tüketim – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Wed, 05 Feb 2020 16:01:59 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Phoebus Karteli’nden Bugüne Eskisini At Yenisini Al – Mercan Doğan https://meydan1.org/2018/02/11/phoebus-kartelinden-bugune-eskisini-at-yenisini-al-mercan-dogan/ https://meydan1.org/2018/02/11/phoebus-kartelinden-bugune-eskisini-at-yenisini-al-mercan-dogan/#respond Sun, 11 Feb 2018 20:52:39 +0000 https://test.meydan.org/2018/02/11/phoebus-kartelinden-bugune-eskisini-at-yenisini-al-mercan-dogan/ 2017 yılının sona ermesiyle beraber ekonomiyle ilgili yüzlerce istatistik, binlerce veri açıklandı geride bıraktığımız yıla dair… Her şeye zam gelmiş, her şeyin vergisi artmış, herkesin borcu katlandıkça katlanmış. Bunlara rağmen TC ekonomisi geçen yılın aynı dönemine oranla yüzde 11,1 büyümüş; her şeyin tüketimi arttıkça artmış. “Geçmiş uygarlıkların tümünde dayanıklı nesneler, araçlar veya binalar kuşaklarca insandan […]

The post Phoebus Karteli’nden Bugüne Eskisini At Yenisini Al – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

2017 yılının sona ermesiyle beraber ekonomiyle ilgili yüzlerce istatistik, binlerce veri açıklandı geride bıraktığımız yıla dair… Her şeye zam gelmiş, her şeyin vergisi artmış, herkesin borcu katlandıkça katlanmış. Bunlara rağmen TC ekonomisi geçen yılın aynı dönemine oranla yüzde 11,1 büyümüş; her şeyin tüketimi arttıkça artmış.

“Geçmiş uygarlıkların tümünde dayanıklı nesneler, araçlar veya binalar kuşaklarca insandan daha uzun yaşamışken, bugün onların doğmasını, gelişmesini ve ölmesini izleyen bizleriz.”

Jean Baudrillard

Dünyanın en önemli buluşlarından biri sayılan ampulün -yaklaşık elli yıl boyunca birçok bilim insanının üzerine çalışmasının ardından- 1879 yılında Amerikalı Thomas Edison tarafından üretildiği söylenir. Piyasaya ise ilk kez 1881’de sürülmüştü. Ampulün ömrünü uzatmak için yoğun çalışmalar başlatıldı, dayanma süresi 2500 saate kadar yükseltildi.

Ancak ampullerin uzun ömürlü olması, üretici şirketlere pek yaramadı. Satın alınan ampuller patlamadığı ya da bozulmadığı için, bir ampul satın alan bir daha almadı. Başlangıçta talep fazla olduğu için fazlaca üretim yapan ampul şirketlerinin satışları oldukça düştü. Durumun ekonomik büyümeye olumsuz etkisini fark eden Osram, General Electric, Phillips, Tungsram, AEI ve La Compaigne des Lampes gibi ampul üreten büyük şirketler 1924 yılında Cenova’da toplanarak dünyanın ilk küresel kartelini oluşturdu.

Işığa Hükmeden Phoebus Karteli

Latince’de “güneş tanrısı” anlamına gelen Phoebus’un ismini alan kartel, gerçekten de ışığa hükmetmeye başladı. Amacı ABD, Avrupa, Asya ve Afrika’daki üretim, pazarlama ve tüketimi denetim altına alarak ampullerin ömrünü kısıtlamaktı.

Kartel, kurallarını bütün şirketlere dayatıyordu. Kartelin baskısı altındaki şirketler, sadece 1000 saat dayanabilen ampuller üretmek için deneyler yapmaya başladılar. 1940’lara gelindiğinde kartel amacına ulaştı; 1000 saat, ampullerin standart kullanım süresi haline geldi. Daha sonra birçok bilim insanı yüzlerce yeni ve dayanıklı ampul buldu, 1.000.000 saate kadar dayanabilen ampuller… Ancak hiçbiri piyasaya sürülemedi.

Resmi olarak varlığı on yıllarca kabul edilmeyen Phoebus Karteli, kayıtlı belgelerin ortaya çıkmasıyla ancak yakın bir tarihte kabul edildi. Bir dönem “Uluslararası Enerji Karteli” ismini aldı, bir başka dönem bir başka isim… Ve en can yakıcı nokta şu; bu kartelin ekonomiye soktuğu “kasıtlı eskitme” yöntemi, bugün hala kullanılmakta.

Kasıtlı Eskitme ile Arttırılan Tüketim

Phoebus Karteli ile ekonomiye giren “kasıtlı eskitme” (planned obsolescence) kavramının, sanayi toplumunun seri üretime başlaması ile birlikte ortaya çıktığı söylenebilir. Seri üretim yapan makineler ile üretim artık daha ucuza ve çok fazla yapılır hale gelince, oluşan arz fazlası tüketici taleplerinin üzerine çıkmıştır. Sanayiciler için biriken stoklarını eritebilmenin tek yolu, bir şekilde daha fazla tükettirebilmektir. Eğer sattıkları ürünler bir müddet sonra bozulmazsa tüketici yerine yenisini alıp koymayacak, bu da iflas etmelerine yol açacaktır. Kasıtlı eskitme, onların cankurtaranı olmuştur.

O gün bugündür tüketicinin iliğini sömürmek ve tüketimi arttırmak için şirketlerin kullandığı bir strateji ve yöntem olan kasıtlı eskitme, “ürünün daha uzun süre kullanılabilecekken belirli ve ayarlanmış bir kullanım ömrünün ardından işlevini yitirecek şekilde üretilmesi” olarak tanımlanabilir.

Ürünün periyodik olarak biraz daha geliştirilmiş versiyonunun piyasaya sürülerek önceki sürümlerin niteliksizleştirilmesiyle gerçekleştirilen “algısal eskitme” de, elektronik başta olmak üzere birçok sektörün şirketlerince uygulanan farklı bir kasıtlı eskitme yöntemidir.

Eskisini At – Yenisini Al: TÜKET, TÜKET, TÜKET!

Modası geçen mallar, garanti süreleri biter bitmez bozulan elektronik eşyalar, tamiri yenisini almaktan daha pahalı ürünler, çıktığı günden birkaç yıl sonra yeni güncellemeleri kaldıramayan ve ıskartaya çıkan akıllı telefonlar, kartuşları bitince doldurmak yerine yenisi alınan yazıcılar, ilk giyişte kaçan çoraplar, bir yıl bile dayanmayan ayakkabılar…

Yapay zeka uygulamaları üretebilen bir şirketin, en ufak bir yere çarpıldığında çatlamayacak bir telefon ekranı üretemiyor oluşu gerçekten garip değil mi? Yanmayan ya da su geçirmeyen kumaşlar üretilebilirken hala parmak ucu yırtılmayan çorap üretilememesi? Peki kredi taksitleri bitmeden perte çıkan arabaların daha sağlamı üretilemiyor mu? Teknolojinin günden güne “ilerlediği” söylenirken ürünlerin gittikçe dayanıksızlaşması, nasıl tesadüf olabilir ki? Benzer sorular yazmakla bitmez.

Sonuç olarak, diyorlar ki “Eskisini at – yenisini al. Tüket, tüket, tüket!”

Mercan Doğan

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 43. Sayısında yayınlanmıştır.

 

The post Phoebus Karteli’nden Bugüne Eskisini At Yenisini Al – Mercan Doğan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/02/11/phoebus-kartelinden-bugune-eskisini-at-yenisini-al-mercan-dogan/feed/ 0
WAL-MART: Seni Tüketmeye Çağırıyor – Özlem Arkun https://meydan1.org/2017/12/27/wal-mart-seni-tuketmeye-cagiriyor-ozlem-arkun/ https://meydan1.org/2017/12/27/wal-mart-seni-tuketmeye-cagiriyor-ozlem-arkun/#respond Wed, 27 Dec 2017 19:59:56 +0000 https://test.meydan.org/2017/12/27/wal-mart-seni-tuketmeye-cagiriyor-ozlem-arkun/ -Soru şu, kalp nerede? Pekala, Wal-Mart’ın kalbini mi görmek istiyorsun, şuradaki plazma televizyonun yanında. -Bu bir ayna. Evet görmüyor musun? Wal-mart’ın kalbi bu, siz müşteriler. Birçok şekle girebilirim Wal-mart, Kaymart, Target… Ama ben tek bir şeyim: Arzu. Southpark, Bir şey Wal-Mart Yönünden Yaklaşıyor Wal-Mart dünyanın en büyük perakende satış devi. İlk marketini açtığı 1962’den bu […]

The post WAL-MART: Seni Tüketmeye Çağırıyor – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

-Soru şu, kalp nerede?

Pekala, Wal-Mart’ın kalbini mi görmek istiyorsun, şuradaki plazma televizyonun yanında.

-Bu bir ayna.

Evet görmüyor musun? Wal-mart’ın kalbi bu, siz müşteriler.

Birçok şekle girebilirim Wal-mart, Kaymart, Target…

Ama ben tek bir şeyim: Arzu.

Southpark, Bir şey Wal-Mart Yönünden Yaklaşıyor

Wal-Mart dünyanın en büyük perakende satış devi. İlk marketini açtığı 1962’den bu yana giderek büyüyen bu dev, gıdadan giyime, eczadan silaha, kimyasal gübrelerden fotoğrafa kadar birçok ürün ve hizmeti bünyesinde barındırarak pazara girdiği her bölgede küçük üreticileri ve marketleri ortadan kaldırarak daha da büyüyor. Piyasaya girdiği her bölgede hem ekoloji mücadelesi veren grupların hem sendikaların hem de yerel halkın hedefinde olmasına rağmen, yaptığı hak ihlalleri ve yarattığı doğa tahribatı nedeniyle birçok kez ceza alıp milyonlarca dolarlık tazminat ödemek zorunda kalsa da, hala kar etmeye devam ediyor. Ford ve General Motors’un sanayide gerçekleştirdiği dönüşümü perakende satış alanında gerçekleştiren bu şirket, kurulduğu ilk günden bugüne “ilkelerinden” ödün vermeyerek büyüdükçe büyüyor. Wal-Mart’ın kurucusu Sam Walton ve haleflerinin bu “ilkeleri”ne şirketin internet sitesinde ulaşmak da mümkün, bu “ilkelerin” kime yaradığını görmek de.

Bütün Fırsatlar Wal-Mart’ta

“Dünya çapında 2.3 milyon çalışanı olan Wal-Mart hem kişiler hem de tedarikçiler için sonsuz fırsatlar sunmaktadır… Kadınların ekonomik bağımsızlığı… Küçük işletmelerin büyümesi gibi programları desteklemektedir.” *

Wal-Mart’ın kuruluşundan itibaren kullandığı “Her Zaman Düşük Fiyat” sloganını, 2017 yılında “Tasarruf Et, Daha İyi Yaşa” sloganıyla değiştirmişti. Slogan değişti, çağa ayak uydurarak “yaşadığımız hayatların aslında yeterince iyi olmadığını” bize hatırlattı ama aslında kuruluş ilkesini terk etmedi. Bünyesinde barındırdığı yaklaşık 1.4 milyon çeşit ürünü, piyasa fiyatının ortalama %15 daha altında satmaya devam etti. Böylece Amerika’da 1962’de Wal-Mart’ın açılmasından 2002’ye kadar, zincir market olmayan küçük işletmelerin sayısı %55 azaldı.

Kurucu Sam Walton bir keresinde şöyle demişti; “Düşük ücretler veriyorum, başarılı olacağız. Ne var ki bu işçi maliyetini düşürerek, düşük ücret modeli temeline dayanıyor.” Wal-Mart, Amerika’nın en düşük saat başı ücretine sahip; ama çalışanlarına %10 indirimle satış yapıyor, böylece onlara koklatarak verdiği parayı geri almayı da garantiliyor! Wal-Mart’ın bir tam zamanlı çalışanı, haftada 34 saat çalışıyor (yöneticiler tarafından keyfi olarak uzatılan ve kayıt dışı bırakılan saatler hariç) ve buna rağmen devlet destekli programlardan faydalanmak zorunda kalıyor. Böylece Wal-Mart işçilere vermediği parayı devlete ödetiyor.

Bu arada, Wal-Mart’ta işe girenlerin %70’i, ilk yılını doldurmadan ayrılıyor. ABD’de yaşayan her iki kişiden biri, hayatının bir döneminde Wal-Mart’ta çalışmış. Wal-Mart aynı zamanda kaçak göçmenler ve çalışma izni olmayanlara da kapısını açıyor, fakat sonra üzerlerine kilitliyor. Şirketin bu uygulamaları gündeme geldiğinde ise bazen ceza alıyor, bazen almıyor.

Wal-Mart ABD dışında Çin, Bangladeş ve Meksika’da da tedarikçiler aracılığıyla birçok iş olanağı sunuyor. Saati 1 dolar, günde 14 -15 saat! Elbette tüm bunlar Wal-Mart gibi işçiyi bedavaya getirmeye çalışan bir şirket için kaçırılmaz fırsatlar.

Her zaman düşük fiyatla, tasarruf etmeye çağıran Wal-Mart’ın bu ucuzluğunun nasıl mümkün olduğunu anlamak da zor olmasa gerek. Kurulduğu günden bu yana, bünyesinde sendikal faaliyetlere izin vermeyen şirket ABD yasalarına göre defalarca cezalandırılmış olsa da, hem verilen cezaların ailenin serveti karşısında mikroskobik olması hem de dava süreçlerinin yıllarca sürmesi Wal-Mart’a kazandırıyor.

