The post Zapatistler KoronaVirüse Karşı Mücadeleye Çağırıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Ocak 1994’te Chiapas’ı özgürleştirdikten sonra dünyanın dört bir yanında birçok örgütlenmeye ilham kaynağı olan ve yoğun devlet şiddetine ve katliamlara karşı sürdürdüğü direnişle mücadeleyi sürdüren EZLN, on bini aşkın insanın yaşamını yitirmesine sebep olan yeni tip koronavirüse karşı mücadele çağrısı yayınladı.
Meksika halkına;
Dünya halklarına;
Ulusal Yerli Kongresi-Yerli Yönetim Meclisi’ne;
Direniş ve isyan ağlarına;
Kız ve erkek kardeşlere;
Arkadaşlara;
Size şu bilgilendirmede bulunuyoruz:
“Koronavirüs” olarak da bilinen COVID-19’un yayılmasıyla ortaya çıkan insan yaşamına yönelik gerçek ve bilimsel olarak kanıtlanmış tehdidi göz önünde bulundurarak,
Uyruk, cinsiyet, etnik köken, dil, dini inaç, politik tutum, toplumsal durum ve tarih ayrımı yapmaksızın yaşamı tehdit eden bu tehlikeye karşı gerekli tedbirleri almak yerine, insani bir sorunu birbirlerine saldırmak için kullanan kötü hükümetlerin ve bir bütün olarak siyaset sınıfının saçma sorumsuzluğu ve ciddiyetten yoksunluğunu göz önünde bulundurarak,
Tehdit ile baş etmek için gerçek bir planın yokluğunun yanı sıra, salgının kapsam ve ciddiyetine dair doğru ve zamanında bilgilendirme eksikliğini göz önünde bulundurarak,
Zapatistaların kavgamıza adanmışlıklarını göz önünde bulundurarak,
Şu kararı verdik:
1) Köylerimizde, yerel örgütlenmelerimizde, mahallelerimizde ve tüm Zapatista örgütsel yapılarında bir kırmızı alarm kararı veriyoruz
2) İyi Yönetim Belediyeleri ve Zapatista Asi Otonom Belediyelerine “caracol”ların, Direniş ve İsyan Merkezleri’nin derhal kapatılması tavsiyesinde bulunuyoruz.
3) Destekçi taban ve bütün örgütsel yapıya, Zapatista yerel örgütlenmeleri, köyleri ve mahalleleri genelinde paylaşılacak bir dizi öneri ve olağanüstü hijyen önlemlerine uyulması tavsiyesinde bulunuyoruz.
4) Kötü hükümetlerin yetersizliği dikkate alındığında, Meksika’daki ve dünyadaki herkesi bilimsel temellerde gerekli sağlık tedbirlerini almaya, ilerlemeye ve bu salgından sağ çıkmaya teşvik ediyoruz.
5) Kadına yönelik şiddete karşı mücadelenin bırakılmaması, bölgenin ve toprak ananın savunulması mücadelesinin sürdürülmesi, kaybedilen, katledilen ve hapsedilenler için mücadelenin sürmesi ve insanlık için kavga bayrağının en tepeye yükseltilmesi çağrısı yapıyoruz.
6) İnsanla teması kaybetmemeye, fakat birbirimizi arkadaş, kız kardeş ve erkek kardeşler olarak tanımanın yollarını geçici olarak değiştirmeye çağırıyoruz.
Kalp ile birlikte sözün ve kulağın birbirlerini bulacağı birçok patika, birçok yol, birçok takvim ve birçok coğrafya vardır. Ve yaşam için verilen bu savaş onlardan biri olabilir. Hepsi bu.
Meksika’nın Güneydoğusu dağlarından
Devrimci Yerli Gizli Komitesi-Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu Genel Komutanlığı adına
Subcomandante Insurgente (İsyancı) Moisés
Meksika, Mart 2020
Çeviri: Gerçeğin Günlüğü
The post Zapatistler KoronaVirüse Karşı Mücadeleye Çağırıyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (23): Zapatistlerin Perspektifinden Ekonomi Politik – 2 appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>
Bütün bu anlattıklarımdan sonra, kendi tarihimize baktığımızda, sorduğumuz soru şudur: Kapitalizm altında, gittikçe daha fazlasını almak için, bizim üstümüzde tahakküm kurma şekillerini neden değiştirdiler? Biz ezilenler neden aynı şekilde devam ediyoruz?
Bu soruları kendimize soruyoruz çünkü partici kardeşlerimiz -onlara böyle diyoruz çünkü bize zarar vermeyen, kardeşlerimiz- dediğimiz particileri diğerlerinden ayırıyoruz. Lanet olası paramiliterlere kardeşlerimiz demeyeceğiz.
Neyse, partici kardeşlerimizin durumu böyle. Halk tarafından bilinir olduğumuzda, yoldaş Vilma’nın dediği gibi, biz Zapatistler Toprak Ana’mızı iyileştirdik. Sanki anamızı bizden ayırmışlardı ve bizim onun olduğu yeri bulmamız gerekiyordu ve onu bulduğumuzda onu geri almamız gerekiyordu. Bunu söylemenin birçok yolu var ama mesele onu geri almaktır, kendi aramızda kavga etmek değil.
Anamızı bizden ayırdılar ve örgütlenmeye başladık. Önce örgütlenmek gerekir ve biz de bunu yaptık. Onu geri alabilmek için kadınlar ve erkekler olarak örgütlenmek zorundaydık. Bunu söylemenin başka bir yolu yok.
Her şey Toprak Ana’dan kaynaklanır. Bu yüzden onu kurtarmamız gerekiyordu ve onu nasıl işleyeceğimizi bulmak için örgütlenmeye başladık. Yıllar geçtikçe, kötü hükümet, patronlar ve toprak sahipleri bizlerin, Zapatislerin yüzünden, bu toprakların, bu binlerce hektarın artık üretken olmadığını söylemeye başladılar. Ve biz Zapatistler bunu kabul ediyoruz: Bu topraklar toprak sahipleri için ya da kapitalizm için üretken değil. Bizim için üretken, çünkü şimdi üretilen şey, eskiden toprak sahiplerinin ürettiği binlerce büyük baş hayvan değil. Şimdi üretilen aynı bunun gibi binlerce ve binlerce mısır koçanı.
