The post “İktidardaki Radikal Sol’un Limitleri” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Toplumsal hareketlenmelerin yükseldiği zamanlarda, toplumsal muhalefetin parlamentarizmin tuzağına her seferinde düşmesini neyle açıklayabiliriz ki? Lethe’nin sularında yıkanmış gibi, 20-30 yıl önceki aynı senaryoyu yaşamamış gibi, toplumsal hareketlenmenin heyecanını bu yöne kanalize etmek…
Sypros Dapergolas, SAC (İsveç İşçi Sendikası)’ın gazetesi Arbetaren’in son sayısındaki yazısında SYRIZA’nın limitlerinin ne olacağını tartışırken kullandığı karşılaştırma birçok açıdan önem taşıyor. SYRIZA ve PASOK’u beraber değerlendirmek, basit bir SYRIZA da gelecekte PASOK’a dönüşecektir iddiasından öte, parlamentarizm illüzyonunun toplumsal muhalefet için neye dönüşeceğini görmek açısından önem taşıyor.
‘80’lerin Devrimci Partisi: PASOK
Ekim 1981’deki seçim zaferi, Yunanistan’daki sol hareket açısından önemli bir dönemeçti. Siyasi mültecilerin büyük bir kısmı geri dönüş yapabilmişti. Ard arda geçirilen üç seçim zaferinden sonra oylar katlanmıştı.
Açıklanan siyasi program, sağ partileri ve burjuvaziyi oldukça endişelendirmişti. AB ve NATO üyeliğinin sonlandırılması, Yunanistan’daki ABD üslerinin kapatılması, özel girişimlerin kamulaştırılması, fabrikaların halkın kontrolüne verilmesi, paramiliter yapının dağıtılması, kilisenin devlet üzerindeki etkisinin kırılması…Panhelenik Sosyalist Hareket (PASOK), ‘81 yılındaki seçim zaferinde barış yanlısı mesajlar vermeye devam ederken, siyasi programlarına gerekli olduğu koşullarda silah kullanmaktan çekinmez ibaresini de ekliyordu.
SYRIZA’nın şu an savunduğu siyasi programı, PASOK’un 1981 seçimlerine girerken kullandığı programla kıyaslanamaz bile. Bu farka rağmen SYRIZA ve PASOK’un benzer karakterlerinin başında süreç içerisinde belirginleştirdikleri eğilimleri geliyor. Aslında iki parti de benzer siyasi eğilimleri oluşturan kesimlerin olduğu koalisyon partisi. Bu siyasi eğilimlerin başında avro-komünizm geliyor.
SYRIZA’nın da PASOK gibi hızlı bir değişim sürecinden geçtiğine vurgu yapan Dapergolas, SYRIZA içerisindeki avro-komünist kanadın Tsipras’ın liderliğinden sonra etkilerini yitirdiği ancak özellikle PASOK’tan geçiş yapanlar ve seçim zaferiyle beraber değerlendirildiğinde partinin çizgisini değiştirmeye meyilli olduğunu belirtiyor. Dapergolas, SYRIZA’ya ilişkin şunu ekliyor; SYRIZA’nın kendi kimliğini oluştururken toplumsal mücadeleleri destekleyen tavra, sokakta bir ayağının olmasına önem veren yapısına ve öte yandan anarşist gelenekle retorik bir flörte önem verdiğinin altını çiziyor.
SYRIZA şimdi ne yapacak?
SYRIZA’nın galibiyetini Avrupa’da yükselen sola yoranlar, ya Avrupa’daki siyasi realiteyi görmekten oldukça uzak, ya da SYRIZA’yı Yunanistan’da AKP’nin muadili parti olarak gören ana akım haber kaynaklarını referans alıyorlar. Yunanistan’da ve sonrasında da tüm Avrupa’da toplumsal devrim gibi bir beklentiye girenlerin Lethe’nin sularından içmeden önce akıllarında tutmaları gereken SYRIZA’nın da her seçim galibi gibi ona oy verenleri memnun etmek isteyecek olması. İktidarı elinde tutması için bu gerekecektir. SYRIZA herkesi mutlu edecek bir siyasi figüre oynayacak.
Bunun nedeni SYRIZA’nın seçim dinamikleri ile toplumsal dinamiklerinin farklı oluşu. Yani SYRIZA birkaç ikilemde kalacak; ya taban hareketleriyle arasını iyi tutmaya devam edecek ya da oylarını korumak isteyecek; ya emperyalizmi eleştirmeye devam edecek ya da NATO içerisindeki konuma ilişkin konuşmayacak, Rusya, Çin ve ABD ile olan ilişkisini sürdürecek.
SYRIZA, eski hükümet döneminde yaratılan bürokratik bir mekanizmayla, oylarının %50’sini Altın Şafak’a veren bir polis teşkilatıyla, hatırı sayılır sağ-kanat bir eğilime sahip ordu ve adalet kurumlarıyla karşı karşıya. SYRIZA bu aktörlerle nasıl anlaşacak? Eğer bu yapılanmanın bir parçası olmayacaksa devleti nasıl kontrol edecek?
