The post 21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: Bir İmzayla Sen Vicdanını Onlar Cüzdanlarını Rahatlatıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Dünyanın en büyük imza kampanyası platformu olan Change.org, yerel ve küresel çapta yaşanan tüm sorunlara çare oluyor! Platformun 196 ülkedeki 40 milyon kullanıcısının başlattığı kampanyalarla birlikte Fransız eyaleti havaya böcek ilacı sıkmayı bıraktı, Kapadokya otel inşaatlarıyla bozulmaktan kurtarıldı, Garanti Bankası engelli dostu ATM’leri kullanıma açtı, Endonezyalı lider göçmen işçiden özür diledi, bisikletliler İzmir’de İZBAN toplu taşıma araçlarına binme hakkını elde etti…
Başka nice sorunlara çözüm bulmak için kurulan Change.org internet sitesi, başlattığı kampanyalarla “toplumların dönüşümü”nü amaçlıyor. Sitenin Türkçe giriş yazısında niyetlenenlerle de bu toplumsal dönüşüm arasında sıkı bir bağ var. Site, dünyayı değiştirmeyi amaçlayan kullanıcılarına şöyle sesleniyor: “Hiç kimsenin çaresiz olmadığı ve değişim gerçekleştirmenin günlük yaşamının parçası olduğu bir dünya için çalışıyoruz. Bu daha başlangıç ve senin de bize katılacağını umuyoruz.”
Değişim
İsminden de anlaşılacağı üzere sitenin felsefesi “değişim”. Change.org, yeryüzündeki tüm problemlere, bu değişim arzusunu taşıyan insanların bir araya gelip imzalar vererek çözüm bulmasını amaçlayan bir platform.
“Önceden insanları bir dava etrafında toplamak fazlasıyla zaman, para ve karmaşık altyapılar gerektiren zorlu bir uğraştı” diyen site giderek küreselleşen iletişim teknolojilerinden feyz almış olacak ki, sanal kampanyalarla yaratılacak değişime odaklanmış. Site, bankaların aidatlarının iptalini isteyen müşterilerden yolsuzluk yapan devlet görevlilerinden hesap sorulmasını isteyenlere kadar birçok farklı kesimden gelecek imzalarla, insanları harekete geçirmeyi, şirketleri ve devletleri “daha hesap sorulabilir ve duyarlı” hale getirmeyi amaçlıyor.
Dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar “gelecekten kaygı duyan”ları bu sanal platformda bir araya getiren site, herkesin fikrini açıkça söyleyebileceği bir zemin yaratıyor. Yaşamlarının gerçekliğini dönüştürmek için çabalamayanlara, toplumsal sorunlara dair bir imza vermelerini salık vererek fark yaratmayı amaçlıyor!
Change.org, bütün bu işleri dünyanın dört bir yanından bir araya gelerek dünyayı değiştirmeyi amaç edinmiş kadrosuyla gerçekleştiriyor. Bu az sayıdaki “cesur” insan, belki yanı başınızda, belki de dünyanın diğer ucundaki sorunlara çözüm için çabalarken, yeni “sanal kahraman”lar da dünyayı daha iyi ve yaşanabilir bir yer yapmak için ellerinden geleni ortaya koyuyor.
Peki, “değişim”e bu kadar gönülden inanan bu “cesur” insanlar da nereden çıktı?
Çare Change.org Kadrosu
Her yıl dünyanın en zengin iş adamlarının listesini açıklayan bir dergide Change.org’un mucidi ve CEO’su Ben Rattray’in, “2012 yılı en başarılı iş adamları listesi”nde yer alması, muhtemelen bir “tesadüf” değildi. Fortune dergisi, dünya liderlerini bir kenara bırakıp sosyal sorumluluk sahibi insanları listelemeye başlamamıştı elbette. Rattray’i bu listeye sokan kriter onun “dünyayı değiştirme” hayali değil, kurucusu olduğu Change.org’un 2013 Mayıs ayı içerisinde on sekiz farklı ülkeye yaptığı 15 milyon dolarlık yatırımdı.
