türgev – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Thu, 08 Nov 2018 14:47:15 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 EĞiTiLMEK iSTEMiYORUZ https://meydan1.org/2018/11/08/egitilmek-istemiyoruz/ https://meydan1.org/2018/11/08/egitilmek-istemiyoruz/#respond Thu, 08 Nov 2018 14:47:15 +0000 https://test.meydan.org/2018/11/08/egitilmek-istemiyoruz/   Yaşamımızın örgütlenmesi için ihtiyaç duyduğumuz bilgiye özgürce ulaşmak isteyen biz anarşistler, ne devlet okulunda ne özel okulda eğitilmek istemiyoruz. Eğitim değil bilgiyi özgürce paylaşmak istiyoruz. Yeni Başkanlık Sistemi’nin ilk Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, “masanın üzerindeki tuzluğu değiştirerek ‘sistem değişti’ demeyeceğiz, masayı yeniden inşa edeceğiz” diyerek iddialı bir başlangıç yaptı. Oysa Selçuk, son yüzyılda […]

The post EĞiTiLMEK iSTEMiYORUZ appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

 

Yaşamımızın örgütlenmesi için ihtiyaç duyduğumuz bilgiye özgürce ulaşmak isteyen biz anarşistler, ne devlet okulunda ne özel okulda eğitilmek istemiyoruz. Eğitim değil bilgiyi özgürce paylaşmak istiyoruz.

Yeni Başkanlık Sistemi’nin ilk Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, “masanın üzerindeki tuzluğu değiştirerek ‘sistem değişti’ demeyeceğiz, masayı yeniden inşa edeceğiz” diyerek iddialı bir başlangıç yaptı. Oysa Selçuk, son yüzyılda değişen 80’i aşkın Milli Eğitim Bakanı’ndan sadece biri. Yani ortalama 1,5-2 yıl görevde kalmış 80 bakan. Kimisi darbecilerin emriyle Öğretmenler Günü icat etmiş, kimisi kredili geçme sistemini getirmiş, ama fazla uzun sürmemiş. Kimisi allayıp pullayıp SBS diye bir sistem getirmiş, ama bir sonra gelen bakan uygulamadan kaldırmış. Kimisine yürü ya kulum denmiş, aynı dönem önce rektör, sonra YÖK Başkanı, sonra da Bakan olmuş; kimisinin de Fatih Projesi daha doğmadan çökmüş. Yani bırakın masayı yeniden inşa etmeyi, kimse masanın çıkan çivisini bile çakamamış, çakmamış.

İnsanın aklına İkinci Abdülhamid’in Maarif Nazırı’nın söylediği sözler geliyor. Kimi kaynaklara göre Haşim Paşa, kimi kaynaklara göre Emrullah Efendi’nin söylediği: “Şu mektepler olmasa, maarifi (eğitimi) ne güzel idare ederdim” sözü devletle eğitim ilişkisini bir güzel özetler nitelikte.

Devlet Okulları: Devletin İdeolojik Okulları

Eğitim esas olarak devletin görevidir diye düşünenler olacaktır. Oysa eğitim devletin hizaya getirme araçlarından biridir. Yani devletin derdi ve eğitimle amaçladığı şey, sistemin kalıbına sokulmuş bireyler yetiştirmektir. Gerisi illüzyondur.

Eğitim aynı zamanda bireyin devlete ve sisteme itaat ettirilmesi ve bu itaat durumunun sürdürülmesi esasına dayanır. Bu itaat ilişkisi okul aracılığıyla kurulur.

Disipline edici ve itaatkarlaştırıcı özelliğinin keşfedilmesinden sonra belli yaş aralığındaki her birey için zorunlu hale getirilen eğitim, günümüzde doğrudan devlete bağlı ya şahıslar ya da şirketler tarafından kurulan özel okullarda sürdürülmektedir. Bunun yanı sıra, kendisini alternatif olarak niteleyen okullar da giderek yaygınlaşmaktadır.