SYRIZA tabanını oluşturan oyların %4’ünü oluşturan kesim için radikal bir çözüm şart. Ancak parlamenter siyasetin sol bir partiye bahşedebileceği tek şey uzlaşmadır.
Keza iktidar için atılan ilk adımın sağ parti ANEL (Bağımsız Yunan Partisi) ile kurulan koalisyon olduğu düşünülürse, bu iddianın ne kadar doğru olduğunu bir kez daha görmüş oluruz.
Uzlaştı ama bir sor niye uzlaştı?
PASOK, 1981’den iki sene sonra programın bazı bölümlerini tekrar gözden geçirdi. Sonraki süreçte politikalarını eski dönem uygulamalarını ortadan kaldırmaya çevirdi ve ardından sosyal-demokrasiyi benimsedi. Parti içerisinde liberalleşme başladı. Yunanistan’ın kapılarını AB’ye açmadan ve kemer sıkma politikaları başlamadan önce yolsuzluğa bulaştı. Dapergolas’ın tahmini aynı evrimin SYRIZA’yı da beklediği yönünde. Ancak bundan daha kısa bir süre içerisinde.
Tsipiras’ın halka vadedebileceği en büyük şey, kemer sıkma politikalarında rahatlama olabilir. Bu belli bir süreliğine SYRIZA’nın iktidarı elinde tutmasında işe yarayan bir illüzyon olabilir.
Ancak hemen söylemek gerek; siyasi ve sosyal yapılanmada öz-örgütlülüğe dayalı değişimler beklemek, tabana dayalı yerel hareketlerin mücadelelerine destek vermek, son on senelik süreçte işçilerin radikal hareketleriyle yarattığı öz-yönetim deneyimlerine destek verileceğini beklemek parlamenter siyasetin varlık sorununu önemsemeden siyaset yapmaktır. Ne gariptir ki modern felsefenin en büyük sorununun, “varlık sorununu tartışmama” olduğu tespitinde bulunurken Heidegger de aynı kavramı kullanır: lethe.
Toplumsal hareketlerin başarısı oy sandıklarıyla ölçülmez.
Yunanistan’da son 10 yılda binlerce grev, yüzlerce genel grev, birçok fabrika işgali, doğrudan demokratik mecralar, yerel ekolojik mücadeleler, öz-yönetim deneyimleri gerçekleşti. Bunların hiçbirisinde ölçüt, bu hareketlerin partiye dönüşüp parlamentoya girmesi olmadı. Halkidiki’deki ekoloji direnişlerinden VİO-MET öz-yönetim fabrikasına varıncaya, ezilenler devlet ve kapitalizmin karşısında kendi siyasi-sosyal-ekonomik hamlelerini çoktan yaptılar, yapmaktalar. Yunanistan, sol partinin liderliğinde bir yönetimle ilk kez karşılaşmıyor. Başarı olarak SYRIZA ve sağcı ANEL’in oluşturacağı koalisyon hükümetini görenler, ısrarlıca toplumsal hareketlerin başarısını görmemekte de kararlı.
Yeri gelmişken söyleyelim. Bu ısrarın altında yatanın ideolojik bir ısrar olduğu gerçeği, bu toplumsal deneyimlerin büyük bir çoğunluğunun anarşist hareketle ilintili olması, ya da anarşizan karakterinin olmasıyla ilgili. Toplumsal devrimler dolaylı rotalara dayanmaz. Bu rotalarda kaçınılmaz son iktidar olmaktır. Tabana dayalı bir toplumsal hareket, sağlamlığını ve kalıcılığını, iktidarını korumak için vereceği tavizlerden ve uzlaşmaya dayalı politik bir anlayıştan değil, toplumsal devrimden alır.
Dapergolas’ın dediği gibi “bundan geriye kalan yenilginin, hayal kırıklığının, zaman kaybının ve tabi ki yolsuzlukların reçetesidir”. SYRIZA’nın seçim zaferinden aldıkları ivmeyle devrim hesapları yapanlar, illa ki bir zafer görmek istiyorlarsa Kobane’deki zafere, Rojava Devrimi’ne gözlerini kapamayı bırakabilirler.
Yunanistan 2015 Seçim Yüzdeleri
Yukarıdaki grafikte, yüzdelikler oy vermeyen çoğunluk hesap edilerek hazırlanmıştır. Ana akım medyadaki grafiklerde ise oy vermeyenler hesaplanmamış, yüzdelik dilimler oy kullananlar üzerinden oluşturulmuştur.
Hüseyin Civan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 24. sayısında yayımlanmıştır.
