zulüm – Meydan Gazetesi https://meydan1.org Anarşist Gazete Tue, 17 Feb 2015 19:00:31 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.3.13 Osmanlı’da Anarşizm(2) – Osmanlı Döneminde Bulgar Ve Ermeni Hareketlerinde Anarşizm Etkisi https://meydan1.org/2015/02/17/osmanlida-anarsizm2-osmanli-doneminde-bulgar-ve-ermeni-hareketlerinde-anarsizm-etkisi/ https://meydan1.org/2015/02/17/osmanlida-anarsizm2-osmanli-doneminde-bulgar-ve-ermeni-hareketlerinde-anarsizm-etkisi/#respond Tue, 17 Feb 2015 19:00:31 +0000 https://test.meydan.org/2015/02/17/osmanlida-anarsizm2-osmanli-doneminde-bulgar-ve-ermeni-hareketlerinde-anarsizm-etkisi/ Balkan halklarının, devletlerin (imparatorlukların) katliamlarına ve sömürü aygıtlarına karşı kendi koşullarında geliştirdiği mücadele yöntemlerini değerlendirirken yine aynı dönemde etkileşimde olduğu diğer coğrafyalardaki hareketlilikleri de göz önünde bulundurmak gerekir. Özellikle Bakunin’in halkların özgürlük mücadelesi fikirlerinin ve Slavlara Çağrı metninin Bulgarcaya çevrilmesi ile Slav halklarında, yönetimi altında bulundukları imparatorluklara karşı bir hareketlenme başlamıştır. Bu hareketlenmenin en büyük […]

The post Osmanlı’da Anarşizm(2) – Osmanlı Döneminde Bulgar Ve Ermeni Hareketlerinde Anarşizm Etkisi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Yazı dizimizin ikinci bölümünde, Osmanlı Devletin’in doğusunda ve batısındaki isyan hareketlerinde anarşizmin etkisini gözlemlemeye çalışıyoruz. Bulgar ve Ermeni anarşistlerinin bu isyan hareketlerindeki rolünün tartışıldığı yazıların ilkinde, on dokuzuncu yüzyılın son dönemlerinde oldukça olgun bir anarşizmle karşılaşıyoruz.

Aynı imparatorluğun farklı coğrafyalarındaki bu iki hareketin birbiriyle nasıl ilişkide olduğunu, dönemin ses getiren olayları Yıldız Suikastı, Osmanlı Bankası’nın Bombalanması, Selanik Bombalamaları gibi olayların çok da bilinmeyen yanlarını farklı bir açıdan ele almaya çalışıyoruz. Özellikle ilk yazıda yararlandığımız kaynakların başında yakın zamanda Tarih Vakfı Yayınları’ndan çıkmış İlkay Yılmaz’ın Serseri, Anarşist ve Fesadın Peşinde kitabı geliyor. Kitap, dönemi ve olayları oldukça devletçi bir üslupla ele alıyor olmasına rağmen, kitabın kaynakça kısmından ulaşabildiğimiz metinler, öte yandan kitap içerisinde yer verilen kişiler, mekanlar ve olaylar daha detaylı bir araştırma yapmak adına bir kılavuz niteliği taşıyor.

Bu bölümde yer verdiğimiz ikinci yazı, Bulgaristan Anarşist Federasyonu’ndan Zlatko F.’nin yazısı. Yaşadığımız coğrafyada köklerini aramaya giriştiğimiz anarşizmin enternasyonel karakterini anlamak adına önem taşıyan bu yazı, hareketin bütüncüllüğünü anlamak adına önem taşıyor. Osmanlıcılık-yeni osmanlıcılık tartışmaların gündemde giderek daha fazla yer ettiği, mevcut iktidarın imparatorluk mazisiyle taktis etmeye çalıştığı şu günlerde yazı dizimizin giderek daha anlamlı hale geldiğini düşünerek sizlerle paylaşıyoruz.

28 Nisan 1903'te Selanik Limanı'ndaki gemiler Selanik Olayları'nda katledilen Bulgar halkıyla dayanışmak için patlatıldı. 28 Nisan 1903’te Selanik Limanı’ndaki gemiler Selanik Olayları’nda katledilen Bulgar halkıyla dayanışmak için patlatıldı.

Balkan halklarının, devletlerin (imparatorlukların) katliamlarına ve sömürü aygıtlarına karşı kendi koşullarında geliştirdiği mücadele yöntemlerini değerlendirirken yine aynı dönemde etkileşimde olduğu diğer coğrafyalardaki hareketlilikleri de göz önünde bulundurmak gerekir. Özellikle Bakunin’in halkların özgürlük mücadelesi fikirlerinin ve Slavlara Çağrı metninin Bulgarcaya çevrilmesi ile Slav halklarında, yönetimi altında bulundukları imparatorluklara karşı bir hareketlenme başlamıştır. Bu hareketlenmenin en büyük yansımalarından biri olan İç Makedonya Devrimci Örgütü (IMRO) 1893’te bağımsız bir Makedonya Federasyonu oluşturma amacıyla kurulmuş ve Bulgaristan, Sırbistan ve Trakya’dan da devrimcilerin içinde yer aldığı Cenevre grubu ile de çok yakın ilişki kurmuştur.