Müfredatından müdürüne, boyasından badanasına her şeyini devletin belirlediği devlet okulları, ailede temelleri atılan itaat ilişkisini ve tahakkümü sistematikleştirir. Ezberci, sorgulamayan, soru soramayan bir öğrenci modeli üzerinden işlemesi bir yana, devletin bütün milliyetçi ve militarist söylemleri de hem ders kitaplarında yazılanlar, hem de derslerin uygulanış biçimiyle aktarılır. Tarih de, coğrafya da, diğer kültür dersleri de, devletin resmi ve milli görüşünün paralelinde işlenir. “Denize dökülen düşmanlar”, “bizi parçalamak isteyen komşular” gibi konular sık sık tekrarlanır. Devlet bilgiyi kendi çıkarına değiştirerek manipüle eder, doğru ve gerçek bilgiye erişimi engeller, yasaklar.

Okulda sıkça yapılan tören ve anmalar, marş okumalar, sıraya geçip hazır ol’a durmalarla okuldaki bireyin, sanki savaşa hazırlanan bir asker gibi olması amaçlanır. Öğretmenin, müdür yardımcılarının ve müdürün her dediğine uymaya zorlanan, itiraz etme ya da karşı çıkma imkanı verilmeyen öğrenci, bu hiyerarşik sistemin içinde kaldıkça kendisi de alt sınıfları ezen bir konuma sürüklenir. Bir süre sonra bu durumu içselleştirecek olan öğrenci, devletin istediği nitelikte bir kişiye dönüşür.

Devlet, kendine ait okulları her köye, her mahalleye açarak etnik ya da kültürel olarak farklı bölgelerde yaşayan, doğuştan devletin resmi dilinden farklı bir dili konuşan öğrencileri; devletin resmi ideolojisi ve resmi dili ile şekillenmesine zorlar. Okullar bu asimilasyonun yoğunlaştığı yerlerdir. Yatılı bölge okulları ve eğitim enstitüleri gibi modeller de bu asimilasyonun merkezi haline gelmiştir.

Devlet, kendine bağlı okulların bazılarını meslek, bazılarını da imam hatip olarak adlandırarak ya kapitalizme ucuz işgücü sağlar ya da muhafazakarlaşma ideolojisi paralelinde mevcut potansiyeli elinde tutar. “Dindar nesil” oluşturma projesinde imam hatiplerin etkisi büyüktür.

Paran Varsa Okul Özel

Özel okulların devlet okullarından ilk farkı; gri duvarlar yerine rengarenk boyanmış duvarlarla bizleri karşılıyor oluşudur. Bunun bir bedeli vardır elbette. Bu, kayıt için gidildiğinde “müşteri temsilcisi” tarafından kibar bir dille izah edilir. Çünkü burada her öğrenci aslında iyi bir müşteri. İstenirse taksitle de ödenebilir, sorun değil! Onun dışında müfredat hemen hemen aynı, ama belki sınav sistemine daha iyi hazırlanmış öğrencilere rastlanabilir, çünkü daha çok bir dershane gibi işler özel okullar. Zaten kılık kıyafette de belli bir serbestlik var, elbette belirtilen yerlerden satın alınmak şartıyla istenilen kombinle okula gelmek mümkün. Maksat okul aile birliği kazansın.

Özel okulların tercih edilmesinde bir başka faktör de çocuğunun dini eğitimi almasını istemeyen velilerin oluşu. Ancak öğrenci, devlet okulundaki gibi başını kapatmaya ya da sure ve dua ezberlemek zorunda bırakılmasa da yine özel okullarda da kimi sembol ya da simgeler karşısında ve başka büstlerin önünde başını eğmek durumunda kalacaktır.

Özel okul öğrencilerinin bilimsel çalışmalara yöneldikleri gibi bir yaygın kanı mevcuttur. Bu da, bu okulların seçilmesinde bir tercih sebebidir. “Bilimsel eğitim” de, olsa olsa daha çok para kazanmak için özel okulların reklam kampanyalarında sıkça kullandıkları bir argümandan başka bir şey değildir.

Devletin ve Kapitalizmin Kontrolünde Olmayan Okul Olabilir mi?

Okulun din ve devletle olan tarihsel ilişkisi, bilginin toplumsallaşması ve özgürleşmesi önünde hep bir engel olmuştur. Bilgiyi tek elde tutmak, toplumu baskı altında tutmanın meşrulaştırılması ve gerçeğin kolay manipüle edilmesi için okul, iktidar için en kullanışlı araçtır.