The post “İktidardaki Radikal Sol’un Limitleri” – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Vio Met İşçileri Mücadelelerini Anlatıyor: Geleceğimiz Kendi Ellerimizde! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Vio Met işçileri ve bu mücadelede onlarla dayanışma gösteren insanlar, bir buçuk yılı aşkın süredir devam eden bu süreçte ürettikleri deneyimi ve yarattıkları öz-örgütlülük modelini anlatıyorlar. “Bu bir başlangıç ve bunu böyle bırakacak değiliz” diyen Vio Met işçilerinin direnişini anlatan bu belgeseli Türkçe altyazılı olarak paylaşıyoruz.
The post Vio Met İşçileri Mücadelelerini Anlatıyor: Geleceğimiz Kendi Ellerimizde! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Selanik’te özyönetimin makineleri çalıştı! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Vio Met işçileri üç gün süren eylemlerin ardından bugün makineleri çalıştırdılar. Fabrikayı ele geçirip çalıştırmaya başlayan Vio Met. işçileri için, dün bir çok sanatçının katıldığı bir dayanışma konseri gerçekleşti. Aralarında “mücadelenin bir parçası olan” Thanassis Papakonstantinou’ nun da bulunduğu sanatçıların verdiği konser için tüm stad dolarken yaklaşık bin kişi de içeri giremedi. Katılım beklentilerin çok üzerinde gerçekleşti. Gecenin en vurucu anı işçilerin mikrofonu ellerine alıp toplumsal adalete, dayanışmaya ve özyönetime dayanan yeni bir toplum hayallerini paylaştıkları andı. Konser 5000 kişinin alkışları, sloganları ve dayanışma şarkılarıyla devam etti.
Ertesi sabah fabrikaya büyük bir yürüyüş yapıldı. Fabrikaya girdiklerinde herkes yerlerini aldı ve ulusal, yerel kameraların ve alternatif medyanın önünde üretime başlandı. İşçiler fabrikayı gezdirip üretim süreçlerini gazetecilere ve kendileriyle dayanışmaya gelenlere anlattılar.
Tüm bunlara rağmen henüz daha yolun başında olduklarını belirten işçiler üretim maliyetlerinin yüksek olmasına ve kredi imkanları olmamasına rağmen iyimserliklerini koruyorlar ve başlangıçtaki bir iki ay için destekçi grup ve bireylerin topladıkları bağışlara güveniyorlar.
İşçiler toksik olmayan ekolojik içerikli yeni temizlik ürünleri arayışına girmişler bile. Fabrika Kaliteli inşaat malzemeleri üretiyor. Harç, alçı, fayans yapıştırıcı, su geçirmez derz üretiyor ve bunların kalitesini arttırırken fiyatlarının da nasıl düşürüleceğini biliyorlar. Ancak maalesef maliyetteki artış nedeniyle çok uzak mesafelere dağıtım yapamıyorlar yalnızca Yunanistan ve çevredeki Balkan ülkelerine dağıtılacak.
The post Selanik’te özyönetimin makineleri çalıştı! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Yunanistan’da Anarşist İşçiler Üretime Hazırlanıyor! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>“Bu, işçilerin mücadelesi için tek gelecektir.”
Makis Anagnostou, Vio.Met işçileri sendika sözcüsü
Vio. Met 12 Şubat Salı günü işçilerin kontrolünde üretime başlıyor.
İşçiler dün gerçekleşen dayanışma konserinin ardından bugün fabrikaya girerek üretime başlayacaklar. Mayıs 2011’den bu yana maaşlarını alamayan işçiler, bugüne gelene kadar direnişlerini kararlılıkla sürdürerek fabrikayı kooperatif bir şekilde işletmeye başlayacaklar.
Vio. Met. Açık Dayanışma İnisiyatifinin yaptığı açıklama şu şekilde:
Vio. Met. Fabrikası 12 Şubat 2012 günü işçilerin kontrolünde üretime başlıyor. Bu, patronların ve hiyerarşinin olmadığı, işçilerin doğrudan demokratik toplantılarla üretimi programladığı bir işleyiş demek. İşçiler kaynakların adaletsiz paylaşımına bir son veriyor ve kolektif olarak karar verilen eşit ve adaletli bir paylaşım gerçekleştiriyor. Fabrika inşaat malzemeleri üretiyor ve işçiler doğaya zarar vermeyen ve toksik madde içermeyen bir üretim yapacaklarını açıklıyorlar.
“%30’a varan işsizlikle büyük vaatlerden, verilen sözlerden ve artan vergilerden bıktık usandık. Mayıs 2011’den beri paramızı alamıyoruz ve bu süregiden işsizliğe karşı fabrikada üretimi ele geçirip fabrikayı Vio Met işçileri olarak çalıştırmaya karar verdik.”
… ve işte o günden bu yana fabrikada üretimi sağlayan makinaların başında nöbetteler. Yunanistan’ın her yerindeki işçilerden ve topluluklardan destek gördüler. Bu dayanışma, işçiler ve ailelerinin şimdiye kadar devam edebilmesi açısından çok büyük bir öneme sahip.
