The post Türkiye’de ve İngiltere’de Aşı Orucu Bozmaz Fetvası appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Leeds kentindeki imam Qari Asım, aşının kan akışı yoluyla değil, kas üzerinden vücuda girmesi ve besleyici olmaması nedeniyle orucu bozmayacağını söyledi.
İngiltere’de bazı kentlerde, Müslümanların iftardan sonra aşı olabilmeleri için çalışma saatleri uzatıldı. Londra’daki aile doktoru Farzana Hüseyin ise bunun gerekli olmadığını söyledi ve “Birçok Müslüman’ın Ramazan’da Covid aşısı konusundaki kaygılarını biliyoruz. Birçok insan bir enjeksiyonun orucu bozacağına inanıyor ama bozmuyor, çünkü beslenme değil” dedi.
Türkiye’de de Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Din İşleri Yüksek Kurulu açıklamasında, “Oruç; yemek, içmek, cinsel ilişki ve bunların kapsamına giren şeylerle bozulur. Bu sebeple, besin değeri taşımayan aşılar orucu bozmaz” açıklamasını yaptı.
The post Türkiye’de ve İngiltere’de Aşı Orucu Bozmaz Fetvası appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Korona Virüsü Türkiye Tablosu: 670 Hasta 9 Ölü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Sağlık Bakanı Fahrettin Kocanın Twitter’daki son açıklamasına göre, toplam hasta sayısı 311 artarıp 670’e ulaşırken, ölü sayısı da 9’a çıktı.
The post Korona Virüsü Türkiye Tablosu: 670 Hasta 9 Ölü appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Rusya’dan TC’ye Domates İhracatı Bileti appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Rus tarım ürünleri denetim ajansı Rosselhoznadzor, domates ihracatı için izin verdi. Rusya T.C ile sınırlı bir şekilde ihracat yapıyor. BUnun nedeni Rus uçağının düşürülmesine karşı bir misilleme. Yasaktan önce TC’nin Rusya’ya gerçekleştirdiği domates ihracatıysa 360 bin ton civarındaydı.
The post Rusya’dan TC’ye Domates İhracatı Bileti appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İşyerinde Değil de Evde Çalışmak İster Miydiniz? appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yüzde 48 ile evden çalışmak isteyenlerin oranının en düşük olduğu ülke Hollanda. Ardından yüzde 51 ile Norveç, yüzde 52 ile de Almanya ve Danimarka izliyor.
Ama olağan durumlara baktığımızda Türkiye’nin yüzde 83’ü yıllardır sürdürdüğü çalışma şekline devam ediyor; çalışan, iş saatleri içinde ofiste bulunuyor.
The post İşyerinde Değil de Evde Çalışmak İster Miydiniz? appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İrade-i Külliye İrade-i Milliye’ye Karşı – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
“…Bu yıl sonuna kadar teşkilatlarımızı yeniden gözden geçireceğiz. Çünkü ortada bir metal yorgunluğu var. Bunu aşmamız lazım….”
İktidarda 15. yılını dolduran AKP’nin, bugünlerde yaşadığı iç krizin işaret fişeği, Erdoğan’a ait bu sözlerdi. 16 Nisan Referandumu öncesi “evet” oyu verilmesi yönünde yapılan “Türkiye’yi şaha kaldıracağız” propagandasıyla tezat oluşturarak, metal yorgunluğu var ifadesiyle “arıza veren” iktidar partisi şu günlerde belediye başkanlarının istifası görünümündeki görevden almalarla gündemde.
Son olarak istifası beklenen belediye başkanlarının AKP’ye yaşattığı “sancı” sırasına göre İstanbul, Düzce, Niğde, Bursa, Ankara ve Balıkesir’de bu süreçler gerçekleşti. Geçtiğimiz günlerde Balıkesir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur’un “Bir irade-i külliye var kainatta her şeyi kontrol altında tutan, en son o ne derse o olur” şeklindeki kinayeli sözleri, muhafazakar bir parti olarak AKP’de “kainatta her şeyi kontrol altında tutmaya muktedir” olan iradenin yeni adresini Külliye (Erdoğan) olarak işaret ettiği ve bu durumu eleştirdiği şeklinde yorumlandı.
Parti içinde sonsuz biat etmiş görünen herkesi, hatta partinin kendisini bile -Erdoğan’ın şahsında gelişmiş olan- bu kişiselleşmiş iktidarın bekası için hedef alabilme ihtimali, hiç kimsenin bu iktidar mekanizması karşısında “güvende” olmadığının göstergesi.
Melih Gökçek, istifa edeceği söylentileri gündeme geldiği dönemde Erdoğan hakkında “ümmetin lideri” ibareli sözlerine rağmen; siyasi geçmişinde AKP’ye katılmada gösterdiği tereddütü, Ankara’da 23 yıldır kurduğu “dükalık”ı ve Erdoğan iktidarına tehditler yaratabileceği göz önüne alındığında gidişini engelleyemedi. Benzer şekilde, AKP içinde “Kadir Abi” şeklindeki “özgül ağırlığı”, hatta Gökçek’in tersine, hırçın olmayan mizacı nedeniyle “Reis’e” bayrak açma potansiyeli taşımamasına karşın Kadir Topbaş da aynı kaderi paylaştı. Bu iki büyük şehrin belediyesinin -AKP’nin hizmet kriterlerine göre- başarılı başkanlarının görevden el çektirilmesindeki amaçlardan birinin, giderek kutsiyet atfedilen bu kişiselleşmiş iktidarı, çevresinde ona antipati oluşturabilecek figürlerden uzak tutmak olduğu söylenebilir. Melih Gökçek’in çoğu zaman AKP içinde bile tepki toplayan açıklamaları ve icraatları ve Kadir Topbaş’ın damadının Gülen Cemaati ile ifşa olan ilişkileri ve tutukluluğu gibi kötü görüntüler oluşturuyordu. Aynı zamanda 2019’daki seçimler de düşünüldüğünde, gerçekleşen istifalar bu “anıtsal kutsiyetin” (yani Erdoğan’ın) etrafında yapılması zorunlu otları ayıklama işlemiydi, “peyzaj düzenlemeleriydi.” Bu istifalarda elbette 16 Nisan’da bu kentlerde “hayır” oylarının önde çıkması ise bir başka etken.