Toplumsal bir devrim inşa edilirken, bilginin toplumsallaştırılması yani belirli bir grubun elinden çıkarılması, anarşizm tarihinde önemli çabaya işaret eder. Anarşist devrimin yaşama geçirildiği İberya’da “Modern Okul” işte tam da bu çabanın somutlaştırılmasıdır. Francisco Ferrer ismi bu çabada öne çıkan bir isimdir. “Çocukların eğitiminde değişim isteyenlerin önünde iki yol vardır: Birincisi, çocuğun yeteneklerini iredeleyip mevcut ders sisteminin yetersizliğini ve değiştirilmesini gerektiğini bilimsel olarak kanıtlayarak okulu dönüştürmeye çalışabilirler. Ya da modern toplumun temeli haline gelen zulüm, aldatma ve yalanı reddeden ilkelere ve ideale uygun yeni okullar kurabilirler.”

Ferrer, bilginin toplumsallaştırılması noktasında “modern okul” deneyimiyle, devlet ve dinin gelecek nesli kontrol etme politikaları ve buna karşı ne yapılabileceğini en somut şekilde göstermiştir.

Özgür bilginin imkanı ve toplumsallaştırılması, bir sorun olarak Ferrer’in modern okul deneyiminden yıllar sonra gündeme gelmiş ve “alternatif” çabalar oluşturulmaya başlanmıştır.

Bir yandan devletin milliyetçi-muhafazakar eleği, diğer yanda kapitalizmin sözde özgür ama paralı, sisteme entegrasyon aracı okula karşı alternatif çabalar (Waldorf, Montessori, Reggio Emillia vb.) 20. yüzyılın başında artmıştır. Bu çabaların hepsi mevcut eğitim yöntemine de sisteme de karşıdır.

Özünde sistem karşıtı, eğitim karşıtı, özgürlükçü bireylerin yöntem ve metodlarından yola çıkılarak hayata geçirilmiş olan bu tarz okulların bir kısmı, zamanla, özellikle ekonomik olarak devlet ve özel okul sisteminin gücüne yenik düştüklerinden ya da düşünsel olarak bir kayma yaşadıklarından, “alternatif” olma özelliklerini yitirmişlerdir. Kapitalizmin para kazanma alternatifine dönüşmüşlerdir. Çocuklarını farklı bir eğitim içerisine kattıklarını düşünenlerden çok da az olmayan paralar temin etme ile işleyen alternatif okulların bir kısmı, alternatif sözcüğünün de içini iyice boşaltmışlardır.

Güncel bir örnek olarak, Tayyip Erdoğan’ın oğlu üzerinden sahip olduğu Türgev, alternatif metodları ile bilinen Montessori’ye ait yöntemleri uygulamak üzere harekete geçmiş, bunun ilk adımı olarak şehirlerin ilan panolarında büyük ilanlar vererek bunu duyurmuştu.

Alternatif okulların bir kısmının, devlet ve kapitalizm eliyle manipülasyonuna rağmen, bilgiyi özgür ve didaktik olmayan bir şekilde toplumsallaştırmaya dönük deneyimler yok değildir. Mesele alternatif okulların devlet müfredatına ve kapitalizmin eğitim pazarına yenik düşmeden varlığını sürdürebilmeleri. Dünyanın farklı coğrafyalarında, bu kaygılarla süren birçok deneyim aslında alternatif modellerin bu alandaki önemini gözler önüne seriyor. Kendilerine okul demeden, yaptıkları işi eğitim diye nitelemeden, bilgiyi yaş hiyerarşisi gütmeden paylaşan çabalar, bugün her zamankinden daha yakıcı bir ihtiyaç durumunda.

Eğitilmek Değil Bilgiyi Özgürce Paylaşmak İstiyoruz

Yukarıda kısaca devlet okullarının, özel okulların ve sözde alternatif olduğunu iddia eden okulların eğitimle olan ilişkisini gözden geçirdik. Anlaşıldığı üzere, bu modeller bizi itaatkarlaştırmadan bilgiye götürebilir nitelikte değil. İsimleri, renkleri, yöntemleri farklı da olsa, hepsi bizi bir mekana ve zamana hapsederek eğitimi dayatıyor.

