The post “KRİZE 10 KALA” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Vergi affı, sigorta affı, ÖTV indirimi, AVM kiralarında toplu indirim, ekmeğe ve şekere zammın engellenmesi, ihracat ve KOBİ teşviklerinin arttırılması, ithalata ek vergi, istihdam seferberliği… Ekonomik kriz geliyor, hatta geldi bile! İşte ekonomik krizde olduğumuzun sadece 10 göstergesi:
1- TL’nin Değer Kaybı/Döviz Kurlarında Artış
2015’te TL karşısındaki en düşük değeri 2.27, en yüksek değeri ise 3.05 olan dolar; 2015 Mart ayından itibaren sürekli bir yükseliş göstermiştir. 2016’da ise en düşük 2.79, en yüksek 3.53 iken; Temmuz ayı ortasında ilk büyük yükselişini yaşamıştır. Ardından Eylül ayı itibariyle sürekli yükselişe geçmiştir.
2016 Kasım ayından itibaren TL’nin değer kaybı sürekli hale gelmiştir. Ocak sonu itibariyle doların TL karşısındaki en yüksek değeri 3.94’ü bulmuştur.
Doların değer kazanması, ekonomisini büyük ölçüde ithalat ve ihracatla döndüren TC’nin ekonomisi için gerilemeye yol açmaktadır. Doların değer kazanması, kişi başına düşen milli gelirin azalmasına neden olmuştur.
2- TC’nin Kredi Notunun Düşürülmesi
15 Aralık’ta FED (Amerikan Merkez Bankası)’in 2008 ekonomik krizinden beri ilk kez 25 barlık faiz arttırdı ve 2017’de üç faiz artırımının olacağını duyurdu. FED’in faiz arttırımı yapmasının TC ekonomisine yansıması ise enflasyonda yükselme ve bankaların karlarının düşmesi olacak. FED’in faiz artırımından sonra önemli bir gelişme, uluslararası kredi derecelendirme şirketi Standard&Poor’s’un Türkiye’nin yatırım yapılabilirlik seviyesini durağandan negatife çekmesi oldu. Hemen ardından TC için kötü haberler gelmeye devam etti. S&P, İş Bankası, Vakıfbank, Garanti Bankası ve Yapı Kredi Bankası’nın da kredi notunu düşürerek durağandan negatife çekti. TC’nin en büyük şirketlerinden olan Koç Holding’in de görünümü yine S&P tarafından durağandan negatife çekildi.
Başka bir derecelendirme kuruluşu Fitch Ratings ise 27 Ocak’ta piyasalar kapandıktan sonra TC’nin kredi notunu “yatırım yapılabilir” seviyenin altına düşürdü. Kredi notlarının düşmesi, küresel anlamda yatırım yapan birey ve kurumlar için TC’nin uygun olmadığını söylemekte ve yatırıma kapatmakta; böylece ekonomide gerçekleşecek düşüşün önünü açmaktadır.
3- Ekonomik Daralma, Enflasyon ve Stagflasyon Durumu
Türkiye İstatistik Kurumu’nun Aralık ayında açıkladığı 2016 yılının 3. çeyreğine ilişkin Gayri Safi Yurtiçi Hasıla verileriyle birlikte 2009 yılından beri ekonomide ilk kez istatistiksel anlamda bir daralma gerçekleştiğini duyurdu. Nihai tüketim harcamalarının %23.8 oranında arttırmasına rağmen, TC ekonomisi geçen yıla göre %1.8 oranında daraldı. Aralık sonu da, mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış çeyreklik büyüme verilerinde üçüncü çeyrekte bir önceki çeyreğe göre yüzde 2,7 daraldığını açıkladı.
TÜİK verileri, 3. çeyrekte küçülmenin imalat sanayisi özelinde yüzde 3,2’yi bulduğunu, bu anlamda sanayideki gerilemenin, ekonominin bütününden daha derin olduğunu gösterdi. Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış verilerin ayrıntılarında, daha olumsuz bir görünüm var. Ekonominin temeli denilen imalat sanayisinde 3 çeyrektir üst üste küçülme yaşandığı açıklandı. İnşaat sektörünün de resesyona girdiği ve bir önceki çeyreğe göre yüzde 5’e yakın küçüldüğü açıklandı. Ayrıca tarım da yine 2016’nın başından beri yüzde 1 dolayında küçülme halinde ve hizmetler sektöründe de yüzde 2’yi bulan ve 2016 başından beri süren bir küçülme var. Öte yandan, 2016 yılında turizm gelirlerinde ciddi bir düşüş yaşandı. Sene itibariyle ülkeye giriş yapan turist sayısı % 30 azalırken, turizm gelirlerinde de 40 ‘lık bir erime yaşandı.