Bugün gelinen noktada Erdoğan’ın yaptığı tüm bu hamleler aslında onun ve AKP’nin demokrasi anlayışını somutlaştırdığı, “milli irade” şeklinde slogan haline getirdiği seçim sandığını ve “seçilmişleri” anlamsızlaştırıyor. Özellikle geçmişte muhalefetin her sokağa çıktığı dönemde “milli iradeyi” (yani İrade-i Milliye’yi), sandığı işaret eden bu anlayışın şimdilerde siyaseten kendisini boşa düşüren bu hamleleri karşısında toplumsal muhalefetin nasıl bir söylem ve refleks geliştireceği merak konusu. Seçimle gelenin seçimle değil “İrade-i Külliye (Külliye’deki başkanın, Erdoğan’ın iradesi) ile gideceği anlayışına karşı, “İrade-i Milliye”yi savunan (yani önlerine konan her seçim sandığını umut olarak gören) toplumsal kesimin tepkisi, iktidarın “biyolojik ritmini” ve akıbetini belirleyecektir.
Emrah Tekin
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 41. sayısında yayınlanmıştır.
The post İrade-i Külliye İrade-i Milliye’ye Karşı – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Almanya Dışişleri’nden TC’ye: “Çok Sabır Gösterdik” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, iki devlet arasında sürmekte olan gerilimle ilgili, “Türkiye’ye çok sabır gösterdik ki bazen bunu yapmak hiç kolay olmadı” dedi. Gabriel açıklamasında ayrıca, “Hukuki güvencenin olmadığı bir ülkede hiç kimseye yatırım yapması tavsiyesi veremeyiz. Seyahat uyarılarını güncellemekten başka çaremiz yok.” ifadelerini kullandı.
The post Almanya Dışişleri’nden TC’ye: “Çok Sabır Gösterdik” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post IŞİD’den Kaçan Yabancı Cihatçılar Türkiye’ye Teslim Oluyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İngiltere’den yayın yapan The Guardian gazetesi ”Halifelik’ çökerken IŞİD’in yabancı savaşçıları topluca göç ediyor’ başlıklı özel haberinde IŞİD mensubu çok sayıda yabancı cihatçının, örgütü terk ederek Türkiye’ye girmeye çalıştığını yazdı.Gazete haberinde, çoğunlukla İngiltere ve ABD pasaportuna sahip bu cihatçıların bu ülkelerde ağır cezalarla aradıklarına ve bu yüzden bu devletlere teslim olmaktan kaçındıklarına değiniyor.
“IŞİD’in Suriye ve Irak’ta tutunma kapasitesi çökerken çok sayıda yabancı cihatçı geçtiğimiz haftalarda örgütten kaçtı, bunların çoğu sınırı geçmek isterken yakalandı. Ancak sayısı bilinmeyen bazıları yakalanmamayı başararak Türkiye’ye girdi” diye yazan gazetenin haberinde Türkiye’ye teslim olanlar arasında iki İngiltere ve 1 ABD pasaportlu kişinin de olduğu belirtildi. Söz konusu kişilerin Kilis’te teslim olduğu öğrenildi. Bu kişilerden Bangladeş asıllı Aristidou’nun IŞİD kontrolündeki Rakka ve El-Bab’da yaşadığını söyledi.
Gazetenin ilettiği verilere göre 2014-201 sonu arası yaklaşık 30.000 yabancı cihatçı genellikle Türkiye güzergahını kullanarak IŞİD’e katıldı. Gazete bunlardan en az 250’sinin yüne bu güzergah üzerinden Avrupa’ya geçerek izini kaybettirdiğini belirtti.
The post IŞİD’den Kaçan Yabancı Cihatçılar Türkiye’ye Teslim Oluyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Suriye Savaşı’nın 7. Yılı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yaşadığımız coğrafya da dahil olmak üzere geniş coğrafyaları etkisi altına alan Suriye Savaşı 7.yılına girdi. Suriye’de halen süren savaşın hazırlayıcı süreci, 2010 sonlarında Tunus’ta başlayan ve “Arap Baharı” olarak adlandırılan eylemlerdi. Eylemler 2011 başlarında önce Mısır’a yayılmış, 30 yıllık Hüsnü Mübarek iktidarı devrilmişti. Ortadoğu’nun ve Arap coğrafyasının önemli bir kısmını etkisi altına alan gösteriler 15 Mart 2011’de kalabalık eylemler şeklinde Suriye’de de kendisini göstermeye başladı.
Suriye’de ilk protestolar ocak ayı sonlarında başlasa da bunlar basında fazla yer bulmadı. Oysa bu ilk protestolardan birinde 26 Ocak’ta Hasan Ali Akleh adlı kişi tıpkı Tunus’ta Muhammed Bouazizi’nin yaptığı gibi kendini yakmış ve yaşamını yitirmişti. Şubat ayı boyunca 15-20 kişilik katılımlarla süren eylemlere sosyal medya üzerinden yapılan çağrılarda da katılım bu sayıları aşmadı.