“Bizler, bütün işçileri ve işsizleri ve krizden etkilenen tüm çalışanları Vio Met. işçilerini desteklemeye ve patronlar olmaksızın yapabileceklerine inanmaya çağırıyoruz. Bu mücadeleye katılmaya ve patronlar, bürokratlar olmaksızın, kendi atölyelerinde kendi mücadelelerini doğrudan demokratik süreçlerle örgütlemeye çağırıyoruz.”
The post Yunanistan’da Anarşist İşçiler Üretime Hazırlanıyor! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post VİOMET Fabrikası 12 Şubat’ta İşçilerin! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Geçtiğimiz Eylül ayında bir dayanışma kervanıyla Yunanistan’daki bir çok şehre uğrayarak, Atina’ya gitmiş ve kooperatifleşmek için hazırladıkları taslağı bakanlığa ulaştırmışlardı. Fakat pek de şaşırtıcı olmayan bir şekilde, geçtiğimiz aylar boyunca bu konuda herhangi bir düzenleme yapılmaması, Vio Met işçileri için bir engele dönüşmedi. Tersine, bildikleri ve şimdiye kadar kullandıkları yöntemi uyguladılar: Öz-örgütlülük ve dayanışma. Geçtiğimiz günlerde bir dayanışma çağrısı yapan Vio Met bu kez kervanı tersine çağırdı. 11 Şubat günü Yunanistan’ın bir çok şehrinden ve yurtdışından da katılımın gerçekleşeceği bir dayanışma konseri gerçekleşecek ve bunun ardından ertesi gün yani 12 Şubat’ta hep birlikte fabrikaya girilecek ve saat 12:00’de bir basın toplantısı gerçekleştirilerek fabrika çalıştırılmaya başlanacak.
Vio met işçilerinin paylaştığı bildiri:
VIOMET mücadelenin tarihi…
Viomihaniki Metaleftiki (VİOMET), Selanik’te inşaat malzemeleri üreten bir fabrikadır. 2011’de iflas edip, kredi borçlarını VİOMET’e devreden Filkeram & Johnson şirketinin, ikincil şirketidir. İşverenler, öncelikle işçilerin maaşlarını ve hak ettikleri ikramiyeleri geciktirmeye başlarlar; Mayıs 2011’de ise bütün işçi ödemeleri askıya alınır. İşçiler, el konulan maaşlarını alma hedefiyle greve geçerler, patronlar da bunun üzerine fabrikayı terk ederler. VİOMET işçileri kendilerini, bugünlerde sıkça rastladığımız bir biçimde boşlukta bulurlar:
Çalışıyor görünüyorlar fakat maaşlarını alamıyorlar; işsizlik yardımını alabilecek durumda da değiller, çünkü aynı şekilde, resmi olarak bir işleri var! Diğer yandan VİOMET işçileri, fabrikanın ürünlerinin büyük talep gördüğünün de farkındalar…
İşçiler kendilerine dönüp, kendi evlerinde yalnızlık içinde işsizlik kabusuna kapılacaklarına; sendikalarına yönelip, örgütleniyorlar. Ekonomik açıdan en zor durumda olanları desteklemek için bir yardım fonu oluşturmuş durumdalar ve gece gündüz fabrikada kalıp, değişen vardiyalarla orada bulunan üretim makinelerini koruyorlar. İşçiler kendi sendikalarını, gerçek temel bir sendika gibi yürütüyorlar. Sık sık genel toplantılar gerçekleştirerek, kararları herkesin eşit düzeyde katılımı sonucu almaya çalışıyorlar. İşçilerin kendi yazılarına göre de “Sponsorsuz, işçi mücadelesini kendi yararları için kullanıp yöneten; işçileri terörize edip, mücadelelerini kontrollü yenilgilere sürükleyen, parti veya çeşit çeşit babalardan uzak!”.
İşçiler toplantılarında, içinde oldukları durumdan çıkış yolları üzerine yoğunlaştılar. Sorularına cevapları, daha önce kendileri gibi aynı durumları yaşamış başka işçi deneyimlerinde ve işçi hareketlerinde aradılar; ilhamı da yine krizi yaşamış Arjantin’in, fabrika işgallerinden edindiler. Fikir şekilleniyor; “Onlar yapamıyorsa, biz yaparız!”, nasılsa patronlar hep kârdan yararlandı, fabrikayı işletenler ise hep işçiler oldu.
Sonunda, iki milyonluk işsizler ordusuna katılmayı reddedip, patronlardan terk edilmiş fabrikayı kooperatif şeklinde yürütmeye karar verdiler. Bu karar genel toplantıda işçilerin 98% oyuyla alındı. Kooperatife katılma kararını alanlara, hisseler eşit şekilde dağıtılacak, kooperatife katılmak istemeyenler ise işine fabrika kapanmadan önce imzalanmış sözleşmelerine göre devam edeceklerdir. Genel işçi toplantısı ise, fabrikanın nasıl yürütüleceğine karar verecektir.
