The post Petlas İşçilerine Polis Saldırısı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Kırşehir’de bulunan Petlas Lastik Fabrikası’nda Petrol-İş üyesi işçiler sendika temsilcisinin fabrikaya alınmamasına karşı 17 Nisan gece vardiyasından çıkarak yürüyüşe başladı. Kırşehir- Kayseri karayolunu kapatan işçilere polis saldırdı. TOMA ve biber gazı ile gerçekleşen saldırı sonucu çıkan arbede esnasında 4 işçi gözaltına alındı.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.
The post Petlas İşçilerine Polis Saldırısı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” Savunma Değil Katliam Fuarı ” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Balistik füze sistemleri, topçu roketleri, insansız hava araçları, karakol ve çıkartma gemileri, zırhlı muharebe araçları, mayına dayanıklı araçlar, uçaksavar topları…
Siz hiç bir hücum botunu ya da lazer güdümlü bomba sistemlerini yakından görmüş müydünüz? Peki ya saniyede binlerce mermiyi kilometrelerce uzağa ateşleyebilen silahları ya da havada hedefine doğru yönünü değiştirebilme özelliği olan mermileri?
Erdoğan’ın açılışını “tüm insanlığa hayırlı olsun” sözleriyle yaptığı IDEF 2015 fuarından, açmak gerekirse International Defence Industry Fair yani Uluslararası Savunma Sanayi Fuarı’ndan söz edeceğim şimdi. Kimilerini yukarıda yazdığım nice askeri araçların/silahların tanıtımının yapıldığı, Mayıs ayının başında, TÜYAP Fuar Alanı’nda gerçekleştirilen fuardan.
1993 yılından bu yana Türkiye’de düzenlenen IDEF, “dünyanın en büyük dört savunma fuarından biri” olarak biliniyor. Bu sebeple de silah şirketlerinin ve üreticilerinin, devletlerin, daha fazla insanın hayatını almak için “savunma” adı altında ölüm teknolojileri geliştirenlerin buluşma noktası. Bu yıl da, üç gün süren fuarda, 53 farklı ülkeden, “savunma” sanayinde adı bilinen 781 şirket ürünlerini sergiledi; alıcı olarak, gelen onlarca genelkurmay başkanı, savunma bakanları, ordu ve donanma komutanları, fuar boyunca sayısız satış ya da sipariş anlaşması imzaladı. Ölüm teknolojilerinin bu denli aleni pazara çıkarıldığı bu fuarın, tüm insanlığa, hayırdan öte, aslında ölüm ve katliam getireceği kaçınılmaz bir gerçek.
İlk modern ordunun oluşturulmaya başladığı 19. yüzyıldan bu yana, en son savaş teknolojilerinin sergilendiği ve alıcısının beklendiği bu tarz fuarlar, isminde vurgulanan “savunma”nın aksine bir “saldırı fuarı”. Gerçekten de, bu yılki fuarda tanıtımları yapılan, ASELSAN’ın geliştirdiği yeni nesil tanksavar füze sistemleri, hedefini kilometrelerce öteden saptayan ve gönderdiği enerji ile hedefini katleden yine ASELSAN bandrollü “milli lazer silahı”, TSK’nın envanterlerinden olan ATAK helikopterleri, üretici şirket müdürünün de tanımıyla “tam bir taarruz aracı” gibi ürünlerin, savunma amacından çok saldırı niteliği taşıyor olması da bu tespiti doğrular nitelikte.
Londra’da düzenlenen ve dünyanın en büyük savunma sanayi fuarı olan, Uluslararası Savunma ve Güvenlik Ekipmanları Fuarı’nda bundan birkaç yıl önce tanıtılan ürünler de, savunma adı verilen fuarların gerçek yüzünü göstermesi açısından önemli. Çünkü, Birleşmiş Milletler’in, beş yıl önce hazırladığı konvansiyon ile yasakladığı “misket bombaları”, yine BM üyesi devletlerin de katılımcısı olduğu bu fuarda açılan stantlarda tanıtılmıştı. Özellikle Filistin topraklarında yoğun olarak kullanılan misket bombaları, dağıldığı bölgede uzun süre kalması ve tıpkı mayınlar gibi yoğunluklu olarak çocukların katledilmesiyle biliniyordu. Aynı fuarda tanıtılan tek saldırı aracı misket mayınları değildi elbet. Fuarda tanıtılan ve tanıtım broşürleri dağıtılan işkence aletleri de, basında çokça ses getirmişti. Silah üreticisi şirketlerle savaş politikaları üreten devletleri bir araya getiren fuarın yöneticileri ise “durumdan habersiz olduklarını” söyleyerek soruşturma başlatılacağını söylemişti.
