The post Ünlü Yapımcı Weinstein’a 23 Yıl Hapis Cezası appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Ünlü Hollywood yapımcısı 67 yaşındaki Harvey Weinstein, eski asistanı Mimi Haley‘e cinsel saldırıda bulunduğu ve kuaför Jessica Mann‘a 2013’te tecavüz ettiği gerekçesiyle yargılandığı davada 23 yıl hapis cezası aldı.
Eski film yapımcısı, 24 Şubat’ta gerçekleşen duruşmada “basit cinsel saldırı ve tecavüz” ile “ağır taciz”den suçlu bulunmuştu. Daha ağır ceza gerektiren “nitelikli cinsel saldırı ve tecavüz” suçundan ise beraat etmişti.
Weinstein hakkında 2013’te iki kadına yönelik tecavüz ve cinsel saldırı suçlamasıyla Los Angeles‘ta açılan başka bir dava ise hala sürüyor.
The post Ünlü Yapımcı Weinstein’a 23 Yıl Hapis Cezası appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Dayanışmayla Güçlenmek: Roma-Meltem Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>“Sonunda,
insan muamelesi gördüğü bir yer bulmuştu.
Birkaç gün içinde, ayrıldı.
Hoşuna gitmeye başlamıştı.”
Uluslararası Hizmetçiler Günü vesilesiyle 2012 yılında yazdığı bu şiirinde Eduardo Galeano, Latin Amerika’nın fakir, siyah, yerli yani bütün ezilen kimliklerini sırtlarında taşıyan hizmetçi kadınları için oynatmıştı kalemini. Ondan altı yıl sonra üçüncü dünyada ekonomik olarak ezilenin de ezileni sınıflarına mensup; ten rengi farklı diye, konuştuğu dil farklı diye sürekli yok sayılan; nefret edilen ve böylece sömürülen milyonları, başka birinin de dikkatini çekti. Sadece Meksika’daki 18 milyonun hikayesi, Alfonso Cuaron’un perdesine yansıdı geçtiğimiz yılın son çeyreğinde.
Gravity (Yerçekimi), Harry Potter Serisi (Harry Potter ve Azkaban Tutsağı) gibi popüler yapımların yönetmeni Alfonso Cuaron’un Latin Amerika meselesini gündem ettiği ilk filmi değil Roma. Daha öncesinde “Y tu mamá también” (Anneni de) adlı 2001 yapımı filminin de arka planını oluşturan Meksika’daki sosyo-politik atmosfer, bir anlamda zamanında En İyi Yönetmen Akademi Ödülü’nü kazanan ilk Latin Amerikalı olarak tarihe geçen yönetmenin içinden çıktığı toplumun gerçekliklerine ilişkin de bir vefa borcu olarak okunabilir.
Roma, şimdiye kadar çektiği filmlerdeki mesaj verme kaygılarının yanı sıra, yönetmen için bir hayli kişisel bir nitelikte olmasıyla öne çıkıyor. Çocukluk yıllarında deneyimlediği yaşam, ilişkilendiği insanlar, istekleri ve heyecanları Roma’yı bir hayli kişisel bir anlatım yapıyor. Filmin ilk sahnelerinde astronot kıyafetleriyle oyun oynayan Pepe, bu göndermelerin doğrudan cisimleştiği ilk örneklerden biri. Çocukluğundan beri astronot ya da sinemacı olmak isteyen Cuaron’un, ilk gençlik yıllarına gönderdiği ilk selam.. Roma, kişisel olmasına kişisel, ancak 1970’li yıllar Meksikası da bir hayli politik bir atmosfere sahip olduğundan olsa gerek, yönetmenin bu filmi ister istemez politik yorumlar yapmaya müsait bir düzleme geçiyor.
Dayanışmayla Güçlenen İki Kadın: Cleo ve Sofia
Filmde hikayesini izlediğimiz iki kadın Cleo ve Sofia farklı toplumsal sınıflardan, farklı hayat deneyimlerinden kopmuş ancak kadın olmanın onları bir araya getirdiği benzerliklerle hikayeleri ortaklaşan iki ayrı insan. Cleo, Sofia ve eşi Antonio’nun evinde hizmetçilik yaparak hayatını kazanıyor. Yoksul bir ailede büyümüş, yaşamak istediği yaşantıya bir türlü ulaşamamış bir ezilen. Sofia ise dört çocuğuna bakan Cleo’nun yanı başında içinde bulunduğu adaletsizliğin farkında olan, ancak durumu kabullenmiş bir karakteri simgeliyor. Cleo’yla kurduğu ilişki ve ortaklaştıkları deneyimler, onları birbirlerine daha çok yaklaştırarak Sofia’nın farkındalığının artmasına olanak sağlıyor.
