Yenilenebilir enerji – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Sun, 16 Jun 2019 10:11:19 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 İklim Borsası ve Yenilenebilir Enerji – Hüseyin Civan https://meydan1.org/2019/06/16/iklim-borsasi-ve-yenilenebilir-enerji-huseyin-civan/ https://meydan1.org/2019/06/16/iklim-borsasi-ve-yenilenebilir-enerji-huseyin-civan/#respond Sun, 16 Jun 2019 10:11:19 +0000 https://test.meydan.org/2019/06/16/iklim-borsasi-ve-yenilenebilir-enerji-huseyin-civan/ İklim değişikliği, iklim krizi diye anılır oldu şimdilerde. Büyük haber kanalları, gazeteler, haber siteleri, bu söylemsel değişikliğe durumun aciliyetini vurgulamak için başvurduklarını söylüyor. Bu aciliyetli durumu şöyle tarifleyelim; canlı türlerinin yaşamını sürdürmekte oldukları ekosistemlerin yapısının bozulması, bununla birlikte bitki ve hayvan türlerinde azalma, canlı yaşamını etkileyecek aşırı sıcaklar, yağışların az olduğu dönemde kuraklık, çok olduğu […]

The post İklim Borsası ve Yenilenebilir Enerji – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

İklim değişikliği, iklim krizi diye anılır oldu şimdilerde. Büyük haber kanalları, gazeteler, haber siteleri, bu söylemsel değişikliğe durumun aciliyetini vurgulamak için başvurduklarını söylüyor.

Bu aciliyetli durumu şöyle tarifleyelim; canlı türlerinin yaşamını sürdürmekte oldukları ekosistemlerin yapısının bozulması, bununla birlikte bitki ve hayvan türlerinde azalma, canlı yaşamını etkileyecek aşırı sıcaklar, yağışların az olduğu dönemde kuraklık, çok olduğu dönemde sel gibi durumlar yani yağış dengesizlikleri, yağış ritminin bozulmasına bağlı olarak besin üretiminde aksaklıklar, canlı kırımına yol açacak hastalıkların artması…

Tüm bunlar konuşulurken çözüm için tek mecra gözükmektedir! Paris Anlaşması…

İklim Krizine Çözüm: Gaz Borsası

Küresel iklim krizine karşı anlaşmalar, temel olarak sera gazı salınımını azaltmaya yönelik yapılmaktadır. Sera gazı salınımları, endüstrileşme oranı yüksek olan devletlerle ilgilidir. Salınımın azaltılmasına yönelik önlemler, uluslararası toplantılarla karara bağlanır. Uzun bir süredir gündemimizde olan Paris Anlaşması da bu türden bir anlaşmadır.

Bu anlaşmanın öncüsü olan Kyoto Protokolü de benzer nedenle devletlerin iklimi konuşmak üzere toplandığı mecraydı. İklim gündemiyle devletlerin toplanması bundan çok daha önce başlar. 1972’de Stockholm’de düzenlenen BM “İnsan Çevre Konferansı”, 1979 Birinci Dünya İklim Konferansı, 1988 Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli, 1992 Rio Yeryüzü Zirvesi…

Fosil yakıt tüketiminin küresel çapta yarattığı tehditlerin ciddi çıkmazlara girmesinin ardından, dünyadaki ‘hava kirliliğinin’ yani salınan zararlı gazların emisyonundan doğan tahribatın telafisi için 1997’de Kyoto’da bir toplantı gerçekleşti.

Kyoto Protokolü’yle sera etkisine neden olan gazların salınımının 1990’daki düzeye düşürülmesi hedeflendi. Ancak bu protokol sekiz yıl sonra yürürlüğe girdi. Bunda devletlerin imza atma noktasındaki isteksizlikleri, imza geciktirmeleri hatta imza atmamaları etkili oldu. Öte yandan, protokol imzacısı olan ya da olmayan devletleri bağlayıcı herhangi bir üst merci bulunmadığından imzacı olmak ya da olmamak mesele değildi!

Kyoto Protokolü devletlere (dolayısıyla bu devlet sınırları içerisindeki şirketlere) zehirli gaz salınımı sınırlaması getiriyordu. Bunun anlamı şuydu; sınır dolana kadar doğaya zarar verebilirsin! Dahası sınır dolmadığı takdirde, bu kotayı başka devletlere satabilirsin! Yeni bir ticaret açığa çıktı: zehirli gaz ticareti! Yani doğaya verilen zararı konu edinen protokol karbon ticareti, yenilenebilir enerji vb. yöntemlerle doğayı bir pazar haline getirerek bütün bir doğanın metalaşmasını çare olarak sunan bir mekanizmaya dönüştü.