İlerleyen yıllarda Bakunin’in “eylemle propaganda” fikri ile ilgili metinlerin Bulgarcaya çevrildiği ve Balkan halklarının mücadelesinde oluşan yaratıcı yöntemlerin gelişmesinde anarşizmin önemli bir rol oynadığını söyleyebiliriz. Bu dönemde Paraskev Stoyanov isimli bir cerrahın, öğrencilik yıllarında anarşizme ilgi duymasıyla birlikte Pyotr Kropotkin ve Errico Malatesta gibi anarşistlerle tanışarak birçok metni ve bildiriyi Bulgarcaya çevirdiği, Balkanlarda ve IMRO’da aktif mücadele ettiği bilinmektedir. 1895 yılında gerçekleşen IMRO’nun örgütlediği Melnik Ayaklanması’nda Osmanlı Devletinin ayaklanmayı önceden öğrenip hazırlık yapması nedeniyle ayaklanma başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Bu gelişmelerin ardından örgüt isim değiştirerek Makedonya-Edirne Devrimci İç Örgütü adını alır. IMRO anarşist bir örgütlenme olan Selanikli Gemiciler ile toplantılar yaptığı ve birlikte gerçekleştirecekleri birçok eylemin kararı alır. Devletin yoğunlaşan saldırılarına karşı Selanik’te Gemiciler’le birlikte eylemler organize edilir. Nitekim 6 Mayıs 1904’de devlet tarafından ortaya atılan, Bulgarların camileri havaya uçurduğu söylentileri ile Bulgarlara yönelik bir kıyım başlar. Kıyıma karşı, Makedonya-Edirne Devrimci İç Örgütü 2 Ağustos 1903’te İlinden İsyanı’nı başlatır. Bu ayaklanma, Manastır’dan, Edirne ve Selanik’in bazı köylerine sıçrar ve Osmanlı devletinin isyanı bastırmasıyla 2.000 kişinin katledildiği bir başka kıyıma dönüşür. Ayrıca Osmanlı, ayaklanmayı bastırmak için çeşitli bölgelerden birlikler getirir ve özel yetkili mahkemeler oluşturur.

Osmanlı Bankası bombacıların peşinde

Balkanlardaki devrim hareketleri bu coğrafyadaki tek örnek değildi. Osmanlı devletinin ağır vergileri, baskı ve katliam politikaları Balkanlarda olduğu gibi coğrafyanın dört bir yanında da isyanlar ve ayaklanmalarla cevap bulmaktaydı. Balkanlarda bunlar yaşanırken Anadolu ve Kafkaslarda ise Ermeni halkı devlet zulmüne karşı örgütlenerek mücadele ettiğini görüyoruz. Bu dönemde maruz kaldıkları ağır sömürü politikaları sonucu Ermeniler, dönemin en ucuz iş güçlerinden biri haline dönüştüğünü ve yaşam alanlarını bırakıp İstanbul, Batum, Avrupa hatta Amerika gibi uzak coğrafyalara işçi olarak göç etmek zorunda kaldığını söyleyebiliriz. Anarşizmin Avrupa’da büyük bir etkiye sahip olduğunu görebildiğimiz bu dönemde “eylemle propaganda”nın Ermeni hareketini ve örgütlerini de etkilediği düşünülmektedir. Anadolu’da anarşizmden ilk etkilenen ve kendilerini anarşist olarak adlandıran ilk örgütlenmenin ise Pavlusçular (Bağvikyanlar) olduğu söylenmektedir. Anadolu ve Kafkaslardaki anarşist mücadelelerden bahsederken, yaşamı boyunca verdiği aktif anarşist mücadele ve anarşizmin Ermeniler arasında yayılmasında büyük etki sahibi olduğu söylenen Alexander Atabekyan’dan bahsetmeden geçemeyiz. A. Atabekyan, anarşizm ile tıp eğitimi için taşındığı Cenevre’de tanıştığı bilinmektedir. Pyotr Kropotkinin 1885 yılında, Reclus tarafından derlenen ‘’bir asinin sözleri’’ adlı yayını 1890 yılında Atabekyan’ın eline geçmiş ve onun düşünsel dünyasını derinden etkilediği ve ilk tanıştığı anarşistler olan Errico Malatesta, Merlino, Galeani ve Ettore Molinar gibi isimler ile kurduğu ilişkilerin aktif bir mücadeleyi benimsemesini sağladığı söylenebilir. Aynı tarihte (1890) büyük Paris 1 Mayısı’ndan sonra Cenevre’de birçok anarşistle ilişkilenmiştir. Ayrıca uzun süre Kropotkin ile mektuplaştığından bu yolla P. Kropotkin’in, A. Atabekyan’ın anarşist kimliğinin gelişmesinde önemli isimlerden biri olduğunu söyleyebiliriz. Aynı dönemde Max Netlau ve P.Stoyanov gibi isimlerle ile mektuplaştığı da söylenmektedir. 1891 yıllarında anarşist yayınları Ermeniceye çevirerek, Ermeniler arasında yayınlamaya başlamış, yine aynı yıl Kropotkin ile ilk kez Londra’da buluşmuştur. Bu buluşmadan sonra ise Güney Rusya’da varlık göstermeye başlayan anarşist hareketlere gönderilecek Rusça bildirilerin basım ve ulaştırma faaliyetlerini de üstlendiği bilinmektedir. Bu yıllarda Ermenilere yönelik yaptığı çalışmaları da hızlanmıştır. Ermeni göçmenler arasında broşür ve bildiriler dağıtması, Anadolu halklarında ve Ermeni Devrimci Federasyonu içinde anarşizm konusunda büyük etki uyandırdığını düşündürmektedir. Bu dönemde Paris’ten sınır dışı edilen P. Stayanov’un Bulgaristan’a taşınmasıyla, gerek Atabekyan’ın çevirdiği yayınları Anadolu’ya ulaşması, gerek Bulgaristan’a gelen genç anarşistlerle çalışmalar yapması hasebiyle Ermeni anarşizminde dayanışma alanında pay sahibi bir isim olduğunu söylenmektedir.