Dünya çapında birçok farklı yerde düzenlenen savunma fuarlarının Türkiye ayağı olan IDEF, katılıma açık olduğu süre boyunca, birçok silah üreticisi şirkete ev sahipliği yaptı; sayısız askeri anlaşmaya zemin sağladı. 2014 yılında, dünya çapında yapılan ve toplamı 5 trilyona yaklaşan askeri harcamalar giderek artmaktayken, IDEF de bu harcamaların toplamını arttıracak nice “ileri savunma teknolojilerinin” tanıtıldığı ve sınır ötelerine yayıldığı bir merkez oldu.
Savaş karşıtları, dünyanın dört bir yanında düzenlenen savunma fuarlarına yönelik anti militarist eylemler gerçekleştirmekteyken; İstanbul’daki savaş karşıtları da TÜYAP’ta düzenlenen katliam fuarına karşı bir eylem gerçekleştirmek istediler. Ancak silah tüccarları ve devletler, yollarına konulacak taşlardan öylesine korkuyorlardı ki; İstanbul’da düzenlenen fuara karşı eylem yapmak isteyen savaş karşıtlarının ve vicdani retçilerin yolları, fuar içerisinde katliam makinalarını tanıtan devletlerin polisleri, gözaltı araçları, TOMA’larıyla kesildi. Eylemi engellemek istemelerinin gerekçesi ise “can güvenliğiniz riske girebilir”di.
Milyonlarca insanın yaşamını katleden; halkların yaşam alanları gasp eden; devletler ve silah üreticileridir. Köylerin boşaltılmasının, sayısız insanın göçe zorlanmasının ve “can güvenliklerinin riske edilmesinin” sebebi de… IDEF ve benzeri fuarlarla yapılmak istenen şey, bunun yalnızca somutlaşmasını sağlamak değil; aynı zaman da meşrulaşmasına da zemin sağlar. Savunma ardına gizlenen “saldırı” çıkar ve anlaşmaları sayısız katliamın belki de ilk aşaması olmaktadır.
Militarizm daha güçlü silahlara, daha güçlü silahları üreten şirketler de militarizme muhtaç. Bu döngüden ve katliamların mimarı bu ilişki biçiminden kurtulabilmenin tek yoluysa, silah üreticisi şirketlere ve savaş politikası üreten devletlere karşı mücadele etmektir. İnsansız hava araçları için hedeflerini otomatik olarak seçip ateş eden yapay zeka sistemleri, saniyede binlerce mermiyi kilometrelerce uzağa ateşleyebilen silahlar ve havada hedefine doğru yönünü değiştirebilen mermiler geliştirilip, yeni katliamların planları katliam fuarlarında normalleştirilirken; savaş karşıtları ve anti militaristler, tüm bunlara karşı, ne pahasına olursa olsun mücadele etmeye devam edecektir.
Merve Arkun
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.
The post ” Savunma Değil Katliam Fuarı ” – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post 1 Mayıs Kavgamız Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İstanbul’dan Yalova’ya, Çanakkaleden Balıkesir’e, Eskişehir’den Ankara’ya, Antalya’dan İzmir’e, Kayseri’den Dersim’e Êlih’ten Agırî’ye
1 Mayıs Kavgamız Sürüyor
1886’dan bu yana işçilerin, patronlara ve devlete karşı kavga günü olan 1 Mayıs’ta dünyanın her yerinde olduğu gibi coğrafyamızda da tüm yasaklamalara karşı işçiler, ezilenler alanlardaydı.