Çevreci aktivizm, haciz karşıtı imza, sendika savunusu gibi söylemlerle kampanyalar düzenleyen bu sitenin “ideolojisiz” olduğu öne sürülse de, sitenin adına dikkatlice bakmak gizlenen bu ideolojiyi görmeye yetiyor.
İsmini ABD Başkanı Barrack Obama’nın 2008 seçimlerinden alan site, seçim zamanında üyelerine “yeni yönetimin öncelik vermesi gereken on konu”yu oylamaya sunduğunda ortaya çıkan tablo, Obama’nın istek listesi olmuştu. Ayrıca, sitenin “ideolojisiz olduğu”na bir karşı çıkış da, ABD’de sendikal hakları için greve giden öğretmenlerin derslere girmemesinden şikayetçi olarak eğitimde reform isteyen mücadele karşıtı bir STK olan StudentsFirst ve Stand For Children ile olan ortaklığından geliyor.
STK Görünümlü Şirket: B-Şirket
Sitenin ismindeki “org” uzantısına aldanmayın. “Organization”dan (örgüt) gelen org. uzantısının genellikle kar amacı gütmeyen yardım vakıfları ya da STK’lar tarafından kullanıldığı bilinir. Ancak Change.org’ta kullanılan bu uzantı, sosyal sorumluluklu bir internet sitesinden öte, şeffaflığı engelleyen multi milyon dolarlık bir şirketi gizlemekte kullanılıyor. Yani bu sosyal sorumluluk görünümü, sitenin karına kar katmasına zemin sağlıyor. Kampanyalarla toplanan imzalı dilekçelerin ilgili vakıf ve STK’lara satılması da zaten bu “şirket”in işleyişini açıkça gösteriyor.
Standford’lu sınıf arkadaşları Ben Rattray ve Mark Dimas tarafından kurulan sitenin amaçları, “belli duyarlılıklar üzerinden bir araya gelen kullanıcıların kar amacı gütmeyen sosyal ağ platformlarıyla, sosyal değişime odaklanmak” olduğu öne sürülse de Change.org’un site üzerinden gerçekleştirdiği alış veriş, STK görünümlü şirketi açığa çıkartıyor.
İlk kez 2010 yılında ABD’de gündeme gelen, Benefit Corporations(B-Corps) yani B-Şirketler, kar hırsıyla çalışan şirketlerin aksine “toplumsal fayda” için çalışılması gerektiğini vurguluyor. Şeffaflık ve hesap verilebilirliğin esas alındığı, kamu yararı için sosyal vicdanı ilke edinerek faaliyet yürüttüklerini söyleyen B-Şirketler, fikirlerin eyleme dönüştürülmesi konusunda da hayli istekli.
Bir B-Şirketi olduğu söylenen Change.org’un faaliyetleri ise tam bu noktada dikkat çekiyor.2010 yılından bu yana kullandığı imza modeliyle çalışan Change.org, The Bay Citizen’in raporuna göre 2011 yılından itibaren bu yolla kazanç sağlamaya başlıyor ve ilk kez “kar amacı gütmeyen” pozisyonundan çıkıyor.
Şirket, sosyal değişimle ilgili politikalarını, STK’ların adalet ve eşitlik için toplum yararına düzenlediği her kampanyayı sahiplenebileceğini söylerken, esas olarak STK’ların sponsorluğundan bahsediyor. Kendi kampanyalarını Change.org’ta yayımlatarak hedef kitlelerini büyütmeyi amaçlayan grupların bu sanal platform şirketine sundukları teklifler, ABD İletişim İşçileri Sendikası’nın yaptığı gibi kimi zaman 280.000 dolara kadar çıkıyor.
İklim değişikliği, evsizler, göçmenler, gay hakları gibi birçok sosyal konuya ilişkin kampanya düzenleyen Change.org aynı zamanda kampanyalarına imza atan kullanıcıların ve üyelerin kişisel bilgilerini ve mail adreslerini ilgili kurum, vakıf ve STK’lara satarak da bütçesini büyütüyor. Change.org’a attığınız bir imza sonrasında mail adresiniz konuyla ilgilenen benzer kuruluşlara satılıyor. Netroots Vakfı’nın açıklamasına göre satılan mail başına belirlenen bu fiyat, 1.75 dolar.