Özellikle Ermeni hareketleri arasında ön plana çıkan Ermeni Devrimci Federasyonu içinde anarşistler ve liberterlerin yer almasında yaptığı çeviriler ve dağıtımını üstlendiği bildirilerle etkili olan önemli isimlerden biri olarak karşımıza çıkan Atabekyansa, bir diğer isim ise federasyonun kurucularından olan Krisdopar Mikaelyan’dır. Kendini Bakunin yanlısı olarak nitelendiren, eylemle propaganda ve öz yönetim kavramlarını savunduğu açıkça anlaşılan Mikaelyan, 1905 yılında Yıldız Suikastı öncesinde, test edilirken patlayan bir bomba yüzünden hayatını kaybetmiştir ve bu kaza nedeniyle de ertesi gün gerçekleştirilen eylem başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Alexander_Atabekian Alexander Atabekian

Atabekyan, 1895 yılında çevirilerini yaptığı ve dağıttığı Rusça makalelerini yaymak için Hamanykh (komün) adlı yayını basmaya başladı. Dergide Rusçadan çevirdiği bildirilerin, Avrupa’daki anarşistlerin makalelerinin yanı sıra Osmanlı Devleti’nin Ermenilere yönelik uyguladığı katliam politikaları, Anadolu ve Kafkasya’daki Ermenilerin yaşadığı sorunlar ve Ermeni devrimci hareketleri hakkında yazıların olması nedeniyle Ermeni halkı arasında ciddi bir okuyucu kitlesine sahip olmuştur.

İsyanlar büyüdükçe Osmanlı Devleti de Ermeni hareketlerine ve anarşistlere karşı olan baskısını arttırdığı ve coğrafyanın sert bir hal aldığı bilinmektedir. Osmanlı isyanlara hem karşı güç kullanmış hem de Roma Konferansı’nın da etkisiyle Ermeni devrimci hareketlerine ve özellikle Ermeni anarşistlere karşı anti propaganda yapmıştır. Burjuva ve koltuk sahibi Ermenilerden oluşan bir Ermeni cemiyeti kurulup bu yolla Ermenilerin refah içinde ve isyandan uzak yaşadıkları yönünde propaganda yapıldığı bilinmektedir. Devrimci örgütlenmeler için ise İç Makedonya Devrimci Örgütü’ne yaptığı gibi fişleme çalışmaları yürütülmüştür. Bunların yanında anarşizm, şiddet ve düzensizlik ile özdeşleştirilip karalama devam etmiştir.

selanik'teki osmanlı Bankası Bombalamadan sonra Osmanlı Bankası (1903)

Bir yandan ise saldırılar devam etmiş ve 1893-1895 yılları arasında Ermenilere karşı Sason, Samsun, Zeytun gibi bölgelerde büyük katliamlar gerçekleştirmiş yani Osmanlı Devleti’nin Ermenilere karşı tutunduğu katliam geleneği sürekli hale gelmiştir. Ermeni devrimci hareketlerinin ise bu zulme karşı büyük isyanlar ve eylemler organize ettiği ve hızlı bir dönem başlattığı bilinmektedir. İlk olarak Taşnaksutyun’un 1895‘te Sason’da katliama karşı silahlı direniş başlattığını, ilerleyen yıllarda ise katliamlara karşı direniş ve isyanların devam ettiğini söyleyebiliriz. Bir sene sonra da Van ayaklanmasını başlatması ile eylemlerin giderek büyüdüğü görülmektedir. Bu dönemde Osmanlı Devleti’nin halk isyanlarını bastırmak için yaptığı kanlı saldırılar Ermeni devrimcileri yıldıramamış, Rusya ve Osmanlı Devletine karşı isyan hareketleri giderek büyütmüştür. 1896’da ise 26 Ermeni eylemcinin İstanbul’da Osmanlı Merkez Bankası binasına gelerek güvenlikle çatışması sonucu bankayı işgal etmesi, sağ kalan 17 eylemcinin önce banka müdürünün yatıyla denize açılması ve daha sonra bir Fransız vapuru ile Marsilya’ya kaçması yönünde bilgiler bulunmaktadır. Taşnak gerillalarının 1893 yıllarından 1914’lü yıllara dek hız kesmeden devlet zulmüne karşı direndiği ve 1912 Van’ın Ermeni asıllı belediye başkanına yaptığı suikastı gibi birçok silahlı eylem daha gerçekleştirdiği, öte yandan Hınçakların ise Kumkapı İsyanı ve Bab-ı Ali İsyanı gibi isyanların örgütlenmelerinde rol aldığı bilinmektedir.