Bilginin bu şekilde kontrol altında tutulması, toplumsallaştırılmak istenmemesi ve manipülasyonu iktidarın konumunu sürdürmesinin yegane koşulu olduğundan; bilginin özgürleştirilmesine ve özgürce paylaşılmasına tam da içinde bulunduğumuz zamanda her zamankinden fazla ihtiyaç var.

Yaşamımızın örgütlenmesi için ihtiyaç duyduğumuz bilgiye özgürce ulaşmak isteyen biz anarşistler ister devlet okulunda, ister özel okulda olsun eğitilmek istemiyoruz. İtaatkarlaştıran eğitimi değil, özgür bilgi paylaşımını savunuyoruz. Yaşamlarımız için ihtiyaç duyduğumuz bilgiye bu yöntemle ulaşıyoruz ve bilgiyi bu yöntemle paylaştıkça çoğaltıyoruz.

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 47. sayısında yayınlanmıştır.

 

 

 

 

The post EĞiTiLMEK iSTEMiYORUZ appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/11/08/egitilmek-istemiyoruz/feed/ 0
Eğitim Paravanı Rüşvet Karavanı – Merve Arkun https://meydan1.org/2018/10/07/egitim-paravani-rusvet-karavani-merve-arkun/ https://meydan1.org/2018/10/07/egitim-paravani-rusvet-karavani-merve-arkun/#respond Sun, 07 Oct 2018 09:39:21 +0000 https://test.meydan.org/2018/10/07/egitim-paravani-rusvet-karavani-merve-arkun/ Alternatif eğitim modelleri, içinde bulunulan sistemin eğitim modeline karşı bilgiyle kurulabilecek başka bir yol arayışı. Sadece ne öğrenildiğinin değil, aynı zamanda bunun nasıl öğrenildiğinin de önemli olduğunu anlamamıza olanak verir. Eğitimin devletli sistem içerisinde “düzene uygun kafalar yetiştirmek” amacıyla kurulduğu, içinde bulunduğumuz zamanda, her zamankinden daha açık bir şekilde kendini belirginleştiriyor. Devletin “kendi ideolojisine uygun […]

The post Eğitim Paravanı Rüşvet Karavanı – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Alternatif eğitim modelleri, içinde bulunulan sistemin eğitim modeline karşı bilgiyle kurulabilecek başka bir yol arayışı. Sadece ne öğrenildiğinin değil, aynı zamanda bunun nasıl öğrenildiğinin de önemli olduğunu anlamamıza olanak verir.

Eğitimin devletli sistem içerisinde “düzene uygun kafalar yetiştirmek” amacıyla kurulduğu, içinde bulunduğumuz zamanda, her zamankinden daha açık bir şekilde kendini belirginleştiriyor. Devletin “kendi ideolojisine uygun değerlerle şekillendirmek istediği nesiller” projesinden dertli olan herkesin şimdilerdeki arayışlarında karşılarına çıkan alternatif çabalardan birisi, Montessori yöntemiyle eğitim.

Aslında, özel okullarda çocuklarının “normal” okullardan daha iyi bir şekilde eğitim alması ya da özel yetişmesini karşılamak için oluşturulmuş bir metod değil Montessori. Ama yaşadığımız coğrafyada ekonomik olarak belirli bir zümreye hitap eden okullarda uygulanan metotlardan birisi olması, yöntemin böyle görülmesine neden oluyor.

Metodun özü bir doktor, pedagog ve antropolog olan Maria Montessori’nin çocuğun bireyselliğini önemseyen bir eğitim anlayışına dayanıyor. Kendi seçimlerini yapan çocuğun, eğitimcinin ona etkisi olmaksızın isteklendirilmesi ve kendi eylemlerinin sonucu olan hatalarını kendisinin denetlediği bir işleyiş. Montessori, böylelikle çocuğun birey olabilmesini ve sosyalleşmesini dışarıdan dayatılan bir süreç içerisinde değil, kendi özgür seçimleriyle ilişkilendiriyor.

