The post Bolşevikler İktidarda: Anarşistler ile Bolşevikler Arasındaki Anlaşmazlıklar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Ekim’den Sonra
Bolşevikler İktidarda- Bolşevikler ile Anarşistler Arasındaki Anlaşmazlıklar
Sosyal Devrim konusundaki iki anlayış, devletçi-merkeziyetçi anlayış ile liberter-federalist anlayış arasındaki mücadele 1917’de Rusya’da eşit bir mücadele değildi.
Devletçi anlayış üstün geldi. Bolşevik hükümet boş tahta yerleşti. Lenin onun tartışmasız reisi oldu. Savaşa son verme, Devrim’in tüm sorunlarına karşı koyma ve onu hakiki Sosyal Devrim yoluna götürme görevi ona ve partisine düştü.
Politik fikir üstün geldi. Kendisini kanıtlaması gereken o oldu. Şimdi de bunları nasıl yaptığını göreceğiz.
Yeni -Bolşevik- hükümet, gerçekte bir aydınlar, Marksist Doktrinciler Hükümeti’ydi. İktidara yerleşip, oradaki emekçileri temsil ettiklerini ve onları sosyalizme doğru götürecek hakiki yolu sadece kendilerinin bildiğini ileri süren Bolşevikler, hükümet etmekten, her şeyden önce emekçi kitlelerin onaylayıp uygulamak durumunda oldukları birtakım kararnameler ve yasalar çıkarmayı anlıyorlardı.
Başlangıçta hükümet ve onun reisi Lenin, emekçi halkın iradesinin sadık uygulayıcıları oldukları, her halükârda kararlarını, davranışlarını ve faaliyetlerini bu halk karşısında haklı çıkarmaya çalıştıkları görüntüsü verdiler. Nitekim örneğin, aldıkları ilk önlemler, acil barışa doğru ilk adım (28 Ekim 1917 kararnamesi) ve toprağı köylülere veren kararname (26 Ekim), hükümeti onaylayan Sovyetler Kongresi tarafından kabul edildi. Nitekim Lenin bu yasaları hem halk, hem de devrimci çevreler tarafından hoşnutlukla karşılanacağını önceden biliyordu. Özünde bunlar mevcut durumunun onaylanmasından ibaretti.
Aynı biçimde Lenin (Ocak 1918’de) Kurucu Meclis’in feshini de Sovyetler Konseyi önünde haklı çıkarmayı gerekli gördü.
Devrimin ilklerden biri olan bu icraat birkaç ayrıntılı bilgiyi hak ediyor.
KURUCU MECLİSİN FESHİ. – Okur, anarşistlerin, sosyal ve devrimci anlayışlarının bütünüyle tam bir uygunluk içinde, Kurucu Meclisin karşı çıktıklarını biliyor.
Petrograd merkezli haftalık yayın organlarındaki başyazıda bakış açılarını nasıl geliştirdiklerine bir bakalım (Golos Truda, 18 Kasım-1 Aralık 1917 tarihli sayı: 19):
İşçi, köylü, asker, bahriyeli yoldaşlar ve tüm emekçiler. Kurucu Meclis seçimlerinin tam ortasındayız. Pek olasıdır ki kısa süre sonra Kurucu Meclis toplanacak ve oturumlarına başlayacak. Bolşevikler de dahil, tüm politik partiler Devrimin, ülkenin ve emekçi halkın bundan sonraki akıbetini bu merkezi organın ellerine bırakıyorlar. Bu koşullarda sizi iki olası tehlikeye karşı uyarmak bizim görevimizdir.
Birinci tehlike: Bolşeviklerin Kurucu Meclis’te güçlü bir çoğunluk elde edememesi (veya hatta azınlıkta kalmaları).
Bu durumda, Kurucu Meclis yine kararsız, alacalı bulacalı, sosyal-burjuva bir politik kurum olacaktır. Tıpkı Moskova “Devlet Konferansı’’, Petrograd “Demokratik Konferansı’’, “Geçici Cumhuriyet Konseyi’’ vb. tarzında saçma bir gevezeler meclisi olacaktır. Boş tartışmalar ve çatışmalar içine batıp gidecektir. Hakiki devrimi frenleyecektir.
Bu tehlikeyi abartmak istemiyorsak bunun biricik nedeni bu durumda kitlelerin elde silahlarıyla Devrim’i bir kez daha kurtarıp onu ileriye, doğru yola iteceklerini ummamızdır.
Ancak, bu tehlike konusunda şunu söylemeliyiz ki, emekçi kitlelerin bu türden yeni bir telaşa kesinlikle gereksinimi yoktur. Kitleler bunu es geçebilirler ve geçmelidirler. Aptalca bir kurumu yaratıp sürdürmek için harcanacak enerji ve para ne işe yarayacak? (Bu arada da emekçilerin Devrimi bir kez daha duraklayacak!) “Devrimi (bilmem kaçıncı kez) kurtarmak’’ ve onu bir “ölü nokta’’dan çıkarmak için bu aptalca ve zararlı kurumla daha sonra mücadele etmek için yeniden güç ve kan harcamanın ne gibi bir yararı olacak? Bu güçler ve çabalar Devrimin, halkın ve ülkenin yüksek yararına, emekçi kitleleri doğrudan bir biçimde ve bizzat tabanda köylerde, kentlerde, işletmeleri vb. örgütlemeye; bu örgütleri politika veya şu veya bu partiye üyelik temelinde değil, emek temelinde, doğal ve dolaysız bir biçimde, özgür köy ve kent komünleri ve federasyonları halinde birbirine bağlamaya, sonuçta birtakım bölgesel birleşmelere vb. ulaştırmaya harcanabilir. Bu güçler ve çabalar, işletmelere ve hammadde ve yakıt tedarikini acilen ve enerjik bir biçimde örgütlemeye, iletişim yollarını iyileştirmeye, mübadeleleri ve genel olarak yeni ekonominin bütününü düzenlemeye, nihayet gericiliğin kalıntılarına (özellikle Güneyde son derece tehlikeli Kaledin hareketine) karşı doğrudan bir mücadele yürütmeye ayrılabilir.
İkinci tehlike: Bolşeviklerin Kurucu Meclis’te güçlü bir çoğunluğa sahip olmaları.
Bu durumda, “muhalefet’’in kolayca üstünden gelip herhangi bir zorlukla karşılaşmaksızın onu ezdikten sonra Bolşevikler, katı ve sağlam bir biçimde ülkenin ve durumunun yasal efendileri, “nüfusun çoğunluğu’’ tarafından açıkça kabul edilmiş efendileri haline geleceklerdir. Bolşeviklerin Kurucu Meclis’le elde etmeyi bekledikleri tam da budur. Ona bu nedenle gerek duyuyorlar. Kurucu Meclis onların iktidarını pekiştirmek ve “yasallaştırmak’’ durumundadır.
Yoldaşlar bu tehlike birincisinden daha önemli, daha ciddidir.
Uyanık olun!
