Bir zamanlar Pir Sultan’ın yanında olan ama hırsları yüzünden ayrılıp bey olan Hızır Paşa, gücünü tüm halka olduğu gibi Pir Sultan’a da göstermek ister. Ama Pir Sultan hep karşı gelir Hızır Paşa’ya. Artık ölüm fermanı çıkarılmıştır hakkında, bir tek koşul vardır kurtulabilmesi için: Hızır Paşa’nın huzuruna çıkıp içinde “Şah” geçmeyen üç deyiş söylemesi.
Denildiği gibi çıkar huzura. Ama ne bir af dileme, ne bir pişmanlık yoktur Pir Sultan’da. Üç deyiş söyler, söyler ama üçünde de “Şah”ını söylemeden etmez.
İslamiyet’te mezheplerden biri gibi algılansa da Alevilik, haksızlığa uğrayanın, ezilenin sığındığı ve güç aldığı bir değerler bütününe dönüşmüştür. İyiyi, güzeli, doğruyu arayan felsefesi, eline beline diline sahip ol düsturu, her defasında yağmacı ve baskıcı Osmanlı padişahları tarafından kendi iktidarlarına bir tehdit olarak algılanmış ve bastırılmaya çalışılmıştır.
Kendi inanışlarını, kendi kültürlerini canları pahasına savunan Alevilere yönelik zulümler yalnızca “çağdışı” Osmanlı döneminde değil, “çağdaş uygarlık” söylemini bir an olsun dilinden düşürmeyen Cumhuriyet döneminde de, Koçgiri›de, Dersim›de yaşanmıştır.
Seyit Rıza›nın asılmadan önce söylediği, “Ben sizin yalanlarınızla, hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert olsun. Ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun” sözü, bu durumun gayet açıkça gözler önüne serer.
Birçok Alevi evinde, Hazreti Ali ile Mustafa Kemal›in resimlerinin yan yana asılıyor olmasının nedeni, Alevilerin önemli bir kısmının bu katliamın Mustafa Kemal›in bilgisi dışında yapıldığına inanmalarıdır. Peki, 1978 yılında Maraş›ta, 1980 yılında Çorum›da Alevilerin yaşadığı mahallelere saldıranlar, 2 Temmuz 1993 yılında ellerinde benzin bidonlarıyla Madımak Oteli›ne doğru yürüyenler, 1995 yılında Gazi Mahallesi’nde kahvehane tarayanlar...
Bu olayların gerçek sorumlularının açığa çıkmamış olması, bir şekilde yakalananların yine “bir şekilde” serbest kalması, mahkemelerin zaman aşımından düşürülmesi, bunu devletin bizzat planlayıp uyguladığını gösteriyor.
Alevileri, tüm bu katliamlar sonucu ortadan kaldırmayı beceremeyen devlet, bu kez de hile yolunu seçmiş, bizzat Süleyman Demirel bunu itiraf etmiştir: “2 Temmuz 1993’ten sonra yükselen Alevi muhalefetini bastırmak için Cem Vakfı’nı biz kurduk.”
İşte bugünlerde Cami-Cemevi projesinin Fethullah Gülen ile birlikte planlayıcısı ve savunucusu, bu vakfın başkanı İzzettin Doğan’dan başkası değildir.
Kendi vakfı dışındaki kurumlara “bunlar Alevi değil” diyen; kendisine ait Cem TV’de MHP kongresini canlı olarak yayınlayan; Ökkeş Şendiller, Namık Kemal Zeybek, Taha Akyol gibi faşistlerle yan yana gelmekten geri durmayan, işte bu İzzetin Doğan’dır.
Yakın bir zamana kadar, bırakın cemevlerini ibadethane saymayı, Alevileri kafirlikle suçlayan söylemdeki değişikliği iyi okumak gerek. Bunda elbette, cemevlerinin ibadethane olarak tanınması gibi bir talep de devletin işini kolaylaştırıyor. Devlet kendisinden bir şey isteyenle masaya oturup, gene bildiğini okuyor. Eee, İzzettin Doğan bir Pir Sultan değil ki inancı uğruna ölüme yürüsün. Anlaşılıyor ki, devlet, kendinden olmayanı ortadan kaldırma, etkisiz hale getirme konusunda bir zihniyet farklılığı değil bir yalnızca küçük bir yöntem farklılığı içinde.
Aleviler için çözüm, evlerine bir de cami-cemevi projesinin mimarı Fethullah Gülen’in resmini asmak değil, her türden simgeden, şablondan kurtulup Hacı Bektaş-ı Veli’nin şu sözüne kulak vermektir:
“Hararet nardadır sacda değil/Keramet baştadır tacda değil
Her ne arar isen kendinde ara/Kudüs’te Mekke’de Hacda değil”
Meydan Gazetesi Sayı 13, Ekim 2013