Yönteme ilişkin, alternatif eğitim modelleri içerisindeki tartışmalar bir kenarda dursun; yöntemi satmak ve böyle bir piyasa oluşturma çabası son 5 yıl içerisinde yaşadığımız coğrafyada sık rastlanan bir olgu haline geldi. Bu niyetle açılmış özel okulların temel hedefi, bu kaygıya sistem içinde bir çözüm bulmak ve bundan para kazanmak.

Eğitim şirketleri, bu alternatif eğitim meselesinden önemli miktarda para kazanmış olmalı ki TÜRGEV de bu alana çöreklenmiş. Vakfın İstanbul’un hemen hemen her yerinde reklam panolarını kaplamış kampanyasında Montessori eğitmenlerine eğitim başlığındaki ibare göze çarpıyor. TÜRGEV gibi, eğitimin mevcut devlet iktidarına göre şekillendirilmesinde önemli rolü olan bir vakfın, bu alternatif alana girişi oldukça tezat.

TÜRGEV’in eğitim meselesindeki politikasını anlamak, sistem dışı alternatiflerin önündeki engelleri görmek açısından önemli. Bu alternatiflerin sistem dışı kalabilme imkanı, bu ve buna benzer STK’ların hamlelerini anlamaktan geçiyor.

Aile Vakfı

Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanı olduğu dönemde, 1996’da, onun girişimiyle kurulan İstanbul Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı (İSEGEV) 2012 yılında çalışma kapsamını genişletmiş ve Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı’na dönüşmüştür.

Önce yüksek öğrenim yurdu olarak verilen hizmetler, sonrasında ilköğretim ve anaokulu seviyesinde eğitim veren okullar kurmaya, 2015 yılında kendi üniversitesi olan İbni Haldun Üniversitesi’ni açmaya kadar gitmiştir.

Vakfın kuruluşunda Bilal Erdoğan, Esra Albayrak (Tayyip Erdoğan’ın kızı ve Hazine Bakanı Berat Albayrak’ın eşi), Serhat Albayrak (Berat Albayrak’ın abisi, Turkuvaz Medya’nın CEO’su, Çalık Holding Yön. Kur. üyesi), Reyhan Uzuner (Bilal Erdoğan’ın Kayınvalidesi, darbe girişiminde halkı sokağa çıkarmak için silahlı milislerden oluşan bir platform kurduğu iddia edilen, Cemaatin Hizmet Vakfı mütevelli heyetinde bulunmuş, TCDD’den imtiyazlı ihale aldığı iddia edilen Betra A.Ş. patronu Orhan Uzuner’in eşi), Ziya İlgen (özellikle darbe girişimi sürecinde darbeyi Tayyip Erdoğan’a haber veren eniştesi olarak tanınan, Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlığı sırasında sahip olduğu gıda şirketi ortağı, Bilal ve Burak Erdoğan’ın denizcilik şirketi ortağı) gibi isimler yer alıyor.

Vakfın kurulduğu tarih düşünüldüğünde, sonraki yıllarda yaşanan siyasal ve ekonomik süreçlerde, vakıf kurucusu bu isimlerin, yaşanan süreçlerdeki kilit noktalarda belirgin konumda bulunmaları şaşırtıcı değil. TÜRGEV’in 1996’dan günümüze evrilen pozisyonu, vakfın çalışma gösterdiği alandan ziyade ailesel bağların kurumsallaştığı yapı olmasıyla ilişkili.

Devlet-Şirket Ortaklığı

Vakfın şimdiki yönetim kurulundaki isimlerle bu aile yapısı her ne kadar gizlenmeye çalışılsa da, vakıfla ilgili herhangi bir politika kurucu üyelerin içerisinde olmadığı bir işleyişle belirlenemiyor. Bilal Erdoğan’ın özellikle 17-25 Aralık Yolsuzluk sürecinde, vakıfla özdeşleşen isminin belirginliğinden, farklı yönetim kurulu üyeleri isimlerinin belirginleştirilmesiyle kurtulmaya çalışılmış. Ancak Esra Albayrak’ın değişmeyen konumu, vakfın bu aileler için önemini anlamaya olanak veriyor.