Tüm bunların yanında Wal-Mart, işçilere “ancak hayatta kalmaları için yetecek para”yı verdiğini düşünerek; işçilerin faydalanabileceği bir kriz fonu oluşturmuş, böylece işçiler maaşlarının bir kısmını bu fona bağışlayarak herhangi bir işçi arkadaşının başına gelen bir kaza/felakette onunla dayanışma gösterebiliyor. 2004 yılında bu fonda işçilerin bağışlarıyla 5 milyon dolar toplanmış, Walton ailesi ile 6000 dolarlık bonkör bir bağış yapmış!

Sürdürülebilir Tüketim, Sürdürülebilir Sömürü

“Yaklaşımımız sıfır atık üretimi, %100 yenilenebilir enerji, kaynakları ve doğayı koruyan ürünler satmak…”*

-1999: Pensilvanya eyaletindeki Wal-Mart inşaatı, doğa tahribatı nedeniyle tamamen durduruldu.

-2001: EPA (Doğayı Koruma Derneği) Wal-Mart’ı Texas, Oklahoma ve Masachusetts’te Temiz Su Yasası’nın ihlalinden dolayı 1 milyon dolar para cezasına mahkum etti.

-2004: yine 9 eyalette Temiz Su yasasını ihlal etmekten 3.1 milyon dolar cezaya mahkum edildi.

-2005: Conneticut’ta EPA, 22 mağazadaki ihlallerden dolayı 1.15 milyon dolar cezaya çarptırıldı.

Bu cezaların yanı sıra farklı zamanlarda, Wal-Mart’ta satılan bazı aksesuar ve oyuncaklar içerisinde toksik maddeler olduğu açığa çıkmış, bu ürünler toplatılmıştı.

Küçük Kararlar – Büyük Zararlar

Amerikalı ekonomist Alfred Kahn 1966’da yayınladığı “Küçük Kararların Tiranlığı” kitabında; bireysel olarak, küçük ölçekli, kısa vadeli kazanç sağlama amacıyla alınan kararların toplamda -kümülatif olarak- ne ölçüde büyük ve topluluğun tamamını etkileyecek ölçekte zararlar yaratabileceğini örnekliyordu.

Kahn’ın iddiasının bir başka örneği gibi Wal-Mart’ta piyasaya girdiği her yerelde türlü türlü direnişlerle karşılaşıyor, fakat eylemlere, eleştirilere rağmen büyümeye devam ediyor.

Ürünlerin çok ucuza satılması, uzun saatler (bazı yerlerde 24 saat) açık olması, ürün çeşitliliği gibi avantajlarla rakiplerini fersah fersah geride bırakan Wal-Mart, kişilerin küçük çıkarları doğrultusunda aldığı, zararsız gibi görünen, küçük kararlarla varlığını sürdürüyor.

Wal-Mart’ın 1962’de perakendecilikte yeni entegre bir model kurması olağanüstü bir pazar başarısı olarak görülmüştü. Oysa bugün “Ucuz Fiyatın Yüksek Bedeli”, “Wal-Mart Çağı” gibi belgeseller, rüşvet skandalları, doğa katliamı cezaları, ırkçı ve ayrımcı uygulamalarıyla ipliği pazara çıkan bu şirketin “ilkeleri”nin geçmişi ve bugünü de sorgulanıyor.

Peki şimdi bu zincire her gün yeni bir halka eklenirken tüketen toplum, küçük kararlarıyla bu tiranlığı yeniden üretmeye ve büyütmeye devam mı edecek, yoksa aynaya bakıp bu devi ayakta tutanın kendisi olduğunu görerek bu devin çöküşünü mü izleyecek?

*Wal-Mart resmi internet sitesinden alınmıştır.

 

Özlem Arkun

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 42. sayısında yayınlanmıştır.

The post WAL-MART: Seni Tüketmeye Çağırıyor – Özlem Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/12/27/wal-mart-seni-tuketmeye-cagiriyor-ozlem-arkun/feed/ 0
Hırsız Kim- Ece Uzun https://meydan1.org/2017/12/24/hirsiz-kim-ece-uzun/ https://meydan1.org/2017/12/24/hirsiz-kim-ece-uzun/#respond Sun, 24 Dec 2017 11:37:52 +0000 https://test.meydan.org/2017/12/24/hirsiz-kim-ece-uzun/ Basit bir atölyede bir ayakkabı ustası tarafından üretilen bir ayakkabı, fabrikasyon üretimde en az on ayrı işçinin elinden çıkar. İşçinin ayakkabıyı üretmeye başladığı andan itibaren müşterinin kullanmaya başladığı ana kadar onlarca, belki de yüzlerce işçinin emeği vardır ayakkabıda. Ayakkabı üretiminde ahşap kalıplardan plastik kalıplara geçiş, atölyelerden fabrikalara geçişin de göstergesidir. Ayakkabının üretim aşamasında maliyet ne […]

The post Hırsız Kim- Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Basit bir atölyede bir ayakkabı ustası tarafından üretilen bir ayakkabı, fabrikasyon üretimde en az on ayrı işçinin elinden çıkar. İşçinin ayakkabıyı üretmeye başladığı andan itibaren müşterinin kullanmaya başladığı ana kadar onlarca, belki de yüzlerce işçinin emeği vardır ayakkabıda.

Ayakkabı üretiminde ahşap kalıplardan plastik kalıplara geçiş, atölyelerden fabrikalara geçişin de göstergesidir. Ayakkabının üretim aşamasında maliyet ne kadar düşürülürse, patronlar için kar o kadar artacaktır. Ayrıca bir işçiye maaş ödemektense fabrikasyon bir ayakkabıyı makinelerin başına işçiler koyarak ürettirmek patronlar için çok daha karlıdır. Bir atölyeden fabrikasyon üretime geçiş, işçinin ücretinin de azalmasına neden olmaktadır haliyle.

Kalıpçılar, tabancılar ve sayacılar. Kalıpçılar ayakkabının genel kalıbını oluştururlar. Tabancılar ayakkabının iç ve dış tabanını oluşturup topuğu hazırlarlar. Sayacılar ayakkabının üst yüzeyini oluşturur, ayakkabının astarı ile üst yüzeyini birleştirirler. Ayakkabı tekrar kalıpçılara döner, saya ve iç taban kalıba tutturulur. Tabanlama aşamasına gelen ayakkabı dış tabanla birleştirilir. Son işlem olarak ayakkabı dikilerek, yapıştırılarak ya da çivilenerek kullanıma hazır hale getirilir.

Bu üretim aşamasında önemli bir rol oynayan sayacılar, geçtiğimiz kasım ayında büyük eylemler gerçekleştirdiler. Sayacıların eylemleri ana akım medya tarafından “düşük ücretle çalıştırılan Suriyeli işçilere karşı” olarak maniple edilse de, isyanın gerçek nedeni şuydu: Büyük ayakkabı şirketleri işçileri çok düşük ücretle çalıştırıyor, ayakkabının maliyeti çok düşük olmasına rağmen kat be kat yüksek fiyatta satışa sunuluyordu. Saya işçilerin isyanı, patronlar milyonlar kazanırken, emeklerinin karşılığını biraz da olsun alabilmekti.

Ayakkabının üreticiden tüketiciye geçişinde bizzat ayakkabıyı elleriyle üreten işçilerin ötesinde artık pek çok işçinin emeği var. Ayakkabıları kutulayanlar, kutulanan ayakkabıları mağazalara taşıyanlar, mağazalarda ayakkabıları depolara yükleyenler, ardından raflara dizenler, bir ayakkabıyı satabilmek dil dökenler ve satıldıktan sonra ürünü kasadan geçirenlere kadar her aşamada bir çok işçi emek harcıyor.

Tüm bu aşamalarda yani bir ayakkabının üretiminden tüketimine kadar olan süreçte tüm bu işçilerin kazandığından kat be kat fazla kazanan patronların nasıl kar ettiğini düşünelim. Hiç bir şey yapmadan oturduğu yerden kasalarını doldurarak kazanıyorlar. Şimdi, bir ayakkabı mağazada tüketime hazır sunulurken, heves için yada gerçekten ihtiyacı olduğundan bir gencin o ayakkabıyı “çalma”sı mı hırsızlıktır, yoksa bir çok işçinin emeğini ücretlendirip onlardan çalarak kar sağlayan patron mu? Bizce bu sorunun cevabı açık: Zanaatkarı “işçi” kılarak emeğini ücretlendiren, ürettiği metaya bir ücret biçen, üretimi kapitalizmin tekeline sıkıştıran ve kapitalist üretim dışında her üretimi engellemeye çalışan, üretilen her metanın üretiminin her aşamasında işçilerin emeğini çalandır asıl hırsız olan. Asıl hırsız patronlar!

Bu yazıyı işçilerin emeğini çalan hırsız patronlara karşı “günde 8 saat” diyerek mücadele eden, işçileri -özellikle ayakkabı işçilerini- örgütleyen ve devlet tarafından cinayet ve gaspla suçlanarak 1927 yılında idam edilen devrimci anarşist Sacco ve Vanzetti’ye ithaf ediyoruz.

 

Ece Uzun

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 42. sayısında yayınlanmıştır.

The post Hırsız Kim- Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/12/24/hirsiz-kim-ece-uzun/feed/ 0
Anarşist Ekonomi Tartışmaları (28) Kapitalizm: Sabotaj Yoluyla Büyüme https://meydan1.org/2017/12/24/anarsist-ekonomi-tartismalari-28-kapitalizm-sabotaj-yoluyla-buyume/ https://meydan1.org/2017/12/24/anarsist-ekonomi-tartismalari-28-kapitalizm-sabotaj-yoluyla-buyume/#respond Sun, 24 Dec 2017 10:10:48 +0000 https://test.meydan.org/2017/12/24/anarsist-ekonomi-tartismalari-28-kapitalizm-sabotaj-yoluyla-buyume/ Kapitalizmi geleneksel yöntemlerin dışında inceleyen akademisyenlerden oluşan CasP projesine, Meydan Gazetesi’nin bir önceki sayısında yer vermiştik. Anarşist Ekonomi Tartışmaları yazı dizimize, aynı proje kapsamında yayınlanan ve kapitalizmin büyüme yanılsamasını inceleyen bir makale ile devam ediyoruz. Makalenin kısaltarak alıntıladığımız ilk üç bölümü, kapitalizmin stratejik sabotajını ve büyüme şeklini açıklıyor. Bu yazı ayrıca, tarih öncesi ekonomik faaliyetleri […]

The post Anarşist Ekonomi Tartışmaları (28) Kapitalizm: Sabotaj Yoluyla Büyüme appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Kapitalizmi geleneksel yöntemlerin dışında inceleyen akademisyenlerden oluşan CasP projesine, Meydan Gazetesi’nin bir önceki sayısında yer vermiştik. Anarşist Ekonomi Tartışmaları yazı dizimize, aynı proje kapsamında yayınlanan ve kapitalizmin büyüme yanılsamasını inceleyen bir makale ile devam ediyoruz. Makalenin kısaltarak alıntıladığımız ilk üç bölümü, kapitalizmin stratejik sabotajını ve büyüme şeklini açıklıyor. Bu yazı ayrıca, tarih öncesi ekonomik faaliyetleri bugün ile karşılaştırmaya olanak veren, sosyo-biyofiziksel bir ölçütü, enerji yakalamayı kullanması açısından ilgi çekici, çünkü bu karşılaştırmayı para ya da üretim miktarları kullanarak yapmak imkansızdır.

Giriş

Bir iktidar biçimi olarak sermaye teorisine(CasP) göre, tarihteki diğer toplumları olduğu gibi, kapitalizmi incelemenin en iyi yolu, onu bir üretim ve tüketim biçimi olarak değil, bir iktidar biçimi olarak ele almaktır. Toplumu bir iktidar biçimi olarak düşünmek, her şeyden önce, toplumsal gücü ifade eden ve belirleyen kurumlara ve süreçlere odaklanmaktır. Üretim ve tüketim tabi ki bu ifade ve belirlenim için önemlidir ancak tek başına değil ve çoğu zaman tersine olarak.

Temel CasP meselesi, iktidar biçiminin düzenini neyin yarattığıdır. Çalışmalarımızda savunduğumuz gibi, iktidar ve iktidara direniş karşılıklı olarak iç içe geçmiştir: iktidar olmadan muhalefet olmaz ve ister açık, ister örtük olsun, muhalefet olmadığında, zaten üzerine güç uygulanacak bir şey olmaz. İki güç sonsuz bir döngüde birbirlerini işaret eder, reddeder ve üretir. Şimdi, toplumdan bir iktidar biçimi olarak bahsettiğimizde, iktidarın, kendisine karşı olan direnişi bastırıp egemenliğini sürdürebildiği bir toplumsal düzeni tanımlarız ve bize göre bunu yapabilmesi, Thorstein Veblen’in stratejik sabotaj dediği şeyi ima ediyor ve gerektiriyor.

