The post 21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Milyonları Dozerle Götüren Vakıf TEMA” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>TEMA İzmir temsilciliğinin kapatılmasını konu alan haber ilk kez 26 Temmuz 2014 tarihinde Özer Akdemir tarafından kaleme alınarak yayınlandı. Haberde ağırlıklı olarak TEMA gönüllülerinin yaşadıkları hayal kırıklığı ve temsilciliğin kapatılmasına dek verdikleri emeğin boşa çıkmasından hayıflanmalarına yer verilmişti. Haber pek çok zeminde tartışılmış, birkaç gün sonra da TEMA tarafından bir açıklama yapılmasına sebep olmuştu.
TEMA İzmir Temsilciliği Neden Kapatıldı?
İzmir’de 15 yıldır çalışma yürüten, ismi gizlenen bir TEMA gönüllüsü, temsilciliğin kapatılmasının yaptıkları bir protesto eyleminden kaynaklandığını şu sözlerle ifade ediyor:
“İki yıl önce Karaburun’daki RES bilgilendirme toplantısına İzmir TEMA’nın katılması için, şirketin araba göndereceğini bildirdiler bize. Biz kabul etmedik. Üstelik kendi imkânlarımızla bir minibüs tutup, gittik. Ve Yaylaköy’de halkın arasına karışarak şirkete bilgilendirmeyi yaptırmadık. Ve protesto ettik. Şirket sahibi Ersin Özince’ydi. TEMA Mütev3eğil, ilçe temsilciliklerinin de neden kapatıldığını açıklıyor:
“Urla’daki RES bilgilendirmeyi de Urla TEMA protesto etti. Şimdi Urla, Karaburun ve Cunda’daki RES Şirketleri Rona Yırcalı’ya ait. Rona Yırcalı, TEMA Mütevelli Heyeti Üyesi”
“TEMA’sının Avukatı”
Akkuyu’da yapımı planlanan nükleer santrale TEMA’nın çevreci sorumluluğu gereği karşı çıkacağını düşünen Gönüllü, TEMA’nın fedakâr avukatlarının da Akkuyu Nükleer Santrali’ni durdurmak için dava açması gerektiğini varsayıyor. TEMA’nın avukatı Ömer Aykul’a umutla “TEMA dava açtı mı?” diye soruyor. Avukatın verdiği cevabı aktaran Gönüllü, şaşkınlığını “Ömer Bey ‘Başvuru zamanını geçirdik’ diye cevap verdi. Akkuyu’nun ihalesine giren Türk şirketlerinden biri Tekfen Holding idi ve Tekfen Holding, TEMA’nın diğer kurucusu Nihat Gökyiğit’e ait” sözleriyle ifade ediyor.
Basında ve sosyal medyadaki haberlerden rahatsız olan TEMA, birkaç gün sonra, internet sitesi yoluyla bir açıklama yapmak zorunda kaldı. Ne var ki açıklamada yer alan “26 Temmuz 2014 tarihinde İzmir TEMA Temsilciliği’nin kapatılmasına yönelik çıkan habere ilişkin kamuoyunu doğru bilgilendirmek adına konuya açıklık getirmek isteriz.” sözleri ile TEMA, adeta söyleyeceği yalandan önce kendini ele vermiştir.
“TEMA Vakfı, toprak başta olmak üzere tüm doğal varlıklara sahip çıkarak ülke çapında yaygın savunuculuk çalışmaları yürütmektedir. Vakıf, doğal varlıklar üzerinde tehdit oluşturacak faaliyetlerin iptaline yönelik hukuki mücadelesine devam etmektedir.”1 sözleriyle güya Gönüllü’nün iddiasını yalanlamaya çalışan TEMA -çok zor değil, verdiği referans tıklandığında ulaşılan- “TEMA’nın müdahil olduğu davalar” sayfasında Gönüllünün iddiasını doğruluyor:
“Mersin’de Nükleer Enerji Santrali yapımını da içeren 1/100.000.lik Mersin-Karaman Çevre Düzeni Planı tadilatının kısmen iptali için yürütmeyi durdurma istemli olarak 30.09.2011 tarihinde dava açılmıştır. (Danıştay 6. Daire E.2011/8101) Davada süreaşımı nedeniyle ret kararı verilmiştir. Karar temyiz edildiğinden henüz kesinleşmemiştir.”2
Açıkça görüldüğü gibi “TEMA’sının avukatı”, mütevelli heyetindeki patronlarını korumak için dava açmayı “unutuvermiş”. Tabii TEMA’nın çevreciliğine de halel getirmemek lazım ki itiraz günü geçmesine rağmen göstermelik bir dava açıvermiş. Kendisine davanın gidişatına dair soru soran gönüllülerin nabzına uygun şerbet vermek için de “süreaşımı nedeniyle ret kararı”na rağmen göstermelik bir de temyiz başvurusu yapmış. Temyiz henüz karara bağlanmamış ancak sonucunun yine ret olacağı ortada. Sonuçta TEMA’nın avukatı, şişi de kebabı da yakmadan işi kotarmış.