İktidarları pekişip yasallaşınca, sosyal-demokrat, politikacı, devletçi, yani merkeziyetçi ve otoriter politikacılar olan Bolşevikler ülkenin ve halkın yaşamını, merkezden dayatılan hükümetsel diktatoryal araçlarla düzenlemeye başlayacaklardır. Sovyetler ve diğer yerel örgütleriniz adım adım merkezi hükümetin iradesini uygulayan basit organlar haline gelecektir. Emekçi kitlelerin normal yapıcı emeği yerine, aşağıdan özgürce bir birleşme yerine, yukarıdan hareket edecek ve demir yumruğuyla her şeyi ezmeye başlayacak otoriter, politik ve devletçi bir aygıtın oluşumuna tanık olunacaktır. Sovyetler ve diğer organlar boyun eğecek ve uygulayacaktır. Buna “disiplin’’ adı verilecektir. “Lanet olsun merkezi iktidarla mutabık olmayana ve ona boyun eğmeyi yararlı görmeyene!” Nüfusun “genel onayı’’ndan güç alan bu iktidar onları tabi olmaya zorlayacaktır.
Uyanık olun yoldaşlar! Gözlerinizi dört açın ve hatırlayın.
Bolşeviklerin iktidarı kesin ve konumları sağlam hale geldikçe, eylemleri gitgide daha otoriter bir yola girecek, yani politik ve merkezi iktidarlarının gerçekleşmesi ve savunulması daha net ve kesin hale gelecektir. Yerel örgütlere ve Sovyetlere gitgide daha kesin emirler vermeye başlayacaklardır. Direniş halinde silahlı kuvvet kullanmaktan geri durmaksızın, istedikleri politikayı yukarıdan yürütmeye koyulacaklardır.
Başarıları pekiştikçe bu tehlike daha kesin hale gelecektir, zira eylemleri çok daha emin ve katı olacaktır. Her yeni başarı -göreceksiniz!- başlarını daha da döndürecektir. Başarılarındaki her yeni gün, hakiki Devrim’i bu büyük tehlikeye daha çok yaklaştıracaktır. Başarılarının birikmesi tehlikenin ciddileşmesi anlamına gelecektir.
Nitekim bunu daha şimdiden fark edebilirsiniz.
Yeni otoritenin son emirlerini ve düzenlemelerini dikkatli bir biçimde inceleyin. Daha şimdiden, Bolşevik seçkinlerin, kendini dayatan merkez aracılığıyla politik ve otoriter bir tarzda halkın yaşamını düzenleme eğilimlerinin net bir biçimde farkına varabilirsiniz. Daha şimdiden seçkinler ülkeye kesin emirler veriyorlar. Daha şimdiden, “Bütün İktidar Sovyetlere’’ sloganını, iktidar Petrograd’daki merkezi otoriteye, Sovyetlerin ve diğer yerel organların basit birer yürütücü organ halinde tabi olması gereken otoriteye, biçiminde kavradıkları görülüyor.
Bunlar Bolşevik seçkinlerin henüz kitlelere bağımlılıklarını güçlü bir biçimde hissettikleri ve elbette onlarda düş kırıklığı yaratmaktan çekindikleri şu anda, başarıları henüz güvence altında olmayıp bütünüyle kitlelerin onlara karşı tutumuna bağlı olduğu şu anda oluyor. Başarıları gerçekleşmiş bir olgu haline geldiğinde ve kitleler onları coşkulu ve sağlam bir güvenle çevirdiklerinde daha neler olacak?
İşçi, köylü ve asker yoldaşlar! Bu tehlikeyi hiçbir zaman gözden kaçırmayın!
Yeni Otorite’nin, yeni efendinin, merkezi devletin ve sahtekârların, politik parti ve şeflerinin şiddetine ve boyunduruğuna karşı bulunduğunuz her yerde hakiki Devrim’i ve örgütlerinizin ve eyleminizin gerçek özgürlüğünü savunmaya hazır olun.
Bolşeviklerin başarılarının -bu başarılar onların başlarını döndürüp onları birer sahtekâr haline dönüştürdüğü takdirde- kendilerinin mezarı haline geleceği tarzda hareket etmeye hazır olun.
Yalnızca bizzat sizin özgür yerel örgütleriniz ve onların federasyonları aracılığıyla yeni hayatınızı kurmak ve yaratmak zorunda olduğunuzu ve bunu yalnızca bizzat kendinizin yapabileceğini unutmayın!
Bolşevikler size sık sık aynı şeyi söylüyorlar. Elbette son tahlilde söyledikleri gibi davranırlarsa ne âlâ!
Ne var ki yoldaşlar, durumların sempatisine ve güvenlerine bağlı tüm yeni efendiler başlangıçta tatlı bir dil kullanırlar. İlk günlerde Kerenski’nin ağzından da bal damlıyordu; kötü kalbi sonradan kendini gösterdi. Sözlere ve söylevlere değil, davranışlara ve edimlere dikkat edip kaydedin. İnsanların size söyledikleri ile yaptıkları arasında en küçük bir çelişkiyi tespit eder etmez, kendinizi korumaya alın!
Sözlere güvenmeyin yoldaşlar!
Sadece edimlere ve olgulara güvenin!
Kurucu Meclise, partilere, onların şeflerine güvenmeyin!
Sadece bizzat siz, yani partiler değil tabandaki yerel örgütleriniz, emekçilerin örgütleri ve daha sonra da doğrudan ve doğal (yerel vb.) birleşmeniz yeni yaşamın kurucuları ve efendileri olmalı, Kurucu Meclis değil, merkezi bir hükümet değil, partiler ve şefler değil!
Aynı haftalık yayın organının bir başka makalesinde (2-15 Aralık 1917 tarihli sayı 21, “Kurucu Meclisin Yerine’’) anarşistler şöyle diyordu:
Herkesin bildiği gibi biz anarşistler, Kurucu Meclis’i yalnızca yararsız değil, ama Devrim davasına açıkça zararlı görerek ona karşı çıkıyoruz. Ne var ki bakış açımızı belirleyen nedenlerin farkına varanlar henüz pek az sayıda. Oysa esas olan tam da budur: Bizim Kurucu Meclis’e yalnızca karşı çıkış olgumuz değil, bizi bunu yapmaya götüren nedenlerdir.
Kurucu Meclis’i kapris, sabit fikir veya karşı çıkmış olma anlayışıyla reddetmiyoruz. Zaten onu “kayıtsız şartsız’’ reddetmekle kalmıyoruz: Bu redde tamamen mantıksal bir tarzda varıyoruz.
Gerçekten de Sosyal Devrim döneminde emekçiler için önemli olanın yeni yaşamı, yukarıdan, otoriter bir politik merkez aracılığıyla değil; aşağıdan, bizzat ve dolaysız ekonomik organlarının yardımıyla tertip edebilir olmaları olarak görüyoruz.
Kurucu Meclis’i reddediyoruz, zira onun yerine bambaşka bir “kurucu’’ kurum, doğal bir biçimde, aşağıdan birleşmiş bir emek organizması koyuyoruz. Dolayısıyla, Kurucu Meclis’i reddediyoruz zira onun yerine başka bir şey öneriyoruz. Bu diğer şeyin Kurucu Meclis tarafından rahatsız edilmesini istemiyoruz.