İktidar, direnişi başarılı bir şekilde yönlendirmek, içermek ve gerekirse ezebilmek için, daha az iktidarı olanların ya da hiç iktidarı olmayanların özerkliğini sürekli olarak kısıtlar, sınırlar ve engeller. Dahası, bunu stratejik bir şekilde yapmaları gerekir: Çok az sabotaj uygulamak iktidarlarını sürdürebilmek için yetersiz kalabilirken, aşırı zorlamak isyanı tetikleyebilir veya daha da kötüsü, kontrol etmeye çalıştıkları toplumun temelini yıkabilir.

Kapitalizm öncesi tüm iktidar biçimlerinde, stratejik sabotaj, oldukça katı bir toplumsal yapı, nispeten istikrarlı bir kültür ve çok az veya hiç büyümeyen bir üretim ve tüketim ile birlikte görülüyordu. Bu sicille karşılaştırıldığında, kapitalist iktidar biçimi yeni bir döneme işaret eder: hem dinamik hem de büyümekte olan ilk tarihsel toplumu ve aynı zamanda, dinamizmi ve büyümesi kendi mantığına içkin görünen ilk toplumu temsil eder.

Enerji Yakalama

Bu konuda kaydedilen tarihsel kayıtlar açıktır: Geçen üç yüzyılda kapitalizmin yapısı sürekli olarak dönüştü, nüfusu patladı ve kişi başına düşen enerjisi benzeri görülmemiş seviyelere ulaştı. Bu bağlamda kapitalizmin benzersizliği Şekil 1 ve Tablo 1’de gösterilmektedir.

Şekilde, milattan önce 10 bin yılından günümüze kadar, dünyada yakalanan toplam enerji miktarının değişimi çizilmiştir. Buradaki “enerji yakalama” terimi, insan toplumu tarafından dönüştürülen tüm enerji türlerini belirtir. Bu dönüşümün girdileri ya da “yakaladığı” enerji kaynakları, biyokütle, çeşitli yakıtlar ve çeşitli hammaddeleri içerirken, çıktıları ise insan ve hayvan besinleri, ısıtma ve soğutma, maddi ve soyut nesneler, fiziksel ve sanal ulaşımı, son olarak ama daha da önemlisi, dönüştürme sürecinin kendisinde kaybolan enerjiyi içerir.

CasP Bulmacası

Sonuç olarak, enerji yakalama açısından tarihteki iktidar biçimlerinin kapitalizmle ortaya çıkan yükselişe ve sonrasındaki patlayışa kadar oldukça sabit kaldığı açıktır. Ve burada bir CasP bulmacası ortaya çıkıyor. Rousseau’nun ünlü sözündeki gibi “İnsan özgür doğar ve her yerde zincire vurulmuştur” ve kapitalizm için de benzer bir tespit yapılabilir, fakat tersinden. CasP’a göre, kapitalizm, diğer iktidar biçimleri gibi, sabotaj yoluyla doğar ve zincirlerle yaşar ve fakat baktığımız her yerde büyüdüğünü ve genişlediğini görürüz.

Bu makaledeki amacımız, bulmaca gibi görünen bu “sabotajın ortasında büyümeyi” incelemek. Geçici olarak vardığımız sonuç ise aslında bunun bulmaca olmadığıdır. Hem ana akım hem de heterodoks taraflardaki geleneksel görüş, kapitalizmin üretim ve tüketimin artışı tarafından yönlendirilen bir sistem olduğu ve kısa dönemli krizler ve (zenginliğin) yeniden dağılımın yarattığı çalkantılar bir yana bırakılırsa, bu büyümenin nihayetinde iyi bir yaşamla ilgili olduğudur. Ekonominin bizzat kelime dağarcığı bu sonucu belirlemektedir: ekonominin “mal” ve “hizmet” üretip tükettiği söylendiği için, büyümesinin, tanım gereği, yükselen bir “yaşam standardına” eşdeğer olması beklenir.

Ancak birazdan göstereceğimiz gibi, bu düşünce kalıbı çok yanıltıcı olabilir. Neden? Çünkü bu sözde malların ve hizmetlerin önemli bir kısmının yaşamı sürdürmekle bir ilgisi yoktur: Büyümeleri, yaşamın değil, sabotajın genişlemesi anlamına gelir. Ve bu ispatlanırsa, kapitalizm, en azından kısmen, sabotaja rağmen değil sabotaj sayesinde büyüyor demektir.

Sabotaj

Sermayeleşen iktidar kavramı ve stratejik sabotajın zorunluluğu ile başlayalım. CasP’ye göre kapitalist iktidar, ayrımsal sermayeleşme ile ölçülebilir. Sahip olunan her bir varlık, gelecekte ondan beklenen kazancın bugünkü değerine risk-düzeltmesi yapılarak sermayeleştirilir (aktifleştirilir) ve bu sermayenin temsil ettiği güç ayrımsal olarak, yani onu diğer varlıklara, gruplara veya bütün olarak topluma oranlayarak ölçülür. İktidarın zorunluluklarına boyun eğen sermayeleştirilmiş varlıklar, mutlak olarak değil, ayrımsal olarak biriktirmeye yöneltilir. Amaçları, zenginliğin kendisini elde etmek değil, ortalamanın üstüne çıkmak ve normal kar oranını aşmaktır. Daha hızlı genişlemeyi değil, diğerlerinden hızlı genişlemeyi, en yüksek geliri elde etmeyi değil, toplamdan daha fazla pay almayı isterler. Sermayeleşen iktidarın dünyasında, ortalamanın üstüne çıkma çabaları, kârların ve varlıkların yeniden dağıtılması kendine çelişkili olduğundan, bunlar her zaman stratejik sabotajı içerirler. Kendi kazançlarını ve sermayeleşmesini diğerlerininkine göre artıran ve çoğu zaman onlarınkine zarar veren sınırlamaları, engellemeleri ve kısıtlamaları gerektirirler. Sermayeleşen iktidarın zorunlulukları topluma yayılıp ve çoğaldıkça, bu iktidarın üzerine kurulu olduğu stratejik sabotaj biçimleri de aynı şekilde yayılır ve çeşitlenir.

CasP projesi, ayrımsal birikim sağlayan birçok stratejik sabotaj yolunu tespit etti. Bu yolların bir kısmını (son yirmi yıldaki makalelerden) saymak gerekirse; işsizliğin artışı, gelir dağılımını sermayenin lehine düzenler; istihdam artışının yavaşlatılması, gelir dağılımını tepedeki bireylerin %1 inin çıkarına göre, varlıkları da tepedeki 500 şirkete kaydırır; yüksek enflasyon, gelir dağılımını genel olarak sermayenin ve özellikle de egemen sermayenin lehine düzenlerken alttaki nüfusun gelir standardını ve güven duygusunu zayıflatma eğilimindedir. Şirket birleşmeleri ve şirket satın alma furyası, gelir dağılımını egemen sermaye lehine düzenlerken gelişmemiş bölgelerdeki yatırımları engeller, tesislerin ve makine envanterinin büyümesini azaltarak, genelde bilinenin aksine, piyasa değerinin büyüme hızını artırır; silahlanma ve artan silah ticareti, gelir dağılımını önde gelen askeri şirketlerin lehine düzenlerken çatışmaları besler; Ortadoğu’da belirli aralıklarla enerji çatışmaları, bölgeyi çökertip ve dünyada çalkantı yaratırken, gelir dağılımını petrol üreten devletlerin ve önde gelen silah ve petrol şirketlerinin lehine düzenler; mülkiyetin küreselleşmesi, ayrımsal birikimi yükseltirken, yerel ve küresel eşitsizliği derinleştirip halkları karşı karşıya getirir. Yükselen gıda fiyatları ve fiyatlardaki büyük dalgalanmalar, gelişmekte olan ülkelerde kitlesel açlığa neden olurken, dünyanın başlıca tahıl ticareti şirketleri ve büyük tahıl üreticilerinin ayrımsal gelirlerini artırır; korku-ve-açgözlülük döngüsünden yararlanan yatırırım algoritmaları ile finansta otomasyonun yaygınlaşması sonucunda, finansal istikrarsızlık artarken ayrımsal kazanç sağlanır. Abur cuburun çeşitlenip çoğalması, küresel bir obezite salgını yaratırken, gıda ve ilaç sektörünün dev şirket gruplarının ayrımsal kârlarını şişirir; Hollywood’un sanatsal özerkliği üzerindeki artan kısıtlamalar, izleyicileri güçsüz bırakırken, büyük stüdyoların ayrımsal riskini azaltır; Güney Afrika’daki ırkçı rejim, yarım yüzyıl boyunca altın madenciliği yapan dev şirket gruplarının ayrımsal birikimini garantilerken, İsrail’in Filistin işgali, askeri-finansal holding grupları için aynı işlevi görür; ABD’de rekor sayılara ulaşan tutsak sayısı, derinleşen gelir eşitsizliğini güvence altına alır; reklamlar, neredeyse bütün toplumları reklam verenlerin sermayeleşen şarkısıyla dans ettirir; gösteriş amaçlı tüketimin gelirleri düzenleyen bir rolü vardır; devletin borcu, alttaki nüfusun zararına, ama tepedeki %1’in ve onların şirketlerinin lehine kullanılır; finansal denetimlerin kaldırılması, kapitalist düzeni bozar ama bankacılık sektörünün ayrımsal kârlarını artırır. Ve liste uzayıp gidiyor…

Bu örneklerin genişliği ve derinliği kuşku bırakmıyor: Kapitalizm gerçekten zincirlerle doğar ve zincirlerle yaşar. Stratejik sabotaj, onun mantığının ve günlük uygulamalarının ayrılmaz bir parçasıdır. Baktığımız her yerde, sermayeleşen iktidarın kısıtlamalar, engeller ve sınırlamalarla ilgili olduğunu görürüz.

Şimdi, bu zincirleri ve prangaları göz önünde bulundurduğumuzda, kapitalizmin, kendi var oluşunu sağlayan tuzaklara takılmasını, ekonomik durgunluk, gerileme ve zorluklar karşısında çaresiz olmasını bekleriz. Ve birçok açıdan öyle. Sayısız CasP araştırması, sermayeleşen iktidarın güçlenmesinin, dinamizmin ve büyümenin azalması ile korelasyon eğilimini gösterir. Ancak, dinamizm ve büyüme, kısıtlanmış olsalar da asla tamamen durdurulmaz. Kapitalizm muhtemelen, bu kısıtlamaları kaldırdığında olabileceğinden daha az dinamik ve daha yavaş büyümekle birlikte, diğer iktidar biçimlerine kıyasla hala göz kamaştırıyor. Öyleyse, görünüşteki bu benzersiz, hızlı toparlanma yeteneğinin kaynağı nedir? Kapitalizmin kendi iktidarının dayattığı sabotajı aşmasına ve diğer iktidar sistemlerinden daha hızlı ve daha güçlü bir şekilde genişlemesine olanak tanıyan şey nedir?

Enerji İçin Hiyerarşi?

Bulmacayı çözmek için Blair Fix tarafından yenilikçi bir deneme yapıldı. Fix, her zamanki ekonomik yoldan gitmek yerine sosyo-biyofiziksel bir yol izliyor. Termodinamiğin yasalarının, “denge durumuna uzak olan herhangi bir sistemin, bir enerji akışı ile desteklenmesi gerektiğini” belirten Fix, “insan toplulukları dengede olmayan sistemler olduğundan, enerji akışlarının toplumsal evrim içerisinde önemli bir rol oynaması beklenir” diyor.

Fix’e göre, ekonomik büyüme nasıl ölçülürse ölçülsün, bir enerji dönüşümünü içerir ve enerji dönüşümü daima dönüştürücü niteliktedir. Ekonomistler bu dönüşümü fayda açısından düşünmeye eğilimlidirler: Biyokütle, fosil yakıt, ışık, rüzgar, hidroelektrik, termal ısı ve nükleer güçten gelen enerji, ürünlere ve hizmetlere, sonra tekrar tüketim yoluyla refaha dönüştürülür. Ancak bu sürece ilişkin, ekonomistlerin sıkça görmezden geldiği başka bir husus daha var: Toplum, enerjiyi ürünlere ve hizmetlere dönüştürürken, aynı zamanda kendi yapılarını da dönüştürür.

Fix’e göre toplumsal evrim, evrimin tümü gibi, enerji akışlarına bağlıdır; dönüştürülen enerji ne kadar büyük olursa, onu yakalama süreçleri de o kadar karmaşık olmalıdır; karmaşık süreçler toplumsal koordinasyonu gerektirir ve karmaşıklık ne kadar büyükse koordinasyon gereksinimi de o kadar büyük olur. Bununla birlikte, insanlar bu görevler için kendinden donanımlı değildirler ve toplumsal hiyerarşi burada devreye girer: İnsanları dolayım yoluyla ve kişisel olmayan bir şekilde ilişkilendirerek, büyük ölçekte koordinasyonu mümkün kılar.

Hiyerarşi İçin Enerji

Fakat bu önerme, gerçeklerle tutarlı olmasına rağmen, makalemizin temel meselesini karşılamamaktadır. Fix, iktidarın büyüme odaklı bir toplumda nasıl ortaya çıkabileceğini açıklarken, CasP ters bağlantıyı, özellikle de iktidar odaklı bir toplumda büyümenin nasıl ortaya çıkabileceğini çözmek istiyor.

Başlangıç noktamızı hatırlayın. Tarihsel sistemleri analiz etmenin en iyi yolunun, onları üretim ve tüketim biçimleri olarak değil, iktidar biçimleri olarak ele almak olduğunu savunuyoruz. Ve bu iddia bir kapristen ibaret değildir.

