Sık bakalım, sık bakalım biber gazı sık bakalım kaskını çıkar, copunu bırak delikanlı kim bakalım...
Taksim direnişinde adeta direnişin marşı haline gelen bir tribün bestesi vardı. Bu beste Taksim direnişinde barikatlarda en çok söylenen ve herkesin en çok katıldığı slogan olmuştu. Hatta “Sık Bakalım”a Gezi Parkı marşı yakıştırmasını yapanlar bile vardı.
Sık Bakalım’ın popülerliğe ulaştığı nokta Taksim Direnişi olsa da bu bestenin tarihi daha eskidir. Birçok takım taraftarı tarafından sahiplenilmiş bu beste tribünlerde polis şiddetine karşı senelerdir söylenir.
Fanatiklik Öldü, Medyanın Başı Sağolsun
Taksim Direnişi’yle kapitalizm sağlam bir yumruk yerken endüstriyel futbol da bundan kendi payını aldı. Futbol takımlarının patronları ve medyanın fişfiklemesiyle oluşan fanatiklik bu direniş sırasında da öldü.
Birbirleri ile düşman diye anılan birçok takım taraftarı omuz omuza barikatlarda beraber direndi. İzmir’in en ateşli taraftarları Göztepe ile Karşıyaka taraftarları kambersiz düğün olmaz diyerek daha direnişin 2. gününde İstanbul’a yola çıkmışlardı. Fenerbahçeliler, Beşiktaş Çarşı’ya gelip, “ Hepimiz Çarşılıyız” diye slogan atıyorlardı. Galatasaraylılar, İnönü Stadı’nın yanında stadı kendilerine barikat yapıp direniyorlardı. İşte senelerdir aynı besteyi aynı düşmana karşı söyleyen taraftarlar bu sefer de yan yana gelip bu besteyi söylemişlerdi.
Sık Bakalım bestesinin tribünlerde yaratılması aslında çok doğaldır. Çünkü tribün bir izleme alanı değildir, tam tersine bir oyun alanıdır. Oyunu izlerken sen de oynarsın. Kızarsın, öfkelenirsin, sevinirsin, tepki verirsin ve oyunu asla bir saha içine hapsetmezsin. Tribündeyken Muğla’da ormanlar yanıyorsa sessiz kalmazsın. Evet, belki kale direklerinin arasından o topun geçtiğini görmek için heyacanlısındır ama, Muğla’daki ormanlar söz konusuysa varsın gitsin şampiyonluk dersin. Başka bir galakside yaşamıyorsundur, bu yüzden Hasankeyf’in sular altında kalmasına, nükleer santral yapılıp yaşamının tehdit edilmesine sessiz kalamazsın. Filistin’de bombalar patlıyorsa tribünün en görünen yerinde Filistin bayrağı sallandırırsın, “Diren Filistin” dersin. Tribündeysen empati yeteneğin güçlü olmalıdır. Van’da insanlar soğukta üşüyorken sen kaşkoluna sarılamazsın, atarsın sahaya o kaşkolu Van’dakilerle aynı kaşkola sarılıp beraber takımı izlemek istersin. İşte bunları yaparsan taraftar olursun, yoksa bir rengi sevmek, formasını almak, o takımın küfrederek maçını izlemekle taraftar olunmaz. Bunu da bize 30 yılı aşkın zamandır en iyi gösteren tribün örgütlenmelerinden biridir Beşiktaş Çarşı.
Tribünden Sokağa: Biber Gazı Oley
1982’den beri Türkiye tribünlerinde dönüm noktası olan Çarşı, tribünlerdeki yaratıcılığını ve inatçılığını direniş boyunca sokaklara da aynen yansıttı. Gerek tribün bestelerinin direnişe uyarlanması gerekse dozer ile Toma’nın kovalanıp polis telsizi ile polise siyah-beyaz çektirmek tribün yaratıcılığın bir ürünüydü. Tribünde maçın skoru ne olursa olsun 90 dakika bitene kadar “Kartal gol gol” diye inatçı bir şekilde takımının yanında olan bir taraftar grubunun biber gazından etkilenip, geri durması da olacak şey değildi. Bu yüzden her biber gazı atıldığında “Biber gazı oley” tezahürat ile karşılandı. İnsanların yanı başında patlayan ses bombaları, rakip takımı baskı altına alırcasına yuhalandı. Uzun süren çatışmalar sonrasında başbakanlığın kapısına dayanıldığında da, gözaltıları serbest bırakmazsanız çekilmiyoruz diyerek Çarşı tavrını net bir şekilde göstermiş oldu. Deplasmanda bir arkadaşları gözaltına alındığında “Amir biz buraya 80 kişi geldik 79 kişi dönmeyiz” diyerek kimseyi arkasında bırakmayan Optik Başkan lakaplı Mehmet Işıklar’ın da herkesi kucaklayan silüetini Çarşı Taksim Meydanı’na geldiğinde AKM’nin üstünden büyük bir şovla sallandırdı.
Umarım ki direnişte tribünlerin etkisiyle oluşan bu yaratıcılık ve inatçılık devam eder, ortaya çıkan racon kesme, aşırı alkol tüketimi, küfürlü sloganlar gibi yan etkiler de derhal tedavi edilerek direniş daha güzel bir taraftarlık görür.
Meydan Gazetesi Sayı 11, Temmuz 2013