TÜİK, ayrıca fiyatlar genel seviyesinde sürekli artış anlamına gelen enflasyonun bu yıl için ilk değerini de açıkladı. Açıklanan TÜFE (Tüketici Fiyatları Endeksi) Ocak ayında yüzde 2,46 ile beklentilerin üzerinde artış kaydetti. Enflasyon aylık bazda Ekim 2011’den beri en yüksek artışını göstermiş oldu. Yıllık TÜFE ise yüzde 9,22’ye yükselerek son bir yılın zirvesine çıktı. Ekonomide daralmanın yaşandığı bu dönemde yaşanan enflasyon ise ekonominin stagflasyon durumunda olduğunu göstermektedir. Bu durumda ekonomide enflasyon artarken işsizlik de artmaktadır.
Ayrıca geçtiğimiz günlerde Ziraat Bankası, PTT, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklıkları ve Türk Hava Yolları gibi önemli kazançlar elde eden kuruluşların Varlık Fonu’na devredilmesi daralmanın yaşandığı bir ekonomide önemli bir noktaya işaret eder. Geleneksel olarak, devletlerin gelir fazlalarını bir havuzda toplayarak kazanç sağlama amacıyla kurdukları varlık fonları TC’de büyük altyapı projelerine finansman sağlanmak için kurulmuştur. Devlet ekonomik krizin büyüyeceğini beklemektedir ki, Kanal İstanbul, 3. Havalimanı gibi büyük projeleri bu devirlerle birlikte korumaya, garantiye almaya çalışmaktadır.
4- İşsizlik Artışı
TÜİK Ocak ayında, 2016 yılı ekim ayına ilişkin iş gücü istatistiklerini de açıkladı. Buna göre, 15 ve üzeri yaşlarda işsiz sayısı, Ekimde bir önceki yılın aynı dönemine göre 500 bin kişi arttı ve 3 milyon 647 bin kişiye ulaştı. İşsizlik oranı ise 1,3 puan artarak yüzde 11,8 seviyesinde gerçekleşti. Ayrıca genç işsizlerde bu oran %21,2 seviyesini göstermekte. Gerçek işsizlik rakamları, şüphesiz resmi rakamların çok üzerinde. DİSK’in açıkladığı verilere göre Ağustos 2016 döneminde geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 19,4 olarak gerçekleşti. Ağustos 2015’te 6 milyon 18 bin olan geniş tanımlı işsiz sayısı, Ağustos 2016’da 6 milyon 500 bine yükseldi.
5- TÜİK’in Hesaplamalarda Yaptığı Değişiklik
TÜİK ekonomik verilere ilişkin istatistiklerde hesaplama değişikliğine gitti. Bu değişikliğin, özellikle uluslar arası kredi ve derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’nin notunu sürekli düşürdüğü bir dönemde olması, bu değişikliğe yönelik şüpheleri de beraberinde getirdi.
Yeni hesaplama yöntemine geçilmesinin ardından TÜİK tarafından yapılan ilk açıklamada, milli gelirin şimdiye kadar yaklaşık %20 eksik hesaplandığı iddia edildi. 2015’te 718 milyar dolar olarak ifade edilen Türkiye ekonomisi bir gecede 857 milyar dolar olarak güncellendi. 2015’te 9 bin 257 dolar olan kişi başı gelir, 12 Aralık günü açıklanan bu rakamlara göre 11 bin 82 dolar oldu. Açıklanan rakamlar sonucunda, cari açıktan dış borcun milli gelire oranı kadar birçok veride sanal bir iyileştirme sağlanmış oldu.