Örgütlü iktidarın önceliği, yazılı tarihin başlangıcına, belki de daha öncesine kadar gider: kökleri tarih öncesine uzanır; Yakın Doğu’nun ilk şehir devletleri ve imparatorluklarında açık bir şekilde görülmektedir; birbirlerinden bağımsız olarak erken medeniyetlerin hepsinde yeniden ortaya çıkar ve o zamandan beri toplumun örgütlenmesinde, neredeyse her seviyede egemen olmaya devam etmiştir. İktidar biçimleri stratejik sabotaja dayanır; bu nedenle çoğunun, nispeten durağan kalması ve kişi başı enerji yakalama açısından sınırlı oranda büyümesi şaşırtıcı değil. Bu kuralın istisnası, önceki iktidar biçimlerine göre çok daha dinamik olan ve hızla büyüyen kapitalizmdir. Bu yüzden, bizim bakış açımızdan mesele, kapitalizmin büyümek için neden iktidara ihtiyacı olduğu değildir, çünkü bizim görüşümüze göre, kapitalizmin ve diğer iktidar biçimlerinin, esas yönelimi büyümek değildir.

Asıl ilginç mesele, iktidarla yönlendirilmesine ve iktidarın gerektirdiği stratejik sabotaja rağmen kapitalizmin neden büyüdüğüdür. O halde, hiyerarşi büyümeyi yönlendirmiyor, tam tersine büyüme hiyerarşiyi artırıyor olabilir mi?

 

Çeviri: Özgür Oktay

[email protected]

The post Anarşist Ekonomi Tartışmaları (28) Kapitalizm: Sabotaj Yoluyla Büyüme appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/12/24/anarsist-ekonomi-tartismalari-28-kapitalizm-sabotaj-yoluyla-buyume/feed/ 0
Devlet ve Kapitalizm Hırsızlıktır – Hüseyin Civan https://meydan1.org/2017/12/21/devlet-ve-kapitalizm-hirsizliktir-huseyin-civan/ https://meydan1.org/2017/12/21/devlet-ve-kapitalizm-hirsizliktir-huseyin-civan/#respond Thu, 21 Dec 2017 07:23:10 +0000 https://test.meydan.org/2017/12/21/devlet-ve-kapitalizm-hirsizliktir-huseyin-civan/   İnsanların ihtiyaçlarını karşılamak bir kenara, yaşamlarını idame ettirme noktasında dahi sıkıntılar içerisinde oldukları bir zamanda; sadece kapitalizmin vahşiliği ile değil, devletin zorbalığı ile uğraşıyor olduğu bir çağda; 19. yüzyılın ilk yarısında, Pierre Joseph Proudhon’un “Mülkiyet hırsızlıktır” önermesi sadece içinde bulunulan yüzyıla değil, önceye ve sonraya yönelik bir tespitti. Önceye yönelik bir tespitti, çünkü kapitalizm […]

The post Devlet ve Kapitalizm Hırsızlıktır – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

İnsanların ihtiyaçlarını karşılamak bir kenara, yaşamlarını idame ettirme noktasında dahi sıkıntılar içerisinde oldukları bir zamanda; sadece kapitalizmin vahşiliği ile değil, devletin zorbalığı ile uğraşıyor olduğu bir çağda; 19. yüzyılın ilk yarısında, Pierre Joseph Proudhon’un “Mülkiyet hırsızlıktır” önermesi sadece içinde bulunulan yüzyıla değil, önceye ve sonraya yönelik bir tespitti.

Önceye yönelik bir tespitti, çünkü kapitalizm ulaştığı aşamaya uzun bir tarihsel süreç içerisinde gelmişti. Ve bu geliş yıkımın, sömürünün ve katliamın tarihiydi. Sonraya yönelik bir tespitti, çünkü kapitalizmin varlığı ve büyümesi arasında doğrudan bir ilişki vardı. Büyümeden, yani daha çok yıkmadan, sömürmeden ve katletmeden varlığını devam ettiremezdi.

Proudhon’un şiarı kapitalist düzene ilk karşı çıkış değildi ve sözü önceki yüzyılların kapitalizm karşıtı mücadele geleneğini de içinde barındırıyordu. Ama şiarı radikaldi, mülkiyeti ve mülkiyet sisteminin ekonomisini tarihsel bir zorunluluk olarak gören tüm “muhalefete” bir yanıttı.

Proudhon mülkiyeti “zorunlu bir tarihsel aşamanın gereklilikleri” diye meşrulaştırmadı. Tarihsel bir olumsuzlamaydı. Tıpkı, bu sözle beraber yer alan “Kölelik cinayettir.” şiarında olduğu gibi… Kıta Avrupa’sında liberaller ve sosyal-demokratlar, toplumsal refahlarının kaynağı olan köleliğe ve mülkiyete tarih yazmakla, felsefik köken aramakla meşgulken; o, her zaman ve her mekan için genelleştirmekten kaçınmadığı siyasal düşünceleri toplumsallaştırmaya çaba gösteriyordu.

“Mülkiyet hırsızlıktır” bir iddia ya da tez değil, bir tespittir. Sadece modern kapitalist bir ekonomik işleyişe yönelik değildir. Mülkiyet ilişkilerinin ilk ortaya çıkışından başlayan ve içinde bulunulan dönemde karmaşıklaşan bu ilişkileri kendine sorun edinir. Mantıksal önermelerle, iddia kanıtlamaya çalışan “bilimcilik oyunu” değil, ezilenlerin içerisinde bulunduğu koşullardan kurtulmaya yani özgürleşme sürecine yönelik bir şiardır.


Kapitalizm Hırsızlıktır

“Mülkiyet yoksun bırakma hakkıyla eşitliği, despotizmle özgürlüğü ihlal eder ve hırsızlıkla tam bir özdeşliği vardır.”

“Mülkiyet Nedir?”- Proudhon

Kapitalizm ve mülkiyet arasındaki ilişki, sadece ücretli emeğin ortaya çıktığı bir dönemle sınırlandırılamaz. Bunun bir öncesi vardır. Ancak modern kapitalizm ve mülkiyet arasındaki ilişkiyi irdelemek, bu önceki kısmı anlamak açısından da kullanışlıdır. Modern kapitalizmden önceki ilişkileri değerlendirmeyi sonraya bırakıp, kapitalizmin modern kısmına baktığımızda bir nedensellik gözümüze çarpar.

Ücretli emeğin yani işçinin varlığını zorunlu kılan nedensellik özel mülkiyet (ve devlet mülkiyeti) ile kavranır. Mülkiyete sahip olan ve mülksüz arasındaki ayrım, sadece üretim araçlarının mülkiyetinin sahipliği ile açıklanamaz. Çünkü üretim araçlarının özel (veya devlet) mülkiyeti, şiddet mekanizmaları ve zor yöntemleri kullanılmadan var olamaz. Özel mülkiyete dayalı bir ekonomi, ekonomik iktidarı elinde bulunduran sınıfın ayrıcalığının kaynağıdır. Bu ayrıcalık sadece baskıcı ve otoriter bir şekilde kendini var edebilir. Bu baskı ve otoriter yöntemden, modern kapitalizm öncesi dönemden bahsederken değineceğiz.


Özel Mülkiyet Devletin Özel Biçimidir

“Bugünkü biçimiyle mülkiyet nedir, sermaye nedir? Kapitalist ve mülk sahibi açısından bunlar, devletçe güvence altına alınmış, çalışmadan yaşama gücü ve hakkı demektir. Bir başkasının çalışmasını sömürerek yaşamını sürdürme gücü ve hakkı…”

Kapitalist Sistem, Bakunin

Özel mülkiyet, mülk sahibinin kendi mülkiyeti üstünde bir yönetici olarak davrandığı küçük bir devlet gibidir. İşçi onların mülkiyetini kullanırken onların emirlerine, yasalarına ve kararlarına itaat etmek zorunda olan kapitalistin vatandaşları gibidir.

Özel mülkiyet, devletin özel biçimidir. Sahip olan kişi “sahip olduğu” alan dahilinde neler olduğunu belirler. Bu nedenle bunun üzerinden iktidar tekeline sahiptir.

Ancak bu durum, yani liberallerin “iradi iş sözleşmeleriyle” olumladıkları ilişki biçimi, tam anlamıyla özgürlüğün reddidir. Aynı liberallerin, özel mülkiyeti “mutlak bir hak” olarak tanımlayarak yaptıkları, ihtiyaçların karşılanması hususunda adaletsizliklere neden olmaktır. Ekonomik adaletsizlikler, özel mülkiyet aracılığıyla meşrulaştırılmış olur. Ve aynı adaletsizlikler yüzünden mülksüzler, mülk sahiplerinin emrinde çalışmaya zorlanır.

Mülkiyet bir iktidar kaynağıdır. Proudhon “Mülk sahibi ya da hırsız” der, “kendi iradesini yasa olarak dayatır; yani hem yasama hem de yürütmeymiş gibi davranır.” Böylece mülkiyetin despotizmi ortaya çıkardığını vurgular. Yani mülk edinmek için, zor kullanma, diğerlerinin iradelerini yok sayma yöntemleri kapitalizmi bir zorbalık ve hırsızlık olarak tanımlamamıza olanak verir.


İlk Tartışma

Mülkiyet ve ekonomik sistemi olan modern kapitalizmin bu zora dayalı ilişkiler ağı, temellerini ilk mülkiyet ilişkilerinin ortaya çıktığı zamanlarda ve coğrafyalarda bulur. Bunları nasıl isimlendirirsek isimlendirelim (erken kapitalizm, ilkel kapitalizm, mülkiyet ilişkilerinin ilk çıktığı zamanlar), ortada olan durum Errico Malatesta’nın “Jandarma olmadan, mülk sahibi var olmaz.” diye altını çizdiği bir ikiliktir. Biri olmadan diğeri var olamaz.

Tam da bu kısım, tarihsel okumalar açısından önemli bir yerde duruyor. Tüm tarihsel okumayı mülkiyet ilişkilerinin gelişimi üzerinden yapan liberalizm ve sosyalizm; iktidarı ekonomik sömürünün, toplumsal adaletsizlikleri ve siyasal şiddetin merkezine koyan ve buna bağlı tüm gelişimlerde iktidar ve onun merkezileşmesinin önemini vurgulayan anarşizm…

Mülkiyetin mi yoksa iktidarın mı önce var olduğu sorusuna ilişkin verilecek bir cevabın, muhakkak iyi bir tarihsel verilendirme yapması gerekecektir. Öte yandan, Malatesta’nın ortaya koyduğu zorunlu ikilik; “mülkiyet sahibi olduğunu” iddia edenin, “her şeyin herkesin olduğu” bir durumda, meşruluğunu sağlayabileceği yegane unsurun şiddet ve zor olabileceğini göstermek açısından önemlidir.

Keza, M.Ö. 4000’lerin hem mülkiyete dayalı merkezi bir ekonominin ortaya çıktığı hem de siyasal iktidarın merkezileştiği dönemler olması rastlantı değildir. Mülkiyete dayalı ilişkilerin sistematikleştiği coğrafyaların ilk devletlerin ortaya çıktığı coğrafyalar olması da bize “meşru şiddet tekelini” elinde tutan güç olmadan mülkiyet ilişkilerinin ortaya çıkamayacağını göstermektedir.

Bu açıkça şu demektir; mülkiyet ve ilişkilerinin siyasalı belirlemesindeki rolü, siyasi iktidarın mülkiyet ilişkilerinin belirlenmesindeki rolünden daha azdır. Dolayısıyla tarihin bu dönemindeki en büyük hırsızlar da mevcut siyasal iktidarlarını, yani şiddet kullanma tekelini emirlerinde bulunan kolluklarla uygulayarak mülkiyet sistemini yaratanlardır. Üretim-tüketim-dağıtım ağını kontrol eden merkezi devlet yapılanmalarıdır.


Sömürgecilik ve Çitleme

Tarihteki özellikle iki büyük sürecin mülkiyet ilişkilerinin şimdiki altyapısını oluşturmasında önemli etkisi olmuştur.

15. yüzyılda başlayan sömürgecilik hareketleri, bir yanda devletlerin siyasi sınırlarını genişlettiği ve sömürge altına alınan coğrafyanın bir merkez tarafından kontrol edildiği yeni bir uluslararası siyaset ortaya çıkarırken; öte yanda sömürgeleştirilen coğrafyalardaki tüm varlıklar sömürülmüş ve modern kapitalizmin en büyük birikimi elde edilmiştir. Avrupa dışında kalan neredeyse tüm coğrafyalar, bu süreçte bu siyasi ve ekonomik saldırıya maruz kalırken sömürü, köleliğin yaygınlaştığı ve her şey gibi insanın da metalaştığı bir biçim halini almıştır. Yüzyıllar boyunca devam eden (ve hala daha etkilerini sürdüren) bu süreç, Sanayi Devrimi’ne ilk kaynaklık eden sermayenin oluşturulmasında kullanılmıştır.

Modern kapitalizmin oluşmasında bir milat niteliğinde bulunan Sanayi Devrimi’ne etki eden diğer büyük gelişme, 18. yüzyılda İngiltere’de başlayıp yaygınlık kazanan topraksızlaştırma hareketi; çitlemeydi.