Truva Atı TEMA
Vakıf, açıklamasının en büyük yalanını ise şu cümlelerle belirtmiştir:
“Hangi meslek grubundan olursa olsun hiç bir Mütevellimizin, Yönetim Kurulu üyemizin veya gönüllümüzün kendi çıkarlarına göre Vakfı yönlendirilmesi söz konusu dahi olamaz. Böyle bir teşebbüs de bugüne kadar yaşanmamıştır.”
Değil böyle teşebbüs, bire bir deneyimler dahi, TEMA’yı az çok tanıyan herkesin hafızasında halen tazeliğini korumaktadır.
TEMA bugüne dek mütevelli heyetinde yer alanlardan yalnız Nihat Gökyiğit’in Karaburun’daki RES’lerini örtbas etmeye çalışmamıştır. TEMA; Rahmi Koç’un Koç Üniversitesindeki orman katliamını, Orhan Yavuz’un Loç Vadisi’ndeki orman katliamını ve HES projesini, Asım Kocabıyık’ın Aksu Vadisi’ndeki dere katliamını ve HES projesini ve daha pek çok katliamı örtbas etmiştir. TEMA, aslında mütevelli heyetindeki patronların karşısına çıkacak muhalefeti öngörerek yaşam savunucularının mücadelesini yıpratmak, yönlendirmek ve etkisizleştirmek için kurulmuş bir Truva Atı STK’dır.
TEMA Gönüllüleri Yönetim Kurulundan Onay Almadan Hiçbir Şey Yapamazlar
TEMA’nın Yönetim Kurulu; Mütevelli Heyeti’nin taşeronudur. Yönetim Kurulu üyelerinin, Mütevelli Heyeti ile aile ilişkileri olması ya da şirketlerinin çalışanları olması tesadüfi değildir.
Dahası, Mütevelli Heyeti TEMA’nın sembolik bir kurucu heyeti değil, aynı zamanda işleyiş ve idaresini biçimlendiren ve yürüten asıl yapıdır.
Vakıf, yönetim kurulu onayı olmaksızın, üyelerinin ve gönüllülerinin herhangi bir açıklama, bilgilendirme veya etkinlik gerçekleştiremeyeceğini “Kurumsal Yönetim Beyanı” kitapçığında şöyle belirtmiştir:
“Vakıf tarafından yapılacak her tür kamu açıklaması ve verilecek her tür haber bir bilgilendirme politikası dâhilinde olur. Yönetim Kurulu bilgilendirme politikasının oluşturulması ve uygulanmasının sağlanması ile sorumludur.”3
TEMA Vakfının bu değişmez kurallarını örnek bir işleyişle anlatmak gerekirse:
“Bir TEMA gönüllüsü kendi yaşadığı bölgede herhangi bir doğa kıyımına karşı kamuoyunu bilgilendirme faaliyeti göstermek istediğinde bunu bölge temsilcisine bildirmek zorunda; temsilci de bunu yönetime bildirmeli ve ancak onaylanırsa bu bilgilendirme faaliyeti yapılabilmektedir.
Samimi ve doğayı seven herhangi bir TEMA gönüllüsü, bir doğa katliamına müdahil olmak istediğinde, yönetim izni olmadan bununla ilgili bir halk bilgilendirmesi bile yapamamaktadır.
Israrla anlatmaya çalıştığımız şey, TEMA içerisinde yaşamı savunan on binlerce gönüllünün, TEMA mütevelli heyeti başta olmak üzere yönetim kurulu ve alt organlarının onayı olmadan herhangi bir faaliyet gösteremediğidir.”4
TEMA Temsilciliklerinin İçgörüsü
Yerellerdeki TEMA etkinliklerini düzenleyen temsilciler ve gönüllülerin, içinde bulundukları örgütlenmenin amacını ve hedefini 15 yıl gibi uzun süreler boyunca fark edememesi şüphe konusudur. Söz konusu gizemli Gönüllü’nün ifadesi ise bunun en acı örneklerinden.
“İzmir TEMA’yı yeniden kuracaklar ama biz artık orada olmayacağız. Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, patronlar tarafından TEMA’nın başına oturttukları biri. TEMA, Hayrettin Karaca ile güzeldi. Şimdi o da artık hiçbir şeye karıştırılmıyor.”
Keskin biçimde görüldüğü üzere Gönüllü, eski TEMA’yı özlüyor. Yücelttiği Hayrettin Karaca’nın patronu olduğu fabrikaların atıkları ile katlettiği toprakları halen hafızalardan silinmemişken; TEMA’nın mahir temsilciliği İzmir’in bu deneyiminin daha nice TEMA gönüllüsünü etkilemesi dileğiyle.