Öte yandan, mevcut yönetim kuruluna şöyle bir göz atmak, Erdoğan ve AKP’nin siyasal iktidarı elinde bulundurduğu dönemde ön plana çıkan şirketler ve siyasi yapılar arasındaki ilişkiyi görmek adına ayrıca önemli. Şimdiki Yönetim Kurulu Başkanı, Fatmanur Altun AKP İstanbul yöneticiliği, Büyükşehir Belediye meclis üyeliği, THY Yöneticiliği, KADEM vakfı yöneticiliği; başkan vekili Ahmet Bayraktutar’ın Star Medya Grubu yöneticiliği; yönetim kurulu üyesi Murat Şeker’in Ziraat Bankası ve THY yöneticiliği, Tülay Kalav’ın AKP İstanbul yöneticiliği bulunuyor. Yönetim kurulu üyelerinden göze çarpan bir başka isimse İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Mevlüt Uysal. Medyadan başka STK’lara; belediyelerden parti yöneticiliklerine vakıf etki alanını oldukça geniş tutuyor.

Eğitim Paravanı, Rüşvet Karavanı

Peki bu geniş etki alanı neden önemli? Özel eğitim sektöründeki kaliteyi arttırmak için değil tabi ki! Devlet kurumlarıyla şirketler arasındaki “hukuki olmayan” ilişkiyi gözden uzak tutmak, devlet bürokrasisinin içinde yer alıp kendinin ya da yakınlarının şirketlerine imtiyaz oluşturmak, imtiyaz isteyen şirketlerden yapılan işin maddi karşılığını alabilmek için.

Dört yıl önce yayınlanmış veriler ışığında, TÜRGEV’e doğrudan tahsis edilmiş 14 arazi bulunuyor. Bu araziler Adıyaman’dan Bursa’ya, İstanbul’dan Kütahya’ya farklı şehirlerde bulunan hazine arazileri, bakanlıklara ait araziler ya da şirketlerin (özellikle Cengiz Holding gibi şirketlerin) hibe ettiği araziler.

17-25 Aralık Yolsuzluk sürecinde inşaat şirketlerinin arazi ve bina hibelerinin yanında, yayınlanan tapelerle ortaya çıkan rüşvetler, TÜRGEV’in sürecin en önemli rüşvet merkezi olduğu gözler önüne serilmişti. Dönemin bakanlarından Zafer Çağlayan aracılığıyla Rıza Zarrab ve Bilal Erdoğan arasındaki para alışverişi, yine 17-25 Aralık Yolsuzluk sürecinde açığa çıkmış, bu para ilişkisinin, TÜRGEV’e bağış yoluyla kılıfına uydurulmaya çalışıldığı anlaşılmıştı. Rüşvet ve yolsuzluk soruşturması sürecinde TÜRGEV bağışları, bu sürecin ortak noktasıydı.

Bağışta bulunan şirketler arasında inşaat işçilerinin insani olmayan koşullarda çalışmaya zorlandıkları, kaza adı altında katledildikleri için yakın zamanda direnişe geçtikleri 3. Havalimanı’nın ihalesini alan Kalyon ve Cengiz İnşaat da yer alıyor. Taşyapı’nın 1.5 milyon, Kalyon İnşaat’ın 500 bin, Cengiz İnşaat’ın bir milyon, Mapa İnşaat’ın 6 milyon, Sinpaş GYO’nun 5.5 milyon, Ali Ağaoğlu’nun 100 bin, Mehmet Ali Aydınlar’ın 500 bin, İspa İnşaat’ın 750 bin, Altınok Kadıoğlu’nun A.Ş. 600 bin, Turgut İnşaat’ın 150 bin, OBP İletişim ve Medya Hizmetleri’nin 200 bin, İlbak Yapı ve Medya Hizmetleri’nin 375 bin, BBM Büyük Baskı Merkezi Matbaa’nın 600 bin, PC İletişim ve Medya Hizmetleri’nin 600 bin, 3. Mecra Reklam ve Turizm A.Ş.’nin 1 milyon 600 bin, ASL İnşaat’ın bir milyon, Özkoçaklar İnşaat’ın 200 bin, Haluk Ahmet Aksüs’ün 200 bin ve Özel Arnavutköy Hastanesi’nin 300 bin lira bağışladığı, yine bu süreçte açığa çıkanlar arasındaydı.

