tutsaklık – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sat, 04 Nov 2017 19:32:01 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Açlık Eyleminin 232. Gününde Semih Özakça İle Röportaj https://meydan1.org/2017/11/04/aclik-eyleminin-232-gununde-semih-ozakca-ile-roportaj/ https://meydan1.org/2017/11/04/aclik-eyleminin-232-gununde-semih-ozakca-ile-roportaj/#respond Sat, 04 Nov 2017 19:32:01 +0000 https://test.meydan.org/2017/11/04/aclik-eyleminin-232-gununde-semih-ozakca-ile-roportaj/ Önce işlerinizden atıldınız, işinizi geri istediğiniz için eylem yaptınız. Bu eylemlerde defalarca saldırıya uğrayıp gözaltına alındınız. Devlet bu gözaltılarla yetinmeyince tutuklandınız. Tüm bu yaşadıklarınızı nasıl görüyorsunuz? İşten atılmamız bir sonuç. Baskılar, gözaltılar, işkenceler, tutuklanmamız; hepsi birer sonuç. Hepsinin bir nedeni var. Sonuç varsa neden de vardır. Neden, iktidarın halka saldırısı. Neden bu saldırı oluyor? Bu […]

The post Açlık Eyleminin 232. Gününde Semih Özakça İle Röportaj appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>


Açlık eyleminin 232. gününde Semih Özakça ile direnişi, Nuriye ve Semih hapishanede tutsakken dışarıda yapılan dayanışma eylemlerini, NuSe sürecini, hapishanede yaşadıklarını, devletin ilk günden beri uyguladığı baskıları, zulmü ve kötülüğü konuştuk.

Önce işlerinizden atıldınız, işinizi geri istediğiniz için eylem yaptınız. Bu eylemlerde defalarca saldırıya uğrayıp gözaltına alındınız. Devlet bu gözaltılarla yetinmeyince tutuklandınız. Tüm bu yaşadıklarınızı nasıl görüyorsunuz?

İşten atılmamız bir sonuç. Baskılar, gözaltılar, işkenceler, tutuklanmamız; hepsi birer sonuç. Hepsinin bir nedeni var. Sonuç varsa neden de vardır. Neden, iktidarın halka saldırısı. Neden bu saldırı oluyor? Bu bir çelişkiden kaynaklı, egemenlerle halk arasındaki çelişkiden. Temel nokta o çelişki ve çelişkinin tarihsel bir yönü var. Tarihte birçok aşamadan geçen baskıların ve zorbalıkların her zaman sürdüğü bir sahnede, ancak bunların yöntem ve uygulamaları değişkenlik gösteriyor. Türkiye faşizmle yönetilen bir ülke ve bu gerçek her zaman vardı. Bu gerçeklikle düşündüğümüzde, böyle bir saldırıya maruz kalmamız olağandı. İşin doğası gereği böyle olacaktı. Direnişin karşılığı da daha fazla saldırı oldu.

İnsanların direnişimizi sahiplenmesi, tek başına işten atılma meselesi olarak bakmaması, sadece Nuriye Abla ve benimle yürüyen bir süreç olarak görülmemesi; işte bu gerçeklik. Herkesin sahiplenmesi ve kendi memnuniyetsizliklerinin de ifade ediliş biçimi olarak görmesi, direnişimizin meşruluğunu günden güne arttırdı. İktidarla, baskı ve zorbalıkla, katliamcılıkla mücadele edildiği gerçekliği ve farkındalığıyla süreç sahiplenildi ve böylelikle mücadele kanalı oluştu.

Direniş alanının çok kalabalık olmadığı zamanlarda, bir teyze her gün oradan geçiyor, bizi görüyordu. Arada bir bize dönüp “Yavrum sizi kim duyuyor?” diye sesleniyordu. Sonra destek büyüyüp açlık greviyle sonuçlanınca çok kalabalık olduk. O teyze sevinçle gülerek dedi ki “Başardınız ya, başardınız!” Bu artık bizim eylemimiz olmaktan çıktı.