Dipnotlar:
1) http://www.tema.org.tr/web_14966-2_1/entitialfocus.aspx?primary_id=1342&target=categorial1&type=2&detail=single
2) http://www.tema.org.tr/web_14966-2_1/neuralnetwork.aspx?type=78
3) http://www3.tema.org.tr/Sayfalar/Hakkimizda/Pdf/KurumsalYonetimBeyani.pdf
4) http://anarsistfaaliyet.org/sokak/tema-vakfi-hesci-sirketlerin-truva-atidir/
TEMA Gönüllülerine Açık Çağrı
Yaşamı yok eden şirketlere ve devlet politikalarına karşı mücadele etmiş, mücadelesini TEMA vakfı bünyesinde sürdürmüş TEMA gönüllülerine çağrımızdır!
Çok sayıda TEMA gönüllüsünün, TEMA İzmir temsilciliğinin kapatılmasının ardından duydukları üzüntüyü anlayabiliyoruz. Bunca ekolojik yıkımın, yaşamı yok eden enerji tesislerinin, yakılan, katledilen ormanların, baraj suları altında kalan köylerin bulunduğu bir coğrafyada söz konusu adaletsizlikleri görmemek, buna karşı gelmemek elde değildir. Pek çoğumuz mevcut adaletsizliklere karşı mücadele etmeye meyilli iken ağaçları, doğayı koruduğunu söyleyen, çocuklarla ağaçlar diken kuruluşlara sempati duymamız da bu bakış açısıyla kaçınılmazdır.
Bu kuruluşların en popülerlerinden TEMA, çok büyük bir hata yapmış, kendi elleriyle İzmirli gönüllülerini; vakfın kendisini, varlığını ve amacını sorgulamaya itmiştir. Bu sayede İzmir ve ilçelerindeki pek çok yaşam savunucusu artık TEMA’nın; kurucu patronlarının sahibi olduğu RES’ler nedeniyle ağaçların kesilmesine karşı olmadığının farkına varmıştır.
Açıktır ki TEMA, yönetim kurulundaki, kurucu heyetindeki kişilerden; destek aldığı kurumlardan ve hizmet ettiği amaçlardan ötürü biz yaşam savunucularını etkisizleştirmeye çalışan çevreci görünümlü bir Truva atından başka bir şey değildir.
Dileriz ki TEMA’nın bugün bir kez daha ortaya çıkan gerçek yüzü Anadolu’nun tümünde mücadele veren yaşam savunucularına etkide bulunur, tüm TEMA temsilcilikleri gönüllüler tarafından birer birer kapatılır.
Çağrımız senelerdir omuz omuza mücadele verdiğimiz, yeri geldiğinde karlar altında şirket önlerinde oturduğumuz, yeri geldiğinde vadilerde kolluk kuvvetlerinden şiddet gördüğümüz, yeri geldiğinde iş makinelerinin önüne atladığımız, samimi arkadaşlarımızadır:
Bize temas eden tüm vakıf, dernek ve STK’ların kimler tarafından ne amaçla kurulduğuna, nerelerden destek aldığına, şirketlerden ve devlet kurumlarından fon alıp almadığına dikkat edelim. İlişkilendiğimiz örgütlenmelerin bugüne kadarki yaptıklarını ve yapmadıklarını yazdıklarını ve söylediklerini inceleyelim. Şirketlerle ve devlet yetkilileri ile asla masaya oturmayalım, ikna etmeye çalışmayalım. Bizi uzlaşmaya iten Truva atı kişi, vakıf, dernek ve STK’ları vadilerimizden, eylem alanlarımızdan uzak tutalım. Yaşam alanlarımızda şirketlere ve devletlere karşı mücadelemizi örgütlü bir biçimde sürdürelim!
Patika Ekoloji Kolektifi
Alp Temiz
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 21. sayısında yayımlanmıştır.
The post 21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Milyonları Dozerle Götüren Vakıf TEMA” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post 21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Greenpeace 5,2 Milyon Doları Yok Etti” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Greenpeace’in finans danışmanının Euro ile Pound para birimleri arasındaki dalgalanmada, 11 Milyon Liraya karşılık gelen 3 Milyon gibi bir miktarını “üzülerek” kaybettiğini açıklaması, dünya çapında haberlere ve tartışmalara konu oldu.
Greenpeace’in yalnızca kur farkıyla bu miktarda para kaybediyor olması, şirketlerden fon kabul etmeyen ama aynı şirketlerin vakıfları yoluyla yaptığı bağışları memnuniyetle kabul eden STK’nın aldığı fonların miktarı hakkında büyük bir tartışmaya yol açtı.
Kaybedilen paranın “çevreci kampanyaları” sekteye uğratmayacağı Greenpeace merkez ofisi tarafından açıklanırken, paraya gerçekte ne olduğu konusunda da ciddi şüpheler mevcut.