Bolşevikler bir yandan emekçilerin doğrudan ve sınıfsal örgütlenmesini (Sovyetler, vb.) kabul ediyorlar, ama diğer yandan Kurucu Meclis’i, bu aptalca ve yararsız organizmayı koruyorlar.
Bu ikiliği çelişkili, zararlı, alabildiğine tehlikeli görüyoruz. Bu Bolşeviklerin, gerçek sosyal-demokratlar olarak, “politika’’ ve “ekonomi’’, “otorite’’ ve otoritesizlik, “parti’’ ve “sınıf’’ sorunlarında genel olarak bocalamalarının kaçınılmaz sonucudur. Ölü önyargıları kesin ve tam olarak reddetmeyi göze alamıyorlar, zira bu onlar için yüzme bilmeden denize atlamak anlamına gelecektir.
Çelişkiler içinde bocalamak, bir proleter Devrim sırasında ana ödevlerini iktidarın örgütlenişi olarak gören insanlar için kaçınılmazdır! Bu “iktidar örgütlenişi’’ni reddediyoruz, zira tam da onun yerine “Devrim’in örgütlenişi’’ni koyuyoruz. “İktidarın örgütlenişi’’ mantıksal olarak Kurucu Meclis’e varıyor.
“Devrim’in örgütlenişi’’ de mantıksal olarak başka bir kurtuluşa varıyor; bu kurtuluşta Kurucu Meclis’e yer yok, bu kurtuluşta Kurucu Meclis ket vurucu. İşte Kurucu Meclis’i bu nedenlerle reddediyoruz.
Bolşevikler, ta başından ona egemen olmak veya çoğunluğu Bolşevik olmazsa (o ortamda olanaklı bir şey olan) dağıtmak kararıyla Kurucu Meclis’i toplamayı tercih ettiler.
Dolayısıyla Kurucu Meclis Ocak 1918’de toplandı. Üç aydır iktidarda olan Bolşevik Parti’nin tüm çabalarına rağmen Meclis çoğunluğu Bolşevik karşıtı oldu. Bu sonuç anarşistlerin kaygılarını tamamen haklı çıkardı. “Emekçiler, diyordu anarşistler, politik komedilerle uğraşmaksızın, ekonomik ve sosyal kuruluş işlerini sükûnet içinde sürdürürlerse, nüfusun büyük çoğunluğu, başka bir törene gerek olmaksızın sonuçta onları izleyecektir. Oysa şimdi sırtta bu yararsız iş taşınıyor…’’
Yine de ve “çalışmaları’’ donuk ve genel bir kayıtsızlık atmosferinde (herkes, gerçekten de, bu kurumun yararsızlığını ve kırılganlığını görüyordu) devam eden bu Kurucu Meclis’in çarpıcı yararsızlığına rağmen, Bolşevik hükümet onu dağıtmakta tereddüt gösteriyordu.
Kurucu Meclis’in, nihayet dağıtılması için bir anarşistin neredeyse tamamen rastlantısal bir müdahalesi gerekti. Pek bilinmeyen bu tarihsel olay şöyle oldu.
Tarihin cilvesi, gerçekten de bir anarşistin, bir Kronştadt bahriyelisinin, Anatoliy Jelezniyakov’un Bolşevik hükümet tarafından Kurucu Meclis merkezinin muhafız birliğinin başına atanmasını istedi.
Günlerdir, Kurucu Meclis’te politik parti önderlerinin hiçbir yararı olmayan, gece yarılarına kadar bitmek bilmez söylevleri, muhafız birliğini yoruyor ve umutsuzluğa sevk ediyordu.
Bir gece, Bolşevikler ve Sol Sosyalist-Devrimciler sağın temsilcilerine yönelik gözdağı veren bir açıklamadan sonra durumu terk ettiklerinde ve söylevler birbirini izlerken birliğin başındaki Jelezniyakov görüşmelerin sürdüğü salona girdi, başkanlık koltuğuna yaklaşarak başkana (sağ Sosyalist-Devrimci V. Çernov’a) şöyle dedi: “Oturumu kapatın, lütfen, adamlarım yoruldu!’’
Sarsılan, öfkelenen başkan protesto etti: “Size muhafız birliğinin yorulduğunu söylüyorum’’, diye ısrar etti Jelezniyakov. “Sizden toplantı salonunu terk etmenizi rica ediyorum. Zaten bu gevezeler meclisinden gına geldi! Yeterince gevezelik ettiniz! Haydi çıkın!’’
Kurucu Meclis bunu yerine getirdi.
Bolşevik hükümet bu olaydan yararlanarak Kurucu Meclis merkezini askeri olarak işgal etti ve ertesi gün fesih kararnamesini yayınladı. Ülke kayıtsız kaldı. Daha sonra hükümet bu edimi Sovyetler Yürütme Konseyi önünde haklı gösterdi. Dolayısıyla her şey “hükümet’’in iradesini, ilk kez, “yönetilenler’’in, yeni halkın iradesiyle çelişkiye düştüğü güne kadar “uygun biçimde’’ ilerledi. O zaman da her şey değişti. Bu Şubat 1918’de Alman taarruzu vesilesiyle meydana geldi.
BREST-LİTOVSK BARIŞI.- Ekim Devrimi’nin ertesinde Rusya’ya karşı savaşan Alman kumandanlığı tereddüt ediyor, olayların gelişimini bekliyor ve doğan durumdan en çok yararı sağlama manevraları yürütüyordu.
Şubat 1918’de, kendini hazır hisseden Alman kumandanlığı kararını verdi ve devrimci Rusya’ya karşı bir taarruz başlattı.
Tutum almak gerekiyordu. Rus ordusu savaşamayacak halde olduğundan her türlü direniş olanaksızdı. Duruma bir çözüm bulunması gerekiyordu. Bu çözüm, aynı zamanda, Devrim’in ilk sorununu, savaş sorununu da çözüme kavuşturmalıydı.
Bu durumda olanaklı iki çözüm vardı:
a) Cepheyi terk etmek: Alman ordusunun devrim içindeki muazzam ülkede macera peşinde koşmasına izin vermek; tecrit olmasını kışkırtmak, onu tedarik üslerinden kopartmak, ona karşı bir partizan savaşı yürütmek, onun moralini bozmak, onu parçalamak, vb. böylece Sosyal Devrim’i savunmak amacıyla onu ülkenin derinliklerine çekmek; daha önce 1812’de başarıyla uygulanmış ve Rusya gibi muazzam büyüklükteki bir ülkede her zaman için geçerli kalan çözüm.
b) Alman kumandanlığıyla görüşmelere girişmek. Ona barış teklifinde bulunmak, koşulları ne olursa olsun bunu ele alıp kabul etmek.
Danışılan işçi örgütlerinin, sol Sosyalist-Devrimcilerin, Maksimalistlerin, anarşistlerin hemen hemen tümü birinci çözümden yanaydı. Onlara göre yalnızca bu davranış tarzı Sosyal Devrime yakışırdı; yalnızca bu, generallerinden ve yöneticilerinden bıkmış Alman halkıyla görüşmeye olanak verirdi; yalnızca bu Rusya’daki devrime muazzam bir atılım sağlayabilir ve bunun sonucunda Almanya’da ve başka yerlerde Devrim’in başlaması umudunu verebilirdi. Özcesi, daha önce belirttiğimiz gibi, bu çözümün -bir tür gerçekten etkileyici doğrudan eylem-, verili koşullarda ve Rusya gibi bir ülkede, Devrim’i savunmanın biricik doğru yönetimi olduğu kabul ediliyordu.