Biz eylemimizi herkese, tek tek anlattık. Yanımızdan çok geçen giden oldu. Küçük hareketlerle, küçük eylemlerle ördük biz süreci. Eylemin büyüklüğü de o birikimden. O birikimi yaratabilmek içinse kararlı bir irade ortaya koymak gerekiyor. Bedel ödeme cüretinde olmak gerekiyor. Mücadeleye etmeye, direnmeye kararlıysa birisi, zaten o bedel ödenecektir. Bunu göze alması gerekiyor. Bunun anlık bir şey olmadığının, bir basın açıklaması yapıp gitmek olmadığının; tarihsel bir şey olduğunun herkes tarafından bilinmesi gerekiyor. Bu tarihin bize verdiği bir sorumluluksa ve bir direnişe başlamışsak, kazanımla sonuçlanması gerekiyor. En son şunu söylemeliyim: Kazandık biz. Birçok kazanımımız var. Ama neden işimizi de geri almayalım ki? O kadar bedel ödedik…

Dışarıdaki süreci takip edebiliyorduk, neler yaşadığınızı görüyorduk. Ancak içerideki durumunuza dair çoğu zaman bilgi alamadık. İçeride nelere maruz kaldınız?

O andan, tutuklanışımızdan itibaren daha da güçlendim. Çünkü kafamda daha da netleşti bazı şeyler; “Bir baskı var. Bu baskı ne için yapılıyor? Direnişi bitirmek için. Benimki inat değildi. İnadından vazgeçebilir insan. Biz ısrarcıydık. Bunu almamız gerekiyor, alacağız diyorduk. Bu bizim hakkımızdı. Bu ısrar bir düşüncenin, iradenin ürünü olduğu için, en önemlisi bir inancın ürünü olduğu için vazgeçirmeye çalışıyorlar. Bu baskılar varsa ben kazanmaya doğru adımlar atıyorum demektir.” Bu bana güç verdi. İktidarın, egemenlerin direnişe karşı yaptığı bir saldırıydı bütün süreç kısaca.

Mahkemenin tahliye kararını bekliyor muydunuz? Bu kararda ne etkili oldu?

Tahliye olmam herkes için şaşırtıcı oldu. Benim için şaşırtıcı olan kısım, tahliye olmam değildi. Ben tutuklandığımdan beri içeri, dışarı diye ayrım yapmadım. Direniş sürüyordu benim için. Hep bir bağ kurdum. Bu yüzden, tahliye olmamın olumlu veya olumsuz bir etkisi yoktu benim açımdan. Şimdi baktığımızda, tahliye olmamı direnişin bir kazanımı olarak görüyoruz tabi ki. Ancak bizim açlık grevimizin bitmesi için talebimizin gerçekleşmesi lazım. Biz şu an öncelikli olarak “Nuriye Hoca zorla müdahale tehdidi altında, serbest bırakın!” diyeceğiz, ama temel noktamız yine “Emekçilerin işlerini geri verin, KHK’ları iptal edin.” demek olmalı. Biz tutsakken işimizi verselerdi açlık grevi bitmiş olacaktı. Emekçilerin direnişi devam edecek. Dünyanın başka yerlerinde yapılan baskılara karşı da bütün halkların, dünyada emeğiyle geçinen bütün insanların direnişi devam edecek; ta ki zulüm bitene kadar, açlık bitene kadar…

Nuriye ve Semih için süreç nasıl devam edecek?

Kısa vadede ne aşamadayız? Anlıyoruz ki, Nuriye Hoca şu anda benden daha sıkıntılı bir durumda. Bu sebeple bu kadar tedirgin oldular, bir hastaneden kendilerinin daha kolay ulaşabilecekleri başka bir hastaneye götürdüler. Gerçi açlık grevinde kime ne olacağı belli olmaz. Ben de şimdi konuşuyorum ama sonra enerjim düşüyor, yorgun oluyorum. Ruh halim hep aynı, ama fiziksel açıdan değişiklikler oluyor. Sağlığımız sürekli değişken.

“Süreç nasıl ilerliyor”dan önce, “nereye kadar” sorusuna bakalım. Bir karanlık var mı ortada, var. Her türlü bedeli göze aldık dedik mi başlarken, dedik. Söylediğimiz şey neydi? İşimizi istiyoruz, talebimiz çok net, eylemimizin nihai amacı bu. Bu eylemin amacına ulaşabilmesi için mücadele etmeliyiz, Nuriye Hocanın da böyle düşündüğünü biliyorum.

Sonrasında iki tane ihtimal var. Kazandık -bunu bir yere koyalım-. Onun dışında iki ihtimal var. Birinci ihtimal, işimizi geri alırız; ki benim inandığım seçenek bu. Mücadeleye, direnişe inandığım için bana en yakın gelen seçenek.