Mart ayına gelindiğinde, ülkede beklenen ayaklanma Suriye Devleti’nce kimlikleri tanınmayan Kürt bölgelerinde ya da yine Suriye Devleti’nin katliamlar yaptığı Sünnilerin yaşadığı yerlerde değil, Ürdün sınırına yakın Dera’da başladı. 6 Mart’ta duvarlara “Halk Rejim’in Yıkılmasını İstiyor” yazan, yaşları 9-14 arası değişen 13 çocuk gözaltına alındı. Önceleri, gözaltına alınan bu çocuklarla ilgili olarak 15 Mart’ta başlayan “reform talepli” eylemler günümüze, devletlerin ve onlar tarafından üretilmiş terörizminin dahil olduğu bölgesel bir savaşa evrilirken, kronolojik olarak şu tarihsel kesitleri içeriyor:
18 Temmuz 2012 Şam’da Güvenlik Toplantısına Saldırı
Şam’ın merkezindeki, Ulusal Güvenlik Toplantısı’nın olduğu binada gerçekleşen bombalı saldırıyı ÖSO üstlendi. Başkanlık Sarayı’na 150 metre mesafedeki binaya, toplantı sırasında yapılan saldırıda Suriye Savunma Bakanı Davud Raciha ve yardımcısı, İçişleri Bakanı Muhammed İbrahim El-Şeher ve yardımcısıyla Rejim’in istihbarat birimi El-Muhaberat’ın üst düzey sorumluları öldü. İntihar eylemcisinin içeriden ÖSO adına çalışan bir bakan koruması olduğu, Beşar Esad’ın saldırı sırasında binada olduğu açıklandı.
Şam saldırısı, TC-Katar-Suud ittifakının Suriye’de yürüttüğü vekalet savaşını yükseltmesine neden oldu. Bu olay sonrası Suriye’deki savaşta bu ittifakın desteklediği cihatçı çetelerin yürüttüğü savaş Suriye sınırlarını da aşan, farklı devletlerin de müdahil bölgesel bir savaş ve terörizme evrildi.
19 Temmuz 2012 Rojava Devrimi
Rojava’da 2012 başlarından itibaren kurulan Halk Meclisleri fiilen yönetimi sürdürüyordu. 19 Temmuz 2012’de Kobanê Halk Meclisi bu modelin tüm Rojava’ya yayılacağının ilk işaretini verdi. Diğer taraftan ise tam bir yıl önce kurulan öz savunma örgütlenmesi YPG Rojava’da yaşayan halkların, süren çatışmalardan etkilenmemesini sağlamaya çalışıyordu.
2013 Ağustos Doğu Guta Katliamı
21 Ağustos 2013’te Şam’ın Doğu Guta bölgesinde sivillere yönelik, sarin gazıyla yapılan kimyasal saldırıda 1000’i aşkın sivil yaşamını yitirdi. Saldırının yapıldığı bölgenin muhaliflerin kontrolünde olması, gözleri Esad Rejimi’ne çevirdi. Ancak bu iddia kanıtlanamadı. Katliam sonrası TC ve Suudi Arabistan, katliamı gerekçe göstererek ABD’ye müdahale çağrısı yaptı. Ancak Rusya’nın, Suriye’nin kimyasal silah envanterini açacağını garanti etmesi üzerine ABD geri adım attı. Katliamdan 8 ay sonra gazeteci Seymour Hersh sarin gazi saldırısında TC’nin rolü üzerine, laboratuar bulgularının olduğu bir makale yayınladı.
Doğu Guta Katliamı ABD’nin Suriye’de rejim değişikliği politikasından da vazgeçtiğinin ilk işareti oldu.
15 Ocak 2014 Rakka’nın IŞİD’in Eline Geçmesi
Yaklaşık 2 hafta süren çatışmalar sonrası Nusra ve ÖSO’dan, Suriye’nin 6. büyük kenti Rakka IŞİD’in eline geçti. Bu tarihten itibaren savaşta adını en çok duyacağımız cihatçı çete, Rakka’yı, ileride gerçekleştireceği katliamlar için askeri ve lojistik üs haline getirdi. Rakka ile birlikte ilk kez bir kent cihatçıların eline geçerken, aynı yılın Haziran ayında IŞİD bu kez Irak’ta Musul’u işgal etti. 2014 Ağustos’unda ise ABD öncülüğünde 18 devlet tarafından IŞİD Karşıtı Koalisyon oluşturuldu.
Eylül-Ekim 2014: Kobanê Kuşatması ve Direnişi
Kobanê Kantonu’na yönelik Ağustos’ta başlayan IŞİD saldırıları Eylül’de kuşatmaya dönüştü. Rakka ve TC sınırındaki Cerablus üzerinden saldırılarını yoğunlaştıran IŞİD, Ekim başında Kobané’nin, merkezi hariç önemli kısmını işgal etmişti. IŞİD saldırılarına karşı Bakur Kürdistan’ın ve TC metropollerinin bazılarında gerçekleşen dayanışma eylemlerinde 50’den fazla insan kolluk güçlerince katledildi. Bu katliam ve direniş, Suriye Savaşı’ndaki bazı dinamiklerin farklı coğrafyalara etkisiydi. Bu etkiler, ileriki süreçte yine IŞİD terörü üzerinden Suruç ve 10 Ekim Ankara katliamlarıyla kendini gösterecekti. Devletlerin üretilmiş şiddeti IŞİD ve ona karşı direnen Rojava öz savunma güçlerinin direnişi, Suriye Savaşı’nın farklı dinamikleri içerdiğinin kanıtı oldu. Kobanê’deki IŞİD kuşatması, YPG/YPJ güçlerince 25 Ocak 2015’te tamamen kırıldı.
20 Mayıs 2015 Antik Kent Palmira IŞİD’in Eline Geçti
Suriye’deki 2000 yıllık antik kent Palmira IŞİD’in eline geçti. Savaşın ilerleyen süreçlerinde Rejim ile IŞİD arasında iki kez daha el değiştiren Palmira’yla, ilk kez bir bölge, direkt Rejim’den IŞİD’in eline geçti. Palmira’da, daha önce Musul’da yaptığı gibi tarihi eserleri yıkan IŞİD, 2014 Haziran’ında değiştirdiği ismiyle “İslam Devleti” adına uygun davranarak artık bir devlet olduğunun izlenimlerini veriyordu.
