The post Ölüm Orucundaki Mustafa Koçak Hayatını Kaybetti appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Gizli tanık ifadesiyle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan Mustafa Koçak, adil yargılanma talebiyle başlattığı ölüm orucunun 297. gününde hayatını kaybetti.
Şakran 2 No’lu T Tipi Kapalı Hapishanesi’nde sürdürdüğü açlık eylemini 90’ıncı gününde ölüm orucuna çeviren Koçak’a 12 Mart’ta zorla müdahale edilmiş ve ardından Kırıklar 1 No’lu F Tipi Kapalı Hapishanesi’ne götürülmüştü.
28 yaşındaki Mustafa Koçak, 297 gündür sürdürdüğü ölüm orucu nedeniyle 29 kiloya düşmüştü.
İstanbul Adliyesi’nde savcı Mehmet Selim Kiraz’ın 31 Mart 2015’te makam odasında öldürülmesine ilişkin yargılanan Mustafa Koçak, geçtiğimiz yıl ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmıştı.
The post Ölüm Orucundaki Mustafa Koçak Hayatını Kaybetti appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Hükümetin, Kendini Kurtarma Politikasındaki Yeni Hamlesi İnfaz Kanunu: “Emrah Serbes, Artık Serbest” – Av. Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Aylardan beri halk arasında “af kanunu” olarak söylentileri dolanan kanun değişiklikleri nihayetinde gerçekleştirildi. Ancak kanun değişikliklerine bakıldığında bu değişikliklerin afla uzaktan yakından alakasının olduğunu söyleyemeyiz. İktidar, yıllardan beri hapishanelerdeki doluluk oranını yeni inşa ettiği hapishanelere rağmen azaltamadığı için kendisi için tehlikesiz gördüğü tutsakları tahliye etmeye karar verdi. Son açıklanan verilere göre hapishanelerde toplam 286 bin kişi tutulmakta. Kadın tutsak sayısı yaklaşık 11 bin iken 18 yaşından küçük yaklaşık 2 bin 500 kişi hapishanelerde tutsak.
Belirtmek gerekir ki bugün mecliste kabul edilen değişikliklerin yürürlüğe girmesi için cumhurbaşkanının onayından geçip resmi gazetede yayımlanması gerekiyor. Bunun gerçekleşeceği kesine yakınken ufak sürprizlerin gerçekleştirebileceğini akılda tutmakta fayda var.
AKP ve MHP ortaklığını birlikte gerçekleştirmiş olduğu değişikliklere af denilmesinin temel olarak nedeni, 30.03.2020 tarihinden önce işlendiği belirtilen suçlar açısından koşullu salıverilme ve denetimli serbestlik düzenlemelerinde yapılan değişiklikler. Kısaca belirtmek gerekirse koşullu salıverilme yani daha meşhur tabiriyle şartlı tahliye, hapis cezasının bir kısmını hapishanede “iyi halli” geçiren bir tutsağın kendisine verilen cezanın kalan kısmını hapishane dışında tamamlamasına olanak sağlayan durumdur. Eğer tutsak yeni bir suç işlemez ve varsa kendisine yüklenen yükümlülüklere uyarsa kendisine verilen ceza tamamlanmış yani infaz edilmiş sayılmaktadır. Denetimli serbestlik ise tutsağın kendisine verilen cezanın koşullu salıverilmesine belli bir süre kalınca tahliye edilerek “sosyal hayata alışması için” denetim altında tutulması anlamına gelmektedir.
Yapılan değişikliklerde tutsakları en çok ilgilendiren koşullu salıverilmeyle ilgili değişiklikte koşullu salıverilmeden yararlanabilmek için hapishanede kalma süresi 2/3’den 1/2’ye düşürüldü. 15 yıl hapis cezası alan bir tutsak belirtilen suçlarda koşullu salıverilmeden yaralanabilmek için 10 yıl hapiste tutuluyorken son düzenlemeye göre 7,5 yıl hapiste tutulması düzenlemeden yararlanması için yetecek. Denetimli serbestlikten yararlanma süresi ise 1 yıldan 3 yıla çıkacak. Bir süre önce “6 yıl ceza alan birisini hiç hapse girmeyecek” denilmesinin nedeni budur, buna göre 6 yıl ceza alan birisinin koşullu salıverilmeden yararlanabilmesi için 3 yıl hapiste tutulması yetecekti. Ancak denetimli serbestlikten yararlanma süresi de 3 yıla çıkarıldığı için 6 yıl ceza alan birisi hapse hiç girmemiş olacak. Ayrıca belirtmek gerekir ki koşullu salıverilme oranı üçte ikiden fazla düzenlenen suçlarda koşullu salıverilme süresine dair herhangi bir düzenleme bulunmamakta.
Örneğin sebep olduğu trafik kazasında bir aileden 3 kişinin yok olmasına neden olan Emrah Serbes, kasten öldürmeden değil taksirle insan öldürme suçundan dolayı toplamda 13 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Bu düzenlemelerden yararlanacak olan Emrah Serbes bir önceki düzenlemede koşullu salıverilme ve denetimli serbestlik hükümleri uygulandığında 7 yıl 10 ay 23 gün tutulduktan sonra bırakılacaktı. Son düzenlemelere göre Serbes, 3 yıl 8 ay tutulduktan sonra tahliye olacak. 28 Eylül 2017’de tutuklanan Emrah Serbes -açık hapishanelerdeki düzenlemeleri de düşündüğümüzde- bu değişiklerle birlikte serbest kalacak.
Koşullu salıverilmede uygulamasından kasten öldürme, neticesi itibarıyla ağırlaşmış yaralama suçu, işkence, cinsel saldırı, reşit olmayanla cinsel ilişki, cinsel taciz suçlarından süreli hapse mahkum olanlar, cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlardan ve uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçundan hapis cezasına mahkum olan çocuklar, suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek ya da örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar ile Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan mahkum olan çocuklar, devlet istihbarat hizmetleri ve Milli İstihbarat Kanunu kapsamına giren suçlardan mahkum olanlar, devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk, özel hayata ve hayatın gizli alanına karşı suçlarından süreli hapis cezası verilenler kapsam dışı bırakıldı. Ancak tehlike henüz geçmedi.
AKP ve MHP ortaklığı, sosyal medyada #ÇocukİstismarınınAffıOlamaz olarak gündem olan kanun teklifiyle cinsel saldırıya maruz kalmış çocukların, kendilerine tecavüz eden erkeklerle evlendirilmelerinin yasal imkanını sağlanma tehlikesinin hiç geçmeyeceğinin sinyalini verdi. Sosyal medyada ayrıca paylaşılan teklifin neredeyse aynısı daha önce de meclise sunulmuş ancak özellikle kadınların direnişi sonucu geri çekilmişti. Bu içerikte meclise sunulan teklif yok henüz yok ancak sosyal medyaya bu teklifin tepki ölçmek için servis edildiği açık.
Ayrıca açık hapishanelerdeki tutsaklar da 31 Mayıs 2020’ye kadar izinli sayılacak. Korona krizinin devam etmesi halinde bu süre 2 aylık sürelerle 3 kez uzatılabilecek.
Bu düzenlemeler, başta da belirttiğim gibi iktidarın uzun zamandan beri hapishanelerin doluluk oranını azaltmak için gerçekleştirmek istediği düzenlemeler. Yoksa iktidarların zaman zaman kendilerine dönük olan toplumsal baskıları azaltmak için “toplumsal barış” adı altında gerçekleştirdikleri afla ilgili bir düzenleme söz konusu değil. Gündemde olan korona krizi yönünde de düzenleme olacağı beklentisi oluşmuşsa da açık hapishaneler dışında buna ilişkin bir düzenleme de yok.
Özellikle iktidarın kendisine tehlike olarak görüp tutuklattığı insanlarla ilgili hiçbir düzenleme yok. Yıllardan beri tutukluluğun azaltılması gerektiğine yönelik açıklamalar gerçekleştirseler de bu düzenlemede buna ilişkin elle tutulur bir değişikliğin olduğundan bahsedemeyiz. Hapishane koşullarında hayatını yalnız sürdüremeyen insanlarla gebe olan veya doğum yaptığı tarihten itibaren altı ay geçmemiş bulunan kadınların, tutuklanması yerine adli kontrol altına alınmasına karar verilebileceği de yeni düzenlemelerin içinde yer alıyor. Ancak bu durum için zaten yasal bir değişikliğe gerek olmadığı açık.