2012 Ekim ayında Huffington Post, sitenin ortaklık sözleşmelerinde değişikliğe gittiğini duyurdu ve artık Change.org’u hazırlayanların kişisel olarak karşı olduğu reklamları bile alacağını açıkladı.
Change.org: Clicktivizm mi, Slacktivizm mi?
Clicktivizm, sosyal medyayı kullanarak eylemler düzenleyen aktivistler için kullanılır. Bu eylemlerin başarısı kampanyalar için kaç “click” aldıklarıyla ölçülür. Slacktivizmden farklı olarak burada düzenlenen kampanyalar, sadece internet üzerinde kalmaz, gerçek hayatta da eyleme dönüşür. Tabi clicktivizm, slacktivizmin internet üzerinden düzenlediği kampanyalar için de kullanılır. İmza kampanyaları düzenlemek ya da politikacılara-şirket CEO’larına mail göndermek bunlar arasında sayılabilir. Clicktivizme en büyük eleştiri, sokak eylemlerini sanal ortamdaki imza kampanyalarına dönüştürmesi konusundadır.
Slacktivizm ise; slacker ve activizm kelimelerinin birleşiminden oluşturulan bir kavramdır. Slacker’ın Türkçe karşılığı, tembeldir. Kelime, herhangi bir sosyal olayı destekleyerek iyi hisseden, pratikte fazla bir şey yapmadan bu az çabasından hoşnut olmasını niteler. Slacktivizm kavramı ise, sosyal ağlarda yayınlanan mesajları kopyalayıp yapıştırarak, kişisel bilgilerine yazarak ya da profil resmini değiştirerek, sanal ortamda gündeme dair bir söz üretme anlamına gelir.
Sosyal medyanın, genç gruplar arasında yaygın olarak kullanımıyla yaygınlaşan bu kavram ilk kez 1995’te Cornerstone Festivali’nde, gençlerin topluma etki edebileceği protesto dışı eylemler için kullanıldı. Örneğin bir protestoya katılmak yerine, ağaç dikmek gibi… Burada kullanılan anlamı olumluydu. Ancak 2001’de Newsday’deki bir makalesinde Monthy Phan, kelimeyi şimdiki olumsuz anlamında kullandı ve slacktivizm, kişilerin reel siyasi alanlardan uzaklaşarak sanal ortamda muhalefet yapmaya sıkışmasını tanımlamakta kullanılmaya başlandı.
Change.org ve benzeri sosyal ağlardan örgütlenen sanala hapsedilen muhalefetin birer yansımasına dönüşürken, benzer sosyal ağlar da bu karşılaştırma ekseninde değerlendirilmektedir. Kişilerin var olan adaletsizliklere karşı mücadele etmektense klavye aktivizmine hapsolmasına sebep olan Change.org’un aldığı en büyük eleştirilerden biri de, slacktivizme ilişkindir.
Toplumsal Muhalefeti “Vicdan” Diyerek Pazarlayanlara Karşı Direnişin Gerçekliği
Change.org ve benzeri sosyal ağlar (MoveOn, İmza.la gibi) şimdiden yayılmaya başladı bile. İnternetin mantığından faydalanılarak örgütlenen bu ağlarla sosyal vicdan sahibi ve sorumluluğu yüksek bir sanallık yaratılıyor. Kamuoyunun vicdanı ise, bu sanallığa hapsedilmeye çalışılıyor.
Toplumsal muhalefet gerçeklikten uzaklaştırılıp sanala hapsedilmek istenirken; “şeffaflık”, “kamu yararı”, “sosyal görev” denilerek kendini var eden STK’lar ise birer şirkete dönüşüyor. Kişisel bilgilerden toplum vicdanına kadar her şeyi pazarlayan bu şirketler, muhalefeti de kendi söylemlerini kullanarak sindirmek istiyor.
