The post Millet Değilsen Hiçbir Şeysin – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Devletler, egemenliği altında yaşayan insanları “vatandaş”ları olarak tanımlamaktadır. Bu vatandaşların içinden belli koşullara sahip olanlar (18 yaşını doldurmak vs.) ise “seçmen”leri oluşturur. İktidarlar ve iktidarı arzulayanlar ise bu sürede kendi seçmenlerini ideolojileri yoluyla betimler. Bu tanımlamalar da makbul vatandaşları/seçmenleri ve ötekileri oluşturur. İşte bu seçmenler, yani aslında tek tek bireylerin oluşturduğu topluluklar ideolojilere göre kimi zaman “millet”, kimi zaman “ulus”, kimi zaman “halk” olmaktadır.
Millet, ulus, halk gibi kavramlar farklı siyasi partilerin farklı anlamlar yükleyerek kullandığı kavramlar olmuşlardır. AKP ve MHP bu kavramlardan “millet”i, CHP “ulus”u, HDP “halk” kavramını kullanmayı tercih etmektedir.
Seçim çalışmalarında kullanılan söylemler ve politikalar bu kavramların üzerinden inşa edildiği için kavramların genel anlamları ve kullanıldıkları anlamlar önem kazanmaktadır.
Millet, Ulus, Halk
Millet kelimesi Arapça kökenli olup çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan, ortak bir kültür ve geçmişe sahip, aynı din veya mezhepten olan insanların oluşturduğu, devlet şeklinde teşkilatlanmış topluluğu ifade eder. AKP’nin özellikle son süreçte iyice yükselttiği “millet” kavramı, tanıma paralel olarak “ümmet”e, aynı dine/mezhebe sahip olanlara ağırlık vermektedir. Kimi zaman birleştirici olmak adına kavrama geniş anlamlar yüklemeye çalışsa da AKP’nin “millet”ten kastı, yarattığı yaşam tarzına uygun olan “yerli ve milli” olan insanlardır. Türk ve Sünni olandır. “Millet” kavramını kullanan bir başka parti ise AKP ile referandumda ortaklığa giden MHP’dir. MHP bu kavramın dini yönünü koruyarak kavramı daha çok etnik köken üzerinden kurgulamıştır.
“Millet” kavramıyla aynı anlamda kullanılsa da “ulus” kavramında özellikle din vurgusu yapılmamaktadır. Fransız Devrimi’yle beraber gelişen “ulus devlet” anlayışının ve “ulusalcılık” ideolojisinin temeli olan ulus kavramı, “nation” kelimesinin karşılığıdır ve kavramın oluşturulmasındaki hakim düşünce “toplum sözleşmesi” anlayışıyla ve yurttaşlık kavramıyla ilişkili olarak yayılmıştır. Kavram, “bir coğrafyada yaşayan, aynı devletin vatandaşı olan, aynı değerlere ve kültüre sahip insan topluluğu” anlamında kullanılmıştır. Kavramda ağırlık bir etnik kökene bağlı olma anlamı yerine aynı devletin yurttaşı olmaya verilmiştir. “Ulus” kavramını kullanan CHP de kavrama aynı devlette yaşama ve devletçilik değerlerini yüklemiş, bunu da laiklik anlayışıyla geliştirmiştir.
Halk kavramı da çokça “millet” ve “ulus” kavramlarının kullanıldıkları anlamda kutuplaştırma ve tek tipleştirme amacıyla kullanılsa da; ırk gibi etnik, dil gibi kültürel, din gibi inançsal değerlerin ötesinde aynı topraklar üzerinde yaşayan ve ortak çıkarları olan insanların tamamını ifade etmektedir. Bu yönüyle devletsi bir kavram olmaktan öte coğrafi bir birlikteliğin tanımıdır.
Artan Millet Söylemi ve Kutuplaştırma
Yukarıdaki kavramların ışığında ve iktidarın yürüttüğü politikalarla birlikte düşünüldüğünde tek tipleştirme ya da kutuplaştırma amaçlarıyla günümüzde en etkin biçimde kullanılan söylemin “millet” kavramı olduğunu görmekteyiz.