Halep’te Büyük Kaybeden:TC
Aralık ayı boyunca Halep’e yönelik saldırılarını yoğunlaştıran İran-Rejim-Rusya ittifakı ayın sonunda kenti cihatçılardan tamamen aldı. Halep’te yaşanan bu sonuç,Rejim tarafından bir zafer olduğu kadar, Suriye Savaşı’ndaki politikaları resmen çöken TC açısından da hezimetti.Bu hezimetin en somut göstergesi ise savaş boyunca sınırlarını da kullanarak kente cihatçıları yerleştiren TC’nin, Rusya ile olan “rehine politikası” nedeniyle, bizzat kendi eliyle bu çeteleri Halep’ten çıkarmasıydı.
30 Eylül 2015 Rusya, Suriye Savaşına Dahil Oldu
Rusya’nın deniz ve kara üsleriyle savaşa dahil olması savaşı, Fetih Ordusu saldırıları karşısında zor durumda kalan Rejim lehine değiştirdi. Bu süreçten sonra savaşta dengeler, Rusya, Suriye ve bu ittifaka Halep’teki savaşla daha belirgin dahil olan İran’a döndü.
19 Aralık 2016: Düşen Bir Uçaktan Fazlası
1950’den bu yana, Soğuk Savaş dahil ilke kez bir NATO devletinin düşürdüğü uçak olayı TC’nin, bu süreçten itibaren önce Rusya ile gerilim, ilerleyen süreçte gelen özür ve 2016 Aralık’ında öldürülen Rus elçisiyle, Suriye politikasının Rusya’ya rehin olması sonucunu doğurdu. TC, ilerleyen süreçte başlatılan ve bitirilen Fırat Kalkanı dahil Suriye’de Rusya’ya icazetli bir politika izlemek zorunda kaldı.
ABD ve Rusya’nın Düşürdüğü Kalkan:Fırat
Osmanlı’nın 500 yıl önceki Suriye işgaline atfen başlatılan Fırat Kalkanı, 29 Mart 2017’de bitirilmek zorunda kaldı. Fırat Kalkanı’nın, ABD’nin de bir safhasına destek verip, sonra desteğini çekmesi ve 9 Ağustos’ta yapılan Putin-Erdoğan zirvesi sonrası başlatılması işgale Rusya’dan ve ABD’den verilen şartlı izne dair somut göstergelerdi. IŞİD’e karşı askeri, YPG’ye karşı siyasi hedefleri olan Fırat Kalkanı, IŞİD’e karşı amaçlanan (TC sınırından uzaklaştırılması) hedefine ulaşması ve El-Bab sonrası IŞİD ile cephenin kalmaması sonucu bitirildi.
Bu Yazı Meydan Gazetesi’nin 38. sayısında yayınlanmıştır.
The post Suriye Savaşı’nın 7. Yılı appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ”Savaş Bölgelerinin Mekansal Dönüşümü ; ASKERi iŞGAL” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yeni baştan inşa et ya da yık; bir mekanı dönüştürmek, çoğu zaman politik bir eylem niteliği de taşır. Bir mekan herhangi bir şekilde dönüştürüldüğü anda, o mekanda ortaya çıkacak ilişkiler de dönüştürülür. Bazen mekansal dönüşüm, söz konusu mekandaki ilişkileri şekillendirmek için gerçekleştirilir.
Bir mekanın dönüşümü kimi zaman ekonomik, sosyal, politik, kültürel; kimi zamansa askeri amaçlar doğrultusunda kurgulanır. “Tehdit” her zaman sınırın ötesinden ya da dağlardan değil, hakimiyet için baskıladığın topraklardan gelir. Böyle olduğunda çözüm, yalnızca “savaşmak”ta değil; baskıladığın o toprakları yıkmakta, dönüştürmekte ya da işgal etmektedir.
Askeri İşgal Örneği Olarak Varosia, Bağdat ve Filistin
İkinci Kıbrıs Harekatı’nın ardından Mağusa’nın Varosia ilçesi işgal edilmiş, yerleşime ve iskana kapatılmış, ordu eliyle “insansız bölgeye” dönüştürülmüştü. Savaş sonrasında Girne’nin batısından doğusuna uzanan sahil şeridindeki çoğu arazi, ordu tarafından işgal edilmiş; işgale karşı taşınmazını talep eden bölge halkı ise “kamulaştırma” ile tehdit edilmişti.
Artık şiddetin başkenti olan Bağdat, savaşın, uluslararası müdahalenin ve onlarca yıl süren ambargonun ardından kimliksizleştirilmiş; şehri üs edinen askerlerle, gökyüzünde aralıksız dolaşan askeri helikopterlerle, kentin ortasında yükselen gözlem zepliniyle işgal edilmişti.
İsrail’in işgali altındaki Filistin toprakları da, bitmeyen savaşın ardından bir garnizona dönüşmüştü. Kontrol noktaları, sınır ötesi İsrail yerleşimleri ve Gazze’nin etrafını kuşatan duvar, tel örgüler, kontrol kameraları, ısı sensörleri, askeri araçlar için geçiş yolları…
Filistin’de olağanüstü halin cisimleşmiş sembolü olan kimlik kontrol noktaları, akrep ya da panzer gibi savaş araçlarının varlığı ve onların yarattığı “sürekli savaş” psikolojisi, Filistinlileri bir savaş çıkmazına mahkum ediyor. Gazze Şeridi’nin doğusundaki sınır bölgesine kurulan “taşınabilir gözetleme kuleleri” ve söz konusu kulelerden İsrail askerleri tarafından Filistinlilere açılan ateşler, kalekollardan Kürt halkına açılan ateşe oldukça benziyor.
Filistin topraklarına yerleştirilen Yahudi yerleşimcilerse, bu savaşın başka bir boyutu. İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında 1967’den beri sürdürdüğü yerleşim politikası, sürekli olarak artış gösteriyor. 2015’in verilerine göre, Tel Aviv yönetiminin -yarısından fazlası Batı Şeria’da olmak üzere- Doğu Kudüs’te, Golan Tepeleri’nde, Gazze Şeridi’nde 600 bine yakın yerleşimcisi bulunuyor. Yerleşimciler, Filistin halkına yönelik savaşta, savaşı gündelik yaşama ve tüm Filistin’e yaymakta son derece etkili oluyor.