Bu konuda Golos Truda’da (24 Şubat 1918 tarihli sayı: 27) Devrimci Anlayış Üzerine başlıklı bir makalede şöyle deniyordu:
İşte Devrim’in belirleyici bir dönemecindeyiz. Öldürücü olabilecek bir kriz kapıda. Çalan saat çarpıcı bir netlikte ve istisnaî bir trajiklikte. Durum nihayet açık. Sorun ivedi olarak çözüme kavuşturulmalıdır. Birkaç saat içinde hükümetin Almanya’yla barış imzalayıp imzalamadığını öğreneceğiz. Rus Devrimi’nin tüm geleceği ve dünya olaylarının bundan sonraki akışı bu güne, bu dakikaya bağlı. Almanya’nın teklif ettiği koşulların ne gizli saklı yanı var ne de itiraz kaydı.
Gerek politik partilerin birçok ünlü üyesinin, gerekse hükümet üyelerinin fikirleri artık biliniyor. Hiçbir yerde görüş birliği yok. Bolşevikler içinde de görüş ayrılıkları var. Sol Sosyalist-Devrimcilerde de. Halk Komiserleri Konseyi’nde de. Petrograd Sovyeti’nde de, Yürütme Konseyinde de. Kitlelerde de, atölyelerde de, fabrikalarda da ve de kışlalarda. Taşranın fikriyse henüz yeterince bilinmiyor…
(Yukarıda söylediğimiz gibi: Gerek sol Sosyalist-Devrimcilerin, gerekse Petrograd’daki ve taşradaki emekçi kitlelerin görüşü, isteyen süreçte Alman generalleriyle barış antlaşması imzalanmasına karşı olarak belirlendi.)
Alman ültimatomunun süresi 48 saattir. Bu koşullarda, istense de istenmese de, kesinlikle hükümet çevrelerinde sorun tartışılacak, karar hızla verilecek. En korkuncu da bu…
Bizim kendi görüşümüze gelince, okurlarımız bunu biliyorlar. Başından itibaren “barış görüşmeleri’’ne karşıyız. Bugün de antlaşma imzalanmasına karşı çıkıyoruz. Bir partizan birliği direnişinin hemen ve aktif örgütlenişinden yanayız. Hükümetin barış talep eden telgrafının iptal edilmesi gerektiğini düşünüyoruz: Meydan okuma kabul edilmeli ve Devrim’in akıbeti doğrudan doğruya ve açık bir biçimde dünya proleterlerinin eline verilmelidir.
Lenin barışın imzalanmasında ısrar ediyor. Aldığımız bilgiler doğruysa, büyük bir çoğunluk onun arkasından gidecek. Antlaşma imzalanacak.
Bu olasılığı aşırı trajik bulmamamıza izin veren, bu Devrim’in nihai yenilmezliğine olan samimi inancımızdır. Ne var ki barışı bu tarzda yapmak, Devrim’i uzun bir zaman içinde güçsüzleştirerek, aşağılayarak, çarpıtarak ona ağır bir darbe indirecektir; buna kesinlikle inanıyoruz.
Lenin’in gerekçelerini, özellikle Devrimci Lafazanlık Üzerine (Pravda no: 31) başlıklı makalesinden gayet iyi biliyoruz. Bu gerekçeler bizi ikna etmedi.
Yazar, bundan sonra Lenin’in gerekçelerinin sıkı bir eleştirisini yapıyor ve bitirirken buna karşı kendi gerekçesini şöyle ortaya koyuyor:
Önerilen barışın kabul edilmesinin Devrim’i yavaşlatacağı, onu aşağılayacağı, uzun süre güçsüz, kansız, renksiz kılacağı kesin kanaatine sahibiz… Barışın kabul edilmesi Devrim’e boyun eğdirecek, diz çöktürecek, onun kanatlarını kesecek, onu yerlerde süründürmek zorunda bırakacak… Zira devrimci anlayış, mücadelenin büyük coşkusu, dünyanın kurtuluşu büyük fikrinin harika uçuşu Devrim’den kopartılıp alınacaktır.
Dünya için ise ışık sönecektir.
Komünist Parti Merkez Komitesinin çoğunluğu, başlangıçta birince çözümden yana tutum aldı. Ne var ki Lenin bu gözü pek karardan korktu. Hakiki bir diktatör olarak, kesin emirlerle ve kulis oyunlarıyla birtakım şefler ve politikacılar tarafından yürütülmediği takdirde kitlelerin hiçbir eylemine güven duymuyordu. Almanların önerdiği barış reddedilirse Devrim için ölüm tehlikesi var olduğunu ileri sürdü. Düzenli bir ordu kurmaya olanak verecek bir “geri çekilme’’ gereğini ilan etti.
Devrim’den bu yana ilk kez Lenin kitlelerin görüşüne ve hatta kendi yoldaşlarının görüşüne meydan okuyordu. Yoldaşlarına, olacaklardan sorumluluk taşımayacağı ve kendi iradesi uygulanmazsa hemen istifa edeceği tehdidinde bulundu. Yoldaşları da, “Devrim’in büyük önderi’’ni kaybetmekten korkuya kapıldılar. Geri adım attılar. Kitlelerin görüşü bile bile ayaklar altına alındı. Barış imzalandı.
Böylece ilk kez “proletarya diktatörlüğü’’, proletaryaya üstün geldi. İlk kez Bolşevik iktidar kitlelere korku salmayı, kendi iradesini onunkinin yerine geçirmeyi, diğerlerinin görüşünü hiçe sayarak kendi başına hareket etmeyi başardı.
Brest-Litovsk barışı emekçi halka Bolşevik hükümet tarafından dayatıldı. Halk, savaşı bambaşka bir tarzda bitirmeyi düşünüyordu. Ne var ki hükümet her şeyi ayarlamayı kendisi üstlendi. Gelişmeleri hızlandırdı, olayları zorladı ve böylece kitlelerin direncini kırdı. Sonuçta onları susturmayı, boyun eğmelerini, zorunlu pasifliklerini sağlamayı başardı.