Toprak sahiplerinin bizden ayırdığı topraklarda, Toprak Ana bize önce bunun gibi ufak mısır koçanları verdi. Ve onları bizden aldılar. Bizim bu toprakları herhangi birinden ayırdığımız yalandır. Toprak Ana’ya o kadar kötü davranmışlar ki, ilk aldığımız hasatlar ufaktı. Dedelerimiz toprağı nasıl işleyeceklerini biliyorlardı ve biz de adım adım kendi yolumuzu baştan bulduk, yine Toprak Ana’yla birlikte.
Bu kurtarılmış toprakları kolektif olarak işliyoruz. “Kolektif olarak” diyoruz ama bunun nasıl yapılacağını bulmak için çok pratik yapmak gerekiyor. Örneğin başta toprağı hepimiz birden kolektif olarak işlemeye başladık. Yani, kimsenin kendi milpası (mısır tarlası) yoktu. Hepimiz tamamen birlikteydik. Sonra, çok fazla yağmur, kuraklık ya da fırtına sorunlarıyla karşılaştık ve kayıplardan çok zarar gördük. Yoldaşlar böyle yapmamamız gerektiğini söylemeye başladı. Neden kendimiz örgütlenip, kaç gün kolektif işleri, kaç gün kendi işlerimizi yapacağımız konusunda bir karara varmıyoruz?
Her şeyden önce bu fikir kadın yoldaşlardan geldi. Kolektif olarak çalıştıkları için, bir kadın yoldaş çocuğunu milpaya bir şey almaya gönderdiğinde, herkes gidiyor ve orada ne varsa toplanıyordu; çünkü milpa herkese aitti ama bir anlaşma yoktu.
Kadın yoldaşlar bunu bir sorun olarak görmeye başladılar ve işleri yapmanın çeşitli yollarını keşfettiler. Örneğin birisi kolektif milpadan mısır almak istediğinde ne yapılacağını bilmiyordu, çünkü o zaman mısırın hepsi hızlıca bitiyordu. Nasıl kullanılacağı üzerine bir anlaşma olmadığı için kolektif biçim bozuluyordu. Böylece kadın yoldaşlar bir anlaşma yaptılar—x gün hep beraber kolektif olarak çalışacağız ve x gün kendimiz için çalışacağız.
Kolektif çalışma köy seviyesinde yapılıyor, yani yerel seviyede, toplulukta; ayrıca bucak dediğimiz seviyede, 40, 50, 60 köyden oluşan bucaklarda yapılıyor ve ayrıca belediye seviyesinde, 3, 4, 5 bölgeyi kapsayan İsyandaki Otonom Zapatist Belediyeler’de kolektif çalışma yapılıyor. “Bölgenin kolektif işleri” dediğimizde ise, Realidad ya da Morelia ya da Garrucha gibi 5 bölgeden birinin tüm belediyelerinin işlerinden bahsediyoruz.
Yani bölgelerden bahsettiğimizde yüzlerce ve yüzlerce köyden bahsediyoruz ve belediye dediğimizde düzinelerce köyden bahsediyoruz. Kolektif işler böyle yapılıyor ve kolektif işler sadece Toprak Ana üzerinde yapılmıyor.
Size daha net bir örnek vereyim. Şehirden gelen bir kadın yoldaş vardı ve Zapatist yoldaşın eşine bağırdığına ve sarhoş olduğuna şahit olduğunda çok öfkelenmişti. Yoldaşa sakin olmasını, çünkü kadın yoldaşımızın bu konuyu gündem edeceğini ve yarın ya da öbür gün bağıran yoldaşa yönelik bir yaptırım olacağını söyledik. Biz “temiz” kelimesini kullandık diye, mucizevi bir şekilde her şeyin temiz olacağını düşünmemeniz gerekir ya da “siyah” dediğimizde her şeyin siyah olacağını. Hayır, bu, durumu idealize etmek olur. Ama evet, kadın yoldaş bunu bildirecek ve ardından bir yaptırım söz konusu olacak.
Mesele örgütlü olmaktır. Çünkü önceden, kadınlara kötü davranıldığında, hiçbir yetkili, meclis üyesi ya da vali, kadınların sorunlarını çözmüyordu. Ve dahası, yetkililer, meclistekiler ve vali daha da kötüydü; sorunu çözmeleri mümkün müydü?
Kolektif çalışmaya geri dönelim. Biraz önce bahsettiğim şeyin satışı gibi başka tip kolektif işlerimiz de var. Ve bunu sevdiğimiz için yapmıyoruz, çünkü biz Zapatistlere göre, kapitalizmi durdurmak için onu yok etmek zorundayız. Ve onu yok etmenin yollarından biri üretim araçlarını kendi elimize almak ve onları kendimiz yönetmek. O zaman, bir şeyler satarsak — mesela toprak gibi, ama oradaki şey de ne? İçinde çiçeklerin olduğu? Kapitalizm tarafından üretildi, değil mi? Ya taktığın gözlükler? Onlar ne olacak? Üstündeki her şey?
Ama evet, bunu kapitalizme bir çizik atmanın bir yolu olarak düşünüyoruz. Evet, onun karını biraz düşüreceğimiz doğrudur. Yalan değil, anlıyoruz. Ama biz bir şey yapıyorsak, her birimiz arasındaki iletişim yoluyla bir karara vardığımız için yaparız ve söylemek başka, yapmak başkadır. Mesela, Chedrahui (süpermarket zinciri) buraya geldiğinde (San Cristóbal de las Casas), burada birçok STK’nın “izin vermeyeceğiz” dediğini hatırlıyorum. “Buradan satın almayacağız” dediler. Verdikleri sözü iki hafta bile tutamadılar. O yüzden, söylemek başka, yapmak başkadır.