İktidar, hapishanelerdeki kapasitenin üstündeki doluluğu azaltmayı amaçlıyor evet ama bunu kendisini iyiden iyiye sağlama alarak gerçekleştiriyor. Yani iktidar hem günü hem kendini kurtarmanın peşinde. Gerçekleştirilen diğer düzenlemeler özellikle hapis cezalarının infazına ilişkin olanlar yani tutsaklar üzerinde uygulanacak yeni baskılar bunun en açık kanıtı.
Hapishanelerde haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama cezası gerektiren eylemler arasına “Kurum idaresine bildirilen telefon numarası aracılığıyla ya da teknik müdahale ile başka bir hatta yönlendirme yapmak suretiyle görüşme hakkı olmayan kişilerle görüşmek” de eklendi örneğin. Tutsaklar haftada 1 veya 2 haftada bir gerçekleştirdikleri görüşmelerde bildirdikleri isim dışında başka bir isimle görüşürlerse tutsaklara telefonla görüşme yasağı getirilecek.
Basın İlan Kurumu’ndan ilan ve reklam alma hakkını kaybeden gazeteler hapishanelere alınmayacak. Geçici süreyle ilan kesme cezası verilen gazeteler bu kapsamın dışında. Yayınlarla ilgili bu yeni bahanenin, Basın İlan Kurumu’nun bir sansür mekanizması olduğu gerçeğini tekrar gözler önüne seriyor. Devrimci tutsaklara hukuka aykırı bir biçimde verilmeyen gazetelerin, verilmemesinin hukuki kılıfa sokulmasının amaçlandığı açık. Ayrıca “kurum disiplinini, düzenini veya güvenliğini bozan ya da tehlikeye düşüren, hükümlülerin iyileştirilmesi amacına ulaşmayı zorlaştıran” yayınların da alınmayacağına yönelik düzenleme yapılsa da halihazırda bu durum zaten yaşanmakta. Yani ek bir baskıdan çok var olan baskının yasallaştırılma çabası var.
“Af Kanunu” olarak haberleştirilen düzenlemelerde ayrıca bazı suçların cezalarının arttırıldığına da şahit oluyoruz. Bu kapsamda kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kurduğu veya yönettiği iddia edilenlere verilecek cezalar arttırılıyor. Aynı durum suç işlemek amacıyla kurulduğu belirtilen örgütlere üye olmanın da cezası arttırılıyor.
Göz boyamak için de değişikliklere çeşitli düzenlemeler serpiştirilmiş. Açık ve kapalı hapishanedeki tutsaklara, ağır hastalık veya doğal afet hallerine ilaveten salgın hastalık halinde de ceza infaz kurumlarında bulunan kuruma ait telefon ve faks cihazından derhal yararlandırılma imkanı sağlanacağı kabul edilmiş. Ancak uygulamada tutsakların telefon haklarının oldukça rahat biçimde gasp edildiğini akılda tuttuğumuzda bu değişikliğe de temkinli yaklaşmakta fayda var. Çünkü hemen arkasından yapılan değişiklikle savcılıkların yanı sıra istihbarat birimlerinin, tutsakları hapishaneden alarak 15 güne kadar sorgulayabileceği düzenlenmiş. İnsanlar arasında af kanunu olarak bilinen bu kanunun diğer torba kanunlarından pek bir farkı yok. Bedelli askerliğe ilişkin düzenlemelerde bedelli askerlikten yararlananların haklarında açılmış olan soruşturma ve kovuşturmaların düşürülmesi dahi af kanunu olarak değerlendirilebilirken son değişiklikler hakkında böyle bir ifade kullanmak daha zor.
Sözün özü bu değişikliklerin bir af kanunu anlamına geldiğinden bahsedemeyiz. Toplumsal krizler yaratan iktidarın kendi yarattığı krizlere çözüm üretemeyip yeni hapishane inşa etmelerine rağmen hapishanelerin kapasitesi üstünde tutsaklarla dolması sonucu yapmak zorunda oldukları değişiklikler bunlar. İnsanlar sırf sosyal medyada yaptıkları paylaşımlar nedeniyle tutuklanıyor. Cumhurbaşkanına hakaret, halkı kin ve düşmanlığa tahrik, terör örgütü propagandası yapmak, terör örgütüne üye olmak bahaneleriyle iktidar tutsak edebildiği kadar insanı tutsak ediyor. Hukuki olmaktan oldukça uzak gerekçelerle baskıyı artırabildiği kadar arttırıyor. İnsanlarla artık açıktan açığa dalga geçiyor çünkü gerçekleştirilen uygulamaları ne anlayabilmenin ne de anlatabilmenin yolunu bulamıyoruz. Bir tutsağı bırakan mahkemenin hakimleri 1 hafta sonra aynı kişiyi tekrar tutukluyor. Çünkü iktidar böyle istiyor.
İktidar, günü ve kendini kurtarmanın peşinde. Ancak gücün sarhoşluğu içinde unuttuğu şey insanları hapse atarken, ezilenleri yoksulluğa mahkum edip çevresini zenginliğe boğarken hiçbir kanun değişikliğinin kendisini kurtaramayacağı.
The post Hükümetin, Kendini Kurtarma Politikasındaki Yeni Hamlesi İnfaz Kanunu: “Emrah Serbes, Artık Serbest” – Av. Gökhan Soysal appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Trans Tutsak Buse’den Mektup appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Merhaba,
Öncelikle size, tüm kadınlara ve Meydan Gazetesi ailesine en içten selam ve sevgilerimi sunuyorum. Umarım her anlamda durumlarınız iyidir.
Uzun ve zorlu bir süreci geride bırakmak üzereyim. Geçmişe dönüp yaşadıklarımı birkaç satırla, birkaç sayfa mektupla anlatabilmem mümkün olmadığı gibi ruhen ve bedenen o kadar yıprandım ki inanın yazmaya takatim de kalmadı.
Şu anda yolun sonuna gelmiş durumdayım. Ya istediğim kabul olacak ve bedenimdeki hapishaneden hemen şimdi kurtulacağım ya da sonum intihar olacak ve yaşamıma son vereceğim. Çünkü artık dayanacak gücüm, takatim kalmadı.
Evet, cezaevinde trans kadın olmak zordur. Ama hem trans kadın hem de siyasi mahpus olmak çok daha zordur. Bu konuda birçok somut örnek de verebilirim.
Diren ile beraberken Deniz ile mektuplaştık. Esra ile de mektuplaşıyorum. Hem merhabalaşmak, tanışmak için hem de geçiş sürecindeki deneyimlerinden faydalanmak için iletişime geçtik. Esra ile benim raporlarımız aynıdır. Öğrendiğim kadarıyla Deniz’inkilerle de aynı. Ama Deniz’in ameliyatı yapıldı. Esra’nınki bakanlık zorlaştırdıysa da yapıldı. Ama bakanlık Deniz’den ve Esra’dan istemediği raporları benden istiyor.
Geçmişte hem ruhsal hem de bedensel olarak ameliyatımın hayati öneme haiz olup olmadığına, hayati öneme haiz olsa bile, ameliyat gerekip gerekmediğine dair rapor istendi. Önceden planlanmış olarak, hiç sağlık kuruluna çıkarılmadan, hiç kurul doktorlarıyla konuşturulmadan sağlık kurulu raporu düzenlendi ve ameliyatım engellendi.
Bunun üzerine defalarca ölüm orucuna girdim. Son ölüm orucunda beden sağlığım hasar aldı. Avukatlarıma ve dışarıdaki mücadeleye inandığım, güvendiğim için ve bu konuda avukatlarım beni ikna ettiği için ölüm orucunu bıraktım. Beden sağlığım böylelikle düzeldi. Bunca çabaya rağmen sonuç alamayınca ben de tekrar ölüm orucuna girmemek için (çünkü ölüm orucuna girdiğimde beden sağlığım hasar alsaydı ve ameliyatım zorlaşsaydı intihar ederdim) jiletle cinsel organımı kestim, tuvalete attım ve sifonu çektim.