Her seçim zamanı siyasetçilerin artan ötekileştirici dili ve kutuplaştırma siyaseti de tek tipleştirme amacıyla birlikte gelişmiştir. Tek tipleştirici, ötekileştirici, kutuplaştırıcı dil bu seçimde de artarak devam etmektedir. Bu süreçte de bu yöntemi en keskin biçimde kullanan AKP iktidarı ve Tayyip Erdoğan olmaktadır. Milliyetçi söylemler ve savaş politikalarıyla birlikte asimilasyon ve tek tipleştirme politikaları da artmış, tariflenen millet kavramına girmek istemeyenler ise ötekileştirilmiş, toplum kutuplaştırılmıştır. Bununla da millet kavramına gireceklerin safları sıklaştırılmaya, netleştirilmeye çalışılmış ve referandum sürecinde kullanılanacak milliyetçi politikalar için gerekli olan düşman da yaratılmıştır.
Erdoğan geçen haftalarda Amed’de düzenlenen mitingte ağzından düşürmediği “millet” kavramıyla “Türk, Kürt, Laz, Çerkes herkesi” birleştirdiklerini iddia etse de, bir gün sonra Ankara’da “Türk Milleti” vurgusu yapmıştır. Böylece “millet”ten kastedilenin, kendi makbul seçmenlerinin kim olduğunu, kendi milletini diğer herkesten ayırmakta ve diğerlerini ötekileştirmekte olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır. Kısacası üstüne basa basa vurgulanan anlayış, “ya AKP ve Erdoğan milletindensindir ya da hiçbir şey!”
The post Millet Değilsen Hiçbir Şeysin – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” Soykırımı Tanımak” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>“Osmanlı Devleti tarafından gerçekleştirildiği 1915’te, farklı devletlerin de dahil olduğu politikaları doğrultusunda hayata geçirilen Ermeni Soykırımı, içinden geçtiğimiz süreçte de devletlerin pazarlık politikalarında “önemli bir başlık” oluşturuyor. “Soykırım” sözcüğünün telaffuz edilip edilmeyeceği, haftalardır tartışma konusu olurken, yaşamını yitiren yaklaşık 1.5 milyon insanın ve geride kalanların acısı, yine bu politikalar sonucu toplumsal hafızada belirsizleştiriliyor. Devletlerin soykırımı tanımasına ve bu “tanımadan” kendilerine politik fayda devşirmelerine dair, yazarlarımızdan İlyas Seyrek’in gazetemizin 34. sayısında yer alan “Soykırımı Tanımak” başlıklı yazısını, “güncelliğini koruması” bağlamında, Ermeni Soykırımı’nın 106. yıl dönümünde tekrar paylaşıyoruz.”
Modern devlet, sahip olduğu topraklar üzerindeki hakimiyetini, kendisinin ürettiği ve biçimlendirdiği bir “ulus” üzerinden meşrulaştırır. Siyasi, kültürel, dini ve ekonomik anlamda bu ulusun egemenliği oluşturulmaya çalışılır. Bu amaç için de hakim ulusla aynı dil, kültür ve dine sahip olmayan toplumları/halkları hakim “ulus”a ve onun değerlerine entegre etmek, onları asimile etmek veya katliama/soykırıma tabi tutmak, ulus devletin başlıca uğraşlarıdır.
Devletlerin ulus devlet modeliyle yaptıkları katliam ve soykırımlar o devletlerin kanlı tarihlerinin birer parçasını oluşturur. Günümüzdeki iktidarlar ise miras aldıkları siyasi yapının coğrafyadaki meşruluğunu ve hakimiyetini koruyup koruyamadığına göre kanlı tarihi kabullenir ya da reddederler. Ayrıca devletlerin uyguladığı bu katliamlar/soykırımlar, başka ulus devletlerce iç ve dış politikalardaki çıkarlar bağlamında bir hamle olarak kullanılmak üzere kınanır, soykırım olarak kabul edilir ya da reddedilir.
İktidarların ve devletlerin kendi siyasi öncüllerinin tarihini kabullenmek ya da başka devletlerin katliamlarını kınamak gibi hamleleri kuşkusuz 2. Dünya Savaşı ile gelen yıkımın acılarını sarma maksatlı “barışçıl” politikalar yürütme -daha doğru ifadeyle, daha sessiz, görünmez sömürü ve savaş politikası yürütme- amacı da taşımaktadır.
Uluslararası Politik Hamle Olarak Soykırımı Tanımak
Devletlerin parlamentolarında başka coğrafyalarda gerçekleşen katliamları/soykırımları tanıması konusu son olarak Alman Federal Meclisi’nin 1915’de gerçekleşen Ermeni Soykırımı’nı tanımasıyla konuşulmaya devam ediyor. Açıkçası, Almanya Başbakanı Merkel TC’ye sürekli gelip gidiyorken, TC ile göçmen konusunda anlaşmaya çalışıyorken TC’nin vize serbestisi ve göçmenlerin TC’ye kabulü konusunda Avrupa’ya yönelik sert açıklamalar yapıyorken gerçekleşen bu hamle, zamanlamasıyla birlikte dikkat çekiyor.
