The post Küstüm Gelmiyorum: Trump Biden’ın Devir Teslim Törenine Katılmayacağını Açıkladı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>ABD Başkanı Donald Trump, Twitter üzerinden yaptığı açıklamada 20 Ocak’taki devir teslim törenine katılmayacağını açıkladı.
Trump, “Soran herkese yanıtım: 20 Ocak’taki yemin törenine gitmeyeceğim” ifadelerini kullandı.
ABD’de 3 Kasım seçimleri sonucunda başkan seçilen Demokrat Joe Biden, 20 Ocak’ta düzenlenecek yemin töreniyle görevi resmen devralacak.
Trump’ın azli için 25’inci madde çağrıları
Öte yandan Trump’ın başkanlıktan azledilmesi için art arda çağrılar geliyor.
Trump’ın en kısa yoldan anayasaya ek 25’inci madde uyarınca görevden alınmasını isteniyor. Azil sürecinin başlatılmasını destekleyen Cumhuriyetçiler de var.
Ancak böyle bir azil için Başkan Yardımcısı Mike Pence ve Donald Trump’ın kabinesinin de destek vermesi, ayrıca Senato ile Temsilciler Meclisi’nde de üçte ikilik çoğunluk sağlanması gerekiyor.
The post Küstüm Gelmiyorum: Trump Biden’ın Devir Teslim Törenine Katılmayacağını Açıkladı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Trump’ın Koronavirüs Testi Negatif Çıktı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Beyaz Saray doktorları ABD Başkanı Donald Trump’ın koronavirüs test sonucunun negatif çıktığını açıkladı.
Beyaz Saray Başhekimi Sean P. Conley, yaptığı yazılı açıklamada geçen hafta virüs testlerinin pozitif çıktığı Brezilyalı delegasyon görüşmesinden sonra henüz yeni tip koronavirüse dair herhangi bir belirti göstermediğini de ekledi.
Geçen günlerde görüştüğü 4 Brezilyalı yetkilinin koronavirüs testlerinin pozitif çıkması üzerine, Trump “Dün gece alıp laboratuvara götürdüler. Birkaç güne sonuçlanır.” diyerek teste girdiğini açıklamıştı. Trump, bir soru üzerine, ateşinin normal olduğunu ve herhangi bir hastalık belirtisi göstermediğini kaydetmişti.
The post Trump’ın Koronavirüs Testi Negatif Çıktı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Trump, Korkudan Duvar Ördürdü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Trump ve eşi Melania Trump’ın ziyareti iki binden fazla insanın yaşadığı gecekondu mahallesinin önündeki yola 500 metrelik duvar ördürdü.
Hükümet yetkilisi Bijal Patel, “gecekonduları saklamak için değil güvenlik gerekçesiyle örüldüğünü” belirtti.
The post Trump, Korkudan Duvar Ördürdü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Doğu Cephesinde Yeni Bir Şey Yok – Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>ABD, 2020 yılına girer girmez bütün dünyanın gündemine oturan bir saldırı gerçekleştirerek İran’ın Ortadoğu’daki politikasını belirleyen en önemli komutanını öldürdü. Kasım Süleymani, uzun yıllardır İran’ın dış politikasında özellikle askeri anlamda en önemli kişisiydi. Ancak önemi muhtemelen bundan sonra çok daha iyi anlaşılacaktır. Çünkü bizzat kendisinin İran-Irak savaşından beri kurduğu ilişkiler onun kariyerini belirlemiş ve bu ilişkiler Süleymani’yi oldukça istisnai bir konuma getirmiştir.
İran’ın “Efsanesi”: Kasım Süleymani
Kasım Süleymani, hakkında birçok efsane olan bir isim. İran’ın dini lideri Ali Hamaney’in zamanında Süleymani’yi “Cephede defalarca şehit olduğu halde hâlâ yaşayan bir devrim şehidi” olarak tanımlamasından da görüleceği üzere birçok defa hakkında öldü söylentileri çıkarıldı. Bundan 40 sene önce cephede bizzat yer aldığı gibi ölümünden öncesine kadar da cephelerde yer aldığı fotoğrafları çıktı. Ancak sadece cephelerde yer alan bir isim değil Süleymani. Süleymani’yi daha önemli hale getiren örgütlenmedeki “başarı”sıydı. Öyle ki Irak eski Cumhurbaşkanı Celal Talabani’ye attığı ve Talabani’nin de dönemin ABD’nin Irak’taki en önemli ismi General David Petraeus’a gösterdiği mesajda kendisini şöyle tarif ederken haklıydı: “Benim adım Kasım Süleymani. Şunu bilmelisin ki İran’ın Irak, Lübnan, Gazze ve Afganistan politikalarını ben kontrol ederim.”
ABD’nin ne kadar önemli ve etkili bir hamle gerçekleştirdiği açık. Çünkü yukarıda sayılan devlet isimlerine başta Suriye olmak birkaç devletin daha isminin eklendiğini rahatça söyleyebiliriz. Asıl önemli olansa bundan sonra ne olacağı.