İsrail’in yerleşim politikası dışında sürdürdüğü “ev yıkım politikası” da, Filistin toprakları üzerindeki militarizasyonu sürekli olarak artırıyor. Ev yıkımları, Filistin halkını yerinden etme ya da İsrail devletinin “mekanı istediğince dönüştürme” politikasının en somut hallerinden biri oluyor.
Tüm bu örneklerin yanında, iktidarların kendi çıkarları uğruna önce savaştığı, sonra da “dönüştürdüğü” bu mekanları görebilmek için çok da uzağa gitmeye gerek yok.
Yık ya da İşgal Et: Devletin “Kürdistan Dönüşümü”
2008 yılında hükümet ve TOKİ arasında yapılan anlaşmayla birlikte inşasına başlanan kalekollar, birçok kez tartışma konusu oldu. “Barış süreci” henüz sürerken gündeme gelen bu yüksek güvenlikli karakollar, aslında yaklaşmakta olan savaşın ayak sesleri gibiydi. Gözetleme kulesi, mevzisi, cephaneliği bulunan kalekollar; inşa edildikleri her yerde bölge halkının yaşam alanına yönelik fiili bir saldırıyı da beraberinde getirdi.
Amed Licê’ye bağlı Hezan Köyü’ne yapılmak istenen kalekol inşaatına karşı, bölge halkının “Savaş Değil Barış İstiyoruz” pankartıyla, Haziran 2013’te gerçekleştirdiği eyleme askerin ateş açması sonucu 18 yaşındaki Medeni Yıldırım yaşamını yitirmiş; kalekolun beraberinde getirdiği “tehdit” doğrudan bir saldırıya dönüşmüştü. 2014 yılında Dersim dağlarına ve tepelerine inşa edilmeye başlanan sayısız karakol ve kalekol inşaatının yanı sıra kent merkezine inşa edilen helikopter pistiyle, Dersim de adeta askeri bir işgal altına alınmıştı.
Geçtiğimiz yazdan bu yana süren savaşla birlikte ise, şehirlerin askeri işgal bölgelerine dönüştürülmesine dair örnekler artıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı Diyarbakır Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, yakın zamanda, Amed’de bulunan ve birinci derece arkeolojik sit alanı olan Dakyanus Antik Kenti’ne karakol inşasına onay verdi. Kentin su kaynaklarının da üzerinde bulunan Amed Tahir Elçi Kent Ormanı’nın 290 hektarlık alanı, “atış alanı, mühimmat deposu ve lojman” yapılmak üzere Jandarma Komutanlığı’na devredildi. Bölge halkı, Tahir Elçi Kent Ormanı’nın devriyle birlikte devletin, Amed çevresindeki stratejik bir tepeyi işgal ederek şehirdeki askeri işgali daha da derinleştirdiğine dikkat çekti.
Özyönetim ilanlarını bahane ederek sokağa çıkma yasakları ilan eden devlet, Kürdistan’ın farklı yerlerindeki çeşitli ilçelerde bulunan okullara korucular yerleştirdi. Bu korucuların İçişleri Bakanlığı tarafından görevlendirildiği ise, bakanlığın “gizli” bir genelgesi ile ortaya çıktı. Sûr’da bulunan 1 No’lu Aile Sağlık Merkezi karakola dönüştürüldü, binasına askerler ve özel harekat polisleri konumlandırıldı; aynı durum Bağlar için de gündeme geldi. Farqin’da bulunan Tarihi Azizoğlu Konağı karakola dönüştürüldü. Şemzinan’de bulunan 34. Hudut Jandarma Tugayı Komutanlığı yakınında inşa edilen ve bitme aşamasında olan TOKİ konutlarının askere tesis edileceği belirtildi; İlçe Emniyet Müdürlüğü yakınında bulunan Şemdinli Orman İşletme Şefliği’ne ise özel harekat timlerinin yerleştirilmesi için emniyet tarafından el konulacağı belirtildi.
Kürdistan’da artan işgale ilişkin yakın zamanda açıklanan bir veri ise, bölgedeki militarizasyonun boyutlarını açıkça gösterdi. Geçtiğimiz Nisan ayında Resmi Gazete’de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararıyla “Amed, Şîrnex, Colemerg ve Mêrdîn’in farklı ilçe ve mahallelerinde, toplam 115.510 metrekarelik alanın, karakol ve kalekol inşaatları için acele kamulaştırılacağı” açıklandı.
İşgale Karşı Direnmek
Her bir militer yapılanma, bulunduğu ya da “bulunmak istediği” mekanı, kendi amacı doğrultusunda dönüştürür. Herhangi bir ordu ya da onun bağlı bulunduğu devlet içinse, özellikle savaşlarda, önemli olan tek şey savaşın yürütüldüğü bölge değildir. Savaş süresince bölgede kurulacak, yıkılacak ya da başka bir forma dönüştürülecek yapıların varlığı da savaş stratejilerinin bir parçası olur çoğu zaman.
İktidarlar, sürdürdükleri savaşlar boyunca, gerçeği yıkmak ve ortaya “yeni bir gerçek” çıkarmak için mekana yönelik saldırıları kullanır. Var olan ve aslında yok etmek istediği kültürü yıkıp yerine “egemen kültürü” inşa etmek için, zor ve şiddet mekanizmasıyla -yani ordusuyla- bu mekansal saldırıları gerçekleştirir.
Savaş kapısının önüne gelip, evinin içine girenlerse; bir yandan savaşın yıkıcılığına karşı direnirken bir yandan da mekanın yıkımına karşı direnmek zorunda kalır. Yıkılan şehir surlarına, bombalanan köprülere, karakola çevrilen okullara, kalekola çevrilen sağlık binalarına, yakılıp yıkılan bir bütün şehre; kimliksizleştirmeye, yok etme politikalarına ve “mekansal tüm dönüşümlere” direnir. Kendi gerçekliğini yaratmak üzere…
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayımlanmıştır.