İç Makedonya Devrimci Örgütü (IMRO) İç Makedonya Devrimci Örgütü (IMRO)

Ermeni devrimci hareketleri coğrafyanın dört bir yanında olduğu gibi devletin imha ve sömürü politikalarına karşı büyük bir direniş göstermiştir. Dünyanın her yerinde olduğu gibi yaşadığımız coğrafyada da devletin katliam ve sömürü geleneği sürekli var olmuştur. Her zaman olduğu gibi Balkanlardan Anadolu’ya bu topraklarda yaşayan halklar zulme karşı boyun eğmemiş ve tarih boyunca her zaman örgütlenmiş ve mücadele etmiştir. Bitmeyen halkın bitmeyen özgürlük mücadelesi, temel dayanak noktası “Halkların Özgürlük Mücadelesi” ve “Eylemle Propaganda” olan, anarşizmin doğrudan etkisiyle kendi coğrafyasında ve kendi özgül koşullarında tüm yaratıcılığıyla kendi geleneğini de bünyesinde barındırarak, örgütlü, devrimci ve iktidarın bütün yeni biçimlerine karşı kalıcı faaliyetlerde ve söylemlerde bulunarak anarşizmin en önemli özelliğini yansıtmıştır.

Kaynakça için www.meydan1.org’a bakınız.

Miraç Bilge & Okan Özduman

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 24. sayısında yayımlanmıştır.

 

The post Osmanlı’da Anarşizm(2) – Osmanlı Döneminde Bulgar Ve Ermeni Hareketlerinde Anarşizm Etkisi appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2015/02/17/osmanlida-anarsizm2-osmanli-doneminde-bulgar-ve-ermeni-hareketlerinde-anarsizm-etkisi/feed/ 0
” Sadıksa Vali Devlet ‘Baki’ ” – Emrah Tekin https://meydan1.org/2014/01/12/sadiksa-vali-devlet-baki-emrah-tekin/ https://meydan1.org/2014/01/12/sadiksa-vali-devlet-baki-emrah-tekin/#respond Sun, 12 Jan 2014 18:23:39 +0000 https://test.meydan.org/2014/01/12/sadiksa-vali-devlet-baki-emrah-tekin/ Tek partili dönemden çok partili döneme hükümetler gelip geçer. Hükümet kim olursa olsun devleti temsil eden sadık valiler, hükümetine göre davranışsal değişiklik gösterseler bile her zaman devleti devlet yapan adaletsizliklerin temsilcisi olmuşlardır. Vali demek devlet demektir, bilin ki devletin bir zulmü varsa o zulümün başında bir vali vardır. Geçtiğimiz ay, politik gündeme hakim olan konulardan […]

The post ” Sadıksa Vali Devlet ‘Baki’ ” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
Tek partili dönemden çok partili döneme hükümetler gelip geçer. Hükümet kim olursa olsun devleti temsil eden sadık valiler, hükümetine göre davranışsal değişiklik gösterseler bile her zaman devleti devlet yapan adaletsizliklerin temsilcisi olmuşlardır. Vali demek devlet demektir, bilin ki devletin bir zulmü varsa o zulümün başında bir vali vardır.

Geçtiğimiz ay, politik gündeme hakim olan konulardan biri de, Recep Tayyip Erdoğan’ın, partisinin 20. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı’ nın son günü söylediği sözlerdi. Erdoğan, Ankara-Kızılcahamam’da düzenlenen toplantının basına kapalı bölümünde, erkek ve kadın öğrencilerin bir arada yaşadığı öğrenci evlerini gündeme getirmişti. Erdoğan konuşmasında, kendisinin temsil ettiği siyasi geleneğin muhafazakar-mutaassıp toplumsal normlarının, bu coğrafyadaki toplumun genelinde var olduğu varsayımıyla, kadın-erkek öğrencilerin aynı evde yaşamalarının “kabul edilemez olduğunu” ve gerekirse adli ve polisiye müdahalelere uygun düzenlemeler yapılabileceğini belirtti. Bu sözlerin kamuoyunda tartışılmaya başlanmasıyla da, önce İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, ardından da Adana Valisi Hüseyin Avni Coş, Erdoğan’ın bu sözlerini talimat telakki eden ve derhal durumdan vazife çıkaran açıklamalar yaptılar. Bunlardan, özellikle Adana valisinin açıklaması, kamuoyunda yoğun tepki çekti ve bir süre gündem oluşturdu.

Adana valisi Hüseyin Avni Coş’un, mülkiye müfettişliği yaptığı sırada, Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı dönemindeki yolsuzluk soruşturmasından aklanmasını sağlaması nedeniyle; devlet-iktidar-vali ilişkisi bu örnekte kişisel bir menfaatler birliği gibi görünse de, aslında sözünü ettiğimiz bu ilişkide, çok daha derin bir aidiyet algısı söz konusudur. Bu algıyı biraz daha iyi anlayabilmek için, TC devletinin yakın geçmişinden bir örnek verebiliriz. 1986 yılında, dönemin başbakanı Turgut Özal, Malatya’ya bir gezi düzenlemiştir. Seçim otobüsünün üzerine orada toplananları selamlamak için çıktığında, boyu kısa olduğundan, etrafındaki insanlar yüzünden görülemediği için çevresindekileri çömeltmesi istenir. Özal bunun üzerine etrafındaki insanlardan çökmesini ister, herkes çöker, ancak bir kişi hala ayaktadır: Malatya Valisi Naim Cömertoğlu. Turgut Özal valiye dönerek, “Vali Bey siz neden çökmüyorsunuz?” diye sorar. Vali Cömertoğlu’nun cevabı oldukça çarpıcıdır: “Devlet çökmez sayın başbakanım.”

Devletin ceberrut yüzünü, uygulamaları ve söylemleriyle bulundukları idari mevkide belirginleştiren valiler, bu eylemlerini, geçtiğimiz yasaklı 1 Mayıs ve hemen sonrasında gelişen Taksim Direnişi sürecinde yoğunlaştırarak, kentlerin bu en yüksek mülki amirlerinin ellerinde bulundurdukları yetkilerle, aslında nelere kadir oldukları algısının, kamuoyunda daha iyi anlaşılmasını da sağladılar.