3. Dünya Savaşı mı?
Devletler milyonlarca ezilenin hayatını hiçe saydığı savaşları çıkarmaya hazırlanırken “Ortadoğu uzmanları” da son gelişmelerden kimin daha karlı çıktığını belirlemeye çalışıyor. ABD mi yoksa İran mı? ABD artık Irak’ta pozisyonunu mu kaybediyor? Trump bu hamleyle azlinin mi önüne geçmeye çalışıyor? İran artık Irak’ta daha fazla mı söz sahibi olacak? Sorular birbirini kovalıyor.
Sosyal medyada da durum farklı değildi. Süleymani’nin öldürülmesinden sonra sosyal medyada en çok konuşulan konulardan biri 3. Dünya Savaşı oldu. Herkes, İran’ın bu saldırıya karşı vereceği cevabı beklemeye başladı. İran’ın cevap vereceği kesindi ama rengi ne olacaktı ve bu cevap 3. Dünya Savaşı’nı başlatır mıydı? Yoksa Ortadoğu’da kartlar yeniden ve yeniden mi dağıtılırdı?
İran, makul koşullarda kendisinden beklenen cevabı verdi. ABD’nin Süleymani’yi öldürdüğü operasyonu gerçekleştirdiği Irak’taki üsse füze saldırılarında bulundu. İran, 80 ABD’li askerin öldürüldüğünü hatta daha fazlasının da öldürülebilecekken bunu yapmadıklarını iddia ederken ABD, yaralanan askerlerinin dahi olmadığını açıkladı. İran, füze saldırılarını bekleneceği üzere uluslararası hukuktaki meşru müdafaa hakkına dayandırdı. Bu açıklamanın devletlerarası siyasette kabul edilebilir bir açıklama olduğu, saldırılardan sonra ABD’nin düzenlediği basın toplantısından da rahatça anlaşılabilecektir. ABD Başkanı Trump, arkasına generalleri alarak bu saldırılara karşı olarak askeri bir girişimin değil ekonomisi zaten ambargo altında olan ve ezilenlerin iyiden iyiye ezildiği İran’a yönelik ekonomik yaptırımların artacağını açıkladı.
Süleymani’nin öldürülmesinden sonra beklenen savaş başlamamıştı. Ancak sonrasında yeni gelişmeler yaşandı.
Bu gelişmelerden en önemlisi nükleer silah yapma uğraşı içerisindeki İran’ın, sivilleri taşıyan yolcu uçağını ABD’nin misilleme yapacağından korkarak “yanlışlıkla” vurması oldu. İran, başta bunu ABD’nin bir yalanı olarak yaftalarken daha sonra uçağı “yanlışlıkla” vurduklarını kabul etmek zorunda kaldı. Kasım Süleymani’nin cenazesi sırasında yaşanan izdihamda da onlarca kişi yaşamını yitirdi. Yani savaş başlamadan birçok ölüm haberi gelmeye başladı.
İran, Avrupa’yı da Karşısına Almaya Başlıyor
İran, kamuoyunu mobilize etmek için Batı karşıtlığı yaparken özellikle seçici davranıyor ve çıkar ilişkileri olan Avrupa devletlerini bu söylemlerin dışında bırakıyordu. Ancak İngiltere, Fransa ve Almanya, İran’ın nükleer anlaşmadan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmediği gerekçesiyle, 2015 tarihli nükleer anlaşmanın maddeleri yer arasında alan İhtilaf Çözüm Mekanizması‘nı işletme kararı aldı. Sorun bu mekanizmada çözülemezse konunun Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’ne taşınması ve İran’a yönelik yaptırım kararlarının alınma ihtimali doğabilir. Bu gelişmelerin üzerine İran, artık Batı karşıtı söylemlerinde Avrupa devletlerini de ayırmamaya başladı. İran Cumhurbaşkanı Ruhani, “Bugün Amerikan askerleri güvende değil. Yarın Avrupa askerleri de güvende olmayabilir. Gelin, nükleer anlaşmaya geri dönelim.” demişti.
Gelişmeler İran açısından pek iyi değil. İsviçre, Davos Zirvesi olarak bilinen 50. Dünya Ekonomik Forumu’na İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in katılımını iptal etti. Cevad Zarif de aynı gün gerçekleştirdiği açıklamada eğer nükleer anlaşma BM’nin önüne giderse İran’ın, anlaşmadan çekileceğini açıkladı. İran’da yöneticiler dış politikada zor durumda olduğu gibi “içeride” de büyük bir ayaklanma korkusu yaşıyor. İran’da insanlar geçtiğimiz aylarda ekonominin içinde olduğu durum nedeniyle birçok büyük eylem gerçekleştirdi.
Doğu Cephesinde Yeni Bir Şey Yok
ABD, Ortadoğu’da çeşitli devletlerle işbirliğini sürdürerek politikalarını uygulamaya devam ediyor. İran da ABD kadar üst düzeyde olmasa da aynı yolu izlemeye devam ediyor. Zaman zaman güç gösterileriyle çeşitli suikastlar ve büyük tehditler devam ediyor. İsrail ve Suudi Arabistan gibi devletler fırsattan yararlanmaya çalışıyor. Filler tepişirken çimler yani ezilenler ezilmeye devam ediyor. Sonuç olarak diyebiliriz ki Doğu cephesinde yeni bir şey yok. Ancak çok büyük ateşlerin başlaması küçük kıvılcımlara baksa da 1. Dünya Savaşı’nın çıkışına neden olduğu ileri sürülen Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahtı Franz Ferdinand, 28 Haziran 1914’te öldürüldüğünü ancak savaşın bundan 1 ay sonra 28 Temmuz 1914’te başladığını düşününce kıvılcımların alev almasının da uzun sürdüğünü akılda tutmakta fayda var.