İnsanların uğruna yaşamını yitirdiği, devlet terörüne-polis şiddetine-kapitalist sömürüye karşı girişilmiş bir mücadelede ortaya çıkan “Bu daha başlangıç” sloganını bile pazarlanacak bir metaya dönüştüren bu ve benzeri sosyal ağlara karşı esas alınması gereken, “iyi hissedilecek” kampanyalar düzenleyen şirketler değil, sokaklarda örgütlenen mücadelenin kendisidir.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 14. sayısında yayımlanmıştır.
The post 21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: Bir İmzayla Sen Vicdanını Onlar Cüzdanlarını Rahatlatıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Talan Projesi Üçüncü Köprüde Truva Atları Köprüye Koşuyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Talan Köprüsü
Sarıyer Garipçe ile Beykoz Poyrazköy arasına yapılacak olan 3. Köprü, İstanbul’un kuzeyinde yapımı planlanan 3. havalimanı ve Kanal İstanbul gibi birçok rant projesine hizmet ediyor. Aynı zamanda Marmara Bölgesi’nin tamamını etkileyecek Kuzey Otoyolu projesinin de bir parçası. Bu otoyol, Kocaeli ve Çatalca havzalarındaki verimli tarım arazilerinin ve su havzalarının da talanı anlamına geliyor. Beykoz, Belgrad ve Alemdağ ormanlarında kesilecek milyonlarca ağaç ve canlı yaşamının yok edilmesiyse geri dönüşü olmayan bir ekolojik katliam demek.
İstanbul’un giderek artan nüfusunun içme suyu ihtiyacını karşılayan bu ormanların betonlaştırılması, yağan yağmurun toprağa karışmasına engel olacak. Böylece yer altı suları, dereler ve akarsular beslenemeyecek. Yani halkın içme suyu ihtiyacı doğrudan engellenecek.
Köprüler, otomobillerin trafiğini sağladığından üçüncü bir köprü trafik sorununu asla çözmez, aksine büyütür. Söylendiğinin aksine İstanbul trafiğini de rahatlatmaz, çünkü 3. Köprü’nün yapımına gerekçe gösterilen transit trafiğin boğaz geçişlerindeki payı, sadece yüzde iki.
Talan Havalimanı
İstanbul’un su ihtiyacını karşılayan Terkos Gölü’nün hemen yanına ise 3. Havalimanı’nın yapılması planlanıyor. Bu alan içinse, yaklaşık iki buçuk milyon ağaç kesilecek, yetmişten fazla sulak arazi betonla doldurulacak, orada bulunan maden ocakları nedeniyle dolgu beton dökülecek, yani tüm sulak araziler tamamen yok edilecek.
AKP’nin kentsel rant projelerinde kazanan taraflar, arazi spekülatörleri, bankalar, inşaat, petrol ve otomotiv şirketleri. Ayrıca kentsel dönüşüm yasasıyla özel yetki kazandırılan şirketler, İstanbul’da birçok gecekondunun yıkımı için de kolları sıvadı. Köprü güzergâhı üzerindeki araziler el değiştirerek, şirketler tarafından bir bir kapatılıyor. Bazı STK ve çevre dernekleri de bu projeleri daha da kolaylaştırmaya yarıyor.
Kazanan Şirketler ve Truva Atı Çevreciler
Aslında yaşamı hunharca katleden bu şirketlerin işi hiç de kolay değil. Katliam projelerine karşı toplumsal muhalefetin gelişeceği en başından belli. Ve bu muhalefetin etkisini kırmak da projenin önemli adımlarından biri oluyor. Şirketler bu noktada kendilerine yöneleceğini öngördükleri toplumsal muhalefete ise Truva Atı STK’larını göndererek, mücadele edenleri etkisiz eylemlere yönlendiriyor.