Bu civcivli saatlerde ünlü Bolşevik N. Buharin (bilahare ünlü Moskova Mahkemeleri sırasında infaz edildi) ile rastlantıyla karşılaşmamı hatırlıyorum. Onunla eskiden, New York’ta tanışmıştık. Rusya’da hiç karşılaşmamıştık. Örgütümüzle ilgili bir iş için gittiğim Smolnıy’deki (o sırada Petrodrag’da Bolşevik hükümetin merkezi) koridorlardan birinden hızla geçerken Buharin’i koridorun bir köşesinde bir grup Bolşevik’in ortasında elini kolunu sallayarak tartışırken fark ettim. Beni tanıdı ve işaret etti. Yanına gittim. Söze herhangi bir giriş yapmaya gerek görmeksizin, heyecanlı bir biçimde barış sorununda Lenin’in tutumundan şikayet etmeye koyuldu. Lenin’le tamamen farklı görüşte olmasına üzülüyordu. Bu noktada, sol Sosyalist-Devrimcilerle, anarşistlerle ve genel olarak kitlelerle tam bir görüş birliği içinde olduğunu vurguladı. Öfkeyle Lenin’in hiçbir şey duymak istemediğini, Lenin’in “başkalarının görüşünü hiçbir biçimde ciddiye almadığını’’, “iradesini ve hatasını herkese dayatmaya çalıştığını ve iktidarı bırakmakla tehdit ederek partiye korku saldığını’’ dile getirdi. Buharin’e göre Lenin’in hatası Devrim bakımından ölümcüldü. Onu korkutan da buydu.
– “Ama”, dedim ona, “Lenin’le aynı fikirde değilseniz, bunu dile getirip ısrar etmeniz gerekir. Zaten yalnız da değilsiniz. Ayrıca tek başına bile olsanız, sanıyorum, Lenin kadar bir görüşe sahip olma, bunu kabul ettirme, yaygınlaştırarak savunma hakkına sahipsiniz.”
– “Yok”, diye kesti sözümü, “böyle düşünmeyin: Bunun ne anlama geleceğini bir tasavvur edin: Lenin’e karşı mücadele etmek? Bu korkunç olur. Bu otomatik olarak benim partiden ihracımı getirir. Bu, tüm geçmişimize, tüm disiplinimize, mücadele yoldaşlarımıza karşı bir başkaldırı anlamına gelir. Partide bir bölünmeye yol açmak, diğer muhalifleri beraberimde götürmek, Lenin’in partisiyle mücadele edecek başka bir parti kurmak zorunda kalırım. Bak dostum, sen beni yeterince tanırsın: Ben parti şefi olacak ve Lenin’e ve Bolşevik Parti’ye savaş açacak güçte miyim? Hayır, kendimizi kandırmayalım. Bende şef olma kumaşı yok. Ayrıca olsaydı bile… Hayır, hayır, yapamam, bunu yapamam.”
Çok duygulanmıştı. Başını ellerinin arasına aldı. Neredeyse ağlayacaktı. Acelem olduğundan ve tartışmayı uzatmanın bir yararı olmayacağını hissederek onu umutsuzluğuyla baş başa bırakıp ayrıldım.
Bilindiği gibi, daha sonra Lenin’in tezine -belki de sadece görünürde- katıldı.
Yeni hükümet ile yönetilen halk arasındaki ciddi görüş ayrılığı bu oldu. Kendini dayatan iktidar lehine çözümlendi.
Bu ilk sahtekârlık oldu. Bu sadece ilk adımdı, ama en zoru. Bundan sonra olaylar “Tek başlarına’’ ilerlemek durumundaydı. Emekçi kitlelerin iradesinin üzerinden bir kez cezalandırılmaksızın atlanınca, eylem inisiyatifi bir kez ele geçirilince, yeni iktidar, Devrim’in etrafına, deyim yerindeyse, bir kement attı. Sonrasında kitleleri peşinden sürüklenmeye mecbur bırakmak ve sonuçta buna alıştırmak için, kitlelere her türlü inisiyatifi onun ellerine bıraktırmak için, kitleleri onun otoritesine tümüyle boyun eğdirmek için ve nihayet tüm Devrim’i bir diktatörlük boyutlarına indirgemek için kemendi sıkması yeterli olacaktı.
Nitekim fiilen de bu oldu. Zira kaçınılmaz olarak her hükümetin tutumu budur. Devletçi, merkeziyetçi, politik ve hükümetsel ilkeye elini sürmeyen her Devrim’in yolu kaçınılmaz olarak budur.
Bu yol bir yokuştur. Bu yokuşa bir kez girildi mi, kayma kendiliğinden olur. Artık onu hiçbir şey durduramaz. Başlarda ne yönetenler, ne de yönetilenler bunun farkına varır. Yönetenler (samimi oldukları sürece) rollerini yerine getirdiklerine ve gerekli, kurtuluşçu bir işi sürdürdüklerine inanırlar. Büyülenmiş, iyice sıkıştırılmış, tabi olmuş yönetilenler izler… Nihayet birinciler ve özellikle de ikinciler hatayı anladıklarında vakit artık çok geçtir. Geri dönmek olanaksızdır. Hatta herhangi bir şeyi değiştirmek bile olanaksızdır. Ölümcül yokuşta aşırı yol alınmıştır. Yönetilenler gözü pek bir biçimde haykırsalar ve bu tehlikeli yokuştan geri döndürmek üzere yönetenlere karşı çıksalar da artık çok geçtir!
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 54. sayısında yayımlanmıştır.
The post Bolşevikler İktidarda: Anarşistler ile Bolşevikler Arasındaki Anlaşmazlıklar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşist Yayınlar Dizisi (16): Rusya’da Anarşist Yayınlar – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Farklı coğrafyalardaki özgürlük mücadeleleri içerisinde gelişmiş anarşist yayıncılık üzerine yaptığımız araştırmanın on altıncı bölümündeyiz. Anarşizm tarihinde yazıları ve mücadeleleriyle hepimizin için belki de en büyük ilham kaynakları olan Mihail Bakunin ve Peter Kropotkin’in doğup büyüdükleri, daha sonrasında Bolşevik Parti tarafından yozlaştırılan ancak ezilenlerin mücadele tarihine hala ışık tutmaya devam eden Rus Devrimi’nin yaşandığı topraklardaki anarşist yayıncılığı inceliyoruz. Devrimin 100. yıl dönümünün konuşulduğu bu günlerde, sosyalist bir devletin sansürüyle baskılanmış anarşist yayıncılığın tarihini anlatmak bizim için tarihsel bir önem taşıyor.
Rusya’da Anarşizm
İşçi hareketinin karakterinde, doğmaya başladığı ilk yıllardan günümüze dek süregelen, biri otoriter diğeri anarşist olmak üzere iki karşıt eğilim olmuştur. Enternasyonal İşçi Birliği’nin içerisinde mücadele eden devrimciler arasında belirginleşen bu ayrışma, daha sonrasında mücadeleyi toplumsallaştırmak adına dünyanın farklı yerlerine dağılan bu insanların bulundukları yerlerdeki örgütlenme biçimlerine ve ideolojilerine doğrudan etki etmiştir.
Tabii ki söz konusu etki bu topraklardaki alışkanlıklar ve yaşam biçimleriyle de paralel bir form kazanır. Yıllarca Obşçina ismini verdikleri dayanışma ilkesine dayanan komünal topluluklarda yaşayan, Mir ismindeki köy konseyleri aracılığıyla kendi yaşamları üzerinde söz sahibi olan bir halkın devrimci geleneği tabii ki anarşizm geleneğiydi.
Ruslardan oluşan ilk anarşist örgüt Uluslararası Kardeşlik örgütünün bir parçası olarak İsviçre’de kuruldu. Rusya’da kurulan ilk örgütler ise 1890’lı yıllarda ortaya çıkmaya başladı.