Beni Metris R Tipi Rehabilitasyon Merkezi’ne yatırdılar. Ameliyatın “hayati öneme haiz olup olmadığına, aciliyet gerektirip gerektirmediğine” dair rapor düzenlenecek. Samatya Hastanesi’ne gittim. Üroloji bölümü hiç muayene yapmadı, ilgilenmedi. “İlk defa bir transeksüelle karşılaşıyorum” dedi ve dosyaya hiç de iyi olmayan bir not yazmış. Plastik cerrahi muayenemi yaptı ve konuşulanlardan duyduğum kadarıyla “hayati öneme haizdir” demiş. Beni çapa hastanesine mikro cerrahiye sevk ettiller. Sonuç olarak Çapaya gideceğim ve rapor çıkacak. Kurtulacak mıyım, ölecek miyim yakında göreceğiz.
Dışarıda arkadaşlarımdan istediğim şey, ben intihar etmek mecburiyetinde kalmak istemiyorum. Bunun için bedenimdeki hapishaneden acilen kurtulmak mecburiyetindeyim. Sesimi duysunlar istiyorum. Kendinize çok iyi bakın, sevgilerimle.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 51. sayısında yayınlanmıştır.
The post Trans Tutsak Buse’den Mektup appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Bakırköy Hapishanesi’nde Tutsak Esra Arıkan Açlık Eyleminde appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Bakırköy Kadın Hapishanesi’nde bulunan tutsak Esra Arıkan, hastaneye sevkinin engellenmesi ve taleplerinin hapishane idaresi tarafından yok sayılmasına karşı dün (29.07.2019) açlık eylemine başladı.
Esra Arıkan, yaklaşık 2 aydan bu yana, idrar yollarındaki sıkıntının tedavisi için cinsiyet uyum ameliyatı olduğu Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne sevk edilmeyi bekliyordu ancak hapishane idaresi tarafından sevki gerçekleştirilmiyordu. Sevk talebi üzerinden aylar geçtikten sonra Esra, ameliyat olduğu hastaneye ve kendi doktoruna değil; başka bir hapishaneye sevk edilmek istenmiştir. Bunun dışında Esra’nın başka talepleri de hapishane idaresi tarafından yok sayılmış, hapishane müdürü ile görüşmesi engellenmiştir.
Esra, avukatı ile yaptığı görüşmede hapishanenin keyfi uygulamalarına ve yasaklarına karşı başlattığı açlık eylemini, talepleri karşılanana kadar sürdüreceğini belirtmiştir.
Kaynak: Anarşist Kadınlar
The post Bakırköy Hapishanesi’nde Tutsak Esra Arıkan Açlık Eyleminde appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Yalınayak: Bir Çocuğun Tutsak Yaşamı – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Yakın zamanda, iktidara yakın medya kanalları aracılığıyla gündeme gelen “ev tipi hapishaneler”, hapishanelerde bulunan bebeklerin ve çocukların karşı karşıya kaldığı hak ihlallerini ve mağduriyetleri yeniden gündeme getirdi. Resmi bir açıklama yapılmış olmasa da Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün talimatı ile gerçekleştirileceği duyulan projenin pilot bölgesi, 42 kadın tutsağın çocukları ile birlikte kaldığı Ankara Sincan Hapishanesi oldu. Projenin ilk aşamasında 48 stüdyo daire ve çocukların sosyalleşmesi için alanların da inşa edileceği iddia edildi. Ancak proje henüz resmi olarak duyurulmasa da “ev tipi hapishane” uygulamasının, hapishanedeki çocukların ve bebeklerin yaşadıkları hak ihlallerini ortadan kaldırmayacağı belli.
Hapishanelerdeki çocukların sayısına dair en son bilgi 2018 yılına ait. Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü Şaban Yılmaz’ın 2018 yılının Kasım ayında yaptığı açıklamaya göre, 31 Ekim 2018 tarihi itibariyle, cezaevlerinde 0-6 yaş arası toplam 743 çocuk var. Bunların 343’ü ise 0-3 yaş arası bebekler…
Yaklaşık 1,5 yıl önce açıklanan bu rakamın, içinde yaşadığımız coğrafyanın siyasi atmosferi düşünüldüğünde, bugün daha da artmış olması ise şüphe götürmez bir gerçek.
Hapishaneler aracılığıyla kapatılan her bir bireyin yaşantısı düşünüldüğünde, bu kapatılmanın bebekler ve çocuklar için çok ağır bir yükü beraberinde getirdiği, geri dönüşü çok zor travmalara sebep olduğu ortada. Bugüne kadar hapishaneler alanında çalışma yürüten sivil toplum kuruluşları, insan hakları örgütleri ve tutsak aileleri aracılığıyla haberdar olduğumuz sayısız örnek, bu ağır yükü açıkça gösteriyor. Koğuş kapasitesinin neredeyse 3 katı sayıda tutsağın aynı koğuşta yaşaması, hapishanelerde kışın yaşanan ısınma-yazın yaşanan serinleme sorunu, temiz suya düzenli olarak erişim problemi, sağlığa erişimin kısıtlanması gibi ne yazık ki “genelleşmiş ve olağanlaşmış” sayısız uygulamanın yanında hapishaneler, bebekler ve çocuklar için tam anlamıyla yaşamdan koparılma demek.
Hapishane koşullarındaki temiz hava azlığından kaynaklı astım, hapishanelerdeki bebekler ve çocuklar için olağan hale getirilirken; güneş ışığından mahrumiyet de çocuklar için ileride raşitizm benzeri birçok hastalığın sebebi oluyor. Hapishane kantininde bebek bezi ya da mama bulunmaması, bebek ve çocukların hastane sevklerinin yapılmaması ya da sevklerin engellenmesi gibi durumlar, hapishanelerdeki çocukların sağlık durumları açısından geri dönülemez sonuçlara sebep oluyor.
Bugüne kadar hapishanelerde bebeklere ve çocuklara yönelik hak ihlalleri zaman zaman gündeme gelse de devlet bu mağduriyetlere bir yenisini eklemeye, çocukların ilerleyen yaşantılarında travmatik sonuçlar yaratacak uygulamalara devam ediyor.
Erken doğumla henüz 6 aylıkken dünyaya gelen Emine bebek hapishane koşullarında yaşama tutunmaya çalışıyor, hapishanede doğmuş başka bebekler toprağa basamıyor, ilk adımlarını özgürce değil parmaklıklar ve beton duvarlar ardında atmak zorunda bırakılıyor. Anneler ise kimi zaman hastaneye bir türlü sevk edilmedikleri için hapishane çalışanları arasında doğum yapmaya zorlanıyor kimi zaman da doğumhane kapısında bekleyen polisler tarafından doğum sonrası hapishaneye geri götürülüyor, yaşama henüz gözlerini açmış bebek hapishaneye sevk ediliyor, kapatılıyor…
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 16/4. maddesinde “Hapis cezasının infazı, gebe olan veya doğurduğu tarihten itibaren 6 ay geçmemiş bulunan kadınlar hakkında geri bırakılır” dense de hemen her zaman olduğu gibi devletin adaleti adaletsizlik oluyor. Yüzlerce bebek hapishane koşullarında yaşama gözlerini açıyor, yüzlerce çocuk yaşıtlarından-arkadaşlarından çok uzakta yaşamak zorunda bırakılıyor. Bebekleri için mama isteyen annelere hücre cezası veriliyor. Küçücük bedenleri hücrelere, koğuşlara, hapishanelere kapatılan bebekler ve çocuklar, maruz bırakıldıkları tüm bu uygulamalara karşı yaşama tutunmaya çalışıyor.
Devlet her zaman yaptığı gibi şimdi de kendi yarattığı adaletsizliğin kılıfını değiştirerek bu adaletsizliği yok saymak istese de başaramayacaktır. Ev tipi hapishaneler, iktidar eliyle özgürlüklerinden yoksun bırakılan yüzlerce bebek ve çocuk için “daha iyi bir alternatif “ olmayacaktır.
Bir insanı hapsetmenin, kapatmanın, kapatarak ehlileştirmenin iyi bir hali yoktur, olamaz. Olabilecek en iyi hal, kapatılanın bebekler ya da çocuklar değil, kapatılanın topyekün hapishaneler olduğu haldir.
Merve Arkun
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 50. sayısında yayınlanmıştır.