Tabi işimiz geri verilmediğinde de kazanacağız -bunu da ayrı bir yere koyalım- ama vermediklerinde ne olur? Sakat kalacağız. O sürecin ne getireceğini söylemeyeyim, duygusal açıdan etkilenebilecek insanlar var. Ama biz kararlıyız. Bu direnişle ilgili Tayyip Erdoğan diyordu ki; “İki terörist öğretmen için dünyayı ayağa kaldırıyorlar.” Bu bizim irademiz, ne zaman bitip bitmeyeceğini kararlılığımızla belirleyeceğiz. Ben kazanacağımıza inanıyorum. Hiçbir zaman umutsuz olmamalıyız. Arada küçük yenilgiler ya da kazanımlar olsa da, nihai bir zaferimiz olacak. Haklıyız ve biz kazanacağız.

Sizinle dayanışma gösteren herkese yönelik bir baskı süreci işletildi. Adınızı telaffuz etmemizi bile yasakladılar. Bu yasaklamalara karşın NuSe diye bir dayanışma süreci örüldü. Bu süreç de dahil olmak üzere, dayanışmaların direnişe etkisi nasıl oldu?

Bir kültür yaratılmış, bir direnme kültürü. Hem de böylesi bir süreçte, böyle bir kararlılıkla herkesin ortaklaşabilmesi, iktidar açısından çok tedirgin edici bir şey. Avukatım anlattı dışarıdaki süreci. NuSe yazılamalarını, çekilen videoyu da öyle gördüm. Çok güzeldi hepsi, çok mutlu oldum. Yapanların emeğine sağlık. Uzun zamandan beri çok nadirdir bu uzunlukta bir direnişin, bu kadar inişli çıkışlı olup hala büyüklüğünü koruyabilmesi, hala insanlar tarafından yapılan eylemlerle sahiplenilmesi, birinin dayanışma için bir şeyler yapma isteği ve en önemlisi yapma gerekliliği hissetmesi çok önemli. Bir insan için bir şeyler yapabilirsiniz. Bunu birkaç kere de yapabilirsiniz. Biz bir iradeyi ortaya koyarak ve bedel ödeme cüretini göstererek o alana çıktık zaten, orada ilk gün tutuklanabilirdik, orada ölebilirdik, kafamızın kırıldığı gözümüzün morardığı oldu. Nuriye Ablayla iki ay boyunca topalladık biz. Birbirimize tutunarak yürüyorduk ama yine de gidiyorduk alana. İşte böyle bir durumda dayanışma daha önemli hale geldi, büyüdü ve biz de büyüdük.

Bize vakit ayırdığın için teşekkürler, direnişinizi dayanışmayla selamlıyoruz.

Emekçilerin direnişi devam edecek ve başka yerlerde yapılan baskılara rağmen, bütün halkın, dünyadaki bütün emeğiyle geçinen insanların direnişi devam edecek, ta ki zulüm bitene kadar, açlık bitene kadar…

Bu röportaj Meydan Gazetesi’nin 41. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Açlık Eyleminin 232. Gününde Semih Özakça İle Röportaj appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/11/04/aclik-eyleminin-232-gununde-semih-ozakca-ile-roportaj/feed/ 0
Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları (4): Suçun Yetiştirme Yurtları: Hapishaneler – Pyotr Alekseyevich Kropotkin https://meydan1.org/2017/09/22/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari-4-sucun-yetistirme-yurtlari-hapishaneler-pyotr-alekseyevich-kropotkin/ https://meydan1.org/2017/09/22/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari-4-sucun-yetistirme-yurtlari-hapishaneler-pyotr-alekseyevich-kropotkin/#respond Fri, 22 Sep 2017 10:40:19 +0000 https://test.meydan.org/2017/09/22/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari-4-sucun-yetistirme-yurtlari-hapishaneler-pyotr-alekseyevich-kropotkin/   Anarşist düşüncenin bugün bütün savunucuları tarafından kabul edilen temel ilkeleri tıpkı farklı eğilim ya da yorum farklılıklarını ortaya çıkarmış diğer ilkeler gibi pratikte gelişen olaylar karşısında alınmış tutumlar neticesinde ortaya çıkmıştır. Suç, suçun kökenleri, cezalandırma ve cezalandırma sistemleri üzerine anarşist düşünce içerisinde bugün kendi karakterini kazanan birçok temel fikir, tarihte anarşist düşünürlerin bu başlıklar […]