Özellikle 2012’de Royal Protocol’ün 200 milyon liralık bağışının açığa çıkmasıyla vakfın etki alanının yerel olmadığı belirginleşmiş, uluslararası gizli ekonomik ilişkilerin de hukuki bir yapıya büründürüldüğü bir mecra olduğu iyice gözler önüne serilmişti. Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın -imar yasağı olan- Kandilli’deki arsasına izin çıkarmak için yüklü bir bağış yaptığı da ortaya çıkmıştı.

Bakanlar Kurulu’ndan 2011’de çıkan kararla TÜRGEV’e vergi muafiyeti statüsü kazandırılmış, vakfın ekonomik faaliyetleri önündeki engeller kamu-özel ortaklığıyla aşılmaya çalışılmıştır. Böylelikle 5 bin lirayla kurulan TÜRGEV milyonlarca dolarlık varlığa kavuşmuştu.

TÜRGEV’in aile-bürokrasi-şirket üçgeninde, gizlediği ilişkilerin açığa çıkan tarafı belki de mevcut ilişkilerin binde biri durumunda.

Bugün özellikle Milli Eğitim Bakanlığı’nın attığı her adımda Bilal Erdoğan ve Esra Albayrak ikilisinin varlığı, eğitim alanında vakfı daha hareketli kılmayı hedefliyor. Montessori gibi özgürlükçü uygulamalarla bir yandan milliyetçi-muhafazakar eğitim yumuşatılmaya çalışılıyor; diğer yandan da deşifre olmuş görünmez ilişkiler unutturulmaya ve vakfa saygınlık kazandırılmaya çalışılıyor. Eğitim paravanı altında rüşvet karavanını sürenler, tuttukları çeşmelerin başlarını kaptırmamaya, mevcut pozisyonlarını korumaya çalışıyor.

Merve Arkun

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır.

The post Eğitim Paravanı Rüşvet Karavanı – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2018/10/07/egitim-paravani-rusvet-karavani-merve-arkun/feed/ 0
“En (s) arsızlar” – Pelin Derici https://meydan1.org/2016/04/27/en-s-arsizlar-pelin-derici/ https://meydan1.org/2016/04/27/en-s-arsizlar-pelin-derici/#respond Wed, 27 Apr 2016 08:08:36 +0000 https://test.meydan.org/2016/04/27/en-s-arsizlar-pelin-derici/ Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu, 45 çocuğa tecavüz olayıyla gündeme gelen Ensar Vakfı’nı, “bir kereden bir şey olmaz” diyerek savunmuş olsa da adı geçen vakfın geçmişi pek temiz değil. Vakfın Çorum Şube Başkanı Zekai İşler, iki kız çocuğa tecavüzden hapis cezası almış; Rize Şube Başkanı Mehmet Nuri Gezmiş ise, iki erkek çocuğa cinsel […]

The post “En (s) arsızlar” – Pelin Derici appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi- Ensarsızlar

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu, 45 çocuğa tecavüz olayıyla gündeme gelen Ensar Vakfı’nı, “bir kereden bir şey olmaz” diyerek savunmuş olsa da adı geçen vakfın geçmişi pek temiz değil. Vakfın Çorum Şube Başkanı Zekai İşler, iki kız çocuğa tecavüzden hapis cezası almış; Rize Şube Başkanı Mehmet Nuri Gezmiş ise, iki erkek çocuğa cinsel istismardan tutuklanmıştı. Vakfın Karaman Şubesi’ne ait evlerde de 8 çocuğa tecavüz edilmiş olduğu ortaya çıkmıştı. FBI’ın ihbar ederek yakalattığı, bilgisayarında çocuk pornosu bulunan ilahiyatçının da Ensar Vakfı ile bağlantısı olduğu açığa çıkmıştı.