Geçtiğimiz günlerde yayınlanan bu haber, söz konusu fonların ne denli büyük miktarlarda parasal bir akışa yol açtığını açıkça ortaya koyuyor.
İktisadi olarak detaylı bir analiz yapılırsa şüphesiz daha gerçekçi verilere ulaşılabilecektir. Ancak kabataslak bir hesaplamayla, son günlerdeki Euro-Pound paritelerindeki dalgalanmaya göre kaybedilen paradan yola çıkılarak, anaparanın miktarı hakkında yaklaşık bir yargıya varılabilir.
Euro-Pound paritesi, Greenpeace International tarafından açıklamanın yapıldığı 15 Haziran tarihi öncesi son 1 aylık zaman diliminde, sadece yüzde 1 oranında dalgalandı. Bu da 3 milyon Pound’un kaybedilebilmesi için, 300 Milyon Pound’luk bir alım satım işleminin yapıldığı anlamına geliyor. Yani sadece üzerinde işlem yapılan para, yaklaşık 1 Milyar 100 Milyon Lira.
Truva atı STK’ların (Sivil Toplum Kuruluşu) maddi destek aldığı şirketlere ve kurumlara karşı mücadele ediyormuş gibi görünmesine kentlerde ve vadilerde pek çok kez tepki gösterilmişti. Mücadelenin öznesi yerellikler ve yaşam savunucusu örgütlenmeler, çeşitli zeminlerde bu konuda açıklamalar, deşifrasyonlar yapmışlardı. (1)
Truva atı STK’lara karşı takınılan bu tavrın temelini oluşturan, yaşamı savunanlar ile yaşamı yok edenlerin bir araya gelemeyeceği, aynı sözü söylüyormuş gibi davranamayacağından ileri gelmektedir. Yaşamı yok eden şirketler tarafından kurulan ve desteklenen çevreci vakıflar ve STK’lar, hayata geçirdikleri “dünyayı kurtarma projeleri”ne yaptıkları katkılardan dolayı petrol, doğalgaz, sanayi, kimya, inşaat, medya şirketlerini çevreci ilan etmiş; onları yeşile boyamıştır. Bu vakıfların ve STK’ların asıl amacı, şirketleri “Yeşile Boyama”dır.
Greenpeace, bu STK’ların belki de en kurnazı. Çünkü şirketlerden doğrudan para almayı reddediyor. Bu da onun, gerçekten de halkın öz örgütlenmesiyle gerçekleştirdiği bir mücadele olduğu yanılgısını güçlendiriyor.
Greenpeace International internet sitesinde belirttiği üzere “Greenpeace bireysel destekçilerin gönüllü bağışlarına ve vakıflarca desteklenen hibelere güvenir.” deniyor.(2) Bu söz ile GP güya şeffaflık gösterirken açık veriyor ve şu soru akıllara geliyor: Kim tarafından kurulan hangi vakıflar?
Rockefeller Brothers Fund, Inc., Charles Stewart Mott Foundation, The Trust for Mutual Understanding, Reiman Charitable Foundation, Inc., The Scherman Foundation, Inc., The Overbrook Foundation…(3)
Liste böyle uzasa da, çok uzatmaya gerek yok. Bir tek Rockefeller Vakfı’nı incelemek yeterli olacaktır. Rockefeller Vakfı’nın kurucusu John D. Rockefeller, aynı zamanda 20. yüzyılın başında Shell dahil 25’ten fazla şirketi içine alarak büyük bir petrol tröstü haline gelen Standard Oil şirketinin de kurucusu.
Rockefeller Brothers Foundation internet sitesi rbf.org’tan, sürdürülebilir kalkınma başlığı altından Greenpeace’e hangi zamanlarda, kaç kez, kaç yüz bin dolar bağış yapıldığı kolaylıkla öğrenilebilir.(4)(5)(6)(7)(8)
GreenPeace adını yeşil koyarak yaşamı savunamaz, çünkü petrol şirketlerinden destek alarak petrolün açığa çıkardığı sorunlara karşı mücadele edilmez.
GreenPeace adını barış koyarak barıştan yana da olamaz, çünkü yeryüzündeki savaşların çoğu kendisini destekleyen petrol şirketlerinin çıkarları uğruna gerçekleştiriliyor.
Yolda karşınıza çıkıp sizden destek talep eden sevimli, modern, duyarlı, çevreci üniversite öğrencisi Greepeace’çilere bu soruları sorun. Muhtemelen kesinlikle şirketlerden bağış kabul etmediklerini söyleyecekler. Israrcı olup belgeleri söylediğinizde anlamazlıktan gelecek, belki ekip şefini çağıracak. Ekip şefi bu konu özelinde bir açıklama yapmayıp başka hikayelerle bu mevzuyu kaynatmaya çalışacak. Ama siz bileceksiniz: Hesap ortada!
Milyon dolarların nereden geldiği belli.
