Hükümet adım at şiarıyla gerçekleştirilen mitinglerde barış sürecinin ilerlemesi ve hükümetin bu yönde ki adımlarının bir an önce gerçekleşmesi hedeflenmektedir. Bu mitinglerle Erdoğan’a sözünü tutması yönünde çağrılar yapılmaktadır. Ancak Lice de olduğu gibi görülüyor ki AKP barış için adım atmayı değil, kurşun sıkmayı seçmiştir.
Savaşın tümüyle sonlandırılması, karşılıklı gelişen müzakerelerin neticelendirilmesi, tarafların ve halkın sürece iknasıyla beraberinde birçok hassasiyeti içinde barındıran süreç yani barış süreci geldiğimiz noktada AKP’nin savaş politikasında eritilmek istenen bir sürece dönüşüyor.
Reyhanlı’da şiddetli bir patlama yaşanmıştı. Savaş mağduru Suriyeli mültecilere yardım gerekçesiyle “Özgür Suriye Ordusu”nu silahlandıran, Antakya’daki kamplarda eğiten ve Suriye’ye gönderen, yaralı ÖSO militanlarına sağlık hizmeti veren AKP iktidarı, uzun bir süredir Esad rejimine yönelik Suriye’de iç savaşı kışkırtıyordu. Antakya Reyhanlı’daki sınır güvenliği ÖSO militanlarına terk edilmiş durumdaydı. Eli silahlı militanlar hiçbir denetim ve kontrol olmaksızın şehir içinde serbestçe dolaşıyorlardı. AKP’nin Suriye politikası Reyhanlı ‘da yaşanan katliamda medyaya koyduğu yayın yasağı, hem öldürülen hem yaralanan sivillerle ilgili eksik ve yanlış beyanlar, hem de katliamın sorumluları olarak uyuşturucu ve silah kaçakçılarının gözaltına alınıp göstermelik sorgulanması gibi bir dizi oyalamayla sürdü. AKP’nin Suriye’ de izlediği savaş politikası Reyhanlı’ da sivil halkın katledilmesi olarak hafızalara kazındı.
“Barış süreci” yeni bir savaş politikası mı?
Medyanın Reyhanlı katliamını unutturmak için sarf ettiği çaba ve hükümetin alkol yasağı gündemini servis etmesiyle iyice manipüle edilmiş katliam yerini ardından hızla yükselen can alıcı mesele ‘barış süreci’ olarak adlandırılan gündeme bıraktı. Bu kez AKP iktidarı yıllardır T.C.’nin Kürt halkına yönelik sürdürdüğü savaşı kendi savaş politikasıyla sürdürerek barış adıyla halkın karşısına dikmiştir. Savaşın tümüyle sonlandırılması, karşılıklı gelişen müzakerelerin neticelendirilmesi, tarafların ve halkın sürece iknasıyla beraberinde birçok hassasiyeti içinde barındıran süreç yani barış süreci geldiğimiz noktada AKP’nin savaş politikasında eritilmek istenen bir sürece dönüşüyor.
Kürt halkının Abdullah Öcalan’ın açıklamalarıyla yeni bir başlangıç olarak gördüğü barış süreci Kürdistan Özgürlük Hareketi tarafından da desteklenerek her şeye rağmen ilerlemektedir. Abdullah Öcalan’ın her defasında bu yeni sürecin Kürt halkı tarafından biçimlendirilmesi gerektiği görüşü ise barışta ısrarı vurgulamaktadır. Yaşamın yeniden inşası olarak tanımlanan süreç hem Kürdistan ‘da hem de batı Kürdistan da kendini gerçekleştirmektedir. Abdullah Öcalan’ın demokratik modernitesi Kürdistan Özgürlük Hareketinin yeni modeli olarak savunulmaktadır. Yani artık Kürtler yeni mücadele biçimi olarak silahları bırakarak yaşamsal olana sarılmak istemektedir.