“Çitleme kanunları, tarımsal nüfusu sefalete itti ve onları toprak sahiplerinin insafına terk etti; işçiler olarak imalatçıların insafına terk edilecekleri kentlere büyük sayılarda göç etmeye zorladı.”

Pyotr Kropotkin

Çitleme hareketi, toprağın yeniden örgütlenmesi süreciydi. Ortak kullanımda olan topraklar, krallık tarafından özel şahısların mülkiyetine verildi ve toprağa dayalı ekonominin zora girmesine yol açtı. Yani köylülerin ihtiyaçlarını karşılamak için kullandıkları toprakları ellerinden alındı. Çitleme hareketi sadece zengin toprak sahipleri yaratmadı, aynı zamanda bir süre sonra ihtiyaç hissedilecek olan işçilere topraksız köylülerden hammadde sağlandı.

Toprak, ihtiyaçlarını karşılamak için kullananların elinden alındı ve toprak sahipleri tarafından kar için üretim yapacak şekilde kullanıldı. İnsanları, ihtiyaçlarını karşılamak için kullandıkları topraklardan “yasal” olarak men edebilen toprak sahibi bu sınıf, modern hırsızların kökeni konumunda.

Tarihteki tüm bu zor girişimleri, yaratılan “zenginlik”in temelini oluşturan önemli olaylar. Bu tarihsel süreçlerin yarattığı yeni sınıf tarih sahnesine çıktı ama, tabi ki devlet korumasında. Kapitalizmin gelişim süreci, bu kaba hatlarıyla bile düşünüldüğünde şu sonuca ulaşmak çok da yersiz değil: Kapitalizm hırsızlıktır.


Devlet Hırsızlıktır

Devletin, mülkiyet ilişkilerinin kapitalist evrimi içerisindeki rolüne yukarıdaki bölümlerde değinmeye çalıştık. Mülk sahipleri ve mülksüzler arasındaki ekonomik ilişkide, mülk sahipleri lehine kurucu ve koruyucu rolünün yadsınamayacağının altını çizmeye çalıştık. Devlet mekanizmasının bu rollerinin dışında, doğrudan ekonomik sömürüde özne olarak yer aldığı, yani hırsız rolünü oynadığı; kapitalizmle ilintili unsurların (burjuvazi vb.) devre dışı kaldığı ekonomi modellerini irdelemek bir başka açıdan önemli.

Bu önem, kapitalist sömürü sisteminin alternatifi olarak gösterilen “devletli” çözümleri doğru değerlendirmekle ilgili. Özel olanın karşısına “kamusallığı”; kapitalizmin karşısına “sosyalizmi” koyanların ısrarlıca üstüne düşünmesi gereken, ekonomik artığı (yani emeği) yağmalamak için muhakkak kapitalizmin özel biçiminin gerekmediğidir.

“Yaşam devam ediyor, her gün duygu ve düşüncelerime yeni çelişkiler ekleniyordu. Beni en çok etkileyen ise çevremde tanık olduğum açık eşitsizlikti. Petro-Sovyet Birinci Sınıf Konukevi (Astoria) ahalisine ayrılan pay fabrikalarda çalışan işçilerinkine oranla çok fazlaydı. Emin olun, bu işçiler yaşamlarını sürdürmelerini sağlayacak oranda bile pay almıyorlardı. Astoria’daysa durum çok farklıydı. Burada öbeklenen ve Smolni’de çalışmalarını yürüten Komünist Parti üyeleri, Petrograd’ın en iyi imkanlarına sahipti.” ve ekliyor Emma Goldman Bolşeviklerin Devrime İhanetinin Öyküsü’nde; “Bu adaletsizliği haklı kılan tek bir gerekçe göremiyordum. Mutfak ziyaretlerimde hizmetçilerin sayısız memur, yoldaş ve müfettişler tarafından denetlendiğine tanık oluyordum. Hizmetçilerin yemeklerinin hazırlandığı ayrı, küçük bir mutfak daha mevcuttu ve burada hengameyi aratmayan yemek kavgaları yaşanıyordu. Komünizm böyle bir şey miydi?”

Elbette komünizm böyle bir şey değildi, olamazdı. Ama komünizm adı altında devlet kapitalizmi programını uygulayanların kaçınamayacağı ya da kaçınmak istemediği şey, mülkiyet sisteminin ortaya çıkardığı “ekonomik artığa” el koymak olacaktı.

Dün ve bugün, sosyalizmin pratiğe geçtiği tüm coğrafyalarda, ekonomik adaletsizliklere ilişkin bir türlü bulunamayan çözüm, tam da özel mülkiyet ilişkilerinin devlet mülkiyeti altında devam ettiriliyor oluşudur. Ortaya çıkan yeni hırsızlar, o devlet yapılarının korumasında mülkiyet ilişkilerini yeniden üreten bürokratik sınıf olmuştur.

Özel mülkiyetin devlet mülkiyetine dönüştürülmesi (kamulaştırma ya da millileştirme), mülkiyet ilişkilerini değiştirmez. Değiştirdiği sadece patronların yerine geçen bürokratlardır. Mülkiyet ilişkilerinden özgürleşmek, mülk sahiplerinin değişmesi değildir.


Yeniden Düşünmek

Mülkiyet ve hırsızlık arasındaki ilişkiyi yeniden düşünmek, her zaman olduğu gibi bugün de önemli. Karşısında mücadele ettiğimiz ekonomik, siyasi ve toplumsal yapıyı anlamak ve yaratacağımız yeni dünyanın tüm bu biçimlerden uzak bir şekilde inşa edilmesi için önemli. Ama en önemlisi, asıl hırsızların ve asıl hırsızlığın, kim ve ne olduğunu anlamak ve anlatmak…

1840’tan bu yana “Mülkiyet hırsızlıktır” şiarı, coğrafyadan coğrafyaya, toplumsal devrim mücadelelerinde yayılmakta. Bugün birilerinin unutturmaya çaba gösterdiği bu şiarı, şimdi dillendirmekten daha uygun zaman yok. Kapitalizm hırsızlıktır, devlet hırsızlıktır.


Hüseyin Civan

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 42. sayısında yayınlanmıştır.

The post Devlet ve Kapitalizm Hırsızlıktır – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/12/21/devlet-ve-kapitalizm-hirsizliktir-huseyin-civan/feed/ 0
Üretim Tüketim İlişkilerinin Yeniden Düzenlenmesi https://meydan1.org/2017/11/05/uretim-tuketim-iliskilerinin-yeniden-duzenlenmesi/ https://meydan1.org/2017/11/05/uretim-tuketim-iliskilerinin-yeniden-duzenlenmesi/#respond Sun, 05 Nov 2017 20:27:10 +0000 https://test.meydan.org/2017/11/05/uretim-tuketim-iliskilerinin-yeniden-duzenlenmesi/ Kapitalist sistem, kar odaklı bir işleyişe sahiptir. Doğadaki her şeyi tüketilmeye hazır birer ürün olarak görür. Dolayısıyla doğayı, içindeki tüm varlıklarla beraber yok etme eğilimine sahiptir. İnsanlar arasında da üretim ve tüketim ilişkilerinde yarattığı adaletsizliklerle kötülüğünü pekiştirir. Bu ilişkide herkes birbirini kullanır, kapitalizm de herkesi. İnsanın doğanın bir parçası olduğunu söyleyen anarşizm ise, doğaya tüketme […]

The post Üretim Tüketim İlişkilerinin Yeniden Düzenlenmesi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

2009 yılında kurulan ve anarşizmin değerli pratiklerinin somut bir karşılık bulduğu 26A Kolektif, sürekliliği ve ısrarcılığıyla bu topraklar üzerindeki önemli bir deneyim olma özelliğini sürdürüyor.

Kapitalist sistem, kar odaklı bir işleyişe sahiptir. Doğadaki her şeyi tüketilmeye hazır birer ürün olarak görür. Dolayısıyla doğayı, içindeki tüm varlıklarla beraber yok etme eğilimine sahiptir. İnsanlar arasında da üretim ve tüketim ilişkilerinde yarattığı adaletsizliklerle kötülüğünü pekiştirir. Bu ilişkide herkes birbirini kullanır, kapitalizm de herkesi.

İnsanın doğanın bir parçası olduğunu söyleyen anarşizm ise, doğaya tüketme eğilimi ile değil, organik bir bakış açısıyla yaklaşır. Amaç “insanın sonsuz olmayan ihtiyaçlarının” bu organik ilişki içerisinde karşılanmasıdır. Öte yandan üretim ve tüketim ilişkilerinde “herkese ihtiyacı kadar” düsturu belirlenir. Ne eksik ne fazla… İşte bu yüzden 26A’nın kapısının ardında müşteri-çalışan, işçi-işveren ayrımı yoktur. Kimse maaş almaz. İhtiyaçlar ortaklaşa belirlenir. Kolektifin her bireyinin ihtiyaçları gözetilerek üretim tüketim ilişkileri yeniden örgütlenir.

Barikatlar Üretim Tüketim İlişkilerinde Bir Farkındalıktır. Amacımız Barikatları Genişletmek Olmalıdır.

Barikat neden kurulur? Engellemek için. 26A Kolektifi de öyle yapıyor. Kapitalizmin yaşama yönelik saldırılarını engellemeye çalışıyor. Örneğin, Kolektif 26A’nın kafelerinde, sömürü düzeninin devamlılığını sağlayan küresel kapitalist şirketlerin ürünlerine yer verilmez. Kola satılmaz mesela. Birer endüstriye dönüşen hayvanların etleri için katledilmesine karşı 26A’da et satılmaz. Dolayısıyla üretim tüketim ilişkilerinin ahlaki, politik ve sosyal açıdan değerlendirilmesi gerektiğini düşünen gönüllüler, katil şirketlerin ürünlerine, içinde adaletsizlik barındıran üretim ve tüketim şekillerine barikat koyar. Amaç, bu ilişkilerin adil bir şekilde düzenlemesidir. Bu ilişki düzenlendikçe, barikat genişler. Ta ki, tüm üretim tüketim ilişkileri devlet ve kapitalizmin boyunduruğundan kurtarılana kadar..

Şimdi, Şu anda Burada:

Devrim gelecekte bilinmeyen bir noktada aniden patlak verecek bir şey değildir. Devrim bizlerin dışında gelişen tarihsel koşulların sonrasında oluşuveren bir şey de değildir.. Devrim bir farkındalıkla ateşlenir ve pratiğe döküldüğü noktada, “Şimdi Şu Anda Burada Başlar!” Dolayısıyla, Kolektif 26A devrimci bir eylemdir. İnsanlara dayatılan zorunluluğun yerine gönüllüğü, rekabet ve bencilliğin yerine paylaşma ve dayanışmayı, yalnızlık ve yalıtılmışlık yerine beraberliği ve kolektif yaşamı koyan yeni bir dünya, herkes tarafından istenilen yeni bir yaşam biçimi uygular ve önerir.

Mücadele Bütünlüklüdür:

Anarşizm, yaratarak yıkmak, yıkarak yaratmak düsturunu benimser. Anarşistler, bir yandan devletin ve kapitalizmin köhnemiş kurumlarına ve ilişkilerine saldırarak onu yıkmayı, bir yandan da hayal ettikleri dünyayı kurmak için yaratmayı kullanılırlar.

İşte bu yüzden 26A gönüllüleri bir yandan yaşamlarını kolektif üzerinden paylaşma ve dayanışmayla örerken diğer yandan sokakta ve bulundukları her alanda her türlü araçla devlet ve kapitalizm ile kavga etmeyi sürdüren anarşist bireylerdir.

Paylaşma ve Dayanışma:

İnsan, insanın kurdu mudur? Zayıflar güçlü kurtların pençelerinde çırpınan koyunlar mıdır? Yüzlerce yıldan beri süren yalan, yüzlerce yıldan beri devam kolektif deneyimlerle boşa çıkartılmıştır aslında. Ne insan insanın kurdudur. Ne de bizler kurtların pençelerinde can vermeye mahkum olan koyunlarızdır. Bencillik ve rekabet, devletlerin ve kapitalizmin bıkmadan usanmadan her gün tazelemek zorunda kaldıkları kocaman bir yalandır.

Paylaşma ve dayanışma ise, yaşamın içinde ve kapitalizmin karşısında hayatta kalmak için canlıların geliştirdiği bir davranış biçimidir. Anarşistler, birbirine arkanı güvenle dönebilme özgürlüğüne ve omuz omuza vermenin yarattığı özgüvene sahip bireylerdir. İşte tam da bu yüzden, 26 A kolektifinin kapısından giremez bencillik ve rekabet. Çünkü içeride omuz omuza vermiş, güvenle birbirine sırtına dönebilen insanlar vardır. Bazen paylaşılan bir kap yemek, bazen mutluluk, bazen de öfkedir. Fakat bu kapılar ardında bir grup insana özgü bir yaşam biçimi olarak tasarlanmamıştır, bu bütün dünyaya tekrar yayılması gereken bir itkidir, bir iç güdüdür. Sadece hatırlamak ve eyleme geçmek gerekir. Kolektif 26A bunu yapar aslında hatırlar, eyleme geçer ve bu anlayışı örgütlemek için çalışır.