“Köprü Değil Yaşam” adıyla şimdilerde internet üzerinden bir imza kampanyası örgütleniyor. Kuzey Ormanları Savunması adlı oluşumda yer alarak 3. Köprü’nün talan edeceği Kuzey Ormanları’nı koruduklarını iddia eden ve bu kampanyanın çağrıcılarından olan Ali Yıldırım, aynı zamanda “Marmaray açıldığında rahatlama yaşanacak. İlk aşamada 600 bin kişi, tam kapasitede ise 1 milyon kişi kullanabilecek. Bu yüzden raylı taşımaya ağırlık verilmesini istiyoruz.” şeklinde konuşarak, yaşam alanlarını yok edecek projelere ilişkin çelişkili açıklamalarda bulunuyor. Daha önce de İstanbul’da yaşanan rahatlamalar, nüfusu önce Boğaziçi Köprüsü ile ikiye sonra FSM Köprüsü ile üçe katlamıştı. İki milyonluk İstanbul nüfusu, köprüler sonrasında on iki milyona yükselmişti. Bu gibi oluşumlar anlaşılan o ki, 3. Köprü, 3. Havalimanı ya da Marmaray ile kapitalizmin merkeziyetçi ilerleyişinin yaşam üzerindeki tahribatından çok, projenin biçimselliğini tartışma konusu haline getirmiş durumda.
Yine bu kampanyanın destekçileri arasında yer alan TEMA, Greenpeace, WWF Türkiye, Doğa Derneği, Buğday Derneği gibi Truva Atı STK’lar da daha önce içinde bulundukları pek çok mücadeleyi açıklamaları ve yaptıklarıyla sönümlendirmiş, yaşamı yok eden projelerin gerçekleştirilmesinde birer kolaylaştırıcı unsur olmuşlardı. Bunlardan yalnızca biri olan TEMA, mütevelli heyetinde yer alan kırk patrondan ikisinin müteahhidi olduğu hidroelektrik santralleri (HES) “kurallara uygun, çevreye zarar vermez” diyerek onaylamıştı. Yine mütevelli heyetinde bulunan Koç’un üniversite inşaatındaki orman katliamını, “üniversitenin ormanı koruyucu özelliği var” diye açıklamıştı.
Ne yazık ki yaşam alanları yok edilirken toplanan imzalar ise 50 bin kişiye ulaştığında Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı’na, Orman ve Su İşleri Bakanı’na, Çevre ve Şehircilik Bakanı’na teslim edilecek. Sonuçta yaşam savunucularının mücadele zeminini kaydıran Truva Atı STK’lar işlevini yerine getirirken, kazanansa yine şirketler olacak.
The post Talan Projesi Üçüncü Köprüde Truva Atları Köprüye Koşuyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Yunanistan’da HES’e Direnen Vovusa Köyü’nde “Aoos’u Koru” Kampı Gerçekleştirildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yaşam Mücadelesi Ortak Mücadeledir
9 Ağustos günü farklı bölgelerden gelen yaşam savunucularının deneyimlerini paylaştığı bir panel düzenlendi. Panel farklı coğrafyalarda yaşayan suyu, toprağı ve havası için direnen yaşam savunucularının deneyimleri ve Yunanistan’da, Halkidiki’de maden çalışmalarına karşı direnen köylülerinde katılımıyla karşılıklı bir deneyim aktarımına dönüştü. Köylülerin davetiyle gelen Rize Senoz Vadisi’nden İsmail Akyıldız panelde Senoz Vadisi’ne yapılan HES projesinden, projenin vadide yaşayanları nasıl etkilediğinden ayrıca tüm Karadeniz coğrafyasında gerçekleştirilen ekolojik talandan bahsetti. Bu mücadelenin aktif bir katılımcısı olan İsmail Akyıldız, kendi mücadele deneyimleri üzerinden özellikle şirketlerin bu konuda yerel halkı kandırdığına, enerji adı altında hem ekolojik olarak hem de sosyal olarak ciddi bir talan yarattıklarını, beraberinde ise sadece rant elde etmek istediklerini vurguladı. Yine köylülerin davetiyle kırdan kente, kentten kıra uzanan bu ekolojik mücadelenin aktif katılımcıları olan ve kentte direnişi yükselterek şirketlere karşı eylemler gerçekleştiren Devrimci Anarşist Faaliyet’ten Alp Temiz ve Didem Deniz Erbak da mücadeledeki deneyimleri paylaştılar.