The post Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları (4): Suçun Yetiştirme Yurtları: Hapishaneler – Pyotr Alekseyevich Kropotkin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Anarşist düşüncenin bugün bütün savunucuları tarafından kabul edilen temel ilkeleri tıpkı farklı eğilim ya da yorum farklılıklarını ortaya çıkarmış diğer ilkeler gibi pratikte gelişen olaylar karşısında alınmış tutumlar neticesinde ortaya çıkmıştır. Suç, suçun kökenleri, cezalandırma ve cezalandırma sistemleri üzerine anarşist düşünce içerisinde bugün kendi karakterini kazanan birçok temel fikir, tarihte anarşist düşünürlerin bu başlıklar etrafındaki tartışmaları sayesinde şekillenmiştir.

Daha önce bu bölümde “Onaltılar Manifestosu” isimli yazısını yayınladığımız Kropotkin, bu gibi tartışmaların odağında yer alan bir isim. Günümüzde, toplumsal mücadelelerin eksenini oluşturan anarşist düşüncenin genel karakterini yansıtmak, yaşadığımız -veya çevremizde gelişen- olayları anlamak ve yorumlamak için önemli bir yol haritası oluşturduğuna inandığımız bu tartışmaların dördüncüsünde “Suç ve Ceza Tartışmaları”na yer veriyoruz.

Anarşistler ve anarşist olmayan devrimcileri teorik düzlemde en net çizgileriyle birbirinden ayıran, kökeninde, devlet, araç-amaç çelişkisi gibi kavramlara dair görüş ayrılıklarıyla da bağlantılı “Suç ve Ceza” tartışmalarının bu anlama ve yorumlama sürecine katkısı olacağını düşünüyoruz.

Emma Goldman’ın editörlüğünü yaptığı Mother Earth dergisinin 8. sayısından alıntılayarak çevirdiğimiz bu metin, hapishanelerin işlevi üzerine anarşist düşünce içerisindeki önemli incelemelerden biridir. Tartışmanın ilerleyen bölümlerinde diğer anarşist düşünürler tarafından farklı zaman ve yerlerde benzer konular üzerine yazılan yazıları yayınlayacağız.


Suçun Yetiştirme Yurtları: Üniversiteler

Son zamanlarda birçok tanınmış avukat ve sosyoloğun gündemini meşgul eden, büyük “suç ve ceza” sorusunu şimdilik bir kenara bırakacak ve elimden geldiğince şu sorunun cevabını arayacağım: “Hapishaneler toplumdaki anti-sosyal davranışların sayısında azalma sağlayabiliyorlar mı?”

Bu soruya; hapishanelerde neler olup bittiğini bilen, önyargısız her insan güçlü bir ‘Hayır’ yanıtını verecektir. Aksi takdirde, konu ile ilgili ciddi bir çalışma yapılacak olursa, hapishanelerin -en iyisinin bile- “suç”un yetiştirme yurtları olduğuna ve anti-sosyal davranışların daha kötü bir hale gelmesine sebep olduklarına; sözgelimi suç olarak bilinen her ne varsa onun liseleri, üniversiteleri oldukları sonucuna varılacaktır. Tabi ki bir zamanlar hapsedilmiş kim varsa hapishaneye geri döneceği iddiasında değilim. Her yıl binlerce kişi yanlışlıkla hapse atılıyor. Ancak hapishanede geçmiş birkaç yılın -buranın bir hapishane olmasından dolayı- bireyi yargı önüne çıkaran kusurları artırdığını savunuyorum.

Bu nedenler; risk alma isteği, çalışmaya karşı duyulan antipati, (büyük oranda yapılacak işin iyi bir uzmanlaşma gerektirmesi sebebiyle) adaletsizlik ve ikiyüzlülükten dolayı toplumu hor görme, fiziksel enerji isteği ve bütün bu sebepler hapishanede tutsak edilerek pekiştirilir.

Yirmi beş yıl önce bu fikri geliştirdiğim ve şimdilerde baskısı tükenen kitabımda (Rus ve Fransız Hapishanelerinde) Fransa’da ikinci kez hapsedilen tutukluların sayılarıyla ilgili yürütülen bir soruşturmayla açığa çıkarılan gerçekleri inceleyip bu düşünceyi destekledim. Bu incelemenin sonuçlarına göre mahkemeye çıkanların neredeyse yarısı yargı önüne çıkarılmadan önce, beşte ikilik kısmı ise polis sorgusuna çıkarılmadan önce zaten bir ya da iki kez hapsedilmiş oluyor. Fransa’da ortaya çıkan bu yüzde kırklık korkunç oranın yanı sıra, Michael Davitt’e(1) göre kürek cezasına çarptırılmış tutsakların yüzde doksan beşi daha önce hapishane ‘eğitimi’ görmüş kişilerden oluşuyor.