6- Ekonomik Teşvikler, Vergi İndirimleri
Devlet ekonominin bozulan yapısına yapılacak müdahalelerle ekonominin yenilen düzenlenmesini planlar. Piyasa ve şirketleri rahatlatmaya çalışır; bu bağlamda vergi indirimleri yapar, şirketleri yatırımlara teşvik eder, şirketlerin kredi hacmi arttırır.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun haftalık bültenine göre, sektörün kredi hacmi 6 Ocak ile biten haftada yaklaşık 15 milyar lira arttı. Erdoğan, döviz kurları üzerinden oyunlar oynandığını düşünerek ekonomik seferberlik ilan etti. Geçtiğimiz günlerde Bakanlar Kurulu kararıyla 3 önemli sektörde vergi indiriminin yapılması ve mevcut indirimlerin uzatılması da ekonomik seferlik ve kredi hacminin arttırılması gibi devletin “ekonomiyi canlandırma” amacıyla uyguladığı hamleler arasındadır. Devlet, 3 Şubat’ta Resmi Gazete’de yayınlanan kararla bazı beyaz eşyalardan alınan ÖTV’yi 30 Nisan’a kadar sıfırlamış ve konut teslimlerinde aldığı KDV’yi yüzde 18’den yüzde 8’e düşürdüğü dönemi Mart sonundan Eylül sonuna uzatmıştır. Bu düzenlemelerle tüketimi arttırmayı, ekonomideki durgunluğu aşmayı ve ekonomiyi hareketlendirmeyi amaçlamaktadır.
7- Ekonomiye Canlılık Kampanyaları
Devletler kriz dönemlerinde faiz, para, vergi değer ve oranlarında düzenlemeler yapıp ekonomiye müdahale ederek ekonomideki hareketlenmeyi sağlamayı amaçladığı gibi tüketimin arttırılması için propaganda ve kampanyalar düzenler ya da bu kampanyaları destekler.
2009’daki krizde Türkiye Reklam Konseyi’nin yürüttüğü, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın hamisi olduğu “Alın Verin Ekonomiye Can Verin” kampanyası başlatılmıştı. Kampanya dahilinde ünlülerin oynadığı reklamlarda bir sakız veya çiçek almanın bile ekonominin çarklarını döndüreceği anlatılmış, tüketim teşvik edilmişti.
Bugünlerde ise ekonomik krizin etkilerinin artışıyla ilişkili olarak günümüz siyasileri benzer refleksi göstermektedir. Dolar’da yaşanan artışlardan sonra Erdoğan’ın elinde dövizi olanları vatan haini ilan edip herkesi dolarları bozdurmaya çağırması ekonominin canlanması için halka doğrudan yapılan bir yönlendirmedir. Son aylarda patlayan bombalardan sonra dillendirilen “terörizme karşı” düzenlenen “sokağa çıkın” kampanyasının da aslında “sokağa çıkın, alışveriş yapın kampanyası” olduğu ortadadır.
8- Dış ilişkilerde Yeni Dönem
TC, Rus uçağının düşürülmesinin ardından Rusya’yla, Başika kampı nedeniyle Irak’la, idam ve vize serbestisi meseleleri nedenleriyle AB ile gergin ilişkilere girmişti. TC, öncelikle, turizmde yaşanan büyük düşüşün ardından uçağın düşürülmesiyle ilgili olarak özrünü dilemiş ve Rusya’yla ilişkilerini düzeltmişti. Ardından Binali Yıldırım, ekonomi, gümrük ve ticaret, enerji ve tabi kaynaklar bakanlarıyla birlikte Irak’ı ziyaret etti. Son olarak da Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek Davos’ta AB’nin TC ekonomisi için öneminden bahsetti ve AB’nin TC için vazgeçilmez olduğunu göstermiş oldu.
İç politikalarında oya tahvil ettiği ve bu sayede giderek arttırdığı popülist söylemlerinin ve savaş siyasetinin dış politikalara yansımalarını ekonomide yaşanan durgunluklara çare olmak için terk etmek durumunda kalmıştır.
9- Merkez Bankası’nın Faize ve Dolara Müdahaleleri
Piyasa’daki durgunluk ve döviz kurlarındaki hareketlilik Merkez Bankası’nın ekonomiye sık sık müdahalesine neden oldu. 2015 yılında faiz indirimi yapmadıkları için Erdoğan tarafından sık sık eleştirilen Merkez Bankası, 2016 yılında 7 kez faiz indirimi yapmıştı. Fakat Merkez Bankası, Kasım ayında döviz kurlarındaki yükselişin enflasyon üzerindeki etkilerini sınırlamak için 3 yıl aradan sonra ilk kez faiz arttırdı.