The post Yalınayak: Bir Çocuğun Tutsak Yaşamı – Merve Arkun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post YALINAYAK: Tecrit İçinde Tecrit – Abdülmelik Yalçın appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Urfa 2 No’lu T Tipi Hapishanesi’nde annesiyle birlikte kalan astım ve bronşit hastası olan 13 aylık Arin bebeğe ilaçları verilmiyor. Hasta tutsak Cemil İvrendi götürüldüğü hastaneden muayene edilmeden gönderildi. Dört ağır hasta tutsak, doktora gidebilmek için 15 gündür açlık eyleminde. Elazığ T Tipi Hapishanesi’nde çıplak arama işkencesi var. Tiroid kanseri Zeynep Kayra 7 ay içinde alabildiği tek randevuya götürülmedi. 65 yaşındaki ağır hasta tutsak Koçer Özdal Ankara Numune Hastanesi’nde elleri ve ayakları kelepçeyle yatağa bağlı şekilde yaşamını yitirdi. Hasta tutsak Vefa Kartal hapishanedeki hak ihlallerine karşı 87 gündür ölüm orucunda, ailesinin aktardığına göre bilinci kapanmaya başladı. Yüzde 93 engelli, gazeteci Metin Duran, hafızasını tamamen yitirmiş, konuşamıyor ve felçli olmasına rağmen aylardır hapishanede tutuluyor. 7 aydır hapishanede işkenceye uğrayan Uğur Yeloğlu hafızasını yitirdi. Tutsaklar mahkemeye göturülmüyor ve SEGBİS dayatılıyor. Tutsaklara tek-tip saç traşı dayatması, tutsaklara kitap-yayın yasağı, tutsaklara su kotası ve daha niceleri…
OHAL’le beraber her gün buna benzer onlarca haberle karşı karşıya geliyoruz. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası tutsaklara yönelik çıkarılan KHK’lar ve keyfi uygulamalarla beraber, tutsaklar teslim alınmaya çalışılıyor, tecrit içinde tecrite maruz bırakılıyor. Devlet baskısının yükseldiği dönemlerde, kendi gibi düşünmeyen insanlara yönelik saldırısı sonucu gözaltına alınıp tutuklananlar hep ilk hedef olmuştur. Sadece yaşadığımız coğrafyada değil, bütün devletlerde baskıya karşı direnen ve teslim olmayan tutsaklara yönelik baskı ve işkenceler devletin planı olarak işler. Filistin’den Guantanamo’ya, Arjantin’den içinde bulunduğumuz coğrafyaya tutsaklar baskılara katliamlara karşı açlık eylemleriyle, bedenleriyle direniyor. Dışarıda yaprak sallanmasa dahi, tutsakların direnişi sürüyor. Peki biz ne yapabiliriz?
Tutsaklar ne olursa olsun direnirler, peki biz ne yapabiliriz?
İlk olarak şunu belirtmek gerekiyor ki; hapishanelerin amacı dışarıdan gelen her haberi, her sesi engelleyerek, tutsakları yalnızlaştırarak teslim almaktır. Bu yalnızlaştırmaya karşı bu tecridi ancak onların sesi ve soluğu olarak, yani dayanışmayla kırabiliriz.
Şimdi onların her zamankinden daha fazla dayanışmaya ihtiyacı var. Bizlerden gidecek olan iki satırlık bir mektup, iki satırlık bir selam, bir kitap, bir fotoğraf karesi bile bu tecridi kırıyor. Sevinçle karşılayacaklar.
Bir de mücadele. Hem içeride hem dışarda, içine hapsedildiğimiz bütün hücreleri parçalamak için daha fazla mücadele!
Devletin tutsakları yalnızlaştırarak teslim alma çabasına karşı tutsakların yalnız olmadığını göstermek için onlara mektuplar göndermemiz en büyük cevabımız olacaktır. Bu nedenle Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi’nin oluşturduğu kampanyaya dahil olarak dayanışmayı büyütmek ellerimizde.
Abdülmelik Yalçın
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 46. sayısında yayınlanmıştır.
The post YALINAYAK: Tecrit İçinde Tecrit – Abdülmelik Yalçın appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post YALINAYAK – Kadın Tutsaklara Tecrit ve İşkence: Görülmüştür appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Devlet hapishanelerdeki devrimci tutsakları yıldırmak için hep yeni uygulamalara, yeni yasaklara başvurmuş- tur. Bu yasakları artırmak istediğinde, süreci kendi fırsatına çevirmiştir; tıpkı içinden geçtiğimiz OHAL sürecinde olduğu gibi.
İçinden geçtiğimiz zamanlarda baskı ve zulüm en üst noktaya çıkmışken, kadın hapishanelerinde artan işkenceler ve tecrit içinde tecrit uygulamaları, tutsakların kısılmak istenen seslerine rağmen dışarıya zor da olsa ulaşıyor. İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Hapishane Komisyonu’ndan Mine Nazeri’nin bilgilendirmesine göre, Tarsus C Tipi Hapishanesi, Gebze Kapalı Kadın Hapishanesi, Bakırköy Kapalı Kadın Hapishanesi, Elazığ E Tipi Hapishanesi ve Şakran (Aliağa) T Tipi Kapalı Hapishanesi devletin kadın tutsaklara karşı baskıyı arttırdığı hapishanelerden sadece birkaçı.
Tutsaklar yaşadıklarını görüşlerle veya yazdıkları mektuplarla dışarıya duyurmaya çalıştıklarında, görüş yasağıyla karşı karşıya kalıyor. Yaptıkları açlık grevleri, görüş protestoları ve diğer direnişleri sayesinde seslerini ancak duyurabiliyorlar.
Birçok hapishanede olduğu gibi Tarsus ve Gebze Hapishanelerinde de hasta tutsakların tedavileri gerçekleştirilmiyor. Kanser sebebiyle göğsünde kist olan kadın tutsak ve diğer hasta kadın tutsaklara çıplak aramaya maruz bırakılıyor; hastaneye ambulansla gitmesi gereken tutsaklar ring araçlarında götürülüyor. Gerçekleştirilmiyor çünkü askerlerin önünde “soyun”, “kelepçeyi açmam”, “çıplak arayacağım yoksa olmaz” deniyor. Gerçekleştirilmiyor çünkü kadınlar ne çıplak arama işkencesine baş eğiyorlar ne de kadın oldukları için bedenlerini, kimliklerini yok sayan diğer uygulamalara.
Çıplak aramalara ve görüş yasakları- na direnen Bakırköy Hapishanesi’ndeki kadın tutsaklar, gardiyanların sayımları bahane ederek koğuşlara kalabalık girmesine karşı ne direnişi bırakıyor ne de seslerini duyurmak için çabalamayı. Kadınlar seslerini tel örgülerle kapatılan havalandırmalarından dışarıya ulaştırmak için koğuşlarını ateşe veriyor, açlık grevi yapıyor, görüşlere çıkmıyor.
Muş E Tipi Hapishanesi’ndeki kadınların koğuşu JÖH ekipleri, maskeli ve silahlı askerler tarafından basılıyor. Bir kadının burnu kırılıyor; 5 yaşındaki Roni olanları izlemek zorunda bırakılıyor.
Aliağa Hapishanesi’nde jandarma ve gardiyanlar odalara arama gerekçesiyle girip kadın tutsakların kitaplarını, dergilerini ve gazetelerini topluyor. Sanki ilk kez hapishaneye girermiş gibi, koğuş giriş ve çıkışlarında kimlik soruluyor. Elazığ Hapishanesi’nde banyolara, tuvaletlere ve koğuşlara kamera takılıyor.
3 yaşındaki çocuklarının önünde tutsak kadınlara işkence yapılıyor. Kadınlar hapishanelerde işkenceye maruz kalıyor, hem devrimci hem de kadın oldukları için. Tüm bunların yanında Tarsus’ta kadınların direnişi kazanıyor. Kadınların eylemleri sonucunda 40 kişilik koğuşta 90 kişi kalan kadınlar için yeni bir koğuş açılıyor iletişim yasağı kaldırılıyor.
Tarsus Hapishane’sinde bir çiçek açıyor. Tecritte çiçek yasaktır. Zaten yoktan bir çiçek yaratmak da zordur. Tıpkı devletin işkencelerine, baskılarına, yasaklarına, bir kitaba bile tahammülsüzlüğüne direnebilmek gibi zordur. Ama çayın demiyle yumurta kabuğunu karıştırırsan toprak yaparsın; toprağa bir fasulye tanesi gömersen bir çiçek filizlenir.