Nasıl kaybolduğuna gelince; işte orası aslında tam bir muamma.
Dipnotlar:
1) http://patikaekoloji.org/yeni-nesil-truva-atlari-ve-fon-dongusu/
2) http://www.greenpeace.org/international/en/about/faq_old/questions-about-greenpeace-in/
“Greenpeace relies on the voluntary donations of individual supporters, and on grant support from foundations.”
3) http://www.undueinfluence.com/greenpeace.htm
4) http://www.rbf.org/grant/10866/greenpeace-fund
5) http://www.rbf.org/grant/10866/greenpeace-fund-0
6) http://www.rbf.org/grant/10866/greenpeace-fund-1
Alp Temiz
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 20. sayısında yayımlanmıştır.
The post 21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: “Greenpeace 5,2 Milyon Doları Yok Etti” – Alp Temiz appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post 21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: Bir İmzayla Sen Vicdanını Onlar Cüzdanlarını Rahatlatıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Dünyanın en büyük imza kampanyası platformu olan Change.org, yerel ve küresel çapta yaşanan tüm sorunlara çare oluyor! Platformun 196 ülkedeki 40 milyon kullanıcısının başlattığı kampanyalarla birlikte Fransız eyaleti havaya böcek ilacı sıkmayı bıraktı, Kapadokya otel inşaatlarıyla bozulmaktan kurtarıldı, Garanti Bankası engelli dostu ATM’leri kullanıma açtı, Endonezyalı lider göçmen işçiden özür diledi, bisikletliler İzmir’de İZBAN toplu taşıma araçlarına binme hakkını elde etti…
Başka nice sorunlara çözüm bulmak için kurulan Change.org internet sitesi, başlattığı kampanyalarla “toplumların dönüşümü”nü amaçlıyor. Sitenin Türkçe giriş yazısında niyetlenenlerle de bu toplumsal dönüşüm arasında sıkı bir bağ var. Site, dünyayı değiştirmeyi amaçlayan kullanıcılarına şöyle sesleniyor: “Hiç kimsenin çaresiz olmadığı ve değişim gerçekleştirmenin günlük yaşamının parçası olduğu bir dünya için çalışıyoruz. Bu daha başlangıç ve senin de bize katılacağını umuyoruz.”
Değişim
İsminden de anlaşılacağı üzere sitenin felsefesi “değişim”. Change.org, yeryüzündeki tüm problemlere, bu değişim arzusunu taşıyan insanların bir araya gelip imzalar vererek çözüm bulmasını amaçlayan bir platform.
“Önceden insanları bir dava etrafında toplamak fazlasıyla zaman, para ve karmaşık altyapılar gerektiren zorlu bir uğraştı” diyen site giderek küreselleşen iletişim teknolojilerinden feyz almış olacak ki, sanal kampanyalarla yaratılacak değişime odaklanmış. Site, bankaların aidatlarının iptalini isteyen müşterilerden yolsuzluk yapan devlet görevlilerinden hesap sorulmasını isteyenlere kadar birçok farklı kesimden gelecek imzalarla, insanları harekete geçirmeyi, şirketleri ve devletleri “daha hesap sorulabilir ve duyarlı” hale getirmeyi amaçlıyor.
Dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar “gelecekten kaygı duyan”ları bu sanal platformda bir araya getiren site, herkesin fikrini açıkça söyleyebileceği bir zemin yaratıyor. Yaşamlarının gerçekliğini dönüştürmek için çabalamayanlara, toplumsal sorunlara dair bir imza vermelerini salık vererek fark yaratmayı amaçlıyor!
Change.org, bütün bu işleri dünyanın dört bir yanından bir araya gelerek dünyayı değiştirmeyi amaç edinmiş kadrosuyla gerçekleştiriyor. Bu az sayıdaki “cesur” insan, belki yanı başınızda, belki de dünyanın diğer ucundaki sorunlara çözüm için çabalarken, yeni “sanal kahraman”lar da dünyayı daha iyi ve yaşanabilir bir yer yapmak için ellerinden geleni ortaya koyuyor.
Peki, “değişim”e bu kadar gönülden inanan bu “cesur” insanlar da nereden çıktı?
Çare Change.org Kadrosu
Her yıl dünyanın en zengin iş adamlarının listesini açıklayan bir dergide Change.org’un mucidi ve CEO’su Ben Rattray’in, “2012 yılı en başarılı iş adamları listesi”nde yer alması, muhtemelen bir “tesadüf” değildi. Fortune dergisi, dünya liderlerini bir kenara bırakıp sosyal sorumluluk sahibi insanları listelemeye başlamamıştı elbette. Rattray’i bu listeye sokan kriter onun “dünyayı değiştirme” hayali değil, kurucusu olduğu Change.org’un 2013 Mayıs ayı içerisinde on sekiz farklı ülkeye yaptığı 15 milyon dolarlık yatırımdı.
