Günü Kurtarmak

Sayı 10, Haziran 2013

“Devlet bir ilişkidir, insanlar arasında bir ilintidir, İnsanların birbirlerine davranışlarının bir tarzıdır.” -Landauer

Size 1 Mayıs gününde bir temizlik işçisini anlatacağım. Televizyonda ulaşım sıkıntısı yaşayan İstanbulluların haberlerinin yayınlandığı sırada gösterdiler onu da. Kırklı yaşlarda, Üsküdar’dan karşıya motorla geçmek isterken motor seferlerinin iptal olduğunu o an öğrenmiş ve şoka uğramış bir kadın. Temizliğe gideceği eve bu sefer gidemezse belki bir daha gidemeyeceği endişesi taşıyarak, verdiği yirmi saniyelik röportajda ev sahibinin bu halini görüp biraz acımasını bekliyordu. Kadın temizlik işçisinin derdi kovulmama, karın tokluğuna da olsa temizlik işine devam edebilme derdiydi.

Size 1 Mayıs günü o kadının gösterildiği haber görüntüsünde hemen o kadından sonra Üsküdar’dan karşıya kişi başı yirmi lira alarak geçen taksicileri gösterdiler. Taksicilerin hemen ardından da Eminönü’nden Karaköy’e motor seferi yapanların kişi başı 5 liraya çalıştığını gösterdiler. Bir taraftan işten atılma telaşı yaşayan İstanbullular bir diğer taraftan da yeri geldiğinde İstanbul’un taşını toprağını altına çevirmeyi bilenler. Nitekim medya 1 Mayıs’ın kazananlarından biri olarak tarifesini katlayan taksicileri ve olmayan tarifeden kar elde eden motorcuları göstermişti.

Size 1 Mayıs günü yaşanan sıkıntıyı ya da medyanın tescillediği kazananları daha fazla anlatmayacağım, gereği de yok zaten. Ancak bir soruyu cevaplamamız gerekiyor; bir tarafta sıkıntı yaşayanlar varken öbür taraftan sıkıntıdan çıkar sağlayanlar olması ahlaki midir? Belirtmem gerekir ki oturduğum kanepede, İstanbulluların ulaşım sıkıntısını paraya çevirenleri ahlaksız diye nitelendirmeyeceğim ya da insanlar zaten bencil ve kötü varlıklardır deyip Allaha da havale etmeyeceğim. Kısacası kendi sinirlerimi boşaltmadan önce sadece sorduğum soru nereye oturuyor ve bu soruyu cevaplamadan önce nereye bakmalıyım diye düşüneceğim.

Kuşkusuz böyle bir karar almışken yaşadığımız sistemden ayrı bir boyutta düşünemem. Yaşadığımız sistemde insanlar hayatlarını devam ettirmek için zorunlu bir şekilde bir başkası için çalışmak durumundaysa, bu durum insanı bir ritim bozukluğuna (sıkılganlık, tembellik vs.) teşvik eder. Dolayısıyla çalıştıran kişi çalışanından rant elde etmek istiyorsa bu ritim bozukluğunu gidermeli ve disiplin altına almalıdır. Burası baskı aygıtının yani devletin devreye girdiği bir alandır. Aksi durumda "mülk sahipleri ve mülksüzler" ya da "ezenler ve ezilenler" olarak katmanlaştırılmış toplumda ezilenler ve mülksüzler bu sıkıntıyı çözmenin yolunu arayacaktır. Bu çözüm öfkeli bir çözümdür ve çözümün ufak sinir harpleri olarak çıkması yani sönümlendirilmesi için baskı aygıtı kişiye nefes alacak bir çıkış noktası gösterir. Böylelikle baskıyla edilgenleştirilen kişi, kişisel alanında etkinleşmeye çalışacak ve ötekisini edilgenleştirecektir. Bu durum tam bir kısır döngüdür ve var olan sömürü sisteminin işlemesi için gereklidir. Ancak bunun için öncelik bir ikna durumudur. İkna durumunda kişi yalnız oluğunu ve vahşi bir rekabetin ortasında bencil olması gerektiğine inanmalıdır, zaten inanmaktan başka bir seçeneği de bulunmamaktadır. Böylelikle durum kişiselleştirilerek toplumsal ilişki biçiminden soyutlanır ve münferitleştirilir. Zorunluluğa ayak uydurması gereken kişi de münferit durumundan çıkartılır ve propaganda alanlarında (belgesel, televizyon dizilileri vs.) genel bir toplumsal ilişki tarzıymış gibi gösterilir. Böyle bir ilişki tarzını dengelemek ya da belirli sınırlarda tutmak içinde bir baskı aygıtının ya da daha güzel ifade ettikleri gibi bir hakemin de var olması gerekir. Bu hakem en iyi haliyle meşruluğunu münferit olarak gösterilen sonra genelleştirilen bir ilişki biçiminden aldığını belirtir. Sözüm ona insan insanın kurdudur diyenler aynı zamanda gerekliliklerini de tam olarak buraya oturturlar. Devletin yani bilinen tanımıyla şiddetin kurumsallaşmış halinin reddedilememesi için aynı zamanda insanlar arasında doğabilecek bir savaş alanına müdahale edebilecek bir hakem rolünü de üstlendiğinin sürekli tekrarlanması bundandır.