İstanbul’da devletin 1 Mayıs alanı olan Taksim Meydanı’nı yasaklaması önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da sürdü. 1 Mayıs’a günler kala Taksim Meydanı’nı ve Taksim’e çıkan yolları on binlerce polis, 7 km’lik demir bariyer ile kapatan devlet, yürüyüş güzergahlarına da TOMA’lar ve binlerce polis ile yığınak yaptı. Sendikalar, meslek örgütleri ve devrimci kurumlar ise bu yıl ana yürüyüş kolu olarak Beşiktaş’ı belirleyerek burada toplandı.
Devrimci Anarşist Faaliyet, Lise Anarşist Faaliyet, Anarşist Gençlik, Anarşist Kadınlar, Kara-Kızıl İstanbul, İstanbul Anarşi İnisiyatifi, başkaca anarşist grup ve otonomlar da sabahın erken saatlerinden itibaren Beşiktaş Meydanı’nda toplandı. DAF burada “Anarşist Devrime Faaliyetle” yazılı pankart açtı. Ayrıca İsviçre’den İstanbul’a dayanışma için gelen Revolutionarer Jugend(Devrimci Gençlik) örgütü de kendi pankartlarıyla birlikte Beşiktaş Meydanı’ndaydı.
Öğlen saatlerine kadar farklı grupların toplandığı meydandan Taksim’e yürüyüş başlamadan polis saldırısı başladı. TOMA, biber gazı ve plastik mermiler ile gerçekleşen saldırıda sivil ve çevik kuvvet polisleri ara sokaklarda çok sayıda gözaltı yapmaya başladı. Diğer yürüyüş kolu olan Şişli’de ise aynı saatlerde yoğun bir polis saldırısı gerçekleşti. Kurtuluş ve Okmeydanı’nda polis saldırısı sonucu çatışmalar çıktı. Tüm gün süren saldırılarda yüzlerce insan gözaltına alınırken 19 kişi tutuklandı.
Yalova’da sendika ve meslek örgütleri ile devrimci kurumların çağrısıyla bu yıl ilk defa Cumhuriyet Meydanı’nda bir miting gerçekleştirildi. DAF, “Anarşist Devrime Faaliyetle” pankartı ile mitinge katıldı.
Antalya’da ise Cumhuriyet Meydanı’nda ikinci defa gerçekleşen mitinge devrimci anarşist MAKİ, “Devrim Özgürlük Anarşizm Örgütlenmektir” yazılı pankartı ile katıldı. Kürdistan’da ise Êlîh’te bölgesel bir miting gerçekleştirildi. Mitinge Amed’den ve Agırî’den DAF, “Karkerên Şoreşê Dıafırinın Jîyanê – Devrimci Anarşist Faaliyet “ yazılı pankart ve “Anarşist Devrime Faaliyetle” dövizleri ile katıldı. Dersim’de de DAF gerçekleşen mitinge kendi dövizleriyle katıldı.
Ankara’da Taçanka Anarşist Komunist Kolektif ve Ankara Anarşi İnisiyatifi Sıhhıye Meydanı’nda toplanarak Kızılay Meydanı’na doğru yürüdü.
Eskişehir’de Eskişehir Anarşi İnisiyatifi, ‘İktidarı Arzulamak İnsanın En Büyük Lanetidir’ pankartıyla 1 Mayıs günü alanlardaydı.
Çanakkale’de Rüzgar Otonomu, Bayram Değil İsyan – Haymarket 1886′ pankartıyla yürüdü.
Balıkesir Kara-Kızıl Otonom, Kayseri Anarşi İnisiyatifi’de 1 Mayıs günü bulundukları şehirlerde kara bayrakları alanlarda dalgalandırdı.
1 Mayıs 2015 günü İstanbul’da 452 kişi gözaltına alındı, 19 kişi tutuklandı, 51 kişiye de yurt dışına çıkış yasağı getirildi. Ayrıca 1 Mayıs sonrası İzmir’de 21 kişi arama noktalarında yaşanan arbede bahane edilerek bir hafta ara ile gerçekleştirilen baskınlarda gözaltına alındı. 21 kişiden 9’u tutuklandı.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.