Sistemin mevcut “sınırsız” üretim ve tüketiminden vazgeçmek yerine sınırsız bir şekilde kâr etmek için ‘temiz havayı satmayı’ çözüm olarak sunan bu sistem, uluslararası karbon ticareti hamlesiyle doruk noktasına ulaşmıştır. Kuruluşunda ilk olarak taraf devletler açısından kendi mevcut emisyon salınımlarının 1990’daki oranlarından en az %5 oranında azaltıma gidilmesi yönünde bir yükümlülük veren Kyoto protokolü, ABD’nin araya girerek devletlerin yükümlülüklerinin icrası konusunda ‘esnekliklere’ gereksinim duyulduğunu belirtmesinin ardından, “kolaylaştırıcı” maddelerin devreye girmesiyle şekil değiştirmişti.

Bu arada, bu zehirli gaz ticaretine girebilmek için protokole imzacı olmaya gerek dahi yoktu. İmzacı olmayan devletlerin de yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği programlarının geliştirilmesi veya birleştirilmesi amacıyla yatırım yapabileceği ve yatırım yaparken iş dünyasının, STK ve bireylere kadar ilgili her kesimin karbon denkleştirme amacı ile katılım sağlayabileceği bir yöntem olarak “Gönüllü Karbon Piyasaları” oluşturulmuştu!

Paris Anlaşması

Küresel İklim Krizi’ni dillendirenlerin, çözüm olarak Paris Anlaşması’nı işaret edenlerin görmezden gelemeyeceği gerçeklik; Kyoto Protokolü’nün başarısızlığıdır. İklim adaleti talep edenlerin, “yokoluş isyanlarında” bulunanların, iklim grevcilerinin bu anlaşmaların şirketler ve devletler için karlı bir mecraya dönüşmesini konuşmadan bu durumu eleştirmeden girişecekleri anlaşmanın imzalanması yönünde “sivil baskı” çabalarının nereye hizmet edeceği açıktır; zehirli gaz piyasalarına… Bu “eylemlerin” hedefine devlet ve şirketleri alamayacağı açık bir gerçekliktir.

Daha ötesi de var. Bugün “yenilenebilir enerji”nin kapitalizmin yeni bir sektörü haline döndüğü, yenilenebilir enerji şirketlerinin eko ya da doğa dostu ön sıfatlarla kurulacak yeni BP, Shell, ExxonMobil, Chevronlar olacağı açık bir gerçekliktir. Kaldı ki bahsi geçen fosil yakıt şirketleri bu yeni sektörün en önemli aktörleri konumundadır.

Neyin ihtiyaç, neyin kapitalizmin ve devletlerin daha fazla kar etme politikası olduğunun iyice belirginleşmesi gerekmektedir. Şu gerçekliği görmeden enerji şirketlerinin yarattığı bu muğlaklıktan kurtulamayız: Küresel İklim Değişikliği, yenilenebilir enerji şirketlerinin kendi STK’ları eliyle yürüttükleri bir lobicilik faaliyetidir. Bu iklim ve dolayısıyla doğanın içerisinde bulunduğu durumu es geçmek değildir. Bu 1800’lerde Paul Ehrlich’in yaptığı iklim değişikliği tespitin neden uzun bir süre bu “duyarlı” çevreler tarafından görülmediğini sorgulamaktır.

İhtiyaçların doğayla uyumlu bir şekilde karşılanması noktasında üretim-tüketim-dağıtım ilişkileri, devletler ve şirketlerden bağımsız bir şekilde örgütlenmezse içinde bulunduğumuz krizlerden ve kıyametlerden daha yıkıcı bir senaryoyla karşılaşmak şans meselesi değildir. Doğa üstündeki en büyük tahakküm olan devlet ve kapitalizm hedef alınmadığı takdirde; Stockholm, Rio, Kyoto, Paris…

Hüseyin Civan

[email protected]

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 50. saysında yayınlanmıştır.

