Aynı siyasi ekolün Türkiye temsilcisi Tayyip Erdoğan ve AKP, Mısır meselesinin arkasında İsrail olduğu iddiasıyla söylemsel bir benzerliği de yakalamış oluyor. Tayyip Erdoğan’ın “Yahudi” karşıtlığı üzerinden meşrulaştırmaya çalıştığı politikasının Ortadoğu’da şimdilik çok tuttuğu da söylenemez.
General Sisi, Mursi iktidarına karşı oluşan eylemlerin altını boşaltıp, darbe taraftarlarının ama çoğunlukla ordusunun desteği ile başkanlık koltuğuna oturmuştu. Müslüman Kardeşler Hareketi taraftarlarının Sisi iktidarının ilk gününden bu yana sokakta olması, Sisi yönetiminin bu protestolara karşı sert tutumuyla karşılaştı.
Mısır’da bin kişinin üzerinde insanın ölümüne, binlercesinin yaralanmasına neden olan olaylarda, darbenin başındaki isim Genaral Sisi ve yönetiminin izlediği politika, dünya kamuoyunu şu an meşgul eden en önemli mesele. Temmuz ayının sonunda başlayan ve Ağustos ayında şiddetlenen protestolar ve polis saldırılarından dünya medyasına yansıyanlar hepimizin hafızasında yer edecek cinsten. Rabiatul Adevviye ve Nahda meydanlarındaki protestolarda açılan ateş sonucu ölen yüzlerce kişi, El Fetih camisine saklanmak zorunda kalan protestocuları saran darbe yanlıları ve ordunun saatler süren eziyeti, Kanlı Cuma, eylemler nedeniyle tutuklananların cezaevine sevki sırasında gazla öldürülmesi, sokakta devlet eliyle yaratılan kaos… Mısır’da kesin olan tek şey şiddetin farklı kesimlerin bir ifade aracı haline gelmesi.
Bu durumun en somut örneği, sokakta öldürülen insanların ya da sokakta öldürmenin “normalleşiyor” oluşu. Video paylaşım siteleri, darbe karşıtı protestolar gerçekleşirken başından vurulan insanların olduğu, Mursi karşıtı ve Mursi yanlılarının birbirlerini öldürdüğü videolarla dolu. Durumun vahametini görmek açısından önemli olan bu videolar, bizi bu bilgilendirmenin “masumluğuna” sığınan video paylaşım ve haber sitelerinin “gizli şiddet çağırıcılığı”na maruz bırakıyor.
Müslüman Kardeşler’in tüm bu süreçte takındığı tavır da, dünya kamuoyu tarafından eleştirilen meselelerin başında geliyor. Şiddetin bu kadar tırmanmasında, iktidarını kaybeden Müslüman Kardeşler’in siyasal iktidarı tekrar kazanma arzusu yatıyor. Orduya karşı sokaklara çıkan bu kadar fazla insanın ölmesinin yarattığı “mazlum”luk, İhvan liderlerinin siyasi amaçlarını karşılamakta kullanılıyor. Ortaya konulan söylemler bunun en büyük göstergesi.
Siyasi Kutuplaşma
Türkiye, Katar ve Bahreyn hariç, Arap devletlerinin tamamı Sisi’ye destek veriyor. Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın terörizme karşı Mısır halkının her zaman yanındayız mesajı, bu desteğin aynı zamanda maddi anlamda da gerçekleşeceğinin kanıtı.
ABD, durumu en başında olumsuz gibi nitelemekten kaçınmıştı. Duruma “darbe” dememesinin altında yatan temel neden, ABD yasalarına göre, bu niteleme kullanılırsa demokratik hükümet kurulana kadar maddi destek yapamayacak olması. ABD, bunun yerine, son yaşananlardan sonra, yapacağı 1,5 milyar dolarlık yardımdan 250 milyon dolarlık bir kesinti yapmayı uygun gördü.
Mısır’daki siyasetin iç işleyişine müdahale olmayacaklarını açıklayan Hamas’ın bu tutumu, özellikle Müslüman Kardeş yanlısı çevrelerde şaşkınlıkla karşılanıyor. Müslüman Kardeşler’in Filistin kolu olan Hamas’ın bu politikasında, son dönem ılımlı bir hal alan İsrail denklemlerinin etkisi var mıdır bilinmez, ancak son iki senede Filistin’de ulaştığı gücü, Mısır’daki Kardeşleri’ne benzer bir şekilde kaybetmek istmemesinin önemli bir payı var gibi görünüyor.