Gardiyan, çiçeği gördüğü ilk anda duvara fırlatacaktır; sanki karşısında yenemeyeceği bir güç varmış gibi ne yapacağını şaşıracak, defalarca tekmeleyecektir. Ama çiçek filizlenmiştir bir kere, toprağı delmiştir. Aynı kadınların direnişi gibi.
The post YALINAYAK – Kadın Tutsaklara Tecrit ve İşkence: Görülmüştür appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post YALINAYAK : Trans Tutsak Esra Mücadeleye Çağırıyor – Esra Arıkan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Önce ben, sonra biz diyerek başladık mücadeleye. Bugün, yeni bir güne merhaba diyen, doğan güneşi görmeyi başaran bütün şanslı kadınları canı yürekten selamlarım.
Yeni bir güne merhaba diyen şanslı kadınlardan biri olarak, ufacık bir tecrit odasından, beton duvarların ve demir yığınlarının arasından yazıyorum şanslı olan, kendini şanslı hisseden kadınlara. İçimde buruk bir sevinçle sesleniyorum, sesimin ulaştığı her kadına. Sesime kulak verin, bir sorum var siz kadınlara.
Bugün, erkek egemenliğinin hüküm sürdüğü bu topraklarda, kendin için, kendi özgürlüğün için ne yaptın? Yazılı olanlar kadar yazılı olmayan kanunlara; örf, adet, namus adı altında kadını köleleştiren, esaret altına alan erkek egemenliğine karşı ne yaptın? Sen hala nefes aldığın için şanslısın. Peki, güneşi her defasında yeniden görebilmek için sadece şansa mı inanacaksın, yoksa şansını kendin mi yaratacaksın?
Eğer sen şansa inananlardansan, seninle benim aramdaki farkı bulabilir misin? Bulamazsın, çünkü sen yazılı olmayan kurallarla esaret altındasın; bense yazılı kanunlarla esaret altındayım. Tutsak, trans bir kadınım; dış dünyam 56 ekran bir çerçeveden ibaret. Sense, bugün de hayatta kalışını şansa bağlayıp seviniyorsan; bunu yapma. Çünkü “şans her zaman gülmez” bir insana. Kadınlar için zaman farkındalığını yaratma, özgürlüğünü ortaya koyma, özgür olduğunu ilan etme zamanıdır.
2016 yılının ilk ayında, sadece bir ayda, 37 kadın erkekler tarafından katledilmişken; her yerde erkek terörünü konuşuyoruz. Örf, adet, kıskançlık, namus adı altında 37 kız kardeşimiz ailesi, babası, eşi ya da sevgilisi tarafından katledilmişken, biz kadınlar artık susamayız.
Ben trans bir kadınım, bir erkek çocuğu olarak geldiğim şu dünyada, henüz 8 yaşımdayken tecavüze uğradım. Dünyaya gelirken bir erkektim, şimdiyse trans bir kadınım. Tüm bunların dışında, toplumun dışladığı bir bireyim. Ancak benim gibi ölüm korkusuyla yaşamak zorunda bırakılan LGBTİ bireylerin yaşadıklarıyla karşı karşıya kaldıkça; korkmamayı öğreniyorum. Buna inanıyorum.
Sen de inan.
Tecavüze uğrayan kardeşlerimizin ardından “saatin kaç olduğu”, “üzerinde ne olduğu”, “hangi yoldan yürüdüğü” tartışılırken; yapmamız gereken bir arada durmaktır. Kadınlar için zaman, dayanışma zamanıdır. Eğer bu satırları tecavüze uğrayan bir kadın arkadaş okuyorsa bilsin ki “yanındayız, yalnız değilsin”.
Ezilenlerin yanında duran, adaletsizliklerle mücadele eden, başkaldıran, anarşist bir trans kadın olarak biliyorum ki; bizler sabırla, nakış nakış, toplumun farkındalığını arttırabiliriz. Artık kapımızı açıp özgürlüğümüzü haykırmalıyız. Biz kadınlar ölüme mahkum değiliz, köle değiliz. Dört duvar arasından sesleniyorum ve kadınların özgür olduğu bir dünya diliyorum. Sen de inan, mücadeleye devam!
Esra Arıkan
Esra’nın mektup adresi:
Alıcı: Salih Arıkan (Esra)
Adres: Menemen T Tipi Kapalı Cezaevi A Blok. Hücre 18. Menemen/İZMİR
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 32. sayısında yayınlanmıştır.
The post YALINAYAK : Trans Tutsak Esra Mücadeleye Çağırıyor – Esra Arıkan appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Trans Tutsak Esra’yla Dayanışmaya appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Erkeklerin arasında yaşamaya mahkum edilmiş bir kadın, her daim tecavüz korkusuyla karşı karşıya bırakılan bir erkek, “açık” olmadığı için yok sayılan bir lezbiyen ya da bir gey… Hapishanelerdeki LGBTİ tutsakların yaşadıkları adaletsizlikler, hapishane yaşamları boyunca karşı karşıya kaldıkları baskı ve tehditler, maruz kaldıkları cinsel saldırılar artık çok daha görünür.
2013 yılının Temmuz ayında 79, 2014 yılının Mayıs ayında 95 olarak açıklanan LGBTİ tutsakların sayısının 2015 yılında ne kadar olduğu bilinmiyor. Adalet Bakanlığı 2015 yılına ilişkin yapılan başvuruyu “özel hayatın gizliliği”ni bahane ederek açıklamazken; bahsi geçen bu sayılarsa yalnızca kimliği “gözle görülebilen” LGBTİ tutsakları kapsıyor. Kimliği “gözle seçilemeyen”, maruz kalacağı sosyal ve psikolojik baskılar sebebiyle “açık” olmayan LGBTİ tutsakların hemen hepsi ise yok sayılıyor.
Hapishaneler, toplumsal ahlaka ve onun belirlediği normlara uygun bir şekilde tanınan “kadın ve erkek tutsaklar ya da heteroseksüeller” için bile işkencenin belki de en somutlaşan haliyken, bu durum LGBTİ bireyler içinse yok sayılmanın dayattığı görünmezlik, ayrımcılık ve nefretin kendisi oluyor.
Meydan Gazetesi’nin 23. sayısında Yalınayak bölümünde yayınlanan röportajının ardından sesini bizlere ulaştırabilmeyi başaran trans tutsak Esra Arıkan’ın yaşadıkları ve anlattıkları ise, hemen hemen tüm LGBTİ tutsakların yaşadıklarını, açıkça anlatır nitelikte.
Bundan önce kaldığı İzmir 1 No’lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu’nun ve Samsun E Tipi Kapalı Cezaevi’nin de dahil olduğu toplam 10 farklı hapishanenin her birinde benzer uygulamalarla karşı karşıya kalan Esra, henüz 4 ay önce sevk edildiği 11. hapishane olan Menemen T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda söz konusu olan insanlık dışı uygulamaları şöyle sıralıyor: Kendisine yönelik taciz ve tecrit, gerekçesi olmaksızın hücrede tutulması, revire çıkartılmaması, dilekçelerinin işleme alınmaması, kahvaltılıkların gece saat 02:00-03:00 arasında verilmesi…
Çıktığı son açık görüşünde, bugüne kadar maruz kaldığı insanlık dışı uygulamaların, Menemen T Tipi Kapalı Cezaevi’nde sistematikleştiği ve yoğunlaştığından söz eden Esra Arıkan, herhangi bir hücre cezası bulunmamasına rağmen, “tekli oda” adı altında bir hücrede tutulduğunu; bu mekanda yaşamak zorunda bırakılmanın sonucu olarak, kültürel çalışmalar, spor aktiviteleri, sohbet odaları gibi birçok hakkından mahrum bırakıldığını söylüyor. Aynı ünitede kalan diğer tutsaklarla birlikte havalandırmaya çıkma ve 1 saat sohbet etme hakkı olmasına rağmen bu uygulamadan da yararlandırılmayan Esra’nın İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’na yaptığı şikayetin ardından hapishane yönetiminin yaptığı savunma ise, bahsi geçen tüm bu insanlık dışı uygulamaların, temelinde nefret veayrımcılık barındırdığını apaçık bir şekilde gösterir nitelikte: “Cinsel eğilim farklılığı”.
Esra çıktığı açık görüşte aynı zamanda Menemen T Tipi Kapalı Cezaevi yönetiminin diğer tutsaklara yönelik bazı olumsuz uygulamalara da değinirken; tutsaklara Gündem ve Azadiya Welat gibi gazetelerin iletilmediğinden, tutsakların iletişim haklarının engellendiğinden bahsediyor.