Tek Başına Değil Hep Beraber; Zorunlu Değil Gönüllü:

Yalnızlığımız, yalıtılmışlığımız bizi yok etmek; bizi köleleştirmek isteyenlere karşı en zayıf yanımızdır. İşte bu yüzden devlet ve kapitalizm hep buraya oynar. Yaşam biçimleri, evler, odalar, işler, iş yerleri, sokaklar hep buna göre düzenlenir. Bireyler ve toplumlar yalnızlaştırıldıkça yok olur, güçsüzleşir ve daha rahat kontrol edilebilir. Kontrolün başladığı yerde ise inisiyatif ölür. bundan sonra birey ve toplumlar için zorunluluklar ve mecburiyetler silsilesi başlar. Kapitalizmde kendini gerçekleştirdiğini düşünenler aslında zorunluluklar ve mecburiyetler yığında boğulanlardır.

Tarih boyunca anarşistler özgür bireylerin birlikteliklerine dayanan örgütlenmelerden taraf olmuş ve bunların uygulayıcısı olmuşlardır. 26A kolektifi, örgütlülüğün ne kadar büyük bir güç yarattığını bilir. Sistem içerisinde yalnızlaştırılarak güçsüzleştirilen insanların örgütlülüğün içinde kendini gerçekleştirdikçe bireyleştiğini, örgütlendikçe güçlendiğini ve kapitalizme karşı toplumu güçlendirdiğini bilir. Anarşistler için örgüt bir zorunluluk değil, ihtiyaçtır hem sistemle savaşabilmek, hem de hayatta kalmanın bir metodu olarak kaçınılmaz bir ihtiyaçtır. Bu örgütlülüğün harcıysa gönüllü olmaktır. İnisiyatif kullanmak, insana tekrar insan olduğunu hatırlatır. 26 A Kolektifi, özgür bireylerin gönüllü birlikteliği ile oluşturulmuş bir örgütlenmedir.

Üstelik bu birliktelik belirli bir mekanla ve zamanla sınırlandırılırmış bir birliktelik değildir. Her bir gönüllü, yaşamının tamamını kapitalizme karşı diğer yoldaşları ile beraber örgütler. Mekan dışında da beraber yenilir, beraber içilir. Kurulan komünlerde ortak yaşam devam ettirilir.

Hiyerarşik Dikey Değil, Anti Hiyerarşik Yatay İşleyiş, Bir Kişinin Değil, Herkesin Kararı:

Toplumu yukarıdan aşağıya bir emir komuta zinciri şeklinde örgütleyen, milyonların kaderini bir kişinin ya da dar bir grubun insafına terk eden günümüz düşüncesine karşı, kimsenin kimseden üstün olmadığı ve yapılan işte ya da bulunulan mekanda herkesin sonsuz söz hakkına sahip olduğu bir anlayış pratikler anarşizm.

26A gönüllüleri çalışma saatlerini, mekanın işleyişini, mekanın dizaynı da dahil olmak üzere her şeyi gönüllülerin periyodik olarak bir araya geldiği ve her gönüllünün sonsuz söz hakkına sahip olduğu toplantılarda tartışarak, öyle karar verir, belirlerler.

Özetleyecek olursak, Kolektif 26A yaşamlarını devlet ve kapitalizme karşı örgütlemiş; Bencillik ve rekabete karşı paylaşma ve dayanışmayı, yalnızlık yerine örgütlenmeyi, ertelemek yerine şimdiden başlamayı, hiyerarşi yerine yatay işleyişi bütünlüklü bir mücadele ekseninde bir yandan yaratırken diğer yandan yıkmayı pratikleyen bir modeldir. Bu model anarşizmin tüm toplumsal ilişkileri yeniden değiştirmeyi amaçlayan, yüreğimizde taşıdığımız başka bir dünyanın tohumudur.

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 41. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Üretim Tüketim İlişkilerinin Yeniden Düzenlenmesi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/11/05/uretim-tuketim-iliskilerinin-yeniden-duzenlenmesi/feed/ 0
Sosyal Haklar Derneği Obezite Raporu Yayınladı https://meydan1.org/2017/10/18/sosyal-haklar-dernegi-obezite-raporu-yayinladi/ https://meydan1.org/2017/10/18/sosyal-haklar-dernegi-obezite-raporu-yayinladi/#respond Wed, 18 Oct 2017 18:14:13 +0000 https://seninmedyan.org/?p=17798 16 Ekim Dünya Gıda Günü’nde Sosyal Haklar Derneği  tarafından ”Çocukluk Çağı Obezitesi Raporu’’ yayınlandı. Derneğin ulaştığı rakamlara göre  0-5 yaş aralığında obezite yaşayan 660 bin, 5-8 yaş aralığında ise yaklaşık 1 milyon çocuk bulunuyor. 0-18 yaş aralığındaysa yaklaşık 3,5 milyon çocuk obezite tehlikesi altında. Raporun araştırmasını yürüten Dr. Bülent Şık’a göre çocukların obezliğe yatkın olmasının temel sebebi, gündelik yaşamımızın […]

The post Sosyal Haklar Derneği Obezite Raporu Yayınladı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
16 Ekim Dünya Gıda Günü’nde Sosyal Haklar Derneği  tarafından ”Çocukluk Çağı Obezitesi Raporu’’ yayınlandı.

Derneğin ulaştığı rakamlara göre  0-5 yaş aralığında obezite yaşayan 660 bin, 5-8 yaş aralığında ise yaklaşık 1 milyon çocuk bulunuyor. 0-18 yaş aralığındaysa yaklaşık 3,5 milyon çocuk obezite tehlikesi altında.

Raporun araştırmasını yürüten Dr. Bülent Şık’a göre çocukların obezliğe yatkın olmasının temel sebebi, gündelik yaşamımızın kilo almayı kolaylaştıran gıda pratikleriyle çevrili olması, yani fast-food kültürü.

Aynı zamanda Dünya Sağlık Örgütü’nün araştırmalarına göre son 30 yılda dünya genelinde obezitenin 2 kat arttı.

The post Sosyal Haklar Derneği Obezite Raporu Yayınladı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/10/18/sosyal-haklar-dernegi-obezite-raporu-yayinladi/feed/ 0
“Tüketime Uyumlu Bütçeye Uyumsuz” – Emircan Kunuk https://meydan1.org/2016/05/03/tuketime-uyumlu-butceye-uyumsuz-emircan-kunuk/ https://meydan1.org/2016/05/03/tuketime-uyumlu-butceye-uyumsuz-emircan-kunuk/#respond Tue, 03 May 2016 20:40:39 +0000 https://test.meydan.org/2016/05/03/tuketime-uyumlu-butceye-uyumsuz-emircan-kunuk/ 1970’li yılların başlarında mobil iletişimin ilk teknolojisi olan Birinci Nesil (1G) telefonlar ortaya çıktı. Aradan geçen 45 yılda 2G ve 3G ile tanıştık. Tam 3G’den 4G’ye geçecekken dillendirilen 5G’ye geçme isteği ve sonra ikisinin ortasında 4.5G’de karar kılınması ise kafalarda soru işaretleri yarattı. Geliştirilen her mobil teknoloji, yazılımcılar tarafından “nesil” olarak ifade edilir. 3. nesil […]

The post “Tüketime Uyumlu Bütçeye Uyumsuz” – Emircan Kunuk appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Tüketime uyumlu Bütçeye uyumsuz Emircan Kunuk

1970’li yılların başlarında mobil iletişimin ilk teknolojisi olan Birinci Nesil (1G) telefonlar ortaya çıktı. Aradan geçen 45 yılda 2G ve 3G ile tanıştık. Tam 3G’den 4G’ye geçecekken dillendirilen 5G’ye geçme isteği ve sonra ikisinin ortasında 4.5G’de karar kılınması ise kafalarda soru işaretleri yarattı.

Geliştirilen her mobil teknoloji, yazılımcılar tarafından “nesil” olarak ifade edilir. 3. nesil ile 4. nesil mobil teknoloji arasında, belli bir takım farklılıklar ve geliştirilmiş özellikler mevcuttu; bunların birincisi hız, ikincisi frekans miktarı. 4.5G teknolojisi, bilgiye ulaşım hızı bakımından 3G’ye oranla 12 kat daha hızlı, frekans miktarı ise 5 kat daha fazla.

Daha iyi kavrayabilmek için mobil iletişimdeki hızı, bir arabanın hızına; frekans miktarını ise yollardaki şerit sayısına benzetebiliriz. 3G teknolojisi tek şeritli bir yolda saatte 10 km hızla giden bir aracı, 4.5G teknolojisi ise 5 şeritli bir yolda trafik olsa bile 12’lik hız ile hareket edebilen aracı temsil ediyor. Bu örnekten de anlayacağımız gibi 4.5G, mobil iletişimi bir hayli hızlandıracak bir teknoloji.

1 Nisan tarihiyle resmi olarak 4.5G teknolojisine geçmemiz, 4G’yi neden atladığımız sorusunu akıllara getiriyor. 4.5G teknolojisi, sadece bu coğrafyada kullanılan bir teknoloji. Normalde 3G teknolojisinin ardından gerekli altyapının oluşturulması gerekiyordu. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2014’te 4.5G’yi ortaya atarak yeni bir teknolojinin geliştirilmesinde ilk adımı atan oldu.

Erdoğan’ın 4G’yi atlayıp 5G teknolojisine geçme isteği ve altyapının uygun olmaması nedeniyle 4.5G’ye geçme önerisi ise devlet -ve dolayısıyla iktidarların- ekonomisini canlandırmaya yönelik bir hamleydi.

Telefon kullanıcılarının erişim hızındaki artış, devletin 4.5G ihalesinden elde ettiği geliri arttırır ve bu da devlet ekonomisinin büyümesi ile sonuçlanır. Devletin büyüyen ekonomisinden halkın payına düşen olmayacağı çok belirginken, 4.5G’nin de halktan yana getirisi olmayacağı şimdiden açıkça görülüyor. Sonuçta şuanda kullanılmakta olan mobil cihazların büyük çoğunluğu 4.5G’ye uyumsuz. Daha fazla hız isteyenleri tüketime çağıran 4.5G’ye uygun cihazlar ise, halkın cebine uyumsuz.

Emircan Kunuk

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Tüketime Uyumlu Bütçeye Uyumsuz” – Emircan Kunuk appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/05/03/tuketime-uyumlu-butceye-uyumsuz-emircan-kunuk/feed/ 0
” Hangisi ? ” – Dilan Yaman https://meydan1.org/2015/06/11/hangisi-dilan-yaman/ https://meydan1.org/2015/06/11/hangisi-dilan-yaman/#respond Wed, 10 Jun 2015 22:56:39 +0000 https://test.meydan.org/2015/06/11/hangisi-dilan-yaman/ “Pardon bir bakar mısınız? Fazla uzun sürmeyecek.” Eğer kalabalık bir caddede yürüyorsak hepimiz duymuşuzdur bu cümleleri. Vaktimiz varsa, ardından cevaplamamız istenilen bir dizi soruyla karşı karşıya kalırız. Bazen halihazırdaki, bazen de piyasaya yeni girmeye hazırlanan bir ürünle ilgilidir bu sorular. Gazoz ya da kahve, ped ya da çikolata, banka ya da sigorta, neyle karşılaşacağımızı bilemeyiz. […]

The post ” Hangisi ? ” – Dilan Yaman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Mann von der Presse hält ein Klemmbrett und ein Mikrofon

“Pardon bir bakar mısınız? Fazla uzun sürmeyecek.”

Eğer kalabalık bir caddede yürüyorsak hepimiz duymuşuzdur bu cümleleri. Vaktimiz varsa, ardından cevaplamamız istenilen bir dizi soruyla karşı karşıya kalırız. Bazen halihazırdaki, bazen de piyasaya yeni girmeye hazırlanan bir ürünle ilgilidir bu sorular. Gazoz ya da kahve, ped ya da çikolata, banka ya da sigorta, neyle karşılaşacağımızı bilemeyiz. Ama durmuşsak, sorulara da yanıtlar vermeye başlamışsak, bir anketin deneği olmuşuz demektir.

Yaş, cinsiyet, meslek gibi kişisel özelliklerimizi de öğrenmek isteyen bu anketlerde, bazen içerek, bazen de dokunarak o ürünle ilgili bize yöneltilen soruları seçenekler dahilinde işaretlememiz istenir.

Peki, neden? Neden bu sorular ve cevaplar, neden yüzdeler ve oranlar?

Anket sorularına verilen yanıtlar, tek tek sayılır, işlenir ve anket şirketince birer istatistiki bilgiye dönüştürülerek anketi yaptıran şirkete sunulur. İstatistiksel bilgiden elde edilen sonuçlar, her durumda, değiştirilme, gereğinden az ya da çok gösterilme, abartılma “risk”ini ve “imkan”ını taşır. Yoksa şirketleri binlerce dolar harcama yaparak anket yapmaya şevklendiren şey bu “imkan” mı?

Gerçekten de, hemen her gün karşılaştığımız anketler, uygulanma biçimi, soruların seçimi, vermemizi bekledikleri yanıtların sıralanması gibi bir çok ayrıntıyla, aslında, davranış biçimlerimizi, alışkanlıklarımızı, tercihlerimizi ölçmenin ötesinde bizi kendi ürünlerini satın almaya istekli de kılmaya yöneltiyor. Bunu da, anketlerden kendi hesaplamalarına göre elde ettiklerini söyledikleri sonuçlar pekiştirmiş oluyor. Yani anket de reklamın, tanıtımın bir parçası oluveriyor böylece.