Savaşların çıkmasında Kasım Süleymani’nin öldürülmesi gibi büyük olayların etkisinin büyük olduğu açık. İran gibi dış politikada aktif olmaya çalışan bir devletin içerisinde olacağı bir savaşın, küçük bir bölgeyle sınırlı kalması imkansıza yakın. Bize yansıyan gelişmeler de “büyük devletlerin” 20. yüzyıldaki savaşlarda milyonlarca insanın yaşamını yitirdiğini kolayca unuttuğunu gösteriyor.
The post Doğu Cephesinde Yeni Bir Şey Yok – Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Filistin Başkanı Abbas ve Arap Birliği, ABD Dayatmasını Reddetti appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, ABD Başkanı Donald Trump’ın açıkladığı ve dalga geçer gibi “Yüzyılın Anlaşması” adını verdiği planından sonra İsrail ile tüm ilişkileri kesme kararı aldı. Abbas ayrıca ABD ile güvenlik dahil tüm ilişkileri dondurduğunu açıkladı. Filistin Devlet Başkanı Abbas ayrıca “ABD artık Filistin için dost bir ülke değil. Trump’la görüşmeyi de reddettim” dedi.
Mısır’ın başkenti Kahire’de gerçekleşen Arap Birliği olağanüstü toplantısında birliğin aldığı karar uyarınca ABD Başkanı Donald Trump’ın “Yüzyılın Anlaşması” planını reddedildiği açıklandı. Bildiride, “Filistin halkının özlemlerine ve temel haklara saygı göstermeyen ABD-İsrail planını reddediyoruz.” denildi.
Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile Beyaz Saray’da geçtiğimiz günlerde düzenlediği ortak basın toplantısında Kudüs’ün “İsrail’in bölünmez başkenti” olarak kabul edileceğini söylemişti.
The post Filistin Başkanı Abbas ve Arap Birliği, ABD Dayatmasını Reddetti appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Trump, Öldürdükleri Kasım Süleymani’ye Açık Açık Küfür Etti appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) bu yıl yapılacak başkanlık seçimleri için çalışmalarını sürdüren Trump, Milwaukee’deki seçim mitinginde, ay başında öldürdükleri İranlı komutan Kasım Süleymani’ye açık açık küfür etti.
Trump, Süleymani’nin bombalar sebebiyle kolunu ve bacağını kaybeden yüzlerce insanın kaybından sorumlu olduğunu söyleyerek kürsüden küfür etti.
ABD Başkanı, Trump şu ifadeleri kullandı: “Etrafta gördüğünüz, kolu ve bacağı olmayan birçok kadın ve erkeği Süleymani bu hale getirdi. İşte onun sevdiği şeyler bunlardı. O, yol kenarı patlayıcılarını severdi. Irak’taki, Afganistan’daki binlerce ama binlerce yol kenarı bombasının kralı oydu. Şu an kolu ve bacağı olmayan insanların büyük çoğunluğunun nedeni bu …’dur.”
Bu sözler sonrası salon, Trump’ı alkışlayarak destek verdi. Trump, geçtiğimiz yıllarda da seçim mitinglerinde açık bir şekilde küfür etmişti.
The post Trump, Öldürdükleri Kasım Süleymani’ye Açık Açık Küfür Etti appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Demokratlardan, ABD Kongresi’ne “Olası İran Savaşı Finansmanına Karşı” Tasarı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>ABD Kongresinin her iki kanadı Senato ve Temsilciler Meclisine, “Kongrenin izni olmadan İran ile olası bir savaşın finanse edilmesinin engellenmesini öngören” bir tasarı sunuldu.
Tasarıyı Senato’ya Demokrat Senatör Bernie Sanders, Temsilciler Meclisine vekil Ro Khanna sundu. Tasarıda Trump’ın, ABD’yi yeni bir savaşa sürüklediği belirtilerek ABD Kongresinin izni olmadan İran’a karşı askeri harekat için gerekli tüm finansmanın engellenmesi istendi.
Tasarının kanunlaşması beklenmiyor.
The post Demokratlardan, ABD Kongresi’ne “Olası İran Savaşı Finansmanına Karşı” Tasarı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ABD Başkanı Trump: Kanada Başbakanı İki Yüzlü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump, Kanada Başbakanı Justin Trudeau’yu iki yüzlü olduğunu söyledi.
İngiltere’de düzenlenen NATO Zirvesi’nde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Kanada Başbakanı Justin Trudeau ve İngiltere Başbakanı Boris Johnson, Trump hakkında konuşması sızdırılmıştı. Kanada Başbakanı Justin Trudeau, Trump’ın 40 dakika basın toplantısı yapmasını ve çalışma ekibini “çekiştirmişti.”
Bunun üzerine Trump bugün bir açıklama yaparak Justin Trudeau’yu kastederek, “Kendisini çok iyi bir adam olarak görüyorum ama biliyorsunuz ki ben onu iki yüzlü olarak tanımlıyorum. NATO’ya yüzde 2 bile ödeme yapmadığı gerçeğini söylüyorum ve görüyorum ki bundan dolayı pek mutlu değil. Yüzde ikilik payı bile ödemiyorlar. Kanada’nın parası var ama ödeme yapmıyor.” dedi.