Film üzerine yapılan yorumlar, bu durumun söz konusu adaletsizliğin farkındalığını oluşturmak amacıyla yoğunluklu bir şekilde üzerinde durulduğu noktasında hemfikir. Sofia’nın farkındalık edinme süreci, filmde göze parmak bir şekilde sunuluyor. Cleo’nun hamile olduğunu öğrenen Sofia, onun kaç yaşında olduğunu soruyor. Birlikte yaşadığı insanın yaşını dahi bilmeyen Sofia’nın ev içi ilişkilerindeki pozisyonunu farketmesi, filmin üzerine kurulduğu yapının önemli bir parçası. Anlatımın bu şekilde olması, Cuaron için bilinçli bir tercih.
Sonrasında başka birine aşık olan eşi tarafından terk edilen Sofia’nın dönüşüm süreci hızlanıyor. Cleo’nun hamile kaldığı sevgilisi tarafından, Sofia’nın ise evli olduğu eşi tarafından uğradığı ihanet, iki kadının hayatını birlikte yeniden kurmalarına yol açan, onların sonraki hayatlarını değiştiren temel dönüştürücü güç haline geliyor. Yönetmenin bu yöntemle kadın dayanışmasını, farklı alanlardaki ezen-ezilen olma durumunu çözen bir formül olarak gösterme çabasının olduğu çıkarımı yapılabilir. Kimseye ihtiyaç duymayan iki kadının birbirleriyle omuz omuza hayatı yeniden kurabilmelerinin tarafını tutan bir anlatım, zamanla onların yaşadığı dışsal sorunları çözmeye çalışan da bir ayraç oluyor. Gelelim filmin anlattığı bu özel hikayeyi üzerine kurduğu toplumsal sorunlara…
Meksika’da Devlet, Faşizm ve Şiddet Sarmalında Kadın Olmak
Filmde şiddet vurgusunun somutlaştığı sahneler mevcut. Bu sahnelerin birbiri ardına veriliyor olması, Meksika toplumunun o dönemde şiddetle iç içe olan kültürünü yansıtıyor. Orta yaşlı, zengin aileler ellerinde silahlarla ormana atış talimi yapmaya giderken genç ve yoksul erkekler militer bir düzende bir araya gelmiş çetelerle, spor adı altında ellerinde uzun sopalarla dövüş eğitimi alıyor.
Cleo birlikte olduğu erkek Fermin’le son kez konuşmaya gittiğinde bir sahneyle karşılaşıyoruz. Gerçekleşecek saldırılara hazırlanan yüzlerce kişiyi eğiten dövüş eğitmeni, gözleri kapalı halde yapılan bir duruşun talimini yaptırıyor. İçleri nefretle, öfkeyle dolmuş erkeklerin hepsi bu sakin hareketi yapmakta çuvallarken ortamda tek yapabilenin Cleo olduğunu görüyoruz. Bu sahne bize Cleo’nun aslında kendisi üzerinde kurulmaya çalışılan baskılara inat nasıl ayakta kaldığını, güçlü bir karakter olduğunu hissettiriyor.
1968’in Gerçekliğiyle 1971’e Bakmak
1968’de gençlik hareketlerinin dünyayı sarıp sarmaladığı, mücadeleyi farklı bir eksene çekmeye başladığı günlerde dünya muhalefetinin geçirdiği dönüşüm Meksika’daki toplumsal muhalefeti de etkiliyor. Meksika’da da başlayan bu isyan dalgası yolsuzluk olayları, değiştirilen eğitim programı vb. konulara ilişkin yükselen tepkiyle devlet şiddetinin muhatabı haline geliyor. 2 Ekim 1968’de başkent Plaza de las Tres Culturas’da gerçekleşen mitingde, onbinlerce kişi devlet şiddetine karşı bir araya geliyor. Dönemin Dirty War (Kirli Savaş) olarak adlandırılan kavramıyla açıklanan devlet politikasının bir parçası olan bu katliamda yüzlerce genç keskin nişancıların açtığı ateş sonucu katlediliyor.