Temmuz 2012’de, Selanik’te VİOMET mücadelesine yönelik işçi, işsiz ve öğrencilerden oluşan dayanışma ve destek girişimi, bu şekilde kuruldu. Bu girişimin temel rolü; VİOMET sendikasıyla bir arada çalışıp, VİOMET’in taleplerinin ve amaçlarının gerçekleşmesini, mücadelenin daha geniş alana duyurulmasını ve yayılmasını sağlamaktır. Bu çerçeve içerisinde, yazdan itibaren bugüne kadar, Selanik kitlesi, bildirilerle, radyo işgalleriyle, basın açıklamalarıyla, mikrofon duyurularıyla, geniş bir şekilde konu hakkında çalışma yürüttü.
Zamanla Yunanistan’ın farklı şehirlerinde de VİOMET’e destek amaçlı olarak, benzer girişimler kuruldu. Yurt dışından bile işçilere ekonomik destekler gelmeye başladı: Viyana, Roma, Madrid, Budapeşte, Melbörn, Kopenhag destek sunan şehirlerden sadece bazıları. Bu çerçevede Eylül 2012’de, Aleksandropolis’den Atina’ya kadar bir Mücadele Kervanı Yunanistan’ı gezdi ve her durağında da çeşitli etkinliklerde yer aldı. Kervanın amacı, VİOMET’in aşağıdaki taleplerini ve içeriği bildirilmekti:
Fabrikalar işçilerin ellerinde. Bütün işyerlerinde öz-yönetim! Üretim araçları, toplumun zenginliğini üretenlerin ellerine geçsin! Fabrikalardan en küçük işletmelere kadar, en küçük işletmelerden tarlalara kadar, işçiler öz-yönetim silahıyla üretim prosedürlerini ellerine alıp, toplumun yararına göre yönetsinler. ViOMET mücadelesi, işçilerin patronsuz yapabildiklerini ve becerebildiklerini gösterecektir.
Mücadele işçilerin ellerinde. Bugün, her zamankinden daha çok, işçi sınıfı mücadelesinin yaratılması ve desteklenmesi gereklidir. Bu mücadelelerin, VİOMET gibi, tek yönetim araçları genel toplantıları olmalıdır. Bu toplantılarda doğrudan demokrasiyle, bürokrasi ve atama mantığından uzak kararlar alınacak.
Bu mücadele, her birimizin mücadelesi olsun. Yunanistan’daki tüm işçiler, süren genel grevle, yerel ve yabancı sermayenin hayatlarımıza getirdiği fakirliği ve yoksulluğu çökertelim. Bütün şirket ve fabrikalar greve katılsın. Süren genel grevle işçi sınıfı kendi gücünü hissedip memorandumları, troykayı, işçileri çökerten kanunları, hükümetleri ve patronları süpürsün.
Koşullar olgunlaşmışken, VİOMET mücadelesi her yerde duyulmuşken, dayanışma haraketi olağanüstü büyümüşken, artık işçilerin fabrikaya girme, makineleri çalıştırma zamanı gelmiştir. İşçilerin kararına göre bu girişim, 12 Şubat 2013 tarihinde gerçekleşecektir. Ayrıca fabrika açılışı çerçevesinde bu defa “Ters Kervan” organize edilmektedir. Bu kervan için Yunanistan’ın her yerinden dayanışmacılar, VİOMET’e desteklerini sunmak için, Selanik’e gelecekler. Fabrika açılışından bir gün önce büyük bir gösteri ve konser gerçekleştirilecek. Ertesi gün işgal altına alınmış fabrikadan basın açıklaması yapılacak ve sonra da üretim başlamış olacaktır.
VİOMET işçilerinin mücadelesi sadece inşaat sektörü işçileri için önemli değildir. Her gün işsizlik tehdidi altında olan, işini kaybetmiş olan, patron yararı için esnek çalışmak zorunda kalan, maaşlarını alamayan, sigortasız çalışan diğer bütün işçiler için de önemlidir. Sırf patronların dünyadaki ve buradaki işçilere karşı asalak rollerini sorguladığı için değil, kapitalizm krizinin altında her gün daha da çökmekte olan bir topluma tek gerçekçi çıkış yolunu gösterdiği için de önemlidir. VİOMET mücadelesi, işsizlikten ve kapalı iş yerlerinden nasıl kurtulacağımızı gösteriyor: Mücadele yoluyla, patronlara karşı durma yoluyla, üretim araçlarının işçilerin ellerine geçmesi yoluyla gerçekleşecek.
Dayanışma Kervanı Bakanlık Yolunda
The post VİOMET Fabrikası 12 Şubat’ta İşçilerin! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Vio. Met. işçileri işgale hazırlanıyor! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Geçtiğimiz günlerde arabalar ve motorsikletlilerin de katıldığı bir yürüyüş yapan işçiler; ilerleyen günlerde de ise bir dayanışma konseri düzenleyeceklerini duyurdu. Bu konserin ardından ise Vio Met. sendikası, Selanik ve Yunanistan’ın tüm şehirlerinden gelen dayanışma inisiyatifleriyle birlikte 25 Ocak’ta fabrikayı işgal edecek.