Şimdi sizlerle, Toprak Ana’yla ilgili işlerin yanı sıra çeşitli kolektif işleri yaparken keşfetmeye başladığımız bazı şeyleri tartışmak istiyorum. Direnişimizle ilgili bazı şeyleri görmeye, bir şeyler keşfetmeye başladık.
Bu direnişe toplumlarımızdaki yoldaşlarımızla başladık ve direnme fikrinin nasıl doğduğunu size anlatmak istiyorum. Kötü hükümet, ona karşı ayaklandığımız günlerde, bize karşı casusluk yapmaları için insanları kullanmaya ya da onlardan faydalanmaya başladı. Zapatistlerin ne yaptıklarını ve nasıl hareket ettiklerini dinleyen bu insanlara “kulaklar” diyorduk. Yoldaşlar, öğretmenlerin böyle kulak olarak çalıştığını fark ettiler ve onları kovdular.
Böylece yeni bir sorunumuz oldu — artık öğretmenimiz yoktu. O zaman yenilik yapmalı, hayal etmeli ve yaratmalıydık. Sonra, daha önce anlattığım gibi, hükümet herkese birçok proje dağıtacağını söylemeye başladı. Sanki diğerleri bize imrenmeye başlamıştı, çünkü hükümetin bu projeleri, Zapatist olmasınlar diye dağıttığını açıkça görüyorduk. Böylece bizim yüzümüzden bu şeyleri veriyorlardı. “İyi madem” dedik.
Ve o zaman yoldaşlar “Hayır” dediler, isyancı ve militanlar ’94 te öldükleri için. “Eğer silahlanıp oraya gittiysek ve yoldaşlarımız orada öldüyse, kötü hükümetin verdiği artıkları, sadakaları, kırıntıları neden kabul edelim? Henüz Zapatist olmayanları, Zapatist olmasınlar diye satın aldığı gibi, bizi de satın almak istiyor.”
Böylece kötü hükümetten bir şey kabul etmemenin savaşçı olmakla aynı şey olduğu fikri büyüyüp çoğalmaya başladı. Sonra, bunun sadece bir şey kabul etmemekten daha fazla olması gerektiğini keşfetmeye başladık. Size bunu anlatıyorum çünkü biz ne zaman Toprak Ana’yı işlemeliyiz demeye başladık, hükümet o zaman particilere projeler dağıtmaya başladı. Biz böyle konuşmaya başlayınca yoldaşlar, “Evet tabii ki, çünkü bizim büyük dedelerimiz ve büyük ninelerimiz hayattayken, fasulyeyi, pirinci, yağı ve sütü sadaka olarak mı alıyorlardı?” Hayır, tam tersine, emeklerinin hepsi doğrudan patrona gidiyordu. Hükümet size neden bir kilo minsa (mısır unu), maseca (mısır unu), fasulye, vs. versin? Ve bunlar genetiği değiştirilmiş ve kimyasal olmakla kalmıyor, gerçek süt bile değil.
İşte o zaman Toprak Ana’yı işlememiz gerektiğine karar verdik. Ve direnişi gerçekten güçlendirmeye başladık. Bunu hemen anlayan yoldaşların şimdi fasulyesi, mısırı, kahvesi, hindileri ve diğer hayvanları var. Partici olanlar oluklu teneke çatı, çimento ve diğer ucuz inşaat malzemesi alıyorlar. Onlar toprağı işlemediği için ve yoldaşların kaynakları olduğu için, yoldaşların bir ihtiyacı olduğu zaman ve particilerden el arabası ya da oluklu çatı almak istedikleri zaman, particiler anında satıyor. Yoldaşlar toprağı işlediği için bunları alacak kaynakları var.
Yoldaşlar neler olduğunun farkına vardı, biz ne yapacağımızı bulduk. Çünkü biz yerliler çok pratik insanlarız. İşe yarayan bir şey gördük mü, “işte şimdi onları hakladık” deriz ve hepimiz onu yapmaya başlarız ve işe yaradığı için devam ederiz. Bu yüzden yoldaşlar toprağı daha da fazla işlediler.
Hükümet tam bu zamanlarda birçok proje dağıtacağını söylemeye başladı. Herkese “şu kırmızı oluklu çatılara bakın” diyorlardı, çünkü verdikleri çatılar hep kırmızıydı. Ama yoldaşlar da evlerine bu çatıları döşemişlerdi. Hükümet “Bakın, bunlar bizim projelerimizden geliyor” derken yalan söylüyordu; çünkü o çatıları yoldaşlar satın almışlardı. Sonra hükümet ne olduğunu anladı ve insanları kontrol etmeye çalıştılar. Evlerini hükümetin verdiği malzemeyle yaptıklarını göstermeye zorladılar. Particiler de aynı kontrolleri yapmaya başladılar çünkü onların da ev projeleri vardı ve aksi halde malzemeler Zapatist’lerin eline geçiyor diyorlardı.
Bizler, Zapatist toplumlarda yaşayanlar, partici kardeşlerimizin şartlarını görüyoruz ve dürüstçe, yoldaşlar, nasıl yaşadıklarını görmek insanı üzüyor. Acı bir üzüntü duyuyoruz çünkü tanıdığımız gençlerin çoğu artık orada değiller. Amerikan rüyasının peşinde, yeşil paraları, dolarları bulmak için gitmişler. Çoğu hiç dönmemiş ve dönenlerin eski benliklerinden bir şey kalmamış ve kötü yoldalar, madde bağımlısı olmuşlar, esrar içiyorlar. Ve esrar içmeyenler de farklı bir kültürle dönmüşler. Artık pozol (Meksika kırsalında öğle yemeği olarak tüketilen, sulandırılmış darıdan yapılan bir içecek) içmek istemiyorlar ve daha kötüsü, ne olduğunu bile bilmiyorlar.