O dönemde Bakunin, işçi birlikleri ve köy komünlerinden oluşan bir federasyon kurmak için farklı farklı yerlerde isyanlar örgütlüyor, Cenevre’deki Devrimci Rus Anarşistleri Topluluğu’nun Narodnoe Delo (Halkın Davası) isimli gazetesine yazılar yazıyordu. Kropotkin ise sürgündeydi, Khleb i Volya (Ekmek ve İrade) gazetesine yazılar gönderiyordu.
1917 yılına kadarki süreçte anarşistler Rusya ve çevresinde özellikle sendikalar içerisinde örgütlendiler, Şubat Devrimi’ne bu sendikaları ve öz örgütlenmeleriyle katıldılar. Volin ve birçok anarşist, devrimin etkisiyle Rusya’ya döndü. İlk sovyetlerin kuruluşunda yer aldılar. 1918 yılında Harkov’da kurulan Nabat Konfederasyonu’yla birlikte anarşist örgütler bir federasyon çatısı altında birleşmiş oldu.
Bolşeviklerin iktidarı ele geçirdiği dönemden itibaren anarşistlere yönelik büyük bir şiddet dalgası başladı. Sadece 11-12 Nisan baskınlarında 500’den fazla anarşist tutuklandı. 40 kişi yaralandı; birçoğu sürgün edildi, direnenler ise infaz edildi. 1925 yılından sonra Sovyet iktidarının egemen olduğu yerlerde hiçbir anarşist faaliyete izin verilmedi.
Anarşist Yayınlar
Rusya’da anarşist yayıncılığın tarihine bir başlangıç noktası belirlemek güçtür. Kropotkin ve Bakunin’in ilk dönem yazıları biliniyor, kitap formatında ise 1873’te Bakunin’in “Devlet ve Anarşi”si ve birçok broşür basılıp dağıtılmaya başlandı.
1917’ye kadar elden ele dağıtılan yasaklı yayınlar, bu yıldan itibaren devrimci dönüşümün etkisiyle daha rahat dağıtılmaya başlandı. Anarşist yayınlar içerik anlamında geniş bir çeşitliliğe sahipti. 1918 yazında Rusya genelinde 130 bölgede faaliyet yürüten örgütler ve gruplar tarafından çıkarılan 55 gazete ve dergi bulunuyordu. Özellikle Kiev, Kharkov ve Krasnoyarsk’ta geniş bir dağıtım ağı vardı.
Golos Truda (İşçi Sınıfının Sesi)
1911 yılında ABD’de yaşayan göçmen Rus anarşistleri tarafından yayınlanmaya başlayan Golos Truda ilk yıllarında New York’ta Anarko-Sendikalist Propaganda Birliği’nin yayın organı olarak kullanılırken, Rus Devrimi’nin etkisiyle yazar kadrosu politik aftan yararlanarak Petrograd’a gittiğinde politik alanda da kendi ismiyle hareket etmeye başladı. Anarko-sendikalizm; fırıncılar, nehir ulaşım işçileri, dok ve tersane işçileri, posta/telgraf işçileri, metal işçileri, tekstil işçileri, matbaacılar ve demiryolu işçileri arasında önemli bir etkiye sahipti.
Golos Truda, Rusça yayın yapan anarşist yayınlar arasında en geniş okur kitlesine ulaşmış gazetelerden biri olarak sayfalarında bölge anarşizmi üzerinde etkili isimlere yer verdi. G.P. Maksimov, A.M. Shapiro, Anna Vladimirova, N.I. Pavlov, Gregory Rayva gibi isimlerin yazıları düzenli olarak yayınlandı. Amerikalı anarşist çizer Robert Minor’ın toplumsal adaletsizliklere dair çizimleri de gazetenin görsel gücünü artırıyordu.
Golos Truda gazetesi ve yayın kolektifi, 1911 ila 1917 yılları arasında New York, 1917–1918 yılları arasında Petrograd ve 1918 yılında Moskova’da farklı zamanlarda aylık, haftalık ve günlük periyotlarda olmak üzere üç ayrı bölgede yayın yapmış dinamik bir ekibe sahipti. Birkaç yıl Sovyet iktidarının baskısı altında anarşist propagandanın diğer yayın organları gibi el altından dağıtıldıktan sonra 1929 yılında Stalin tarafından yayın hayatına tamamen son verildi.
Volin 1917’de gelecek günleri öngörüyor; “Devlet sosyalistleri, yani merkezi ve otoriter liderliğe inanan insanlar olan Bolşevikler; bir kez kendi güçlerini pekiştirip yasallaştırdıklarında ülkenin hayatını ve halkı tepeden yönetmeye başlayacaklar. Sizin Sovyetleriniz zamanla merkezi hükümetin basit araçları haline gelecek. Kısa süre içinde her türlü muhalefeti demir yumrukla ezecek otoriter bir siyasetin ve devlet aygıtının kurulduğunu göreceksiniz… -Bütün iktidar sovyetlere- sloganı bir süre sonra -bütün iktidar parti önderliğine- sloganına dönüşecek…”
Golos Truda’dan
Nabat
Yayın hayatı boyunca Nabat Anarşist Örgütler Konfederasyonu’nun sesi olan Nabat, Mahnovist hareketin siyasi çizgisini belirginleştirdiği bir yayın organıydı. Nabat’ın yayın ekibinde E. Zaidner-Sadd, Volin, P. Moglia gibi isimler inisiyatif aldı. Nabat’ta Ukrayna’nın Özgür Toprakları’ndan haberler, Anarşist Gençlik Kongresi bildirileri, döneme dair farklı örgütlenmelerin siyasi tartışmaları da içerikte önemli bir yer tutuyordu. Nabat Konfederasyonu’nun dağıtılmasıyla birlikte bu yayın da sona ermiş oldu. Yayın yönetmeni Aaron Baron tutuklandı.
“Biz Ukrayna gençliği, kendimizi çeşitli çevrelerde örgütleyerek, etkili bir üretici çalışma uğrunda birleşmeliyiz. Karşılıklı yardım ve dayanışma -insanlığın ilerlemesinin güçlü motorlarıdır bunlar- adına böyle bir birlik zorunludur. Ve buna ulaşmak için Ukrayna’daki tüm anarşist gençlik gruplarının kongresini toplamalıyız.
Varsın altında toplandığımız kara bayrak, bizleri köleleştirmiş olan eski ve çürümüş tüm kurumların yıkımı ve ölümü anlamına gelsin! Varsın sözlerimizin ve ortak özlemlerimizin gücü, şimdi dağılmış ve devrimci yaratıcılıktan yalıtılmış olan tüm gençliği birleştirsin. Dünya gençliği, devrimci ve kültürel çalışma için birleşelim!”