Çevreci aktivizm, haciz karşıtı imza, sendika savunusu gibi söylemlerle kampanyalar düzenleyen bu sitenin “ideolojisiz” olduğu öne sürülse de, sitenin adına dikkatlice bakmak gizlenen bu ideolojiyi görmeye yetiyor.
İsmini ABD Başkanı Barrack Obama’nın 2008 seçimlerinden alan site, seçim zamanında üyelerine “yeni yönetimin öncelik vermesi gereken on konu”yu oylamaya sunduğunda ortaya çıkan tablo, Obama’nın istek listesi olmuştu. Ayrıca, sitenin “ideolojisiz olduğu”na bir karşı çıkış da, ABD’de sendikal hakları için greve giden öğretmenlerin derslere girmemesinden şikayetçi olarak eğitimde reform isteyen mücadele karşıtı bir STK olan StudentsFirst ve Stand For Children ile olan ortaklığından geliyor.
STK Görünümlü Şirket: B-Şirket
Sitenin ismindeki “org” uzantısına aldanmayın. “Organization”dan (örgüt) gelen org. uzantısının genellikle kar amacı gütmeyen yardım vakıfları ya da STK’lar tarafından kullanıldığı bilinir. Ancak Change.org’ta kullanılan bu uzantı, sosyal sorumluluklu bir internet sitesinden öte, şeffaflığı engelleyen multi milyon dolarlık bir şirketi gizlemekte kullanılıyor. Yani bu sosyal sorumluluk görünümü, sitenin karına kar katmasına zemin sağlıyor. Kampanyalarla toplanan imzalı dilekçelerin ilgili vakıf ve STK’lara satılması da zaten bu “şirket”in işleyişini açıkça gösteriyor.
Standford’lu sınıf arkadaşları Ben Rattray ve Mark Dimas tarafından kurulan sitenin amaçları, “belli duyarlılıklar üzerinden bir araya gelen kullanıcıların kar amacı gütmeyen sosyal ağ platformlarıyla, sosyal değişime odaklanmak” olduğu öne sürülse de Change.org’un site üzerinden gerçekleştirdiği alış veriş, STK görünümlü şirketi açığa çıkartıyor.
İlk kez 2010 yılında ABD’de gündeme gelen, Benefit Corporations(B-Corps) yani B-Şirketler, kar hırsıyla çalışan şirketlerin aksine “toplumsal fayda” için çalışılması gerektiğini vurguluyor. Şeffaflık ve hesap verilebilirliğin esas alındığı, kamu yararı için sosyal vicdanı ilke edinerek faaliyet yürüttüklerini söyleyen B-Şirketler, fikirlerin eyleme dönüştürülmesi konusunda da hayli istekli.
Bir B-Şirketi olduğu söylenen Change.org’un faaliyetleri ise tam bu noktada dikkat çekiyor.2010 yılından bu yana kullandığı imza modeliyle çalışan Change.org, The Bay Citizen’in raporuna göre 2011 yılından itibaren bu yolla kazanç sağlamaya başlıyor ve ilk kez “kar amacı gütmeyen” pozisyonundan çıkıyor.
Şirket, sosyal değişimle ilgili politikalarını, STK’ların adalet ve eşitlik için toplum yararına düzenlediği her kampanyayı sahiplenebileceğini söylerken, esas olarak STK’ların sponsorluğundan bahsediyor. Kendi kampanyalarını Change.org’ta yayımlatarak hedef kitlelerini büyütmeyi amaçlayan grupların bu sanal platform şirketine sundukları teklifler, ABD İletişim İşçileri Sendikası’nın yaptığı gibi kimi zaman 280.000 dolara kadar çıkıyor.
İklim değişikliği, evsizler, göçmenler, gay hakları gibi birçok sosyal konuya ilişkin kampanya düzenleyen Change.org aynı zamanda kampanyalarına imza atan kullanıcıların ve üyelerin kişisel bilgilerini ve mail adreslerini ilgili kurum, vakıf ve STK’lara satarak da bütçesini büyütüyor. Change.org’a attığınız bir imza sonrasında mail adresiniz konuyla ilgilenen benzer kuruluşlara satılıyor. Netroots Vakfı’nın açıklamasına göre satılan mail başına belirlenen bu fiyat, 1.75 dolar.
2012 Ekim ayında Huffington Post, sitenin ortaklık sözleşmelerinde değişikliğe gittiğini duyurdu ve artık Change.org’u hazırlayanların kişisel olarak karşı olduğu reklamları bile alacağını açıkladı.
Change.org: Clicktivizm mi, Slacktivizm mi?