Çocukları anne ya da babalarının evine döndüğünde anne ve babalarının durumu iyi değil çünkü hükümet onları elleri kolları bağlı oturmaya alıştırmış. Beyinleri, Oportunidades (hükümet programı) yardımlarını ne zaman alacaklarına programlanmış. Şimdilerde Prospera diyorlar sanırım. Yani partici kardeşler işe yaramaz hale gelmiş çünkü artık toprağı işlemiyorlar. Sanırım onları tanımlayan terim “itaatkar”.
Kölelik döneminde, en azından patronun seni köleleştirdiğini biliyordun. Ama artık hayır, çünkü şimdi seni alıştırdı, çipini yani beynini programladı. O yüzden neler olduğunu anlamıyorsun ve bunun arkasındaki yüzleri, seni kandıracak olan Peña Nieto ya da Velasco ya da bir başkası görmüyorsun.
Bunu neden yapıyorlar? Çünkü bunlar, istediklerini almak için kullandıkları öbür yüzleri ve istedikleri Toprak Ana, çünkü onun bütün zenginliklerini söküp almak istiyorlar. Toprak Ana’yı almalarının tek yolu zorla almak değil. Ordunun ve polisin öldürmek zorunda olduğu durumu istemiyorlar, ama gün gelecek, yaptıklarına izin vermeyecek olan halkla çatışacaklar. Şimdilik, bütün o projeler halkı onlara alıştırmak için, toprağı işlememeye alışmaları için. Halk bu şekilde alışıyor ve tapuya başvuranlar için durum daha kötü çünkü onu satabilirler.
Sonuçta toprakları ellerinden alınabilir ve partici kardeşlerimize olan budur. Kapitalizmin elde etmeye çalıştığı şey budur—Toprak Ana’da olanlar.
Partici toplumlarda bunu söylediğimizde durum gerçekten üzücü, size örnek vereyim. Umarım o kardeşlerimiz de şimdi buradadır ve söylediklerimizi teyit edebilirler. La Realidad yakınlarında bir toplum var, Nuevo Momón köyüne doğru, sanırım adı Miguel Hidalgo. Birkaç ay öncesine kadar, oradaki kardeşlerimiz, öğretmen yoldaşımız Galeano’yu katleden CIOAC-H içindeydi. Öğretmen yoldaş Galeano’ya olanlardan haftalar sonra, o kardeşlere bir şey oldu. Artık CIOAC olmak istemiyorlardı ve ayrıldılar, farklı parti politikaları, farklı siyasi ideolojiler ve projeleri yüzünden. “Kenara çekilmek, sonunda birbirimizi öldürmekten iyidir” diye karar verdiler. Toplumları, onları şiddetle kovduğunda sığınmak için 94’te (Zapatistlerin) geri aldığı topraklara geldiler.
Orada saygı görmüyorlar. Bunun sorumlusu bir ölçüde o toplumsal örgütlerin liderleri çünkü kendilerini savunmuyorlar, satıyorlar ve bir ölçüde de o örgütün kendilerini örgütlenmeyen erkek ve kadınları.
Bahsettiğimiz felaket durum bu. Hükümet, o partici toplumları bu duruma alıştırmış ama size bir, bir buçuk ay önce olan bir şeyi anlatayım. Biliyorsunuz, hükümet, sosyal yardımlarda kesinti yapmak zorunda kalacağını açıkladı ve o toplumlarda öğrenciler okuma yazma bilmediği halde burs alıyorlar. Her öğrenci 1000 ya da 1200 pezo alıyordu ve örneğin okula giden dört çocuğu olan bir aile 5000 pezo alıyordu. Anne babalar buna alıştılar.
Artık bu aile, dört çocuk için toplam 800 pezo alıyor. Şimdi bu aile “Şimdi bizi oyuna getirdiler” diyor. Evet kardeşlerim, sizi oyuna getirdiler. Size ne diyebiliriz?
Subcomandante Insurgente Moisés’ın Konuşması
4 Mayıs 2015
Çeviri: Özgür Oktay
Bu Yazı Meydan Gazetesi’nin 35. sayısında yayınlanmıştır.
The post Anarşistlerin Ekonomi Tartışmaları (23): Zapatistlerin Perspektifinden Ekonomi Politik – 2 appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post ” Katliamın Ortak Yüzleri Suruç ve Iguala ” – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Şurası açıktır ki; bütün devletler sürdürülebilirliklerini yaptıkları katliamlara borçludurlar. Bugün Suruç’ta yaşamını yitiren 33 devrimci ile dün Meksika’da kaçırılan ve (kuvvetle muhtemel) katledilen 43 öğrenci aynı şey için öldürülmüşlerdir; devletin ve devletin taşeronlarının varlığını tehdit ettikleri için. Bu devlet ister Meksika, ister T.C olsun; bu taşeronlar ister radikal islamcı, ister uyuşturucu çeteleri olsun; devlet, devlettir; çete çetedir! Ancak ve ancak halkın örgütlü gücüyle alt edilebilirler!
Bilhassa son 10-15 yılda yaşananlara bakılırsa Meksika ve yaşadığımız toprakların kaderinin paralel bir şekilde ilerlediğini ve hatta birçok noktada kesiştiğini görebiliriz. Aradaki binlerce kilometreye rağmen, devletlerin uyguladığı politikalar öylesine birbirine benziyor ki, bu devletlerin zulmüne uğrayan iki insan karşı karşıya gelse sadece birbirlerine bakarak bile birbirlerini anlayabilir. Kuzey Kürdistan’da verilen özgürlük mücadelesi, Kobanê Direnişi, başkanlık sistemi tartışmaları ve nihayetinde Kobanê’de yaşamın yeniden yaratılması için dayanışmaya giden 33 devrimcinin katledilmesi, yine son günlerde devletin gerilla cenazeleri üzerinden ürettiği “korku salma” politikası… Chiapas dağlarında özgürlüğü yeniden yaratan Zapatistler, devletin özellikle devrimcilere karşı kullandığı paramiliter örgütler, 43 öğrencinin kaçırılması ve “sık sık” yaşanan bu gibi kaçırılma olayları sonrasında işkence edilmiş, yakılmış cenazelerin toplu mezarlar halinde bulunması… Bütün bu olaylar karşılaştırıldığında; söz konusu halkların çektiği acıların ve verdikleri mücadelenin ortak bir hat izlediğini görürüz. Her iki devletin de son küresel kapitalist projeleri uygulama konusundaki hevesi göz önüne alındığında, bu benzerlikler daha da belirginleşiyor.