The post 1 Mayıs Kavgamız Sürüyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Bu Cama Kartopu Atabilirsiniz” – Saliha Gündüz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Faşizm ideolojisinin temelinde tek tipleştirme, tüm ötekileri yok ederek yeknesak bir kitle yaratmak vardır. Bu yok etme, her zaman toplu katliamlarla yapılmaz. Toplu kıyımlara benzer başka bir yok etme yöntemi de iktidarın eğitim-ordu gibi kurumlarıyla, basın ve kitlesel propaganda yöntemleriyle toplumu militarize etmesidir. Faşizm, sadece toplumsal alanda hakim olmayı değil; kendi normlarını toplumsal alanın her tarafına ve her bireyin beynine kadar işlemeyi amaç edinir. Militarizmin ana kodları olan disiplin, itaat ve yok etme de, her bir bireye ve toplumun tamamına egemen kılınmaya çalışılır.
İtaat, sadece bireyin kendisinin bir otoriteye boyun eğmesini ifade etmez. Herhangi bir otorite altında baskılanan birey, itaatin, toplumsal yaşamın devam etmesinde en temel kod olduğuna inandırılır ve toplumdaki tüm diğer bireylerin de itaat etmesi gerektiğini düşünür. Kişinin, ne düşüneceğinden kendisini ne kadar ifade edeceğine; sokakta nasıl hareket edeceğinden nasıl giyineceğine kadar, yaşamın her alanında hakim kültüre biat etmesi istenir.
İktidarlarsa faşizmi bir yöntem olarak belirler ve kendisine biat etmesini istediği her bireyi de faşist saldırılarıyla tehdit eder. Varlığını sağlamlaştırmak ve kalıcılaştırmak için her defasında başvurduğu yöntemlerle iktidar, toplumun her alanında baskısını ve şiddetini arttırır. Karşısında yükselecek her muhalefeti ya da yükselmeye meyledecek her sesi de, daha en başından, görünmez kılmak ve yok etmek için çalışır.
Bu çabanın yansıması farklı biçimlerde topluma nüfus ederken, faşizm de kendisini farklı birçok biçimde belirginleştirir. Kimi zaman asker-yargı işbirliği, kimi zaman polise tanınan sınırsız yetki, toplumsal alanının tamamında baskının artmasına sebep olurken, iktidar da yaratmayı amaçladığı korku politikasıyla varlığını kalıcılaştırmak ister.
Devlet, bazen övgü yağdırdığı polisiyle; bazen asker-polis-hakim ilan ettiği esnafıyla sürdürür faşist saldırılarını. Bu saldırılar kimi zaman “Irkçı Türkiye” pankartlarıyla sokaklarda yürüyenlerle ve onları koruyan devletin polisleriyle; kimi zaman da “gerektiğinde asayişi tesis etme yetkisi verilen” ve “raporum var, bana bir şey olmaz” diyen esnafın Nuh Köklü’yü katletmesiyle yaşanır. İktidar polisini övdükçe, polis hedef alarak ateş açabilme yetkisine güvenir; iktidar tecavüzcüyü akladıkça nice erkek tecavüze yeltenir.
Gündelik yaşamın her alanında karşımıza çıkabilecek saldırılar, iktidarın baskısıyla giderek sistematikleşir; en küçük yaşamsal reflekslere indirgenir. Kadın katili erkekler, kendi iktidarlarını devlet garantörlüğünde pekiştirdikçe ortaya çıkan tablo sayısız erkek için yeni bir güvenceye dönüşür. Taciz cezalarının ertelendiğini, tecavüzcülerin iyi halden aklandığı, katillerin haksız tahrik indiriminden yararlandığı her bir yargı sürecinin ardından; daha nice kadın tacize ve tecavüze uğrar, erkekliğinin ve devletinin iktidarına güvenen erkekler sayısız kadını katleder. İktidarla olan aynılığına (“Türk”lüğüne, “Sünni”liğine ve ideolojik birliğine) güvenen her bir kimse, gündelik yaşam içinde, devletin devamını sağlayacak kimse misyonuna bürünür; üstlendiği bu görevle saldırıları sürdürür. Siyasal iktidara yakın duranlar ya da hali hazırda bu iktidarın sürdürücüsü olanlar kendilerine verilen yetkinin güveniyle daha da cürretkarlaşır ve cesaretle faşist saldırılarını arttırır.