Clicktivizm, sosyal medyayı kullanarak eylemler düzenleyen aktivistler için kullanılır. Bu eylemlerin başarısı kampanyalar için kaç “click” aldıklarıyla ölçülür. Slacktivizmden farklı olarak burada düzenlenen kampanyalar, sadece internet üzerinde kalmaz, gerçek hayatta da eyleme dönüşür. Tabi clicktivizm, slacktivizmin internet üzerinden düzenlediği kampanyalar için de kullanılır. İmza kampanyaları düzenlemek ya da politikacılara-şirket CEO’larına mail göndermek bunlar arasında sayılabilir. Clicktivizme en büyük eleştiri, sokak eylemlerini sanal ortamdaki imza kampanyalarına dönüştürmesi konusundadır.
Slacktivizm ise; slacker ve activizm kelimelerinin birleşiminden oluşturulan bir kavramdır. Slacker’ın Türkçe karşılığı, tembeldir. Kelime, herhangi bir sosyal olayı destekleyerek iyi hisseden, pratikte fazla bir şey yapmadan bu az çabasından hoşnut olmasını niteler. Slacktivizm kavramı ise, sosyal ağlarda yayınlanan mesajları kopyalayıp yapıştırarak, kişisel bilgilerine yazarak ya da profil resmini değiştirerek, sanal ortamda gündeme dair bir söz üretme anlamına gelir.
Sosyal medyanın, genç gruplar arasında yaygın olarak kullanımıyla yaygınlaşan bu kavram ilk kez 1995’te Cornerstone Festivali’nde, gençlerin topluma etki edebileceği protesto dışı eylemler için kullanıldı. Örneğin bir protestoya katılmak yerine, ağaç dikmek gibi… Burada kullanılan anlamı olumluydu. Ancak 2001’de Newsday’deki bir makalesinde Monthy Phan, kelimeyi şimdiki olumsuz anlamında kullandı ve slacktivizm, kişilerin reel siyasi alanlardan uzaklaşarak sanal ortamda muhalefet yapmaya sıkışmasını tanımlamakta kullanılmaya başlandı.
Change.org ve benzeri sosyal ağlardan örgütlenen sanala hapsedilen muhalefetin birer yansımasına dönüşürken, benzer sosyal ağlar da bu karşılaştırma ekseninde değerlendirilmektedir. Kişilerin var olan adaletsizliklere karşı mücadele etmektense klavye aktivizmine hapsolmasına sebep olan Change.org’un aldığı en büyük eleştirilerden biri de, slacktivizme ilişkindir.
Toplumsal Muhalefeti “Vicdan” Diyerek Pazarlayanlara Karşı Direnişin Gerçekliği
Change.org ve benzeri sosyal ağlar (MoveOn, İmza.la gibi) şimdiden yayılmaya başladı bile. İnternetin mantığından faydalanılarak örgütlenen bu ağlarla sosyal vicdan sahibi ve sorumluluğu yüksek bir sanallık yaratılıyor. Kamuoyunun vicdanı ise, bu sanallığa hapsedilmeye çalışılıyor.
Toplumsal muhalefet gerçeklikten uzaklaştırılıp sanala hapsedilmek istenirken; “şeffaflık”, “kamu yararı”, “sosyal görev” denilerek kendini var eden STK’lar ise birer şirkete dönüşüyor. Kişisel bilgilerden toplum vicdanına kadar her şeyi pazarlayan bu şirketler, muhalefeti de kendi söylemlerini kullanarak sindirmek istiyor.
İnsanların uğruna yaşamını yitirdiği, devlet terörüne-polis şiddetine-kapitalist sömürüye karşı girişilmiş bir mücadelede ortaya çıkan “Bu daha başlangıç” sloganını bile pazarlanacak bir metaya dönüştüren bu ve benzeri sosyal ağlara karşı esas alınması gereken, “iyi hissedilecek” kampanyalar düzenleyen şirketler değil, sokaklarda örgütlenen mücadelenin kendisidir.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 14. sayısında yayımlanmıştır.
The post 21. yy’da Teslimiyet Teorileri ve Pratikleri: Bir İmzayla Sen Vicdanını Onlar Cüzdanlarını Rahatlatıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Talan Projesi Üçüncü Köprüde Truva Atları Köprüye Koşuyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Talan Köprüsü
Sarıyer Garipçe ile Beykoz Poyrazköy arasına yapılacak olan 3. Köprü, İstanbul’un kuzeyinde yapımı planlanan 3. havalimanı ve Kanal İstanbul gibi birçok rant projesine hizmet ediyor. Aynı zamanda Marmara Bölgesi’nin tamamını etkileyecek Kuzey Otoyolu projesinin de bir parçası. Bu otoyol, Kocaeli ve Çatalca havzalarındaki verimli tarım arazilerinin ve su havzalarının da talanı anlamına geliyor. Beykoz, Belgrad ve Alemdağ ormanlarında kesilecek milyonlarca ağaç ve canlı yaşamının yok edilmesiyse geri dönüşü olmayan bir ekolojik katliam demek.
