Gençlik
Uyuyanları Uyandıran Bir Masal
YÖK olmasaydı nasıl olurdu? Bu soruyu ilk önce kendimize sonrada herkese sorduk. Ortak çıkan fikir şuydu ki YÖK olmasaydı Üniversitelerde ÖGB, polis, turnikeler, kameralar, ATM’ler olmazdı. Bizde Üniversitelerdeki olmaması gerekenleri deşifre ettik. Kameraların üstüne YÖK olmasaydı bu kamera olmazdı yazılı dövizleri yapıştırdık. ATM2lerin üstüne YÖK’ün ATM’si, Polis odalarına YÖK’ün polisi dövizlerini yapıştırdık.
Yemekhanelerde ve bahçelerde uyuyanları uyandıran bir masal anlattık. Yök Olmaysaydı ne olurdu? sorusuna hep beraber cevap bulduk.
#YÖKolmasaydı
bir ANARŞİST masal;
Mesai saati içinde, takım elbise içinde, develer dekan iken, güveler ÖGB’yken, öğrenciler üniversite illüzyonunda tıngır mıngır yaşar iken. Anlayana naçizane bir masal anlattık, uyuyanı uyandıran, uyandırıp düşündüren; masalımızın adı YOK OLMASAYDI?
Devlet baba, saraylarından birinde çok sıkılıyordu, üniversite denen bu sarayda da zulüm vardı ama azdı. Saraya zulmü arttıracak ve devletin sıkılmasını engelleyecek bir çocuk gerekliydi. Devlet baba bunun için bir çocuk doğurmak istedi. 1980’de Devlet babanın YÖK adında bir oğlu doğdu. YÖK, amcası Militarizme benziyordu, doğar doğmaz yeşil kundağı ve siyah postallarıyla hazır oldu. Bebekliği mutluydu YÖK’ün, oyuncakları tank ve tüfekle istediği gibi oynuyordu. Ağladığında ise babası ona “yasak” ninnisini söylüyordu. Emeklemeye kalmadan erkence ayaklandı YÖK, herkesin üstüne yürümekten, herkesi ezmekten çok hoşlanıyordu. Postalları her eskidiğinde, babası yenisini yaptırıyordu.
YÖK, gün geçtikçe büyüyordu. YÖK büyüdükçe sarayın halkı da onun zulmünden bıkıyordu. Bir yandan babası bir yandan oğlu, saray halkı için bıkkınlık çıldırmaya dönüşüyordu. Devlet baba halkını bildiği için YÖK’ü biraz yavaşlatmak istedi. Bir yandan YÖK’ü yavaşlatırken bir yandan da halkını sakinleştirmek isteyen Devlet baba, kız kardeşi Demokrasiyi çağırırdı saraya. Üniversite sarayının idaresinde olan YÖK, halasının kendisine karışmasını istemiyordu. YÖK babasına benziyordu; iktidarlıydı ve katı kurallar koymayı seviyordu. Halası ise katı kurallara karşıydı. Her ataerkil saraydaki gibi bu sarayda da kadın önemsenmezdi ve YÖK erkekti.
Devlet babanın kardeşi YÖK’ün diğer amcası Kapitalizm, her sene üniversite sarayına gelerek, diğer saraylarda çalıştıracağı kariyerist dalkavukları seçiyordu. YÖK, Kapitalizm amcasını çok severdi. Ancak YÖK’ün amcası çok kiloluydu, yer yine de doymazdı. O kadar çok yerdi ki; yeryüzünün ağaçlarını, ormanlarını ve toprağını bile yerdi, tüm sularını içerdi. Parayı çok seven amcası mutlu olsun diye YÖK de halkından haraçlar toplardı. Üniversitede yaşayan halktan bazıları haraç veremezdi, YÖK de onları faiz kırbacıyla kırbaçlar ve saraydan atardı. Devlet baba oğlu YÖK oynasın diye ona kameralar aldı. YÖK de kameraları sarayın her köşesine yerleştirdi. Böylece YÖK, kamera oyunuyla sarayın içindeki halkı izliyordu. Yani herkesi izliyordu. Günlerden bir gün saray halkından binleri izlenmekten sıkılıp kameraya kara boya attı ve görüntü aniden karardı. YÖK buna çok öfkelendi. Önce oyunbozanı buldu, sonra da üniversite sarayından kovdu. YÖK baktı ki sarayda yaşayanların bazıları oyunbozan, kendisiyle oynamak isteyenleri seçmesi gerektiğini düşündü. Seçtiklerini amcası kapitalizme överek sunardı. Böylece halkı seçilmek için çabalar ve oyunbozanlar olmazdı.