İktidarlar, kendisine biat etmeyenleri ötekileştirdikçe; kendi bekası için toplumsal alanda yaşanacak her bir çatışmanın “garantör”ü rolünü üstlendikçe, toplum içerisinde yaşanan faşist saldırılar ve ayrılıklar artıyor. Devlet yeni kimyasalları, mermileri ve son model TOMA’larıyla toplumsal alandaki baskısını ve militarizasyonunu yükseltiyor. Ama, bir yöntem olarak faşizmi kullananların bu hazırlıklarının altında da, artan baskıya karşın patlak vermesi mümkün olan bir isyanın korkusu yatıyor.
The post “Bu Cama Kartopu Atabilirsiniz” – Saliha Gündüz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Onbinlerce Anarşist, Alexis ve Romanos için Sokaklardaydı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Şubat 2013’te yoldaşlarıyla beraber Tarım Bankası ve Posta Ofisi’ni hedef alan soygun eyleminde yakalanan ve 15 yıl 10 ay hapis cezası alan Romanos; 2008 yılında yoldaşı Alexis Yunanistan polisi tarafından katledildiğinde, yoldaşının başından ayrılmamıştı. İki yıla yakın bir süredir tutsak olan Romanos, adaletsizliklere karşı susmadığı, devletin baskısıyla yılmadığı gibi; hapishane koşullarında tecrite karşı da bir direniş başlattı. Romanos, 10 Kasım’da eğitim ve iletişim hakkının engellendiğini ve hapishane koşullarının kötü olduğunu belirterek açlık grevine başladı. Hapishanedeki anarşist tutsaklardan Yiannis Mixailidis, Andreas-Dimitris Bourzoukos, Dimitris Politis ise dayanışma için açlık grevine başladı.
Alexis’in katledilişinin yıldönümü olan 6 Aralık günü, bir çok ilde on binlerce anarşist, Alexis’i anmak ve açlık grevindeki Romanos ile dayanışmak için sokaktaydı. Anarşistler gerçekleştirdikleri bir eylemde, geçtiğimiz yıl TC polisleri tarafından katledilen Berkin Elvan’ı da unutmadı.
6 Aralık günü sabah erken saatlerde, Atina’nın Stadiu Caddesi’nde Berkin Elvan ve Alexis’in fotoğraflarının olduğu “Kardeşimsin Alexis – Kardeşimsin Berkin / Katili Devlettir” yazılı bir pankart asıldı.
Alexis ve Romanos’a dair pankartlar açan anarşistler, Atina Üniversitesi’nin önünde bir araya gelerek, buradan önce Sintagma Meydanı’na, ardından da Alexis’in katledildiği Exarchia’ya doğru yürümeye başladılar.
Exarchia’da toplanan on binlerce anarşist, buradan yürüyüşe başladı. Yürüyüşe polis, TOMA, plastik mermi ve gaz bombaları ile saldırırken, on binler polise taş ve sopalarla karşılık verdi. Sokaklarda kurulan barikatlar saatlerce açılamadı.
Exarchia ve çevresinde, çatışmalar akşam saatlerine kadar yoğun bir şekilde sürdü. Akşam, Atina’nın farklı bölgelerinden anarşist örgütlenmeler, tekrar Exarchia’ya yürüdü.
6 Aralık günü, Alexis ve tutsak anarşist Romanos için gerçekleştirilen eylemlerde, 211 kişinin gözaltına alındığı, 5 kişinin ise tutuklandığı öğrenildi.
Exerciha ve çevresine konuşlanmış yüz binlerce polis adeta terör estirdi. Onlarca insan yaralanırken çevreden halk yaralılara evini açtı.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında yayımlanmıştır.
The post Onbinlerce Anarşist, Alexis ve Romanos için Sokaklardaydı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Soma’dan Torun’a Üzüntümüz Öfkemizin Tohumudur appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İnşaat sahasına intikal eden İnşaat İşçileri Sendikası inşaatın içerisine girerek incelemelerde bulundu. Sendikanın incelemeleri devam ederken şantiye alanı işçiler de dahil olmak üzere polis zoruyla boşaltıldı. Katliama tepki göstermek üzere oraya gelenlerin karşısına polis barikatı kuruldu. İçerde arkadaşlarının cesedi olan işçiler dahi alana alınmadılar. Bu arada içerden teker teker ambulanslar cansız bedenleri çıkarıyordu. İlerleyen saatlerde gelen HDP milletvekilleri içeri girerek incelemelerde bulundu ve ölü sayısının basında verildiği gibi 4 veya 6 değil 10 olduğunu, asansörün 32. kattan düştüğünü açıkladılar.