Nabat’tan
Burevestnik (Fırtına Kuşu)
1917 ve 1918 yılları arasında yayın yapan günlük gazete Burevestnik, kardeş gazetesi Anarhiya (Anarşi) ile birlikte Moskova Anarşistler Federasyonu’nun yayın organı oldu. Maksim Gorki’nin “Fırtına Kuşunun Şarkısı” isimli şiirinden esinlenerek bu ismi aldı. Apollon Karelin, Iosif Bleikhman, Abba Gordin ve V. L. Gordin, A.A. Karelin, Ya Masalski ve Viktor Triuk’un yazılarının yayınlandığı gazetenin yoğunluklu olarak Vyborg, Kronştad, Kolpino ve Obukhovo bölgelerinde olmak üzere 25.000 civarı bir tirajı vardı. Başkentin Petrograd’dan Moskova’ya kaydırılmasıyla Anarhiya ve Burevestnik merkezi yerlerde yayın yapan iki büyük anarşist yayın haline geldi. Gazetenin ideolojik hattını geliştirdikleri Pan-Anarşizm teorisiyle bilinen Gordin kardeşler ve Bakunin takipçilerinin radikal görüşleri belirliyordu.
“Her şeyi kendi ellerine almadığı sürece, şimdiye dek olduğu gibi, köle kalacağını bil. Ancak özel mülkiyeti ortadan kaldırarak, ancak evleri, fabrikaları ve dükkanları kendi eline alarak köleliğin baskısından kurtulacaksın.
Tüm üretim işçilere! Kahrolsun Kurucu Meclis! Kahrolsun Otorite! Yaşasın Anarşist Komün; Barış, Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik!”
Burevestnik’ten
Vol’ nyi Kronstadt ve Svobodnaia Kommuna
Svobodnaia Kommuna, Petrograd Anarşist-Komünistler Federasyonu’nun yayın organıydı ve bölgedeki anarşist eğilimler arasında anarşist-komünizmin temsilcisiydi. I. S. Bleikhman ve E.Z. Dolinin gibi yazarların yazıları yayınlandı. Vol’nyi Kronstadt ise özgür Kronştad denizcilerinin yayınlandığı bir gazeteydi. Ne yazık ki uzun süre yayınlanamayan bu gazetede N. Petrov, Stepan Stepanov gibi yazarların ağırlıklı olarak edebiyat ve anarşist propaganda ağırlıklı metinlere yer verildi.
Sovyet iktidarı döneminde Rusya’da 1980’li yılların sonlarına kadar anarşist hareket büyük bir baskı ve yok etme politikasıyla karşı karşıyaydı. İlk kez yıllar sonra 1987’de Moskova’da Anarko-Sendikalist Obşçina kuruldu, sonrasında 1989’da öğrenci ve öğretmenler tarafından Anarko-sendikalistler Konfederasyonu (ASK) ve daha sonra Anarşist Komünist Birlik (AKRU) faaliyete geçti. Günümüzde hala irili ufaklı yayıncılık faaliyetleriyle söz konusu örgütlenmeler ve gruplar Rusya’da anarşizmin propagandasını yapmaya devam etmektedir.
Zeynel Çuhadar
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 41. sayısında yayınlanmıştır.
The post Anarşist Yayınlar Dizisi (16): Rusya’da Anarşist Yayınlar – Zeynel Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post İktidar ve Sovyet – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
İktidar sovyetlere aitse, o zaman Bolşevik Parti’ye ait olamazdı; ve eğer Bolşeviklerin tasavvur ettiği gibi partiye aitse, o zaman sovyetlere ait olamazdı.
V. M. Eikhenbaum (Volin)
Toplumsal muhalefetin bir kısmında bugünlerde bir Ekim Devrimi telaşı var. Ekim Devrimi’nin yüzüncü yılında olduğuna yönelik atıflarla, Ekim Devrimi anılıyor. 1917 Ekim’inde başlayan ve 1991 ile kapanan bir sürecin ilk yıllarına referanslarla bir dizi etkinlik gerçekleşiyor. 1991’e yönelik herhangi bir şey yok! O kısım reel sosyalizm muğlaklığıyla, “biz zaten şu tarihten sonrasını devrimin devamı olarak görmüyoruz” anlamlandırmalarıyla atlanıyor. Oysa iyi bir tahlil yapabilmek, marksizmin, leninizmin, stalinizmin, bilimsel sosyalizmin ve proletarya diktatörlüğünün ne olduğunu anlamak için Sovyet deneyimi çok önemli.
Sovyet ve Özyönetim
Özyönetim kavramı, özellikle son beş yılda yaşadığımız coğrafyadaki siyasal deneyimlerle ilişkili olarak güncel siyasette sık başvurulan bir kavram haline geldi. Böyle bir siyasi atmosferde, Sovyet hem kelime kökeni olarak hem de oluşturulduğu dönemlerdeki siyasi işleyiş/yapı olarak özyönetimle bu kadar ilgiliyken, neden “Sovyet deneyimini” sahiplenen kesimler bu ilişkilendirmeyi yapmaktan kaçındı? Bu sorunun cevabı sadece siyasi bir isteksizlik ile ilişkili değil, aynı zamanda bilinçli/ideolojik tercihtir.
Ekim Devrimi’ni hazırlayan Sovyet süreci, milyonlarca işçi ve köylünün toplumsal devrim mücadelesi verdiği taban hareketiydi. Ancak bu hareket, Bolşevik İktidar tarafından ezildi. 1917-1921 arası, bu özyönetimin ve toplumsal devrim sürecinin tasviyesi; merkezi iktidarın yapılandırılması ve devletin tesis sürecine dönüşmüştü. Dolayısıyla “Sovyet”in anlamı ekim süreciyle değişmişti. Tarihi yine iktidardakiler yazmış, Bolşevik Parti’yle uyumlu olan toplumsal devrim mücadelesi verenler bu tarihteki yerlerini almışlar, uyumsuz olanlarsa karşı-devrimci ilan edilmişlerdi. 1917’nin bahar ve yazında Bolşevik Parti’nin peşinden gittiği işçi-köylü hareketleri, Bolşevik İktidar’la beraber mahkum edilir, öncü partinin arka sahnesi gibi resmedilir.
Kasım 1917’den Önceki Kırılma
Şubat 1917’de Petrograd’lı kadınlar ekmek isyanlarını başlattı. 18 Şubat’ta Petrograd’da Putilov Fabrikası işçileri greve gittiler. 22 Şubat’ta grev diğer fabrikalara yayıldı ve 24 Şubat’ta 200.000 işçi greve gitti. 25 Şubat’ta genel grev başladı ve bundan iki gün sonra Çar’ın bu mücadeleyi bastırmak için gönderdiği askeri birlikler devrim mücadelesinin saflarına katıldılar. Bu isyanları bastırmak için tüm araçlarını kullanan Çar’in elinde başka bir şey kalmayınca, Çar tahtı bıraktı. Hemen ardından geçici hükümet kuruldu. Şubat 1917, Ekim Devrimi’ni hazırlayan en önemli süreçti.
İşte tam böyle bir süreçte, Bolşevik Parti, Çar’ın devrilmesiyle sonuçlanan devrimin hemen öncesinde, bu grevlerin düzenlenmesine karşı çıkmıştı. Fabrika komiteleri “öncü parti”yi dinlememişti. Yani Ekim Devrimi ile sonuçlanan süreçteki en büyük kırılmaya Bolşevik Parti engeli konulmaya çalışılmış ancak grevler ve genel grev bu engele rağmen gerçekleşmişti.
