Bir tohum betonun boşluğunda kalmışsa, güneş aydınlatır karanlığını. Ve su sızarak sular kuraklığını. İşte budur ekolojik uyum. Ve tohum filizlenince kırar betonu, işte bu da kurtuluşumuz.
Bir sabah uyanırsın, dışarıda bardaktan boşanırcasına bir yağmur… Toprağa bulanmış yağmur kokusunu odana taşıyamayan pencereni açar, sokağa bakarsın. Suyu emmekten aciz asfalt yolları, pislik kusan rögarları ve ölmüş fare, selle beraber anlamsızlık, selin içinde akıp giden plastikler, sandalyeler ve masalar.
Bir sabah uyanırsın, sanki zebaniler yatağın altında bir ateş yakmış da, habire bu ateşi besliyorlarmış gibi bir sıcak…Güneşi ateşe çeviren çift camlar, o çift camları kaplayan plastik pimapenler. Sokağa bakıyorsun; füme asfalt, gri betona dönüşüyor duvarlarda. Önce sokağa çıkarsın, sonra caddeye; cadde daha gri. Dükkanların camları herşeyi yansıtacak kadar kalın ve dükkanlar bu sıcakta somsoğuk, klima her şeyi soğutmuş. Her yer, iş merkezleri, AVM’ler, siteler, okullar, kışlalar, milyonlarca kilometre asfalt. Yığınla beton, tonlarca demir… Sanki boğazına yapışan bir çift el gibi, sıkar da sıkar…
Nefesin kesilir, kaldırıma oturup kalırsın. Bir de ne göresin, kaldırımla asfaltın birleştiği yerde bir çatlak ve o çatlaktan filizlenmişbir yeşillik sana bir şeyler söylemek ister gibi “bu sıkışmışlık” der. “Bu sıkışmışlık seni çaresizleştiriyor mu? Çaresiz değilsin; kendini güneşe ve suya bırak, biraz da hava ve içindeki özgürlük tutkusu, onun peşinden git, o seni filizlendirir.”
Gri ile Yeşilin Savaşı ya da İncir Ağacının Engellenemez “Yaşam Tutkusu”
Kapitalizm bir makine gibi işler. Devasa bir harç makinesi. Doğada yaşam adına ne varsa, alır karıştırır, gri bir macun gibi tükürür yeryüzünün ortasına. Yerin altını çekip kökleri topraksız bırakır. Toprak beton olursa, hangi kök betonda tutar ki. Kapitalizm, yeryüzüne yayılmış bir veba ise, o vebanın yarattığı yaralar, kentlere yayılmış şu koca beton yığınlarıdır. Tıpkı yukarıdaki karakter gibi, çevrenize şöyle bir baktığınızda da, umudun tükenmekte olduğunu hissedersiniz. İşte incir ağacının hikayesi, tam da burada başlar. İncir arsızdır, yaşam arsızı… En olmadık yerde çıkıverir; bir plazanın temelinde baş verir kimi zaman, aldırmazsanız ona, büyür. Tohumdan patlayan dallar, beton zemini ağır ağır çatlatarak baş verir; kökleri suya ulaşmak için, yayılır da yayılır. Temeli parçalar, su borularını patlatır. Sonra bir bakarsınız, şehrin ortasında, kocaman modern bir binanın orta yerinde, bir incir ağacı peydah olmuş… Beş lira üç kuruşa çalışan iki işçi keser o inciri. Yaşam adına ne varsa, her şeyi öldürdüğünü sananlar şaşırır, onu da öldürürler; ama binanın temelinde ölen incir, merdivenlerin arasından bir ayrık otu olarak yeniden doğar. “Ayrık otu”, adı üstünde, ayırır betonu ikiye; o kapitalizmın en çok güvendiği betonu. Ve o iki taşeron işçisinden biri, elleriyle koparıverir onu. Evine gider, on iki saat işten, iki saat yoldan sonra. Annesine babasına inciri anlatır, ayrık otunu. Hınzır bir gülümsemeyle alır annesinden cevabı; “O ayrık otudur.” O anne, ne ayrık otları görmüştür yaşamda; yılmayan, yılmadan direnen ayrık otları.
İşte umut buradadır; kapitalizmin karşısında yaşam, betonun karşısında ayrık otu ölümsüzdür!
Betonun İmkansızlığı: Kapitalizmin Ocağına İncir Ağacı Dikmek!
Evet, beton acizdir. Gürül gürül akan yaşam karşısında, hep güdüktür. Mükemmel gibi gösterilir; süper, aşınmaz, çatlamaz, yıkılmaz. Ama gösterildiği gibi değildir beton. Ama biz kanarız onlara ve saksılarda tanıdığımız ayrık otunu ise; toprağı kuruyunca, güneşsiz ve susuz kalınca, kuruyan bir ot olarak biliriz. Kıyaslanmaz betonla, iki parmakla koparılacak bir ot nasıl olsa. İmkansızdır serüveni, lifli beton karşısında. Nano beton asla çatlamaz, binlerce hatta milyonlarca kolluk kuvveti yeşertmez ayrık otunu ve incir ağacını betonyada, onlar yalnız kalmış maceraperestler ve imkansızı isteyenler.
Yok, yetmez bunlar; kurutmak için onları. Onlar beklerler sabırla ve yalnız değillerdir asla. Güneş ulaşır onlara ve su sızar yanlarına. Önce yaşamla örgütlü olanlardır onlar, sonradan gelen bozamaz uyumu. Gridir istenmeyen bu dünyada. Bir ayrık otu, bir incir ağacı, bir maydanoz, bir çınar yetecektir griye. Bir yoldaşın su, bir yoldaşın güneşse; imkansızı ister, çatlatırsın betonu ve yıkarsın bu iktidarı.
Şimdi en sıkıştığında, kaldır kafanı bak; seni sıkıştıran grilere, griler arasında bir çatlağa. Orada yeşerecek bir tohum var; yeşerip çatlatacak betonu ve filizlenip yıkacak kapitalizmi.
Özgür Erdoğan
Meydan Gazetesi Sayı 12, Ağustos 2013