NAFTA ve Sömürgeciliğin Yeni Yüzü
1994 yılının ilk günü, Zapatistler 12.000 kişilik bir güçle, Meksika’nın Güneyindeki 3 şehri (Sen Cristobal De Las Casas, Margarita, Ocausinco) ele geçirmişlerdi. Çıkan çatışmalarda 145 kişi yaşamını yitirmiş, çok sayıda insan yaralanmıştı. Fakat 1 Ocak 1994, yalnızca Zapatistlerin zaferinin yıldönümü değil; aynı zamanda Kanada, Meksika ve Birleşik Devletler arasında imzalanan Kuzey Atlantik Serbest Ticaret Antlaşması’nın (NAFTA) da yürürlüğe girdiği gündü.
Meksika’nın bugününü anlamada NAFTA’nın özel bir yeri var. Özellikle son yıllarda uygulanan küresel kapitalist politikaların önünü açması ve buna karşı örgütlenen halk hareketlerinin sokağa yansıması bakımından bir hayli önemli. Bu anlaşma ile beraber çok uluslu şirketlerin yapboz tahtasına dönüşen Meksika’da özelleştirmeler, kemer sıkma paketleri, yerli halkların alanlarına yönelik artan tecavüzler, tarım arazilerinin gaspı ve ekolojik yıkımlar ardarda birbirini izlemeye başladı.
Sokaklar ve Dağlar
Bu son 15-20 yıl içerisindeki gelişmeler elbette sokağa da yansıdı. Artık dayanılamayacak boyuta ulaşan sömürüye karşı sokaklara çıkan ezilenler; devletin polisi, askeri ve paramiliter örgütleri ile sıkı bir çatışmaya girişti.
Dünya gündemine, adeta bomba gibi düşen 43 öğrencinin kaçırılması olayı da aslında bunlarla bağlantılıydı. Olaydan hemen önce Meksika’daki politik atmosfer bir hayli hareketliydi. Eğitim, sağlık ve petrol alanındaki özelleştirmeler, içinde öğretmenlerin, öğrencilerin, işçilerin ve köylülerin bulunduğu toplumun birçok kesimini sokağa dökmüş; birçok yerde polisle sert çatışmalar yaşanmıştı.
“Barış Süreci”
Tıpkı yaşadığımız topraklarda olduğu gibi Meksika’da da, EZLN ile devlet arasında bir “barış süreci” yaşandı. 94 yılında EZLN’nin 3 şehirden devleti çıkarmasından sonra imzalanan “barış”ın ardından başlayan süreç, devletler ve halklar arasında süren tüm barış görüşmeleri gibi hüsranla sonuçlandı. Dönemin devlet başkanı Zedillo, bir yandan görüşmelerini sürdürürken diğer yandan Marcos’u yakalatmak için bir operasyon düzenledi; fakat bu amacına ulaşamadı. Bu süreçle beraber görüşmeler tıkandı. 1996 yılında San Andres Mutabakatı imzalandı, fakat devlet mutabakatta verdiği sözlerin hiçbirini gerçekleştirmedi. Bu süreç 2001 yılına kadar, devletin oyalama taktikleri ve saldırılarıyla devam etti. 2001’de “Toprağın Rengi” yürüyüşünde 3.000 km yol kat edilerek meclise kadar gelindi. Yürüyüşe binlerce köylü ve gerillalar katıldı. Yine 2001 yılında dönemin Meksika başkanı Vincente Fox’un da oyalama taktiklerine devam etmesi üzerine, Zapatistler tek taraflı “özyönetim” ilanında bulundular.
EPR ve 43 Öğrencinin Kaçırılması
Eğitim alanındaki özelleştirmeler, özellikle 1940 yılından beri varlığını sürdüren ve Escuelas Normales Rurales’i (Türkiye’deki Köy Enstitüleri benzeri bir okul) etkiliyordu. Bu okullara özellikle kırsal alanda yaşayan yoksul çocuklar gidiyor, buradan mezun olduktan sonra da aynı okullara öğretmen olarak geri dönüyorlardı. Meksika’daki birçok devrimci örgütün kalbi olan bu okullar, bir süre sonra devlet tarafından bir tehdit olarak görülmeye başlandı. Açılan elli kadar ENR’nin sayısı, günümüzde yirminin altına kadar düştü. Okullar kimi zaman askerler tarafından boşaltılarak kapatıldı, birçok kişi katledildi. Kapatılamayan okullar ise bir yandan özelleştirmelerle, diğer yandan çetelerin yaptığı saldırılarla halen kapatılmaya çalışılıyor. Kaçırılan 43 öğrenci de bu okulların en radikallerinden biri olarak bilinen Ayotznapa ENR’sindendi. Olay günü, öğrenciler Meksika tarihinin en kanlı katliamlarından biri olarak bilinen Tlatelolco Katliamı’nın Mexico City şehrindeki anmasına gitmeye çalışıyorlardı. Öncelikle Iguala kentine gitmek üzere bir otobüse el koyan -Meksika’da özellikle gençlik hareketlerinin sık kullandığı bir yöntem- öğrenciler, kente ulaşmadan önce polis tarafından durdurularak saldırıya uğramıştı. Burada 6 öğrenci hayatını kaybederken, 25 kişi yaralanmış; polis ve onlara yardım eden çeteciler 43 öğrenciyi kaçırmışlardı. Her ne kadar elde net veriler olmasa da, bu öğrencilerin polis, çeteciler ve ordu işbirliği ile katledildiği biliniyor.