Merkez Bankası 2017’nin ilk ayında da yükselişine devam eden dolara karşı bankaların borç alabilme limitlerini (22 milyar TL’ye) düşürdü. Böylece finansal sisteme yaklaşık 1,5 milyar ABD doları ilave likidite sağlanmış oldu. Bu müdahaleden sonra dolar 3.69’a kadar düştü.
10- Borçlanma Artıyor
2001’den sonra ortaya çıkan küresel likidite bolluğunda borçlanma oldukça arttı. 2002’de 123 milyar dolar brüt dış borç stoku, bugün 416 milyar dolar seviyesinde. Bu borcun da dörtte üçü özel kesimin. Yeni milli gelir serileriyle açıklanırsa: Brüt dış borçlar özellikle 2011’den sonra hızla artarak yüzde 34 düzeyinden, bugün yüzde 50’nin üzerine çıktı.
Bugün özel kesimin 300 milyar dolarlık dış borcunun yanı sıra 400 milyar dolarlık da iç borcu bulunmakta. 2002’de kişi başına dış borç 1900 doların altındayken, bugün 5300 doların üstünde. Tüketici borçları da aynı dönemde dolar bazında tam 40 kat artmış durumda.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 36. sayısında yayınlanmıştır.
The post “KRİZE 10 KALA” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Savaş Ekonomisi” – Özgür Oktay appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Her ne kadar bugünün savaşları, eskisi gibi büyük güçlerin doğrudan savaşlarından, uzak coğrafyalardaki aracılı savaşlara dönüşmüş olsa da, savaş ve devlet ekonomisi arasındaki ilişki çok değişmedi. Ekonomistler, rakamlara bakarak savaşların devlet ekonomisini krizden kurtardığını savunurken; halklar için savaş, yaşamlarının yok edilmesi, savaş ekonomisi ise daha çok sömürü, karne ve yokluk demektir.
Büyük Buhran
Ekonomik kriz-savaş ikilisinin en büyük örneği, 1930 Büyük Buhranı’yla başlayan krizin ardından gelen 2. Dünya Savaşı’dır. Savaş ekonomisine geçilmesiyle birlikte birçok ülkede işsizlik oranı azalmış, işsizlerin bir kısmı askere alınırken, parası olanlar savaş senetleri alarak “milli” ekonomiye katkıda bulunmuşlardır. Savaştan kaçan göçmenler ve kadınlarsa yeni ucuz işçiler olarak kapitalizmi kurtaran savaş ekonomisini sırtlamışlardır.
2. Dünya Savaşı sonrasında ABD’li büyük şirketler, Alman endüstrisinin üretim araçlarının bir bölümünü ve büyük miktarda patenti gasp etmiş, kapitalin büyük şirketlerde yoğunlaşması sonucunda sömürü giderek daha da artmıştır. Savaşta büyük yıkıma uğrayan Almanya ve Japonya gibi ülkelerin halkları ise, zorunlu olarak “mucizeler” yaratmıştır.
ABD, savaş döneminde oluşturulan Savaş Üretim Kurulu’nu 1945’te kapatsa da, 26 büyük şirketle kurulan ilişkiler ağı, ya da askeri-endüstriyel kompleks büyümeye devam etmiş, 1958’e kadar devletin askeri harcamaları sürekli artmıştır. ABD, bu dönemdeki askeri harcamaları hem “Komünizm Tehlikesi” hem de “ekonomiyi canlandırma” gerekçesiyle sürdürürken, FBI ve CIA gibi özgürlükleri yok eden yapıları derinleşip genişletmiştir. Savaşla birlikte yükselen milliyetçilik, devletin radikal işçi hareketlerini ezmesine olanak sağlamıştır.
1971 Nixon Şoku ve 1973 Petrol Krizi
2. Dünya Savaşı biterken altın rezervlerinin üçte ikisini kontrol eden ABD, bütün uluslararası para birimlerinin altına endekslendiği eski sistemin yerine, bütün para birimlerini hem altına hem dolara endekslendiği Bretton Woods sistemini, 1944’te Batı Bloğu’na kabul ettirmiştir. Ekonomisi sürekli büyüyen ABD, Vietnam Savaşı sonrasında bir anda patlayan para arzını altınla karşılayamadığı için doların değeri düşmüştür. 1971’de başkan Nixon, Bretton Woods sistemini tek taraflı olarak terk ettiğini açıklamış, diğer ülkelerin ellerindeki doların değeri bir anda düşmüştür. Batı Bloğu’nda oluşan bu kriz, büyük buhrandan sonraki ilk büyük krizdir.