Peki bunca tecavüz olayına karşın vakfın ayakta durması ve hem vakıf yöneticilerinin hem de hükümetin bakanlarının yaptıkları açıklamalarla vakfa tepki gösterenlere neredeyse kafa tutmasının nedeni ne? Adını, Mekke’den Medine’ye göç edenlere yardım edenler için kullanılan “ensar”dan alan vakıf, bugün neye-kime yardım ediyor?

Bu soruların yanıtını 14 yıldır iktidarda olan kadrolarda aramak gerek. Erdoğan’ın “Bu ülkenin geleceğinde sizler olacaksınız” sözü de, bu ilişkiyi açık ediyor. Bilal Erdoğan’ın eşinden sonra en çok görüştüğü kişiyi Ensar Vakfı Başkanı İsmail Cenk Dilberoğlu olarak dillendirmesi, bu ilişkinin boyutlarını gözler önüne seriyor.

Ensar Vakfı, birçokları gibi göstermelik bir sivil toplum kuruluşu değil; cemaatle AKP’nin yaşadığı ayrışma sonucu boşta kalan öğrenci yurtlarını kendi üzerine devralan ve AKP kadrolaşmasını buradan sürdürmeyi amaçlayan ana yapılanmalardan birisidir.

Vakfa ait evlerde 45 öğrenciye tecavüz edilmesinin açığa çıkmasından sonra Ensar Vakfı’nın, Erdoğan’a uygulanan “yedirmeyeceğiz” taktiğiyle savunulması, aslında vakfın hükümet demek, iktidar demek olduğunu gösteriyor. Yani Ensar giderse, Türgev gider, İHH gider, AKP gider, Erdoğan gider!

Öyleyse gündem değişmeli, hedef Ensar olmaktan çıkmalıdır; ama ne yapılacaktır? Hemen her gün gazeteciler köşelerinde bunun bir komplo olduğunu yazarlar ama bu yeterli gelmemiştir. Çünkü sosyal medya hala etkili bir alandır ve orada Ensar’ın pislikleri dökülmeye devam etmektedir. Üstelik tüm dünya, #stopchildrapeinturkey kampanyasıyla, yaşanan bu tecavüz vakasından haberdar olmuştur.

İşte tam da böylesi bir ortamda Kemal Kılıçdaroğlu’nun Sema Ramazanoğlu için sar fettiği “önüne yatmak” deyimi, beklenen fırsatı sunmuş oldu. Bu sözün “bir kadın bakana sarf edilen kötü bir söz olduğunun” hükümet tarafından propagandası yapılınca ve buna yandaş medya da çanak tutunca; Ensar Vakfı’nda tecavüze uğrayan 45 çocuk unutulmaya yüz tuttu. Üstelik Kılıçdaroğlu’nun da çocukları unutup, söylediği sözün anlamını açıklamaya çalışması da işin cabası oldu. Ardından sarf ettiği ve bir öncekinden daha istekli bir biçimde telaffuz ettiği “altına yatmak” deyimiyle de asıl amacının çocuklar olmadığı, belki de kendine “Erdoğan gibi bitirim” birini rol modeli olarak seçtiği söylenebilir.

Yalanlardan beslenen politikalarla ayakta durmaya çalışan ve bugüne dek türlü yolsuzluklara bulaşmış olan politikacılar; Ensar’da ortaya çıkan tecavüzün ardından, birbirlerini “sapıklık”la suçlama yarışına girdiler. Ensar’dan önce yaşanan sayısız tecavüz vakasında da her daim tecavüzcüyü kollayan, tecavüze uğrayanı suçlayanlar; şimdi olduğu gibi daha önce de defalarca, politikalarını “sapıklık”la beslemişti. Yaşanan tecavüzün ardından tecavüzcüler bir linç kampanyasına tutulup, yaşananların “hesabı sorulmuş” gibi sunulmak istense de; Ensar’da tecavüze uğramış 45 çocuğun travmasını bir kenara bırakıp, söylemleriyle-polemikleriyle, kendi sapıklıkları üzerinden politika işletenleri görmek, tecavüzden bile kendilerine çıkar sağlayan (en) arsızları tanımak gerekir.

Pelin Derici

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post “En (s) arsızlar” – Pelin Derici appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2016/04/27/en-s-arsizlar-pelin-derici/feed/ 0