“Çevreci”” Görünümlü Truva Atı: Vakıflar ve STK’lar
Alp Temiz yaptığı konuşmada; “Bizim de köylülerle birlikte mücadelede yer aldığımız Loç Vadisi’nde bir şirket var. Adı ORYA holding, patronu Orhan Yavuz. Bu şirketin patronu ve TC’nin diğer en zengin patronları seneler önce, çevreci bir vakıf kurmak için bir araya geldiler. Bu vakfın adı TEMA’dır. Biz TEMA, Greenpeace, WWF gibi vakıfları “Truva Atı” olarak tanımlıyoruz. Çünkü bunlar ekoloji mücadelelerine önce bir hediye gibi sızıyorlar. Amaç insanları mücadeleden caydıracak şekilde etkinlikler yapmak. Oysaki köylüler vadilerindeki su için, yani yaşam için doğrudan şirketlerin karşısında mücadele etmekten kaçınmıyorlar. Fakat tüm bu vakıflar, STK’lar daha çok Coca Cola, Siemens, Unilever, Microsoft gibi katil vasıflı şirketlerle işbirliği halindeler. Örneğin Coca Cola şirketi yoksul Hindistan’daki temiz yeraltı sularını kendi içeceği için kapaklayarak yok ediyor. Bu şirketin Türkiye dağıtımcıları ise vadilerimizde termik santral inşa ediyorlar. Bu bir zincir gibi birbirine bağlı ancak kırılması şart olan bir mücadeleyi de beraberinde getiriyor. Bizler bu “çevreci” görünümlü Truva Atı Vakıf ve STK’lara karşı köylüleri uyarıyor ve bu üçkağıtçıların planlarını deşifre etmekten kaçınmıyoruz. Çünkü mücadeleye en çok zarar veren bu şirketlerdir.” diyerek küresel kapitalist şirketlerin “çevreci” imajlarıyla daha büyük karları ve daha büyük talan projelerini beraberinde getirdiğini açıkladı.
Kadının Ekolojik Uyumu
Didem Deniz Erbak ise yaptığı konuşmada ekolojik mücadelede kadınların en ön saflarda yer aldığını söyleyerek; “Hem katıldığımız, hem kentte olsun hem kırda olsun gerçekleştirdiğimiz tüm eylemlerde biz kadınlar en önlerdeyiz. Kendi yerelinde eken, biçen, toplayan, taşıyan beraberinde doğayla güçlü bir bağ kuran kadın suyu, toprağı elinden alındığında tüm yaşamının karşı karşıya kaldığı tehlikelerin oldukça farkında. Ben yaşadığım coğrafyada kadının muhafazakar görüşlerle arka planda olduğu gerçeğini düşünürken, ekoloji mücadelesi bu görüşümün değişmesine oldukça kattı sundu. Köyünde, vadisinde yaşayan kadınlarla tanışıp, onların mücadelesinde paydaş olduğum süreçte kendilerini ifade edişleri, mücadeleyi sahiplenişleri, doğası ellerinden alındığında yaşamlarını da kaybedeceklerinin farkındalığı ve bir yandan da kadın olmanın zorluğuna karşı direnişleri beni
inanılmaz etkilemiştir. Örneğin Cide- Loç Vadisi’nde HES’lere karşı direnen ve günlerce HES’çi şirketin önünde gencinden yaşlısına kadın kadına nöbet tutan, kar- soğuk demeden bekleyen, Senoz Vadisi’nde ellerinde taşlar şantiyeleri taşlayan nineler ekoloji mücadelesinin, kadının yaşamında ne kadar önemi olduğunu gösterdi.” şeklinde konuştu. Panel, köylülerin yoğun katılımıyla ve mücadeleyi ortaklaştırmanın kararlılığıyla, karşılıklı dayanışma atıflarıyla sonlandırıldı.
Kalan iki gün Aoos’taki projenin yarattığı ekolojik tahribatların anlatıldığı, köylülerin mücadeleyi yükseltmek için yaptıkları panel ve tartışmalarla sürdü. Yağmuru Bile filminin gösterimi, konserler ve atölye çalışmalarıyla kamp sonlanmış oldu.
Bu haber Meydan Gazetesi’nin 12. sayısında yayımlanmıştır.
The post Yunanistan’da HES’e Direnen Vovusa Köyü’nde “Aoos’u Koru” Kampı Gerçekleştirildi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>