Küçük bir düşünme süreci, meselenin başka türlü olamayacağını gösterecektir. Bir hapishane, tutsaklar üzerinde yozlaştırıcı bir etkiye sahiptir ve hep öyle olacaktır. Birini ilk kez hapse atmış olun. Binaya girdiği andan itibaren bütün insanlığını kaybeder, o artık sadece “Numara XY” dir. Kendi iradesiyle hiçbir şey yapamayacaktır. Onu aşağılık bir duruma düşürmek için aptal bir giysinin içine koyarlar. Onu bağlı olduğu bütün ilişkilerden mahrum bırakırlar ve böylece üzerinde olumlu etkisi olabilecek her bireyin eylemini dışarıda bırakırlar.

Sonra emeğini koyar ortaya, ancak bu onun ahlaki gelişimine yardımcı olabilecek bir emek değildir. Hapishane emeği, temelinde bir intikam aracıdır. Tutsak, uyguladığı cezaları “reform” yaparmış gibi gösteren bu “toplumun ileri gelenleri”nin zekası hakkında ne düşünmelidir?

Fransız hapishanelerinde tutsaklara bir çeşit faydalı ve maaşlı bir iş verildi. Ancak bu iş için bile saçma bir şekilde düşük ücret uygulandı ve hapishane otoritelerine göre başka türlü olması mümkün değildi. Hapishane emeği, diyorlar; değersiz köle emeğidir. Bunun sonucunda tutsak, çalışmaktan nefret etmeye başlar ve şöyle söyleyerek yaptığı işe son verir; “Gerçek hırsızlar biz değil, bizi burada zorla tutanlardır.”

Böylece tutsağın beyni, dolandırıcı şirket yöneticilerine saygı duyan, onu ise yeterince kurnaz olmadığı için kötü bir şekilde cezalandıran toplumun adaletsiz olduğu fikriyle tekrar tekrar dolup taşar. Ve dışarı çıktığı an çoğunlukla intikamını ilkinden daha ağır bir şekilde alır. İntikam, intikam doğurur.

Ondan alınan intikam üzerine, o da toplumdan intikam alır. Her hapishane, bir hapishane olduğu için, tutsakların fiziksel enerjilerini yok eder. Onlara kutup soğuklarından bile kötü davranır. Geçtiğimiz günlerde İngiliz Tabipler Birliği Kongresi’ndeki konuşmasında Miss Allen’ın gayet açık bir şekilde ortaya koyduğu gibi; temiz havaya duyulan istek, varoluşun monotonluğu, özellikle izlenim edinme isteği, tutsağın bütün enerjisini alır ve uyarıcılara (alkol, kahve) yönelik bir arzu üretir. Ve nihayet, anti-sosyal eylemlerin çoğu irade zayıflığına dayandırılabilir, hapishane eğitimi ise tamamen, iradeyi her ortaya çıktığı yerde öldürmeye yöneliktir.

Daha da kötüsü. Ben hapishane reformcularına ciddi anlamda, Amerikan hapishanelerinde 14 yıl tutulmuş ve deneyimlerini büyük bir samimiyetle kitabında anlatmış olan Alexander Berkman’ın “Hapishane Anıları”nı (Prison Memoirs)(2) okumalarını tavsiye ediyorum. Okuyan, eğer bu cehennemden kurtulmaya karar vermezse, dürüst duyguların nasıl baskılanması gerektiğini görecektir. 5-6 yıllık böylesi bir eğitimden sonra bireyin iradesi ve iyi niyetini arttıracak ne olabilir?

Ve serbest bırakıldıktan sonra, onlarla birlikteliği yüzünden hapse girdiği dostlarının yanına dönmecekse nereye gidebilir? Onu kendileriyle eşit görenler yalnızca o dostlarıdır. Ama eğer onlara katılırsa mutlaka birkaç hafta içinde geldiği yere geri dönecektir. Ve sonunda döner. Gardiyanlar bunu iyi bilir.