The post ”Savaş Bölgelerinin Mekansal Dönüşümü ; ASKERi iŞGAL” appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Devletlerin Pazarlığı Göçmen Anlaşması” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Geçtiğimiz günlerde, Dikili’de gerçekleştirilen bir “eylem” haberi düştü ajanslara. Habere göre Dikili’de yaşayan bir grup insan, ilçede yapılması düşünülen göçmen kampı için “Dikilimiz cennet gibi, buraya kıymayın” diyerek bir basın açıklaması gerçekleştirmişti. Türk bayraklarının taşındığı açıklamada yapılan konuşmalarda söz alanlardan biri de Dikili Belediyespor başkanı Ahmet Öcal’dı. Öcal konuşmasında, göçmenlerin spor salonunu kullanmasından yakınarak “Spor salonu kullanılamaz hale geldi. Salonun camlarını ve kapılarını kırdılar, formalarımızı yaktılar, toplarımızı patlattılar” diyordu.
Bu “eylemden” birkaç gün önce ise başka bir haber geldi aynı coğrafyanın hemen yakınından. Dikili’nin karşısında bulunan Yunan adası Midilli’de Türkiye’ye gönderilmek üzere bekletilen Mustafa adlı bir Suriyeli, “Bir cehennemden kaçtık, diğerine gitmek istemiyoruz, eğer bizi oraya gönderirlerse, kendimi ve çocuklarımı denize atarım” diyordu. Savaştan kaçan Suriyeli Mustafa can, Dikilili “beyaz” Ahmet, top ve forma derdindeydi…
TC devleti ile AB arasında yapılan göçmen anlaşması uyarınca, Avrupa’ya geçmek üzere Yunan adalarına ulaşan Suriye ağırlıklı göçmenlerin Türkiye’ye gönderilmeye başlanacağı 4 Nisan tarihinden birkaç gün önce ajanslara düşmeye başlayan bu haberlerin muhtemelen devamı da gelecek gibi görünüyor. Geçtiğimiz yıl sonlarında başlayan ve TC devletinin başbakanına göre “Kayserili pazarlığı”, dünyadaki ve coğrafyamızdaki muhalif kamuoyuna göre ise “kirli pazarlık” olarak adlandırılan görüşmeler, geçtiğimiz Mart ayı ortalarında sonuçlandı. Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Af Örgütü gibi, özünde devletlerin savaş politikalarını aklamakla yükümlü kurumların bile tepkisini çekmesi nedeniyle, söz konusu anlaşma, “kirli” tanımını sonuna dek hak ediyor.
Şantaj Malzemesi Olarak Göçmenler
Anlaşmanın bir tarafındaki TC devleti, yaşamları pahasına topraklarına sığınan insanları bir şantaj malzemesi olarak kullanıyor. Bunu yaparken de bir yandan bu durumu iç politikada propaganda olarak kullanmaktan çekinmiyor: Suriye rejiminin zulmüne uğramış insanlara kucak açan “müşfik” TC devleti. Devlet politikaları paralelinde yayın yapan ana akım medyada servis edilen haberler de hep bu minvalde.
Diğer yanda ise AB devletleri, göçmenlerin sınırlarından içeri girmemesi pahasına, para başta olmak üzere, TC devletinin Kürt halkına yönelik katliamları ve coğrafyadaki diğer ezilenlere yönelik artan baskısına karşı “başını öte tarafa çevirmek” şeklinde özetlenebilecek bir dizi taviz vermeye hazırlanıyor.
Güvenli Bölge Ne Kadar Güvenli?
Anlaşmayı “yasadışı” ve “gayri insani” olarak niteleyen küresel bazdaki insan hakları kurumları ise TC coğrafyasında devletin Kürtler üzerinde yürüttüğü savaşa gönderme yaparak, göçmenlerin yerleştirilmeleri gereken bölgelerin güvenliğine dikkat çekiyor. Bu kurumlara göre, TC güvenli bir üçüncü ülke değil. Tam da bu sebeple, yaklaşık iki yıldır, savaşın sürdüğü Suriye’de güvenli-tampon bölge ilan ettirmeye çalışan TC devletinin toprakları, anlaşma sonrası Avrupa’nın göndereceği göçmenlerle, fiilen güvenli olmayan-tampon bölge durumuna gelecek.
AB devletlerinin, anlaşma kriterlerinden biri olarak sunulan TC vatandaşlarına vize serbestisi için yerine getirilmesini şart koştuğu 72 maddenin hayata geçirilebilmesi, anlaşmanın önemli parametrelerinden biri. Ancak bu maddelerin uygulamaya geçmesi, devletin muhalifler üzerinde artan baskısını azaltmasıyla ters orantılı bir ilişki içinde. Örneğin böylesi bir durumda “terör” tanımının içeriğinin değişmesiyle birçok davanın düşmesi söz konusu olabilir. Benzer şekilde yolsuzlukla mücadele için de devlet kurumları üzerinde “şeffaf ve bağımsız” denetleme mekanizmalarının oluşturulması, bu 72 kriter arasında yer alıyor. TC devleti tarafından iç politikada seçim malzemesi olarak kullanılması amaçlanan “vize serbestisi” yalanı, aslında bu iki örnekle bile deşifre oluyor.
İnsanların yaşamlarını hiçe sayan ve göçmenlerin kendilerini bekleyen bir bilinmeze sürüklenmesi dışında hayata geçme şansı bulunmayan bu anlaşma, tarihe, devletlerin kirli politikalarının çağımızdaki bir örneği olarak geçmeye hazırlanıyor. Bizler de, TC ve AB özelinde devletlerin, “söz konusu çıkarlar olunca insan yaşamı teferruattır” pratiğine bir kez daha şahit oluyoruz.