Aradan çok geçmeden, 3 yıl sonrasında devlet şiddetini artarak sürdürüyor. Birkaç sene önce bu savaşı kendi güçlerini kullanarak açığa çıkaran devlet, 1971’te filmde de gösterilen, Fermin’in üyesi olduğu Los Falcones adlı grubun gerçekleştirdiği Corpus Christi Katliamı’yla devam ediyor. 10 Haziran 1971 tarihli bu faşist saldırıda -devlet kayıtlarda dört kişi gösterse de- yüzlerce öğrenci yaşamını yitiriyor. Meksika tarihi için bir dönüm noktası olan bu olaylar, insan hakları eylemcisi Sergio Aguayo’nun yorumuyla “gençler için silahlı mücadeleden başka çarenin kalmadığı” bir boyuta geçiyor. O güne kadar “demokratik” yollarda ısrarcı olan Meksika toplumsal muhalefeti katliamlarla ehlileştirilmeye çalışılmasının ardından, deneyimlediği acılar ölçeğinde, devlete karşı bir refleks geliştirmeye başlıyor. Cuaron için vefa borcu olan kısım biraz da burası. Meksika’da doğan, büyüyen ve sinemacı olarak Hollywood’a filmler yapan bir yönetmenin sorumluluğunu yerine getirmekten öte bir şey değil yaptığı.
Alfonso Cuaron’un iki kadından yola çıkarak devlet şiddetini, ezen ezilen ilişkisini gözler önüne seren bu filmi, sinemadaki yaygın bir alışkanlıktan dolayı akla başka soruları da getiriyor. Sinemada, gençlik yıllarında etrafında olup biten toplumsal olaylara ilişkin göndermeli filmler çekmek yaygın bir alışkanlık. Roma filmi, coğrafyamızda da son günlerde gündem olan bazı yönetmenlerin devlet ağzıyla benzeri örnekler verdiği düşünüldüğünde, politika/kültür-sanat arasındaki ilişkiye farklı bir alternatif sunuyor. 8 Mart için hazırladığımız bu sayımızda Roma, kadın dayanışmasının; erkek iktidarın hem evde hem de sokaktaki yansımalarına karşı nasıl mücadele ettiğini göstermesi için güzel bir araç olabilir.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 48. Sayısında yayınlanmıştır.
The post Dayanışmayla Güçlenmek: Roma-Meltem Çuhadar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Sinema: “Çernobil’de İlk Önce Yalan Patladı” – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Senaryo tamam: Elektrik kesintileri, “enerjide dışa bağımlı olmaktan kurtulmalıyız” demeçleriyle başladı, ana haber bültenlerinde, tartışma programlarında ve hatta sabah kuşağında bile “böyle giderse yatırım azalır, üretim düşer, işsizlik artar, mutlaka yeni enerji gerek” konuşmaları yapıldı, tesadüfe bakın ki, program aralarında gülen, koşan, bisiklete binen mutlu çocuk yüzlerinin kullanıldığı bir nükleer santral reklamı da yayınlanır oldu, bu da yetmezmiş gibi aynı günlerde nükleer anlaşmasına imza atıldığı, hayırlı uğurlu olması temennilerinin haberleri yayıldı.
Karakterler de belli. Bu karakterleri canlandıran oyuncular yıllar içinde değişse de replikleri değişmiyor. Radyasyonlu çay içen bakandan, “birazcık radyasyon iyidir” diyen başbakana, kimler oynamadı ki bu filmde.
Şimdi de filmi anlatalım. “Çok güvenlidir, kaza yapma ihtimali sıfırdır, hiçbir tehlikesi yoktur” denilerek inşa edilen bir nükleer santralde başlayan sızıntı, şirket yetkililerince “üretim durursa kar da durur” denilerek gizlenir. Hükümetten gelen yetkililer de yaptıkları ölçümlerde radyasyon değerlerini normalin çok çok üzerinde bulurlar, ama onlar da, tesisin kapatılarak insanların tahliyesini gereksiz görürler. Üstelik bu patlamanın gizlenmesi konusunda onlar da hem fikirdirler. Ne de olsa nükleer en güvenli enerjidir ve bu tesisin kaza yapması imkansızdır!
Hemen bilim-kurgu demeyin, hayal ürünü demeyin, bu filmde anlatılanlar aynen oldu, 1986 yılının Nisan’ında, Çernobil’de. Okumaya devam ederseniz, nükleerin belası da aynı, şirketlerin ve devletlerin yalanları da aynı diyeceksiniz.
Hükümet/parti ve şirket temsilcilerini oluşturduğu komitenin bu gizlilik kararını konuştukları toplantıya tesadüfen tanık olan müzisyen Valery (Anton Shagin) de bu durumu kimseye söylememesi konusunda uyarılır. Ancak Valery, sevgilisi Vera (Svetlana Smirnova Marcinkevich) ile şehirden ayrılmanın iyi olacağını düşünerek hemen onun yanına gelir. Ancak o da durumun farkında değildir, nükleer sızıntısına da, patlamaya da inanmakta zorlanır. Tehlikenin boyutlarının farkında olmadığından, giydiği topuklu ayakkabının, şehirden trenle gitmek için istasyona koştukları sırada kırılması yüzünden treni kaçırırlar.
