Meydan Gazetesi: Puntosuyla iyi görenlerin kolay, görme problemi yaşayanların oldukça zor okuyabildikleri(!), dolu dolu bir fanzin Sahte Vefa. Fanzini kaç kişi çıkartıyorsunuz ve nasıl bir yöntem izliyorsunuz?
Sahte Vefa: Öncelikle puntoyla ilgili bir özür borcumuz var. Aslında editör olarak benim kişisel bir özür borcum var. İstanbul sayısında derginin tasarımını yaptığım indesign programı (ki kendisinden hiç hazzetmiyorum) ile ilgili bir sorun yaşadım. O yüzden oldu, biz de baskıdan sonra fark ettik. Bu sayıda (10. sayı) düzeltmesini yaptım. Artık benim gibi ileri derece miyop olan arkadaşlar da rahatlıkla okuyabilir. Fanzinde çekirdek ekibimiz beş kişiden oluşuyor. Her ay toplantımızda, bir sonraki sayının konusu bir kurguya göre belirleniyor. Şiirler, şiir editörümüz Yağız Gönüler’e; incelemeler, denemeler, hikâyeler ise Ümran Kio’ya geliyor. Kapak tasarımımızı da Arda Arıcan yapıyor.
Sahte Vefa hangi konular üzerine yazıyor?
Aslında her sayı farklı bir konumuz oluyor. İlk konumuz babaydı, sonra direniş ve müzik konulu bir sayı çıkardık. Punto mağduru olduğumuz sayı, İstanbul üzerineydi. Son olarak 10. sayımızda ise huzursuz kadınları konu ettik fanzinimize. Ama ana konu ne olursa olsun edebiyattan uzaklaşmamaya çalışıyoruz. Müzik, tiyatro dosyalarımız da var ama bizim derdimiz edebiyatla.
Fanzinin ön kapakları çoğu kez Yeşilçam sinemasından nostaljilerle dolu. 11. sayıyı da Sadri Alışık fotoğrafıyla karşılıyoruz. Fanzinin ismiyle bağlantılı mı bu nostalji merakı, merak ettik.
Elbette ki isimle alakalı. Biz yazarlara olan vefa borcumuzu ödemek için çıktık yola. Ama sadece yazarlardan değil, Yeşilçam’ın ustalarından da izler taşıyoruz aslında. Onlara olan borcumuzu da kapak fotoğraflarıyla ödeyelim istedik. Birkaç gün evvel çıkan 10. sayımızda da Ayşen Gruda var.
Yeni çıkan 11. sayıda “İstanbul” üzerine bir konsept işlenmiş. Ancak kentsel dönüşüm ile birlikte hafızalarımızdaki İstanbul, artık bambaşka bir yer haline geldi, geliyor. Bu konuda ne düşünüyor ve yazıyor Sahte Vefa?
Kentsel dönüşüm, İstanbul’daki çarpık ve depreme dayanıksız yapıların yenilenmesi ve insanların refahını arttırmayı hedefleyen bir proje olarak sunulurken, projenin uygulanması bizi betonarme manzaralı, betonarme parklı ve betonarme hayatlı bir şehre mahkum etti. Sulukule başta olmak üzere çok ciddi mağduriyetler doğdu, Fikirtepe’de müteahhitlerin yeterince kar edemedikleri için binaları yarım bıraktığı duyumunu alıyoruz. Bir yandan da büyük şirketlerin göğün namusuna göz diken ve açıkçası kibri kendinden menkul projeleriyle, gayrı ahlaki binalar yükselmeye başladı. Unutmadan, tüketim manyaklığı da “her mahalleye bir AVM” gibi bir motto benimsetmiş olmalı sermaye sahiplerine. Sırf klimalı ve birçok ürün bulunabiliyor diye insanlar tüm sosyal hayatlarını oraya taşımaya başladılar. Eh, hayatı günü kurtarmaktan ibaret görmeyenler de bunun sonucunda artık direnme kararı aldılar vicdanlarında.
Kaldı ki bu şehri koruma işi, siyaset üstü bir mesele. Meydana çıkmayan, yazısında çığlık atıyor bu anlamsız betonlaşmaya.
Sahte Vefa’yı okumak ve edinmek isteyenler nerelerden ulaşabilirler?
Taksim ve Kadıköy Mephisto, 26A Sahaf, Kadıköy İmge Kitabevi, Semerkant Kitabevi, Ana Kitabevi, Aziz Kedi size kavuşabileceğimiz yerler. Ankara ve Eskişehir’e de yolluyoruz her ay. Ankara’da İhtiyar Kitabevi’ne gönderdik bugüne kadar, ama yine de her ay orada olacak diyemem. Diğer şehirler için fanzinimizin Facebook sayfasından (facebook.com/sahtevefa) ayrıntılı bilgi edinebilir okuyucularımız.
**Son olarak, Sahte Vefa’nın diline İstanbul’u anlatan bir şiirin hangi mısraları dolanırdı?
Bu çok zor bir soru aslında. Şehir öyle bir şehir ve hakkında öyle mısralar kaleme alınmış ki, hangi cevabı seçsek öbürü boynunu büküyor gibi hissediyoruz. Attilâ İlhan›ın Emirgan ve topyekûn İstanbul aşkı, Orhan Veli'nin Boğaziçi sevgisi, Turgut Uyar'ın Edirnekapı›ya mısraları, Yahya Kemal Beyatlı›nın o unutulmaz bakışı, Nazım Hikmet›in özlemi, İsmet Özel›in şefkati ile başlayan liste muhteşem şairlerin her duygusunu tadıyor. Hal böyleyken de iş iyice içinden çıkılmaz bir durum alıyor. Ama bu soruyu cevapsız göndermemek için Bekir arkadaşımız, İstanbul›da bir yağmurun bile nasıl aşkla ilintili olduğunu gösteren şu Cemal Süreyya dizelerini önermişti. “...Ki Karaköy köprüsüne yağmur yağarken / Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti / Çünkü iki kişiydik...”
Teşekkür ediyoruz, dayanışmayla…
Meydan Gazetesi Sayı 13, Ekim 2013