Taksim Meydanı’nın eylem ve mitinglere kapatılmasıyla yasaklı hale gelen 1 Mayıs’ta, yasağa rağmen alana ulaşmak isteyen binlerce kişiyi engellemek için, İstanbul’daki toplu ulaşım araçları, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun talimatıyla büyük oranda durduruldu. Taksim Meydanı’na çıkan tüm metro, metrobüs, otobüs, şehir hatları vapurları ve yolcu motorları valilik emriyle seferlerini durdururken; araç trafiğinin yanı sıra, meydana giden tüm yaya trafiği de kapatıldı. Böylelikle valilerin, önceki yasaklı 1 Mayıslardan (2007, 2008, 2009) tanıdığımız, halkın toplu ulaşımını engelleme-yasaklama yetkisini tekrar hatırlamış olduk. Yine Taksim Direnişi sürecinde, Gezi Parkı’nın “valilik emriyle” bir açılıp bir kapatılmasıyla da, valilerin, halkın ortak kullanım alanlarını, insanların kullanımına açma ve kapama yetkisine de sahip olduklarını öğrenecektik.

Valiler, son dönemde AKP iktidarının yaşamın her alanında baskıcı ve otoriter karakterini belirginleştirmesiyle, mevcut iktidarın sözcüleri gibi görünseler de, gerek 1923 sonrası cumhuriyet döneminde, gerekse Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinde merkezi devlet yönetimiyle arasında içselleşmiş bir bağ kurmuşlardır. Devletle kurmuş oldukları bu aidiyet bağı dolayısıyla, valilerin nezdinde devletin bireye olan yaklaşımını da görmek mümkün.

1944 yılında, o dönemlerde Avrupa’da yükselen ırkçılık yanlısı hareketlerin bu coğrafyaya da sıçraması nedeniyle düzenlenen ırkçılık yanlısı eylemlere katılmaktan dolayı tutuklanan Osman Yüksel Serdengeçti’ye dönemin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın sözleri şöyledir: “Sizin milliyetçilikle, komünizmle ne işiniz var? Milliyetçilik lazımsa onu biz yaparız. Bu ülkeye komünizm gelecekse, onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek, ikincisi çağırdığımızda askere gelmek.” Dönemin Ankara valisinin bu sözlerinde cisimleşen bu durum, valiler nezdinde devletin bireye olan bakışının bir özetidir aslında. Günümüzde, Adana valisinin “Gavat” hitabında ya da İstanbul valisinin, geçtiğimiz 1 Mayıs’ta başından biber gazı kapsülüyle yaralanan Dilan Alp’e yönelik “Marjinal örgüt üyesi” sözleriyle de tanıdığımız bu durum, devletin hiçbir zaman değişmeyecek algısıdır. Devletlerin karakteristik yapıları farklılaşsa da valilerin devletle kurduğu ilişki, devlete derinden bir bağlılık ve sadakat içerir.

Muktedirin Sadık Temsilcileri: Sömürge Valileri

 

Britanya İmparatorluğu’nda kraliçe tarafından, sömürgeleştirilen bölgelere, “Genel Vali” adı verilen sömürge valileri atanmaktaydı. Birleşik Krallık’ın devlet literatüründe, “sadık, sadakatle bağlı” olarak çevrilebilecek “loyal” sıfatıyla tanımlanan sömürge valileri söz konusu sömürgede imparatorluğun ve kraliçenin gücünü temsil eden figürlerdir. Benzer bir biçimde Osmanlı İmparatorluğu’nda da bir sömürge valiliği sistemi uygulanmaktaydı. Osmanlı İmparatorluğu işgal ederek sömürgeleştirdiği bölgeleri eyalet olarak adlandırılarak, buralara beylerbeyi adı verilen valiler atıyordu. Beylerbeyi adı verilen bu sömürge valilerinde de belirleyici temel kriter “payitahttaki sultanın sadık kulu” olması idi. Söz konusu eyalette, padişahın otoritesini temsil eden bu valilerin emrinde ayrıca, ”Tımarlı Sipahi Ordusu” adı verilen, sayıca merkezi yönetimdekinden fazla sayıda askere sahip bir silahlı güç de bulunmaktaydı. Merkezi yönetimdeki padişaha her yıl salyane, yani yıllık adı verilen, söz konusu sömürgeleştirilmiş bölgenin halkından zorla toplanan vergiler bu valiler aracılığıyla yollanmaktaydı. Gerek Osmanlı, gerekse Britanya İmparatorluğu sömürge valilerinden merkezi yönetimin asıl beklentisi ise, sömürgeleştirilen bölgeden azami sermaye akışının istikrarlı bir biçimde sağlanmasıydı. Sözünü ettiğimiz bu sömürge valilerinin merkezi yönetimle olan bu “akçeli ilişkisi” de göz önünde bulundurulduğunda, kendilerinden istenen “sadakatin” anlamı da daha çok belirginleşiyor. TC devletinin yakın tarihinde de benzer bir sömürge valiliği sistemi uygulandığını söyleyebiliriz. Devletin “derin varlığını” askeri operasyonlarla belirginleştiren bu sömürge valileri de elbette devletle olan ilişkilerinde sarsılmaz bir sadakat içerisindeydiler.