İşçilerin Üretim Araçlarını Kontrolü
Bolşevik Parti, üretim araçlarının kontrolünü, ücretli emeğin ortadan kaldırılması ve üretimin işçi komiteleri tarafından kontrolünü amaçladığı için değil; işçilerin, kapitalistler üzerindeki kontrolünün sağlanması anlamında kullanıyordu. Bu politikanın sonucunda, Bolşevik Parti’nin iktidardaki ilk üç ayında, fabrika komiteleri kendi modellerini yaşama geçirmeye çalıştılar. Ancak Bolşevik Parti onarı etkisiz kıldı ve komiteler merkezi otoriteye bağlandı.
Peter Arşinov’un İki Farklı Ekim’de söylediği gibi “Ekim Devrimi’nin iki anlamı var. Toplumsal devrime katılanların, işçilerin ve köylülerin onlara verdikleri anlam; ve bu toplumsal devrimi iktidarı ele geçirerek, onu oluşturan gücün gelişmesini boğan siyasi partinin (Marksistlerin) ona verdiği anlam. Ekim’in bu iki yorumu arasında dağlar kadar fark vardır. İşçilerin ve köylülerin Ekimi, eşitlik ve özyönetim adına parazit sınıfların iktidarının bastırılması demekti. Bolşevik Ekim ise, devrimci aydınlar partisinin iktidarı ele geçirmesi, kendi ‘devlet sosyalizmi’ni yürürlüğe geçirmesi demekti.”
Toplumsal Devrimden Anlaşılan
Tüm sosyalist partiler, devrimin “siyasal” boyutuna odaklanmışken, fabrikalarda, sokaklarda, tarlalarda feodalizmi ve kapitalizmi yıkmanın “siyasal” boyutlarıyla yeterli olmadığı farkediliyordu. Bunun üzerine işçiler fabrikalara, köylüler topraklara el koydu. Kolektifleştirmeler başladı. Halk kendi örgütlerini; sendikalarını, kooperatiflerini, fabrika komitelerini ve konseylerini yani sovyetlerini kurmaya başladı. Bu sovyetler federe bir şekilde örgütlenmişlerdi. Delegeler geri çağırılma ilkesiyle belirleniyordu. Bu sovyetlerin örgütlenmesinde anarşist örgütlerin de sosyalist devrimcilerin de, marksist sosyal-demokratların iki kanadı olan Menşevikler ve Bolşeviklerin de etkisi vardı.
Halk, siyasi bir iktidar değişikliğinden çok, ekonomi ve toplumsal alandaki dönüşümlere odaklanıyordu. Sovyetlerin temel motivasyonunu, yaşamın yaratılması oluşturuyordu. İşte bu temel motivasyon, devrim sürecinde anarşistlerin savunduğu ideolojiydi. Fabrika komiteleri oluşturmak, üretimde özyönetimi işletebilmek, toprak ve fabrika patronlarını mülksüzleştirmek, hükümeti yıkmak, tüm bunlar aracılığıyla toplumu yeniden örgütlemek…
1917 yazında, anarşistler önemli fabrika ve alaylarda sahip oldukları destekle önemli bir güce sahiptiler. Geçici hükümetin devrildiği Ekim Devrimi sürecinde Bolşeviklerle beraber mücadele etmişti. Bolşevik Parti, iktidarı ele geçirince işler değişmişti.
Sovyetler, Bolşevik Parti’nin iktidarı almasıyla beraber bilinçli bir şekilde zayıflatılmıştı. 1918 baharı ve yazındaki Bolşevik Parti’nin lehine olmayan bölgesel sovyet seçimlerinin sonuçları, silahlı Bolşevik kuvvetleri aracılığıyla geçersiz kılınıyordu. Görev süresi Mart 1918’de sona eren Bolşevik Parti kontrolündeki Petrograd Sovyeti, genel seçimleri iktidarını kaybetmemek için sürekli erteliyordu. Sendikalar, bölge sovyetleri, fabrika komiteleri, ordu ve deniz gücü birimlerine Bolşevik Parti kendi delegelerini sokuyorlardı. Böylece parti iktidarı garantileniyordu. Nisan 1918’de Çeka halk arasında en örgütlü muhalif yapı olan anarşistlerin merkezlerine yönelik saldırılar düzenledi. Bunu anarşistlere yönelik katliamlar izledi.
Devletleşme ve Katliamlar
1919’a gelindiğinde Lenin, Troçki ve başka Bolşevik liderler parti diktatörlüğünün gerekli olduğunu açıkça dillendirip teorize etmeye çalışıyorlardı. Yani devrimin dinamosu olan özörgütlü yapılar, merkezi otoriteye bağlanıp yeni devletin kurumları haline getiriliyorlardı. Bakunin’in, Proletarya Diktatörülüğü’nün protelarya üstündeki diktatörlük haline dönüşeceği tahmini doğru çıkmıştı.
Şubat 1921’de Kronştad’da denizciler, toplumsal devrimin merkezileştirilme çabasına karşı bir isyan başlattı. Bu isyan Petrograd’ın birçok yerinde destek gördü. Diktatörlüğe karşı dillendirdikleri metnin ilk cümlesi “Anlaşılıyor ki, şimdiki sovyetler, işçi ve köylülerin isteklerini dile getirmemektedir.” diye başlıyor, Bolşevik Parti’nin siyasal homojenleştirme ve iktidara bağlama politikaları eleştiriliyordu. Ekim Devrimi sürecini başlatanlar olarak görülen Kronştad’lı denizciler ve onların bu eleştirilerini sahiplenen binlerce işçi Lenin’in emriyle, Troçki’nin komutasındaki Kızıl Ordu tarafından katletildi. Aynı Ağustos 1921’de Ukrayna’nın Golye-Polye bölgesinde kendi komünlerini kuran binlerce Mahnovistin katledildiği gibi…
Ekim Devrimi’nin önemi, bir kısım sosyalistin iddia ettiği gibi “ilk başarılı işçi devrimi” olmasıyla ilişkili değil. Ekim 1917’ye kadar bir toplumsal devrimin nasıl örgütlendiğini ve bu tarihten sonra devrimin toplumsal kısmının nasıl sistematik bir şekilde altının boşaltıldığını anlamak adına önemli. Toplumsal devrim mücadelesi verenler olarak, “iktidarın” ne demek olduğunu aklımızda tutmak adına; bu mücadeleyi örgütleyenler olarak, bir toplumsal devrimle siyasal el değişikliğinin farkını anlatabilmek adına; ezilenler olarak, siyasi irademizi sözde bizim lehimize eline almaya çalışanların aslında ne yapmak istediklerini anlamak adına; anarşistler olarak, yaşadığımız ihanetin, siyasi zorbalığın, sindirme politikalarının, katliamların nasıl özgürlükçü renklere boyanabileceğini görmek adına önemli.
Yüzyıl önce ve yüz yıl sonra, Bolşevik İktidarın Kronştad Katliamı’nda da, Ukrayna’da yaptıklarını da unutmayız. Halkın özörgütlü gücü yenilmeyecek!
Hüseyin Civan
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 41. sayısında yayınlanmıştır.
The post İktidar ve Sovyet – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>