Barış sürecinde devletin tezatlığı
Neticede Kürt tarafı barışta kararlıdır ve gereken adımları atmaktadır. Bölgedeki gerillanın bölgesel ve aşamalı olarak çekilmesi, Kürt siyasetçilerinin sürece yaklaşımı bu adımları hızlandırmak için atılmış çabalar olarak değerlendirilmelidir. Ancak AKP hükümeti sürecin gereğini yerine getirmeyerek bir başlangıç adımı dahi atmamıştır. Kürdistan’ da mevcut olanın dışında yeni karakolların yapılması ve koruculuğun kaldırılmaması böylesi bir süreçte muamma yaratmaktadır. Özellikle bu konularda AKP’nin yaptığı “eski karakolları yeniliyoruz”, “korucular maaş alamadıklarında mağduriyet yaşayacaklardır” gibi geçiştirici açıklamalar oluşan muammanın daha da artmasına neden olmaktadır. Muamma devam etmektedir çünkü hükümet yaşanan sürece tezat davranmayı sürdürmektedir. Başbakan Erdoğan yaptığı açıklamalarda ısrarla gerillanın sınır dışına çekilmediği vurgusu yapmaktadır ve askeri güçleri bölgede konumlandırmak istemektedir. Aynı zamanda terörle mücadele kanununa yönelik bir düzenlemenin henüz tartışmaya açılmaması da bir diğer muammadır. BDP’nin sıkça gündeme taşıdığı KCK tutuklamaları ile ilgili Kürt siyasetçiler, Kürt gazeteciler ve diğer tutukluların durumuna ilişkin de çözücü bir adım atılmamıştır. AKP demokratik siyaset yaptığını ve buna uygun hareket ettiğini her fırsatta vurgularken anayasal çerçevede çözümü mümkün birçok mesele halen askıdadır. Anadilde eğitim ve siyasi tutuklular bu çerçevede yer almaktadır.
Akil insanlar bölge heyeti açıkladı; “devlet Kürtleri sistematik olarak katletti”
Akil insanlar heyetinin bölgedeki iller bazında hazırladığı raporda, Cumhuriyet’in ilk yıllarında çıkan Kürt isyanlarında 45 bin, PKK ile mücadelede de 40 bin olmak üzere bugüne kadar Kürt isyanlarında ölenlerin sayısı 85 bin olarak veriliyor. Raporda, yıllarca ayrı bir hukukla yönetilen bölge halkının devlete bakışı ilginç bir cümle ile tarif ediliyor: “Devlet sadece PKK için değil, herkes için bir sistematik kötü niyet ve zulüm aktörü olarak cisimleşmiştir.”
Roboski katliamının üzerinden neredeyse iki yıl geçti ve devlet bu konuda hiçbir şey yapmadı. Üstelik mahkeme görevsizlik kararı verdi. Unutursak kalbimiz kurusun dediğimiz Roboski katliamını devlet unutturmak için her şeyi yaptı. Yine de silahların susması ve akan kanın bir an önce durması olarak adlandırılan barış süreci bu katliamların da sonlanması amacını taşıyordu. Sürecin kısmen halk tarafından da olumlu bir hava yaratması barışa olan adımların atılmasını sağladı. Barış sürecinin özellikle batıda yansıttığı bu olumlu hava bölgeden çatışma ve ölüm haberlerinin gelmemesi olmuştu ki Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişinin yıldönümü olan 15 Şubat’ı protesto eylemleri sırasında Diyarbakır da bir genç polis panzeri altında kalarak öldürüldü.
Taksim’den, Lice’ye…
31 Mayıs tarihi Taksim direnişinin ve dalga dalga diğer illere yayılan isyanın başlangıcıydı. AKP bu kez kendini hiç hazırlıklı olmadığı ve beklemediği bir sürecin tam ortasında buldu. Erdoğan niye bu isyan bu kadar büyüdü, nerede hata yaptım diye düşünedursun halk açısından devletin zulmü açıkça ortadaydı. AKP iktidarı, koltukta oturduğu süreçte demokrasi kılıfına bürünerek katliamların, türlü baskıların, hukuksuz tutuklamaların altına imza attı. Halka yönelik baskısını gün geçtikçe arttırmayı sürdürdü ve yasaklamalarla halka defalarca saldırdı. Kolluk kuvvetleri gösteri ve yürüyüşlerde her kesimden insana ayırt etmeksizin orantısız bir şekilde cop, gaz ve tazyikli suyla müdahale etti. Hukuksuz ve keyfi uygulamalarıyla Erdoğan faşist bir diktatör edasıyla halkın ifade ve düşünce özgürlüğünü kısıtladı ve bir korku imparatorluğu yaratmak istedi. Ancak 31 Mayıs günü bu imparatorluğun temelleri paramparça edildi, korku eşiği aşıldı ve halk özgürlüğüne sahip çıktı.