Bana sıkça “hapishaneler için nasıl reformlar öneriyorsunuz” diye soruluyor; şimdi, 25 yıl önce olduğu gibi, hapishanelerin nasıl düzeltilebileceğini gerçekten bilmiyorum. Onların temeline kadar yıkılması gerekir. Şöyle de denebilir ya da şöyle bir yol çizilebilir; her ne yapıyorsanız daha az zalim, daha fazla düşünceli olun. Ancak bu, şunu beraberinde getirecektir: Her hapishaneye müdür olarak bir Pestalozzi(3)ve gardiyan olarak da 60 Pestalozzi’yi görevlendirelim, ne kadar saçma olurdu. Ama bunun dışında hiçbir şey işe yaramaz.

Oldukça iyi niyetli Massachusetts hapishane görevlileri, önerilerimi sormak için yanıma geldiklerinde onlara tek söyleyebildiğim şuydu: Eğer hapishane sistemini tamamen ortadan kaldıramıyorsanız, o zaman kesinlikle çocukları ya da gençleri hapishanelerinize almayın. Eğer bunu yaparsanız, bu bir cinayettir. Ve sonra, hapishanelerin ne olduğunu deneyimleyerek öğrendikten sonra, gardiyan olmayı reddedin ve suçla mücadele etmenin tek doğru yolunun onu önlemek olduğunu anlatmaktan asla yorulmayın. Maliyetine, sağlıklı belediye konutlarında, okulda veya ailede, hem ebeveynlerin, hem çocukların; her kızın ve erkeğin bir meslek öğrendiği, komünal ve mesleki iş birliği, her türden uşraş için topluluklar ve her şeyden önemlisi gençlerde, insan doğasını ahlaki duyarlılığa taşıyabilecek bir özlemin, idealizmin gelişmesi. Bunlar cezalandırnanın asla yapamayacağı şeyleri başaracaktır.

  1. Michael Davitt (1846-1906), IRA’nın öncüsü olan İrlandalı Fenian Kardeşliği’nin üyesi, toprak ağalarına karşı köylü hareketini örgütleyenlerdendi.
  2. Bu metnin Türkçesi, Kavram Yayınları’ndan yayınlanan “Anarşistin Yaşamı-Alexander Berkman’ın Yazıları” isimli kitabın birinci kısmında yer almaktadır.
  3. Johann Heinrich Pestalozzi (1746-1827), Toplumun eğitimle düzeltilebileceğine, her insanın iyiliğe elverişli olduğuna inanan, bireylerin toplumdaki yaρıcı rolünü yerine getirebilmesi için, ahlaki eğitimin, hayati bir değeri olduğunu öne süren pedagog.

Yazının orjinali için:

www.theanarchistlibrary.org/library/petr-kropotkin-prisons-universities-of-crime

Çeviri: Zeynel Çuhadar

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 40. sayısında yayınlanmıştır. 

 

The post Anarşist Teori ve Pratik Tartışmaları (4): Suçun Yetiştirme Yurtları: Hapishaneler – Pyotr Alekseyevich Kropotkin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/09/22/anarsist-teori-ve-pratik-tartismalari-4-sucun-yetistirme-yurtlari-hapishaneler-pyotr-alekseyevich-kropotkin/feed/ 0
OHAL Tutsaklıktır – Abdülmelik Yalçın https://meydan1.org/2017/07/15/ohal-tutsakliktir-abdulmelik-yalcin/ https://meydan1.org/2017/07/15/ohal-tutsakliktir-abdulmelik-yalcin/#respond Sat, 15 Jul 2017 09:09:13 +0000 https://test.meydan.org/2017/07/15/ohal-tutsakliktir-abdulmelik-yalcin/ Bundan tam bir yıl önce, 3 ay süreyle ilan edilen ve sonrasında çıkarılan KHK’larla uzatılan OHAL’in etkilerini biz dışarıdakiler, yaşamlarımızın “tutsaklaştırılmasıyla” yaşadık. Devletin zindanlarında her saniyelerini “olağanüstü” yaşayan tutsaklar için ise OHAL, yeni baskılar, yeni bir şiddet dalgası ve bu baskı ile şiddete karşı direniş anlamına gelecekti. Daha öncesinde, hapishane yönetimlerinin döneme ve kişiye özel […]

The post OHAL Tutsaklıktır – Abdülmelik Yalçın appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Bundan tam bir yıl önce, 3 ay süreyle ilan edilen ve sonrasında çıkarılan KHK’larla uzatılan OHAL’in etkilerini biz dışarıdakiler, yaşamlarımızın “tutsaklaştırılmasıyla” yaşadık. Devletin zindanlarında her saniyelerini “olağanüstü” yaşayan tutsaklar için ise OHAL, yeni baskılar, yeni bir şiddet dalgası ve bu baskı ile şiddete karşı direniş anlamına gelecekti.