Sömürge Valiliği: OHAL’in Sadık Valileri

TC devletinin, Kürdistan’a ve Kürt halkına yönelik olarak yürüttüğü inkar ve imha politikalarının sonucu olarak sürdürdüğü savaşla birlikte, 1987 yılından itibaren bölgede “Olağanüstü Hal” uygulaması başlatıldı. Bölge de “Olağanüstü Hal Bölgesi (OHAL)” olarak tanımlanmaya başlandı ve Ankara yönetimi tarafından buraya bir bölge valisi atandı.Böylelikle Kuzey Kürdistan’ın önemli bir bölümü TC Devleti literatüründe “Olağanüstü Hal Bölgesi” olarak tanımlanıyordu. Olağanüstü hale uygun olarak, kendilerine olağanüstü yetkiler verilen bu bölge valileri, kamuoyunda da “Süper Vali” olarak adlandırılıyordu. OHAL valileri, asıl olarak,devletin bölgede yürüttüğü savaşı koordine etmekle görevliydiler. Olağanüstü Hal’in etkin olarak uygulandığı 1987-2002 yılları arasında 17 bin insanın fail-i devlet cinayetleriyle katledildiği gerçeği ortadayken, bu “Süper Valilerin” söz konusu “görevlerini” başarıyla yürüttüklerini söyleyebiliriz. Şimdilerde zaman zaman, insan hakları örgütlerinin çalışmaları sonucu kamuoyu gündemine gelen; köy yakmalar, boşaltmalar, insanları helikopterlerden ya da asit kuyularına atmalar, JİTEM cinayetleri ve gözaltında kayıplar vb. fail-i devlet cinayetleri, bir sömürge valiliği sistemi olan OHAL valiliği uygulamalarının sonuçlarıdır. Devletin bölgeye yönelik askeri ve psikolojik saldırılarını yoğunlaştırdığı bu dönemde bölgede valilik yapan Hayri Kozakçıoğlu ve Ünal Erkan gibi isimler, yukarıda sözünü ettiğimiz devlet katliamlarında daha öne çıkan isimlerdi. Daha önce görev yaptıkları il valilikleri ve emniyet müdürlükleri dönemlerinde adları devrimcilere yönelik ev ve sokak infazları ve işkencelerle gündeme gelmiş bu isimler, devletin Kürdistan’da sürdürdüğü savaşın koordine edilmesi açısından oldukça uygundu. Kürt Özgürlük Hareketi’nin direnişinin de etkisi sonucu, bir sömürge valisinden beklenen sermaye akışını sağlama ve kapitalizmin sömürgedeki istikrarını inşa etme, koruma “görevi” konusunda, OHAL valilerinin Ankara’yı tatmin edebildiğini söylemek ise oldukça güç. Bu yüzden devlet şimdilerde,neoliberal-kapitalist politikalara sahip AKP aracılığıyla “çözüm süreci” adı altında Kuzey Kürdistan bölgesinde istikrarlı bir kapitalist inşa sürecini hayata geçirmek istiyor.

Tek Partileşen AKP’nin Sadık Valileri

2011 Haziran seçimleri sonrası AKP iktidarının yöntemlerini daha da sertleştirmesi ile birlikte, zaten TC’nin geleneğinde var olan devlete derinden bağlı valiler algısı, bu mevcut bağın yanı sıra iktidara olan bağlılığı da belirginleştirdi. Bazı muhalif çevrelerce “AKP Valisi” olarak da adlandırılan bu durum, AKP’nin iktidarında giderek tek partileşme gerçeğini de ortaya koyuyor. CHP’nin tek parti döneminde olduğu gibi “şimdilik” ilgili ilin vali ve belediye başkanının, CHP il başkanı olması gibi bir durum belki söz konusu değil. Ancak,bugün, tek parti ya da tek bir kişinin yönetimine dayalı rejimlerde örneklerine rastlanabilecek şekilde, Erdoğan’ın herhangi bir konuya dair sözünü ya da demecini acilen uygulanması gereken bir talimat olarak algılayan valilerle karşı karşıyayız. Valilik kurumu TC devleti anayasasının 127. Maddesinin 4. ve 5. fıkraları gereği yerellerin vasileri, yani illere vesayet eden kurumlar, olarak tanımlanmaktadır. Askeri vesayeti tasfiye ettiğini söylerken, neo-liberal politikalara dayalı kendi vesayetini inşa ederek, gitgide tek partileşen AKP iktidarında valilerin konumları, anayasanın bu maddesiyle de güvence altına alınarak önemini arttırıyor. İşte bu yüzden de tek partileşen AKP iktidarının bu söz konusu vesayeti istikrarlı bir şekilde hayata geçirmede Adana Valisi Hüseyin Avni Coş gibi, muktedirin herhangi bir konuya dair bir sözünü “emir telakki eden”, iktidarının bekası için meydanları ve parkları ezilenlere yasaklayan, polis-sivil faşist işbirliği şiddeti sonucunda öldürülen Ali İsmail Korkmaz için “arkadaşları öldürmüştür” diyerek gerektiğinde halka aleni yalan söyleyecek “sadık kapı-kullarına” daha çok ihtiyacı olacak.

Emrah Tekin

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 15. sayısında yayımlanmıştır. 