Valery, komitenin toplantısında işittikleriyle bir tehlikenin yaklaşmakta olduğunun farkındadır ama sevgilisi dahil hiç kimse günlük programlarını bozmamış, işlerine, okullarına ya da alışverişe çıkmışlardır. Bu durum Valery’yi daha da gerer. Ama yapabileceği bir şey de yoktur.
Reaktörde sızıntının ilk ortaya çıktığı anı ve sonrasında yaşanan panik anlarını anlatan V Subbotu filmi, adını Çernobil katliamının ilk yaşandığı gün olan Cumartesi gününden alıyor (film Türkçeye Masum Cumartesi olarak çevrilmiş). Alexander Mindadze’nin hem senaryosunu yazdığı hem de yönettiği film, benzer konuda yapılmış filmlerin aksine, nükleer patlamadan sonrasını değil sızıntının başlamasından itibaren ilk 36 saatlik zaman dilimini anlatmayı seçmiş. Bir anlamda nükleer kirlenmeden önce toplumsal kirlenmeye işaret etmeyi denemiş.
Çünkü Çernobil’de açığa çıkabilecek nükleer enerjinin Hiroşima’dakine denk bir radyasyon yayacağını bilmelerine rağmen, yetkililerin bu durumu gizlemesinin katliamın boyutlarını daha da artırdığı ortada. Üstelik nükleer tesisten gece boyunca çıkan kızıllığı izlemeye gelen kasabalıların, nükleer konusunda yeterince fikre sahip olmadıklarını da gösteriyor. Elbette bu konuda devletin, yıllar boyunca, nükleeri öven, onu olumlayan propagandasının ne denli başarılı olduğunun da bir göstergesi. İnsanların da nükleeri olumlu olarak içselleştirmesi yüzünden, nükleeri sorgulamamaları, bu “kaza” yüzünden cumartesi eğlencelerinden vazgeçme gereği dahi duymuyor olmaları korkunç tablonun bir diğer yönünü oluşturuyor.
Vera’nın da kırılan topuğu yüzünden yeni bir ayakkabı almak için gittiği mağazada saatlerce model ve renk seçimi yapamaması, ayakkabının dahi nükleer felaketten daha önemli olmadığı düşüncesine iyi bir örnek sahne diyebiliriz.
Filmin nükleer santraldeki sızıntının gösterildiği başlangıç sekansındaki görsellikte renkler koyu, karanlık seçilmiş, gölgeler yüzünden insan yüzleri de net görünmüyor. Daha sonra şehir hayatının anlatıldığı sekanslar ise parlak, aydınlık ve bol renkli olarak görüntülenmiş. Yine yönetmenin ve görüntü yönetmeni Oleg Mutu’nun bir tercihi olarak filmin büyük çoğunluğunda kameranın elde çekim yapmış olması yüzünden titreyen ve bitip tükenmek bilmeyen düğün sahnesinde bir yakınlaşıp bir uzaklaşan görüntüler, izleyiciyi daha da geriyor. Bu da, filmde var olmayan endişenin -hiç değilse-izleyiciye geçmesini sağlıyor. Bu duygu aktarımı için filmin başından sonuna hiç dış müziğe başvurulmamış olduğunu da hatırlatmakta fayda var.
Filmdeki kimi replikler de, bize benzeri nükleer sızıntı ya da patlamalar ilgili kimi ipuçları da verir. Valery’nin müzisyen arkadaşlarıyla şarap içtiği bir sahnede, “Diyorlar ki Byeloyarkk’da atom aktığı zaman sokaktaki insanları toplayıp kırmızı şarap içirdiler” diye bir söz geçer. Diğerleri de gene kırmızı şarabı kastederek “stronsiyumun üzerine iyi gelir”, “ilaç niyetine içelim” gibi sözler söylerler. Bu sahne, nükleer hakkında doğru bilgilerin devlet tarafından bilerek gizlendiği, halkın da nükleeri, onunla bu sahnede olduğu gibi dalga geçercesine kanıksadıkları ile ilgili iyi bir örnektir. Gerçi televizyona çıkıp herkesin gözü önünde radyasyonlu çay içen bakana, birazcık radyasyon iyidir diyen başbakana inanmamak ne mümkün. Bir de medyanın her gün yaptığı haberlere yedirdiği yalanlarını unutmamalı. Hasılı, devletlerin, şirketlerin ve medyanın yalan patlamasının ardından insanların daha neler neler yapabileceğini tahmin etmek hiç de kolay değil.
Gürşat Özdamar
Bu yazı Meydan Gazetesİ’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.
The post Sinema: “Çernobil’de İlk Önce Yalan Patladı” – Gürşat Özdamar appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>