The post ABD Başkanı Trump: Kanada Başbakanı İki Yüzlü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post POPÜLOKRASİ appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Gündelik dilde kullandığımız çoğu kavramın ne anlama geldiğini nereden türediğini bilmiyoruz. Çoğunlukla bu kavramlar zaman-mekan ve duruma göre anlam değiştiriyor. Hem bireysel hem de toplumsal hayatı anlamlandırmak için kullandığımız dil de haliyle her zaman bize tam anlamıyla hizmet etmiyor.
Son yıllarda dünya gündemini, siyaseti, akademiyi, sanatı hayatın hemen hemen bütün alanlarını işgal eden kavramlardan birinden bahsedeceğiz. Bu kelimeleri anlamlandırmak için önce etimolojik kökeninden yola çıkacağız.
Popüler sözcüğünü duyduğumuz anda aklımıza gelen yegane anlam “yaygın”. Popüler sözcüğü türkçeye fransızca populaire kelimesinden geçmiştir. Kökenini Latince populus (halk) sözcüğünden alır. Kelimenin tam anlamı ise şudur : “halka ait, halka uygun, halkça sevilen”. Sosyal bilimlerde hâlâ halka ait, halktan gelen anlamında kullanılır.
Kültür çalışmalarında kullanılan “culture populaire” (ingilizce: Folk Culture , türkçe: halk kültürü) halkın genelinde yaygın olan ve genelde toplumun çoğunu oluşturan sosyal sınıfın kültürünü betimlemek için kullanılır. Benzer bir örneği “democratie populaire”’de de görüyoruz. Halkın yönetime katılabildiği ve bütün vatandaşların oy verebildiği demokrasi anlamına geliyor.
Gelelim gündelik anlamda popüleri ne için kullandığımıza… Popüler kültür dediğimizde halk arasında yaygın olarak tüketilen kültürden bahsediyoruz. Bunu kullandığımız anda artık popüler kelimesinin anlamını bozmuş ve ondan uzaklaşmış oluyoruz. Örnek olarak sosyal bilimlerde, bu coğrafyanın popüler müziği (halktan gelen müzik) aşıklar, ozanlar, dengbejler tarafından icra edilen halk müziğidir. Ama gündelik kullanımda coğrafyanın popüler müziği ise başka. Gördüğünüz üzere kelime birebir aynı olmasına rağmen sonucu birbirinden tamamen bağımsız iki türe işaret ediyor. Yani kavram muğlak!
Başka Bir Muğlaklık
Demokrasi terimi ve bu terimin ifade ettiği toplumsal modelin neye tekabül ettiğine ilişkin de bir muğlaklık vardır. Terimin içi boştur. Öyle ya da böyle tüm siyasal tartışmaların meşrulaştırıcısıdır. Demokrasi için yaparız her şeyi. Her icraat “daha demokratik” olma vaadiyle yapılmalıdır.
Bu muğlaklık, demokrasinin dokunulmazlığını garanti altına alır. Demokrasinin merkezinde bulunan ve özünde bir oy eşitliğine dayanan seçimler, aslında toplumsal refahın ve egemenliğin eşitsizliğini yaratan bir devlet hilesidir.
Şiddet üzerine inşa edilmiş olan devlet, politik baskı aracılığıyla bu eşitsizliğin devamını sağlamakla ilgilenen bir kurumdur. Sürekli bir bürokrasinin varlığına dayanır. Bu bürokrasi aracılığıyla yönetenler-yönetilenler ikiliği ortaya çıkar.
Devletin toplumsal refahın oluşturulması için gerekli olduğu iddiası, devletin bir tahakküm mekanizması olduğu gerçeğini gizlemekte kullanılan bir maskedir. Bu mekanizma içerisinde yapılacak yönetici seçimleri, bu gerçeklikten uzak düşünülemez. Birkaç yılda bir halktan, kimin yöneteceğini belirlemek üzere oy kullanmaları istenir. Oy kullanan insanların bir şekilde sistemin çalışmasının kontrolünü elinde bulundurduğu illüzyonu sayesinde sistem meşruiyet kazanır.
Demokrasi kaynağını bir kurgudan alır. Halkın oylarıyla seçilerek iş başına getirilen yasal ve idari yapılar, halk iradesinin temsiliyetine odaklanır. Böylece siyasal işleyişte halkın doğrudan katılımının engellenmesi özgürlüğümüzün reddedilmesi anlamına gelir. Toplumsal işleyişte adalet ve özgürlük ancak, bireylerin karar alma süreçlerindeki doğrudan katılımı ve kontrolü ile sağlanabilir. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, demokrasinin işlediği farklı coğrafyalarda gerçek bir halk denetiminin olmadığı ve olamayacağını görebiliriz.
Demokrasi kavramının, her ne kadar halkın yönetimi ile ilişkilendirilse de ilk elde bir şey anlatmaması ve kavramın birçok şey ifade etmek için kullanılması, devletli siyasetin muğlaklık oyunlarından biridir. Birçok şey ifade edilmeye çalışan başka sözcükler gibi hiçbir şeyi ifade etmeme potansiyelini içerisinde taşır.