The post İklim Borsası ve Yenilenebilir Enerji – Hüseyin Civan appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2019/06/16/iklim-borsasi-ve-yenilenebilir-enerji-huseyin-civan/feed/ 0
“ENERJEOPOLİTİK” – Emrah Tekin https://meydan1.org/2015/04/27/enerjeopolitik-emrah-tekin/ https://meydan1.org/2015/04/27/enerjeopolitik-emrah-tekin/#respond Mon, 27 Apr 2015 18:01:01 +0000 https://test.meydan.org/2015/04/27/enerjeopolitik-emrah-tekin/ Jeopolitiğin kurucusu Friedrich Ratzel , “Bu küçük gezegende, sadece bir büyük devlet için gerekli yer mevcuttur” sözüyle, devletin doğasındaki yayılmacılık arzusunu açıkça ortaya koymuştu. Ratzel her ne kadar bu sözü olumsuz bir yerden kurmuyorsa da, devletin varlığını sürdürebilmesini genişlemekle sağlayabileceği tespitini iyi yapıyor. Nasyonal-sosyalist düşünceye armağanı olan Lebensraum- yaşama alanı kavramını da bu düşünceyle şekillendiriyor. […]

The post “ENERJEOPOLİTİK” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>

Meydan Gazetesi-Enerjeoplitik

Jeopolitiğin kurucusu Friedrich Ratzel , “Bu küçük gezegende, sadece bir büyük devlet için gerekli yer mevcuttur” sözüyle, devletin doğasındaki yayılmacılık arzusunu açıkça ortaya koymuştu. Ratzel her ne kadar bu sözü olumsuz bir yerden kurmuyorsa da, devletin varlığını sürdürebilmesini genişlemekle sağlayabileceği tespitini iyi yapıyor. Nasyonal-sosyalist düşünceye armağanı olan Lebensraum- yaşama alanı kavramını da bu düşünceyle şekillendiriyor.

Jeopolitik, özellikle uluslararası siyaset analiz edilirken en çok başvurulan yaklaşımlardan biri. Fukuyama’nın Tarihin Sonu tezinden Huntington’ın Medeniyetler Çatışması’na; Büyük Ortadoğu Projesi’nden Brezezinski’nin Büyük Satranç Tahtası’na, jeopolitik yaklaşım güncel uluslararası siyasetin nabzını tutmaktadır. Bu bakış açısından yapılacak bir devletler tarihi okumasında, 19. yüzyılda Almanya’nın, 20. yüzyılda ABD’nin uluslararası siyasetteki yükselişlerinin, öncekinin kömürü, sonrakinin petrolü kontrolü ile ilgili olduğu iddia edilebilir.

Ancak 20. yüzyılda, uluslararası siyasete yeni bir paradigma damga vurdu: Yenilenebilir enerji fikri… Devletlerin dış politikalarını belirlemesinde, hatta devlet dışı ekonomik ve siyasi aktörlerin bu politikaları etkilemesinde en büyük olgu, yenilenebilir enerjiydi.

Bu fikirle birlikte sadece dış politikalar değil, yeni kapitalizm tanımları, küresel şirketlerin dünya siyasetine etkileri konuşulur oldu. Jeopolitikçi yaklaşımların büyük bir çoğunluğu, bu süreç sonunda komplo teorileriyle ilişkilendirildi.

Siyaset biliminde, jeopolitikçi yaklaşımların nesnelliği tartışmalıdır. Örneğin Brezezinski, ABD Başkanı Carter’ın danışmanıdır. Dolayısıyla, uluslararası siyaseti okumasının tarafsız olması beklenemez.

Jeopolotikçi yaklaşım bu haklı ya da haksız itibarsızlaştırmaya karşı yeni bir argüman üretmiş durumda. TC devletinin son aylardaki uluslararası siyasette üzerinde yoğunlaştığı meselenin ne olduğu düşünüldüğünde bu durum daha kolay anlaşılacaktır. Devletlerin enerji politikaları dengeleri, her geçen gün değişmektedir. Bu dengeler güncel siyaseti etkileyebilmekte, devletlerin uluslararası siyasetteki konumunu belirleyebilmektedir.

Bu durum jeopolitikçileri, uluslararası sistemdeki aktörlerin yeni enerji düzeninde rol almalarına ve dış politikalarını buna göre belirlemeleriyle yeni bir kavram ortaya atmaya itmiştir: Enerjeopolitik.