“Meksika, Başkanlık İçin Uygun Model”
T.C cumhurbaşkanı, geçen aylarda yaptığı Meksika ziyaretinin ardından, bu ülkede uygulanan başkanlık sistemini “model” olarak gördüğünü söyledi ve başkanlık derken ne kastettiğini işaret etmiş oldu: “Daha fazla güç!”. Çünkü Meksika’da neredeyse 100 yıldan beri uygulanagelen başkanlık sistemi, devlet yönetimini farklı iktidar odaklarının çatışmalarından çıkartıp gücü tek bir kişiye emanet ediyor. Bu sistemde bir başkan yardımcısı yok. Bütün bakanlar, kabine ve sekreterler, başkan tarafından belirleniyor. Başkan ayrıca federal bölge yüksek mahkeme başkanını, federal yargıçları, emniyet genel müdürünü, kuvvet komutanlarını, cumhuriyet başsavcısını, valileri, maliye bürokratlarını, diplomatları atama ve görevden alma yetkisine sahip. Ülkedeki en yüksek askeri rütbe, yine başkana ait. Hatta savaş-barışa karar verme ve müzakere süreçlerini yürütme hakkı vardır. Yasamayı ise iki meclis yapar: 500 kişilik Milletvekili Meclisi ve 200 kişilik Senato. Ancak yasaların geçerlilik tarihlerini belirleme hakkı ve kabul etmediği yasayı veto etme hakkı yine başkana aittir.
Katliamdan bugüne dek öğrencileri bulmak için yapılan çalışmalarda 60 tane toplu mezar açıldığı, bu mezarlarda da 129 kişinin cenazesine ulaşıldığı belirtilirken bunlardan hiçbirinin kaçırılan 43 öğrenciye ait olmadığı tespit edilmişti. Buradan da anlaşılacağı üzere, Meksika’da kaçırıp kaybetme yöntemi, devletin ve çetecilerin sık sık uyguladığı bir yöntemdir. Bunların en bilinen örneklerinden bir tanesi ise, 1996 yılında Zapatist köylülerin yaşadığı Chiapas’ta, 16’sı çocuk, 20’si kadın 45 Tzotzil yerlisinin kaçırılıp katledilmesi; bir diğeri ise Zapatistlerin Öteki Kampanya’sına katılan Toprağın Savunusu İçin Halklar Cephesi militanlarına saldırılması olarak gösterilebilir. Saldırıda gözaltına alınan 200 kişiden 2’si katledilmiş, 26’sı ise tecavüze uğramıştı. Ayrıca devletin ve paramiliter örgütlerin 2006’dan 2013’e kadar toplam 26.121 kişiyi kaybettiği söyleniyor.
Bu son olayla beraber hali hazırda aylardan beri sokakları terk etmeyen ezilenlerin öfkesi zirveye ulaşmıştı. Dört bir yanda yoğun çatışmalar sürerken, genel grevler birbirini izledi ve kimi devlet binaları (eyalet başkanlık sarayı gibi) ateşe verildi. Öyle ki, Ayotzpana’da oluşan bu hareket, 1994’deki Zapatist zaferinden bu yana ortaya çıkan en kalabalık ve en etkili hareket haline geldi. Eylemlere Cheran ve Zapatista gibi halk hareketlerinin yanı sıra; köylüler, öğretmenler, öğrenciler ve bunların sendikaları yoğun katılım gösterdi. Bu süreçte aktif olan birçok anarşist, “polisle çatışmaktan ve halkı galeyana getirmekten” tutuklandı. Başta anarşistler olmak üzere, toplumsal muhalefet içinde etkin olan birçok kurum ve kişiye yönelik operasyonlar ise halen devam etmekte.
Tlatelcoco Katliamı
1968 yılında Meksika, Olimpiyat Oyunlarına ev sahipliği yapıyordu. Oyunlar için yapılan harcamalar, zaten kıt kanaat geçinen halkı canından bezdirmiş; insanları sokağa dökmüştü. 2 Ekim 1968 günü, ağırlığını öğrencilerin oluşturduğu on binden fazla insan “olimpiyat istemiyoruz, devrim istiyoruz!” (no queremos olimpiadas, qu-eremos revolution!) sloganıyla bir araya gelmişti. Polisin eylemcilerin üzerine ateş açması ile beraber 300 kişi yaşamını yitirmişti. Katliam, bölge halklarının kalbine bir öfke tohumu olarak düşerken, devletin kayıtlarına ise “4 kişi öldü, 20 kişi yaralandı” olarak geçmişti.
Aradan geçen bir senenin sonunda, her ne kadar sokak hareketi durgunlaşsa da, halk kaçırılan 43 öğrencinin peşini bırakmadı. Meksika’da yaşanan bu ve bunun gibi kaçırma olayları ne ilkti, ne de son olacak gibi gözüküyor. Fakat toplumda bu saldırıların “normalleşmesi” gibi bir şey söz konusu değil. Devlet, polis ve paramiliter çeteler saldırdıkça, halk direnmeye devam ediyor ve örgütlü mücadelesini kararlılıkla sürdürüyor.
Cheran
Meksika’nın çeşitli bölgelerinde tıpkı Zapatistler gibi devletin ve çetelerin baskılarına karşı silahlanmış ve özyönetime geçmiş birçok irili ufaklı köylü topluluğu bulunuyor. Bunlardan bir tanesi de “Cheran” olarak bilinen otonom. Cheran Meksika’nın Michoagan eyaletinde, devletin, özel şirketlerin ve para-militer örgütlerin; yerli halkların topraklarını gasp etmesi ve yaşadıkları yerlerin çevresindeki ormanları katletmesi sonucunda silahlanarak isyan eden ve özyönetim ilan eden yerli halkın hareketidir.
Sonuç olarak, dünya üzerinde devletlerin yaptığı katliamlarda aktörler değişiyor; fakat senaryo aynı kalıyor. Burada değiştiren ve değiştirebilecek olan ise ancak ve ancak ezilenler oluyor. Meksika’da sokakları dolduran, Suruç sonrasında üzüntüsünü öfkeye dönüştürebilenlerin örgütlü gücü oluyor!