İstanbul’un giderek artan nüfusunun içme suyu ihtiyacını karşılayan bu ormanların betonlaştırılması, yağan yağmurun toprağa karışmasına engel olacak. Böylece yer altı suları, dereler ve akarsular beslenemeyecek. Yani halkın içme suyu ihtiyacı doğrudan engellenecek.
Köprüler, otomobillerin trafiğini sağladığından üçüncü bir köprü trafik sorununu asla çözmez, aksine büyütür. Söylendiğinin aksine İstanbul trafiğini de rahatlatmaz, çünkü 3. Köprü’nün yapımına gerekçe gösterilen transit trafiğin boğaz geçişlerindeki payı, sadece yüzde iki.
Talan Havalimanı
İstanbul’un su ihtiyacını karşılayan Terkos Gölü’nün hemen yanına ise 3. Havalimanı’nın yapılması planlanıyor. Bu alan içinse, yaklaşık iki buçuk milyon ağaç kesilecek, yetmişten fazla sulak arazi betonla doldurulacak, orada bulunan maden ocakları nedeniyle dolgu beton dökülecek, yani tüm sulak araziler tamamen yok edilecek.
AKP’nin kentsel rant projelerinde kazanan taraflar, arazi spekülatörleri, bankalar, inşaat, petrol ve otomotiv şirketleri. Ayrıca kentsel dönüşüm yasasıyla özel yetki kazandırılan şirketler, İstanbul’da birçok gecekondunun yıkımı için de kolları sıvadı. Köprü güzergâhı üzerindeki araziler el değiştirerek, şirketler tarafından bir bir kapatılıyor. Bazı STK ve çevre dernekleri de bu projeleri daha da kolaylaştırmaya yarıyor.
Kazanan Şirketler ve Truva Atı Çevreciler
Aslında yaşamı hunharca katleden bu şirketlerin işi hiç de kolay değil. Katliam projelerine karşı toplumsal muhalefetin gelişeceği en başından belli. Ve bu muhalefetin etkisini kırmak da projenin önemli adımlarından biri oluyor. Şirketler bu noktada kendilerine yöneleceğini öngördükleri toplumsal muhalefete ise Truva Atı STK’larını göndererek, mücadele edenleri etkisiz eylemlere yönlendiriyor.
“Köprü Değil Yaşam” adıyla şimdilerde internet üzerinden bir imza kampanyası örgütleniyor. Kuzey Ormanları Savunması adlı oluşumda yer alarak 3. Köprü’nün talan edeceği Kuzey Ormanları’nı koruduklarını iddia eden ve bu kampanyanın çağrıcılarından olan Ali Yıldırım, aynı zamanda “Marmaray açıldığında rahatlama yaşanacak. İlk aşamada 600 bin kişi, tam kapasitede ise 1 milyon kişi kullanabilecek. Bu yüzden raylı taşımaya ağırlık verilmesini istiyoruz.” şeklinde konuşarak, yaşam alanlarını yok edecek projelere ilişkin çelişkili açıklamalarda bulunuyor. Daha önce de İstanbul’da yaşanan rahatlamalar, nüfusu önce Boğaziçi Köprüsü ile ikiye sonra FSM Köprüsü ile üçe katlamıştı. İki milyonluk İstanbul nüfusu, köprüler sonrasında on iki milyona yükselmişti. Bu gibi oluşumlar anlaşılan o ki, 3. Köprü, 3. Havalimanı ya da Marmaray ile kapitalizmin merkeziyetçi ilerleyişinin yaşam üzerindeki tahribatından çok, projenin biçimselliğini tartışma konusu haline getirmiş durumda.
Yine bu kampanyanın destekçileri arasında yer alan TEMA, Greenpeace, WWF Türkiye, Doğa Derneği, Buğday Derneği gibi Truva Atı STK’lar da daha önce içinde bulundukları pek çok mücadeleyi açıklamaları ve yaptıklarıyla sönümlendirmiş, yaşamı yok eden projelerin gerçekleştirilmesinde birer kolaylaştırıcı unsur olmuşlardı. Bunlardan yalnızca biri olan TEMA, mütevelli heyetinde yer alan kırk patrondan ikisinin müteahhidi olduğu hidroelektrik santralleri (HES) “kurallara uygun, çevreye zarar vermez” diyerek onaylamıştı. Yine mütevelli heyetinde bulunan Koç’un üniversite inşaatındaki orman katliamını, “üniversitenin ormanı koruyucu özelliği var” diye açıklamıştı.
Ne yazık ki yaşam alanları yok edilirken toplanan imzalar ise 50 bin kişiye ulaştığında Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı’na, Orman ve Su İşleri Bakanı’na, Çevre ve Şehircilik Bakanı’na teslim edilecek. Sonuçta yaşam savunucularının mücadele zeminini kaydıran Truva Atı STK’lar işlevini yerine getirirken, kazanansa yine şirketler olacak.
The post Talan Projesi Üçüncü Köprüde Truva Atları Köprüye Koşuyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>