Öyle ya, neticede, şirketlerin ana amacı kar elde etmek olduğuna göre, her bir yeni satış da kar olarak dönecektir. Daha fazla kar için de pazarı genişletmek gerekir. Peki pazarın durumu ne, işte hemen her gün yolumuza çıkan anketörlerin bize yaptırmaya çalıştığı anketlerin ana amacı da bu: pazar araştırması. Bize sorulan her soru ve bizim masumane verdiğimiz her cevap, şirketlere kar olarak dönebilir. Anketlerin gizli bir görevinin de, tüketim alışkanlıklarını değiştirip satın alma isteği uyandırmasıdır diyebiliriz.

Çalışanına yok, ankete var

Ancak, bir ürünün üretilmesi için gereken ham maddeyi, doğayı talan ederek elde eden şirketler, zaten çalışanlarına da en düşük ücretleri vererek kar marjlarını yükseltmeyi sürdürürken, pazar araştırması için bütçelerinden büyük büyük meblağlar ayırmaları ilginçtir. Elbette buradan da bir çıkarları vardır şirketlerin: şirketler, yeni ürünlerini pazara sunmadan önce yapacakları/yaptıracakları pazar araştırması anketleriyle pazarın risklerini önceden görebilme ve ona göre konum alabilme imkanı da bulmuş olurlar. Bu da onları daha da büyük, daha tekel, yani daha da adaletsiz kılar.

Anketlerin pazar araştırması dışında en yaygın kullanım alanlarından biri de bir okulda okuyanlar, bir mesleği yürütenler ya da bir kentte yaşayanlar gibi alanlara yönelerek, o alanlarla ilgili verileri toplar gibi yapıp aslında sorduğu sorularla ankete katılanları fişlemek. Yani “sizce…” diye başlayan sorular, aslında genel ekonomik ya da politik gidişatla ilgili, katılımcının görüşünü almak gibi masum bir soru gibi görünse de, eleştirel düşünceye ya da tam zıddı bir görüşe sahip olanları kolayca bulup ayıklamaya da pekala yarayabilir anketler. Bildiğimiz dilleri yazarak etnik kökenimizi bulmaları hiç de zor değil, okuduğumuz gazetelere bakarak politik görüşümüzü bulmaları pekala mümkün. İnancımız, mezhebimiz, hatta cinsel yönelimimiz, anketlerin bize sorduğu sorularla açığa çıkabilir ve bir gün aleyhimizde kullanılabilir bir veriye dönüşebilir. Hatta, bir üniversitenin yeni dönem öğrenci kaydı sırasında yaptığı ankette “hiç protesto eylemine katıldınız mı” sorusu, sizi doğrudan karakola da düşürebilir. Yani görüşümüz alınıyor diye verdiğimiz cevaplarla, kendi evimizin kapısına çarpı işareti yapmış olabiliriz.

İster bir ürün için yapılan pazar araştırması olsun, ister de bir alan soruşturması gibi olsun, anketler, asıl amaçlarını soruların ardına gizleyerek insanları aldatmakta, yönlendirici yanıt seçenekleriyle algımıza saldırıp davranışlarımızı etkileyerek kendi çıkarlarına uygun hale getirmeye çalışır.

“Fazla zamanınızı almayacak” bir soru da biz soralım: Bu yazıyı okuduktan sonra anketlere hala güvenebilirim diyebilir misiniz?

Dilan Yaman

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 27. sayısında yayımlanmıştır.

The post ” Hangisi ? ” – Dilan Yaman appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/06/11/hangisi-dilan-yaman/feed/ 0
“Enerjide Dengeleri Sarsmak Kaya Gazı “- Emre Bayyiğit https://meydan1.org/2015/04/22/enerjide-dengeleri-sarsmak-kaya-gazi-emre-bayyigit/ https://meydan1.org/2015/04/22/enerjide-dengeleri-sarsmak-kaya-gazi-emre-bayyigit/#respond Wed, 22 Apr 2015 16:17:43 +0000 https://test.meydan.org/2015/04/22/enerjide-dengeleri-sarsmak-kaya-gazi-emre-bayyigit/ Kapitalizmin tükenmeye yüz tutan fosil yakıtlara bir alternatif olarak sunduğu kaya gazının ilk kuyuları, bu topraklarda yaklaşık 3 yıl önce, Royal Dutch Shell, TPAO (Türkiye Petrol Anonim Ortaklığı) ortaklığıyla, Diyarbakır’ın Silvan İlçesi’ne bağlı Sarıbuğday ve Bağdere köylerinde açıldı. Bu bölgede, kaya gazının çıkarılması çalışmaları 3 yıldır sürüyordu. Bölge halkı, yıllardır devletin imha, inkar ve baskı […]

The post “Enerjide Dengeleri Sarsmak Kaya Gazı “- Emre Bayyiğit appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Meydan Gazetesi- Enerjide Dengeleri Sarasmak KAYA GAZI

Kapitalizmin tükenmeye yüz tutan fosil yakıtlara bir alternatif olarak sunduğu kaya gazının ilk kuyuları, bu topraklarda yaklaşık 3 yıl önce, Royal Dutch Shell, TPAO (Türkiye Petrol Anonim Ortaklığı) ortaklığıyla, Diyarbakır’ın Silvan İlçesi’ne bağlı Sarıbuğday ve Bağdere köylerinde açıldı. Bu bölgede, kaya gazının çıkarılması çalışmaları 3 yıldır sürüyordu. Bölge halkı, yıllardır devletin imha, inkar ve baskı politikaları ile yaşamlarını sürdürmeye çalışırken; yapılan ekolojik yıkımlar, HES’ler ve güvenlik barajları ile tüm su varlıkları büyük bir tehlikeye girmiş durumda. Kürdistan, Trakya, Karadeniz, Tuz Gölü civarı ve Toroslar’da mevcut yakıt tüketim miktarını 40 yıl karşılayacak kaya gazı rezervinin var olduğu söyleniyor.

Kısaca Kaya Gazı

Kaya gazı çıkarmak için “hidrolik kırılma” adı verilen bir yöntem kullanılıyor. Bu yöntem, sondaj kuyularıyla yerin ortalama 2400-3600 metre altına açılan kuyulardan, kayanın içine patlamalara yol açan 600’e yakın kimyasal madde karışımının yollanmasıyla uygulanıyor. Bu patlamalar kaya kütlesinde çatlamalara yol açıyor ve serbest kalan gaz, çatlaklardan yeryüzüne çıkıyor. Böylece kuyularda toplanan gazla birlikte, onu elde etmek için kullanılan kimyasallar da yeryüzüne çıkmış oluyor. Ayrıca; %3 ila %7 arasında kaya gazının, çıkartılırken havaya salındığı da ortaya çıkıyor.

ABD ve Kaya Gazı

ABD’de 1972 yılından beri fosil yakıt kaynaklarında büyük sorunlar olduğundan bahsediliyor. Su kaynaklarının korunması için petrol şirketlerine çeşitli ‘yükümlülükler’ getiren 1972 tarihli “Temiz Su Yasası”nda 2005 yılında yapılan düzenlemeyle, yalnızca Hidrolik Patlama yöntemiyle doğalgaz çıkaran şirketler bu yasadan muaf bırakıldı. Bu düzenlemeyle beraber ABD, 2009’a kadar doğalgaz üretimini ikiye katladı. Aynı oranda su havzalarındaki zehirlerini de!

Kaya gazı ilk olarak, ‘doğalgaz okyanusu’ olarak adlandırılan Kuzey Amerika’nın Texas eyaletinde, 1981 yılında çıkarılmaya başlanmış. Patlamayla açığa çıkan kimyasallar, yeraltı suları ve akarsulara karışıp bölgedeki bütün yaşamı yok ediyor. Halkın içme suyu olarak kullandığı su kaynakları zehirleniyor ve şebeke suyu alev almaya başlıyor. Bölgedeki bütün hayvanlar bu yolla katlediliyor. Sondaj kuyularının yanına kazılan dev çukurlarda biriktirilen sondaj atık maddeleri, havayı solunamaz hale getiriyor. Kaya gazı çalışmalarında Halliburton, Williams, Cabot Oil and Gas gibi şirketler başı çekiyor. Burada biraz daha dikkat çekmek gereken şirket, Halliburton! Büyük petrol firmalarının inşaat, güvenlik, lojistik, yangın söndürme işlerini yapmakta olan katil şirket, Amerikan ordusunun yiyecek, içecek, temizlik gibi tüm malzemelerinin özelleştirilmesi kararı alındığında ihaleyi kazanan oluyor. Amerikan ordusuna limanlar, üsler ve yollar inşa etmekte de, yine bu şirket tüm görevi üstleniyor, üstlendiriliyor!*

ABD tarihinde Başkan’ın en genç Yazı İşleri Müdürü, Panama Müdahalesi ve 1. Körfez Savaşı sırasında Savunma Bakanı, 2001-2009 tarihleri arasında da 46. Başkan Yardımcısı olan Dick Cheney; yüzünü özel sektöre döndüğü 1995-2000 yılları arasında katil şirket Halliburton firmasının Genel Müdürlüğü’nü yapıyor! Böylece meselenin sadece ‘enerji’ olmadığı açığa çıkıyor.

Su Savaşları ve Kaya Gazı

Gaz şirketleri ile çiftçilerin yeryüzünde verdiği su savaşları gün geçtikçe sertleşmekteyken, kaya gazı aramalarının hız kazanmasıyla beraber bu savaşın daha da sertleşeceği aşikar. Kapitalist şirketler kaynakları tükettikçe, biz tükeniyoruz. Shell, ExxonMobil, Halliburton ve diğer küresel kapitalist şirketlerin tüm yeraltı varlıklarını tüketmek üzere harekete geçmelerinin nedeni, artık sadece piyasa rekabeti ve bu piyasadan kazanılacak olan milyar dolarlar değil, devasa boyutlara ulaşan projelerle elde edilecek olan ranttır. Sondaj maliyetlerinin yüksek olmasından ötürü tam hayallerindeki verimi alamamalarından yakınan şirketler, teknoloji çalışmalarını geliştirdikçe son sürat sömürmeyi sürdürecekler.

 *https://www.globalpolicy.org/component/content/article/168/34798.html

Emre Bayyiğit

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Enerjide Dengeleri Sarsmak Kaya Gazı “- Emre Bayyiğit appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/04/22/enerjide-dengeleri-sarsmak-kaya-gazi-emre-bayyigit/feed/ 0
“Devletin Yalanı Nükleerin Reklamı” – Büşra Cengiz https://meydan1.org/2015/04/22/devletin-yalani-nukleerin-reklami-busra-cengiz/ https://meydan1.org/2015/04/22/devletin-yalani-nukleerin-reklami-busra-cengiz/#respond Wed, 22 Apr 2015 16:04:01 +0000 https://test.meydan.org/2015/04/22/devletin-yalani-nukleerin-reklami-busra-cengiz/ Reklamlaar! Günümüzde şirketleri ayakta tutan ve varlığını sürdürmesini sağlayan yegane şey reklamdır. Bir ürünün reklam süreci, ürünü çekici hale getirme çabalarıyla başlar ve onun görsel olarak bize sunulmasıyla devam eder. Reklamın son aşaması ise, “tüketici”lerin artık o ürünün reklamını yapıyor hale gelmesidir. Peki bir reklam niçin yapılır? Benzeri ürünlerle rekabeti sağlamak, tanıtım yapmak, insanları tüketime […]

The post “Devletin Yalanı Nükleerin Reklamı” – Büşra Cengiz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Devletin Yalanı Nükleerin reklamı

Reklamlaar!

Günümüzde şirketleri ayakta tutan ve varlığını sürdürmesini sağlayan yegane şey reklamdır. Bir ürünün reklam süreci, ürünü çekici hale getirme çabalarıyla başlar ve onun görsel olarak bize sunulmasıyla devam eder. Reklamın son aşaması ise, “tüketici”lerin artık o ürünün reklamını yapıyor hale gelmesidir.

Peki bir reklam niçin yapılır? Benzeri ürünlerle rekabeti sağlamak, tanıtım yapmak, insanları tüketime teşvik etmek gibi bilindik nedenleri saymazsak, bir reklam yalan söylemek için yapılır! O yüzden, reklamı yapılmış hiç bir dondurma gerçeğine benzemez. Reklamda gösterilen hiç bir otomobil, orada göründüğü kadar parlak olmaz ve ne yazık ki “tüketici”ler mevzu bahis arabayı aldıktan sonra, o reklamlardaki insanlar kadar mutlu olamaz. Böylesine bir hayal kırıklığı, “tüketici”lerin fıtratında vardır. Böylesine alçakça yalan söyleme yeteneği de, yalnızca ve yalnızca kapitalizmde vardır.

Devletin Reklamları

Bu yalan söyleme konusunda en az kapitalizm kadar becerikli bir “şey” daha vardır; kapitalizmin büyük iş ortağı olan devletin ta kendisi. Çoğu zaman, bildiğimiz anlamda bir reklama ihtiyaç duymaz. Boyalı basındaki kalemşorleri, iki yüzlü politikacıları ve ana haber bültenleri yoluyla yalanını yayar ve yaptıklarını toplum içerisinde meşrulaştırır. Mesela 40 yıl boyunca katlettiği bir halkı topyekûn “terörist” ilan edebilir ya da herkesin gözü önünde çaldığı paraları, yukarıda saydığımız kanallar vasıtası ile “çalmadığını” söyleyebilir. Yazık ki insanlar buna inanabilir de.