Yine geçtiğimiz günlerde bir göçmen haberi daha vardı ajanslarda. Üç çocuk babası 36 yaşındaki Suriyeli Amir Hattab, İstanbul-Bağcılar’da rögar kapağını açıp kanalizasyona atlayarak yaşamına son vermişti. Dikili’deki “duyarlılık”, ilçelerinin göçmenler nedeniyle “kirleneceğinin” derdine yanadursun, Amir’in bu sarsıcı intihar biçimi devletlerin savaş politikaları ve kirli ittifaklarının nasıl bir coğrafya yarattığını seriyor gözler önüne.
Emrah Tekin
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 33. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Devletlerin Pazarlığı Göçmen Anlaşması” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Türkiye ve İsrail Dostlukta Gaza Geldi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>TC Devleti’nin İsrail ile olan ilişkileri, 2009 Davos toplantılarındaki “one minute” çıkışı ve sonrasında 2010 Mavi Marmara saldırısı ile “bozulmuştu”. Son süreçte Suriye’de yaşanan savaşta değişen dengeler, İran’ın Batı Bloku’na dahil olma sinyalleri vermesi gibi etkenler çerçevesinde, “bozuk” olan bu ilişki, tekrar normalleşme belirtileri göstermeye başladı.
Geçtiğimiz Aralık ayı içinde bir araya gelen iki devletin temsilcileri, karşılıklı bir dizi taviz kararı aldılar. Bu kararlara göre TC, sınırları içinde Hamas örgütüne ve yöneticilerine bazı engellemeler getirirken; Mavi Marmara saldırısında yaşamını yitirenlerin ailelerine İsrail devletince yardım fonu oluşturulacak, ayrıca saldırıya katılan askerler hakkında TC’nin açtığı davalar düşürülecekti. İki devlet arasında mutabakata varılan diğer bir konu -ancak belki de önemine tezat olarak gözden kaçan konu- ise enerji meselesindeydi. Buna göre, İsrail çıkardığı doğalgazı TC’ye satacak, oluşturulacak bir boru hattı ile de doğalgaz Avrupa’ya transfer edilecekti. İsrail ve TC devletlerinin son gelişmeler üzerine girdiği yalnızlaşma süreci göz önüne getirildiğinde ise İsraillilerin “Bu doğalgaza müşteri lazım ve TC şu anda en ideal müşteri konumunda” yorumu, iki devlet arasındaki normalleşmenin parametrelerinden birini ortaya koyuyor.
Aslında görünürde “bozuk” olan iki devlet ilişkileri, özellikle ticaret ve askeri faaliyetler bazında oldukça normal akışındaydı. Öte yandan da TC’nin iç politikadaki “Filistinsever tavrıyla” çelişen, Filistinlilere vize uygulaması yürürlükteydi. Ancak devletin “Filistin davasına hamilik” olarak sunulan ikiyüzlülüğüne karşın özellikle iç politikada Erdoğan, Filistin davasının kahramanı olarak görülür oldu. Coğrafyamızdaki muhafazakar kesimde “ümmet davasının” taşıyıcı olmanın iddiasının bile geçer akçe olduğunu bilen devlet, bu durumu 2013’te yaşanan Mısır darbesi sonrası ikinci bir fırsata çevirmeyi ihmal etmedi. Mısır’da, darbeciler tarafından katledilerek sembolleşen 17 yaşındaki Esma ve bunun yanında “Rabia işaretleri” ustaca sahiplenildi.
Suriye’de süren savaşta gelinen noktada ise Ortadoğu’da oyun kurucu olma iddiaları “stratejik derinliklerde” boğulan TC, yüzünü döndüğü ve Suudi Arabistan ile Katar’ın dahil olduğu Sünni Arap eksende, karşısına aldığı Rusya-İran-Suriye bloğuna karşı özellikle İran karşıtlığı temelinde İsrail’le aynı safta buluştu. Diğer taraftan da Mısır darbesine en büyük desteği veren Suudi Arabistan ile müttefik olma ve bu ittifakın “maddi getirileri” uğruna Rabia işaretleri unutuldu. Mısır ile ilişkileri düzeltmede arabuluculuğunu ise Suudi Arabistan üstlendi. Bu arabuluculuk sonucunda, önümüzdeki Nisan ayında gerçekleşecek İslam İşbirliği Konferansı için dönem başkanı ve bir anlamda ev sahibi olarak “darbeci Sisi”nin İstanbul’a gelmesi dahi söz konusu.
TC bugün, İsrail’in Gazze açıklarında çıkardığı -statüsü tartışmalı- doğal gazı alıp/satarak “Filistin davası” hamiliğinden, işgalci devlet ile doğalgaz gaspı ortaklığına geldi. Böylelikle oy getirisi adına iç politikada oluşturulan bir kahramanlık ve kurtarıcılık “hikayesi” daha sonlanmış oldu. Hikaye sonlanırken de devletin en tepesinden “Bizim İsrail’e ihtiyacımız var, bunu kabul etmemiz lazım” itirafı geldi.
Bu Yazı Meydan Gazetesi’nin 31. sayısında yayımlanmıştır.
The post Türkiye ve İsrail Dostlukta Gaza Geldi appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Göçmenlere Yollar Uzun Yaşamlar Kısa” – Sarp Can Bilgili appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Doğu Akdeniz’den Manş Tüneline Şavaştan Kaçan Göçmenler
Suriye’deki savaş, bölgede yaşayan halkları katlederken, katliamlardan kaçabilenler ise yine bir ölüm-kalım mücadelesine giriyorlar. BM verilerine göre, yaşadığı yerleri zorunlu olarak terk edenlerin 7.6 milyon kadarı Suriye sınırları içinde, 1.6 milyonu TC’de, 1.2 milyonu Lübnan’da, 1 milyonu ise Irak ve Ürdün’de bulunuyor. Yarısından fazlası çocuk yaşta olan göçmenler, mülteci kampları ya da çadır kentler gibi dikenli tellerle çevrili bölgelerde ya da sokaklar ve parklarda kalırken yeteriz gıda, susuzluk ve salgın hastalık riskleriyle karşı karşıyalar. Suriye, Irak, Afganistan ve Libya gibi savaş bölgelerinden gittikçe artan sayıda insan ise Avrupa ülkelerine gitmeye çalışıyor.