The post ” Katliamın Ortak Yüzleri Suruç ve Iguala ” – Ece Uzun appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Zapatistler ve Escuelita(Özgür Okul) appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Özgürlük Okulu’nda bir hafta boyunca tabağındaki yemeği ve toprağı okula gelenlerle paylaşan Zapatistler, özerkliğin nasıl sağlandığına dair bilgiler aktardılar. Dersler, Zapatist topluluğunun ürettiği dört kitap ve yaşanmış deneyimler üzerinden oluşturuldu.
Escuelita’nın mezunları arasında İtalyanlar, Basklar, Yunanlar ve İspanyollar gibi EZLN’nin eski dostları olduğu gibi, Nikaragualılar, Güney Afrikalılar, Hintliler ve hatta Sri Lankalılar da vardı.
Zapatistler, okulun felsefesini “Zapatist okulu bittiğinde öğrencileri kendi topraklarına yolladık. Bunun amacı Chiapas’taki sistemi kopya etmeleri değil, istediklerini istedikleri şekilde gerçekleştirmeleridir. Çünkü yapacaklarını Zapatistler değil ancak kendileri belirleyebilir, herkes yerelinde mücadeleye devam etmeli” şeklinde açıkladı.
Okula gelenler, genci yaşlısı, tahakkümün ve sömürülmenin olmadığı bir dünyaya inanıyorlardı. Zapatistler yaşadıkları deneyimleriyle bir hafta boyunca böyle bir dünyanın nasıl mümkün olabileceğini, birlikte yaşayarak gösterdiler. Daha iyi bir dünyanın Chiapas’taki yaratımı Meksikalı olanlar ve dünyanın her yerinden gelenlerle karşılıklı paylaşıldı. Bu okulla birlikte Zapatistler, özerkliğin nasıl olacağına dair bir rehber değil, daha iyi bir dünyanın ihtimal olmadığını, şimdi, şu anda var olduğunu kanıtladılar.
The post Zapatistler ve Escuelita(Özgür Okul) appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>The post Dünyanın Bir Ucundan Diğer Ucuna – Direnen Kadınlar Özgürleşiyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>Dünyanın birçok yerinde kadınlar farklı şekillerde ancak benzer şeylere karşı direniş gösteriyorlar. Bu direnişlerin birçoğunda ise anarşist nüveleri görmek mümkün. Bahsettiğimiz sadece herhangi bir şeye karşı koşulsuz direnmek değil, yaşamı savunarak dönüştürmek aynı zamanda. Bu yüzden de hepsinin en önemli ortak noktası yaşamlarını devrime çevirmiş olmaları. Bu devrim, içindeki kadınları özgürleştiren bir devrim
Meksika’nın Kadın Futbolcuları Zapatistas Hermanas: Bu Oyunda Bizde Varız!
Zapatistas Hermanas futbolun erkek işi olmadığını düşünerek keyif olsun diye buluşarak top koşturan Meksikalı kadınlar. Futbol bir oyundur onlar için ve elbette erkeklerin oyunudur. Ama belirli bir yaşa kadar bu keskinlik o kadar belirgin değildir. Genellikle onlar çocukluk döneminde sokak aralarında erkeklerin bu gizemli alanına dâhil olurlar. Oyunlar; ilişkileri, kuralları, kural koyucuları, içeridekileri ve dışarıdakileri belirler. İçeride olmak taraf olmanın bazen koşulu bazen sonucudur. Dışında kalanın içinse oyunu düşünmeye, içerdekileri görmeye ve en hakiki eleştiriye adeta hakkı olmuştur. Sokaklarda beliren bu ilişkiler içine doğulan sosyo-politik kültürün bir yansımasıdır. İşte oyunun kurallarını ve taraflarını da “genellikle” bu kültür belirler. Yani tesadüfî, istisna olarak tercihen bir takımı tutmak, taraftar olmak ve pek tabi futbolu sevmek.
Ancak bu kadınlar için durum biraz farklı. Futbol yaşamın bir parçası ve bir oyun neticede. Bu oyunda kazanan kaybeden yok. Rekabet yok. Ödül yok. Zapatistas Hermanas kadınları sırtlarında çocuklarıyla, çıplak ayaklarıyla top koştururlar. Onlar için futbol oynamak, yemek yapmak, toprağı ekmek gibidir. Paylaşmaktır aynı zamanda. Bu, Meksika’daki kız çocuklarının bir çatlak bulup erkeğin alanına sızmasıdır. Yani kadınca bir direniştir. Pekâlâ, futboldan anlayıp, güzel pas verip, iyi çalım atıp gol atabilmektir. Aynı zamanda belki bilmeseler de “yaygın kadınlık ve erkeklik” algısını iki taraftan da bozmaya niyet etmişlerdir.
Mujeres Libres: Kadının Özgürlüğü Anarşizmde!
1936’da anarşist devrim İspanya’nın topraklarını sarmalamış, mücadele beraberlik ruhunu pekiştirmişti ve anarşistler herkes için özgürlük istiyordu. Aynı zamanda bu özgürlük arayışı tarihte derin izler bırakacak olan anarşist bir kadın hareketini doğurdu: “Mujeres Libres”
İspanya’da her yaştan ve her kesimden kadın kendi kurtuluşlarının kendi hayalleriyle, akıllarıyla ve bedenleriyle olabileceğinin farkındaydı. Ancak anarşist de olsa devrim de olsa kadın erkek arasındaki farklılıklar göz ardı edilebilirdi, bunu biliyorlardı. Onlar için, kadınların ezilmesinin kaynakları evde ya da işyerindeki sömürüden daha geniş ve daha derindi. Kadınların ezilmesinin ekonomik ve sosyal olduğunu, kadınların aşağılanmasının otoriter ve hiyerarşik mekanizmalar olduğunu, aile ve kilise gibi ahlakçı kurumlar aracılığıyla geliştirildiğini söylüyorlardı. Böylesi bir dönemde söyledikleri kadar radikaldiler. Örgütlendiler ve cephede savaştılar. Aynı zamanda doğum kontrolü, evlilik ve aile planlaması gibi konularda mücadele ettiler. Onlar İspanya’da içsel devrimin, yani kendi devrimlerinin, peşinden yürüdüler. Anarşizmin devrim fikrinde bütünleştiler; Her gün özgürleşerek ve yaşamlarını özgürleştirerek bugünlere uzanan bir mirasın taşıyıcıları oldular. Tıpkı şimdi olduğu gibi!