Bu krize girmek istemeyen Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC), 1971’de petrol fiyatlarını altına endeksleyeceğini açıklamış, hemen ardından 1973’te Mısır ve Suriye, diğer Arap ülkelerinin desteğini de alarak, Batı Şeria ve Gazze’yi 1967’de işgal eden İsrail’e saldırmış ve Ramazan Savaşı başlamıştır. OPEC’in Arap üyeleri, bu savaşta İsrail’e yardım eden ABD, İngiltere, vb. ülkelere petrol ambargosu koyunca, Batı Bloğu’nda da petrol krizi başlamıştır.
Kapıdaki Kriz
Son 10 yılın Türkiye ekonomisi, dış borcun sürekli arttığı, inşaat temelli bir büyüme ekonomisidir. Şehrin her yerini birbirine bağlayan yollar, daha çok emekçiyi kapitalizmin sömürüsüne ulaştırırken, AVM’ler de iç tüketimi artırarak ekonomiyi büyütür. Ancak yapılan inşaatların çoğu devlet ekonomisi açısından ölü yatırımdır, dış borçları ödemeye yaramaz; bunu kapitalistlerin kendi ekonomistlerinden de duyabilirsiniz. Örneğin kriz uzmanı ve Forbes yazarı Jesse Colombo, TL’de geçtiğimiz ay yaşanan değer kaybını bir yıl önceden haber vermiştir ve bunu bu “kırılgan ekonomi”ye bağlamıştır. Bu ekonomi, küresel ekonomik bir kriz ya da bölgesel siyasi bir kriz karşısında borç bulamama tehlikesiyle karşı karşıyadır. Böylesi bir durumda ekonomi derin bir krize girer.
Ancak TL’de yaşanan değer kaybı gibi birçok olumsuzluğa rağmen öngörülen krizler sürekli teğet geçmektedir. Bunun nedeni devletin krize karşı uyguladığı iki ana stratejidir: Savaş ekonomisi ve yaşamı yok eden enerji yatırımları. Devlet hem savaşa hazırlık için, hem de ciddi yerel direnişle karşılaşan enerji yatırımlarını güvenceye almak için askeri gücünü ve yatırımlarını artırmaktadır.
Devlet, uzun zamandır Ortadoğu’da aktif bir silahlı bir güç olmaya çalışmaktadır. Bu hem ekonomik krize çözüm, hem daha fazla siyasi güç demektir. Küresel güçlerin pis işleri her zaman iyi para eder. Ortadoğu’da silahlı güç olmak, aynı zamanda Ortadoğu petrolünden pay almak demektir. Savaş demek, yıkım demektir; yıkımsa inşaat sektörünün yeniden canlanması anlamına gelir.
Devletin desteklediği IŞİD güçleri Kobanê’den kovulduktan sonra devletin yaptığı açıklamalarda TOKİ’den bahsetmesi, giremediği yerlere bile kapitalist sömürüyü taşımayı hayal ettiğini gösteriyor.
Türkiye silah endüstrisi 2013’te 19,1 milyar dolarla dünyada 14. sıradadır. Dünya genelinde gerileyen savaş harcamaları, T.C’de 10 yılda %13 artmıştır. (Kaynak: SIPRI) Devlet, askeri yatırımlarını kullanmak için sürekli fırsat kollamaktadır. Afganistan’a asker göndermek gibi ısınma turlarının ardından, küresel bir aktör olma çabasıyla Esad’a karşı savaş çağrısı yapmış, küresel destek alamayınca başarısız olmuştur.
Dün okyanus ötesinden 2. Dünya Savaşı’na giren ABD’nin stratejisi neyse, o zamandan beri silahlanan, T.C’den Arap Emirliklerine, İsrail’den Esad rejimine kadar tüm Ortadoğu devletlerinin stratejisi de odur. Kapitalizm krizleri, krizler savaşları ve savaşlar da katliamlardan ve sefaletten sonra daha fazla sömürüyü getirmektedir.
Özgür Oktay
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Savaş Ekonomisi” – Özgür Oktay appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>