Popülokrasi
“Siz isterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz.” 29 Kasım 1955’te Demokrat Parti Meclis Grubu’na, Adnan Menderes bu şekilde seslenir. Adnan Menderes, Türkiye Siyasal Tarihi’nde popülist liderlerden biri olarak sıklıkla örnek verilir. Partisinin isminin “demokrat” olmasının dışında, bu seslenişteki ironi demokrasi aracılığıyla demokrasinin ortadan basit bir şekilde kaldırılabilmesidir.
Bu örnekte de görüldüğü üzere, demokrasi ve popülizmin muğlaklığı bilinçli bir muğlaklıktır. İktidarın despotik doğasını gizlemek üzerinden yaratılmıştır.
İçinde bulunduğumuz siyasal süreçte, yeni bir siyasal biçim olarak popülokrasi yaygınlaşmaktadır. “Küreselleşen” siyasal sistem olarak demokrasi, vaat ettiği “siyasi iktidarın belirlenmesinde herkesin eşit paya sahip olması” ilkesini açık bir şekilde gerçekleştiremedi. Bu sadece, kapitalizmin yarattığı adaletsizliklerin, yönetimsel düzeye yansıması ve daha zengin olanın yönetimde daha fazla söz hakkına sahip olmasıyla alakalı değil. Durum aynı zamanda demokrasinin sözde siyasal eşitlik ilkesinin dayandığı mantıktan da kaynaklanmıştır.
Demokraside yönetme hakkının çoğunluğa verilmesi hedeflenir. Siyasal üstünlük, temsili demokrasinin parçası olan ve belirli periyotlarla gerçekleşen seçimlerle belirlenir. Yani demokrasiyi seçimlerle demokratik kılan mantık, sayısal üstünlüktür. Dolayısıyla ortaya çıkan sonuç, sırf çoğunluğa ait olduğu için doğru ya da haklı olanlar üzerine kurulu bir siyasal sistemdir.
Sözde halk iradesini, yönetimde belirleyici güç olarak muhafaza edebilmek için işletilen “temsil” kurumunun, “halk için yönetmek” maksadıyla ne hale dönüşebileceğini tahmin etmek çok zor değil. Demokrasinin içerisinde potansiyel olarak barındırdığı totalitarizm, tüm halkın çıkarlarının birleştirildiği ve halk adına en doğru kararın verildiği bir neden-sonuç ilişkisiyle kendisini belirginleştirir.
Batı toplumları için demokrasi, evrensel oy hakkına dayalı olarak düzenli ve rekabetçi seçimlerin yapıldığı bir sistemdir. Soğuk Savaş sonrası, kapitalizmin zaferinden sonra; devlet iktidarının “ahlaki” olarak savunulabilecek tek kaynağı demokrasiydi. Ancak özgürlük, katılım, anayasal devlet, seçimler, halk egemenliği gibi demokrasi için olmazsa olmazların hiçbiri kendisine demokratik diyen rejimler tarafından gerçekleştirilememiştir.
Bireysel özgürlükler, kapitalist sistem içerisindeki tüketim serbestlikleri ile çerçevelenmiş; siyasal özgürlükler sunulan partilerden birini seçmeye indirgenmiştir. Halkın yönetime sözde katılımı belirli aralıklarla kendilerini yönetecek kişileri seçtiği seçimlere sıkıştırılmış, halkın siyasal iradesi böylelikle bütün siyasal ve ekonomik sorunlardan uzak başka gündemlerle manipüle edilen yapay bir işleyişin içinde düşünülmüştür.
Demokratik sistem ekonomik, siyasi ve toplumsal anlamda da vaat ettiklerini gerçekleştirememiş ya da gerçekleştirdikleri üzerinden farklı coğrafyalarda yaşayanları tatmin edememiş bir durumdadır. Bunun siyasal yansımasını en belirgin olarak gözlemleyeceğimiz kırılma, popülizmin siyasal olarak kendini belirginleştirdiği süreçte olmuştur.
Batılı coğrafyalarda sağ popülizmin yükselişte olduğu zaman dilimi, sürecin değişimini gözlemlemek adına önemlidir. Öte yandan sağ popülist politikacıların yükselttikleri söylemler, liberal demokrasicilik oyununun Batı’da herkesi tatmin edemediğinin en açık göstergesi. Bu söylemlerin dayanak noktası göçmen karşıtlığıdır. Karşıt olunacak şey olarak yerli işçi sınıfına, ekmeklerini ellerinden alan düşman olarak göçmenleri hedef gösteriyorlar. Bu siyasal söylemin arkasında her ne kadar güçlü bir teorisi olmasa da, insanları kararsızlığa sürükleyen bir yöntemi var. Sorunların kaynağını tekleştiren (göçmenler…) popülist politikalar, böylelikle çözümü de basitleştirmiş oluyor. Toplumsal sorunların ağırlığı arttıkça sunulan basit çözümler, bu söylemi çoğunluk için cazip kılmaya olanak veriyor.
Demokrasinin bugün içine girdiği krizi anlamak önemlidir. Çünkü demokrasinin bu versiyonu, dünyanın farklı yerlerinde yükselen isyanlara karşı yükseltilmiş yeni tarz bir demokrasi arayışıdır.