Şantiye önündeki bekleyiş sabah saatlerine kadar sürdü. Aynı şekilde polis barikatı nedeniyle işçiler, destek için oraya gelenler ve polis arasındaki gerginlik de devam etti. Sabah saatlerine doğru polis bekleyenlerin sayısının düşmesini fırsat bilip biber gazı ile saldırdı.Sonraki gün saat 14:00’de yeniden şantiye önünde toplanıldı. Saat 14:00’de İnşaat İşçileri Sendikası, saat 16:00’da ise DİSK, KESK, TMMOB ve TTB basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasından sonra bekleyişi sürdürenlere yine biber gazlı polis saldırısı vardı sahnede.
Yakın zamanda çok sayıda işçinin yaşamını yitirdiği Davutpaşa, Ostim-İvedik, Marmara Forum AVM gibi iş cinayetlerinde dökülen kan henüz kurumamışken, Soma’da katledilen 301 madencinin ailelerinin gözyaşı daha kurumamışken bu kez Torunlar grubunun inşaatında kardeşlerimizi yitirdik. Kapitalist sömürü düzeni, yerin yüzlerce metre altında ekmek kazanmaya çalışan maden işçilerine de, ekmeğini yerin yüzlerce metre üstünde inşaatlarda arayan inşaat işçilerine de ölümden başka bir şey sunmuyor.
İnşaat sektörü, can kaybından sakatlanmalara oldukça tehlikeli bir iş kolu olmasına karşın işçi güvenliğinin en az sağlandığı sektörlerden biri. Bu topraklardaki iş cinayetlerinin dörtte biri inşaat sektöründe yaşanıyor. Resmi rakamlara göre son 5 sene içerisinde 35.846 “iş kazası” yaşandı ve 1754 inşaat işçisi iş cinayetlerinde yaşamını yitirirken 1940 işçi sakat kaldı. Bu sayı neredeyse her gün 1 inşaat işçisinin hayatını kaybettiği anlamına geliyor. Sigortasız çalışmanın en yoğun olduğu sektörün inşaat sektörü olduğu göz önüne alındığında bu rakamların çok daha yüksek olduğunu söylemek hiç de zor değil.
İş cinayetleri, inşaat sektörünün neredeyse “normali” haline geldi, Erdoğan’ın deyimiyle ölüm artık bu işin fıtratı haline geldi. O kadar ki artık her gün yaşanan 1-2 işçinin ölümüyle sonuçlanan iş cinayetleri basın için haber değeri dahi taşımıyor.
Sektörünüz Batsın
Kazadan sonraki gün açıklama yapan Torunlar gayrimenkul yönetim kurulu başkanı Aziz TORUN asansörün bakımının yapılmadığı ve bu nedenle asansörün çöktüğü yönündeki iddiaları sert bir dille reddetti. “Bu olayda sorumsuzluğu ya da kazayı meydana getiren nedeni şirketimize mal etmelerine ya da şirketimizin bu anlamda bir leke almasına asla müsaade etmeyeceğiz” dedi. Aynen, insanlar radyasyonlu çaydan kanser olurken kameraların karşısına geçip çay içen bakan gibi “Bu asansörü biz de kullanıyoruz” dedi.
Peki asansörün bakımları yapılıyor, iş güvenliği tedbirleri sonuna kadar alınıyorsa ne oldu da bu asansör düştü ve 10 işçi öldü. Torun’un elbette buna da bir cevabı vardı. 301 maden işçisinin yaşamını yitirdiği Soma katliamından sonra Erdoğan’ın söylediği “Bunlar sürekli olan şeyler, bu işin fıtratında bu var” cümlesini farklı kelimelerle tekrar etti: “Bu önlemlere rağmen bu tür kazaların yaşandığı sektörel bir vakı’a.”