Daha öncesinde, hapishane yönetimlerinin döneme ve kişiye özel olarak kullanmak üzere bir silah olarak elinde tuttuğu bazı uygulamalar genelleşti, bazı uygulamalar da bu kanlı tarihte ilk defa yer aldı.

Tutsaklara yönelik tecritte önceliği, en temel yaşamsal ihtiyaçların karşılanmasındaki kısıtlamalar alıyor hiç şüphesiz. Yıllar süren direniş ve inatla kazanılan ziyaret, telefon, mektup, sosyal faaliyet, tedavi ve hatta havalandırma hakkı, OHAL ile birlikte ilk kısıtlanan haklar oldu. Coğrafyadaki bütün hapishanelerde tutsaklar ilk aşamada bu hak kısıtlamalarıyla karşılaştılar.

Bu ilk baskı ve hak kısıtlamaları sonrasında, OHAL ve KHK’larla artan şiddet, tüm hapishanelerde, fiziksel ve psikolojik olmak üzere iki boyutta şekillendi. Tutsakların fiziksel varoluşuna yönelik saldırılar, mahkeme ve hastane gidiş gelişlerinde çift kelepçeleme ve askere kelepçeleme zorunluluğuyla, hücrelerde ise kapasitenin üstünde sayıda tutsağın yerleştirilmesiyle başladı, ailelerinin getirdiği eşyaların tutsaklara verilmemesiyle devam etti. Bazı hapishanelerde, verilmeyen eşyalar ailelere iade dahi edilmedi.

Öte yandan, psikolojik şiddet, tutsak yaşamın her anını saran bir diğer şiddet aygıtı olarak karşımızda duruyor. Tutsakların yaşama tutunmalarını sağlayan yegane alanlardan biri olan kültürel faaliyetler, yayın yasaklarıyla, ideolojik bir yönlendirme aracı haline getirildi. Devrimci yayınların yasaklanmasıyla başlayan süreç, tutsakların talep ettiği hiçbir kitabın kargo yoluyla alınamamasına kadar vardırıldı. Şimdilerde tutsaklar sadece hapishane yönetiminin onlar için tedarik ettiği din içerikli kitapları okuyabiliyor, kitapların parası ise temel ihtiyaçlarını ancak karşılayabildikleri kendi hesaplarından kesiliyor. Sohbet ve ortak alanlara çıkışların engellenmesiyle tam tecrit koşulları yaratılmak istenilen hapishanelerde tutsakların iradeleri hedef alınıyor.

Ardı arkasına ördüğü duvarlarla bedenleri teslim almaya çalışan devlet, OHAL ile birlikte tutsakların zihinlerini de teslim alabileceğini sanıyor. Yakın zamanda Adana Kürkçüler F Tipi Cezaevinde uygulanan, açık görüşlerde üzerinde “terör hükümlüsü” yazan yaka kartı takma zorunluluğu, şimdi Yenişehir K-1 Tipi Cezaevi’nde uygulanmaya başlandı. Tutsaklar, görüşe çıkmayarak bu psikolojik şiddete dayalı uygulamaya karşı direniyorlar.

Tutsaklar için OHAL’in “olağanüstü” koşullarının baskısı artarak devam ederken, onlarla dayanışmak için bir çok yerde basın açıklamaları eylemler organize ediliyor. Ama bu sistematik baskı ve şiddet silsilesine asıl cevap içeriden verilenlerdi. OHAL baskılarına karşı süresiz-dönüşümsüz açlık grevini 55. gününde zaferle sonuçlandıran Devrimci Anarşist Tutsak Umut Fırat Süvarioğulları’nın sözleri, hem içerideki hem de dışarıdaki “tutsaklara” direnişin, dayanışmanın, örgütlülüğün önemini özetliyor; Hiç kimse gelmeyecek bizi kurtarmaya, bizim adımıza direnmeyecek hiç kimse, çare biziz. Çare mücadeleyi, dayanışmayı örgütlemekte!

Abdülmelik Yalçın

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 39. sayısında yayınlanmıştır.