Bu yaklaşıma göre yenilenebilir enerjiye geçiş bir süreçtir ve bu süreçte petrol ve doğalgaz önemini koruyacaktır. Hatta bu süreçte, daha önce petrol ve doğalgaz konusunda tekel durumunda olanların (ABD ve AB gibi) karşısına yeni aktörler (Brezilya, Rusya, Çin, Hindistan gibi) çıkacaktır. Küresel siyaset yapılandırılırken petrol hala öncelikli bir role sahiptir ve doğalgaz kullanımı hızla artmaktadır. Hal böyle olunca Ortadoğu, Kuzey Afrika, Kafkaslar, Hazar Havzası ve Orta Asya coğrafyalarındaki küresel siyasi ve ekonomik çekişmelerin asıl dayanağı enerji olarak ortada durmaktadır.

Erdoğan’ın Enerjeopolitik Arka Planı

Barış Süreci ile ilgili gelişmelerin hızlandığı bir dönemden geçerken, Tayyip Erdoğan, 17 Mart günü, TANAP’ın yani Trans-Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı’nın, Kars ayağının açılışında yaptığı bir konuşmada, “Kürt sorunu diye bir şey yoktur” dedi. Ancak buna benzer her konuşmada olduğu gibi yine, devlet erkanının konuşmalarını gerçekleştirdiği “arka planlar” üzerinde çok durulmadı. Fakat Erdoğan’ın Türkiye’nin enerji ve ulaşım koridoru olmasını vurguladığı bu konuşma esnasında kurduğu cümlelerin, hangi ruh haliyle kurgulandığını anlamak ve bunun, konuşmanın “arka planı” ile olan ilgisini düşünmekte fayda olabilir.

Enerji Bakanı Taner Yıldız ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, son süreçte, Romanya’dan Azerbaycan’a, Rusya’dan İran’a dek, hummalı bir çalışma içerisinde. Bu çalışmaların sürdüğü her bir yeni yer ise, siyasi konjonktüre ilişkin soruların cevaplandığı, devlet meselelerine ilişkin konuşmaların yapıldığı yerler olma niteliğinde. Gidilen her bir mekanın, devletlilerin demeç verdiği mekanlara dönüşmesi durumu söz konusuyken, bunun nedenini tartışmak, mekanlar üzerinde şekillenen politikaları anlamak açısından da önem taşıyor.

TANAP nedir?

Taner Yıldız Kandil’de petrol aramaya niyetlenmiş; Tayyip Erdoğan’la birlikte Türkiye’ye biçtikleri geleceğin, büyük bir enerji dağıtım şirketi olduğunun sinyallerini verir ve bunu da yaptığı her açıklamaya, her çalışmaya yansıtırken son zamanlarda kulağımıza çokça çalınan bir proje var. ABD’nin dolara müdahalesi iddialarının karşısında, 10 milyar dolarlık bir anlaşma olma niteliği taşıyan; bu yönüyle de II. Dünya Savaşı sonrası oluşan ve AB’nin kökeni sayılan “Kömür-Çelik Topluluğu”na benzetilen TANAP’a dair ilk anlaşma, 2012 yılında imzalandı.

1850 km uzunluğunda, Kars’tan Çanakkale’ye toplamda yirmi ilden geçecek olan Trans-Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı, BOTAŞ ve Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi SOCAR arasındaki anlaşmayla oluşturuldu. Projeyle hedeflenen Hazar Denizi’ndeki Şahdeniz 2 Gaz Sahası’ndan çıkacak gazı Avrupa’yla buluşturmak. %30’luk hissesiyle BOTAŞ, %58’lik hissesiyle SOCAR’ın çok da konuşulmayan bir ortakları daha var, projedeki %12’lik hissesiyle, kendi krizini şimdi de Avrasya’da yürüteceği politikalarla aşmaya çalışan BP.

BP Azerbaycan, Gürcistan, Türkiye Bölge Başkanı Gordon Birell, projede Türkiye ile birlikte yer almanın öneminden “Türkiye son 5-10 yılda önemli bir enerji merkezi oldu. TANAP’ta partner olmamız bizim için önemli bir adım. TANAP, Türkiye’nin enerji güvenliği için önemli bir fırsat” diyerek planlanan projeyi övgüler dizmeye şimdiden başlamışken; projenin asıl büyük ayağı ise dikkat çekiyor.