Baskı aygıtının zorunlu olduğuna ikna olmuş kişi dolayısıyla rekabetin kaçınılmazlığına da ikna olmuştur. Bu ikna en sonunda kiminin zengin kiminin fakir; kiminin çalışan kiminin patron olması fikrine gelir. Bütün bu sömürü, en sonunda sıradan insanın kafasında kendini aklar. Arada çıkan ufak sinir harpleri “batsın bu dünya” edalarıyla geçiştirilir.

Öyleyse şimdi soruyu tekrar sorabiliriz: bir tarafta sıkıntı yaşayanlar varken öbür taraftan sıkıntıdan çıkar sağlayanlar olması ahlaki midir? Cevap bence kesin ve nettir. Gündelik hayatın kişisel çıkarlara indirgendiği günümüzde yaşanılan her olay “ahlaksızcadır”. Dolayısıyla ahlaki midir değil midir soruları da anlamsız sorulardır.

Yani kişiler bu hengamede kendi çıkarları peşlerine düşmüşlerse o yöne itildikleri için düşmüşlerdir, ancak bu yetersiz bir tespittir. Çünkü iradi durumu yok saymakta ve her yaşananı nesnel bir boyuta taşımaktadır ve insan da tabiri caizse bir makinadan fazlasıdır. İşin iradi yönünü zenginleştirecek ve yaratıcı kılacak nokta bu iradenin nerede açığa çıkması gerektiğini anlamakta yatar. İradenin yalnız kişi ölçeğinde açığa çıktığı durum -ki tarifesine fahiş fiyat uygulayan taksiciler ve motorcular bunun örneğidir, yetersiz bir iradedir. Çünkü bir günü kurtarmanın derdi aslında diğer günlerde biraz olsa tembellik yapma hakkını ya da rahatlama durumunu doğursa da bir süreklilik göstermeyecek ve eski tas eski hamam günler yine devam edecektir. Hayatın anlamsızlaştırıldığı bencillik ve rekabetin yaşamın tek kuralı olarak dayatıldığı, insanlığın zorunluluğa hapsolduğu çağımızda; yaşamın, bencillik ve rekabetten çıkarılması gerekir ki yaşamak bir şeye benzesin. Çünkü bizi edilgen duruma indirgeyen sömürü sisteminden ancak tam anlamıyla etkinleşerek yeni bir toplumsal ilişki tarzı yaratarak kurtulabiliriz, bu da ancak iradenin paylaşma ve dayanışma ölçeğinde açığa çıkmasıyla mümkündür.

Ozan Şahin

Meydan Gazetesi Sayı 10, Haziran 2013

Paylaşın