AB’nin bu süreçteki tutumu da şimdilik seyirci kalmak gibi okunuyor. AB Özel Temsilcisi Bernardino Leon, Mısır’daki şiddetten tüm AB üyesi devletlerin rahatsızlığını dile getirmişti. Ancak, bu şiddetin açığa çıkmasında sadece bir tarafı görmemek lazım diyerek Müslüman Kardeşler’e ilişkin destek noktasındaki düşüncelerini ortaya koymuş oldu.
TC’nin “Değerli Yalnızlık”ı
Recep Tayyip Erdoğan, 25 Ocak 2011’den bu yana, Muhammed Mursi liderliğindeki, Müslüman Kardeşler’in siyasal yüzü olan Hürriyet ve Adalet Partisi’nin iktidarını çok büyük hoşnutlukla karşılamıştı. Hatta aynı siyasi ekolün 3 ayrı devlette iktidarı konumunda bulunan liderleri, Halid Meşal, Tayyip Erdoğan ve Muhammed Mursi zaman zaman bir araya gelerek özellikle Ortadoğu coğrafyasındaki politikaları doğrultusunda değerlendirmelerde bulunuyorlardı.
Mısır’da Muhammed Mursi’nin ordu darbesiyle görevine son verilmesinden bu yana oluşan süreçte rahatsızlığını en açık dile getiren siyasi lider Tayyip Erdoğan olmuştu. Bu rahatsızlık, sadece Mısır’da siyasi iktidarın değişmesiyle açığa çıkan durumda kendini belirginleştirmiyordu. Tayyip Erdoğan, Batılı devletlerin duruma seyirci kalmasını da büyük bir kızgınlıkla eleştiriyordu. Bu eleştirilerin muhatabı sadece Taksim Gezi Direnişi süresince tutumlarından dolayı eleştirilen AB değildi. Ebedi müttefik ABD’de bu eleştirilerden kendi payına düşeni alıyordu. Arap devletlerin Mısır politikaları, kendi Suriye politikalarıyla uyumluydu! Ortadoğu’da “Arap Baharı” sonrası oluşan dönemde, iktidar çatışmalarında Tayyip Erdoğan ve partisinin yanında durduğu taraf bir türlü istediği konuma ulaşabilen taraf değildi. Bu durum, Erdoğan’ın dış politikadaki başdanışmanı, başbakanlık müsteşar yardımcısı İbrahim Kalın tarafından “değerli yalnızlık” dönemi diye kavramsallaştırılmıştı bile.
Ekonomik Kutuplaşma
Sokaktaki şiddet sadece, Mısır siyasetini değil ekonomisini de etkiliyor. Batı menşeili küresel şirketlerin, mevcut siyasal dengesizliğin ekonomik beklentilerin karşılanmasını engelleyeceğini düşünmüş olacaklar ki, teker teker Mısır’daki merkezlerinin kepenklerini indirmeye başladılar.
General Motors ve Royal Dutch Shell üretimlerini durdurdu. Toyota, Suzuki ve Sumitomo Electric gibi küresel şirketler, çalışanlarını tahliye edip ofislerini kapattı.
Ekonomide Mısır için bu tarz olumsuz durumlar yaşanırken, Suudi Kral Abdullah yine imdada yetişti ve Batılı devletlerin Mısır’ı harcamasına izin vermeyeceğini söyleyip Arap devletleri olarak gerekli ekonomik yardımlarda bulunacaklarını açıkladı.
Batılı küresel şirketlerin özellikle Mübarek dönemi sonrasındaki hareketliliği, Mısır coğrafyasında yerini küreselleşen Arap sermayesiyle mi ikame ediyor, sorusunu akıllara getiriyor.
Sivri Söylemler
Sisi yönetimini rahatsız eden, bu durum karşısında karşılaşacağı küresel bir baskıdan ziyade, bu durumun oluşmasına mahal verecek Batı medyasının yaptığı bilgilendirme. “Batılı casuslar” propagandası, devlet televizyonlarının yayınlarına çoktan oturtulmuş bile. “Vatan hainlerinin komploları boşa çıkacak!” sloganı üzerinden iktidarını meşrulaştıran bir ordu yönetimi… Bu milliyetçi söylem İhvan taraftarlarına karşı da geliştiriliyor. Batılı ajanların kuklası olmakla suçlanan Mursi yandaşları, Mısır ulusunun başka devletler tarafından yönetilmesinde bir maşa rolü oynadığı ile suçlanıyor.