Aynı cezaevi, Esra’nın yakın zamanda İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’na yaptığı başvuruda bahsettiği “kahvaltıların gece 02:00-03:00 saatleri arasında verilmesi problemi”ni, “asılsız, gerçekdışı, kurumun güvenirliğine gölge düşürme çabası” olarak nitelendirmiş; Esra’nın tutulduğu hücreyi “tekli oda” olarak adlandırmış; kısacası yapılan tüm şikayetleri reddetmiş ve verilen tüm dilekçeleri karşılıksız bırakmıştı.
Geride bıraktığımız Aralık ayında bünyesindeki tutsaklara çıplak arama dayatan, bu dayatmayı kabul etmeyenlerin darp edilmesine zemin hazırlayan Menemen T Tipi Kapalı Cezaevi yönetiminin söz konusu uygulamaları ise hem trans kimliği gerekçesiyle tecritte tutulan Esra için hem de aynı hapishanedeki diğer tutsaklar için giderek yoğunlaşmakta.
LGBTİ bireylere “dışarıda” bile özgür bir yaşam neredeyse imkansızken, cezaevlerinde tutsak olan Esra ve diğer tüm LGBTİ bireyler içinse özgürlüğün hayali dahi imkansızlaştırılıyor. Adalet Bakanlığı yalnızca LGBTİ bireylerin kalacağı yeni bir cezaevi projesinden bahsederken ve aslında LGBTİ tutsakların tecritini kurumsallaştırmanın ve yeni sürgünlerin yolunu açarken; şu anda çeşitli hapishanelerde tutsak olan eşcinsel ve trans bireyler için söz konusu problemler artarak sürüyor.
Merve Arkun – Esra’nın Vasisi
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 31. sayısında yayımlanmıştır.
The post Trans Tutsak Esra’yla Dayanışmaya appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Yalınayak: Devlet İntiharı (Cinayet) – Abdülmelik Yalçın appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>“Burası dördüncü koğuştur benim abim.
Bak camları yoktur kırıktır, ne bacası tüter ne de sobası.
Her neyse benim abim, ver bir cigara zuladan yanalım.
Burası dördüncü koğuştur benim abim, ikinci adresimiz.
Allahımızı sorarsan adı Gardiyan Cafer, lakabı kel onbaşı,
Peygamberimiz desen, o da ekip başı…”
Hapishane ve çocuklarla ilgili haberler geldiğinde akıllara, Yılmaz Güney’in Duvar filmi de aynı anda canlanır hafızalarda. Sene 1983’tü ve Yılmaz Güney filminde, çocukların hapishanede maruz kaldığı işkenceleri, tacizleri ve tecavüzleri anlatıyordu. Şimdi, yıl 2015; hapishanelerde yaşananlarsa hala aynı… Trabzon’da Bahçecik E Tipi Hapishanesi’nde tutuklu olan 15 yaşındaki Emirhan N’nin annesi, 1,5 ay önce, oğlunun içinde bulunduğu koşulların düzeltilmesi için hapishane yönetimine bildirimde bulunmuştu. Emirhan N ise, içinde bulundukları kötü koşullar sebebiyle bir arkadaşının firar etmesine de sebep olan bu koğuşta kalmaya zorlanmış, başvurularının hiçbiri dikkate alınmamıştı. Geçtiğimiz 13 Kasım günü Emirhan N, üzerinde sürmekte olan baskılara da daha fazla dayanamayarak, kendisini mahpus olduğu koğuşun kapısına asarak “intihar etti”.
Emirhan N’nin annesinin anlattıkları ise, yaşananın bir intihardan çok, sistematikleştirilmiş bir cinayet olduğunun göstergesiydi; “Oğlum kapalı yerlerde kalmayı hiç sevmezdi. Evde bile oturmak istemezdi. Cezaevine girdikten sonra çok zorlandı. ‘Anne her gün yanıma gel’ diyordu. Ancak görüşüne gittiğimde cezaevi görevlileri 1 hafta sonra gelin diyorlardı. 1 hafta sonra gidiyordum, bugün müsait değil deyip içeri almıyorlardı. Ölümünden birkaç hafta önce, zayıfladığı için yeni bir pantolon almıştım. Beni görmeyince üzüldüğünü bildiğimden, hiç değilse pantolonu versinler istedim ama onu da içeri almadılar…”
Devletin çocuk hapishanelerinde sözde “tedavi etme, yeniden topluma kazandırma” amacıyla işlettiği uygulamaların, yaşanan bu ve benzer cinayetlerin esas sebeplerinden olduğu açık. Bugün, hapishanelere kapatılan çocukların maruz kaldığı çıplak aramalarsa, kötü koşullardan ve tüm hapishanelerde söz konusu olan insanlık dışı uygulamalardan sadece biri. Bunun dışında, tutsak çocuklar, hapishane yönetimi tarafından verilen 3 öğün yemek dışında, içecekleri su dahil, yaşamsal tüm ihtiyaçlarını kantinden satın alarak karşılamak zorunda bırakılıyorlar. Parası olmayanlar ya da aileleri para yollayamayacak durumda olanlar ise, koğuşlarda sigara vb. ihtiyaçları karşılığı, diğer mahkumların temizlik gibi “hizmetlerini” görmek zorundalar… Söz konusu uygulamaların bütününe baktığımızda ise çocuk mahkumlar, hapishane yönetimlerinin keyfi uygulamalarıyla kimi zaman “disiplin cezası” adı altında hücrelere kapatılmakta, kimi zaman işkenceye, tacize ve tecavüze maruz kalmakta, kimi zamansa aileleriyle görüşememektedirler.
Emirhan N’nin ölümü, yaşadığımız coğrafyanın yoğun gündemi arasında kendisine yer bulamasa da, bu “yoğun gündem” arasında Adalet Bakanlığı’ndan çocuklara “müjdeli” bir haber geldi. Bakanlık, 2016 yılında, Diyarbakır, Antakya ve Tarsus’ta; 2018’de de Kayseri ve Tekirdağ’ın Çorlu ilçesinde 1440 kapasiteli, toplam 5 adet çocuk hapishanesi açılacağını duyurdu.
Devlet bir yandan karşısında mücadele eden çocukları katletmeyi sürdürürken, bir yandan da katledemediklerini duvarların ardına kapatıp sindirmek istiyor. İnşa ettiği yeni hapishanelerinde, yeni Gardiyan Caferler yetiştirirken; bizleriyse, Onur’u, Enes’i, Güneş’i, Rojda’yı ve nice kardeşimizi, yalnızca isimlerinin baş harfleriyle anacağımız günlere tutsak etmeye çalışıyor…
Abdülmelik Yalçın
Bu Yazı Meydan Gazetesi’nin 30. sayısında yayımlanmıştır.
The post Yalınayak: Devlet İntiharı (Cinayet) – Abdülmelik Yalçın appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Yalınayak: ” Direnişin Yalınayak Halleri ” – Deniz Tepeli appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>İktidarın inşasında ve sürdürülmesinde en yaygın kullanılan ve en eski yöntemlerden biri, bedene müdahaledir. Hiyerarşinin temel ürünlerinden ve en sağlam dayanaklarından olan tek tanrılı dinlerin söylenceleri iktidar olgusunun temel özelliklerinin kodlanmış, hikayelendirilmiş halidir aslında. Mesela Havva ile Adem, söylencesinde iktidar-beden ilişkisinin de özünü, özetini buluruz: Havva ile Adem cennette özgürce yaşarlarken (ki aynı zamanda çıplaktırlar da), tanrıya (iktidara) karşı suç (itaatsizlik) işleyince cennetten kovulurlar; özgürlükleri ellerinden alınır. Buna “incir yaprağı”, yani istemleri ve iradeleri dışında örtülmelerinin eşlik etmesi ilgi çekicidir.
Özgürlüğe müdahale ile bedene müdahalenin ya da tersten söylenecek olursa, iktidarın oluşması ve kurumsallaşmasıyla bedene dönük dayatmaların paralel gelişmesinin hikayelendirilmesi tesadüf değildir. Bedene hükmetmenin insana ve topluma hükmetmedeki kritik önemini egemenlerin gayet net bir şekilde kavramaları, çok eskiye dayanır.