Hukuku ayaklar alma noktasında sıkıntısı olmayan, popülist partinin tek ve sahici temsilcisi olduğunu iddia eden, elit karşıtı pozisyonuyla yaygınlaşmayı/popülerleşmeyi hedefleyen, önceki kurumsal yapıları zayıflatıp kişiselleşmiş yönetimin yapı taşlarını döşeyen yeni bir demokrasi arayışı.
İsmi popülizm ya da demokrasi…Ya da popülokrasi… Muğlaklığıyla gizlediği iktidarın doğasına has despotluktur. İki uç arasındaki bu kısır döngüde şimdilerde ibre popülizmden yana duruyor. Bu kısır döngüyü kırmak, devletli yapının farklı biçimlerini fark edebilmekle mümkündür.
Errico Malatesta’nın demokrasinin ne olduğunu anlattığı ufak alıntıda olduğu gibi;
“Demokrasi bir yalandır, zulümdür ve gerçekte oligarşidir: Yani ayrıcalıklı bir sınıfın çıkarlarını gözeten birkaç kişinin yönetmesidir. Ama yine de, onu daha kötüsüyle değiştirmek isteyenlerden farklı olarak, ona karşı özgürlük ve eşitlik adına mücadele edebiliriz.
Demokrat olmamamızın sebeplerinden biri de, demokrasinin eninde sonunda savaşa ya da diktatörlüğe yol açmasıdır. Fakat diktatörlük destekçisi de değiliz çünkü başka birçok sebebin yanı sıra, diktatörlük her zaman demokrasi isteğini uyandırır, demokrasiye geri dönüşü kışkırtır ve böylece halkların sahte özgürlükle açık ve vahşi tiranlığın arasında sürekli gidip geldiği kısır döngüyü sürdürür.
Bu yüzden hem demokrasiye hem diktatörlüğe karşı savaşımızı ilan ediyoruz.”
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 51. sayısında yayınlanmıştır.
The post POPÜLOKRASİ appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Venezuela: Darbe Ama Kime- Deniz Gölbaş appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yine bir devletlerarası kriz ve yine kamuoyuna servis edilen yüzlerce, binlerce yalan içinde kaybolan gerçekler. Ve kaybolan bu gerçekler içinde kaybolmaya devam edecek olan yaşamlar. Mevzu bahis Venezuela.
Venezuela’da Yeni Enflasyon: Devlet Başkanı Enflasyonu
Venezuela’daki durumu kısa bir şekilde özetlemek gerekirse yıllardan beri devam eden krizleri vurgulamakla yazıya başlamalı. Devam eden bu krizleri dünya gündemine iyice sokansa 10 Ocak’ta halihazırdaki devlet başkanı Nicolas Maduro’nun ikinci 6 yıllık devlet başkanlığı dönemine başlamak için yemin etmesi ve ardından en büyük muhalif grubun lideri Juan Guaidó’nun kendisini bir mitingde geçici devlet başkanı ilan etmesi oluşturuyor. Bu gelişmelerin ardından Amerika, Almanya, Fransa ve İngiltere gibi devletlerarası arenanın önemli birçok oyuncusu Guaidó’yu devlet başkanı olarak tanıdıklarını açıkladı. O tarihten beri gerek Maduro’yu gerekse Guaidó’yu destekleyen birçok miting düzenlendi. Venezuela’daki bu durum Venezuela’yla sınırlı kalmadı ve devlet başkanlarının kamuoyuna açıklamalarıyla açık açık gözler önünde cereyan etti ve etmeye devam ediyor.
Kapitalizme Emperyalist Darbe (!)
“ABD’de neden hiç askeri darbe olmaz?” sorusuna verilen bir cevap vardır: “Çünkü bir tek ABD’de ABD Elçiliği yoktur!”: Venezuela’daki tartışmaların bir boyutunu da Maduro’nun, ABD Başkanı Trump’ı sık sık darbe yapmaya çalışmakla suçlaması oluşturuyor.
Trump da yaptığı açıklamalarla Maduro’nun kendisini içerde ve dünya kamuoyunda darbeye karşı durduğunu savunmasına çanak tutuyor denilebilir. ABD Başkanı Donald Trump son olarak çoğunlukla Venezuela ve Küba’dan gelen göçmenlerin yer aldığı kalabalık bir kitleye seslendiği bir mitingde Maduro rejimini destekleyen askerlerin yaşamlarını ve geleceklerini riske attıklarını söylemekten geri durmadı. “Venezuela demokrasisini restore etmek” istediğini (!) açıkça söyleyen Trump, “Biz inanıyoruz ki Venezuela ordusu ve liderliği bu süreçte hayati bir rol oynayacak.” diyerek açıkça Venezuela ordusuna çağrısını yineledi. Venezuela’daki yönetimin “barışçıl yollarla” değişmesi gerektiğini söylediği bir açıklamasında da buna rağmen askeri bir girişim olabileceğini ima ederek orduyu “Güvenli bir liman, kolay bir çıkış ya da bir çıkış yolu bulamayacaksınız. Her şeyi kaybedeceksiniz!” sözleriyle etkileme çalışmalarına devam etti. Venezuela ordusu ise henüz Maduro karşıtı bir konum almış değil.