 

 

 

The post ” Sadıksa Vali Devlet ‘Baki’ ” – Emrah Tekin appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2014/01/12/sadiksa-vali-devlet-baki-emrah-tekin/feed/ 0
Anarşist Gençlik: YÖK Olmasaydı https://meydan1.org/2013/11/03/anarsist-genclik-yok-olmasaydi/ https://meydan1.org/2013/11/03/anarsist-genclik-yok-olmasaydi/#respond Sun, 03 Nov 2013 19:58:56 +0000 https://test.meydan.org/2013/11/03/anarsist-genclik-yok-olmasaydi/   Ünivteliler Düşlüyor; YÖK Olmasaydı Ne Olurdu? 6 Kasım, Yüksek Öğrenim Kurumu’nun (YÖK) kuruluş yıldönümü. Bu nedenle her yıl olduğu gibi bu yıl da pek çok üniversitede YÖK karşıtı etkinlikler ve eylemler düzenleniyor. Önceki yıllarda sembolik olarak diploma yakan ve “sistemin cahilleriyiz” şiarıyla üniversitelerde 6 Kasım’ı karşılayan Anarşist Gençlik, bu yıl herkese bir YÖK masalı […]

The post Anarşist Gençlik: YÖK Olmasaydı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
 

Ünivteliler Düşlüyor; YÖK Olmasaydı Ne Olurdu?

6 Kasım, Yüksek Öğrenim Kurumu’nun (YÖK) kuruluş yıldönümü. Bu nedenle her yıl olduğu gibi bu yıl da pek çok üniversitede YÖK karşıtı etkinlikler ve eylemler düzenleniyor. Önceki yıllarda sembolik olarak diploma yakan ve “sistemin cahilleriyiz” şiarıyla üniversitelerde 6 Kasım’ı karşılayan Anarşist Gençlik, bu yıl herkese bir YÖK masalı anlatıyor. Masalın adı “YÖK olmasaydı”. Anarşistler; İstanbul, Yıldız Teknik ve Mimar Sinan üniversitelerinde “YÖK olmasaydı ne olurdu?” diyerek uyuyanları uyandırıyor ve beraber düşlemeye çağırıyor.

Meydan Gazetesi- Anarşist Gençlik1

Anarşistler, üniversitelerde bulunan kameraların altına “YÖK olmasaydı bu kamera burada olmazdı”, sivil polislerin kullandığı odanın kapısına “YÖK olmasaydı polisler olmazdı”, bankamatiklerin üzerine “YÖK olmasaydı bankalar olmazdı”, yemekhane turnikelerine “YÖK olmasaydı turnikeler olmazdı” afişleri astılar. Etkinlikler, 6 Kasım haftası boyunca devam edecek. Ayrıca etkinlikleri Facebook ve Twitter’da #YÖKolmasaydı başlığıyla takip edebilirsiniz.

Meydan Gazetesi- Anarşist Gençlik2

Üniversiteliler 6 Kasım’da Beyazıt’a

Üniversite forumları 6 Kasım günü Beyazıt Meydan’ında ortak bir miting düzenleyecekler. “Ali İsmail Korkmaz Yaşıyor Üniversite Direniyor” sloganıyla düzenlenen mitinge Ozbi, Marsis, Praksis, Bulutsuzluk Özlemi gibi grupların çıkması planlanıyor. 6 Kasım Çarşamba günü Beyazıt Meydan’ında gerçekleşecek mitingde üniversiteliler, Ali İsmail Korkmaz maskeleri takacaklar. Yapılan yazılı açıklamada “6 Kasım üniversitelilerin isyan günü olacak” denildi.

Meydan Gazetesi- Anarşist Gençlik

 

Meydan Gazetesi- Anarşist Gençlik3

Bir ANARŞİST masal;

Mesai saati içinde, takım elbise içinde, develer dekan iken, güveler ÖGB’yken, öğrenciler üniversite illüzyonunda tıngır mıngır yaşar iken. Anlayana naçizane bir masal anlattık, uyuyanı uyandıran, uyandırıp düşündüren; masalımızın adı YÖK OLMASAYDI?

Devlet baba, saraylarından birinde çok sıkılıyordu, üniversite denen bu sarayda da zulüm vardı ama azdı. Saraya zulmü arttıracak ve devletin sıkılmasını engelleyecek bir çocuk gerekliydi. Devlet baba bunun için bir çocuk doğurmak istedi. 1980’de Devlet babanın YÖK adında bir oğlu doğdu. YÖK, amcası Militarizme benziyordu, doğar doğmaz yeşil kundağı ve siyah postallarıyla hazır oldu. Bebekliği mutluydu YÖK’ün, oyuncakları tank ve tüfekle istediği gibi oynuyordu. Ağladığında ise babası ona “yasak” ninnisini söylüyordu. Emeklemeye kalmadan erkence ayaklandı YÖK, herkesin üstüne yürümekten, herkesi ezmekten çok hoşlanıyordu. Postalları her eskidiğinde, babası yenisini yaptırıyordu.

YÖK, gün geçtikçe büyüyordu. YÖK büyüdükçe sarayın halkı da onun zulmünden bıkıyordu. Bir yandan babası bir yandan oğlu, saray halkı için bıkkınlık çıldırmaya dönüşüyordu. Devlet baba halkını bildiği için YÖK’ü biraz yavaşlatmak istedi. Bir yandan YÖK’ü yavaşlatırken bir yandan da halkını sakinleştirmek isteyen Devlet baba, kız kardeşi Demokrasiyi çağırırdı saraya. Üniversite sarayının idaresinde olan YÖK, halasının kendisine karışmasını istemiyordu. YÖK babasına benziyordu; iktidarlıydı ve katı kurallar koymayı seviyordu. Halası ise katı kurallara karşıydı. Her ataerkil saraydaki gibi bu sarayda da kadın önemsenmezdi ve YÖK erkekti.

