Kapitalist işleyiş içerisinde zaman zaman kullanılabilecek ama paylaşma ve dayanışmayla örülü özgür dünyada hiçbir şeye yaramayacak bilgiler..
Elbette öncesi de var, ancak isyan ile geçen yaz ayları ile beraber, Sauron’un gözü klavyelerimizde, bilgisayar ekranlarımızda daha bir dikkatli geziniyor. Peki, sosyal medya üzerinden veya internetteki başka mecralardan paylaştıklarımızın, yazıp çizdiklerimizin, devletin dikkatini çekmesi halinde ne yapmalıyız?
Hali hazırda 2007 yılında çıkmış olan 5651 sayılı “İNTERNET ORTAMINDA YAPILAN YAYINLARIN DÜZENLENMESİ VE BU YAYINLAR YOLUYLA İŞLENEN SUÇLARLA MÜCADELE EDİLMESİ HAKKINDA KANUN” konuya ilişkin temel mevzuattır. Ancak geçen süreçte bu kanunun devlet açısından yetersiz kaldığı düşünüldüğünden, yeni yasaklar konulması, sansürün çok daha etkin kullanılması ve tekil “hedeflerin” daha hızlı etkisizleştirilmesi amacıyla, Ulaştırma Bakanlığı yeni bir yasal düzenlemeyi gündemine almıştır. Mevcut çevrede konuya bakarsak;
İnternette ne suç ne değil: Mevcut ceza kanununda suç olan ne varsa, internette de aynen suçtur. Örneğin, sokakta birine hakaret etmenizle, bunu Facebook’ta yapmanız arasında bir fark yoktur. Ancak sanal ortama ilişkin özel suç tanımları ayrıca var ve TCK 243-246’da bunlar sıralanıyor.
Bizi nasıl buluyorlar: Bunun üç yolu var. İlki IP denilen internet protokol numarası yoluyla. Bir internet sitesine girdiğimizde IP numarası, o sitenin sağlayıcısı tarafından görülür. Eğer yerel bir site ise polisin talep etmesi halinde IP numarasını verecektir. Yabancı içerik sağlayıcıların ise Türk makamlarına karşı böyle bir mecburiyeti bulunmuyor. Ancak karşılıklı anlaşmalar yoluyla, bunun mümkün olabileceğini, mesela gene Facebook’un bilgileri verdiğini biliyoruz. IP adresini gizlemek için internette çok sayıda program bulunduğunu da ekleyelim. İkinci yöntem polisin klasik soruşturma yöntemidir. Anonim bir kimlik kullanmadan, içeriği devlete göre suç olan paylaşımlar yaptığınızda resminiz, adınız, arkadaşlarınız üzerinden sizi bulmaları zaten an meselesidir. Üçüncüsü ise sanal ortamda anonim de kalsanız, IP de gizleseniz, birinin sizi doğrudan ihbar etmesidir. Her şeyi herkese söylememekte fayda var.
Link verdiğimiz, paylaştığımız ancak başkasının yazdığı, çektiği video vb. içeriklerin suç oluşturması halinde ne olur? Bu durumda bizim bir sorumluluğumuz bulunmuyor. Peki, o zaman “Fazıl Say neden retweet ettiği Hayyam’ın şiiri yüzünden ceza aldı?” sorusu akıllara gelecektir. Öncelikle kanuna göre “içeriği sunuş biçiminden, bağlantı sağladığı içeriği benimsediği ve kullanıcının söz konusu içeriğe ulaşmasını amaçladığı açıkça belli ise genel hükümlere göre sorumludur.” denilmektedir. Yani içeriği suç olan bir şeyi paylaşabilirsiniz, ancak bunu benimsemediğinizi, onaylamadığınızı Sauron’a ispatlamak zorundasınız. Bu meselede devrimcilerin yaratıcı çözümler bulacağını düşünüyorum. Hayyam’ın şiirin suç olarak değerlendirilmesi ise ayrı bir garabettir. Bir şekilde tespit edildiğinizi ve polisin arama ve el koyma kararı ile beraber kapınızı çaldığınızı düşünürsek, ilk önerim telefonunuzdaki otomatik parola tanımlı sosyal medya uygulamalarını derhal kaldırın. Arama sırasında bilgisayar ve telefon verilerinin kopyasının alınması işleminde ise polise karşı uyanık olmakta fayda var.
Son olarak şunu belirtelim. Sadece internet ortamında değil, hayatın her alanında bir baskı ve sindirme girişimi ile karşı karşıya olduğumuzu unutmayalım, buna boyun eğmeyelim. Devlet Gezi Direnişi sürecinde atılan 5 milyondan fazla tweet’i incelemeye almış durumda. Ama bizim parmaklarımız, onların okuma ve anlama kabiliyetinden daha hızlıdır…
Ali Rıza Ercan
Meydan Gazetesi Sayı 13, Ekim 2013