Yukarıda sayılan devletlere ek olarak Güney Amerika devletlerinin önemli bir kısmı da Maduro karşısında pozisyon almış durumda. Rusya, Çin, İran ve TC ise Maduro’yu destekleyen devletler arasında. Hatta Rusya, BM Güvenlik Konseyi toplantısında ABD’yi darbe planı yapmakla dahi eleştirmiş durumda: “Anti-emperyalist kamp” Maduro’nun yanında(!)
Sıcak Çatışma İhtimali
Maduro’nun Trump’ı petrol rezervlerine göz dikmekle suçladığını vurgulamaya gerek yok. Kanıtlanmış petrol rezervlerinde dünyanın önde gelen ülkelerinden biri olan Venezuela’daki bu kriz dünya ekonomisini pek etkilemedi. Bunun en büyük sebebi de ekonomik krizden siyasi krize dönen bu durumun zaten yıllardan beri devam ediyor oluşu. Üstelik bu krizin artık insani kriz olarak adlandırılmaya başlandığını belirtmek gerekir. Venezuela’nın güllük gülistanlık olduğunu iddia edenlerin varlığına rağmen Venezuela’daki krizlerden biri de Venezuela’ya ABD’den gönderilen “insani yardımların” ülkeye girişine izin verilmemesi. İnsani yardım gönderimine karşın Maduro tarafından sınırlara asker sevkiyatı gerçekleştirildiği kamuoyuna servis edilen haberlerden. Çin yaptığı bir açıklamayla “zorla insani yardım gönderimi”nin çatışmalara neden olabileceğini belirterek askeri müdahaleye karşı olduklarını belirtti. Rusya da insani yardım tartışmalarına bu hamlenin büyük ve tehlikeli bir provokasyon olduğunu belirterek ABD ve NATO’daki müttefiklerinin, Venezuela muhalefetini silahlandırmayı görüştüklerini iddia etti. ABD’nin insani yardım malzemelerini kendi politikalarına “malzeme” etmek istediği açıkça ortada. Onun için ABD’nin karşıtı olan grupta yer alan -başta Rusya olmak üzere- devletler bu durumu kendilerine “malzeme” ediyor. Filler tepişirken çimenler ezilmeye devam ediyor. İnsanların yaşamları yine devletlerin, liderlerin politikalarının elinde birer teferruat haline geliyor.
Anti-Emperyalizm Pelerininin Saklayamadıkları
Venezuela’da bir darbeden söz edilebilir mi? Evet. “Sosyalizmin Maduro dilemması” devam ettiği sürece özellikle bu topraklarda insanlar görmek istemese de hiçbir şekilde yönetime katılmayan insanların yaşamlarına yapılmış bir darbe var. Devletlerarası arenada güncel sorun, bu darbenin kim tarafından hangi devletlerle yapılacağı sorunu. Maduro döneminde artık iyiden iyiye görünür olan durum, insanların hayatları ve gelecekleri için endişelenmelerinin terörist olarak tutuklanmaları için yeterli olması. Anti-emperyalizm çuvalına artık mızrak sığmıyor.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 48. Sayısında Yayınlanmıştır.
The post Venezuela: Darbe Ama Kime- Deniz Gölbaş appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Trump Göçmenlere Karşı Orduyu Kullanacak appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Orta Amerika’nın çeştli bölgelerinden ABD’ye ulaşmak için yola çıkan binlerce insan Meksika Guetemala sınırında büyük bir konvoy oluşturdu.
Bunun ABD için büyük bir tehdit oluşturduğunu iddia eden Trump: “Üzücü bir şekilde, Meksika polisi ve ordusunun güney sınırımızdaki konvoyu durduramadığı görülüyor. Suçlular ve kimliği belirsiz Orta Doğulular karışmış durumda. ABD Sınır Devriyesi’ni ve orduyu alarma geçirdim. Bu ulusal güvenliği ilgilendiren bir konu. Kanunlar değişmeli” dedi
The post Trump Göçmenlere Karşı Orduyu Kullanacak appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İran’da Neler Oluyor? – Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Devletlerarası gündemde ana başlıklardan birini bu aylarda İran oluşturuyor. Geçtiğimiz Ağustos ayı içerisinde ABD başkanı Trump, İran’la 5+1 ülkelerinin (BM Güvenlik Konseyi Daimi Ülkeleri ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin + Almanya) 2015 yılında gerçekleştirmiş olduğu nükleer anlaşmasından tek taraflı olarak çekildiğini açıkladı. Hemen ardından Trump “sadece dünya barışını istediğini” belirttiği tweetinde İran’a karşı uygulanacak yaptırımları açıkladı. Yaptırım açıklamasıyla 2015 yılı itibariyle ambargonun gevşetilmesiyle hareketlenen İran ekonomisi güçlü bir şekilde sarsıldı. Üstelik yaptırımlar 2 ayaklı olup ilk ayağı Ağustos ayında başlayan yaptırımların ikinci ayağı kasım başında uygulamaya konulacak. Kasım ayındaki yaptırımlar daha sert geçecek olup Türkiye’nin birinci ham petrol ve ikinci doğalgaz tedarikçisi devlet olan İran’dan petrol ve doğalgaz alımının kısıtlanması, daha doğrusu sıfıra indirilmesi hedeflenecek.