Devlet babanın kardeşi YÖK’ün diğer amcası Kapitalizm, her sene üniversite sarayına gelerek, diğer saraylarda çalıştıracağı kariyerist dalkavukları seçiyordu. YÖK, Kapitalizm amcasını çok severdi. Ancak YÖK’ün amcası çok kiloluydu, yer yine de doymazdı. O kadar çok yerdi ki; yeryüzünün ağaçlarını, ormanlarını ve toprağını bile yerdi, tüm sularını içerdi. Parayı çok seven amcası mutlu olsun diye YÖK de halkından haraçlar toplardı. Üniversitede yaşayan halktan bazıları haraç veremezdi, YÖK de onları faiz kırbacıyla kırbaçlar ve saraydan atardı. Devlet baba oğlu YÖK oynasın diye ona kameralar aldı. YÖK de kameraları sarayın her köşesine yerleştirdi. Böylece YÖK, kamera oyunuyla sarayın içindeki halkı izliyordu. Yani herkesi izliyordu. Günlerden bir gün saray halkından binleri izlenmekten sıkılıp kameraya kara boya attı ve görüntü aniden karardı. YÖK buna çok öfkelendi. Önce oyunbozanı buldu, sonra da üniversite sarayından kovdu. YÖK baktı ki sarayda yaşayanların bazıları oyunbozan, kendisiyle oynamak isteyenleri seçmesi gerektiğini düşündü. Seçtiklerini amcası kapitalizme överek sunardı. Böylece halkı seçilmek için çabalar ve oyunbozanlar olmazdı.

Ama oyunbozanlar oyunu bozmayı sürdürdüler. Oynansın diye konulan kameraları kurcaladılar; nereden nereye kim gitti, kim geldi diye kontrol için konan turnikeleri kullanmadılar; amca kapitalizmin oyuncaklarından olan bankamatiklerle ilgilenmediler; kapitalizm seçim için geldiğinde seçimlere katılmadılar. Oyunbozanlar oyunu bozdukça YÖK çıldırdı, zulümlerine zulüm kattı, babasından ve amcasından yardım istedi. Babasının muhafızları polisler, zaten hep saraydaydı ve YÖK’ü hep kollarlardı. Bunlar cani ceberrut varlıklardı. Farklı farklı görünüşleri vardı; bazıları halka benzediği için halkın içine sızardı bazılarıysa halka hiç benzemezdi. Adeta bir yaratık gibiydiler. Kafaları kocaman, ağızları ve burunları yok, gözleri ise tekti. Vücutları yumuşak değil, sertti. Ellerindeki tüplerden nefes alıp veriyorlardı. Diğer ellerinde ise sopaları vardı; kızdıklarında birbirlerine yaklaşıp oyunbozanlara ateşli gazlar püskürtüyorlardı. YÖK’ün amcası Kapitalizm ise üniversiteye muhafızları ÖGB’leri yollamıştı. ÖGB’ler, polisler gibi olmasa da en az polisler kadar gıcıktı. YÖK’ün yardımcılarından Rektör ve onun yardımcısı Dekan isimli dalkavuklar ise halkın içindeki bu oyunbozanları seven saray görevlilerini bulup belirlemekle ve kovmakla uğraşırlardı.

Halk birbiriyle konuşuyor, bu zulme karşı koymak istiyordu. Halkın kurtuluşu kendindeydi, yapacak bir şey vardı. Oyunbozanlar arttıkça oyun bozulurdu, halk bu oyunu bozmalıydı. Kulaktan kulağa konuşmalar yayılıyordu. “YÖK olmasa” diyenler özgürlükten bahsediyorlardı. “Özgürlük”, bu söz, babadan amcaya iktidarın tüm sülalesinin korkulu kâbusuydu. Daha az zaman önce değil miydi bir iki ağacın özgürlüğü için halkın isyanı. Bu isyan ateşi sarmıştı baba Devlet’i, amca Kapitalizm’i. Korkutucu bilinen polislerin kaçışını ise kim unutabilirdi.

Oyunbozanların kudreti, belli ki sarayın dışındaki arkadaşlarından ve kardeşlerinden gelmekte. Sarayların uzağındaki düz ovalardan ve dik dağlardan gelmekte. Şehrin sokaklarından ve köylerin patikalarından gelmekte.

Şimdi oyunbozanların elden ele verdiği bir kağıt parçası bu. Diğer masallardaki gibi, gökten düşen bir niyet gibi. Şimdilik YÖK’ün olmadığı bir diyarı düşleyenlerin niyeti.

Gökten üç kağıt düşmüş biri anlayana, biri anlayıp da anlamamış gibi yapana, biriyse hiç anlamayana… Tekerlemede söylemiştik, bu uyutan değil uyandıran bir masal. Uykumuz kaçtıysa eğer, biraz düşünmek yeter. YÖK’ün olmadığı bir dünya için düşlemek ve düşlediğini eylemek ister.

ANARŞİST GENÇLİK

www.anarsistgenclik.org

 

* Üniversitelerde Anarşist Gençlik tarafından dağıtılan bildiri.

The post Anarşist Gençlik: YÖK Olmasaydı appeared first on Meydan Gazetesi.

]]>
https://meydan1.org/2013/11/03/anarsist-genclik-yok-olmasaydi/feed/ 0