Aniden değişen gündemle muammalarla süren barış süreci yerini bir halk ayaklanmasına bırakmıştı. Süreç farklı siyasi kesimden insanları bir araya getirdi ve bu olağanüstü direnişte gözler hep Kürtleri arasa da Kürtler tarafından yoğunluklu bir katılım gerçekleşmedi. Direnişi sosyalistler, anarşistler, ekolojistler ve bağımsızlar sırtladı. Çeşitliliği fırsat bilen ulusalcı tabanlar, ayaklanmanın kitleselliğini oluşturarak, hükümet istifa sloganlarıyla direnişi belirlemek istedi. Böylelikle AKP iyice şaşırdı, çünkü bir yandan Kürtler bir yandan ulusalcılar derken karşısında herkesi içine alan bir halk hareketi oluştu.
Tam bu sırada AKP Hükümetinin emriyle Diyarbakır Lice’de karakol yapımını protesto etmek isteyen sivil insanlara askerler tarafında ateş açıldı ve yaşananlar bir Kürt gencinin ölümüne, onlarca sivilin ağır yaralanmasına neden oldu. Her yere yayılan ve sürmekte olan isyan sırasında bu kez halk Lice için sokaklara döküldü. Direniş boyunca ufak çaplı gerginlikler yaşayan Kürtler ve ulusalcılar bu kez enteresan şekilde AKP’ye karşı tek bir ağız olmuş, devletin Lice katliamı için haykırıyorlardı. Erdoğan, Lice katliamı ile ilgili, bölgede 100 trilyonu aşkın hint kenevirinin imha edildiği bilgisini paylaştı ve karakolların sınır güvenliğini sağladığını savundu. Taksim direnişini de Yahudi diasporasının desteklediğini açıklamıştı. Yani Erdoğan özetle iktidarını kaybetme korkusuyla nereye saldıracağını şaşırdı.
Hükümetin adımları değil, yaşamın yeniden inşası
Diyarbakır Lice de yaşanan katliamın tek sorumlusu devlettir, AKP hükümetidir. Aynı Reyhanlı da olduğu gibi uyuşturucu ve silah kaçakçılığını bahane ederek gerçeği manipüle etmek istemektedir. Kürdistan da katliamcı savaş politikalarını ve militarist anlayışını sürdürmektedir. Anlaşılmalıdır ki, AKP’nin savaş politikası da, barış politikası da sadece halkları katletmektir. Kürdistan Özgürlük Hareketi de AKP’nin barış politikasının içinden çıkılmaz bir hal aldığını artık görmelidir.
Hükümet adım at şiarıyla gerçekleştirilen mitinglerde barış sürecinin ilerlemesi ve hükümetin bu yönde ki adımlarının bir an önce gerçekleşmesi hedeflenmektedir. Bu mitinglerle Erdoğan’a sözünü tutması yönünde çağrılar yapılmaktadır. Ancak Lice de olduğu gibi görülüyor ki AKP barış için adım atmayı değil, kurşun sıkmayı seçmiştir.
31 Mayıs Taksim direnişiyle başlayarak tüm şehirlere yayılan isyan devletin ve iktidarların katliamcı yüzünü halklara bir kez daha göstermiş oldu. Kürdistan Özgürlük Hareketinin barış süreci de artık hükümetin atılacak adımlarıyla değil, Abdullah Öcalan’ın ifadesiyle Kürt halkının yaşamını yeniden inşasıyla sürdürülmelidir.
Mercan Doğan
Meydan Gazetesi Sayı 11, Temmuz 2013