Özyönetimi patronsuz bir dünya yaratmada yöntemi olarak tanımlayan ve dayanışma inisiyatifleriyle birlikte fabrikayı ele alarak, çalıştırmayı planlayan Vio. Met. işçilerinin mücadelesini selamlıyoruz.
Selanik VIO.MET İşçileri ile Röportaj: Kooperatifleşmeye Doğru
Selanik’teki Vio. Met. İşçileri Bakanlık Yolunda
The post Vio. Met. işçileri işgale hazırlanıyor! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post “Selanik’ten Geriye… Bir İhtilal Daha Var”- Erdinç Yücel appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Onlar için kooperatif demek, aracıların, bilicilerin ve hazır yiyicilerin aradan çekilmesi demektir. Ve bir aynaya ihtiyaç duyduklarında Arjantin’de, Brezilya’da, İspanya, Almanya ve Sırbistan’da halen yaşanmakta olan özyönetim deneyimlerine bakmaları yetecektir.
“Kendimize kim olduğumuzu hatırlatmak için hepimizin aynalara gereksinimi var.” (Memento)
Siyaset dedikleri sihirli bir değnek… Kimin elinde boy gösterse, insanlara dünyayı onun gözüyle seyrettirmeyi başarıyor. Belki de Arapça köküne inildiğinde “vahşi bir atı sakinleştirme” anlamına ulaşılabildiği içindir. Belki de dünyayı izlemenin tatlı rehavetiyle ona kimin gözünden baktığımız artık önemini yitirdiği içindir. Sahi, kaç zamandır bu tribünde oturduğunu hatırlayan var mı aramızda? Kim olduğunu ve ne istediğini çoktan unutmuş olan bunca insan içinde aynaya bakacak cesareti olan kaç kişi bulabiliriz?
Başka Bir Dünya: Selanik
Bolluk günlerinde her şey an’da kilitlenmiş gibidir. Ezeli bir sükûnetin içinden gelip ebedi bir saadete ulaşan bir an’dır bu… Başka olasılıklara göz kırpmak, başka yollar aramak, başka sularda kulaç atmak kimsenin aklına bile gelmeyecektir… Olan biten her şey, başka türlüsü mümkün olmadığı için yaşanmaktadır zaten. Sonra birden bir şey olur. Bolluk günlerinin ezeli ve ebedi olmadığını bize hatırlatan bir şey… Ve kendimizi sayısız olasılıkla baş başa buluveririz… Tribünden sahaya inip diğer olasılıkları test etmenin zamanı gelmiştir artık… Tıpkı Selanik’te VIO.MET işçilerinin yaptığı gibi…
Fabrika yönetimi 2011 Mayısında krizi bahane ederek üretimi durdurtup ortalıktan toz olur. Ne de olsa dünyada aynı işi çok daha ucuza yaptırabilecekleri aç insanlarla dolu başka ülkeler vardır. Fabrikayı korsanlar gibi buharlaştırırlarsa yaklaşık 50 işçinin ödenmemiş maaşlarının da, yıllarca çalışarak hak ettikleri tazminatların da yükünden kurtulmuş olacaklardır. Her şeyi düşünmüşlerdir ama işçilerin tribünden sahaya inebilecekleri gelmemiştir akıllarına. Ve akla gelmeyen başa gelir. Çünkü bolluk günlerinin sonunda her zaman başka olasılıklara açılan kapılar vardır.
VIO.MET işçilerinden 38’i, patronun fabrikadaki stoku ve makineleri kaçırmasını engellemek için fabrikada nöbet tutmaya başlarlar. Resmi olarak işsiz sayılmamaktadırlar fakat işleri yoktur. Toplanırlar, düşünürler, konuşurlar… Başka olasılıkların varlığını hatırlayacak kadar köşeye sıkışmışlardır artık. Böylece oy birliğiyle fabrikayı özyönetim esaslarına göre işler hale getirmeye karar verirler. Kooperatifleşecek ve patronlar için değil, kendileri için üretime başlayacaklardır. Çünkü onlar için kooperatif demek, aracıların, bilicilerin ve hazır yiyicilerin aradan çekilmesi demektir. Ve bir aynaya ihtiyaç duyduklarında Arjantin’de, Brezilya’da, İspanya, Almanya ve Sırbistan’da halen yaşanmakta olan özyönetim deneyimlerine bakmaları yetecektir. Ya da biraz geriye gidip Ege’nin doğusuna da bakabileceklerdir.