Cinayetle ilgili 9 kişi gözaltına alındı. Her cinayette olduğu gibi şirketin patronlarından hiçbiri gözaltına alınmadı, sorgulanmadılar. Hatta kameraların karşısına geçip pişkin pişkin açıklamalar yaptılar ve neredeyse ölen işçileri suçladılar. Her iş cinayetinde olduğu gibi blok sorumlusu, asansör teknikerleri gibi birkaç çalışan veya şantiye şefi, proje sorumlusu gibi alt düzey yöneticilerin dahil olduğu birkaç kişi gözaltına alınıp ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı. Anlaşılan savcı ve hakimler de, 10 işçinin ölümünde sorguladıkları kimsenin “kusurunu” bulamamışlardı, onlara göre de bu “sektörel bir vakıa”ydı.
Örgütsüzlük
Elbette her sektörde olduğu gibi inşaat sektöründe de en önemli sorun örgütsüzlük. İnşaat sektöründe bu sorun diğer sektörlere nazaran daha büyük. Ocak 2014 verilerine göre inşaat iş kolunda çalışan işçi sayısı 1 milyon 562 bin. Buna karşın sendika üyesi işçi sayısı toplamda 42 bin civarında. Bir sendikanın toplu iş sözleşmesi yapmaya yetkili olması için tüm iş kolundaki işçilerin en az %10’unu üye kaydetmiş olması gerekiyor. Ancak bu sektörde sendikalı işçi oranı %3’ün bile altında. Bu nedenle tüm inşaat sektöründe toplu iş sözleşmesi yok. Örgütsüzlüğün nedenleri arasında taşeron çalışma şeklinin ve sigortasız işçi çalıştırmanın yaygın olması, inşaat işlerinin dönemsel olması ve bu nedenle işçilerin sık sık iş değiştirmesi.
“Biz daha sabah 6’ya kadar çalışacağız” diyen bir işçi bir taraftan “sendikalar nerde, neden bizim haklarımızı savunmuyorlar” derken bir taraftan da polislere karşı barikatı açmaları için “ben işçiyim, ben sendikalı da değilim partili de değilim” diyordu. Elbette çalışma arkadaşlarını kaybetmiş bir işçinin tepkili olması normaldi. Ancak burada on yıllardır bizzat sendikalar tarafından oluşturulan sendikacılık algısının da rolü büyük. İşçilerin bazılarında sanki sendika, ancak işçilerin varlığıyla var olabilecek birşey değilmiş gibi, sanki işçinin kendisi olmadan işçi sendikası var olabilirmiş gibi bir algı hakimdi. Yine sanki işçilerin kurtuluşu, işçilerin bizzat kendilerinin değil de onların dışında var olan bir örgüt olarak “sendika yöneticilerinin” mücadelesiyle olabilirmiş gibi…
Sendikalar elbette işçi sınıfının örgütlü mücadelesinin önemli araçlarından biridir. Ancak tüm ezilenlerin olduğu gibi işçi sınıfının da en önemli silahı örgütlülüktür. İster sendika altında ister sendikasız… Biz işçiler, ezilenler üzüntümüzü öfkemizin tohumu eyleyerek örgütlenmeli, katil patronlardan ve sömürü düzeni kapitalizmden yitirdiğimiz bütün kardeşlerimizin hesabını sormalıyız. Biz işçiler, ezilenler olarak bir daha yaşanan katliamların, cinayetlerin tekrarlanmaması için mücadele etmeliyiz. İşçilerin, ezilenlerin kurtuluşu ne bir partinin ne bir sendikanın eliyle gelecektir. Kurtuluş, ezilenlerin özörgütlü mücadelesindedir.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 21. sayısında yayımlanmıştır.
The post Soma’dan Torun’a Üzüntümüz Öfkemizin Tohumudur appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Tayyip’in Logosunda Eksik Çok Şey Var!” – Didem Deniz Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yüksek bir özgüvene sahip olma, yüksek bir etkileme yeteneği, kendi inançlarının ahlaki yönden doğru olduğuna güçlü bir şekilde ikna etme, kitleleri peşinden sürükleme… Max Weber, otorite türlerini sınıflandırırken “meşruiyet” kavramından hareket eder. Meşruiyeti edinme biçimine göre sınıflandırdığı otorite türlerinden “karizmatik otorite”ye diğerlerinden daha önem verir. Yukarıda bahsedilen özellikler “karizmatik otorite”nin sahip olması gereken özelliklerdir Weber’e göre.
