Günümüzde kadınlar ortak sorunlarına dair çözüm üretmek adına biraraya gelerek örgütleniyorlar. Örgütlenme, tüm kadınların sorunlarını barındıran ortak sorunları da çözmek adına oldukça önemli; yalnız olduğunu düşünüp ataerkil sistem içerisinde çaresizleştirilmiş hemcinslerimize de el uzatmak ve dayanışmayı yükseltmek için kaçınılmaz. Ataerkillik yaşamın her alanına sızdığı için mücadelede yaşamın her alanında verilmeli.
Örgütlenmenin farklı alanları ve ifadeleri var, bunlardan biri parti meclisleri. Kadınlar daha çok “eşitlik” söylemiyle siyasete katılarak hem güncel sorunlara, hem de kendi sorunlarına çözüm olabilecek zeminler arıyorlar. Tabi ki parti meclisleri ataerkil işleyişe sahip olduğundan kadınları ötelese de günümüz demokrasi anlayışı bunu kılıfına uydurup 3-5 kadın vekille meclisi süsleyebiliyor. Burada mesele, erkek ile eşit haklara sahip olarak temsili demokratik bir siyaset yapmak değil. Mesele, ayaklarımızı bastığımız zemin, karşısında durduğumuz şeyin aynısı mı sorusunun cevabını verebilmektir. Eğer böyle ise işte o zaman var olan ataerkilliği yıkmış değil, sadece var olanla yer değiştirmiş oluruz. Erkek iktidarının belirgin olduğu; eğitimli, akıllı, güçlü, karizmatik kadın siyasetçi tiplemesiyle yaratılan birer sembol olarak yer aldığımız meclis de böylece kurtuluşumuz değil, yalnızca kurtulduğumuzu sandığımız bir yer oluverir.
Mecliste bir yemin ettim ki dönemem!
Kuzey Kıbrıs Yönetimi Parlamentosu kadın milletvekili Doğuş Derya, milletvekili andının cinsiyetçi bir dille yazıldığını ve günümüz koşullarında güncellemesi gerektiğini belirterek farklı bir yemin etti ve dedi ki:
“Kıbrıs ülkesinde yaşayan her bireyin, dili, dini, ırkı, doğum yeri, sınıfı, yaşı, fiziksel durumu, cinsiyeti veya cinsel yönelimi dolayısıyla ayrımcılığa maruz kalmaması için çalışacağıma, emeğin sömürülmediği adil ve eşit bir düzen yaratmak için uğraşacağıma, çatışma ve şiddet kültürünün yerine barış ve uzlaşı değerlerinin yerleşmesi için çaba göstereceğime…”
Derya’nın yemini sırasında meclisten protesto sesleri yükseldi. Yemin törenini canlı veren devlet televizyonu yayınını kesti ve ardından oturuma ara verildi.
“Zaten kadınsın, üstelik güzelsin mecliste siyaset yapmak senin neyine!”
İran’da yerel meclise seçilen 27 yaşındaki kadın öğrenci, “gereğinden fazla güzel” olduğu için meclise giremedi. Seçimlerde 10 bin oy alarak 163 adaydan 14. olan Nina Siahkali Moradi, seçimlerin ardından yedek listedeki birinci isim olarak açıklandı. Ancak “İslami kurallara” uygun değil denilerek görevini yapması engellendi. İran’daki İnsan Hakları Kampanyası’nın açıklamasına göre; Morahdi’nin yüzünün bulunduğu seçim posterleri rakipleri tarafından oldukça eleştirilerek “Konseyde podyum mankeni istemiyoruz” ifadesiyle anlatılmış.
Sandıkta değil, sokakta siyaset
Anarşistlerin çoğu genel ya da yerel seçimlere katılmazlar, oy kullanmazlar ve politik çıkarlara dayalı bürokrasiyi sevmezler. Yani bütününde parlamenter sistemi onaylamazlar. Kadınların kadın vekil sıfatıyla mecliste siyaset yaparak kazanacağı haklardan ziyade, yaşamlarda devlete ve kapitalizme karşı direniş gösterilerek kazanılacak özgürlük mücadelesine inanırlar.
Ve biz anarşist kadınlar yakında kadınlardan oluşan bir “Kadın Partisi” kurulursa şayet, kadın olmamıza rağmen ortak sorunlarımızın millet meclisinde çözülebileceği noktasında “bir umut” beklemeyeceğiz. Ataerkillik, parlamentarizm içinde bir araç olarak görülüp asla çözülemeyeceği gibi, her ikisi de iktidarlı yapısı gereğiyle zaten hiyerarşik ve ayrımcıdır. Bu nedenle anarşizmin ilkeleriyle
düşündüğümüzde, seçimlerimizi her zaman iktidarsız ve cinsiyetsiz alanlara doğru yapmak bizi özgürleştirebilir.
Önümüzde yerel seçimler var. Erken bir öngörü olsa da temsili siyasete inanan birçok kadın, illaki kadın vekilimiz olsun, mecliste bizimde sözümüz olsun anlayışıyla “kadın kotası” kampanyaları örgütleyebilir. Ancak daha geçtiğimiz aylarda gerçekleşen ve halen mahalle forumlarıyla süren Taksim Gezi Direnişi bizlere bu konuda da çok şey öğretmiş olmalı. Bunlardan en önemlisi “yöntem”. Doğrudan demokrasiyi deneyimlemeye çalıştığımız böyle bir süreçte, birey olabilmenin özgürlüğünü hissetmedik mi? Paylaşmayı ve dayanışmayı esas aldığımızda, oluşan gücümüzü fark etmedik mi? Otoritenin karşısında direndiğimizde, otoritenin anlamsızlığını anlamadık mı?
Artık ne kimseyi yönetmek ne de yönetilmek eskisi kadar meşru olmayacaktır. Bu sürecin aktif birer özneleri olan kadınlar da sandıkta değil, sokaklarda direnmeyi sürdürecekler.
Zeynep Kocaman
Meydan Gazetesi Sayı 12, Ağustos 2013