On İki’den Geriye
Kenan Paşa’ya soracak olursanız “on iki” düşmanın denize dökülmesi demektir. Onun gibi bir şey en azından… Sıkıyönetim Savcılarının iddianameleri de bunu doğrulayacaktır. İzmir’deki Tariş davasında tutuklanan 135 işçi hakkında “vatan topraklarının bir bölümünü işgal etmek”ten dava açtılarsa bir bildikleri vardır. 12 Eylül’den yedi ay önce devlet, askeri ve polisiyle on bin kişilik silahlı bir gücü seferber ederek Çiğli İplik Fabrikasını “düşman işgali”nden kurtarmasa neler olurdu hiç öğrenemedik… Ama orada yaşananların Yeni Çeltek’le bir ilgisi olduğunu da dönemin gazete arşivlerinden okumuş bulunduk.
Evet Yeni Çeltek! Peki neydi Yeni Çeltek ?
Türkiye Şeker Fabrikaları 1955’te Amasya Suluova’da bir şeker fabrikası açar. Suluova’da pancar vardır. Pancar’ı işleyip şekere dönüştürmek için gereken enerjiyi sağlayacak kömür yatakları da vardır. Böylece Yeni Çeltek maden ocağı da Suluova’da açılır. Köylüden pancar yok pahasına alınacak, madende kömür, işçilerin ölesiye çalışmasıyla elde edilecek, ve bu acımasız çark dönerken memleketin en ucuz şekeri imal edilecektir. Çarkın güvenli biçimde işlemesi için de silahlı külahlı gangster sendikacıların ağzına bir parmak bal çalınacaktır. Her şey 1920’lerin Amerikasındaki gibi başlar ama aynı yılların İtalyasındaki gibi sonuçlanır. 1974 – 80 arası kocaman bir dalgaya dönüşen halk hareketi kendisine yeni yollar, yeni kollar, yeni kanallar açarak ilerler. Dünyadaki farklı deneyimlerin bilgisine derinlemesine sahip bir hareket değildir bu. Ama hareket halindeki topluluklar başka olasılıkları görmeye meyyal olurlar. Yeni Çeltek’te de olan budur. Önce gangster sendikacıların tekeline son verirler. Devrimci çevrelere kapılarını açarlar. Devrimci komiteler, sendikalar, inisiyatifler kurulur. Yerden biter gibi adeta… Çünkü harekette bereket vardır. Çünkü hareket halindeki toplulukların “tehlikelere” odaklandığı pek görülmemiştir. Politik “doğrular” değil, akacak kanallar önemlidir. Yeni Çeltek’te de Yeraltı Maden İş sendikası örgütlenir. Yine de koşulları değiştirmek zordur. Gangster sendikacılar ellerinden kayıp giden iktidarı yeniden ele geçirmek için kan dökerler. Ama topluluklar bir yerde harekete geçtilerse, kurbanlık olmaktan hoşlanmadıkları içindir. Gangster sendikacıların da kanı dökülecektir bu durumda. Çünkü “düşman, kendi kanını görene kadar korkunçtur!” 1976’da Suluova’nın Halk Komiteleri vardır, işçilerle profesyonel sendikacılar arasındaki hiyerarşiyi ortadan kaldıran bir örgütlenme vardır, insanların öz savunmanın meşruiyetine duyduğu güven vardır. Bunlar varken işçiler kendi taleplerini işverene “dayatabilme” gücüne de sahiptir. Yüzlerce işçinin 23 günlük başarılı grevi örgütlü direnişin nelere kadir olduğunu bütün Suluova’ya gösterir.
1980’e gelindiğinde vahşi çalışma koşulları bir ölçüde ortadan kalkmıştır. üretimde verimlilik yüksektir ancak işveren maliyeti de yüksek bulmaktadır. Hal böyleyken ocakların kapatılmasına karar verirler. Bütün Suluova’nın ve çevre ilçelerin desteğini alan işçiler ise grevle yanıtlarlar bu kararı. Ama işlerin durdurulduğu bir grev değildir bu. İşçiler ocaklara inmeye devam ederler. Artık işveren için değil, kendileri için kazma sallamaktadırlar. Söz yalnızca onlardadır. Ve buna dostlar arasında özyönetim denmektedir. Tıpkı 1977’de Aşkale’de, 1970’te Günterm Kazan Fabrikası’nda ve 1969’da Alpagut’ta olduğu gibi…
Yeni Çeltek’teki özyönetim macerası “on iki”de son bulur. Parlamenter “demokrasi” balkabağına dönüşür. Fareler ve insanlar baş başa kaldığında Suluova’nın 689 evladına Dev-Yol üyesi olmak suçlamasıyla dava açılır. Bunlardan 64’ünün idamı istenir…
Köke Ulaşmak: Hikâyenin Başlangıcı
Çorum’un leblebisinden başka bir de Alpagut’u vardır. Hatta önce Alpagut’u vardır ki bunu bilmemek ne olduğumuzu ve aslında kim olabileceğimizi de bilmemek anlamına gelir.