Alman Federal Meclisi’nin aldığı karar sonrası TC yetkilileri ise Ermeni Soykırımı üzerine tartışmaktan ziyade, Almanya’nın yaptığı katliamlar üzerinden tartışmalara girişiyor. Aynı tepkiyi daha önce de gösteren TC, Fransa’nın 2006 yılının Ekim ayında Ermeni Soykırımı’nın inkarını suç sayan bir yasa tasarısını görüşmesine karşı olarak Fransa’nın Cezayir’de yaptığı katliamları hatırlatmıştı. CHP Bolu milletvekili Tanju Özcan Fransa’daki yasa tasarısına karşı hamlede bulunarak “Cezayir Soykırımı’nı inkar edenlere 1 yıl ile 5 yıl arası hapis öngören” yasa tasarısını TBMM’ye sunmuştu.
Soykırımlar konusunda uygulanan bu ve benzeri politik hamleler sadece Almanya ve TC’ye özgü değil elbette. Başka devletlerin başka katliamlarla/soykırımlarla ilgili, zamanlaması oldukça manidar, buna benzer hamlelerini de görmek mümkün.
Ukrayna Parlamentosu’nun 1944’teki Kırım Tatar sürgününü 12 Kasım 2015 tarihinde soykırım ilan etmesi, 2014’te Rusya ile Kırım konusunda yaşanan gerilimin ve Kırım’ın Rusya’ya katılmasının bir karşı hamlesi olarak sayılabilir.
Srebrenitsa kentinde yaşayan Bosnalıların Sırp Cumhuriyet Ordusu tarafından 1995 yılında katledilişi, 8 Temmuz 2015’te BM Güvenlik Konseyi’nce görüşülmüşse de Rusya’nın kararı veto etmesiyle, katliam, soykırım olarak kabul edilmemişti. Rusya’nın aldığı bu karar Sırbistan devleti ile kurduğu iyi ilişkiler ve o dönem Batılı devletlerle Kırım konusundaki giriştiği tartışmalarla birlikte düşünüldüğünde dış politikaların bir parçası olmuştu.
1915 Ermeni Soykırımı’nın 23 Nisan 2015 tarihinde Suriye Parlamentosu’nca tanınması ise 2011’den beri süregelen Suriye’deki savaşla ilgili TC’nin uyguladığı politikalar, “Kardeşim Esad” ilişkisinden “katil Esed” hitabına geçiş ve muhaliflere olan açık desteğiyle doğrudan ilişkili.
Ermeni Soykırımı’nın tanınmasıyla ilgili bir başka ilgi çeken örnekse ABD’den. 1987’de ABD’de Temsilciler Meclisi ve Senato’nun aldığı soykırım kararı, dönemin ABD Başkanı Ronald Regan tarafından veto edilmişti. Bu politik nedenler, ABD ve TC arasında gelişen ilişkiler ve Reagan’ın o dönemki TC Başbakanı Turgut Özal ile benzer neo-liberal ve muhafazakar politika ve ekonomi anlayışı oluşturmaktaydı.
Soykırımların tanınmasıyla ilgili bu olaylar, birer rastlantının çok ötesinde ve bu soykırımların tekrar yaşanmasını önlemek ve küresel anlamda barışın sağlanması için atılan adımlar olmanın aksine, devletlerin güncel çıkarları ve politikalarıyla oldukça ilintili hamleler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu anlamda, devletlerin birbirlerinin soykırımlarını karşılık verircesine tanıması; tanımaların sembolikliği ve dönemsel çıkarların güdülüyor oluşunun birer göstergesi olarak değerlendirilmeyi hak ediyor.
Devletlerin birer politik araca dönüştürdüğü soykırımların tanınması ya da tanınmaması, yapılan soykırımların gerçekliğini değiştiremez. Soykırımlar devletlerin parlamentolarınca onanarak değerli hale gelecek, ya da değersizleşecek; tanınmalarla anılmaya başlanacak ya da halkların hafızalarından silinebilecek olaylar değildir.
İlyas Seyrek
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 34. sayısında yayımlanmıştır.
The post ” Soykırımı Tanımak” – İlyas Seyrek appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>