Diğer yandan, bu söylemin daha dinsel ve daha İslami bir versiyonu da Müslüman Kardeşler için geçerli. Sisi yönetiminin “milliyet” üzerinden gerçekleştirilen dışlayıcı söylemleri yerini farklı dinden olanların ötelenmesine bırakıyor. Nüfusun azımsanmayacak bir kesimini oluşturan Kıpti Hristiyanlara yönelik girişilen şiddet eylemleri, Batılı medyanın en çok önem verdiği mesele. Bizim ekranlara çok yansımayan kiliselerin yakılması, Hristiyan mahallelerine yönelik saldırılar; Batı’nın Mısır meselesine bakış açısında önemli bir yere sahip. Kıpti Patrik Tawadros’un, olayların yoğunlaşmadan hemen önce öldürülmesi, Batılı devletlerin bu meseleyi ele alırken önemsediği ölçütler arasında olabilir. Müslüman Kardeşler’le ilişkili kanalların, Tahrir Meydanı’nda Mursi’yi protesto etmeye gidenlerin büyük bir çoğunluğunun Hristiyan olduğuna ilişkin iddiası, toplumun farklı kesimleri arasındaki gerilimleri arttırmaya yönelik bir hamle. Zaman zaman “Hristiyanlar camileri yakıyor” diye haber yapan aynı medya, Tahrir eylemlerinin finansörlüğünü yapan Hristiyan zenginlerin haberlerini yaparak bu ateşi sürekli beslemeyi kendine amaç ediniyor.
Aynı siyasi ekolün Türkiye temsilcisi Tayyip Erdoğan ve AKP, Mısır meselesinin arkasında İsrail olduğu iddiasıyla söylemsel bir benzerliği de yakalamış oluyor. Tayyip Erdoğan’ın “Yahudi” karşıtlığı üzerinden meşrulaştırmaya çalıştığı politikasının Ortadoğu’da şimdilik çok tuttuğu da söylenemez. Zira mevzubahis coğrafya üzerinden geliştirilecek bu tarz bir söylemin, stratejik ortaklığın okyanus ötesi muhatabı konumunda bulunan ABD açısından da çok olumlu bir tarafı yok.
Bir yanda “dini”, öte yanda “vatanseverlik”e dayalı dışlayıcı söylemler, Mısır’daki gerilimi sürekli kılmaya yarıyor. Farklı dini, etnik, ideolojik tarafların birbirine yönelik tek hitap biçimi bu yüzden şiddet oluyor.
Kutuplaşmış ve Şiddete Dolanmış Bir Ortadoğu
İki kutup arasından tercih yapmak, dünya siyasetinde yeni bir trend haline geliyor. İki kutuplu kılınmaya çalışılan siyasi mecralarda siyasal söylem ve hareket de onun karşısındaki söylem ve hareket de bu ikili mekanizmaya göre belirleniyor. Siyaseten düşünmenin sınırları, bu çift kutuplu alan içinde iktidarların çıkarına göre belirleniyor.
Bu trende uyma çabası içinde, kendine Mısır’daki kutuplaşmada taraf arayanlar, ordu karşısında demokrasiden yanayız diyerek İhvan’ın yanında; demokrasiyi yok edecek gericiliğe karşı demokrasinin garanti altına alınmasından yanayız diyerek Sisi iktidarının yanında olduklarını beyan ediyorlar.
Mısır solu da, Wallerstein’ın belirttiği gibi bu çift kutuplu ve gergin siyasi arenada yanında olacakları tarafı belirliyor. Yeni siyasetin yeniden yapılandırıcı bir söyleminin yerine, içinde bulunulan durumun aciliyetiyle zorunlu bir kararda buluyorlar. Ne kadar tanıdık bir senaryo değil mi?
Ortadoğu’nun “bahar” sonrası yeni konjonktüründe, siyasi, sosyal, ekonomik kutuplaşmalarla sadece herhangi bir siyasal temsiliyetin güçlü bir şekilde var olması değil, toplumsal hareketin kendisinin oluşması engelleniyor. Ne Mübarek, Ne Mursi, Ne de Sisi sloganıyla, kendi siyasal gerçekliğini oluşturmaya çalışan kesimlerin yaşamı yeniden yapılandırma girişimleri bu kutuplaştırmalar ve toplumsal gerilimlerle engellenmeye çalışılıyor. Eski küresel iktidarların oluşmasını engellemeye çalıştığı bu çaba, aynı iktidarların kaotik kıldığı Ortadoğu coğrafyasında yeşerecek toprağı bulacaktır.
Hüseyin Civan
Meydan Gazetesi Sayı 12, Ağustos 2013