Beden, hükmetmenin ilk ve en somut alanı olmuştur. Egemenlerin daima bedene dönük müdahaleleri ve politikaları varolagelmiştir. Her bir beden politika sahasıdır ve daima ona şekil vermeye çalışırlar. Buna, Havva ile Adem’de (ki insanlığın tarihinin başlangıcı sayılır) olduğu gibi, çoğunlukla soyarak; ama daima türü, biçimi, rengi, yeri ve zamanını kendileri belirleyip topluma dayatarak yaparlar. Ancak, daima madalyonun bir de öteki yüzü vardır.
Beden, egemenlere ve egemenliğe karşı, direnişin de hem kendisi hem de sembolü, mekanı olur halklar, devrimciler cephesinde. Mesela kadınların Çin’de ayak bağlarını, Doğu’da peçeyi, Batı’da korseleri kaldırıp atmaları, saçlarını kısa kestirmeleri sadece biçimsel bir değişiklik değil; bir direniş, bir isyan, özgürlüğünü eline alma edimiydi.
İktidarların dayattığı önyargılara ve ezberlere direnmek, doğruya-gerçeğe ulaşmak, düşünmek, üretmek ancak çıplak bir zihinle yapılabilir. Zihnin, politik ve ideolojik olan öznenin direnişi, bedende somutlanır. Bu çıplak düşüme bazen küçük bir çocuğun haykırışıyla büyük bir gerçeğin ifadesine, isyana dönüşür. Sadece zihni ve gözü giydirilememiş birisi “kral çıplak!” diye açıkça ve cesurca bağırabilir. Ki, muhtemelen bu çocuk yalınayaktı ve “baldırıçıplak”tı. Ve elbette, bizdendi.
Bir de her şeyin, her iki taratan da dolaysız yapıldığı ve yaşandığı mekanlar vardır. Bunlardan biri de devletin en yoğun ve en saf halinin vücut bulduğu kurumlardan olan hapishanelerdir. Buralarda sistemin karşısına dikilmiş birey ve sistemin şiddet araçları karşılıklı olarak çırılçıplaktır.
Daha hapishaneye adımını attığın an, istisnasız ilk yaptıkları şey, çıplak aramadır. Bunu kanunla (ki asla kanun dışı bir iş yapmazlar!) ve güvenlikle açıklarlar. O konularda bile “ciddi şüphe durumunda” diye bir çerçeve getirilmiştir. Aslında tutuklu ya gözaltından ya da başka bir hapishaneden, yani fazlasıyla “güvenlik” kontrollerinden geçirilmiş olduğundan, asla “ciddi şüphe durumu” olası değildir. Ama “güvenlik”, “kanun” işin kılıfıdır.
Yalın hali ise şudur: Seni giysilerinden değil, aslında bunda somutlanan ideolojinden, direncinden, özgür insan duruşundan soyundurmak ister. Vahşice saldırıp, en dokunulmazın olan bedenine dilediğince dokunup, saldırarak, baştan iradeni, direncini, moralini kırmaktır amaç. “Burada hakim benim” der devlet bununla. Bu aramayı kabul etmeyip direnenlere ise tam bir tecavüzcü gibi saldırıp, zorla soyar. Bu, sadece biçimsel bir benzerlik değildir; özellikle işgalci, soykırımcı güçlerin taciz, tecavüz saldırılarıyla psikolojik, sosyal, moral, ideolojik saldırıyı da içeren “ele geçirme” beyanı açısından da benzerdir.
Bunlara karşı da yine bedenle ve tabii ironiyle gülerek direnilir. “Soyun” derler, soyunmazsın. Hatta “böyle iyiyim” diye dalga geçersin. “Soyunman lazım, kanun böyle” derler eğreti bir tatlılıkla. “Biz kanunları çiğnediğimiz için buradayız. Dışarıdayken tanımadığımıza uyar mıyız sence?!” Tekrar bir “tatlı dil” hamlesi: “Soyunsan ne olacak sanki. Plajda da soyunmuyor musun ki?” “Çok haklısın! Ama burası plaja pek benzemiyor!” Bir diğeri “Soyun, soyun, hepimiz bayanız, çekinme” der. “Eh madem o kadar doğal görüyorsun, öyleyse sen soyun. Hem hepimiz bayanız, çekinme!” dersin. Artık çileden çıkmak üzeredirler. Kim bilir dillerini giydirmek, niyetlerini örtmek için ne çok eğitimden geçmişlerdir ama boş. Kısa sürede sahteliklerinden soyunup gerçek hallerine dönerler: Saldırırlar. Zorla soyarlar. “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek!” sloganı ile ve bedeninle direnirsin.
Bazen bu direnç nedeniyle tam soyamadıkları da olur. Sonra “giyin” derler. “Hani arama yapmanız zorunluydu! Niye tam soymuyor, aramıyorsunuz? İşinizi tam yapın!” dersin. Bu tam bir karşı saldırı olur. “Giyin” derler. “Giyinmiyorum! Madem siz soydunuz, siz giydireceksiniz!” Onlar utanç içinde kızarıp yerin dibine geçmiş ve ilk fırsatta elbiselerine giymeye didinen birini görmeyi umarken, bu sözlerle tokat yemiş gibi olurlar. Kimileri “Aaa, giysene, utanmıyor musun, ayıp” demeye kalkar. “Ayıp olduğu yeni mi aklına geldi! İşkenceci, tacizci olduğunuz için asıl siz utanın!” Kimileri de “Biz emir kuluyuz, yapmak zorundayız” der. “Bu ellerle gidip evlatlarınızı mı okşayacaksınız? Onlara işkenceyle kazandığınız lokmaları yedirdiğinizi de söyleyin bakalım ne diyecekler! Ne evlatlarınız ne de Allah razı olur ’emir kulu’ olmanıza”. “Benim vicdanımı sorgulamak sana düşmez” der biri. “Keşke düşmeseydi ama siz sorgulamadığınız için biz sorgulamak zorunda kalıyoruz vicdanınızı” dersin. Sonra, zorla giydirirler. İşkenceleri, irade kırmaları adeta tersine dönmüştür. Usançla bitirirler bir arama mesaisini daha.
İşte tüm bunlardan geriye ne yolunan saçların, tekmelenen, yumruklanan, tırmalanan, sıkılan, ezilen bedenin acısı, sızısı ne de onca şiddetin üstüne hakkında açılacak “görevli memuru darp”, “direnme”, “görevi yaptırmama” gerekçeli soruşturmalarla verilecek cezaların tasası vardır. Yolunmuş saçlarla, çiziklerle, morluklarla dolu şiş yüz, derbeder kılık ve yalınayaklarla (ayakkabıları giydirmemişlerdir) çıkarken oradan, o odadan sana kalan şey, direnmenin verdiği iç huzur, irade, düştükleri komik hallerin gülümseyişi ve “güc”ün güçsüzlüğüne bir kez daha tanık olmanın tazelenen bilincidir.
Hapishanede bedene saldırı ve direniş öykülerimizden en unutulmaz olanlarından biri ayakkabı eylemlerimizdi. F tipleri açıldığından itibaren ayakkabı aramasını protesto etmek için, uzun yıllar boyunca, devrimci tutsaklar hastaneye, mahkemeye vb. ayakkabısız gittiler. Böylece F tipi hapishaneler uzun süreli bir “yalınayak” direnişinin mekanı ve sebebi oldu. Yalınlık direnç oldu tutsaklarda, 12 Eylül’ün tek tip elbise dayatmalarına karşı elbisesiz olarak mahkemelere gidiş gibi.