Karadeniz Kadını; Ben Doğayım, Doğam Yoksa Ben de Yokum!
Karadeniz’in kadını doğayla bir bütündür. Deresi, ağacı, toprağı, ineği hepsi onun yaşamının bir parçasıdır. Bir tanesi bile elinden alındığında iklimi gibi hırçınlaşır Karadeniz kadını. Doğada yaşam sürmenin güçlüğünden, yaptığı işten değil doğa gibi özünden alır gücünü. Direnişi de, mücadelesi de doğası ve yaşamı içindir. Uzun zamandır Karadeniz’de bir yıkım ve saldırı var. Devletin ve şirketlerin HES (Hidro Elektrik Santral), termik, nükleer, sahil yolu, taş ocağı gibi projeleriyle Karadeniz kadını özünden koparılmak isteniyor. Tüm bu projeler şirketler daha çok kazansın, devlet daha çok yatırım yapsın diye. Ne olursa olsun dereye, toprağa, ağaca ve canlılara yapılan bu saldırı, Karadenizli kadınların direnişiyle yanıt buluyor. Ellerinde sopaları ve taşlarıyla, yaşlı nineleri ve genç kadınlarıyla inatçı, hırçın ve kararlı bir direniş. Karadeniz’in bir ucundan bir ucuna; Loç’un sarı yazmalı kadınları, Senoz’da şantiye taşlayan Gürgenli Nineler, “Vadimize gelmesunlar yoksa vururus onlari” diyen Hemşinli kadınlar, yoğun gaz bombaları ve jandarma-polis şiddetine rağmen termik santrale karşı direnen Gerzeli kadınlar, nükleer santralleri şehirlerine sokmamaya kararlı Sinoplu kadınlar hepsi yaşamları için direniyorlar. Çünkü Karadeniz kadını için, doğanın ve tüm canlıların özgürlüğü aynı zamanda onların da özgürlüğü demek.
Brezilya’nın Topraksız Kadınları (MST): Yaşam İçin İşgal Et!
Brezilya’da yıllar önce karınlarını doyurmak için yerli halk büyük toprak sahiplerinin topraklarını işgal etmeye başladı. Geçimlerini sürdürebilmek için kolektif bir şekilde ekolojik tarım yaptılar. Mevcut olana alternatif tıp ve eğitim konusunda çözümler üreterek yaşamlarını dönüştürdüler. Bu özgürleşme hareketinin tohumlarını eken köylüler giderek yayıldılar, çoğaldılar ve parçalandılar. Brezilya’da büyüyen bir halk hareketine dönüştüler ve kendilerini “Topraksızlar” olarak tanımladılar. Belirli sayıları kadar sınırları var. Küçük otonomlar halinde yaşıyorlar. Onları yönetecek bir lidere ihtiyaçları yok. Tüm ekonomik ve yaşamsal kararlarını birlikte oluşturdukları komitelerde alıyorlar; o yıl ne ekecekleri, okul müfredatı içinde ne yapacakları, ortak paralarını nasıl harcayacakları, nasıl bölüşecekleri gibi. İhtiyaçları kadarını üretiyor ve kooperatifleri aracılığıyla kendi yediklerini satıyorlar. Kadınlar tüm bu işleyişin birer parçası ve aktif katılımcıları. Ancak yine de sorunlarını fark ederek kendi mücadele alanlarını yaratmışlar. Kadın olmanın zorluğu karşısında erkeksiz yeni bir direniş alanı oluşturmuşlar.
Kürt Kadınları: Özgür Toplum İçin Kadın Özgürlüğü!
Sorxwin, Rozerin, Viyan, Berwar, Rojbîn, Zilan… Onlar yıllardır yaşadığı topraklarda istenmeyen, kendi dilini konuşamayan, kendi kültürünü yaşayamayan kadınlar. Devletin sömürgeleştirmek için, birer Kürt olduklarını unutturmak için, yaşadığı yerden sürdüğü, katlettiği, savaş açtığı bir coğrafyanın kadınları. Acıyı ve öfkeyi içlerinde barındıran ancak yaşamakta ve mücadele etmekte ısrar eden kadınlar.
Kürt halkı yıllardır mücadele ediyorlar. Ancak Kürt kadını sadece yaşamını çalan ve yok eden devlete ve kapitalizme karşı değil, aynı zamanda erkek egemen ve cinsiyetçi tüm baskılara karşı özgür bir kadın hareketi yaratarak mücadelesini sürdürüyor.
Mezopotamya’nın kadınları doğdukları andan itibaren sadece kadın olmanın değil aynı zamanda Kürt kadını olmanın baskısıyla karşı karşıya kalıyorlar. Modern olmanın kalıplarına sığamayan ve doğdukları andan itibaren yüreklerinde yeşeren direnişle mücadeleye koşulsuz sarılıyorlar. Çünkü biri ya da birileri sizin yaşamlarınız üzerinde birer tehdit oluşturuyorsa sizin yaşamak için mücadele etmekten başka şansınız yoktur. Bu mücadele eğer yaşam için veriliyorsa her şeyi göze alırsınız. İşte bu yüzdendir ki Kürt kadınlarının mücadelesi yaşadığımız toprakların en örgütlü mücadelelerinden biridir. Yaşamların üzerinde en büyük otorite olan devlet varken, devletin emirleri sorgulanmazken, aynı devlet katlederken, şiddet uygularken, yok sayarken ve aslında bir devletin varoluş amacı bu iken, siz artık devlete inanmazsınız. Bu toplumda ise ancak kadınlar özgürleşirse, toplum gerçek anlamda özgürleşebilir.
The post Dünyanın Bir Ucundan Diğer Ucuna – Direnen Kadınlar Özgürleşiyor appeared first on Meydan Gazetesi.
]]>