gözükmektedir. Ama esas mesele küresel siyasi ve ekonomik yapılardan bağımsız olmayan (belki onların yerel bir uzantısı olan) TESEV, bu yapıların küresel stratejilerini Türkiye’de uygulamaya geçirebilmiştir. Kapitalistlerin bu “başarısı”, arkasında küresel iktidarların niyetlerini gizleyen “sivil toplum”un işlemesi olarak gözükmektedir. Böylelikle Türkiye’de klasik devlet kurumlarından uzak kuruluşlar, siyasi ve ekonomik gidişata yön verebilmişlerdir. Gizlenen küresel niyetlerle TESEV uygulamaları ideolojisiz bir görünüm kazanmıştır. TESEV gibi sivil toplum kuruluşlarıyla bu STK’ların uygulamalarının ideolojisiz görünümü, toplumda yaygınlaştırılıyor. Nesnel, bilimsel bir gidişat görünümü altında kapitalizme varoluşsal bir iyilik atfediliyor. TESEV gibi kuruluşlarla kapitalizm hakim olmak istediği coğrafyalarda kendi değerlerini toplumsallaştırıyor.

The post 21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: Kapitalizmin Düşünce Depoları; TESEV appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2012/12/25/21-yyda-teslimiyet-teorileri-ve-pratikleri-kapitalizmin-dusunce-depolari-tesev/feed/ 0