Ama oyunbozanlar oyunu bozmayı sürdürdüler. Oynansın diye konulan kameraları kurcaladılar; nereden nereye kim gitti, kim geldi diye kontrol için konan turnikeleri kullanmadılar; amca kapitalizmin oyuncaklarından olan bankamatiklerle ilgilenmediler; kapitalizm seçim için geldiğinde seçimlere katılmadılar. Oyunbozanlar oyunu bozdukça YÖK çıldırdı, zulümlerine zulüm kattı, babasından ve amcasından yardım istedi. Babasının muhafızları polisler, zaten hep saraydaydı ve YÖK’ü hep kollarlardı. Bunlar cani ceberrut varlıklardı. Farklı farklı görünüşleri vardı; bazıları halka benzediği için halkın içine sızardı bazılarıysa halka hiç benzemezdi. Adeta bir yaratık gibiydiler. Kafaları kocaman, ağızları ve burunları yok, gözleri ise tekti. Vücutları yumuşak değil, sertti. Ellerindeki tüplerden nefes alıp veriyorlardı. Diğer ellerinde ise sopaları vardı; kızdıklarında birbirlerine yaklaşıp oyunbozanlara ateşli gazlar püskürtüyorlardı. YÖK’ün amcası Kapitalizm ise üniversiteye muhafızları ÖGB’leri yollamıştı. ÖGB’ler, polisler gibi olmasa da en az polisler kadar gıcıktı. YÖK’ün yardımcılarından Rektör ve onun yardımcısı Dekan isimli dalkavuklar ise halkın içindeki bu oyunbozanları seven saray görevlilerini bulup belirlemekle ve kovmakla uğraşırlardı.
Halk birbiriyle konuşuyor, bu zulme karşı koymak istiyordu. Halkın kurtuluşu kendindeydi, yapacak bir şey vardı. Oyunbozanlar arttıkça oyun bozulurdu, halk bu oyunu bozmalıydı. Kulaktan kulağa konuşmalar yayılıyordu. “YÖK olmasa” diyenler özgürlükten bahsediyorlardı. “Özgürlük”, bu söz, babadan amcaya iktidarın tüm sülalesinin korkulu kâbusuydu. Daha az zaman önce değil miydi bir iki ağacın özgürlüğü için halkın isyanı. Bu isyan ateşi sarmıştı baba Devlet’i, amca Kapitalizm’i. Korkutucu bilinen polislerin kaçışını ise kim unutabilirdi.
Oyunbozanların kudreti, belli ki sarayın dışındaki arkadaşlarından ve kardeşlerinden gelmekte. Sarayların uzağındaki düz ovalardan ve dik dağlardan gelmekte. Şehrin sokaklarından ve köylerin patikalarından gelmekte.
Şimdi oyunbozanların elden ele verdiği bir kağıt parçası bu. Diğer masallardaki gibi, gökten düşen bir niyet gibi. Şimdilik YÖK’ün olmadığı bir diyarı düşleyenlerin niyeti.
Gökten üç kağıt düşmüş biri anlayana, biri anlayıp da anlamamış gibi yapana, biriyse hiç anlamayana… Tekerlemede söylemiştik, bu uyutan değil uyandıran bir masal. Uykumuz kaçtıysa eğer, biraz düşünmek yeter. YÖK’ün olmadığı bir dünya için düşlemek ve düşlediğini eylemek ister.
ANARŞİST GENÇLİK
www.facebook.com/anarsistgenclik
www.twitter.com/anarsistgenclik