The post OHAL Tutsaklıktır – Abdülmelik Yalçın appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/07/15/ohal-tutsakliktir-abdulmelik-yalcin/feed/ 0
Yasemin Artık Özgür! – Nergis Şen https://meydan1.org/2017/07/14/yasemin-artik-ozgur-nergis-sen/ https://meydan1.org/2017/07/14/yasemin-artik-ozgur-nergis-sen/#respond Fri, 14 Jul 2017 10:40:43 +0000 https://test.meydan.org/2017/07/14/yasemin-artik-ozgur-nergis-sen/ 3 yıl önce sistematik şiddet gördüğü eşini öldüren Yasemin Çakal, 3 yıldır süren tutsaklığın ardından artık özgür. 4 Temmuz’da görülen duruşmada hakimden gelen “beraat” kararı -itiraf etmek gerekir ki- herkesi şaşırttı. Şaşırdık, çünkü kadın davalarında verilen kararlar ortaydaydı: 14 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz eden erkek “iyi hal indirimi”yle serbest bırakıldı, eşini öldüren erkek “haksız tahrik […]

The post Yasemin Artık Özgür! – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
3 yıl önce sistematik şiddet gördüğü eşini öldüren Yasemin Çakal, 3 yıldır süren tutsaklığın ardından artık özgür.

4 Temmuz’da görülen duruşmada hakimden gelen “beraat” kararı -itiraf etmek gerekir ki- herkesi şaşırttı. Şaşırdık, çünkü kadın davalarında verilen kararlar ortaydaydı: 14 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz eden erkek “iyi hal indirimi”yle serbest bırakıldı, eşini öldüren erkek “haksız tahrik indirimi” aldı ve cezası 7 yıla düşürüldü, bunun gibi pek çok örnek… Şiddet gördüğü eşinden şikayetçi olduğunda polis “Barışırsınız” deyip eve gönderdi, cezaevinden izinli çıkan erkek eski eşini öldürdü, İstanbul’da bir kadın, polis korumasında olduğu halde eşi tarafından katledildi…

Her gün kadına yönelik taciz, tecavüz, şiddet, işkence, katliam haberleri alırken, Yasemin’in davasından gelen beraat kararı hepimiz için hem moral, hem umut oldu. Yasemin’in gördüğü şiddet ortadaydı, daha önce defalarca ölümden dönmüştü. Yediği son dayakta da durum aynıydı; eğer öldürmeseydi, ölecekti. Çocuğuyla birlikte katledilecekti. Ancak Yasemin yaşamak istiyordu. Kocasının dayağından kurtulup çocuğuyla beraber yaşamak istiyordu. Yaşamak, çocuğunu yaşatmak için savundu kendini. Yaşadı ve tutsakken bile mücadele etti.

Bu topraklarda her gün sistematik şiddete maruz kalan binlerce kadın var. Ne yazık ki hepsinin sonu Yasemin gibi değil. Kimi yaşadığı şiddete boyun eğmek zorunda bırakılıyor; kimiyse boyun eğmediği için katlediliyor. Yasemin’in özsavunmasının kendisi de, bu savunmanın ardından yürütülen mücadeleyle gelen dava sonucu da, tüm kadınlara cesaret verecek nitelikte.

3 yıldır Yasemin’in her duruşmasını takip eden kadın örgütleri, sesine ses olan, ona mektup yollayan, onunla birlikte mücadele edip bu dayanışmanın bir parçası olan tüm kadınlar, duruşmanın sonucunu görüp sevinenler; şimdi bir zaferin ortakları. Hepsi, bu mücadelenin bir parçası ve hepsi dayanışmanın gücünün farkında artık.

Bugün kazandığımız sadece bir mahkeme sonucu. Ama bu kazanım, basit bir kazanım değil. Bu, Yasemin’in kazanımı. Bu, özsavunmanın kazanımı. Bu, kadın dayanışmasının kazanımı. Bu senin, benim kazanımımız. Bu, bizim, tüm kadınların kazanımı. Adaletsizliğin kendisi olan devlete ve erkek egemen sisteme karşı koyuşumuzun kazanımı.

Biz kadınlar örgütlendikçe, dayanışmayı büyüttükçe kazanmaya devam edeceğiz. Yasemin’in duruşma sonrası kendisini bekleyen kadınlara haykırdığı gibi; “Jin, Jiyan, Azadî*!”

*Kadın, Yaşam, Özgürlük!

Nergis Şen

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 39. sayısında yayınlanmıştır. 

The post Yasemin Artık Özgür! – Nergis Şen appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2017/07/14/yasemin-artik-ozgur-nergis-sen/feed/ 0