Projenin bütününde planlanan şey, esas olarak şu: Güney Kafkasya Boru Hattı (SCP) ile Azerbaycan’ın Hazar Denizi’ndeki Şahdeniz 2 Gaz Sahası’nda ve diğer sahalarda üretilen doğalgaz öncelikle Türkiye’ye, yani TANAP’a, ardından Trans Adriyatik Boru Hattı (TAP) ile Yunanistan, Arnavutluk ve İtalya üzerinden Avrupa’ya ulaştırılacak. Taner Yıldız’ın “siyasi engeller çıkarılmaya çalışıldı ama bu projenin önünde siyasi bir engel olmayacaktır” açıklamaları da, TANAP’ın daha şimdiden nasıl bir “namus meselesi”ne dönüştüğünü anlatır nitelikte.

Yeni Enerji Düzeni

Jeopolitiğin önemi noktasında ısrarlı duranların altını çizdiği duruma göz atmak gerekirse; Rusya, Ukrayna’daki gelişmelerden kaynaklı olarak iptal ettiği Güney Akım Projesi’ni, Türkiye-Yunanistan’dan geçecek yeni bir doğalgaz projesiyle ikame edecek. Putin’in yakın bir zamanda gerçekleştirdiği Erdoğan görüşmesi ve Çipras’ın Rusya ziyaretini buradan okumak doğru olacaktır.

Peki, İran’ın ABD ile nükleer müzakereleri sonrasında, İran tarafından yapılan eleştirilere rağmen Erdoğan’ın İran’a gidiyor oluşunu nasıl anlamak gerekecek? Yeni jeopolitikçilerin cevabı, Yeni İpek Yolu projesi. Çin’in ticari kaygılarla hazırladığı bu projenin yolları, karadan ve denizden Türkiye ile kesişiyor. Ancak yolların bir tanesinin üzerinde Yemen bulunuyor. Dolayısıyla Yemen’deki hareketliliği bir de buradan okumak gerekiyor! Öte yandan çok gündemde olmasa da, İpek Yolu’nun bir ayağının geçtiği Kenya’da ise 150 kişi radikal İslamcı Eş-Şebab tarafından katledildi.

Bu tarz bir okumayla, Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın, petrolü Kandil’de aramasını da anlamlandırabiliriz.

Enerji, Rant ve Savaş Üçgeni

Doğalgaz projeleri, yeni ticaret anlaşmaları.. Küresel ekonomik ve siyasi gelişmelerin hız kazandığı ortamda, bu hızdan kimlerin kar edeceğini görebilmek için strateji uzmanı olmaya gerek yok. Petrol ve doğalgaz gibi enerjilerin siyasette ve ekonomide hala daha ne kadar önemli olabildiğini anlamak için de… ABD ordusunun bir günlük ihtiyacının, Yunanistan Devleti’nin günlük ihtiyacından daha fazla olduğunun bilinmesi bile bunu anlamak için yeterli bir örnek.

Ancak bu, bizim küresel şirketlerin dünya siyasetindeki ve ekonomik sistemindeki rolünü önemsizleştirmemize yol açmıyor. 20. yüzyılın yarısında, Dünya Savaşı sonrası küresel şirketlerin, ABD güdümlü bir ekonomik ve siyasi hegemonyanın bir parçası olarak görüldüğü dönemde değiliz. Bugün bu küresel şirketlerin ekonomik amaçları ile devletlerin güvenlik politikaları uyuşmayabilir. Dünya üzerinde nükleer, doğalgaz ya da petrol enerjileri ile ilgili hatırı sayılır miktarda küresel organizasyon var ve bunlar dünya siyasetinde söz sahibi.

Biz ezilenlerin, meseleyi değerlendirmedeki ölçütünü nereye koyacağı önemli. TANAP projesi ve benzeri projeleri değerlendirmemizdeki kriter ne bu projelerin zenginliklerine zenginlik katacağı kapitalistler, ne de küresel siyasette gücünü arttıran mevcut sınırlara hükmeden devletlerdir. Zaten ortadaki enerji ihtiyacı da ne halkındır, ne de kazanılacağı iddia edilen milyonlar halka dağıtılacaktır.

Küresel siyasetin ve kapitalist ekonominin böyle hız kazandığı dönemlerde ortaya çıkan tek tablo savaştır. Masa başlarında imzalanan kağıtlar bazen bir bomba olarak bazen de kriz olarak karşımıza çıkacaktır.

Emrah Tekin

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.

The post “ENERJEOPOLİTİK” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/04/27/enerjeopolitik-emrah-tekin/feed/ 0