 Gerçekler ya da Çernobil’den Kalanlar!
Nükleer denemeleri, nükleer silahları, diğer bir çok “nükleer kaza”yı bir kenara bırakıp sadece Çernobil Katliamı’na bakacak olursak; nasıl bir tehditle karşı karşıya olduğumuzu, efendilerin bu topraklardaki tüm canlıları nasıl göz göre göre ölüme götürdüğünü anlayabiliriz.


Ukrayna’da 18.000 km2’lik tarım arazisi kullanılamaz hale geldi. Çevredeki ormanlarının %40’ı kirlendi. Katliamdan, en az 600 milyon insan etkilendi. Hatta katliamdan bir kaç gün sonra, Çernobil’den 2726 km uzaklıktaki İngiltere’nin Galler kasabasında bile yüksek oranda radyasyon tespit edildi. Hayvanların otlaklara girmesi yasaklandı. En çok etkilenenler ise “likidatörler” (zorunlu gönüllüler) idi. Bunlardan 112.000’i yaşamını yitirirken, geri kalanların hemen hemen hepsi kanser, yüksek tansiyon, mide ve bağırsak hastalıklarına yakalandı ve halen yakalanıyor! Çernobil’de yaşanan katliamda 49 bin nüfuslu Pripiat’ın boşatılması tam 30 saat sürdü, bölge hayalet şehre dönüştü ve bunun en az 900 yıl daha süreceği düşünülüyor. Çok sayıda insan, hemen ilk saatler içinde yüksek dozda radyoaktif iyodine maruz kaldı. Bu yayılımın neden olduğu en önemli sağlık sorunlarından biri, çocukluk çağı tiroit kanserleri. Katliamdan bir kaç ay sonra radyoaktif iyodin düzeyi yüksek sütlerden içen çocuklarda, yüksek radyasyon tespit edildi. Bununla birlikte, 2002 yılına kadar 4000’den fazla tiroit kanseri teşhis edildi.


Binlerce canlı kansere yakalandı ve hayatını kaybetti. Yeni doğan canlıların çoğu ya kanser ya da sakat olarak doğdu. Ayrıca, 2056 yılına kadar Çernobil katliamı kaynaklı 240.000 kişinin daha kansere yakalanacağı tahmin ediliyor.


Yaşadığımız topraklarda da, özellikle Karadeniz Bölgesi’nin, bu katliamdan etkilendiği biliniyor. Patlamadan sonra ciddi bir artış gösteren kanser vakaları, bölge insanının halen en büyük problemlerinden biri. 


Hatta inanmakla kalmaz; artık o halkın “terörist” olduğunu ya da devlet erkanının hırsız olmadığını savunmaya, bunu meşrulaştırmaya da başlayabilir.

Geçtiğimiz günlerde devlet, pek de alışkın olmadığımız bir şekilde, yeni projelerinden birinin reklamını yapmaya başladı. Akkuyu Nükleer Santrali’nin! Peki bir devlet neden ortaya koyduğu projenin reklamını yapmaya ihtiyaç duyar. Cevap basit! Çünkü yalan söylüyordur! Çünkü gün gibi ortada olan gerçekleri örtmek gibi bir kaygısı vardır! Çünkü nükleer santrallerin ve nükleer çalışmaların canlı yaşamına etkisi bu kadar barizken, yaşanan “kaza”ların sonuçları böylesine belirginken, bunu insanlara yutturmanın tek yolu yalan söylemektir.

Cengiz İnşaat

Akkuyu Nükleer Santrali’nin, deniz hidroteknik yapılarının projesi ve inşası ihalesini ise hükümete yakınlığı ile bilinen Cengiz İnşaat isimli şirket aldı. Şirket, tıpkı Kolin ve Limak gibi bu topraklarda son dönemlerde yaşanan iş cinayetleriyle ve tartışmalı enerji ihaleleri ile sık sık adından söz ettiriyor. 2012 yılında 5 işçinin katledildiği Eti-Bakır işletmelerinin sahibi olan Cengiz İnşaat, aynı zamanda Adana Kozan’da yaptırdığı barajın kapaklarının açılması sonucunda bir çok işçinin ölümüne neden olmuştu. Adı bir çok yolsuzlukla anılan şirket, 3. havalimanı projesinin ortaklarından biri olarak da anılıyor. Ayrıca şirket, son dönemde her yerde mantar gibi türeyen bir çok barajın da sahibi. Bununla beraber, inşaat ve enerji alanında devletin önemli ortaklarından biri olarak lanse edilen Cengiz İnşaat’ın sahibi Mehmet Cengiz, 22 Aralık’ta ortaya çıkan tapelerde halka sarfettiği sinkaflı küfürlerle gündeme gelmişti!

“İlerleme” ve Kalkınma Fetişizminin Ardına Saklananlar

Elbette yalan söylemenin de bir yolu yordamı vardır; her yerde her yalan tutmaz. Genelde enerji meselesinde kullanılan yalan ise “gelişme” ve “kalkınma” ya da “enerjide dışa bağımlılığa son” yalanlarıdır. Bu reklam filminde de, yine aynı şey karşımıza çıkar. Filmin içinde 8 defa “daha” kelimesini geçiren efendiler, kendi bencil-rekabetçi algılarıyla “ileri”, “güçlü”, “üretim”, “yükselmek” gibi kavramları kullanarak; ne kadar çok çalışır, ne kadar çok üretim yaparsak o kadar gelişeceğimizi, o kadar kalkınacağımızı söyler. Ama bu kalkınmanın bize ne getireceğinden bahsetmez ya da bugüne kadar ileriye doğru atılan her adımın biz yoksullar için “geriye” doğru atılmış bir adım olduğundan bahsetmez! Ne Çernobil’in adını ağzına alır, ne Fukuşima’dan bahseder. Ne zenginler kalkınsın diye yerin binlerce metre altında katledilen 301 madenciden, ne de bizleri mahallerimizden atıp yerimize diktikleri rezidansların inşaatlarında ölen işçilerden bahseder. Ayrıca bize “enerjide dışa bağımlılığa son” naraları atanların asıl amacının “enerji sorununu” (sanki varmış gibi) çözmek değil; akıllara durgunluk verecek bir üretimle başka topraklardaki insanların enerjide dışa bağımlı hale gelmesini sağlamaktır.

Nihayetinde nükleer ne kadar ölümcülse, bunun meşruluğu için yapılan propagandalar ve reklamlar o kadar yalancıdır. Ve ne yazık ki bu yalanlara kanmak, basit bir reklamın yalanlarına kanmanın yarattığı hayal kırıklığından daha ağır olacaktır; yeni bir nükleer felaket gibi!

Büşra Cengiz

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.

The post “Devletin Yalanı Nükleerin Reklamı” – Büşra Cengiz appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/04/22/devletin-yalani-nukleerin-reklami-busra-cengiz/feed/ 0
Makinelerin Dişlilerine Sıkıştırılan ” Tahta Pabuç “ https://meydan1.org/2015/02/21/makinelerin-dislilerine-sikistirilan-tahta-pabuc/ https://meydan1.org/2015/02/21/makinelerin-dislilerine-sikistirilan-tahta-pabuc/#respond Sat, 21 Feb 2015 16:00:00 +0000 https://test.meydan.org/2015/02/21/makinelerin-dislilerine-sikistirilan-tahta-pabuc/ Wooden Shoe Kitap ve Müzik Kolektifi, bundan 35 yıl önce Philadelphia’da kuruluyor. Ağırlıklı olarak işçi hareketleri içerisinde bulunan Philadephia Solidarity adlı yapının üyeleri tarafından kurulan kolektif; anarşist ilkelerle, patronsuz ve özyönetimli olarak işletiliyor. Wooden Shoe, tıpkı kuruluşunda olduğu gibi, isminde de bir “direniş”in izini taşıyor. Fransız köylülerinin başlattığı bir direniş biçimine gönderme yapıyor. Wooden Shoe, […]

The post Makinelerin Dişlilerine Sıkıştırılan ” Tahta Pabuç “ appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Wooden Shoe Kitap ve Müzik Kolektifi, bundan 35 yıl önce Philadelphia’da kuruluyor. Ağırlıklı olarak işçi hareketleri içerisinde bulunan Philadephia Solidarity adlı yapının üyeleri tarafından kurulan kolektif; anarşist ilkelerle, patronsuz ve özyönetimli olarak işletiliyor. Wooden Shoe, tıpkı kuruluşunda olduğu gibi, isminde de bir “direniş”in izini taşıyor. Fransız köylülerinin başlattığı bir direniş biçimine gönderme yapıyor. Wooden Shoe, “tahta pabuç” anlamına geliyor. Çok uzun saatler ve yıldırıcı koşullar altında çalışan Fransa’daki köylülerin, biraz olsun nefes alıp dinlenebilmek ve kendileri üzerinde zenginleşen mülk sahiplerinin işlerini sekteye uğratabilmek için, fabrikalardaki makinelerin dişlilerinin arasına tahta pabuçlarını atarak işleri durdurmalarını simgeliyor.

Otuz yılı aşan bir süre içerisinde kuşaktan kuşağa, kişiden kişiye aktarılan bilgi ve deneyimlerle kolektif; çok defa kapanmanın eşiğine gelse de, tarihinde bir ciddi faşist saldırı ve iki tane büyük yangın olsa da ayakta kalmayı başarabilmiştir. Bugün de, farklı yöntemlerle de olsa, anlatılan hikayedeki geleneği devam ettiriyor. Wooden Shoe duruşu, işleyiş biçimi ve yaptığı çalışmalarla, bugünkü “tüketim makineleri”nin dişlilerinin arasına tahta pabuç atıyor.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, kolektif özyönetimle işliyor; burada çalışan herkes işleyişte aynı derecede sorumluluk alıyor ve burada bulunan herkesin işleyiş hakkında sonsuz söz hakkı bulunuyor.

Kolektifin gönüllüleri amaçlarını açıklarken şöyle diyorlar: “Wooden Shoe, gönüllü emeğe dayanan ve tamamıyla kolektif işleyen bir mekan. Biz burada, toplumsal adalet için mücadele veren anarşizmin ve diğer toplumsal hareketlerin ilkelerini somutlaştırmak için uğraş veriyoruz. Biz buradaki yerel topluluğu, radikal ve ticari olmayan yazılı, dijital ve sözlü kaynaklarla desteklemeye çalışıyoruz. Eylemsellik, örgütlenme, bilginin paylaşımı, sanat, iletişim ve anti-kapitalist mücadele için kaynakları güçlendirmek istiyoruz!”

Wooden Shoe, aslında kitapçı ve müzik market olmakla beraber, baskılı giysilerin ve çeşitli aksesuarların da satıldığı bir mekan. Aynı zamanda, çeşitli etkinliklerin gerçekleştiği, insanların buluşup tartışabildiği ve sohbet edebildiği bir sosyal merkez gibi de çalışıyor. Bir çok süreli yayına ve fanzine ev sahipliği yapan kolektifte, anarşist dokümanların yanı sıra radikal özgürlükçü diğer mücadelelerinin dokümanlarına da rastlamak mümkün.

Sonuç olarak Wooden Shoe, devrimlerini bugünden gerçekleştirmek isteyen anarşist toplulukların ve halk hareketlerinin giriştiği ekonomik ve yaşamsal çabalardan biri. Bu çabalar, umut verici olmanın ötesinde, bir tohum niteliği taşıyor. Bugünden çok önce atılan ve kabuğunu kırıp bugün Arjantin’in özyönetimli fabrikalarında, her türlü saldırıya rağmen yaşamını yeniden yapılandırmakta ısrar eden Rojava’da, Yunanistan’daki küçük bir kafede ya da Chiapas’ın köylerindeki kahve tarlalarında büyümeye devam ediyor!

Amerika’da Öz-yönetimli Kolektifler:

Amerika’da öz-yönetimle işleyen, bir çok kolektif mekan vardır. Bu mekanlar, kafeden, kitapçıya, kitapçıdan ücretsiz kliniklere kadar geniş bir yelpazeye yayılmışlardır.

Bu hareketlerin kökeni ise, 1800’lerin sonu, 1900’lerin başına, radikal işçi hareketlerinin yükseldiği döneme kadar götürülebilir. O süreçte IWW International Workers of The World – Endüstriyel İşçiler Birliği) gibi radikal ve özgürlükçü sendikalar ve işçiler arasında oldukça etkin olan Johann Most, Emma Goldman ve Alexander Berkman gibi anarşist figürlerin; “öz-yönetimci, kolektif ve yatay” örgütlenmeleri bugünkü, sosyal merkezlerin ve kolektiflerin esin kaynağı olmuş hatta bu geleneğin temellerini atmışlardır.Bugün Amerika’da aktif olan anarşist Kolektif ve Sosyal merkezlerden bazıları şunlardır: A – Space, Bluestocking, Boxcar Books, Firestorm Cafe&Books, International Books, Lucy Parson’s Center ve Red Emma’s Bookstore & Coffeehouse…


Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 24. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post Makinelerin Dişlilerine Sıkıştırılan ” Tahta Pabuç “ appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/02/21/makinelerin-dislilerine-sikistirilan-tahta-pabuc/feed/ 0