Diğer 5+1 ülkelerinin çekilmediklerini açıkladığı anlaşma, ABD tarafından İran’a uygulanan ambargoların gevşetilmesi karşılığında İran’ın nükleer faaliyetlerini kısıtlamasını öngörüyordu. Başkanlığa aday olduğundan beri kısıtlamaları yeterli görmediği için “korkunç” olarak adlandırdığı anlaşmadan çekileceğini vaat eden Trump yeni ambargolarla İran’ı yeni bir uzlaşmaya zorlamayı amaçlıyor.
Ortadoğu’nun güvenliğinin önündeki en büyük engel olarak gördüğü İran’a karşı söylemleri de buna paralellik oluşturuyor. Vaadini gerçekleştirerek iç politikadaki popülist tavrını devam ettiren Trump, daha önceki yaptırımlarının amacı olarak “rejimi devirmek değil İran’ı tutumunu değiştirmeye zorlamak” olduğunu açıklamasına rağmen son olarak “Yönetime geldiğimde, soru İran’ın ne zaman Orta Doğu’ya hakim olacağıydı.” dedi ve “Şimdi soru, hayatta kalacaklar mı? Bir buçuk yıldaki büyük fark!” demekten çekinmedi.
Başta Avrupa Birliği üye devletleri olmak üzere içinde TC’nin de olduğu birçok devlet, ABD’nin yeni yaptırım politikası karşı ve uygulamada isteksizler. Bu devletlere karşı Trump son olarak “İran’la iş yapan, ABD ile yapamayacak” diyerek ne kadar ciddi olduğunu tekrar vurguladı. Bu meselede esas sorun, başkan olduğu günden beri hareketlerinin ne olacağı tahmin edilemeyen Trump’ın atabileceği yeni adımların belirsiz oluşu. Özellikle Suriye’de beklenen son olarak Rusya ve İran’ın beraber İdlib’e yönelik harekatı düşünüldüğünde Trump’ın tavrı iyice merak konusu. Son dönemde Trump’ın Kudüs’ü başkent olarak resmen tanıyarak büyükelçiliği Kudüs’e taşıması, ardından İsrail’in Arapça’yı resmi dil olmaktan çıkararak “birleşik ve bütün” olarak Kudüs’ü başkent olarak yeniden tanımlaması verileri göz önüne alındığında Suriye’de güçlendiği iddia edilen İran’a karşı İsrail’in de Ortadoğu’da yeni kriz doğurucu hareketlerde bulunması bu bağlamda gözardı edilmemeli.
İran’ın tek sıkıntısı ABD’den gelen yaptırım uygulamaları veya yıllardan beri süren İsrail tehditleri değil. Ambargoların kalkmaya başlamasıyla birlikte İran ekonomisi nefes almaya başlamış olsa da istenilen seviyeye gelmediği için çeşitli şehirlerde yolsuzlukların soruşturulması talepli gösteriler, yürüyüşler gerçekleştiriliyordu. Mevcut cumhurbaşkanı Ruhani sıkışmış durumda. “Ruhani lider” Hamaney, ekonomik darboğazdan ABD’nin yaptırımlarını değil cumhurbaşkanı Ruhani’nin yönetimini sorumlu tutuyor. Hamaney ayrıca Trump’ın yaptırımlarla elde etmeye çalıştığı görüşme masasına oturma ihtimalini ABD’ye sahtekar diyerek elinin tersiyle itmiş durumda. AB ülkeleri özellikle Almanya, İngiltere ve Fransa’nın destek sözünü alsa da Ruhani’ye yöneltilen bir diğer suçlama, İran’ın sadece kendi gücüne dayanmayıp Avrupa devletleriyle işbirliği içinde olması.
İran’da yaşanan ekonomik kriz nedeniyle gerçekleşen eylemlerin yüksek sayıda gözaltılarla bastırıldığı düşünüldüğünde, önümüzdeki ayların belki de günlerin İran için hiç de kolay geçmeyeceği açık. TC Devleti’nin de bu durumdan azade olmadığını ayrıca vurgulamak gerekiyor. Başta vurguladığımız gibi TC Devleti’nin petrol ve doğalgaz alımında İran ciddi bir pay oluşturuyor. Petrol alım seçenekleri bakımından TC’nin önünde başka olanaklar varken doğalgazda durum böyle değil. Zaten bunun için İran ile uzun yıllara dayanan sözleşmeler yapılmış durumda. Üstelik TC, doğalgaz alımı yapmasa dahi ödeme garantili sözleşmeler gereği İran’a belirlenen miktarı ödemek zorunda.
Devlet başkanının veya bakanların ambargoya uymayacaklarına yönelik sözlerine rağmen TC’de faaliyet gösteren özel şirketler geçen süre içinde petrol alımını kademe kademe azaltmaya başladı bile. Ama doğalgaz alımında bu olanak yok. Geçen yıllarda uygulanan ambargolarda TC’nin ABD’yle anlaşması gereği doğalgaz alımında muafiyeti vardı ancak Kasım ayında başlayacak yaptırımlar için henüz bir muafiyet de yok. Kısa süre içinde bu yönde bir anlaşma yapılmazsa hem ısınmak için hem de elektrik üretmek için çok önemli bir payı olan doğalgaz dolayısıyla TC Devleti’nde var olan ekonomik krize bir de doğalgaz krizi eklenecek. Söylemeye gerek yok, faturası yine halka çıkacak.
Gökhan Soysal
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır.
The post İran’da Neler Oluyor? – Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>