Mahkemeye giderken, ringden inmeden önce, askerler yerleri ve nezarethanenin içini bol suyla iyice ıslatırlar. Ama bu onları tatmin etmez. Akşama kadar o su olur ki buharlaşır, ılıklaşır diye, ara ara sulamayı ihmal etmezler. Bu kadar mı? Değil. Özellikle duruşmaya çıkacağın ringe bineceğin sırada koridorları bir kez daha ıslatırlar. Bazen hızlarını alamayıp nezarethanedeki oturaklara da su döktükleri olur. “Sayemizde buralar temizlik yüzü gördü” diye espri yaparsın. Vatan savunması için kritik önemdeki bu onurlu görevi büyük bir titizlikle yapan askerlere “Niye böyle az döküyorsun, biraz daha su getir. Bak şuraya dökmemişsin”. “Bravo, hepiniz madalyayı hak ettiniz” dersin. Şaşırırlar hepsi, ezberleri bozulur. O yalınayaklı yolculuklardan geriye onların direnç karşısındaki acizliği, direniş karşısındaki korkularının tanıklığı kalır. Ve tabi mağrur bir gülümseyiş…
Bu kadar da değil, hastanede tanımadığın yoksul bir kadının, asker çemberini yarıp ayakkabılarını sana vermeye çalışması. Nezarethanede adli tutukluların birbiriyle yarışırcasına “Abla al, benim terliğimi giy” ısrarları… Halkımızın yürekten ve yalınayakları kendinden bilmesinden gelen o sıcak sahiplenişleri, paylaşımcılığının yalın güzelliğine bir kez daha tanık olmanın için kaplayan büyük mutluluğu kalır.
İçerde, dışarıda egemenler saldırırken hoyratça, ideolojimize, politik duruşumuza, insan oluşumuza, kadın kimliğimize… en çok bedenlerimizi hedef alırlar. Ve bedenimizle, yalınlığımızla, yalınayaklarımızla direniriz bunlara. Yalınlığın her hali bize aittir, bizim taraftadır.
Sadece biri hariç: Yalnızlık! Egemenlerindir o!
O yüzden içerde, dışarıda, hücreyi, tecridi, tek olmayı, toplumsuz bireyi, bizsiz beni yücelttikçe yüceltir, dayatırlar.
Ama bizler direnişin yalınayaklı haliyle dikenli, taşlı, engebeli yolları, sarp yokuşları hep beraber aşıp, özgür dünyanın ışıklı zirvesine hep beraber ulaşacağız. Mutlaka.
Deniz Tepeli
Sincan Kadın Kapalı Hapishanesi
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.
The post Yalınayak: ” Direnişin Yalınayak Halleri ” – Deniz Tepeli appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşist Gazete Meydan Okuyoruz! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>2012 yılının Mayıs ayında çıkan ilk sayısından itibaren, aylık olarak yayınlanan Meydan Gazetesi’nin 26. sayısını elinizde tutuyorsunuz şu anda. Gündelik işleyişe ve var olan gündeme dair anarşist bir perspektifle değerlendirmeler yapan ve bu değerlendirmeleri okuyucularıyla buluşturan anarşist gazete Meydan, yayınlandığı ilk günden bu yana, kolektif bir çabanın ürünü olarak hazırlanıyor ve ulaştırılıyor coğrafyanın dört bir yanına.
Şüphesiz ki yalnızca yazınsal bir faaliyetten ibaret olmayan Meydan, ezilenlerin isyanının ve mücadelesinin var olduğu her alandan besleniyor ve bu mücadeleyi büyütmenin bir aracı olarak, okuyucularıyla direniş meydanlarında buluşuyor. Meydan, tüm ezilenlerle birlikte, her türlü tahakküm biçimine meydan okuyor.
Kışın yağmur yazın güneş demeden, sabahın erken saatinde işine gidenin, okuluna yürüyenin yoluna çıkar “patrona, ustabaşına, öğretmene, idarecilere” karşı direnenlerin gazetesi Meydan. Metrobüs durağından geçerken, otobüse binerken, üniversite koridorlarında yürürken, fabrikanın önünde patrona karşı direnirken yankılanır sesi: “Meydan direnenlerin gazetesi”. İktidarların dağıtımına bile tahammül edemediği ve her fırsatta saldırdığı Meydan, Taksim’den Kadıköy’e, Yalova’dan Amed’e, Antalya’dan Suruç’a kadar dört bir yanda dillendiriyor direnişin sesini.
Erkek olmayan toplumsal yaşamın kıyısına itilir; erkeklerin sevgisi her gün en az üç kadını katleder, LGBTİ bireyler ataerkinin dişlileri arasında öğütülürken Meydan, heteroseksizme ve cinsiyetçiliğe karşı direnenlerin meydanı oluyor. Kadınlar, “Katledilen Kadınlar İsyanımızdır” diye haykırırken; Meydan her Mart ayında sayfalarını bedenleri, kimlikleri, varoluşları yok sayılan kadınlara bırakıyor ve coğrafyanın dört bir yanında ataerkiye karşı Meydan okuyan kadınların sesi oluyor.
HES, RES, GES denilerek, ekolojik yıkımlar yaşam alanlarımızı talan ederken Meydan, Loç Vadisi’nde HES’lere, Bergama’da siyanüre, Gerze’de termiğe ve Akkuyu’da nükleere karşı yaşamı savunanların Meydan’ı oluyor, katil şirketlerin karşısına dikiliyor.
Çocukların eline verilen oyuncak silahlarla başlayan; milli marşlarla, nizami sıralarla, üniformalarla ve okullarla normalleştirilen; zorunlu askerlik hizmetiyle kendisini dayatan; kaza, şakalaşma, cinayet adı altında yaşanan “şüpheli ölümler”le yaşamlarımızı çalan militarizme inat Meydan, ölmeyi, öldürmeyi, kardeş kanı dökmeyi ve savaşmayı reddedenlerin meydanı oluyor.
Zengini daha zengin ederken, bizleri daha da hiçleştiren emek sömürüsüne; patronların kar hırsı uğruna fabrikalarda, atölyelerde, inşaatlarda her gün yeni bir işçinin daha katledilmesine; Soma’da, Ermenek’te, Torunlar’da yüzlerce işçinin yaşamını yitirmesine karşı isyan edenler yaşamları için direnirken; Meydan da işte bu direniş meydanlarında, 1 Mayıs’larda yazılıyor, okunuyor.
Yeni bir dünya yaratmak için mücadele edenler zindanlara kapatılır, F tipleri, tecritler ve yasaklarla tutsakların benlikleri yok edilmek istenirken Meydan, “yalınayak” direnen özgür tutsakların kalemi, Metris’in, Kandıra’nın, Kırıklar’ın meydanı oluyor.
Halkın isyanı seçimlere kanalize edilip, öfkesi oy sandıklarına hapsedilmeye çalışılırken Meydan “Koltuk Sizin, Özgürlük Bizimdir” diye haykırıyor sokaklarda. Her yeni seçim döneminde parlamentarizme sıkıştırılan özgürlüğü, doğrudan demokrasi mücadelesinde, fabrika işgallerinde, özyönetim deneyimlerinde ve direniş çadırlarında yazıyor.
Bizleri çizdikleri sınırlara hapsedip birbirimize düşman eyleyenler dilimizi, kimliğimizi varoluşumuzu yasaklayıp, bizleri yok etmeye çalışsalar da Meydan, yerinden yurdundan ötelenenlerin, sürgün edilenlerin meydanı oluyor ve milliyetçiliğe karşı halkların kardeşliğini haykırıyor. Sokaklarda taş atan çocuklar, Kobane’de direnen halklar kazanırken Meydan, direniş halaylarında yazılıyor, Newroz meydanlarında okunuyor.
Devletin bakanı polisini korur, cumhurbaşkanı “vur emri”ni verir, sokaklar TOMA’lar, akrepler, gözaltı otobüsleriyle işgal edilirken, devlet terörüne karşı direnenler yine meydanlarda buluşuyor. Meydan, polisin copuna, silahına, mermisine, “iç güvenlik” adı altında sürdürülmek istenen faşizme geçit vermeyenlerin; ekmek, adalet ve özgürlük için sokaklara çıkanların meydanı, Taksim Meydanı, Kızılay Meydanı, Şişli Meydanı oluyor.
Şimdilerde, iktidar hırsıyla yanıp kavrulanlar “Meydan” adında yeni bir gazete çıkartıp, meydanlara çıkmaya niyetlenseler de, bilsinler ki bizim “Meydan”larımızda ne patronlara, ne hırsızlara, ne katillere ne de iktidarlara yer var. Bugüne dek nasıl ki isyanımızı sokaklara taşıdık, üzüntümüzü öfke eyleyip, yeni bir yaşam umuduyla doldurduysak sokakları, yine aynı şekilde dolduracağız “Meydan”ları. Bizi yok sayanlara, katledenlere, kaybedenlere inat özgürlük olacağız Taksim’de, Beyazıt’ta, Kızılay’da, Gündoğdu’da ve her Meydan’da, yayılacağız dalga dalga.
The post Anarşist Gazete Meydan Okuyoruz! appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>