Alpagut’ta 1942’de kurulan maden ocakları zamanla bölge halkının tek geçim kaynağı olmuştur. Ağır çalışma koşullarına ve kuş kadar ücretlere onca yıl katlanan madenciler, 1969’a gelindiğinde açlıkla baş başa kalırlar. İki buçuk aydır maaşları ödenmediği gibi ne zaman ödeneceği da söylenmemektedir. Bölge tarıma elverişli değildir. Neredeyse tüm araziler maden işletmesi için istimlâk edilmiştir. Bölge insanının, yaşamak için ocaklarda heder olmaktan başka bir seçeneği de yoktur. 13 Haziran 1969’a gelindiğinde tam 73 gündür ücretlerini alamayan 950 işçi; “Biz unutulduk. Öyleyse biz kendimizi düşünelim” diyerek ocağı işgal ederler. Kendi deyişleriyle “yönetime artık işçiler el koy”muşlardır.
Sonrası bu 950 işçiden 786’sının sonuna kadar sürdürdüğü 35 günlük bir “ihtilal” hikâyesidir. İşçiler, adına “ihtilal konseyi” dedikleri bir öz örgütlenme kurarlar. “Öncü” partileri, profesyonel “rehber”leri, liderleri yoktur. Konsey bütün işçilerin ortak kararıyla, konsensusla seçilmiştir. Konsey, bütün işçilerin dahil ve eşit söz (oy) hakkına sahip olduğu işçi genel kuruluna bağlıdır ve olağanüstü toplantılar dışında her hafta toplanan genel kurula hesap vermektedir. Hiyerarşik işbölümü kaldırılmıştır. İşçiler sekizer saatlik üç vardiya halinde çalışacaktır. İşgalin güvenliği, işçiler, eşleri ve çocukları tarafından ortaklaşa sağlanmaktadır. Üretilen kömürün satışını da “ihtilal konseyi” üstlenmiştir. Aracıların ve profesyonel işbölümünün ortadan kaldırılması demek, daha yüksek verimlilik, daha ucuz kömür, daha insani çalışma şartları ve daha çok ücret demekti. (Evet Alpagut aynasına bakmadan önce, anarşinin belirsiz bir gelecekte değil, hemen şimdi aslında sana ne önerdiği hakkında bir fikrin yoktu değil mi itiraf et.)
“İhtilal”in ikinci ve üçüncü haftasında üretim yüzde elli artmıştı. Maazallah devlet otoritesinin bu şekilde sarsılması başka yerler için de örnek olabilirdi. 17 Temmuz günü madeni kuşatan jandarma “ihtilal”e son verdi. Sonrasında her şey “normal”e döndü ve işçilerin beş aylık pasif direnişi sonucu yeniden işe dönecek olan 13 kişi işten atıldı.
Köke dönüş derken kasıt Alpagut aynası değildi elbet. 1956 ‘da Macaristan’da ortaya çıkan işçi konseyleri, 1936’dan 1939’a kadar İspanyol devrimine damgasını vuran anarşist kır komünleri ve işçi komiteleri, 1920’lerde İtalya’da ortaya çıkan (anarşistlerin ve komünistlerin etkin olduğu fabrika konseyleri, 1923’te cumhuriyetin ilanından hemen önce İstanbul’da iş yerini işgal ederek denetimi ele geçiren mürettiplerin direnişi, Rusya’da yenilgiye uğrayan 1905 devrimi sırasında işçiler tarafından kurulan ve 1917 Şubat devrimi sırasında dört bir yanda yeniden boy gösteren sovyetler ve elbette 1871 Paris Komünü…
Hep geriye gitmenin mümkün olduğu bu yolculukta hiçbir deneyimin bize “eksiksiz” ve “olgun” bir model sunmadığı söylenebilir elbette. Ama zaten varlık nedeni yalan söylemek olan siyaset erbabından başka kim kusursuz bir tıraş deneyimi vaat edebilir ki bize?
Ve en başta söylendiği gibi… Siyaset dedikleri sihirli bir değnek… Kimin elinde boy gösterse, insanlara dünyayı onun gözüyle seyrettirmeyi başarıyor. Oysa bir de toplumsal devrim ihtimali var. Orada eller senin ellerin, gözler senin gözlerin ve diğer her şey herkesindir. Çünkü hayatlarımızdan başka sahip olabileceğimiz hiçbir şey yoktur gerçekte ve sistem denilen bu dipsiz kuyu bize hayatlarımızdan başka her şeye sahip olabileceğimizi söyler. Ve biz, ezeli bir sükûnetin içinden gelip, ebedi bir saadete ulaşan bir an’ın içinde olduğumuz zannıyla bolluk günlerinin sona ermemesini dileriz.
“Gözlerinizi kapattığınız zaman dünya yok olmuyor değil mi?” (Memento)
Erdinç Yücel
[email protected]
The post “Selanik’ten Geriye… Bir İhtilal Daha Var”- Erdinç Yücel appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>