Tayyip Erdoğan’ın “Yeni Türkiye” Vizyon toplantısında, Weber’in kulakları bol bol çınladı. Özellikle yerel seçimler sonrasında Erdoğan’ın özgüven yüksekliğinden kimsenin şüphesi yok. Etkileme ve ikna etme? Devletin bütün ideolojik aygıtlarıyla “karizmatik” Erdoğan’a bunun için yardım ettiği ortada. Weber meğerse Erdoğan’dan bahsediyormuş!
Karizmatik liderin, karizmatik logosu olur. Aynı toplantıda seçimler süresince Erdoğan’ın kullanacağı seçim logosu da görücüye çıkmış oldu. Normal olarak tartışmaları da beraberinde getirdi. Önce bir malibunun logosuyla benzerliği tartışması patladı sosyal medyada. Sonra Obama’nın seçimlerde kullandığı logosuyla benzerliği konuşuldu. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, logoda aslında Arapça “Muhammed” yazıyor açıklamasıyla logo tartışmaları başka bir boyut kazandı.
Bu tartışmalara mahal vermemek için logo hakkındaki açıklama gelmekte gecikmedi. Logoda güneşin doğuşunun “Yeni Türkiye”nin büyümesi ve yükselmesini gösterdiği; tünelin sonundaki ışığa yönelen kıvrım ve virajların Tayyip Erdoğan’ın mücadelesini ve kararlılığını anlattığı; alttaki “Erdoğan” yazısının da hedefe götürecek olan lider anlamına geldiği, başka tartışmaların yersiz olduğu AKP cephesince vurgulandı. Erdoğan’ın sosyal psikologları yazının fontundan harf aralığına her şeyi düşünmüşlerdi; harf sıklığı ve fontun Türkiye’nin bütünlüğü, güç birliğini temsil ettiği söylendi. Logoda kullanılan renklerin bile anlamı vardı.
Erdoğan logosu, ABD başkanının seçimlerde kullandığı logoya benzer mi bilinmez ama siyasal kampanya yönetiminin “uzman kadrolarla” beraber Batı’yı yakaladığını söyleyebiliriz.
Mütevazı bir ampulle başlayan yolculuk, şimdi koca bir güneşe dönüştü! Aslında logonun özeti bu. Özellikle son bir buçuk senelik süreç içerisinde, AKP siyasetinin Erdoğan’la belirginleşmesi ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bu durumun, AKP’den arınmış bir şekilde kendini göstermesi… 17 Aralık’tan bu yana, Erdoğan’ın liderliği ile süreç kotarılmış, astığım astık-kestiğim kestik politikalarla “çatlak sesler” bastırılmıştı. Yasalar ve demokrasi, bu otoriter lideri pekiştirecek bir şekilde onarılmıştı. Şimdi Erdoğan’ın “Tek Adam”lık gururunu yaşama vakti.
Karizmatik liderin karizmatik logosunda birkaç eksiklik göze çarpmıyor değil. Güneşe giden virajlı yollar “duble yol” değil mesela. Ya da yakınlarından geçen bir derenin HES’li görüntüsü yok. Hiç değilse güneş yakınlarına bir “üçüncü köprü” ya da “miting alanı” yapılsaydı.
Sosyal psikologlar, Erdoğan yazısının font ve harf aralığını düşündükleri kadar, “altı AVM-üstü kültür merkezi olan bir kışla” sembolü koyabilirlerdi. “Ayakkabı kutuları” eklenip “tamam babacım” sloganlarından yararlanılabilirdi logoda! TOMA’lar, gaz kapsülleri, Erdoğan’ın biricik katil polisleri…
Karizmatik liderin karizmatik logosu olur. Weber’in Alman siyaseti üzerindeki etkisinin ne olduğunu anlamak için savaş sonrasına, otorite düşüncesinin anayasaya etkisine bakmak gerekir. Weber’in anayasada karizmatik liderin, muhalifleri susturmak ve diktatörlüğünü rahat rahat kurmak için yaptığı köklü değişiklikler bir süre sonra Hitler’in “karizmatik liderliği”ni doğurmuştur.
Weber’in bahsettiği, diktatörlüğün karizmatik hali olsa gerek!
The post “Tayyip’in Logosunda Eksik Çok Şey Var!” – Didem Deniz Erbak appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>