Sadece Ağustos ayı içerisinde AB sınırlarını geçen 100 binden fazla göçmen var. 2015’in ilk 7 ayında sınırı geçen göçmenlerin sayısı 340 bine, önceki yılın aynı dönemdeki sayının 3 katına ulaşmış. Göçmenlerin yolculuğu, birbirleri arasında pasaport kontrolleri az olan hatta çeşitli yerlerde kontrol olmayan Schengen ülkeleri sınırlarına varana kadar oldukça zorlu geçiyor. Bazen denizden botlarla, bazen kamyonların içinde aşılan sınırlarda 2015’in başından beri yaşamları yitiren göçmenlerin sayısı ise 2500’ü geçiyor.
Fransa-İngiltere Kıta Avrupasından İngiltere’ye kara yoluyla geçişi sağlayan tek tünel, Manş Denizi’nin altından geçer. Manş tünelinin girişi olan Calais Sınır Kapısı’nın yakınında ise göçmenlerin kendi kampları bulunuyor. Göçmenler gece saatlerinde yollarda bekleyen kamyonların arka dorsesine ya da altına saklanarak, yoğun kontrollere rağmen İngiltere’ye geçiyorlar. Bir gecede yaklaşık 150 kişinin İngiltere’ye geçtiği sınırda yılın başından beri 18 bin göçmen gözaltına alınmış.
Libya-İtalya ve Malta
Birçok göçmen, önce Tunus ve Mısır üzerinden Libya’ya, oradan da deniz yoluyla İtalya ve Malta’ya geçmeye çalışıyor. Göçmenler, insan kaçakçılarının pusulası bozuk, yakıtı yetersiz tekneleriyle Akdeniz’i geçmek zorunda. Her gün yüzlerce göçmenin denize açıldığı bu kıyılardan, batan mülteci botlarının, kıyıya vuran cansız bedenlerin haberleri geliyor.
Güvertede yolculuk etmeye parası yetmeyenler kargo bölümüne kapatılıyor ve tekne battığı durumda bu bölmelerden çıkamadıkları için yaşama şansları kalmıyor. Batan gemilerden kurtulanlar ise Libya sahil güvenliği tarafından denizden alınıp “yasa dışı göçmenlerin” toplama kampına götürülüyor.
Sırbistan-Bosna Hersek-Hırvatistan-Slovenya-Avusturya Göçmenlerin, başka bir Schengen sınır kapısı olan Avusturya’ya geçişleri ise genelde yük kamyonlarının içinde oluyor. Birçok göçmen, kişi başı 1250 avro gibi para karşılığında, yük kamyonlarının içinde balık istifi halinde, havasızlıktan boğulma tehlikesi altında bu sınırdan geçebiliyor. Ağustos ayının son haftasında, 70 göçmen bir tavuk kamyonunun içinde yaşamlarını yitirdi.
Yunanistan-Makedonya-Sırbistan-Macaristan
Makedonya’nın Yunanistan sınır kapısında, gümrük polisi toplu çıkış yapmak isteyen binlerce göçmene biber gazı ve ses bombalarıyla saldırdı. Bu olayın ardından yüzlerce asker sınır kapısına getirildi.
Sırbistan içinden kara ve demir yollarında araçla ya da yaya olarak geçen göçmenler, Macaristan sınırına ulaşmaya çalışıyorlar. Macaristan, Schengen blokuna dahil olduğu için bu sınırı geçmek, göçmenler için hayati önem taşıyor.
Macaristan devleti ise Sırbistan sınırından kaçak giren göçmenleri engellemek için 175 km’lik sınır boyunca “sınır avcılığı” yapacak binlerce polisi sınıra yığmayı ve 4m yüksekliğinde dikenli tel örmeyi planlıyor.
Suriye’den gelen ve BM kamplarında kalmak istemeyen göçmenler öncelikle Türkiye üzerinden deniz yoluyla Yunanistan adalarına, oradan da kuzeye gidiyorlar. Ege Denizi’ni botlarla aşabilmek için kaçakçılara yüklü miktarda para vermek zorunda olan göçmenler, kaptansız botlarda denizle boğuşurken “korsanların” saldırısı ile da karşılaşabiliyor. Ancak bu saldırıların bazılarını, devletle işbirliği içindeki faşistlerin yaptığı konusunda ciddi şüpheler var. Geçen aylarda içinde iskelet maskeli 4 korsan tarafından silahlı saldırıya uğrayan göçmen botu kurşunlanarak batırılmıştı. Batırılan bottaki göçmenlerin paraları alınıp yanlarındaki tüm eşyalar ve pasaportlar denize atıldı. Geçtiğimiz günlerde ise batma tehlikesi geçiren bottaki görgü tanığı, yardıma gelen Yunanistan Sahil Güvenlik gemisinde iskelet maskeli bir adam gördüğünü belirtti. Denizi aşabilen göçmenler Midilli, Sakız ve Kos adalarında önce turistlerin şaşkın bakışlarıyla, sonra da polis saldırıları ve kalabalıktan sıkışmaların yaşandığı mülteci kamplarıyla karşılanıyorlar. Kos Adası’nda kalabalıklaşan göçmenlere karşı devlet dört çevik kuvvet timi gönderdi. Göçmen kağıtlarını vermek üzere adadaki stadyuma getirtilen göçmenler, orada su, yemek ve tuvalet olmadan 20 saat bekletildikten sonra polis saldırısına uğradılar. Polis saldırısında birçok göçmen yaralandı.
Sarp Can Bilgili
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.
The post “Göçmenlere Yollar Uzun Yaşamlar Kısa” – Sarp Can Bilgili appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>